Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

deniz_mavidir

Üye
  • Content Count

    292
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by deniz_mavidir


  1. Allah Allah helal dairesi mi değişti ne, Ehl-i Sünnetin hatta şianın bile helal dairesinde bu var mıydı?

     

    ehli sünnet devriyle ahirzamanı kıyaslamak mümkün mü? biz dinin emrinden birini yaoarken kurtuluşa eriyoruz ama sadet asrında dinin emrinden biri yapılmazsa n eoluyor? efendimiz bunu söylemiyor mu?

    kadının sesi avrettir...avret ne demektir? kadın kadına helal yani.ve kadının hangi sesi avrettir?yani konuşma trazı ve hitap ettiği kişiler önemlidir...bunun nesi değişti????????

    gösterinin yanlışları ayrı mevzu buradaki mevzu yapılan eleştirlerin genellenmesi.. bir mümin birine kafir(münafık ya da ) diyorsa bilmelki ortada gerçekten bir kafir vardır.. ya denildiği gibi suçlanan kişi kafirdir ya da bu iftara olur ve söyleyen kafir olur...


  2. helal daire keyfe kafidir... helal daire içerisnde istediğiniz gibi gülersiniz şarkı söylerseniz konuşursunuz... buraya onca şey yazılmış...yok efendim şöyle böyle... ALLAH aşkınıza hepiniz hiç gülmeyen hiç espri yapmayan hiç abartmayan insanlar mısınız?

    yeri geliyor helal daireyi bile aşıyor.... zaten bunun için melek değiliz... ehl-i kalender demişki açık hanımlar benim gözümde kapalılıardan daha değerli en zından onlar samimi... hayırdır? insanların kalbini açıp samimiyeterini görebileceğiniz bir yetenek mi verildi size... üstelik genelleme yaparak söylüyorsunuz... o halde ben de bir genelleme yapayım... erkeklerin yüzde doksanı ..neyse...... anlayan anlar....

    videoyu izledim.. beğendim mi hayır... eleştirilecek çok nokta var.. fakat bize samimiliği değerlendirmek düşmez...


  3. Gönderildi Bugün, 03:47 PM

    Karikatür bizim uzun zamandan beri bir türlü hakim olamadığımız ve davamızı savunurken, anlatırken kullanamadığımız çok etkili alanlardan biri. Hakikaten "deniz mavidir" arkadaşımın karikatürde anlattığı bir meseleyi düz yazıyla onlarca sayfada bile anlatamayabiliriz. Hele ki bizim gibi okumayı sevmeyen milletlerde karikatürün bıraktığı etki çok büyük olsa gerek. "deniz mavidir" arkadaşım senin gibi kabiliyetli arkadaşlarımızın yetişmelerini görmek beni çok mutlu ediyor. Allah önünü açık etsin.

     

    amin....

    görüşleriniz için çok teşekkür ederim. umarım bir gün çok çok çok daha iyilerini çizebilirm. dediğiniz gibi, karikatür bazı zamanlarda düz yazı ya da şiirden daha etkili olabiliyor. bir tek çizgi bir çok şeyi anlatabiliyor. fakat bu konuda özellikle muhafazakar kesimin içinde çok yetenekli ve çok bilindik isimler de var. bazı gazete ve dergilerde görebiliyoruz. bu arada cafcaf dergisi de aralık ayından itibaren kendi başına yola çıktı. yolu açık olsun. bilginize;)


  4. “ne hasta bekler sabahi

    ne taze oluyu mezar

    ne de seytan bir gunahi

    seni bekledigim kadar…”

     

    kim bu beklenen? Kim bu kadar bekleten? Bir sevgili… kadın için erkek, erkek için bir kadın… yar…

     

    “aşk bir uçurumdan düşmek gibidir..

    o yüzden sevgiliye yâr denilir..”

     

    Peki aşk?

