Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Selahaddin

Sivil
  • Content Count

    230
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Selahaddin


  1. Ben bekliyordum ki sizden; işte bu esirler Türk..

     

    Türk'üz bir Türk'üz..

     

    Türkle bu din için esir oldu.. Nasıl; Türkleri yabana atayım..

     

    Yaşasın Türk..

     

    gelişme var.. ilerleme kat ediyorsunuz.. beni yanılttınız bravo..

     

    Eyvallah cancağzım, lâkin her lafa heyt dememek lazım.


  2. İSYANLI SUKÜT: ALLAH RAZI OLSUN BENDE ARIYORDUM ŞAİRLER BÖLÜMÜNDE NASIL SERDAR TUNCER OLMAZ DİYE

     

    ŞÜKÜR BULDUM, DOSTLAR SERDAR TUNCER ÇOK GÜZEL BİR İNSAN GÜZEL BİR DOST

     

    2 GÜN ÖNCE UZUN UZUN KONUŞTUK MUHABBET ETTİK SARILDIK BİRBİRİMİZE

     

    O GERÇEK ŞAİR VE ÇOK BİLGİLİ BUNU GÖRDÜM

     

    SERDAR TUNCERİ unutmayalım...

     

     

    Son Şiir Albümünden

     

    Kurbanım

     

    Yar adıyla başlayayım sözüme

    Gülsüz bağda bülbül ötmez kurbanım

    Sözü önce söyleyeyim özüme

    Yoksa kalpten kalbe gitmez kurbanım

     

    Sen senin olmazsan tüm dertler biter

    Varını yokunu mürşidine ver

    Ustanın elinde kütük ol yeter

    Teslim olan zarar etmez kurbanım

     

    Güvenme kendine ben oldum diye

    Pişenler hamım der, bir düşün niye

    Tövbe lazım ettiğimiz tövbeye

    Bir tövbeyle bu iş bitmez kurbanım

     

    İltifat beklemek kırılmak nedir

    O kapıdan kovsa sen bacadan gir

    Ha sevmiş ha dövmüş ikisi de bir

    Sevmese kaşını çatmaz kurbanım

     

    Çalış nasibini al dünyadan yana

    Ama sanma dünya yar olur sana

    Ahiret parası lazım insana

    Güneş hep batıdan batmaz kurbanım

     

    Hizmet yoksa himmet olmaz bu kesin

    Hem hizmet nimettir böyle bilesin

    Gayret et gönle gir “benimdir” desin

    Sultan kölesini atmaz kurbanım

     

    Yap dediğini yap emrine göre

    Bu iş bensiz olmaz deme boş yere

    O eli tutmuşsa insan bir kere

    Nefsini hesaba katmaz kurbanım

     

    Cahiller ağzını açınca ben der

    Ben deyip yol alan var mı hiç göster

    Eli hep güzel gör kendini hep yer

    Tezek su dibine batmaz kurbanım

     

    Günahtı sevaptı bunlar boş hesap

    Her neyi yaparsan Allah için yap

    Avamın işidir bu hesap kitap

    Aşıklar kar zarar gütmez kurbanım

     

    Dua kabul, niye sıddıkın ahı

    Ne dedi hızıra nakşibend şahı

    Hatırla idrak et anla bu rahı

    Ben sadıkım demek yetmez kurbanım

     

    Sadakat ne derse doğru demekmiş

    Onsuz doğrulara eğri demekmiş

    Sadakat sıddıkın bağrı demekmiş

    Ciğer yanar duman tütmez kurbanım

     

    Er olmak isteyen serinden geçer

    Bir saki elinden badeyi içer

    Seç deseler yarin zehrini seçer

    Ağyarın balını tatmaz kurbanım

     

    Sözün özü derdi minnet bil cana

    Yare can ver ki can yar olsun sana

    Serdar isen serini koy meydana

    Kurbanlara bıçak tutmaz kurbanım

     

    Serdar Tuncer

     

     

    Bütün hakikat bu.

    Rabbim bizi teslim olanlardan eylesin.(AMİN)


  3. Onca alimin; millet aynı dinin mensubudur lafına.. küçümsemiyorum ama; Arap adetidir dedin..

     

    Arap dilinin cilvesidir, arapdiline göre topluma da baylar diye seslenilir, siz kadınlı erkekli bir topluluğa baylar diye mi seslenirsiniz.

     

    Üstad açıkça belirtiyor konya konferansının son kısmında Türk Milleti vardır ve ebediyyen paidar olacaktır(inşaAllah-u Teala).

