Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

bozkurt

Moderator
  • Content Count

    144
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    8

Posts posted by bozkurt


  1. Film nihayet gösterimde. Bende seyretme fırsatı buldum. Filmi seyrederken , eksiklikler ve uygunsuz sahneler yok değil. Ama genel çerçevede seyredilmesi önerilecek bir film.

    Ulubatlı Hasan 'ın bir kaç dakikalık aşk sahneleri çıkarılırsa tamamen muhafazakar yapıya bürünen bir filmde diyebiliriz.Kartel medyasının eleştirileri anlamsız düzeyde . Muhteşem Yüzyılla pek kıyaslanacak gibi değil . Mutlaka daha iyisi çekilebilirdi , yinede gitmenizi öneririm.


  2. Başbakan Tayyip Erdoğan "Dindar ve muhafazakâr bir gençlik yetiştireceğiz" dediği için kopan fırtına dinecek gibi değil. CHP Hemen hareketi geçip “Dindar Gençlik İstemiyoruz” mitinglerine başlıyacakmış.

     

    Bakalım Erdoğan sözünü tutacak mı? Yoksa gürültücüler mi galip gelecek.? Ya da it ürür kervan yürür mü?


  3. Büyük Doğu; İslamiyet’e yol açma geçididir

    Vefatının 29. yılı münasebetiyle Yahya DÜZENLİ ile sıradışı bir Necip Fazıl sohbeti.“MESAJINI DURUŞ, DURUŞUNU MESAJ HALİNE GETİRMİŞ BİR BÜYÜK İNANMIŞ: ÜSTAD NECİP FAZIL “

     

    Çile adamını bize tanıtır mısınız?

     

    Necip Fazıl’ın mesajı duruş; duruşu mesajdır

     

    Bir mütefekkirin “İnsanlar da kuyulara benzer, içlerinde boğulabilirsiniz” dediği türden bir insanı, yani Üstad Necip Fazıl’ı bir sayfanın sınırlarına sığdırarak anlatmak çok zor. Şunun için zor: “çile adamı” deyiminin modalaşmış şekliyle “o çile adamıydı” tarzında genel-geçer ifadeler Üstad’ı anlatmaktan uzaktır. “Kimdir?” sorusuna verilecek yegâne cevap onun hayatını bütünüyle okumak yani hissedip anlamaktan geçiyor. Bunun kelimelerle ifade zorluğu içerisinde bir cümleyle ifade edecek olursak O’nun kim olduğunun en pratik cevabını vasiyetinden almak mümkün. Diyor ki vasiyetinde: “Eğer bu kâmusluk bütünü (eserlerini-hayatını) tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz ‘Allah ve Resulü, başka her şey hiç ve bâtıl..’ Devam ediyor :”Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!… Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız ! Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız !” İşte kendi kaleminden Necip Fazıl. Hayatını eser, eserini de hayatı haline getirmiş, veya yeni deyimlerle mesajını duruş, duruşunu da mesaj haline getirmiş bir büyük inanmış karşısındayız.

     

    Üstadı anlamak için muhabbet lazımdır.

     

    Muhiddin Arabî Hz.leriyle ilgili bir kitabın önsözünde, sonradan müslüman olmuş bir yazarın güzel bir sözü var. Diyor ki: “Muhiddin Arabi gibi bir insanı anlayabilmek ve anlatabilmek için ona karşılıksız bir muhabbet beslemek lazımdır.” Bu söz, Üstad’ın anlamak ve anlatmada anahtar niteliğindedir. O’nun hayatı bir şablon cümleyle ifade edersem; kaynağını nereden aldığıyla enerjisini nereye akıttığı arasında yaşanan müthiş bir içe yönelik nefs murakabe ve mücahedesi ile dışa yönelik cemiyet mücadelesinden ibaret bir “yaşanmaya değer” hayattır. Üstadın kim olduğunu ortaya koyar. O; insan memuriyet ve mes’uliyetinin yakıcı bir şekilde derinliğine idrakindedir ki;

    “Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim, minicik gövdeme yüklü kaf dağı

    Bir zerreciğim ki arşa gebeyim, dev sancılarımın budur kaynağı” mısralarıyla bunu ifade etmiştir.

     

    O, mukaddes emanetin davacısıdır.