    Üç harfli bir kelime… ama henüz bir kitabın içine sığdırabilen olamamış bu üç harfli kelimeyi… şiirler biz anlatabiliriz demişler, ya anlayan çıkmamış ya da gücü yetmemiş kelimelerin…

     

    “her ne var dünyada şerh eyler kalem;

    Aşkı anlat derseniz çatlar o dem.

    Aşkı tefsir et desek aciz beşer;

    Aşkı tefsir etse ancak aşk eder.”

     

     

    Ahir zamanda yaşamanın en çetin sınavlarından birisi de hiç şüphesiz kadın-erkek ilişkileri. Bu konuda verilen fetvalar gayet açık. Haram helal dairesi net çizgilerle belirlenmiş. Fakat şeytan ve nefis adeta kendi aralarında yarışırcasına, bizlerin bu kalın hatlarla çizilmiş çizgileri görmememiz için ellerinden geleni yapıyorlar.

    Ahir zamanda genç olmak; bardağın boş tarafıyla bakıldığında zulum, dolu tarafıyla bakıldığında rahmet…

    Nefis sevilmeyi istiyor,ilgi görmeyi bekliyor, şeytan nefsin bu arzularını gerçekleştirmek için fırsatlar çıkarıyor karşısına… ve insan aldanıyor… aldanalım…aldanmalıyız ama aldandığımızın farkında olmalıyız ve tövbe kapılarına koşmalıyız. Farkına varmalıyız ardından; yirmi dört saat hangi sevgiliye ulaşabilirim? Hangi sevgili istediğim anda bana benden daha yakın olabilir? Hangi sevgili beni benden daha çok sevip düşünebilir? Hangi sevgili bana istediğim her şeyi ama her şeyi verebilir? Hangi sevgiliden kaybettiğim ayakkabı bağımı isteyebilirim?

    Hiçbir beşer size bunları verebileceğinin bu imkanları sağlayabileceğinin garantisini veremez. Bir yerde tıkanır kalır,yetemez. Beşer size sadece yoldaş olabilir,sevgili değil.

    “gecti istemem gelmeni

    yoklugunda buldum seni

    birak vehmimde golgeni

    gelme artik neye yarar..”

     

    Ve insan aldandığının farkındadır. Kays iken mecnun olur.

     

    Belki mecnun olamayacağız,belki bu kadar derinden hissedemeyeceğiz ilahi aşkı, ama en azından düşmüşsek bu aşk(!) a ; Şirin’e kavuşmak için,Ferhat olup dağları delip sulara kavuşturalım susuz yerleri… temizleyelim içinden irin akan çeşmeleri… pervasızca harcamayalım,tüketmeyelim ilahı aşkın bir parçası olan beşeri aşkı… hakkını verebilelim, Allah için sevebilelim…


  5. İşte Babasının[MUSTAFA ISLAMOĞLUNUN] A. Eren'e Mektubu;

     

    Allah, hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu'na köşenizde verdiğiniz, 'Kur'an'ı Kerim'e el sürme? mevzuunda, âlimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla'

     

    Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam'hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.

     

    'Not: 'Muhterem Hocam (Ali Eren) Mustafa'nın Sapıklığı ve saptırıcılığı, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkür namemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz. Milyonları ifsat ve idlal etmesin. Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun'

     

    Ahmed İslamoğlu'ndan Ali Eren'e mektup, Ali Eren, 'Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü'

    vallahi ben bu işten hiç bir şey anlmadım...şu ana kadar mustafa islamoğlunun kendi ağzından ve hareketlerinden hiç bir sapmışlık görmedim...eğer varsa gösterecekleriniz onları gösterirseniz daha mutlu olurum....ben mustafa islamoğlunu bırakın sapmışlığı aksine çok değerli biri olarak görüyorum...dediğim gibi eğer bilmediğim şuana kadar farketmediğim bir sözü bir davranışı varsa onu aktarır mısınız??

    bu çok ciddi bir itham çünkü...