     

    Üstad Bediüzzaman Said Nursi hz.lerinin buyurdukları gibi:

    Bu millet İslam sancaktırıdır, ki oda millet kavramını sizin belirttiğiniz gibi algılamaz, 2'ye ayırır menfi ve müsbet, Ehl-i Sünnet çizgisine uyanı müsbettir der.

    Gene Ülkücü fikriyattan Üstad Necip Fazıl ve Osman Yüksel Serdengeçti'ye de iltifatları bilinir Yüce Zat'ın.

     

    Resulullah Efendimiz(s.a.s) buyurmuşlar ki:

    ''Kişi kavmini sevmekle suçlanamaz.''

    ve gene buyurmuşlar ki:

    ''Arab'ın Aceme, Acem'in Arab'a üstünlüğü yoktur, üstünlük ancak takva iledir, kalpleri bilen ise ancak Allah(c.c.)'dır''

     

    Bizim Milliyetçiliğimizin çizgileri bunlar çünkü Büyük Doğu İdeolocyasının belirttiği milliyetçiliğin sınırları bunlar, çünkü Üstad Necip Fazıl'ın dostu Ülkü Devi Osman Yüksle Serdengeçti'nin Milliyetçiliğinin sınırları bunlar, çünkü o mübarek Seyyid Ahmed Arvasî'nin milliyetçiliğinin sınırları bunlar.

    Biyolojik ırk olarak Türk olmayan Mübarek Abdülhakim Arvasî(k.s.) hz.lerinin ''Dünya da iki Türk varsa biri ben olurum.'' deyişi geliyor aklıma.

     

    Rabbim müslüman'ı müslümana kin güttürmesin.

     

    Ehl-i Sünnet inancından ayırmasın.

    Kendi milli değerlerini atıp batının tabir-i caiz ise piç değerlerine sarılı bırakmasın.(AMİN)


  4. Basmacı içindeki ruhu dışavurmuş ve Allah kelamını bile kullanmayıp geçmişe dönük hasreti dışavurmuştur. Bir yandan da birileri köpeksiz köy bulmuş , değneksiz dolaşıyor. Bu sitenin havlayan köpeği benim ve burada kimseye öyle langa lunga dalamaz. O uzanan elide ben ısırırım. İbniss kardeşim üstadın her kitabını okumuş , ve tarikat ahlakıyla ahlaklanmış bir pırlantadır... Diyecek sözü olanlar onu değil beni bulsun...

     

    Söylediklerinizde hiç bir antitez yok sadece tehtid sadece karalama.

    Üstad'ın ideolocyası Yüce Büyük Doğu Fikriyatı böyle bir fikir savunucusuna muhtaç değildir.


  5. Kaba softa ve Hamyobazdan Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah(c.c.)'a sığınırım.

     

    Kardeş sen neyi paylaşamıyorsun Allah için söyle?

    Üstad'ı prensiplerine(9'unada) bağlı bir mümin kardeşine boş boş alflar söylemek neden seni mesut ediyor?

     

    Ümmeti seven ve Aziz Türk Milletini iki cihanda bahtiyar görmek isteyen bir Büyük Doğu neferinden ne alıp veremeiğin var?

     

    Anlatıyoruz anlamıyorsun, söylüyoruz duymuyorsun,neden kardeş neden?

     

    Rabbimin fıtrat ettiği silmeye gayret, hepsi birer ayetimdir dediği milletleri küçük görmek neden?

    Türk'ü seven Ümmeti sevemez düsturu neden?

     

    Türkistanda ki Türk'ün derdiyle dertlenen Filsitin'i düşünemez düşüncesi neden?

     

    Çeçenya'ya, Bosna'ya giden gençler milliyeçti değil miydi?

    Ne Çeçenler ne de Boşnaklar Türk'tür nede Altaic ırktandırlar. Ama Rabbimin ipine sarılan ümmetlerdendirler.

    Ve orada cihad eden Ehl-i Sünnet'e bağlı(ne reformcu nede selefi) olan neredeyse tek grup bu ülkücü gençlerdi.

    Kardeş 80 öncesi ülkücü gençlik imanlıydı, ne Şia sapıklığa ne de Selefi görüşüne sahiptirler.

     

    Türkeş ile mi meselen?Türkeş'i sevmem.

    MHP ile mi meselen, MHP'li değilim ve CHP ile bir tutarım.

     

    Ama 80 öncesi idealist ülkücü gençliği Üstadın da dediği gibi severim.


  6. BEYANNAME

     

    M.H.P. Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in "Türk Milletine Beyannamesi"ni okudum.