     

    Burada şunu iyi anlamak gerekiyor: Necip Fazıl; kendi kaleminden gerek şiirlerinde gerekse de diğer bütün eserlerinde kim olduğunu ifade ederken aynı zamanda muhataplarının kim ve ne olmaları gerektiğini de ifade ve ihtar eder! Tıpkı yukarıdaki mısralarında olduğu gibi. Bu mısralarında Allah’ın insana yüklenmiş olduğu temel görev ve ödevin hakikatini idrak etmenin Üstad’da dev sancılar haline gelişini görüyoruz. Üstad’ın birbiriyle en alâkasız gözüken mısralarıyla eserlerinin derinden birbirleriyle irtibatlarını kurabilen ehl-i irfan O’nun “Çile”siyle yapmak istediğinin “İdeolocya Örgüsü”yle yapmak istediğinin aynısı olduğunu anlar. Onun için O’nun insan ufkunun ötesine varan tecrid yüklü mısralarıyla, dışından teşhis yüklü görünen mısralarının mihrakı aynıdır. Yâni yukarıdaki mısralarıyla, “Mezarda kan terliyor babamın iskeleti, Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti?” mısralarındaki teşhiste de kim olduğu ve ne yapmak istediği yatar. Evet… O; mukaddes emanetin dâvacısıdır. Allah’ın peygamberleri vasıtasıyla insanlığa gösterdiği doğru yol ve doğru emanetin davacısı… Sadece insanın kabul ettiği emanet.. Peygamberler eliyle son peygambere kadar gelen ilâhi emanetin davacısı.. İşte Üstad’ın yaşadığı zaman diliminde kim olduğunun ifadesi budur.. Allah Resulü’nün “eğer benim bildiklerimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz” ölçüsünün idraki içerisinde, Üstad’ın Allah Resulü’ne, Sahabîye ve O’nlara tabi Velîler ve takipçileri hakkında eserlerine derinliğine nüfuz ettiğinizde O’nun hayatının nasıl bir “mukaddes yüke hamal” bir hayat olduğunu da anlardınız.

     

    Onun hayatı tashihe muhtaç değildir.

     

    Üstad’ın “kim olduğu”na kesitler halinde devam edelim… Üstadın düşüncelerinin, istikametinin henüz tam olarak yatağına oturmamış olduğu 23 yaşında (1927) “başını bir gayeye satmış kahraman gibi” ifadesiyle, 45 yaşında (1949) meşhur Sakarya Türküsü’nde “Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun” mısrası ve en nihayet 79 yaşında (1983) vefatından kısa bir süre önce yazdığı “Allah Resul aşkıyla yandım, bittim, kül oldum; Öyle zayıfladım ki sonunda herkül oldum!” mısraları Üstad’ın hayatının kendini idrak ettiği günden son nefesine kadar her şeyiyle “bir mukaddes gayeye adanmış hayat” olduğunu ortaya koyar. O’nun hayatı, suyun bu yakasında kimi edebiyat müsveddelerinin yaptığı tasnifle “önceki hayatı”, “sonraki hayatı” şeklinde parçalı bir hayat değildir. Bunu anlamak için 20 yaşında yazdığı “Allah” şiiriyle “Ya hû” şiirlerine bak yeter. Tabii anlayacak idrak gerek ! Çıkış noktası Allah, varış noktası Allah olan bir yaşanmaya değer hayat… Yani O’nun hayatı asla tashihe muhtaç bir hayat değildir. O’nda (kimi idrak yoksunlarının anlayamadıkları) kibir şeklinde tezahür eden duruşu; temsil ettiği fikrin izzetinden kaynaklanan vakardır.

     

    Mukaddes yüke hamal büyüklerdendir.

     

    Biraz da etimoloji yapmak gerekirse.. Çile “kırk” demektir. Üstadın da ilk Büyük Doğu mücadelesini başlattığı yıl 1943 ile vefatı olan 1983 yılı arasında geçen 40 yıllık mücadeleyi de çile olarak isimlendirmek de mümkün… Şunu ifade edeyim: O; büyük, yüce, mükemmel, vs. gibi beylik kelimelerle, şablonlarla, barkotlarla anlatılmaktan uzaktır. Buna rağmen gene de söyleyecek olursam; O’nun büyüklüğü taşıdığı bu yükten gelmektedir! O kimileri fark etmese de, Allah ve Resulü gayesine mıhlanmış, kıyamete kadar gelecek olan “mukaddes yüke hamal” büyük taşıyıcıların büyüklerindendir… Üstad’ın Hacc’ı sırasında Medine-i Münevvere’de Peygamber Efendimizin kabrinin önüne geldiğinde yaptığı o insanı eritici dua ve şu sözü O’nun tüm kimliğini ele vermeye yeter sanıyorum. Diyor ki Ravza-i mutahhara’da : “Necip Fazıl ! Sen bu ânı görmek için yaratılmışsın !”

