Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

tarık026

Editor
  • Content Count

    173
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by tarık026


  1. Esselamü Aleyküm.

     

    Değerli Arkadaşlar, Ellerinizden öper benim 10 yaşında bir oğlum var. Adı 'Tarık' zaten kullanıcı adımda da onun ismi bulunuyor.

    Aslen Eskişehirliyim bu vesile ile kullanıcı adı olarak da tarık026 yı kullanıyorum.

    Lügatlarda baktım; Hedefe giderken yol gösteren yıldız, Venüs yıldızı gibi manaları var.

    Fakat şahsım bu ismi oğluma seçerken dikkate aldığım husus ise;

    1-) Marifetullaha ulaşan yollar anlamına gelen tarikatın tekil hali olması, yani kelime kökü itibari ile Tar'dan-Tarık, Tarık'tan Tarikat türer.

    2-) Hepiniz bilirsiniz ki aynı zamanda Kuran-ı Kerimde bir Sure-i Şerifin ismidir.

     

    Eğer kızım olsaydı; Zeynep Rana ismini düşünüyordum...

    Bildiğiniz üzere Zeynep ismi; Hz Muhammedi-nil Mustafa (S.A.V.) Efendimizin Eşinin ismidir.

    Rana ise; güzellerin şahı, hoş kokulu anlamları mevcuttur.

    Selametle...

    Rabbim bütün işlerinizi Hayırlı ve Kolay kılsın İnşaallah...

    Es selamü aleyküm.

     

    Arkadaşlar, uzun bir aradan sonra siteye ziyaret gerçekleştirmek istedim. Bu konu başlığında yazdığım 2008 haziran tarihli mesajımı okuyunca bir kaç satır daha yazmam gerektiğini hissettim.

    Rabbime sonsuzlarca kere hamd-ü senalar olsun ki, hane-i saadetimize 22 Eylül 2010 tarihinde bir kız evladı nasip etti. En başından bu yana yaptığımız dua "Ya Rabbi! Dünyasına ve ahiretine faydası olacak, dünyamıza ve ahiretimize faydalı olacak vücud ve akıl sağlığı yerinde bir SALİHA evlad emanet ver bize" idi. Ve ne mutlu bizlere ki Rabbim bizlere bir kız evlad nasip etti.

    Bizde daha önce burada yazdığım üzere; RÂNA ZEYNEP ismini verdik. Paylaşayım istedim...

    Selametle...

    • Like 1

  2. Esselamü Aleyküm.

     

    Değerli Arkadaşlarım.

     

    Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; Bu başlıkta “Harun Yaşar” isimli arkadaşımızın tamamen iyi niyetli bir mesajına istinaden kendilerine yardımcı olabilmek adına bir link ekledim. Bu linki yani; www.iskenderpasa.com. adresini eklememin yegane sebebi ise Rahmetli Hoca Efendi hakkında bilgi alabilmesi içindi ki; Merhum M. Zahit KOTKU Hoca Efendi, Merhum M. Es’ad COŞAN Hoca Efendi ve M. Nurettin Hoca Efendi hakkında (Hayatları, sohbetleri, fotoğrafları, videoları, eserleri vs...) tafsilatlı bilgiye ulaşabilmesi içindi. Hatta hemen akabinde neden sadece bu sitenin adresini verdim diye düşünerekten “Harun Yaşar” isimli arkadaşımızın özel mesajına www.dervisan.com ve www.cilehane.com adreslerini gönderdim. Bunu arkadaşımıza sorarsanız teyit edecektir İnşaallah. Bu site isimlerinin veriliş amacı ise; sadece ve sadece Rahmetli Hoca Efendi hakkında tafsilatlı bilgi olduğu içindir ki, bu sitelerin adreslerini vermekte bir çekincem olmamıştır.

     

    Bunun üzerine aynı sayfada mesajımın bir altında ehl-i kalender isimli üyemiz bir link ekledi. Ben burada bunun bu kadar rahat ve üslup olarak da (buradaki üsluptan kastım mesajının içeriğinde mevcuttur) bu kadar fütursuzca eklenmiş olmasına gerçekten üzüldüm. Burada ki üzüntüm iki sebeptendir.

     

    Bir: Merhum Hoca Efendinin ismi ile birlikte anılan bir sitede, sorulan bir soruya verilen cevabın aynı sitede yayınlanmasıdır. Bu arada kimse karıştırmasın, verilen cevap doğrudur, yanlıştır bunu tartışmıyorum (çünkü bu ayrı bir su götürür konudur, tamamen fıkıh ilmi dahilinde bir konudur ve bu konu fıkıh ilmini bildiğini iddia edenlerle değil, bilenlerle tartışılır). İnsanlar soru sorabilir, sorulan sorulara cevaplar verilebilir, soruyu soran kişiye cevap iletilebilir fakat bu içerikte bir sorunun ve cevabın bu sitede yayınlanmış olması beni ziyadesi ile üzmüştür. Böyle bir soruyu elbette ki, birilerinin sorma hakkı vardır, karşı olduğum konu bu değildir, bu içerikteki sorularda cevaplanmalıdır fakat böyle içerikli soruların: soruyu soranların maillerine özel gönderilmesi gerektiğini düşündüğümden dolayı ve genel anlamda bu sitede yayınlanmış olması benim iç dünyamda üzüntüye sebep olmuştur. Buradaki hassasiyetimin iyi anlaşılmasını istiyorum.

     

    İki:Mesajlarını takip ettiğim ehl-i kalender isimli üyemizin evvelden beri yazılarında kullandığı dili çok sert bulmuş fakat yaşının genç olmasına vermiştim. Sırf bu hüsn-ü zan üzere olduğumdan dolayıdır ki; birçok yazısına yorum ekleme gereği duymamıştım. Çünkü biliyorum ki Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Hadis-i Şeriflerinde; “Hüsn-ü zan üzere olmak ibadettir” buyuruyor. Yoksa amiyane tabir ile; bizde yazılarımızdan salyalar akıtırız, akıtmadığımız akıtamayacağımızdan değildir. Kendimize yakıştıramadığımızdandır.

     

    Ben bu foruma üye olmamın ilk nedeni; Rahmetli Üstad’ın ismini taşıyan ve O’nu sevenlerinin buluştuğu, büyüklü-küçüklü Üstadseverler grubu olmasıdır ki: Üstad seven: şiir sever, piyes sever, ülkesini sever, fikir sancısı çekmeyi sever, başka insanların dertlerinin tasasını çeker fakat öncelikle “Elhamdülillah Müslüman” der, ve Üstad seven; tasavvufu sever düsturumdur.

     

    Açtığım başlıklarım ve açılan başlıklara gönderdiğim yazılar incelenirse eğer genellikle de İslami konular, fikir beyan etmeye açık olan güncel konular ve tarihi içerikli konu ve başlıklara yazı yazmış olduğumu göreceksiniz. Buradaki gayem, hem siz değerli Üstadsever arkadaşlarımla bilgilerimi paylaşarak katkıda bulunmak, hem de eksiklerimi sizlerin yazdığınız yazılarla gidermeye çalışmaktan ibarettir. Allah (c.c.) hepinizden razı olsun İnşaallah.

     

    Ehl-i kalender isimli üyemizin ise bu derece tasavvuf düşmanı olduğunu fark etmemiş olmamı kendi körlüğüme bağlıyorum fakat sadece Rahmetli Hoca Efendinin hakkında tafsilatlı bilgiye ulaşılabilmek adına verilmiş bir siteden yola çıkarak zafer kazanmış bir komutan edası ile fırsat bu fırsat diyerek böyle bir başlıkta böyle bir link eklemesine ve tasavvuf ve de Evliyaullah aleyhinde bu içerikte bir yazı yazmasına çok üzüldüm açıkçası.

     

    Bahse konu internet sitesi ve içeriği için, ayrı bir başlık açsa ve eleştiriler getirse idi bende tamamen iyi niyetimle seve seve katkıda bulunmaya çalışır, açılacak o başlık altında edeb veya haya çizgizi dahilinde fikri olarak katılırdım fakat bahsi geçen başlıkta ve Hoca Efendinin sene-i devriyesinden bahsederken ve içerik olarak tasavvufu hedef alan mesajından sonra birkaç kelam etmeyi de kendime bir görev bildim. Çünkü malumuz üzere linki ben ekledim.

     

    Mesajı ilk okuduğumda tabir yerinde ise kan beynime sıçradı. Bu haliyeti-ruhiye içerisinde sıcağı sıcağına cevap yazıp da, temel konuları ve doğruları ıskalamamak ve fevri davranarak konu ile alakası olmayan birini kırmamak adına özellikle belli bir zaman sonra bu cevabı yazıyorum.

     

    Bir çok arkadaşımızın aşağıda vereceğim tanımları ve açıklamaları bildiğini biliyor ve onların affına sığınıyorum lakin bu tanım ve açıklamaları “ehl-i kaleneder” isimli üyemizin şahsına tekrar etme gereği duyuyorum.

     

    Takva: Her türlü günahtan kendini koruma, Allah-u Teala’dan korktuğundan dolayı veya Allah-u Teala’nın sevgisini umduğundan dolayı her türlü günahtan kendini sakınma. Allah korkusu, Allah saygısı.

    Tarikat: Allah-u Teala’ya ulaşmak için tutulan yol.