    Pılı-pırtı odalarının raflarında dizili, kapağı arkasına devrik ve içi boş, hattâ süprüntü dolu teneke konserve kutuları halindeki partiler arasında, bugünden itibaren MHP, nazarımda bambaşka bir mâna ve hüviyet sahibidir. Onu, müslümanlık ve Türklüğün gerçek hakkını vermeye namzet bir topluluk olarak anıyor ve canımın içinden selâmlıyorum.Bu beyanname, tâ Cava'daki mü'minle Amerika'daki zenci müslümana kadar bütün İslâm âlemini ihtizaza getirecek ve oluş dâvasını temellendirecek kıymette tarihî bir hâdisedir. İdeal yumağımızın her lifini içinde saklayan bir tohum... İslâm âleminin Türkiye'den beklediği zuhur ve tecellinin tohumu...

     

    Türkeş beyannamesinde dört ana esası, bir binanın dört direği halinde vazetmektedir:

    1 - 1960 gece baskınının sorumluları arasında değildir.

     

    2 - Posa ve kabuk milliyetçiliğinden uzak ve ruhî muhtevâya tâbi mânada milliyetçidir.

     

    3- Başını dayadığı tek ruhî muhtevâ, yine tek kelimeyle ve bütün ölçüleriyle İSLÂM'dır.

     

    4 - Son 150 yıllık taklit devremizin bütün sahtekârlıklarını tezgâhlayacak ve gerçek oluşu billûrlaştıracak bir tarih (revizyon)una taliptir.

     

    Ne Mebus, ne Senatör, ne Bakan, ne şu, ne bu !.. Allah'ın bana biçtiği manevî makam ve memuriyeti bunlardan hiçbiri tercüme edemez. Bu bakımdan en canhıraş ihlâs ve hasbîlik kürsüsünden haykırıyorum: 40 yıllık mücadele ve yepyeni bir gençlik inşası hayatımda, bugün, bu beyannameden, bu beyannamenin sahibine ve partisine taktığı şeref ve mesuliyet bâzubendinden sonra, artık, emin olmaya yakın bir ümid nefesi alabilirim.150 yıldır hergün biraz daha artıcı bir hasretle kurtarıcısını bekleyen Türk Milletine "beklediğin geliyor!" müjdesini vermenin ilk ümid günü bu tarihî ândır.

     

    "Emin olmaya yakın ümid" ışığının çaktığını gördüğüme ve bu ışığı nice defa hayâl edip de karanlıklara düştüğüme göre, bundan böyle yeni inkisarlara tahammülü kalmıyan yanık yüreğimi, dâva yolunda en küçük istikamet hatasına razı olmaz bir hassasiyetle bu beyannamenin halkaladığı sıcak avuçlara bırakıyor ve 40 yıllık emeğimin semeresini bu çevrenin aksiyoncu ruhundan bekliyor ve istiyorum!

     

    İçi alev alev müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle, yeni Türk neslinin maya çanağı olmak ehliyeti hangi topluluktaysa ben oradayım.

    Allah'ın inayeti ve Resûlünün ruhaniyeti bu yoldakilerin üzerinde olsun!..

     

    Necip FAZIL


  7. ÜLKÜCÜYE 9 ÖĞÜT

     

     

     

     

    -I- Meydan yerinden çekil ve küçük mukabelelerin hâsılatından kâr bekleme!..

     

     

     

     

    -II- 10.000 mangalık bir ordu kuvvetinde olan sen,münferit,müstakil,başıboş manga hareketleriyle bir netice alabileceğini umma ve kanun idaresinde merkezi kumandaya bağlı ordu hareketine geçeceğin günü bekle!

     

     

     

     

    -III- Kızıl mihraklardan emir alarak gizli bir ordu plan ve disiplini içinde hareket eden düşmanını ancak açıkça ordulaşacağın zaman tepeleyebileceğini, bu olmadıkça onların taarruz davranışlarını kızıştırmaktan başka bir iş yapamayacağını bil; ve hükümete düşen bu vazifeyi milli irade yoluyla hükümet olacağın devreye sakla!

     

     

     

     

    -IV- Saldırılara katiyen karşılık verme her defasında millete kanlı gömleğinle görün!

     

     

     

     

    -V- Onun taarruzuna yol açan, sana gelince de müdafaa izni vermeyen bir hava içinde ya bütün ölçüleri çatlatmak veya durduğun yerde patlatmaktan gayri ne yapabilirsin?..Ne o,ne öbürü!.. Hararet,gayret,hamle ve intikam hissini kaybetmeksizin sabırla İlahi cilveyi bekle!