  6. bu tip bilgilerin araştırılması vs. gerçekten çok hoş şeyler...aynı şekilde orucun faydalrı abdestin faydalrı vs. vs. vs.

    fakat unutulmaması gereken bir şey var...ibadetlerdeki hikmetler değil bizler için önemli olan,ALLAH ın emri olmaları bizler için kafi olmalı...belki islamiyetle henüz tanışamamaış bir insana bunlar anlatılabilinir,ya da aklında farklı soru işaretleri olan insanlara,ama bir kere islam dinini kabul etmişse bir kişi,kuran-ı kerimde emredilen ve peygamber efendimizin(s.a.v) ağzından çıkan her şey,yaptıkları hareketleri,bizler için sorgusuz sualsiz kabul edilmelidir...

     

     

     

     

    ibadetin hakikatı işarat-ül i'caz

     

     

     

     

    يَا اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا رَبَّكُمُ الَّذِى خَلَقَكُمْ وَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمُ

     

    اْلاَرْضَ فِرَاشًا وَالسَّمَاءَ بِنَاءً وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَاءِ مَاءً فَاَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَمَرَاتِ رِزْقًا لَكُمْ فَلاَ تَجْعَلُوا

     

    لِلّهِ اَنْدَادًا وَ اَنْتُمْ تَعْلَمُونَ

     

    Yani: "Ey insanlar! Sizi ve sizden evvelkileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine vâsıl olasınız. Ve yine Rabbinize ibadet ediniz ki; Arzı size döşek, semayı binanıza dam yapmış ve semadan suları indirmiş ki, sizlere rızık olmak üzere yerden meyve ve sâir gıdaları çıkartsın. Öyle ise, Allah'a misil ve şerik yapmayınız. Bilirsiniz ki, Allah'tan başka ma'bud ve hâlıkınız yoktur."

     

    Mukaddeme

     

    Akaidî ve îmanî hükümleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ancak ibadettir. Evet Allah'ın emirlerini yapmaktan ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olan ibadetle, vicdanî ve aklî olan imanî hükümler terbiye ve takviye edilmezse, eserleri ve te'sirleri zayıf kalır. Bu hale, Âlem-i İslâm'ın hâl-i hazırdaki vaziyeti şahittir. Ve keza, ibadet; dünya ve âhiret saadetlerine vesile olduğu gibi, maaş ve maâde, yani dünya ve âhiret işlerini tanzime sebebdir ve şahsî ve nev'î kemalâta vâsıtadır ve Hâlık ile abd arasında pek yüksek bir nisbet ve şerefli bir râbıtadır.

     

    İbadetin dünya saadetine vesîle olduğunu izah eden cihetler:

     

     

     

    sh: » (İ: 84)

     

    Birisi: İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acib ve latif bir mizac ile yaratılmıştır. O mizac yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ: İnsan en müntehab şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, zînetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.

     

    Şu meyillerin iktizası üzerine yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini istediği gibi güzel bir şekilde tedarikinde çok san'atlara ihtiyacı vardır. O san'atlara vukufu olmadığından, ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesaî etmeye mecbur olur ki; herbirisi, semere-i sa'yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler.

     

    Fakat insandaki kuvve-i şeheviyye, kuvve-i gadabiyye, kuvve-i akliyye Sâni' tarafından tahdid edilmediğinden ve insanın cüz'-i ihtiyarîsiyle terakkisini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-ı insaniye çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır. Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki; ferdler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır.

     

    Sonra o şeriatın tesirini, icrasını, tatbikini temin edecek bir merci, bir sahib lâzımdır. O merci ve o sahib de, ancak Peygamberdir. Peygamber olan zâtın da, zâhiren ve bâtınen halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî ve manevî bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, Hâlık ile olan derece-i münasebet ve alâkasını göstermek için de, bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mu'cizelerdir.

     

    Sonra Cenab-ı Hakk'ın emirlerine ve nehiylerine itaat ve inkıyadı te'sis ve temin etmek için, Sâni'in azametini zihinlerde tesbit etmeye ihtiyaç vardır. Bu tesbit de ancak akaid ile, yani ahkâm-ı îmaniyenin tecellisiyle olur. Îmanî hükümlerin takviye ve inkişaf ettirilmesi, ancak tekrar ile teceddüd eden ibadetle olur.