     

    Onun destansı mücadelesi herkesin malumudur.

     

    Üstad’ın hayatı aslında bir hesaplaşmanın tarihidir. Aslî toprağından sökülmüş, atılmış, katledilmiş bir neslin bütün acılarını, trajedilerini (bir paratoner gibi) üzerine çeken ve (Kur’an-ı Kerim’in) “kalk ve uyar” emrini iliklerine kadar hisseden ve bunun gereğini yerine getiren bir büyük hissedicidir. “Ölsek de sevinin eve dönsek de!” diyerek gayesi ve memuriyeti yolunda hiçbir engel tanımayan bir medeniyet savaşçısı… Üstad; sonuçlar doğuran fikirlerin sahibidir. Bu sonuçlar riskli de olsa her zaman o riskleri göze almıştır. Kesitler halindeki uzun hapishane hayatı bunun göstergesidir. Üstad aldığı risklerin bedelini burada, kendi coğrafyasında ödemiştir. Şedit CHP iktidarının İslâm’ın her türlü izlerini toplumdan silme uygulamalarına karşı verdiği destansı mücadele herkesin malûmudur. O, bu mücadelenin sonuçlarını bilerek, göze alarak vermiştir kavgasını. Nazım Hikmet ve kimileri gibi, tehlike gördüğü anlarda bu toprakları terk etmemiştir, bu coğrafyadan kaçmamıştır.

     

    Necip Fazıl’ın asıl gayesi, meselesi neydi?

     

    O, İmam-ı Rabbani çizgisinin günümüz temsilcisidir

     

    O diyordu ki: “Doğruyu mu arıyorsun? Allah ile Resulü’nün bildirdiği. İyiyi mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün öğrettiği. Güzeli mi arıyorsun? Allah ile Resulü’nün gösterdiği.” İşte Üstad’ı, insanın doğru-iyi-güzel ve yanlış-kötü-çirkin şeklinde iki kutuplu bu dünya ve ötesi macerasında hedef gösterdiği bu cümleleri O’nun “meselesi”ni anlatmaya yeter. “Lâfımın dostusunuz çilemin yabancısı. Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı? ”mısralarında da dile getirdiği “fikir sancısı”.. İşte bu sancının neticesidir ki ortaya kâmil bir medeniyet tasarımı halinde O’nun Büyük Doğu olarak isimlendirdiği mukaddes emanet davasını, bu yüzyılın şartlarında bütünleştirmiş ve insanlığa teklif edilmiş, sunulmuş bir mimarî proje olarak ortaya koymuştur. Aslında bu bir yenileyiciliktir. Eski deyimle tecdiddir. Üstad bu manâda (anlaşılmasa da, görülmese de) bir müceddittir. Çünkü İslâmi çizgiyi doğuşundan bu yana takip ederseniz, bu çizginin tecditle bugüne ulaştığını görürsünüz. Aslında O; Allah’ın Resulü ve Sahabîlerden sonra ümmetin en büyüğü büyük müceddit İmam-ı Rabbanî çizgisinin günümüzdeki temsilcisi idi. O büyük yenileştiricinin izini takip eden bir yenileyici. Bu konunun derinliğine girmenin yeri burası değil, sadece bu tesbitlerle yetinelim isterseniz. Aslında, bugün bile ülkemizde ve tüm İslâm aleminde halâ anlaşılamamış olan İmam-ı Rabbanî hazretleri’ni anlayabilmiş ve anlatabilmiş ve O’ndan aldığı silsile nefesini kalıplaştırabilmiş yegane kişi de gene Üstad Necip Fazıl’dır. Müslüman olmuş bir İngiliz bilim adamının deyimiyle “Postmodern dünyada kıbleyi bulma”nın niçin ve nasılını İdeolocya Örgüsü’yle ortaya koymuştur. Tabii bunu görebilecek olanlar; “ideoloji bir ihtiyaç mıdır?”, “bunu ifade edebilecek, bütünleyecek mütefekkir-düşünce adamı nedir?” gibi günümüzün Müslüman aydınlarının yabancısı olduğu, kıyısından bile geçemedikleri temel soruları hem sorabilen hem de cevap verebilenlerdir.