     

     

     

     

    -VI- Evine baskın verildiği,şakağına silah çevrildiği,sokakta yolunun kesildiği an dışında hiçbir davranışa geçme!Manevi kışlana kapan,iç ve dış şartlarını planla, mutlaka bir fikir ve kumanda merkezinde toplan!

     

     

     

     

    -VII- Bu şartlar altında sana ermişlik gibi bir ruh düştüğünü; ve bu memleketi kökünden koparmak isteyen Allah ve Resul düşmanlarının gayelerine tek engel olarak seni seçtiklerini gör, bu şerefin dünya ve ahirette sana yeteceğini takdir et, iftihar et!

     

     

     

     

    -VIII- Söyleyebildiğim ve söyleyemediğim üzerine kafa patlat!

     

     

     

     

    -IX- Düşün, taşın, anla, kolla!..


  8. Ülkücü'ye Kaside

     

    Sen;

     

    Allahsız'ın nefret,

     

    Namussuz'un dehşet,

     

    Yüreksiz'in heybet,

     

    Başıboş'un mihnet,

     

    Devrimbaz'ın zulmet,

     

    Eyyamcı'nın şirret,

     

    İnmeli'nin sıklet,

     

    Anarşişt'in devlet,

     

    Komunist'in illet

     

    Sandığı ve tanıdığı sen, bütün bu menfilerin topyekün ve müşterek düşmanı olduğuna göre, acaba nasıl bir "Müsbet" belirtmekte veya belirtme yolunda ilerlemeye davetli bulunmaktasın?..

     

    Bunca hıyanet tipinin bir arada düşmanı olabilmen riyazi bir katiyetle ispat eder ki, sen sanıldığın ve tanındığın gibi olmak, böyle bir sanılma ve tanınmanın kıymetini gerçekleştirmek borcundasın!

     

    Sanıldığın ve tanındığın gibi ol!

     

    Allah seni düşmanlarınca sanıldığın ve tanındığın üzere yetiştirsin!..

     

     

     

    "Allahsızın, vatansızın, namussuzun, yüreksizin, başıboşun, devrimbazın, inmelinin, anarşistin, komunistin gözünde ben buyum!" demekten üstün bir hüviyet ve hak tespitin olamaz!

     

    Tez'ini kötülerin (antitez)'inden devşirmek nasibi ne büyük talih!...

     

    Allah'a hamdet!...

     

    Necip Fazıl Kısakürek


  9. Üstad'tan Millet ve Milliyetçilik:

     

    İdeolocya Örgüsü syf 234. (Millet) syf.398 (Milliyetçilik)

     

     

    kafana göre tanım yapıp üstad böyle düşünüyooooo diye bağıracağına oku da öğren!

     

    MHP' liye Hitap

     

     

    Sevgili gönüldaş!

     

     

     

     

    Seni çok büyük,yüklü bir borç altında görüyorum. Sen, leke sabunu tarifecisi partiler geleneğinden basit bir halka olamazsın! malum dışarıdan ithal malı (bonmarşe) eşyası modeller yerine kendi aslına talip, içten bir kaynayışın billurlaşması olmak borcundasın!.. Bu bir!

     

     

     

     

    Sana Türkçü ve kafatasçı gözüyle bakıyorlar. Onlara sen İslama girdikten ve onlar eridikten sonraki Türk'ün Türkçüsü ve kafacısı olduğunu göstemek borcundasın! Bu iki!

     

     

     

     

    Sana fikirsiz ve çilesiz bini bir paraya, pis zamklı pulları daha pis ağızlarında ıslatıp (faşist) damgasını vuranlar var!.. Böylelerine ruh ve fikir şerraresiyle patlayan gücün ne olduğunu bilip öyle haykırmak borcundasın: " Eğer sevgilisine kavuşmak için dağı delen ferhad faşist ise ben ondan da faşistim!.. Bu üç!

     

     

     

     

    Herbirinin kellesi tek tek giden ve tek tek avlanan 1950 kurbanının sahibi sen, zalim misin mazlum musun? O türlü mazlumsun ki hükümetin, Arenadaki Roma İmparatorları gibi zevkle şehvetle seyirci kaldığı milli katliam karşısında onun yapmadığını üstlenmek zoruna düşerken, bir de yine onun hısmına ve takibine uğramak gibi destansı bir direnişi temsil etmektesin! Bu şuuru gönlünde tutmak borcundasın!.. Bu dört!