     

    İkincisi: İbadet, fikirleri Sâni-i Hakîm'e çevirttirmek içindir. Abdin Sâni-i Hakîm'e olan teveccühü, itaat ve inkıyadını intac eder. İtaat ve inkıyad ise, abdi intizam-ı ekmel altına idhal eder. Abdin intizam altına girmesiyle ve nizama ittiba etmesiyle, hikmetin sırrı tahakkuk eder. Hikmet ise, kâinat sahifelerinde parlayan san'at nakışlarıyla tebarüz eder.

     

     

     

    sh: » (İ: 85)

     

    Üçüncüsü: İnsan santral gibi, bütün hilkatın nizamlarına ve fıtratın kanunlarına ve kâinattaki nevamis-i İlahiyenin şualarına bir merkezdir. Binaenaleyh, insanın o kanunlara intisab ve irtibat etmesi ve o namusların eteklerine yapışıp temessük etmesi lâzımdır ki, umumî cereyanı temin etsin. Ve tabakat-ı âlemde deveran eden dolapların hareketlerine muhalefetle o dolapların çarkları altında ezilmesin. Bu da ancak, o emir ve nevahîden ibaret olan ibadetle olur.

     

    Dördüncüsü: Emirleri imtisal, nehiylerden içtinab etmek sayesinde bir ferd, heyet-i içtimaiyede çok mertebelerle nisbet peyda eder ve alâkadar olur. Bilhassa ahkâm-ı diniye ve mesalih-i umumiye hususunda bir ferd, bir nevi hükmüne geçer. Yani pek çok hukuklar, haysiyetler, irşadlar, tâlimler, ıslahlar gibi vazifeler bir şahsa yüklenir. Eğer o emri imtisal, nevahîden içtinab eden o şahıs olmasa; o vazifeler tamamen pâyimal olur.

     

    Beşincisi: İnsan İslâmiyet sayesinde, ibadet saikasıyla bütün müslümanlara karşı sabit bir münasebet peyda eder ve kavî bir irtibat ve bağlılık elde eder. Bunlar ise sarsılmaz bir uhuvvete, hakikî bir muhabbete sebeb olur. Zaten heyet-i içtimaiyenin kemaline ve terakkisine ilk ve en birinci basamaklar, uhuvvet ile muhabbettir.

     

    İbadetin şahsî kemalâta sebeb olduğunun izahı:

     

    İnsan; cismen küçük, zaîf ve âciz olmakla beraber, hayvanattan addedildiği halde, pek yüksek bir ruhu taşıyor ve pek büyük bir istidada mâliktir ve hasredilmeyecek derecede meyilleri vardır ve gayr-i mütenahî emeller sahibidir ve addedilemez fikirleri vardır ve gayr-ı mahdud şeheviyye ve gadabiyye gibi kuvveleri vardır ve öyle acaib bir yaratılışı vardır ki, sanki bütün enva' ve âlemlere fihriste olarak yaratılmıştır.

     

    İşte böyle bir insanın o yüksek ruhunu inbisat ettiren, ibadettir; istidadlarını inkişaf ettiren, ibadettir; meyillerini temyiz ve tenzih ettiren, ibadettir; emellerini tahakkuk ettiren ibadettir; fikirlerini tevsi' ve intizam altına alan, ibadettir; şeheviyye ve gadabiyye kuvvelerini had altına alan, ibadettir; zâhirî ve bâtınî uzuvlarını ve duygularını kirleten tabiat paslarını izale eden, ibadettir; insanı mukadder olan kemalâtına yetiştiren, ibadettir; abd ile Mâbud arasında en yüksek ve en lâtif olan nisbet, ancak ibadettir. Evet kemalât-ı beşeriyenin en yükseği, şu nisbet ve münasebettir.