    Tasavvuf: Tarikat ehli olmak, kalbini Allah-u Teala’nın sevgisine bağlamak.

    Mürşid-i Kamil: Olgun , eksiksiz, kusursuz, eğitimini ve yaşını almış, bilgin kişi.

    Evliyaullah: Allah-u Teala’nın sevgili kulu, ermiş, keramet sahibi, Allah-u Teala’nın lütfuna mazhar kişi.

     

    Allah (c.c.)’u Kuran-ı Kerim de, çeşitli Ayet-i Kerimelerde;

    “...Ve iyilik ve takva üzerine yardımlaşınız...” Maide Suresi, Ayet No: 2.

    “Ve elbette ki iman edenler ve takvaya devam edip duran kimseler için ahiretin mükafatı daha hayırlıdır” Yusuf Suresi, Ayet No: 57.

    Takva sahiplerine vaad olunan cennetin özelliği (şudur) onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri daimdir. İşte o, -cennet- sakınanların sonudur. Ve kafirlerin sonu ise ateştir” Rad Suresi, Ayet No: 35.

    Takva sahipleri ise muhakkak ki, cennetler ve pınarlar içindedirler” Hicr Suresi, Ayet No: 45.

    “Adn cennetleridir ki, ona gireceklerdir, altlarından ırmaklar akar. Ve onlar için orada istedikleri vardır İşte Allah Teala takva sahiplerini böyle mükafatlandırır” Nahl Suresi. Ayet No: 31.

    “Ve cennet takva sahipleri için yakınlaştırılmıştır” Şuara Suresi, Ayet No: 90.

    “Ve cennet takva sahipleri için uzak olmaksızın yaklaştırılmıştır” Kaf Suresi, Ayet No: 31.

    “Şüphe yok ki, takva sahibi olanlar cennetlerde ve pınarlarda bulunacaklar” Zariyat Suresi, Ayet No: 15.

    Takva sahipleri ise şüphe yok ki, cennetler ve ganimetler içindedirler” Tur Suresi, Ayet No: 17.

    “Muhakkak ki, takva sahipleri, cennetler de ve ırmaktadırlar” Kamer Suresi, Ayet No: 54.

    “Şüphe yok ki, takva sahipleri için Rab’leri katında Naim cennetleri vardır” Kalem Suresi, Ayet No: 34.

    Takva sahiplerini ve takva üzere olanları övmüş ve Allah-u Teala’nın Kelamullahı olan Kuran-ı Kerim de 46 adet Ayet-i Kerime de, 47 yerde belirtmiştir.

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konuda; “Şeriat sözlerim, tarikat hareketlerim, hakikat de ahvalimdir” buyurmuştur.

    Peygamber (s.a.v) Efendimiz bir başka Hadis-i Şerifinde; “Sizin en üstün olanınız, takvaca en üstün olanınızdır” buyurmuştur.

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, İbni Mesud (r.a.)’dan rivayetle bir Hadis-i Şerifte ise; “Allahım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği isterim” diyerek dua ettiği nakledilmiştir.

     

    Bu kısa tanım ve açıklamalar ve Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şeriflerden sonra kısaca;

     

    Tarikatın hakikatı üçtür: Menfi hatıraları giderme, kalble olan zikre ve murakabeye devam etmektir. Bunlar birbirlerine yardımcı bir kuvvettir. Murakabe ise; Allah-u Teala’nın, kainatın bütün zerrelerine her zaman muttali olduğunu, kalpten biran için bile çıkarmamaktır. Bizler buna kısaca nefis terbiyesi diyoruz (dikkatini çekmek isterim buna nefis terbiyesi diyen bizleriz, senden aynı şeyi beklemiyorum zaten).

     

    Allah-u Teala’nın sevgisine mazhar olmak yani takva sahibi olmak, Allah-u Teala’nın korkusunu-sevgisini kalbine yerleştirmek ve her an Allah-u Teala’nın huzurunda olduğunun bilincinde olarak yaşamak ve bunun için nefsi ile girdiği mücadelede Mürşid-i Kamilin, Evliyaullah’ın yol göstermesi-vasıtasıyla Marifetullah’a ulaşmayı amaçlayarak irade ortaya koyan, bir Evliyaullah’ın yada Mürşid-i Kamil’in talebesi olan, bir tarikata bağlı olan müntesiblere ise mürid denir.

     

    Burada amaç; Peygamber (s.a.v.) Efendimizin, Halifelerim dediği Evliyaullah’ın yol göstermesi, vesile olması ile takva ve zühd peşinde olmak, Allah-u Teala’nın korkusunu-sevgisini kalbine yerleştirmektir ve Marifetullah’a erişmek için irade koyanlara yani müntesiblere yani müridanlara bu kadar soğuk ve düşmanca tavır takınmak ve dünya değiştirmiş Evliyaullah’lara bu kadar kolayca dil uzatabileceğini düşünmek olsa olsa en iyi tabir ile kendini bilmezlik, yada haddini bilmezliktir.

     

    Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinde geçen bir beyitin de; “Senin bildiklerin, karşındakinin anlayabildikleri kadardır der” bu sebepten dolayıdır ki; “ehl-i kalender” isimli üyemiz, şahsına anlaşılması çok da zor şeylerden bahsetmiyorum, tersine daha anlaşılması kolay ve yalın halinde bir şeyler izah etmeye çalışıyorum. Hz. Mevlana başka bir beytinde de; “Kendini bil, haddini bil, zira kendini bilmeyen, haddini bilmez, haddini bilmeyen Rabbini bilmez” der.

     

    Sıcağı sıcağına yazmağa çalıştığım ve daha sonra vazgeçip bir kısmını eklediğim yazımda da belirttiğim üzere; Ardından gelenlerde sapanlar olabilir. Nasıl! bu kadar acayip bir şeymiş gibi hakaretvari kelimeler ile sıfatlandırmaya ve ardından gelenler üzerinden Evliyaullah’a saldırmaya cüret ediyorsun ki.

     

    Sen kimsin! Sende Allah (c.c.)’un yarattığı etten, kemikten, ruhtan ve nefsten ibaret bir kulsun. Fahr-i Kainat Önderi, Alluh-u Teala’nın Habibullah’ım dediği Peygamber (s.a.v) Efendimizin;Halifelerim dediği Evliyaullah'a hangi cüretle dil uzatırsın bre zındık...

     

    Tevellütün müsait midir? Bilemem. Bu ülke bir 28 Şubat süreci yaşamıştır. Hiçbir şey bilmiyorsan eğer internet hazır elinin altında iken o dönemin yazılı ve görsel basının biraz araştırıp, o melun süreçte yaşananlara kim ve kimler karşı koymuştur, kimler dik durmuştur, kimler Allah-u Teala’nın doğrularını söyleme cesareti gösterip doğruları söylemeye devam etmiştir bir bak, bak ve utan! Tabii utanacak yüzün varsa eğer.

     

    En azından O Mübarek kul; Allah (c.c.)’un rızasını gözetmeyi kendine düstur edinmiş, Marifetullah’a ulaşmayı tek gaye görmüştür. İnşaallah fani olan bu dünyadaki imtihanını kazanmış ve Kabr-i Saadetleri cennete açılan bir pencere misali, mizan gününden sonra intikal edeceği Cennet-i Aşiyan-ı seyreylemekle meşguldür.

     

    O Mübarek insan ki, Senin gibi hasta ruhlular için bile iyilikler düşünüp bizlere nasihatlerde bulunmuş ve bir sohbetinde şöyle buyurmuştur; “Hakikati ve hidayeti tam anlamıyla kavrayamayan ve yaşayamayan çevrenizdeki arkadaş, eş ve dostlarınıza kızmayınız, kendinizden uzaklaştırmayınız. Onları bir hasta olarak kabul ediniz ve onlara hastalarınıza yaklaşır gibi şefkat ve merhametle yaklaşınız. Onlara gıyablarında bol bol dua ediniz. ‘Allah (c.c.) Tevfikini refik eylesin diyerek’ dua ediniz demişti”.

     

    Kalender kelime anlamı olarak: Dünyayı terk edip, her şeyden elini eteğini çeken kimse, dünya ile ilgili her şeyden uzak kalıp, gösteriş ve alayişe (tantana, debdebe, geçici süs ve gösteriş) aldanmayan hakikate adalı demektir.

     

    En azından forumda kullandığın isminin hakkını ver demiyorum çünkü; Bu istek senin kapasiteni zorlamam anlamına gelecektir. Kapasiteni aşmanı beklemektir, buda şahsınızdan beklemediğim bir şeydir. En azından forumda kullandığın ismin hakkını verme yolunda gayret göster, göster ki; niyetinin kötü olmadığını sadece ve sadece CAHİL liğinden dolayı bunu yaptığına kendimi inandırmaya zorlayayım.

     

    Sonuç olarak; Siz Değerli N-F-K Forum Sakini (Üstadsever) Dostlarım; Bu yazdıklarımın muhatabı, yazımın içeriğinden de anlaşılacağı üzere sizler değilsiniz, kendi adınıza üzerinize alınacak, gücenecek bir durum söz konusu değildir. Bu yazımın muhatabı; noktası, virgülüne kadar “ehl-i kalender” isimli forum üyesidir.