     

    Büyük Doğu; İslamiyet’e yol açma geçididir.

     

    Osmanlı sonrası gerek ferdî zuhur, gerekse de toplumsal zuhur için mutlak gerekli olan ihtiyacı (belki büyük iddia gibi gelebilir size ama) sadece Üstad Necip Fazıl hissedebilmiş ve bunu İdeolocya Örgüsü ismiyle bütünleştirmiş, örgüleştirmiştir. Ne diyordu bu eserinin ilk baskısındaki ithafında ? “Ben bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım.” İfadesinin altını çizmemiz gerekiyor. Gene İdeolocya Örgüsü’nün girişinde “Fikirde, sanatta, anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billurlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak isterdim; nefsim için değil de, sırf O’nun ümmetinden en hakîr ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için…” diyor. İşte Üstad’ın temel fonksiyonu, ne yapmak istediği ve yaptığı burada ortaya çıkıyor ve ortaya konuluyor. Üstad, Osmanlı sonrası artık devlet ve toplum plânında tefessüh eden, ortadan kaldırılan İslâmın bütün bir tasarım halinde yani medeniyet projesi olarak yeni zaman ve mekân şartlarında nasıl olacağı? temel sorusunun cevabını İdeolocya Örgüsü’yle vermiştir. Bunu da Büyük Doğu olarak isimlendirmiştir. Büyük Doğu; kendi ifadesiyle “Gelmiş ve gelecek zaman boyunca bütün eşya ve hadiseler zeminini avlamaya memur bir fikir ağı… Bu ruh, sistem ve ismin, bağlı olduğu iman mihrakına göre hiçbir istiklâli yoktur. Olanca saffet ve asliyetiyle İslâmiyete yol açma geçidi.. Ve çoktan beri kaybedilmiş bulunan bu saffet ve asliyeti 21. asrın eşiğinde eşya ve hadiselere tatbik etme işi…” İşte Üstad’ın bahsettiğim tecdid işlevini bu cümlede bulabilirsiniz. O’nun kendisi müceddit olduğunu söylemiyor. Biz O’nun yaptığı işin ve sadece ülkemiz için değil, tüm İslâm alemi ve tüm insanlık için ihtiyaç olan tecdid-yenilemenin ne olduğunu, ne olması gerektiğini O’nun İdeolocya Örgüsü’yle anlayabiliyoruz.

     

    Üstad, fikirde kemal çığırı açmıştır.

     

    O’nun “Her yüzyılda bir yenileyici gelir” ölçüsünden ilhamla 1978 yılında yazdığı “Bindörtyüze bir yıl var, yaklaştı zamanımız; Bu asırda gelir mi dersin kahramanımız?” mısraları da aslında yaptıklarının o ölçünün gereği olan bir kahramanlık-yenileyiciliktir. O’nun şiirlerinin bütününü ihtiva eden Çile’sine bu gözle baktığınızda da aynı şeyi görürsünüz. Aynı tecdidi şiir idraki içerisinde yaşarsınız. 1979 yılında yazdığı (bizim de o yıllarda mensubu olduğumuz ve yazı yazdığımız Akıncı Güç dergisi ve kadrosu) ve sonra İdeolocya Örgüsü’ne ekeklediği “İslamı Yenilemek” başlığı altında bu konuyu (teceddüt) bahsini özet maddeler halinde anlatır aslında. “İslâm yenilenmez. Anlayışı yenilemek gerekir. Anlayış mı? Nurun aynadaki aksi… Aynayı yenilemek… Güneş yenilenmez. Göz yenilenir. İslam, başı ve sonu olmayan ebedî yeninin ismi… Ona her an biraz daha nüfuz etmektir ki, yenilik…… Bunca zevalin ardından ancak kemal çığırı açılabilir…”Evet… yüzyıllara sâri bir zevalin ardından Üstad fikirde kemâl çığırı açmıştır.

     

    O’nun Büyük Doğu’su Allah ve Resulüne bağlılığı ifade eder.