     

    İhtar: İbadetin ruhu, ihlâstır. İhlâs ise, yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete illet gösterilse, o ibadet bâtıldır. Faideler, hikmetler yalnız müreccih olabilirler, illet olamazlar.sh: » (İ: 86)

     

    Kur'an-ı Kerim vakta ki يَااَيُّهَاالنّاسُاعْبُدُوا emriyle insanları ibadete davet etti; sanki lisan-ı hal ile: "Ne için ibadet yapalım, illeti nedir?" diye sorulan suali, Kur'an-ı Kerim رَبَّكُمُالَّذِىخَلَقَكُمْ ilh.. cümleleriyle cevablandırmak üzere Sâni'in vücud u vahdetine dair bürhanları zikretmeye başladı.


  7. Herkes kendi hissesinden bir şeyler söylüyor.Bana göre de, Türkiye'nin en büyük camiası Galatasaray'dır.Bu tartışılmaz bir gerçek.Ezeli rekabetse ayrı bir güzellik.Olmadan olmaz.İşin tadı tuzu bir bakıma.Neyse bir şekilde cereyan eden tartışmaya dahil oldum, kayıtsız kalmadım mevzuya.

     

    deniz_mavidir dediklerine iştirak etmekle beraber rumuzunu değiştirmen lazım bence.Maviden, lacivertten, turkuazdan uzak durmalı bir Galatasaraylı.Gel şu denizi kırmızı yap sen.Hem bak kalp vakfı bile diyor ki, 'Kalbini sev KIRMIZI giy'..

     

    Hasıl-ı kelam; Sen yenil bize inat; Biz sevelim herkese inat CİMBOMUM!..

     

    :D :)


  8. Türkiye'de iki büyük camia vardır. En büyüğü Fener, diğeri ise kalan diğerleridir. Kalanların içinde büyüklük sıralaması yaparsak GS, BJK, TS ve diğerleri gelir. Bu çarpıtılamayacak bir gerçektir.

     

    Durum böyle diye bir birimize düşman kesileceğiz diye bir durum söz konusu değil. Geçen haftalarada Galatasaraylı Anıl Aydın için gerekli olan ilik nakli için Fenerbahçeliler ön ayak oldular. Daha öncesinde de buna benzer örnekler yaşandı.

     

    Şimdi ise Sarı-Kırmızılı ultrAslan taraftar grubu, Çin'de kök hücre nakli ile tedavi umudu olan Fenerbahçe taraftarı Görkem Çakmak için seferberlik başlattı.

     

     

    Bunlar güzel şeyler. Takılmalarda, kızdırmalarda güzel tabiki. Hele GS'yi yenmek helede fark atmak hepsinden daha güzel :)

    elbette çok güzel şeyler... :D takılıyoruz sadece birbirimize.... :D

     

    ama ben yine de arsenal diyorum..biz 4-1 siz 5-2 diyorum :D

    biz ilk 3yıldız diyorum....

    biz uefa kupası aldık diyorum...

    bizer reali süper cup da yendik diyorum

    :D

    başka da bişi demiyorum :D


  9. deniz mavidir kardeşim fenerbahçe ve gs hariç her takımın şampiyonluğu takdir edilir dedi de bende beşiktaşınkide edilmemeli babında bişey söyledim ama bu pek hoşuna gitmedi galiba...

     

    hooooop :)

    öncelik gs nindir...fener hariç hepsi takdir edilir...fener şampiyon olmuşsa bi bit yeniği vardır denilir.:D


  10. birden aklıma rahmetli barış manço'nun bir şarkısı geldi.....