     

    Bu foruma üye olduğumdan bu yana çok değerli paylaşımlarda bulunduk, şuan itibari ile siz değerli forum arkadaşlarımdan ayrılma zamanımın geldiğine inanıyorum. Tasavvuf ve Evliyaullah düşmanı bir Üstadsever’in bırak bu forum da yer alıyor olması, bu dünya üzerinde yaşıyor olabileceği fikri bile beni ziyadesi ile üzmeye yetmiştir. Böyle bir insanın var olduğunu bildiğim bir ortamda bulunmaya devam etmem kendi ilke ve doğrularımla ters düşmem demektir. 161 no’lu üyeniz olarak hepinizle helalleşmek istiyorum. Varsa hakkınız benden yana helal olsun. Lütfen sizlerde gıyabımda haklarınızı helal ediniz.

     

    Selam ve dua ile...


  3. Esselamü Aleyküm.

     

    ehl-i kalender kardeşim. Yukarıda bahsettiğiniz konuyu şahsım adına kabul etmem ve onaylamam mümkün değildir. Şahsım adına konuşuyorum; çok üzüldüğümü de belirtmek isterim. Fakat şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Bir Alimin ardından yürüyenlerin birine veya bir kısmına bakarak tüm kitleye toplu olarak kötülemek ve kötü gözle bakmanın da yanlış olduğunu belirtmek isterim. Hoca Efendi Ahiret yolculuğuna çıktığının 8. sene-i devriyesinde, bu konuyu bu kadar aşikar paylaşman da beni ziyadesi ile üzmüştür.

    Ardından gidenler arasından yanlışa düşenler tabiki olacaktır. Kimlerin ardından gidenlerden yanlışa düşenler olmadı ki!!!

     

    Selametle...


  4. Esselamü Aleyküm.

     

    Namazda, vb. İbadetlerde ağırbaşlı ve vakarlı olmak...

     

    Namazda, ve benzeri ibadetlerde sakin ve ağırbaşlı olmak Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Sünnet-i Seniyyesindendir. Bu başlık altında sükunet ve ağırbaşlılığın dinimizdeki yerini, ibadetin içindeki önemini ve Peygamber (s.a.v) Efendimizin bu konudaki davranışlarını ve nasihatlerini öğreneceğiz.

    Allah (c.c.)’u Kuran-ı Kerim’de “Allah’ın has kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde sükunetle yürürler ve cahiller kendilerine laf attığı zaman ‘Selametle’ deyip geçerler” (1) buyurmaktadır.

     

    Ayet-i Kerimede, iyi bir müminin en belirgin özelliklerinden birinin tevazu, sükunet ve ağırbaşlılık olduğunu belirtmektedir. Mümin her haliyle başkalarından fark edilen kimsedir. Sakin, yumuşak ve alçak gönüllü tavırlarıyla etrafına güven ve huzur verir. Kibirli, saygısız kaba ve haşin kimseler gibi gürültü patırtı çıkarmaz.

     

    Âişe (r.a.) Validemizin naklettiğine göre; “Peygamber (s.a.v.) Efendimizin küçük dili görünecek şekilde kahkahayla güldüğünü hiç görmedim. O sadece tebessüm ederdi” (2) buyurmuştur.

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ibadet niyetiyle gidip gelinirken bile vakarlı olunması gerektiği üzerinde özellikle durmuştur. Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Kamet getirildiği zaman bile namaza koşarak değil, ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek geliniz. Yetişebildiğiniz kadarını imamla birlikte kılınız, yetişemediğiniz rekatları kendiniz tamamlayınız” (3) buyurmaktadır.

     

    Bir başka Hadis-i Şerifte ise İbni Abbas (r.a.)’dan rivayetle Peygamber Efendimiz; “İnsanlar! Yavaş olun. Acelecilik yapmakla sevap kazanılmaz” (4) buyurmuştur.

     

    Yukarıda bahsi geçen Ayet-i Kerimeden ve Hadis-i Şeriflerden yola çıkarak;

     

    1-Peygamber (s.a.v) Efendimiz son derece ağırbaşlı ve vakarlı olduğu için kahkahayla gülmezdi. Kahkahayla gülmek insanın vakarını yitirmesine yol açacağı için de tebessüm etmekle yetinmelidir.

    2-Namaza giderken bile sakin ve ağırbaşlı olmak gerektiğine göre, hayatın her safhasında sükuneti elden bırakmamak gerekmektedir.

    3-Namaza yetişmek için koşmak hem koşanın hem de başkalarının huzurunu bozacağı için doğru değildir.

    4-Cemaate giden kimse, namazda olduğunu düşünerek sevabını azaltacak her davranıştan uzak durmalıdır.

    5-Namazın bir kısmına yetişen kimse, cemaat sevabını kaçırmamış olur.

    6-İbadet ederken, ibadet sayılan hayırlı işleri yaparken sakin ve ağırbaşlı olmak gerekir.

    7-İnsan ibadet ederken ne kadar gönül huzuru bulur ve duyarsa, o kadar çok sevap kazanır sonuçlarına ulaşabiliriz.

     

    Rabbim; bizleri Peygamber (s.a.v.) Efendimizin davranışlarını (Sünnet-i Seniyyesini) örnek alan ve onlardan ayrılmayan , ibadetlerinde ve günlük hayatında ağırbaşlılığını ve sükunetini koruyan, O’nun (s.a.v.) şefaatlerine mazhar olan kullarından eylesin İnşaallah...

     

    DİPNOTLAR

    1-Kuran-ı Kerim, Furkan Suresi, Ayet No: 63.

    2-Buhari, Tefsiru sure (46) 2, Edeb 68-Müslim, İstiska 16. (Rayazü’s Salihin, C. 4, s.135)

    3-Buhari, Ezan 20, 21, Cum’a, 18-Müslim Mesâcid 151,155. (Rayazü’s Salihin, C. 4, s.137)

    4-Buhari, Hac 94- Ebu Davud, Menâsik 63-Nesâi, Menâsik, 203.(Rayazü’s Salihin, C. 4, s.139)

    • Like 1

  5. Esselamü Aleyküm.

     

    Sözünde durmak ve Va'adini yerine getirmek...

     

    Peygamber (s.a.v) Efendimiz yalan söylemenin, sözünde veya vaadinde durmamanın, emanete hıyanetlik yapmanın mümine yakışmayan hasletler olduğunu sık sık dile getirmiştir. Öyle ki; Efendimiz (s.a.v)’in Hadis-i Şeriflerinde ve uygulamalarında sözünde durmamanın ve vaadinde durmanın münafıklık alameti olarak tanımlandırdığını görmekteyiz.

     

    Allah (c.c.) Kuran-ı Kerimde; “Verdiğiniz sözü ve yaptığınız antlaşmayı yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir” (1).

     

    Allah (c.c.) bir başka Ayet-i Kerime de;“Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz. Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir kusur ve kabahattir” (2).

     

    Verilen bir sözde durmamak ve vaadini yerine getirmemenin yalancılıktan farkı yoktur. İnsan, yaratılışına uygun olan doğruluktan uzaklaştığı ölçüde imanından fire verir. Bu sebeple verilen sözlere ve yapılan vaatlere titizlikle uyması gerekmektedir.

     

    Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde: “Münafığın alameti üçtür. Konuşunca yalan söyler, Söz verince sözünde durmaz. Kendisine bir şey emanet edilince hıyanet eder” (3) buyurmaktadır.

     

    Abdullah İbni Amr Âs (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Dört huy kimde bulunursa, o adam tam münafık olur. Bir kimse de bu huylardan biri bulunursa, o huydan vazgeçinceye kadar onda münafığın özelliklerinden biri var demektir. O dört huya sahip olan kimse: Kendisine bir şey emanet edilence hıyanet eder. Konuşunca yalan söyler. Bir antlaşma (vaat) yapınca sözünde durmaz. Düşmanlık yapınca da aşırı gider” (4) buyurmaktadır.

     

    Münafık, içinde gizlediği şeyin tam tersini açığa vuran kimse demektir. İslam dininde bu kelime; Müslümanlığı kabul etmediği halde Müslüman olduğunu ileri süren ve kafirliğini gizleyen kimseler hakkında kullanılmıştır. Peygamber (s.a.v) Efendimizin şu Hadis-i Şerifi de münafığın iki yüzlülüğünü; “Münafık, iki sürü arasında gidip gelen öğürsek koyun gibidir ki, kah koşar bu sürüye gelir, kah koşar ötekine gider” (5) buyurarak çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur.

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz münafığı anlatırken; “Oruç tutsa da, namaz kılsa da, Müslüman olduğunu söylese de, o yine münafıktır” (6) buyurmaktadır. Efendimiz (s.a.v.)’in verdiği sözü tutmayan ve yaptığı vaadini yerine getirmeyenlerle münafıkları bir tutmuş olması ve akabinde, Hadis-i Şerifler de münafığın tanımını yapmış olması verilen sözde durmanın ve yapılan vaadi yerine getirmenin ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlamamıza sağlamaktadır umarım. Münafığın konu başlığımızla ilgisi, söz verdiği halde sözünde durmaması , bir şey vaat ettiğinde vaadini yerine getirmemesidir. Sözünde durmayan bir Müslüman’ın bu haliyle Müslüman’dan çok münafığa benzemeye başladığını düşünerek üzülmeli ve bu çıkmazdan kurtulmaya bakılmalıdır.