     

     

     

     

    Göğsü demokrasi rozetli, anlı halkçılık damgalı ama yüreği kelepçeli ve ağzı afyon tıkaçlı, dininden diline kadar prangalı üstelik prangasında " egemenlik ulusundur!" yazılı bir Türk Milleti var! Sen bu milletin ta kendisi ve öz davacısı olduğunu kafalara dank ettirmek borcundasın! Hürriyetin bir yalanı birde doğrusu olduğunu birinin eşek öbürünün de insan hürriyeti olğunu abideleştirmek... Bu beş!

     

     

     

     

    Tanzimattan beri gelen bütün yakıştırma ve yapıştırma oluşların ve masonluk, yahudilik,dönmelik kuklaları düzmece kahramanların karşısında olduğunu ve yepyeni bir zaman ve tarih ölçüsüyle yola çıktığını mahyalaştırmak borcundasın!.. Bu Altı!

     

     

     

     

    Devirmenin değil dikmenin dikeceği şey için devirmenin gerçek devrimcisi olmak borcundasın!.. Bu yedi!

     

     

     

     

    Allah ve resulune mutlak teslimiyet bayrağı altında yeni Türk'ün topyekün insanlığa nasıl bir model hazırladığını heykelleştirmek borcundasın!.. Bu sekiz!

     

     

     

     

    Saflarındaki sıklığı, tıkızlığı tüm ve son ifadeyi her türlü itiş ve kakıştan uzak aşk veiman nizamını yüzüğün ana taşları etrafında ki pırlantalar halkasına kadar her ferde yerini gösterici disiplin mimarisi ve ve.. Ve hakimiyeti bir mevhum olan halkta göstermek dolandırıcılığı yerine mutlak olan hakta göstermek sahiciliğini yarın zafer taklarında ışıldatmak borcundasın!.. Buda dokuz!

     

     

     

     

    Sevgili Gönüldaş!

     

     

     

     

    Bu dokuz maddeli ağacın, 99'uncu, 999'uncu, 9999 uncu daha nice dalları var..." Hiç bir nefse gücünden fazlasını yüklemem" buyuran Allah, Azze ve Celle. senin omuzlarına bindirdiği yükün taşıma gücünü de verendir. Almaya istekli ol ki, versin!

     

     

     

     

    Allahın selamı, Türk'ün istikbalini kurtaracaklar üzerine olsun!

     

     

     

     

    Necip Fazıl Kısakürek


  10. ibniss yazımı bir daha oku!

    Üstad diyor dedim.

    Üstad'ın hayranıysan boyun eğeceksin yoksa, gideceksin.

    Bak Arap gibi düşünüyorsun(küçümseme değil Arapalrda millet din için kavim ulus için kullanılır Türkçe farklı bir dil kimliksiz milli olmayan(piç olan) kişiler nalamaz tabi), hiç kitap okumadığın belli bir Sakarya Türküsü okuyup gelmeyle olmaz bu işler.

     

     

    İdeolocya Örgüsünü aç oku sonra sen beni çağar söz evine kadar gelceğim muhabbet edeceğiz ama önce bir ideolocya örgüsünü oku!


  11. Karşı karşıya getirmek mi? Ayol bu düpedüz iftira...

     

    Şunu belirtmek istedik.. Kavmiyetçiliği; İslam emri olan ümmetçiliğin önüne geçirenlerin vay haline...

     

    Yoksa, Türkçülük gibi ıvır zıvır takımından ideolacyalar; asla İslam'ın olmadığı kalpteki boşluğu dolduramaz.. Bunda hemfikiriz zannımca..

     

    İslam'ın olmadığı derken; hayatın her safhasına şeriat emri ile bakmayan kalpleri kastettik. 

     

    Bir Mümin'in tek çıkar yolu; ideolcya olarak; İslam aksiyonudur..

     

    vesselam

     

    Üstad hakkında hiç bir şey bilmediğin belli.

    Üstad'a Türkçülük ıvır zıvır desen seni tükrüğüyle dobardı bize şöyle seslenmişti:

    ''Sana Türkçü ve kafatasçı gözüyle bakıyorlar. Onlara sen İslama girdikten ve onlar eridikten sonraki Türk'ün Türkçüsü ve kafacısı olduğunu göstemek borcundasın! Bu iki!''

     

    Biz buna tabiyiz.

    Ha sonra algılıyamıyorum Üstad Milliyetçi iken neden hep milliyet düşmanı zihniyet bu sitede!

     

    Üstad milli olmayan her türlü düşünceyi açıkça eleştiriyor.

    Ülkücülere kaside yazıyor, ülkücü harekete ait Ortadoğu gaztaesinde yazarlık yapıyor, MHP kongresinde konuşma yapıyor, 9 Temel Kaidesinin içine Milliyetçiliği koyuyor ama bu siteye girenler milliyetçi düşmanı.