     

    Sözüm meclisten dışarı dostlar

    Bugünlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum

    Hani dilim dilim doğrasalar beni

    Marmara Ege Karadeniz ve hatta Akdeniz cacık olur diyorum

     

    Derdim öylesine büyük ki dostlar

    Kırka yarıp yine kırka bölseler

    Ve kırk bostana gübre diye serpseler

    Kırkbin tane ot biter de kırkbin derde deva olur diyorum

     

    Ne oldu bana böyle durup dururken

    Oğlan aldı başını gitti kız zaten lafımı dinlemezdi

    Düğmem kopuk paçam sökük oramda buramda çengelli iğneler

    Bir de çengelli iğne nazar bozar derler

     

    Hanımın çorabı kaçık başında bigudiler

    Karabaş bile, karabaş bile suratıma bakıp bakıp havlıyor

    Öğünmek gibi olmasın ama dostlar

    Kendimi hıyar gibi hissediyorum

     

    Hani ince kıyım doğrasalar beni Akdeniz cacık olur diyorum

    Ve hatta Atlas okyanusu ve hatta Hint okyanusu

    Ve hatta hatta Büyük okyanus bile cacık olur diyorum

    Böyle cacığa rakı mı dayanır

     

    Çivi çiviyi söker derler soğuktan donanı buzla ovarlar

    Ben zaten yanmışım dostlar peki beni fırına mı koysalar

    Zeytin suyuna kuru ekmek böyle gelmiş böyle gidecek


  11. Yorumsuzmuş. Tabii ki yorumlu. Kesinlikle saçmalık. Bir kere takımlar sahaya 11 kişi ile çıkmalı. Bu bir futbol kuralıdır. Futbol kuralının uygunlanmadığı yer ve zamanlarında da maçın iptali söz konusudur. Ben bu maçın skorunu 7-1 diye biliyordum. Şimdi de 7 kişiyle çıktıkları söyleniyor. Hergün bir yenisi daha ekleniyor maşallah. :) Bakalım yarın ne çıkacak.

    öğrenmenin yaşı yoktur :D


  12. Evvelden bazı sebeplerden dolayı hafifte olsa Bediüzzaman'a karşı soğukluk vardı. Sonra bazı kitaplarını okudum. Tepkilerim Livaneli'nin tepkileri gibiydi. 'Ne zekiymiş.' 'Nasıl bir iman şevkiyle yazmış' gibi tepkiler... Onu bize lütfeden Allah'a hamdü senalar olsun.

     

    Zülfü Livaneli'nin böyle yazdığına bakılıp muteber bir zat sanılmasın. Köşe yazılarında 'dinciler', 'yine çareyi dinde arayacaklar' 'dinciler bizi geriye götürüyor' gibi yazıları var. Sadece bu bile Livaneli'nin ne olduğunu gösterir.

    yazıyı buraya eklememin amacı zülfü livaneli'nin bir dönüşüm içinde olduğunu göstermek değil zaten...öyle bir dönüşüm de yok...yazıyı buraya koymamdaki amaç şudur:

    davası çok farklı olan bir kişi bile önce okuyor sonra sevip sevmeyeceğine karar veriyor...biz aynı davanın içerisindeyiz,kendimizle çatışıyoruz ısrarla.birbirimizi anlamıyor,acımasızca eleştiriyoruz....sebp budur...


  13. Kardeşim, bazı insanlar gerçekten bu tür şeylere inanmış olabilirler ama, bize düşen, onlara durumu bıkmadan anlatmak... Kraldan çok kralcı gibi tabirlerle yüklendiğimiz insanlar da, bu kadar fesatçının olduğu bir ortamda yanılabilirler. Doğrusu bu yüce dinin değişmez usullerini yerine getiren dindarlarımız da var içlerinde... Bu yüzden kendi içimizdeki tartışmalarda bu tür ifadelerle birbirimizi kırmamamız lazım, yoksa fikirlerinin özüne katılıyorum, zaten... İnan bu fikirde insanlar etrafımda pek çok var, dini görevlerini de yerine getirmeye çelışan insanlar... Ama bu türden fikirlerle müslümanlar enerjilerini içte bitiriyorlar... Tamamen temiz duygularla Said Nursi de, Abdulhamit'e karşıydı; M.Akif'de... Edebiyat mahkemeleri'nde de bu mvzuu geçer... Bu insanlara diyebilir miyiz ki, o tabirleri, asla... Niyetleri belli... Ha Said Nursi'ye isnat edilenler art niyetli ama, art niyetlilere aldananlar da bizden... Demek istediğim bu...