     

    Rabbim; bizleri Peygamber (s.a.v.) Efendimizin davranışlarını (Sünnet-i Seniyyesini) örnek alan ve onlardan ayrılmayan ve verdiği sözlerinde durup, yaptığı vaatleri yerine getiren ve O’nun (s.a.v.) şefaatlerine mazhar olan kullarından eylesin İnşaallah...

     

    DİPNOTLAR:

    1-Kuran-ı Kerim, İsra Suresi, Ayet No: 34.

    2-Kuran-ı Kerim, Saf Suresi, Ayet No: 2-3.

    3-Buhari, İman 24, Şehadet 28, Vesâyâ 8, Edeb 69- Müslim, İman 107 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 101).

    4-Buhari, İman 24,Mezalim 17, Cizye 17- Müslim, İman 106 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 102).

    5-Müslim, Münâfıkin 16 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 102).

    6-Müslim, İman 106 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 103).


  6. Esselamü Aleyküm.

     

    Karşılaştığın kimseye güzel söz söyleyip, güler yüz göstermek...

     

     

    Allah (c.c.) Kuran-ı Kerimde; “Müminlere kol kanat ger” (1) buyurmaktadır. Bu Ayet-i Kerimenin muhatabı öncelikle Peygamber (s.a.v.) Efendimizdir. Allah Teala, Peygamber (s.a.v.) Efendimizin müminlere, müminlerin de birbirlerine alçak gönüllü davranmalarını emretmektedir. Müminlerin birbirlerine güler yüzlü davranması ve güzel söz söylemesi, bu davranışın bir huy haline gelebilmesi için de, birbirleriyle karşılaşan Müslümanların birbirlerine sevgiyle bakması, gülümseyerek selam vermesi ve birbirlerine tatlı söz söylemesi ön şarttır diyebiliriz.

     

    Allah (c.c.)’u Kuran-ı Kerim’de “Sen huysuz, katı kalpli biri olsaydın, etrafındakiler dağılıp giderlerdi” (2) buyurmaktadır. İnsanları bir araya getirecek ve kaynaştıracak kimsenin, her şeyden önce onlarla kaynaşabilecek özellikte olması gerekir. Huysuz, kaba, geçimsiz, insanlara karşı anlayışsız, katı kalpli ve asık suratlı kimseler insanları bir araya toplamak yerine dağıtırlar.

     

    Allah Teala, Sevgili Resulü’nü duygulu, yumuşak huylu, alçak gönüllü, anlayışlı, güler yüzlü ve tatlı dilli bir insan olarak yaratmıştır. O’da (s.a.v.) bu üstün özellikleri sebebiyle ashabına kendini sevdirmiş, bir işaretiyle uğrunda canlarını feda edecek kadar onların gönlüne girmiştir.

     

    Âdi İbni Hatim (r.a.)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Yarım hurma vermek suretiyle de olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyunuz. O kadarını da bulamayanlar, güzel bir sözle olsun kendilerini korusunlar” (3) buyurmuştur.

     

    Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Güzel söz sadakadır” (4) buyurmaktadır. İnsanın iyiliği, kendinden bir şey vermesi ile belli olur. Verilen şeyin azlığı çokluğu veyahutta mahiyeti önemli değildir. Nitekim Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de; “Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onun karşılığını görür” (5) buyurmuştur.

     

    Bir başka Hadis-i Şerifte ise, Ebu Zer (r.a.)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Din kardeşini güler yüzle karşılamaktan ibaret bile olsa, hiçbir iyiliği küçümseme” (6) buyurmaktadır.

     

    Müminlerin güzel bir toplumu meydana getirebilmesi için Peygamber (s.a.v.) Efendimizin bu birleştirici özelliklerini benimsemesi ve birbirlerine sevgiyle kucak açması gerekmektedir. Yani; Allah (c.c.) rızası için birbirini sevmeli ve kaynaşmalı, hiçbir iyilik basit görülmemeli, sevgi dolu bir gönlün habercisi olan tebessüm, insanlardan esirgenmemelidir.

     

    Rabbim; bizleri Peygamber (s.a.v.) Efendimizin davranışlarını (Sünnet-i Seniyyesini) örnek alan ve onlardan ayrılmayan ve birbirine karşı güzel söz söyleyen, güler yüz gösteren ve O’nun (s.a.v.) şefaatlerine mazhar olan kullarından eylesin İnşaallah...

     

     

    DİPNOTLAR:

    1-Kuran-ı Kerim Hicr Suresi, Ayet No: 88.

    2-Al-i İmran Suresi, Ayet No: 159.

    3-Buhari, Edep 34, Zekat 10, Rikak 49, 51 Tevhid 36- Müslim, Zekat 66, 70. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 113).

    4-Buhari, Edep 34, Cihad 128-Müslim, Zekat 56. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 113).

    5-Kuran-ı Kerim, Zilzal Suresi, Ayet No: 7.

    6-Müslim, Birr 144- Tirmizi Et’ime 30, Birr 45. Riyazü’s Salihin C. 4, s. 115).


  7. Esselamü Aleyküm.

     

    Değerli Arkadaşlar,

    Haklı öfkenizi ve kızgınlığınızı anlıyor ve de paylaşıyorum.

    Bu kitabı, yazanları ve de yazdıranları Rabbime havele ediyor ve bu gibi insanlardan Rabbime sığınıyorum.

    Şühesiz ki; Rabbim, herkese (en iyi şekilde) hakettiği ile muamele edecek olandır.

     

    Selametle...


  8. Esselamü Aleyküm.

     

    Yatmak ve Uyumak...

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimizin sünnetlerini incelemeye, öğrenmeye ve hayatımıza nakşetmeye devam ediyoruz. Dinimiz, hayatımızın her alanıyla ilgili prensipler ve edep kuralları koymuş, bizden bunlara uymamızı istemiştir. Bu kuralların hepsi de bizim dünya ve ahiret mutluluğumuz için konulmuştur. Bu kuralların günlük hayatta uygulamasını ise bizatihi Peygamber (s.a.v.) Efendimiz yapmış ve bizlere örnek teşkil etmiştir.

     

    Bu kurallardan biri de yatma ve uyuma adabıdır. Bizler bu her konuda olduğu gibi bu konuda da Peygamber (s.a.v.) Efendimizin uygulamalarını örnek alıyoruz. Yani Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Sünnet-i Seniyyesini öğrenerek, hayatımıza nakşetmeye devam ediyoruz.

     

    Yatma ve uyuma konusunda Berâ İbni Âzib (r.a.)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Yatağına gideceğin zaman namaz abdesti gibi abdest al, sonra sağ yanın üzerine yat ve dua oku ve okuduğun duanın sözlerini yatmadan önce son sözün yap” (1)buyuruyor.

     

    Yine aynı Sahabe Efendimizin bir başka rivayetinde; “Resulullah (s.a.v) Efendimiz yatağına uzandığında sağ tarafına yatar ve şöyle dua ederdi: ‘Allahümme eslemtü nefsi ileyke, ve veccehtü vechi ileyke, ve fevvadtü emri ileyke, ve elce’tü zahri ileyke, rağbeten ve rehbeten ileyke, lâ melcee ve lâ mencê minke illâ ileyke, Amentü bi kitâbikellezi enzelte ve nebiyyikellezi erselte’ (Allahım ! Kendimi Sana teslim ettim. Yüzümü Sana çevirdim. İşimi Sana ısmarladım. Rızkımı isteyerek, azabından korkarak sırtımı Sana dayadım, Sana asığındım. Sana karşı yine Senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.)” (2) buyuruyor.

     

    Yaiş İbni Tıhfe el-Gıfâri (r.a.)’dan rivayetle babam bana şöyle dedi diyerek; “Bir ara ben mescitte yüzükoyun yatmıştım. Baktım ki bir adam beni ayağıyla kımıldatıyor ve ‘Bu, Allah’ın kızgınlığına sebep olan bir yatış tarzıdır’ diyor bir de ne göreyim. O adam Resulullah (s.a.v) değil mi.” (3) naklediyor.

     

    Huzeyfe (r.a.)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Resulullah (s.a.v.) Efendimiz geceleyin uyumak istediği zaman elini yanağının altına koyar ve sonra da: ‘Allahümme bismike emûtü ve ahyâ’ (Allahım! Senin isminle ölür, Senin isminle dirilirim) derdi. Uykudan uyandığı zaman da: ‘Elhamdülillâhillezi ahyânâ min ba’di mâ emâtenâ ve ileyhinnüşûr (Bizi öldürdükten sonra dirilten Allah (c.c.)’a hamdolsun.Diriltmek sadece O’na mahsustur’ diyerek dua ederdi” (4) buyuruyor.

     

    Yatarken ve uyurken dikkat etmemiz gereken hususları şöyle sıralayabiliriz.

     

    1-Uyumak üzere yatan bir insan, namaz abdesti alarak yatmalıdır.

    2-Uyku için yatağa girince sağ elimizi yanağımızın altına koymak ve sağ tarafımız üzerine yatmak sünnete en uygun yatış şeklidir.

    3-Kişi uyumadan önce son sözleri dua olmalıdır. İnsan nerede olursa olsun Allah (c.c.)’u hatırlamaktan ve anmaktan gafil olmamalıdır.

    4-Yüzükoyun yatmak, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz tarafından yasaklanan bir yatış tarzıdır.