     

    Efendi efendi önce üstad'ı öğren sonra gel!!!


  12. IRKÇILIK BATI SÖMÜRGECİLİĞİNİN ÜRÜNÜDÜR

    Rasim ÖZDENÖREN • 45. Sayı / KAPAKTAKİLER

     

     

    Bir insan ve bir yazar olarak katı ve kesin hükümlerle bir meseleye yaklaşmaktan elimden geldiğince kaçınmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Buna rağmen bu yazının başlığı için kullandığım cümlede ortaya çıkan anlamın kesinliğini yumuşatabilecek bir başka ifade şekli bulmayı ve bu kesin cümleyi onunla değiştirmeyi düşünmüyorum. Çünkü Batı Medeniyeti’nin ırkçı olduğuna dair bir genellemenin doğru, kesin ve değiştirtmesi elimizde olmayan bir vakıâ olduğunu kabul ediyorum. Aslında bu yazıya İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee’nin şu cümleleriyle başlamak belki de daha çarpıcı olabilirdi. Adı geçen tarihçi 1948 yılında yayınlanan bir kitabında şunları söylüyordu:

     

    “... Diğer bazı konularda İngilizce konuşan insanların başarıları üzerinde düşünmek gerekirse de, ırkçılık konusunda tam anlamıyla felâket habercileri oldukları zor inkâr edilir. Yeni Dünya’da yerleşen İngilizce konuşan uluslar, oradakilerle kaynaşamadılar. Orada bulunan ilkel kabileleri hemen hemen temizlediler. /... İngilizce konuşan insanların başarısı, insanlığı bir ırk sorunuyla karşı karşıya bıraktı. /... Irkçılık taraftarları ufukta görünmeye başladığında ve eğer bunların ‘ırk sorunu’na karşı tavırları etkili de olursa, bu, genel bir felâketin habercisi olabilir. /... Kabul edildiği takdirde İslamî ruh, bu hastalıkları (ırkçılık ve alkol), yüce bir ahlâk ve toplumsal değerle yok edecek kadar kuvvetlidir. /... İslam ruhunun barışı seven, toleranslı ve ırkçılığa karşı olan kişilerin yararına bir takviye olabileceği akla uygun geliyor”. (Medeniyet Yargılanıyor, Yeryüzü Yayınları sayfa 195-196, İst. 1980)

     

    Amerikalı kara derili Müslüman Malcolm X’in (Malik el-Şahbaz) Toynbee’nin bu yazısını okuduğunu sanmam. O, kendi hayat tecrübesini konuşturuyor. 1964 yılında Mekke’ye yaptığı hac ziyaretinde gördüğü manzara onu “dehşete düşürmüştü”. Sarışınların en sarışınıyla, beyazların en beyazıyla aynı sofraya oturmaları, dirseklerinin birbirine teması ve aynı sofrada, aynı kaptan beraberce yemek yemeleri bu Amerikalı kara derili insana inanılmaz bir olay olarak görünmüştü. O coşkuyla New York’taki arkadaşına yazdığı mektupta Amerika’da beyaz ırkçılığa karşı kendilerinin de İslam’ı paravan olarak kullanıp siyah ırkçılık yaptıklarını, fakat Mekke’de gördüğü İslamî yaşantının ona İslam’ın ırkçılığa karşı olduğunu gösterdiğini, kendilerinin de İslam’ın hakîkatine dönmelerinin gerektiğini, üstelik bu dini sadece zencilere mahsusmuş gibi görmekten vazgeçmelerini, bilakis onu aynı zamanda beyaz insanlar arasında da yaymaya çalışmalarını, çünkü ancak bu suretle Amerika’da ve tüm yeryüzünde ırkçılık kanseriyle başa çıkabileceklerini yazıyordu. Nitekim ülkesine döndüğünde hareketin lideri olan Elijah Muhammed’e de aynı düşüncelerinden bahsetmiş, fakat ondan aldığı menfî cevap üzerine o hareketten ayrılmış, kendisi yeni bir hareketi başlatmanın arifesindeyken, faili hâlâ meçhul kalan bir suikastla şehit edilmiştir.