     

    elbette haklısınız...yalnız benim demek istediğim de şu:

    bizlere hazıra alışmışız..her öğün yemek önümüze gelsin istiyoruz..gelen yemeği de eleştirmeden yiyoruz...tuzu eksik ya da fazla diyen yok..hal böyle olunca ne aşçılar değişiyor ne de garsonlar...vs..

    kime sorsanız her konu hakkında herkesin bir fikri vardır...fakat akabinde şöyle sorsanız yüzde doksanlık bir kesimin cevabı aynı olur....soru şu: peki bu fikre nasıl sahip oldunuz? cevap:benim dayığoğlu böyle anlatmıştı bikeresinde bana,onun başına gelmiş,bilmem hangi siyasetçi zaten böyle dedi,bizim arkadaşlar var onlar çok iyi bilirler bu kon ularaı onlardan şey ettim....falan filan.....

    çok basit bir örnek vereceğim...geçen gün biri bana nihat genç'in bir kitabını önerdi..nihat genç'i çok iyi tanımıyorum..sadece bir iki yazısını net oratmında okudum ve bir iki videosunu seyrettim...ve benim seyrettiğim videolar ve okuduklarım o an için öfkelenmeme çok kızmama sebep olmuştu...arkadaş tavsiye edince tamam dedim okuyacağım...ve kitabı ogün almak için teşebbüste bulundum...çünkü biliyorum ki,benim seyrettiklerim ya da okuduğum iki satır nihat genç'i bana anlatamaz..bütünün bir parçası...henüz kitaplarını okumadım..okuyayım,biraz daha araştırayım,ondan sonra öfkemi kusabilirm,ya da iyiki zamanında öfkemi yutmuşum diyebilirim...anlık dolduruşlara geliyoruz...bu çok tehlikeli...

     

    velhasıl kelam,mevzuya dönersek,bediüzzaman said nursi'nin alimliği tartışılmamalı bile...ha risalei okursunuz ya da okumazsınız,buna kimse bir şey söyleyemez...fakat okumadan da bilgi sahibi olamazsınız,yorum da yapamazsınız...hepiniz zülfü livaneli'yi bilirsiniz..aşağıda onun bir yazısı var...ben yazıyı okuduktan sonra şöyle düşünmüştüm,davası çok daha farklı olan bir insan,bizim denilen(ki aslında herkesin) kitapları okurken,bizler kendi içimizde savaşıyoruz...ve ne zman ki kendi içimizdeki bu savaş biter,ondan sonra bir şey yoluna girmeye başlar...

    Zülfü Livaneli'nin yazısı:

     

    Bir yaz tatilinde Ilgın'a (Konya'nın bir ilçesi, kendisi de aslen oralı) gitmiştik.

    Her Anadolu kasabası gibi Ilgın'ın ortasında da büyük bir park vardı.

    Bir öğleden sonra o parkta otururken yanıma iki genç yaklaştı. Ilgınlı üniversite öğrencileriydi bunlar. Uzaktan tanıyordum. Müzikten söz açtılar, benim müzikle uğraştığımı ve kitaplara çok meraklı olduğumu duymuşlardı. Acaba bana bir-iki tane kitap verseler okur muydum?

    Ne kitabı olduğunu sordum. Benim sanat yoluyla insanlığa yardım etme ve mutlu bir insan yaratma ideallerime çok yakın kitaplar olduğunu söylediler. Yazan kişinin adı Said Nursi'ydi. Bediüzzaman diye de anılıyordu. Said Nursi, büyük bir bunalıma girmiş insanlığa yardım için bu kitapları yazmıştı.

    O gün bana birkaç Risale-i Nur verdiler, bir de "Asa-yı Musa" adlı bir kitap vardı. Hemen eve döndüm ve Tarkovski'nin gölgeli ormanlarını andıran kavaklıkta yere uzanıp bu kitapları okumaya koyuldum. Çok ilginç ve ateşli bir üslupla yazılmıştı ve yazarın bambaşka bir Türkçe anlayışı vardı.