     

    Ölümün kardeşi olan uykuya yattığımızda, uyanıkken yaptığımız bütün işlerden alakamız kesilir. Allah (c.c.) bizleri uyuduktan sonra uyandırıp nasıl hayata döndürüyorsa ve biz bunu ölüm gelip çatıncaya kadar her gün nasıl yaşıyorsak, öldükten sonra da kıyamet gününde Allah (c.c.)’un huzurunda toplanıp hesaba çekilmek üzere aynen uzun bir uykudan uyanır gibi diriltileceğiz. İşte uyku bizlere bunları hatırlatıyorsa eğer, sanki o geceyi ibadetle geçirmiş gibi oluruz; çünkü bu çeşit bir tefekküründe bir ibadet sayıldığını bilmemiz gerekir. O halde her gece yatağımıza yatarken ve uykudan kalkarken Peygamber (s.a.v.) Efendimizin dikkat ettiği hususlara dikkat etmemiz ve yaptığı bu duaları bizler de tekrar etmeliyiz.

     

    Uyumadan önce yaptığımız dua, yaptığımız her hayırlı işin olduğu gibi geçtiğimiz günün sonunu da Allah (c.c.)’a hamd ve şükürle bitirmemiz gerektiğine inanmamızın belirtisidir. Uykudan uyanınca yaptığımız dua ise; işimizin ve günümüzün başlangıcının bizleri sanki ölümden sonra dirilten Allah (c.c.)’un yardımına ihtiyacımızın samimi bir göstergesidir.

     

    Rabbim; bizleri Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Sünnet-i Seniyyesinden ayrılmayan ve O’nun şefaatlerine mazhar olan kullarından eylesin İnşaallah...

     

    DİPNOTLAR:

     

    1-Buhari, Vudû 75- Müslim, Zikir 56 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 350).

    2-Buhari, Daavât 5- Müslim, Zikir 56-58-Ebû Dâvut, Edeb 98 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 350).

    3-Ebû Dâvûd, Edeb 95- Tirmizi, Edeb 21 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 357).

    4-Buhari, Daavât 7, 8, 16- Müslim, Zikir 59 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 355).


  9. Esselamü Aleyküm.

     

    Değerli Arkadaşlar.

     

    Bu başlıkta daha evvel yazdığım anektodu bizatihi Sadettin Ökten hocadan dinlemiştim. Sadettin Hocayı geçtiğimiz günlerde Edirnemizde Mimar Sinan Vakfında düzenlemiş olduğumuz bir etkinlikte tekrar misafir etme şansı bulduk.

    (programa ilişkin haber detayı okumak için tıklayın.)

    Sadettin hocaya tekrar sordum ve dedim ki; Hocam daha önceki gelişinizde anlatığınız bu anektoda dair çeşitli rivayetler dolaşıyor, burada merak edilen 2. kişinin ismi zikredildi mi? Şahsıma verdiği cevabı aynen yazıyorum.

    - Bu olayla ilgili internette epey bir tartışmalar yapılmış benim de kulağıma geldi fakat anektod bizzatihi ben ve rahmetli Üstadın arasında geçmiştir. Bab-ı Alide duyduğum bir duyumu Üstadla paylaştımıştım. Duyum ise; Fransız Larus ansiklopedisi yeni çıkaracağı fasiküllere 2 Türk edebiyatçısını dahil edeceği yönünde idi ve kesinlikle Üstadın adı da dahil olmak üzere isim geçmiyordu. Ben bu duyumu Üstad'la paylaştığımda verdiği cevap -İkincisi kim idi. Çok muhteşem bir özgüvendi. Ben bu anektodu rahmetli Üstadla ilgili gittiğim her toplantıda anlatmaya özen gösteriyorum. Bunun sebebi ise; Bir Fikir İnsanı olan rahmetli Üstad'ın kendine olan özgüvenini anlamaları ve kendine güvenemeyenlerin, fikir sancısı çekemeyeceklerini daha iyi anlamalarını sağlamalarına bir parça faydasını olsun istiyorum dedi.

     

    Selametle...


  10. Esselamü Aleyküm.

     

    Zindebad Erdoğan!*

    TAHRAN

    Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki panelde İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e karşı sert tutumu İran'da düzenlenen gösteriyle kutlandı. Üniversite öğrenci birlikleriyle bazı sivil toplum kuruluşlarını temsilen Türkiye'nin Tahran Büyükelçiliği önünde toplanan grup adına yapılan açıklamada, "Başbakan Erdoğan'ın, Davos'taki tutumuyla özgürlükten yana tüm insanların duygularına tercüman olduğu" belirtildi.

    Açıklamada, Erdoğan'a hitaben Türkçe olarak, "Size dua ediyoruz. Son nefesimize kadar sizin yanınızdayız. İnşallah sesiniz tüm dünyada yankılanır" ifadesi kullanıldı. Büyükelçilik önüne gül bırakan göstericiler, Başbakan Erdoğan'ın şahsında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Türk halkına da teşekkür etti.

    Başbakan Erdoğan lehinde sık sık slogan atan göstericiler Türkçe olarakda "Yaşasın Erdoğan", "Gazze halkı sağ olsun, Erdoğan yüzün ak olsun", "Kahraman Erdoğan teşekkür, teşekkür", "Erdoğan yanınızdayız" şeklinde slogan attı. İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad da Erdoğan'ın Davos'ta sarf ettiği sözlerin de "Türk ulusunun ve Müslümanların söylemek istediği şeyler" olduğunu dile getirdi. Davos'ta da küreselleşme karşıtları düzenledikleri gösteride Erdoğan'a destek verdi.

    http://yenisafak.com.tr/Dunya/?t=01.02.200...=4&i=166391


  11. Yemek, İçmek...

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, yemeğe başlarken; Besmele çeker, sağ eliyle yer içer ve sonunda da şükrederdi. Ömer İbni Ebu Seleme (r.a) rivayetine göre, Peygamber (s.a.v) Efendimiz; “Besmele çek, Sağ elinle ye! Hep önünden ye” (1) buyurmuştur. Âişe (r.a) Validemizin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Biriniz yemek yerken besmele çeksin. Şayet yemeğe başlarken besmele çekmeyi unutursa, hatırladığı anda ‘baştan sona bismillah’ desin” (2) buyurmuşlardır.

     

    Her iki Hadis-i Şerifte de; Yemek yemeğe başlarken, Besmele-i Şerifi çekmenin gerekliliği, yemeğe sağ elle başlanması gerektiği bizlere anlatılmakta olup, yemek sonunda Allah-u Teala’ya vermiş olduğu bu sonsuz nimetler için şükretmemizi öğretmektedir. Günümüzde erozyona uğrayan sosyo-kültürel yapımızın da etkisi ile çevremizde bir çok ailede bu sünneti yerine getirme noktasında eksiklikler görülmektedir.

     

    Özellikle de kendini bilmez bazı bilim adamlarının; günümüzde bazı çocukların solak olduğunu ve sol elle yazı yazdığını ve beyninin sol tarafının baskın olduğunu onun için de sağ elle yemek ve içmek gibi alışkanlıklar da diretmenin yanlış olduğunu, aksi takdirde çocuğunun beyninin köreleceğini medyada sık sık dile getirmeleri ve bunlardan etkilenen ve iman noktasında eksiklikleri bulunan anne-babaların da çocuklarına bu davranışları küçük yaşlarda öğretmemelerine yol açmakta olduğunu görmekteyiz (yazı yazarken ve resim yaparken sol elini kullanan, sağ elle yazı yazıp resim yapamayan bir çocuğa sahip bir ebeveyn olarak, bu söylenenlerin birer safsatadan ibaret olduğunu gerçeklerle uzaktan yakından alakasının olmadığını, bizatihi kendi hayatımda tecrübe etmiş bulunmaktayım).

     

    Cabir (r.a)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Kişi evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan adamlarına ‘burada ne geceleyebilir ne de yemek yiyebilirsiniz’ der. Eğer o kimse eve girerken besmele çekmezse, şeytan adamlarına ‘geceyi geçirecek bir yer buldunuz’ der. O şahıs yemek yerken besmele çekmezse, şeytan kendi adamlarına ‘hem barınacak yer hem de yiyecek yemek buldunuz’ der” (3) buyurmuştur.

     

    Diğer bir Hadis-i Şerifte ise Huzeyfe (r.a)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ile yemek yiyeceğim zaman O, yemeğe dokunmadan bizler elimizi yemeğe sürmezdik. Derken küçük bir kız çocuğu geldi, sanki biri onu arkasından itiyormuş gibiydi, hemen elini yemeğe uzattı fakat Peygamber (s.a.v.) Efendimiz elini tutu. Daha sonra bir bedevi geldi, o da arkasından itiliyormuş gibiydi, o da hemen elini yemeğe uzattı Peygamber (s.a.v) Efendimiz onunda elini tuttu ve sonra; “Şeytan besmele çekilmeden başlanan bir yemeğe katılmayı pek arzu eder. O, şu yemeğe katılmak için bu cariyeyi getirdi. Fakat ben elini tuttum. Bu bedevi sayesinde yemeğe katılmak için onu alıp getirdi, onun da elini tuttum. Nefsimi kudretiyle elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, şeytan onların eliyle birlikte avucumdaydı” (4) buyurdular.