     

    Malcolm X, aynı mektubunda Amerika’da ırkçılık felaketinin vukuunun yakın olduğunu da belirtiyordu. ABD’de zaman zaman patlak veren ırkçılık olayları beyazların tahrik ettiği kışkırtmaların tezahürü olarak değerlendirilmeli ve bu olayların arkasında yatan zihniyetin aslında bütün Batı Uygarlığı’nı temsil edebilecek bir karakter taşıdığı kabul edilmelidir. Irkçılık, Batılı insanın sömürgeciliğini sömürge ahâlisine meşrû gösterebilmesinin aracı olarak kullanılmıştır. Batılı insan, sömürmek üzere girdiği ülkeleri gönül huzuruyla ve vicdan rahatlığıyla sömürebilmek için kendisinin üstün olduğuna evleviyetle kendini, sonra da sömürdüğü insanı inandırmıştır. Irkçılığın ilmini yapmıştır. Kendisini uygar (medenî) görürken, ortaya koyduğu uygarlığı hâsıl edebilecek üstün vasıfların kendi fıtratında içkin olduğunu kabul etmiş, aynı kabulün neticesinde sömürdüğü insanlara da “ilkel” veya “vahşi”, hatta kara derili olanlara pervasızca “yamyam” diyebilmiştir.

     

    İslam ülkesinde de ırkçılığın tohumlarını başta İngilizler olmak üzere, Batılı ülkeler atmıştır. Irkçılık güdüsünün gayr-i müslim tebaa üzerinde etkili olabilmesini her şeye rağmen izah edilebilir bir olay olarak görüyorum da, aynı güdünün Müslümanlar arasında nasıl olup da revaç bulabildiğini izahta güçlük çekiyorum.

     

    Burada, bana, tarihî olayların seyrinden bahsetmeyiniz. Bu seyir, Müslümanlar arasında ırkçılık belasının nasıl yayılabildiğini anlamada, daha doğrusu onu mantıkî bir çerçeveye yerleştirmede yardımcı olabilir, ama olayın künhüne nüfuz etmekte yetersiz kalır. Ben bu olayın izahını, bazıları küçümseseler hatta bir totoloji (tautology) saysalar da, Müslümanların dinî duygularının zayıflamasıyla yorumlamaya yatkın duruyorum.

     

    Şayet bu sebep üzerinde anlaşmaya varabilirsek, Türkiye’de ve bütün bir yeryüzünde yayılmakta olan ırkçılık kanserinin çaresini bulmakta güçlük çekmeyiz. İnsanların kalplerini hakîkate açmasının veya kalplerini hakîkate açık tutmasının kolay olmadığını, bunu yapabilmenin bazen insandan gayret istediğini biliyorum; fakat gelecek olan felaketin omuzlarımıza yükleyeceği külfet yanında şimdi göstermemiz gereken çabanın küçük kalacağını düşünerek, fakat her şeyden daha önemlisi hakîkatten yana tavır koymanın bizim insanlık haysiyetimizin bir gereği olduğu hususundaki bilincimizi muhafaza ederek, şimdi ve her zaman, kalbimizi hakikate açık tutalım, diyorum.

     

    -MOSTAR DERGİSİ-


  13. TARİHİN HESAPLAŞMA YERİ KAFKASYA

     

    Fatih GÜLDAL • 45. Sayı / DOSYA YAZILARI

     

     

     

    Kafkas kelimesinin çoğu mitolojik öğeler içeren farklı anlamları vardır. Birbirinden farklı açıklamaları da göz önünde bulundurduğumuzda kabul edilebilecek en genel geçer açıklama Kafkas coğrafi adının “dağ” mânâsına gelen “kaf” ve kavim adı olan “Qaz” (Qas, Haz) kelimelerinden meydana gelmiş, “Qas” ya da “Qaz” kavminin yaşadığı, yerleştiği dağ anlamına geldiğidir.

     