    Doğrusu kitaplarda bir edebiyat tadı bulmuştum. Öylesine hırslı ve kuvvetli bir üsluptu ki ister istemez etkileniyordunuz. İlkokul yıllarımda dedemin sıkı dini eğitiminden geçmiş olduğum için terminolojisi bana yabancı değildi.

    İlk okuduğum bölüm kader kavramıyla ilgiliydi. Eğer insanoğlunun kaderi alnına yazılmışsa, uğraşmasına ne gerek vardı? O zaman insanoğlunun işlediği günahın da, sevabın da sorumluluğu Allah'a ait değil miydi? Bbu beni müthiş ilgilendirmişti. Çünkü hem "varoluşçuluk felsefesi"nin temel sorusuydu, hem de Balzac aynı soruyu öğretmenine sormuştu.

    Said Nursi adlı yazarın yorumu ve cevabı ilginçti: Ay tutulmasını örnek gösteriyordu. İnsanlar, ayın hangi tarih ve saatte tutulacağını bilirdi, ama bu bilgi insanların ay tutulmasına neden olduğu anlamına gelmezdi. Ay, kendi kurallarına tabi olduğu disiplin gereğince tutulurdu ama biz bunu önceden bilirdik.

    Kader de aynı biçimdeydi. İnsanlığın kaderi kendi davranışlarına bağlıydı. Ne var ki bu, Allah katında önceden bilinirdi. Alın yazısı denilen şey buydu.

    Bu bölümü okuduktan sonra kayalıktaki ince esintide gözlerimi kapatım düşündüm. Bu kitapları yazan, ne kadar zeki bir kişiydi. Balzac'la Kierkegeard'la, Camus ile polemiğe giriyor, aynı konuları irdeliyordu ve doğrusu çok mantıklı bir cevap veriyordu.

    O gece bana verilen bütün Said Nursi kitaplarını okudum. İrade-i külliye ve irade-i cüziye bölümünü de, benim cevap aradığım birçok soruyu aydınlatıyordu.

    Ertesi gün öğrencilerle yine buluştuk. Kitapları çok beğendiğimi söyledim. Sevindiler ve bana yeni kitaplar verdiler. Onları da okudum.

    O yaz, Said Nursi'nin kitapları ve düşünceleri epeyce ilgilendirdi beni...

     

    Aktüel

    • Like 1

  14. 1-konu yasaksa yöneticiler tarfından kilitlenir başlık

    2-tartışma çıkacak bir durum yok,herkes istediğini söylemekde özgür,yalnız kişisel haklar önemli..her şey saygı çerçevesinde olursa tartışma çıkmaz...ama bu konuda kendinize güvenemiyorsanız içinizdekiler içinizde kalırsa daha hoş olur..

    3-bu konuyu kapatın değil kapatır MISINIZ...


  15. kafası karışanlar belli....hayatında ne risale okumuş ne fethullah gülenin kitaplarını okumuş,ordan burdan iki tane densizin lafına kanmış,kraldan çok kralcılar...işte kafası karışanlar....bu dediğim sadece bu mevzu için geçerli değil....her konuda bu böyle...bir yazarı,bir düşünürü,adı her ne ise onu okursunuz,beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz...ama siz okuduğunuz zaman bir fikriniz oluşur...oysa birçoğunun yaptığı şu:

    vay efendim gözünün üstünde senin kaşın varmış,öyle diyorlar..sen bunu nasıl izah edeceksin,utanmaz !!!

    şeklinde ortalığı hepten bulandırmak...yahu kardeşim,namaz kılmayın deniyor da ne zaman deniyr?içkiliyklen yaklaşmayacaksın di mi??haaa işteeee aynen böyle....buna montaj denir tabiri caizse....kırpıp biçme olayları....ordan iki kelime burdan bi cümle,al sana etiket..yapıştır yapıştırabildiğin yere...ama dikkat edeceksin,yoksa ALLAH muhafaza ayağı bir kayıverirse insanın fena...fillahı olmayan fena.....

×
×
  • Create New...