     

    Sahabi Ümeyye İbni Mahşi (r.a.)’ın rivayetinde ise Peygamber (s.a.v) Efendimiz yanında birisi ile birlikte yemek yiyordu. Adam son lokmaya kadar besmele çekmedi. Son lokmayı ağzına götürürken ‘Bismillâhi evvelehü ve âhirehü (baştan sona bismillah)’ dedi. Bunun üzerine Resullullah (s.a.v) Efendimiz tebessüm etti ve; “Şeytan onunla birlikte yemek yiyordu. Adam besmele çekince, şeytan tüm yediklerini kustu” (5) buyurdu.

     

    Cabir (r.a.)’dan rivayetle, bir gün Peygamber (s.a.v) Efendimiz ev halkından ekmekle birlikte yiyeceği bir katık istedi. Onlar da; -Evde sirkeden başka bir şey yok dedi. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz onu getirmeleri istedi ve sonrada; “Sirke ne güzel katık, sirke ne güzel katık” (6) diyerek yemeğini yemeğe başladı.

     

    Ebu Hureyre (r.a); “Peygamber (s.a.v) Efendimizin yemekte hiçbir zaman kusur aramadığını ve aranmasının da hoşuna gitmediğini, iştahı varsa yediğini, canı çekmiyorsa yemediğini” (7) naklediyor.

     

    Özetle yeme ve içme konusunda uymamız gereken sünnetleri ve dikkat etmemiz

    gereken hususları şöyle sıralayabiliriz:

     

    1-Yemeğe ve içmeye besmele ile başlanmalı.

    2-Yemeğe başlarken besmele unutulursa eğer “Bismillâhi evvelehü ve âhirehü” veya “Bismillâhi vel evvelü vel âhirü” denilmelidir.

    3-Yeme-içme kesinlikle sağ elimiz ile yapılmalı.

    4-Birlikte bir kaptan yemek yendiği zaman herkes önünden yemelidir.

    5-Yenilen yemekte kesinlikle kusur aranmamalıdır.

    6-Yemeğin sonunda Allah (c.c.)’a vermiş olduğu rızıklar için yemek duamız yapılarak şükredilmeli eğer yapacak bir yemek duası bilinmiyorsa en azından “Elhamdülillah” diyerek Allah (c.c.)’a şükredilmeli.

     

    Rabbim; bizleri Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Sünnet-i Seniyyesinden ayrılmayan ve O’nun şefaatlerine mazhar olan kullarından eylesin İnşaallah...

     

    DİPNOTLAR:

     

    1-Buhari, Et’ime 2,3- Müslim, Eşribe 108 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 203).

    2-Ebu Davud, Et’ime 15- Tirmizi, Et’ime 47 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 203).

    3-Müslim, Eşribe 103- İbni Mace, Dua 19 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 206).

    4-Müslim, Eşribe 102- Ebu Davud Et’ime 15 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 207).

    5-Ebu Davud, Et’ime 15- Nesai, es-Sünenü’l kübra, Adâbü’l-ekl 15 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 209).

    6-Müslim, Eşribe 167,169- Tirmizi, Et’ime 35- İbni Mace, Et’ime 33 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 215).

    7-Buhari, Menâkıb 23, Et’ime 21- Müslim, Eşribe 187 (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 214).


  12. Esselamü Aleyküm.

     

    Teşekkürler Sayın Erdoğan...*

    Türkiye Başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın İbrani devleti cumhurbaşkanı Şimon Peres'in Gazze'ye yönelik saldırıları etrafındaki yalanlarına cevap verirken kendisine izin verilmemesi sebebiyle Davos Ekonomik Forumu faaliyetleri çerçevesinde yapılan panelden çekilmesi, bizim için sürpriz olmadı.

     

    Asıl sürpriz Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa'nın Peres'in oturduğu platformda kalması ve karşı çıkıp yalanlarını ifşa etmemesidir.

     

    Sayın Erdoğan, Peres'in zehirlerinin tepki gösterilmeksizin geçiştirilmesine katlanamadı. Özellikle de Peres üçte ikisi çocuk ve kadın 1300'den fazla insanın şehit olmasına yol açan saldırıyı savunurken, İsrail'in barışta kararlı olduğunu iddia ederken ve yaşananların sorumluluğunu Hamas hareketine ve diğer direniş gruplarına yüklerken... Fakat panelin moderatörü vakit kalmadı gerekçesiyle Erdoğan'a söz vermeyi reddetti. Bu durum bu türden buluşmaların İsrail katliamlarının üzerini örtme ve işlediği suçlara arka çıkma boyutunu gözler önüne seriyor.

     

    Bu olay, Türkiye Başbakanı'nın kahramanlığının ve asil İslami madeninin ortaya çıktığı ilk olay değil. Zira Erdoğan, Gazze'deki katliamların kurbanlarının yanında yer aldığı ve İsrail'i en güçlü cümlelerle kınadığı için maruz kaldığı İsrail kampanyalarıyla mücadelede dağ gibi durdu. Yalanlarıyla ve gerçekleri çarpıtmasıyla bilinen Peres ise birçok kez İsrail'in Gazze'deki çocukları öldürmediğini iddia etti ve İsrail'in çocuklarını korumak için saldırdığını belirtti. Bedenlerini İsrail füzelerinin parçaladığı çocukların belgelenmiş resimleri gösterildiğinde bu çocukların yanlışlıkla öldürüldüğünü iddia etti. Bu çocukların yanlışlıkla nasıl şehit edildiğini doğrusu bilemiyoruz. Çünkü Gazze semaları bulutlu Londra semaları gibi değil ve İsrail uçakları mutlak özgürlükle uçuyor ve görüş alanları gayet açık. Filistin direnişi maalesef uçaklara karşı koyacak füzesavarlara da sahip değil. Yani yanlışlık yapma ihtimali hiç yok. Perez konuşmasında İsrail'in Filistin füzeleriyle mücadelede kendisini savunma hakkına yoğunlaştı ancak şu gerçeği görmezlikten geldi: Sorun İsrail'in bir birey gibi kendini savunma hakkıyla değil, aşırı güç kullanma hakkına sahip olmadığıyla ilgili.

     

    Sayın Erdoğan, bu foruma daimi olarak katılan Arap liderlerinin ve yetkililerinin İsrailli yetkililerle diyalog ortamlarındaki ılımlılıklarını ve uygarlılıklarını göstermek, sanki kardeş bir ülkenin temsilcileriymiş gibi onlarla yan yana oturmak için dillendiremediklerini ifade etti. Davos forumuna katılan kaç Arap katılımcının ve yetkilisinin Peres'le ve beraberindeki heyetle tokalaştığını bilemiyoruz. Panelde onunla yan yana oturan Amr Musa'nın bunu yapmış olmasını garipsemiyoruz. Sayın Musa da çok iyi biliyor ki Peres'in ordusunun ve uçaklarının döktüğü Gazze çocuklarının temiz kanları hâlâ taze ve henüz kurumadı.

     

    Cesarete Arap liderleri değil, Washington'un en güçlü müttefiki olduğu halde Erdoğan sahiptir. Bu cesur tutumlar AB üyeliği çabalarının nihai olarak kapatılması gibi birçok noktada ülkesine maliyetli olmasına rağmen istisnasız bütün uluslararası toplantılarda ABD ve İsrail saptırmalarına karşı koydu. Bu adam Ankara ve İstanbul sokaklarında milyonlarla gösteri yapan halkıyla ve onların duygularıyla birlikte hareket ediyor ve köklü İslami geleneğine dayanıyor. Bu tutumu Osmanlı İmparatorluğu'nun torunlarından biri olduğu yönündeki sözlerine de yansıdı.

     

    Teşekkürler Sayın Erdoğan. Kendilerinin Arap ve Müslüman olduğunu iddia eden yönetimlerin hayal kırıklıklarıyla ve acılarla dolu bir kalpten binlerce teşekkürler. Bu yönetimler Gazze katliamlarına sessiz kaldılar, işbirliği yaptılar, aç bırakılmış ve abluka altındaki Gazze'nin evlatlarına sınır kapılarını kapattılar. Gazze'de katliamlar ve özellikle de Gazze sahilindeki Asamin ailesi ve sahil katliamlarını işleyen İsrailli kan dökücülerin peşine düşen avukatlara ve aktivitistlere de teşekkür ediyoruz. Onlar gerçek Müslümanlar ve Araplar olup damarlarında izzetin, saygınlığın ve adaletin kanı akmaktadır. Bu kan kesinlikle Arap liderlerinin çoğunluğunun kan grubundan değildir.

     

     

    (Okuduğum ve sizlerle paylaşmak istedeğim bu yazının özellikle de son paragrafına dikkat çekmek istiyorum.)

     

    Londra'da Arapça yayımlanan El Kuds El Arabi gazetesi, genel yayın yönetmeni, 30 Ocak 2009

    *ABDULBARİ ATWAN


  13. Esselamü Aleyküm.

     

    Bazı İşlere Sağ Organlarımızla Yapmak ve Başlamak...

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimizin, sünnetlerinden biri de; hayırlı işlere sağ elle başlamak, sağ elle yapmak ve sağ ayakla başlamaktır. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerimde bahsi geçen bazı Ayet-i Kerimelerde de sağ tarafın hayrını, sol tarafın hayırsızlığın bizzat bizlere iletmiştir; “Sağda olanlar, nasıl da mutludur onlar! Solda olanlar, nasıl da mutsuzdur onlar” (1). Sağda olanlar; kitabı sağ tarafından verilen kimselerdir. Yani dünyada yaptığı bütün işlerin yazılı olduğu amel defterinin sağ tarafından verilen kimselerin rahatı, bahtiyarlığı ve kendinden eminliğini belirtilmektedir.