     

    Bunu yâni idelocya ihtiyacını, yenilenme ihtiyacını, model ihtiyacını, fikir adamı ihtiyacını, vs. vs. anlayabilenler ancak Üstad’ın İdeolocyasını anlayabilir. Gene O’nun tabiriyle “Derin ve Gerçek mü’min”ler anlayabilir. İdeolocya Örgüsü; depo edilmiş, istiflenmiş bilgiler, malzemeler, malûmatlar yığını değildir. Konfeksiyon düşünceler, paketlenmiş fikirler değildir. Kendine özel terminolojisi, kavramsal düzeni (yeni deyimle) konsepti olan, çelişkisiz diyalektiği olan bir bütündür. O’nun Büyük Doğu’su Allah ve Resulû’ne bağlılığın bir büyük borcunu yerine getirebilmenin aşk derecesinde Büyük Dâvâsını, Büyük Rüyasını, Büyük Duasını, Büyük Doğrusunu ifade eder.

     

    Yanında bulunanlara ne kazandırmak istedi?

     

    “Hayatları kafeslerde geçen kültür müslümanları Necip Fazıl’ı anlayamaz !”

     

    Aslında Üstad’ın “en ulvî tecrit ve manalandırmalara en süflî teşhis ve maksatlandırmalar musallat olur!” sözü yukarıdaki cevaplarımızın içerisinde de bulunmakta. Nitekim İdeolocya Örgüsü’nde öncelikle bu eseri niçin ortaya koyduğunu izah etmesine rağmen, bugüne kadar, suyun bu yakasındaki Müslüman yazarlar, aydınlar, gazeteciler, vs. tarafından anlaşılamaması bir yana “en süflî teşhis ve maksatlandırmalar”a indirgenmiştir. Tabii burada Üstadın bu şekilde (özellikle de İdeolocya Örgüsü’nün) indirgemeci bir yaklaşımla, okunmadan, üzerinde düşünülmeden kimi yorumlara konu edilmesinden müstağniyiz. Aslında bu sığ ve kışır idraklere verilecek cevabımızın da olmaması gerekir. Buna en son örnek Hece Dergisi’nin Necip Fazıl Özel Sayısı’nda “Büyük Doğu nereden doğar? İslamcılık, Doğu-Batı sentezciliği ve Necip Fazıl” başlıklı Alev Erkilet isimli bir idrak yoksunu kadının vehimlerden ibaret marangozluk mamulû yazısıdır. Gene aynı dergideki Ömer Lekesiz ismiyle kendi lekeleriyle malûl bir lekeli yazı olan “Necip Fazıl’ın kanaat önderliği” başlıklı yazı, vs. vs. Daha bunun gibi birçok örneğe rastlayabilirsiniz. Hece Dergisi’nin briket gibi, amelelerin elinden çıktığı belli olan Necip Fazıl özel sayısına nisbetle (öyle zannediyorum) bilinçaltı komplekslerin dayatmasıyla çıkardığı Nazım Hikmet Özel Sayısı ise Nazım’ın ruhu ve düşüncesiyle örtüşen bir format ve muhtevada.. Kendi iklimini kuranlara ihanetle, kendi iklimine düşman olanlara muhabbetin nerelere kadar varabileceğinin belgeleri.. Tabii bu iklimin insanları iseler…

     

     

    Nil Gülsüm / Milat Gazetesi Nil Hanım' a teşekkürler...

     


  4. Türkiye'nin "Dünya Güzeli" seçilen ilk kadını Keriman Halis Ece Tamer 99 yaşında hayatını kaybetti.1913 yılında İstanbul'da dünyaya gelen ve 3 Temmuz 1932'deki güzellik yarışmasında birinci olan , Keriman Halis, aynı yıl 31 Temmuz tarihinde gerçekleşen ve 28 ülkeden mankenlerin katıldığı Dünya Güzellik Yarışması'nda da birinci seçilerek "Dünya Güzellik Kraliçesi" ünvanını kazanmıştı.

     

    Resmine bakılınca pek güzel olmayan Keriman Halis’in , kimler tarafından ,hangi maksatla seçildiği belli. Batının iğrenç kültür aşısını hemen kabul eden zümrede…

     

     

    • Like 1

  5. Bu günlerde sinema haberlerine baktığımda karşıma "Fetih 1453" ün fragmanı ve haberleri çıkıyor.Neredeyse ilk kez iddialı bir yerli film çekilmiş.