     

    Kuran-ı Kerim de, dünya hayatında başarılı bir imtihan veren ve Allah (c.c.)’un kendileri için çizdiği doğrultuda hareket eden müminleri belirtmek üzere kullandığı terimlerden biri; “sağda olanlar” veya “kitabı sağdan verilenler” sözüdür. Bunlar daha çok “Ashabü’l-yemin” veya “Ashabü’l-meymene” ifadeleriyle de anılır. Yine Kuran-ı Kerimde Allah (c.c.) buyruklarına uymayan ve zararda olanlar için de “Ashabü’ş-şimal” veya “Ashabü’l-meş’eme” ifadeleriyle belirtilmektedir.

     

    Âişe (r.a) Validemizin rivayetine göre; “Resullullah (s.a.v.) Efendimiz temizlenmeye, taranmaya, ayakkabısını giymeye varıncaya kadar her hayırlı işe sağdan başlamayı pek severdi” (2).

    Yine Aişe (r.a) Validemiz rivayetine göre; “Resullullah (s.a.v.) Efendimiz, sağ elini temizlik ve yemek için, sol elini de tuvalette temizlenmek ve benzeri işler için kullanırdı” (3).

    Ebu Hureyre (r.a.)dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Biriniz ayakkabısını giyeceği zaman önce sağ ayağından, ayakkabısını çıkaracağı zaman da önce sol ayağından başlasın. Böylece sağ ayak ilk önce giyilen, en son çıkarılan ayak olsun” (4).

    Hafsa (r.a.)’dan rivayetle de; “Resulullah (s.a.v.) Efendimiz yerken, içerken ve giyinirken sağ elini, diğer temizlik gerektirecek işleri yaparken de sol elini kullanırdı” (5) buyurmuşlardır.

     

    Konumuzun başındaki Ayet-i Kerimeyi açıklarken, sağın İslamiyet’te özel bir manası bulunduğunu, sağlamlık, dürüstlük, temizlik, hayır ve kazanç gibi olumlu manalar ifade ettiğini, kısaca sağ tarafın iyi ve güzeli temsil ettiğini belirtmiştik.

     

    İşte bu sebeplerden dolayıdır ki; Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; hayırlı işleri sağ elle başlamayı veyahutta sağ elle yapmayı kendilerine adet edinmişlerdi ve böyle yapmaktan hoşlanırlardı.

     

    Sol ve sol taraf mefhumu dinimizde, çoğu zaman olumsuz bir mana taşıdığı için Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, genellikle burun silmek, tuvalette taharet yapmak gibi kirli bir şeyden temizlenmek için sol elini kullandığını, yine kirliliği hatırına getiren tuvalet ve benzeri yerlere girmek için ise sol ayağını kullandığı biliyoruz.

     

    Kısaca sıralarsak eğer; Abdest alıp, gusül ve teyemmüm yaparken, elbise ve ayakkabı, mest ve pantolon giyerken, mescide girerken, misvak kullanırken, sürme çekerken, tırnak kesip, bıyıklarını kısaltırken, namazdan çıkarken, yiyip içerken, tokalaşırken, Hacer-i Esvedi selamlarken, tuvaletten çıkarken, bir şeyi alıp verirken vb. güzel işlere sağ organlarımızla başlamalı veyahutta yapmalıyız.

     

    Burun silerken, tükürürken, tuvalete girerken, mescidden çıkarken, mest, ayakkabı, pantolon ve elbiseyi çıkarırken, taharet yaparken vb. işleri ifa ederken de sol organlarımızla başlamalı veyahutta yapmalıyız.

     

    Rabbim; bizleri Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Sünnet-i Seniyyesinden ayrılmayan ve O’nun şefaatlerine mazhar olan kullarından eylesin İnşaallah...

     

    DİPNOTLAR:

     

    1-Kuran-ı Kerim, Vakıa Suresi, Ayet No: 8-9.

    2-Buhari, Vudü 31, Salat 47, Et’ime 5, Libas 38- Müslim, Taharet 66,67. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 194).

    3-Ebu Davud, Taharet 18- Nesai, Taharet 90, Gusül 17. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 194).

    4-Buhari, Libas 39- Müslim, Libas 67- Tirimizi, Libas 37. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 198).

    5-Ebu Davud, Taharet 18. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 198).


  14. Esselamü Aleyküm.

     

    Çocuklara selam vermek ve onlara ilgi ve alaka göstermek...

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, çocukların yakınından geçerken veya yanlarına varırken “Selamün aleyküm çocuklar” diyerek onlara iltifat etmesinde birçok incelik bulmak mümkündür. Şöyle ki; Büyüklerin birbirlerine yaptığı gibi Peygamber (s.a.v.) Efendimizde çocuklara selam vermesi onları onurlandırmış, böylece çocuklar, O’na ve öğrettiği dine yakınlık duymuşlardır. Çocuklara selam vermekle ve onlarla ilgilenmekle, onlara selam alıp vermenin gereğini ve önemini öğretmiştir.

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimize, çocukluk çağından gençlik çağına kadar on sene hizmetinde bulunma şerefine nail olmuş olan Enes İbni Malik (r.a.)’ın rivayetine göre; “Çocuklarla oyun oynadığım bir zaman Resûl-i Ekrem Efendimiz yanımıza gelerek bize selam verdi. Elimden tuttu ve beni bir işe gönderdi. Kendisi de ben gelene kadar duvarın gölgesinde oturup bekledi” (1).

     

     

    Yine Enes İbni Malik (r.a.)’dan öğrendiğimiz kadarı ile; “Peygamber (s.a.v.) Efendimiz zaman zaman Ensarın yani Medine’nin yerlisi olan Müslümanları ziyarete gider, evlerine vardığında çocuklara da mutlaka selam verir, başlarını okşar ve onlara dua ederdi” (2).

     

    Yine Enes İbni Malik (r.a.); “Çocuklara rastladığı zaman mutlaka selam verir ve Resulullah (s.a.v.) Efendimiz böyle yapardı derdi” (3).

     

    Ebu Hureyre (r.a) şöyle rivayet ediyor; “Resulullah (s.a.v.) Efendimiz Ali (r.a.)’ın oğlu Hasan’ı öpmüştü. O sırada Akra İbni Habis’de Peygamberimizin yanında bulunuyordu. Akra; Benim on tane çocuğum var, onlardan hiçbirini öpmedim dedi. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.) Efendimiz ona; “Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz” (4) buyurdular.

     

    Allah (c.c.)’un buyruklarına muhatap olan bir insanın çocuklara selam verip aldığını, onlara her fırsatta ilgi, alaka ve sevgi gösterdiğini ve buna çok önem verdiğini bilmek, bizlerinde bu sünnete sıkı sıkıya sarılmamızı gerektirmez mi? Çocuklara selam veren kimse, onlara ilgi, şefkat ve sevgi gösteren kimse aynı zamanda onların dini eğitimine katkıda bulunur. Ayrıca alçak gönüllü ve sevgi dolu bir mümin olduğunu hem kendine ispatlamış hem de küçük yaştaki çocukların dini ve hissi gelişimine katkı sağlar.

     

    Rabbim biz Müslümanların arasındaki selamı-muhabbeti ve sevgiyi arttırsın İnşaallah...

     

    DİPNOTLAR:

     

    1-Ebu Davud, Edeb-136, (Riyazü’s Salihin C. 3, s. 511).

    2-Nesai, es-Sünenü’l Kübra, C. VI, 90, (Riyazü’s Salihin C. 3, s. 511).

    3-Buhari, İsti’zan 15- Müslim, Selam 15-Tirmizi,İsti’zan 8. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 439).

    4-Buhari, Edeb 18- Müslim, Fezail 65, Tirmizi, Birr 12 (Riyazü’s Salihin C. 2, s. 182).


  15. Esselamü Aleyküm.

     

    Değerli Arkadaşlarım.

    Farkındayım ki, Sizlerde malum olay karşısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın tepkisini alkışlıyor ve takdir ediyorsunuz. Bende iki kelam ile bu sevince ortak olmak istedim. Az evvel Gazze'de düzenlenen teşekkür ve destek mitingi haberini izledim. bu gelişen son olaylar zincirine kul olmayı bir kenara bırakıp sadece insan olarak baksak bile (ki; Çok şükür bizler kul olabilmenin idrakini ve mutluluğunu yaşıyabiliyoruz) Sayın Başbakanı tebrik ve takdir etmeyi kendime bir görev addediyorum.

     

    Sayın Başbakanım;

    Rabbim, Sizi ve sizinle birlikte hizmet için yola çıkan, yol arkadaşlarınızı şer işlerden, şer gözlerden, şer düşüncelerden ve şer ortamlardan uzak eylesin. Duruşunuz ve düsturunuz daim olsun İnşaallah...

    Sizi Allah (c.c.) rızası için seviyorum.

    Halka hizmet, Hakk'a hizmet düsturundan ayrılmadığınız sürece dualarımla yanınızda olacağım.

    Rabbim Yar ve Yardımcınız olsun İnşaallah...

     

    Selametle...


  16. Esselamü Aleyküm.

     

    Selam, Selamlaşma ve Selamlaşmanın Yaygınlaştırılması...

     

    Selam, Müslümanların adeta parolasıdır. Birbirlerini tanımayan insanlar birbirlerine selam verip alınca, aralarında bir kaynaşma, bir muhabbet oluşur. Çünkü selamı veren ve alan her ikisi de en büyük müşterekte, yani din kardeşi olma paydasında buluşmuşlar demektir.

     

    Allah (c.c.) Kuran-ı Kerimde; “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizde fark ettirip ev halkına selam vermeden girmeyin” (1), “Evlere girdiğiniz zaman. Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize (birbirinize) selam verin” (2), “Bir selem ile selamlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selam verin veya verilen selamı iade edin” (3) diyerek bizlere bazı yükümlülükler yüklemiştir.

     

    Tahiyye=Selam kelimesi Arap dilinde başka manaları da olsa, İslam’da selam manasına gelmektedir. Kuran ayetleri bunu açıkça belirtmektedir. Es-Selamü (c.c.) aynı zamanda Allah-u Teala’nın 99 İsm-i Şerifinden biridir.

    Es-Selamü (c.c.): “Kullarını selamete çıkaran veya her türlü ayıplarından uzak olan” manasındadır.

     

    Selamın en kısasına örnek olarak “Esselamü aleyküm” sözü gösterilebilir. Kendisine böyle selam verilen kimse için en ideali, bir kelime arttırarak selamı almasıdır, “Ve aleykümü’s-selam ve rahmetu’l-lah” diyerek mukabelede bulunabilir. Bu örnekte de görüldüğü üzere verilen selamı, daha güzeli ile karşılamış oluruz. Ulemamız selamı vermenin sünnet, almanın ise Farz-ı Kifaye olduğu hükmünde sabittirler.

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, selama ve selamın yaygınlaşmasına çok önem verirdi. Öyle ki, Abdullah İbni Amr İbni Âs (r.a.)’dan rivayetle, “Bir adam, Resullullah (s.a.v) Efendimize geldi ve sordu, İslam’ın hangi özelliği daha hayırlıdır. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz; Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermendir” (4) buyurduğu, Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayetle bir diğer Hadis-i Şerifte; “Allah Teala, Adem (a.s.)’ı yaratınca ona: -Git şu oturmakta olan meleklere selam ver ve senin selamına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü, senin ve senin çocuklarının selamı o olacaktır, buyurdu. Adem (a.s.) meleklere: es-Selamü aleyküm dedi. Melekler: es-Selamü aleyke ve rahmetullah, karşılığını verdiler. Onun selamına ve rahmetu’l-lah’ı ilave ettiler” (5) buyurmaktadır. Selam önce cennette öğretilmiş olup insanlığın ilk yaratılışından itibaren bütün dinlerde bulunmaktadır.

     

    Ebu Yusuf Abdullah İbni Selam (r.a)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Ey İnsanlar! Selamı yayınız,, yemek yediriniz, akrabalarınızla alakanızı ve onlara yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken siz namaz kılınız, bu sayede cennete girersiniz”(6), “Ebu Ümame (r.a.)’dan; “İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selam verendir” (7) buyurmuştur.

     

    Dinimiz hayırlı işlerde acele etmeyi birbirimizle yarışmayı tavsiye eder. selam da bu hayırlardan biridir. Bu sebeple önce davranan daha çok sevap kazanır. Çünkü o Allah (c.c.) İsm-i Şerifini daha önce anmış, karşıdakine daha önce dua etmiş ve hayırlı bir ameli başlatmanın sevabını daha önce kazanmış olur, Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bu Hadis-i Şeriflerde de belirtildiği üzere tavsiyelerde bulunmuştur. Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivayetle Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Binitli olan, yürüyene, yürüyen oturana, küçük büyüğüne, sayıca az olan çok olana selam verir” (8) buyurarak, Müslümanların birbirlerine selam vermeye ve barışık olmaya teşvik etmiş ve kimlerin kimlere nasıl selam vereceğini de bizatihi anlatmıştır.

     

    Rabbim; bizleri Peygamber (s.a.v.) Efendimizin Sünnet-i Seniyyesinden ayrılmayan ve

    O’nun şefaatlerine mazhar olan kullarından eylesin İnşaallah...

     

    DİPNOTLAR:

    1-Kuran-ı Kerim, en-Nur Suresi, Ayet No: 27.

    2-Kuran-ı Kerim, en-Nur Suresi, Ayet No: 61.

    3-Kuran-ı Kerim, en-Nisa Suresi, Ayet No: 86.

    4-Buhari, İman 20, İsti’zan 9-Müslim, İman 63. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 408).

    5-Buhari, Enbiya 1, İsti’zan 1- Müslim, Cennet 28. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 411).

    6-Tirmizi, Kıyamet 42- İbni Mace, İkamet 174. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 416).

    7-Ebu Davud, Edeb 133-Tirmizi, İsti’zan 6. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 428).

    8-Buhari, İsti’zan 5,6- Müslim, Selam 1, Adab, 46. (Riyazü’s Salihin C. 4, s. 431).


  17. Değerli kardeşim çok güzel bir konu seçmişsin.Zira sünnetler bir müslümanın hayatının olmazsa olmazlarından olmalıdır.Kişi vacipleri terkederse sünnetleri terkeder.Sünnetleri terkeden farzları terkeder.

     

    Bu konuya benzer benim bir konu başlığım vardı bu konuda da daha açıklığa kavuşarak pekişmiş olmuş :sticky:

     

    Esselamü Aleyküm.

     

    Değerli Arkadaşım, Övgülerin ve düşüncelerin için Allah (c.c.) razı olsun İnşaallah.

    Tarafınızdan açılan başlığı takip etmekteyim lakin biraz daha hayatın içine nakşedilmiş şekilde yazmak ve hatırlatmak istedim.

     

    Rabbim cümlemize nazarında kul olmayı nasip eylesin İnşaallah...


  18. Abdest...

     

    İç ve dış temizliğin, maddi ve manevi kirlerden arınmanın en önemli vesilelerinden biri de hiç şüphesiz abdest almaktır.

     

    Peygamber (s.a.v) Efendimiz “Mümin bir kul abdest aldığı zaman; yüzünü yıkarken gözleriyle bakıp ta işlediği günah ve hataları, kollarını yıkarken ellerini uzatıp ta işlediği günah ve hataları, ayaklarını yıkarken yürüyerek işlediği günah ve hataları kullanılan su veya en son damla ile çıkıp gider. O kadar ki abdest tamamlanınca o da hatalardan tertemiz olarak çıkar” buyurmuştur (1).

     

    Görülüyor ki; Allah (c.c.) abdest almayı günahlardan arınmaya alamet kılmıştır. Bunun için de gerekli ilk şart müminlerin sürekli ve düzenli olarak abdeste devam etmesi ve abdestli gezmeleridir. Her an abdestli olmak müminin ahlakından olup, kişiye her zaman ve her yerde salih amel işleme fırsatını kazandırır. Her vakit cemaatle namaza yetişebilir, Kur’an okuyabilir ve Allah-u Teala’ya yaklaştırıcı her türlü nafile ibadeti ifa eyleyebilir.

     

    Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Ey Enes! Sana ölüm meleği geldiğinde, seni abdestli olarak bulursa, muhakkak ki sen şehadet mertebesini kaçırmazsın” (2) buyurarak sürekli abdestli olmanın şehitliği giden bir yol olduğunu da müjdelemiştir.

     

    Abdestte dikkat edeceğimiz adablardan biri de; Abdest üzerine abdest almaktır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Kim abdestli iken, abdest alırsa Allah (c.c.) ona, on sevap yazar” buyurmuştur (3) .

     

    Abdestin evvelinde Cenab-ı Hakk’ı ziyaret murad ettiğini bilerek ve düşünerek, niyet etmek, Besmele-i Şerifeyi zikretmek, abdest alırken kıbleye yönelmek, kullanılmış sudan kendisini korumak için yüksekçe bir yerde abdest almak, abdest alırken dünya kelamı söylememek, her bir azasını yıkarken onlara ait duaları okumak, eğer bu duaları bilmiyorsa en azından her bir azayı yıkarken Kelime-i Şehadet getirmek abdestin önemli adaplarındandır.

     

    Abdest aldıktan sonra varsa sakallarımızı taramak, kaşlarımızı ve saçlarımızı taramak ve varsa abdest üzerine güzel koku sürünmek de abdestte dikkat etmemiz gereken adablardandır.

     

    Unutmayalım ki; “Allah (c.c.) hakkıyla temizleneni sever” (4) .

    Rabbim hepimizi Sünnet-i Seniyye üzerine yaşamayan ve her daim abdestli olan kullarından eylesin İnşaallah...

     

     

    DİPNOTLAR:

     

    1-Müslim, C. 1, s. 215, Hadis No: 32/244 (Ebu Hureyre r.a’dan).

    2-İbn Mâce, C. 1, s. 170, Hadis No: 512 (Enes b. Malik r.a.’dan).

    3-İbn Mâce, C. 1, s. 170, Hadis No: 514 (Enes b. Malik r.a.’dan).

    4-Kur’an-ı Kerim, et-Tevbe Suresi, Ayet No: 108.

×
×
  • Create New...