    Üstad ' ın tabiriyle ; Davanın en dokunaklı telkin kürsülerinden biri olan sinema ,kötü yönde kullanılırsa tek çerçevesi atom bombasından daha tehlikeli bir hale geliyor.

    Filmin yapımcı ve ekibi bu şuurda mıdır bilmiyorum ama ,İstanbul 'un fethinin şaşalı bir şekilde beyaz perdeye aktarılması insanı heyacanlandırıyor.

     

     

     

     

     

     

     

     

    20120108_fetih-1453-filminin-fragmanindan-izlenme-rekoru.jpg

    • Like 1

  6. http://www.mttb.org.tr/?p=1643

     

    Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehmet Mehdi Eker, “Elektronik haberleşme ve hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz birçok araç aslında bizi kitaplardan, kitabın kokusundan, ruhundan, zenginliğinden ve okuma alışkanlığından uzaklaştırıyor” dedi.

    Milli Türk Talebe Birliği ve Bolu Kent Konseyi Gençlik Meclisi’nce Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Necip Fazıl’ı Anlama Programı”na katılan Eker, 12 yaşında Kısakürek’i Diyarbakır’da katıldığı bir konferansta dinleme fırsatı yakaladığını söyledi.

    Lise öğrencisi olduğu dönemde Kısakürek’i Diyarbakır’a davet ettiğini belirten Eker, “Kişiliğinin teşekkülünde, fikir dünyasının görülmesinde Necip Fazıl Kısakürek’in payı ve emeği bulunan bir insan olmak benim için önemli. Böyle bir toplantıyı Milli Türk Talebe Birliğinin düzenlemiş bulunması benim için önemli. Çünkü Diyarbakır’da lise öğrencisiyken 6 arkadaşıyla birlikte Diyarbakır Milli Türk Talebe Birliğini kurmuş birisi olarak, benim için önemli” diye konuştu.

    1970′li yılların hengamesinde Türkiye üzerinde oyunlar oynandığı, gençlerin

    “sağ, sol” yapay ayrımıyla birbirine düşman edildikleri, perde gerisinden birilerinin de ellerini ovuşturdukları, askeri darbeyle sonuçlanan bir dönemde öğrencilik yaptığını anlatan Eker, o dönemde Milli Türk Talebe Birliğinin çatısı altında bulunduğuna vurgu yaptı.

    O dönemde olup bitenleri Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç gibi önemli değerlerin penceresinden süzebildiğini ve dünyayı doğru okumaya çalıştığını ifade eden Eker, şöyle devam etti:

    “Diyarbakır’ın bir köyünde elektrik yoktu, radyo yoktu, gazete de gelmiyordu ama Diyarbakır’ın bir köyüne Büyük Doğu mecmuası ulaşıyordu. Diriliş dergisi de ulaşıyordu. Bu çok önemli. Şimdilerde o dergiler pek yok ve ben çok üzülüyorum. Gerçekten çok üzülüyorum. Elektronik haberleşme, hayatımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz birçok araç, cep telefonu, televizyon, bilgisayar gibi birçok alet aslında bizi kitaplardan, kitabın kokusundan, ruhundan, zenginliğinden ve okuma alışkanlığından uzaklaştırıyor. Bu, çok hazin. İnsan kelimeyle, kelamla, edebiyatla vardır. Edebiyatı olmayanın medeniyeti olmaz. Bunların gelişmesi için de okumak lazım.”

    -”Kısakürek dava adamıydı”

    Kısakürek’in çok kitap okuduğunu kaydeden Eker, yenilgiyi bilmediği için

    “dava”, “cemiyet” ve “kavga adamı” olduğunu belirtti.

    Eker, “Zindanlarda, hapislerde, yokluklar büyük çileler çekti. Ama bunlardan daha önemlisi gençliğe her zaman çok büyük önem veriyordu. Onun vasiyeti de vardı gençlerle ilgili. Her zaman gençlerle birlikte olmayı, gençlerin dik yürümesini, mesela böyle kamburu çıkık bir genç görse çok kızar, azarlardı” şeklinde konuştu.

    Kısakürek’in Diyarbakır’da ve Ankara’daki birkaç konferansında bulunduğunu anlatan Eker, şunları kaydetti:

    “Necip Fazıl’ı Ankara’da görme imkanı da buldum. Kitaplarından, düşüncelerinden, şiirlerinden çok beslendim. Bugün Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi milletin idaresi ve desteğiyle yönetiliyor. O partinin genel başkanı ve sayın başbakanımız, onunla birçok ortamda bulunmuştur, çok şiirlerini okumuştur. Birçok kişi Necip Fazıl’dan beslenmiştir. Hepimizin üzerinde büyük emeği ve hakkı vardır. Kendisini rahmetle, minnetle ve şükranla anıyoruz.”

    Konuşmaların ardından AİBÜ Rektörü Prof. Dr. Hayri Coşkun, Eker’e çeşitli hediyeler verdi.


  7. Milli Türk Talebe Birliği Bolu Şubesi ve Bolu Kent Gençlik Konseyi Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i An(la)ma programı düzenliyecek.

    28 Aralık 2011 Çarşamba saat 12:00 - 16:00 arası Abant İzzet Baysal Üniversitesi Mavi ve pembe salonda gerçekleşecek programa :

    MEHDİ EKER (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı)

    MUSTAFA YAZGAN (Gazeteci - Yazar) - Üstadın Dava ve Aksiyon Yönü

    MUHAMMED EMİN ÖZKAN (Üstadın Avukatı) - Üstadın son yedi yılı

    SERDAR TUNCER (Şair -Yazar) - Şiirleriyle katılacaklar.

    Üstadın kitapları öğrencilere ücretsiz dağıtılacaktır bilgisi ile birlikte ,Kardelen meydanından ücretsiz sevis olacaktır.


  8. Başbakanlık'ta en yakınındaki kilit isimler 12 Haziran seçimlerinde milletvekili adayı olabilmek için istifa edince Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisi için yeni bir A takımı kurdu. Yeni ekiple birlikte Başbakan Erdoğan’ın konuşma metinlerine de kadın eli değecek.

     

    Yalçın Akdoğan'ın ayrılması ve Aydın Ünal'ın yerine getirilmesinin ardından konuşma ekibinin başına geçen Yahya Düzenli bundan böyle Başbakan Erdoğan'ın tüm konuşma metinlerinden sorumlu olacak ve geniş bir genç ekibe başkanlık edecek. Kadın üye de Düzenli'nin başkanlık ettiği bu ekibe katılacak.

    O günlerde gazetelerde yer alan haber...


  9. Cern Deneyinin ilk sonuçlarının açıklanmaya başlaması ile ilgi tekrar Cern’e döndü.

    Cern Deneyi kısaca nedir ?

    Bigbang (Büyük Patlama) teorisinin deneye çevrilmiş hali.Evrenin oluş anında neler olup bittiğini anlamak için laboratuar koşullarında yapılan çalışmalarda diyebiliriz.

    İki bin tonluk devasa mıknatıs yerin 100 metre altında 27 km uzunluğunda bir tünele yerleştirildi.Bu deneylerin sonunda higgs bozonunun varlığı kanıtlanmaya çalışılacak.Çok yüksek hızlarda çarpıştırılacak proton demetleri ile büyük patlama anındaki şartlar ,bilgisayar ağlarına aktarılacak .10 binin üzerinde bilim adamı deneyden elde edilecek birikimi çözmeye uğraşacak.

    Bu sayede bugün tanımlıyabildiğimiz parçacıkların belki de ilk zamanlarda bambaşka özelliklere sahip olduğu görülebilir,yer çekimi oluşturan ve tüm galaksiyi bir arada tutan karanlık madde kanıtlanabilir.Haliyle deneyde higgs bozonu varlığı kanıtlanmazsa bu teori çökmüş olacak.

    İslam da bilime ve tefekküre verilen önem ortada.Buna benzer deney ve araştırmaları Müslüman ülkelerin yapması ve o sonuçları mutlak hakikat çizgisinde açıklaması ne güzel olurdu.

    Üstadın dediği gibi " Kendimi ,fikirde,sanatta,şunda bunda dünyanın en büyük adamı görmek,bilmek,göstermek,bildirmek isterdim;Tek o kapının köpeğine mahsus derece belirsin diye...Sana ve senden bağlı olduğum O'na devretmek için.

    • Like 3

  10. Milli Gazetenin Cübbeli Ahmet Hoca'nın avukatları aracılığıyla ulaştığı açıklama şöyle: ''Büyük yeminler ederek tüm suçlamaları reddeden Cübbeli Ahmet Hoca; sizlerle paylaşılması için şunları dile getirdi: "Evvelden beri size bildirdiğim üzere ilmî reddiyeler yaptığım çevrelerden bu tür komplolar beklemekteydim. Hakkı söylemeseydim bunlar başıma gelmeyebilirdi. Ama Efendi Hazretleri'nin emri ile acı da olsa hakkı söylemeye devam ettim. Ve bugün bu duruma düşürüldüysem de bundan dolayı hiçbir sıkıntı çekmiyorum. Allâh'ı, Rasûl'ünü ve Meleklerini şâhit tutarım ki; ben ne Kazakistan'dan ne de Fas'tan, ne fuhuş için ne de nikâh için hiçbir kadın getirtmedim. Eğer getirttiysem Allâh'ın, Meleklerin ve bütün insanların lâneti benim üzerime olsun. Ama eğer getirtmediysem Allâh'ın, Meleklerin ve bütün insanların lâneti bana bu iftirayı düzenleyen ve beni bu duruma sevk edenlerin üzerine olsun.

     

    Şu da bilinsin ki; yanımdaki eski bâzı arkadaşların pervasızca işlemiş oldukları hataların asla benimle alâkası yoktur. Herkesin ameli kendini bağlar. Fakat burada kötü niyetli kişiler beni ilişkilendirmeye çalışmışlardır. Ne İsmailağa Cemaati'nden, ne de dışarıdan hiçbir hoca veya hoca geçinen kimseleri ne tehdit ne de şantaj yoluyla mağdur etmemişimdir. Ama beni kıskanan bâzı çevreler bu hususta bana iftira ederek Emniyet'e şikâyet edecek kadar küçülmüşlerdir. Bunların cezasını Allâh'a havâle etmekteyim. Hiçbir çete mensubu ile gayr-i meşrû, gayr-i kanûnî bir talep nedeniyle asla hiçbir görüşmem ve konuşmam olmamıştır. Bu manada hiç kimseye mektup yazmam da vaki olmamıştır. Ama herkes tarafından ilgi ile izlenen biri olmam hasebiyle, her sınıf insanın beni dinleyip etkilenmesi ve bana selam vermesinden daha doğal bir şey olamaz.

     

    Bütün bu sözlerimin doğruluğuna dair; Allâh'ı, Arş'ı taşıyan melekleri, tüm melekleri, tüm Nebî ve Rasülleri ve bu sözün ulaştığı tüm mahlûkatı şâhit tutar ve Cenâb-ı Mevlâ'dan bu şâhitliğimin âhirette bana sorulmasını niyâz ederim!"

     

    Haberde ayrıca "Cübbeli Ahmet Hoca; sabır ile herkesin merakla beklediği bu önemli açıklamasından sonra sizlere bir an evvel kavuşması için, 41 Yâsîn-i Şerîf, 16641 defa 'Yâ Latîf' ism-i şerifi ve Salât-ı Tefrîciye gibi önemli duaların okunmasını siz sevenlerinden beklemektedir" deniyor.

     

     

    • Like 3

  11. 2011 Nisan ayında yasalaşan “6222 Sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun” kapsamında bir çok idareci,futbolcu ve menejer tutuklanarak cezaevine konmuştu.

    Futbol dünyasını maddi ve manevi sarsan olay, kaostan çıkış yollarını da aramaya başladı.Futbol lobisi ,yeni bir yasa teklifi ile meclise başvurdu.Tüm partilerin ortak kararı ile yasa oldukça hafifletildi.

    Kamuoyundaki şüpheli bakışlar arasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e giden yasa , kişiye özel yasa olmaz ve adalet duygusu zayıflar gerekçesi ile veto yedi.Tekrar meclise gelen yasa hiçbir değişikliğe uğramadan Cumhurbaşkanına yollandı.Şu an Cumhurbaşkanının önünde olan yasa imzalanmadan ve resmi gazetede yayınlanmadan ilk tahliyeler gerçekleşti.

    Stotüko ,ilk defa Hükümete üstünlük sağladı diyenlerden,adalet yara almış oldu, diyenlere kadar tartışmalar alevlendi.

×
×
  • Create New...