    Kafkasya, tarih boyunca bir sınır bölgesi olarak kabul edilmiştir. Azak Denizi’ndeki Taman Yarımadası’ndan Hazar Denizi kıyılarındaki Apsheron Yarımadası’na kadar uzanan Kafkas Anasıra Dağları, Himalaya sisteminin batı kanadı olarak, Ermenistan ve İran dağlarını içine alan Ortadoğu dağ bölgesinin tabii sınırıdır. Arapların “Mavera-i Kafkasya”, Avrupalıların “Transkafkasya” ve Rusların “Zakafkasya” olarak bahsettikleri bölge, siyasî ve coğrafî bakımdan genel olarak “Sirkafkasiyen (Circaucaie)” ve “Transkafkasya (Transcaucasie)” diye iki bölgeye ayrılır. Kafkasya’nın doğu kısmı Asya, batı kısmı ise Avrupa kıtası içerisinde değerlendirilmektedir. Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan Güney Kafkasya’da yer alırken, Rusya Federasyonu’na bağlı Dağıstan, Kalmuk, Karaçay-Çerkez, Kabarda-Balkar, İnguş, Kuzey Osetya, Çeçenistan Kuzey Kafkasya’da bulunmaktadır. 25 milyona yakın bir nüfusa sahip olan Kafkasya, etnik olarak çok karmaşık bir yapı arz eder. Elliye yakın birbirinden farklı halk topluluğu, bölgenin çoğu zaman karmaşık ve birlikten yoksun bir durumda olmasına neden olmuştur. Coğrafî konum itibariyle merkezî bir noktada, geçiş yoları üzerinde olması bölgeden çok farklı kültürlere sahip birçok insanın geçiş yapmasına, bunlardan bir kısmının da buraya yerleşmesine sebebiyet vermiştir. Özellikle Gürcüler, Türkler, Ermeniler, Osetler, Çerkezler, Abhazlar bölgenin en kalabalık halklarıdır. Bölgenin tüm farklılıklarına rağmen konuyla ilgilenen araştırmacılar bu coğrafyada yaşayan insanları ilmî bazı zorunluluklardan dolayı tasnif etme gereği hissetmişlerdir. Birbirlerinden farklı özellikler gösteren bu tasnifler içerisinde bölgeyi nüfus açısından üçe ayıran inceleme dikkat çekicidir. Buna göre Kafkaslarda yaşayan insanlar, Türk kökenliler, Hıristiyan milletler ve Müslüman olan, ancak aynı dine mensubiyet ile uzun yıllardır birlikte yaşamanın verdiği yakınlaşma dolayısıyla Türkleşme eğilimi gösteren Kafkas kavimleri olarak tasnif edilebilir. Irkların farklılığının yanında dillerin çeşitliliği de ilgi çekicidir. Bazı araştırmacılar Kafkasya’da otuz yedi dilin varlığından bahsetmişlerdir. Bununla birlikte bu çeşitliliği üç dil ailesi etrafında toplayarak daha kolay inceleyebiliriz. Ruslar, Ukraynalılar, Ermeniler, Osetler, Kürtler ve Yahudiler Hint-Avrupa dil ailesine mensupken, Altay dil grubuna Azeriler, Kumuklar, Nogaylar, Karaçaylar, Tatarlar ve Kafkas Türkmenleri girmektedir. Abhaz-Adige ve Dağıstanlılarda da Kafkas dilleri içerisinde değerlendirilirler. İslam coğrafyacıları bölgeye bu yoğunluktan dolayı Cebelülelsine yani diller dağı demişlerdir. İslam öncesi Kafkasya’nın tarihine baktığımızda Sâsânilerin Romalılarla uzun süren ve genel olarak başarıyla neticelenen mücadelelerine şahit oluruz. İsa’dan önce IV. yüzyılda İskender’in İran seferi Kafkasya’da herhangi bir değişikliğe yol açmamıştır. Sâsânilerin I. Hüsrev zamanında Gürcü krallığını yıkmalarına rağmen Ermenilerin de bu dini kabul etmesiyle Hıristiyanlık bölgede yayılmıştır. Müslüman Arapların bölgedeki fetihleri Hz. Ömer zamanında başlamış ve VII. yüzyılda genel olarak bölge Müslümanların kontrolüne girmiştir. Ancak bölge halklarının hâkimiyet altına alınması hiç de kolay olmamıştır. Aslen Türk olan Hazarlar Müslümanların ilerleyişini bir müddet durdurmuş olsa da özellikle Abbasiler döneminde bölge tekrar Arapların kontrolüne geçmiştir. Ancak IX. yüzyılda Abbasilerin bölgedeki etkisi zayıflamaya ve Kafkasya’da küçük mahallî idarelerin kurulmaya başladığı görülmektedir. Türklerin bölgeye gelişleri M.Ö VII. yüzyıldaki Saka akınlarıyla başlatılır. Daha sonraları Hunlar, Bulgarlar, Hazarlar, Ağaçerilerin Kafkasya’ya yerleştiklerini görmekteyiz. Bununla birlikte kitlesel olarak ve bölge tarihini derinden etkileyen akınlar Selçuklular zamanında gerçekleşmiştir. Özellikle Anadolu’ya yapılan akınlarda Kafkaslar her zaman bir üs ve geri çekilme noktası olarak kullanılmıştır. Sultan Alparslan bölgenin etkin gücü Gürcüler üzerine 1064 ve 1067 yıllarında iki sefer yapmış ve Gürcü kralı hâkimiyet altına alınırken Transkafkasya tamamen Türk egemenliğine girmiştir. Böylece Bizans’ın Doğu Anadolu ve Karadeniz ile bağı kesilme noktasına gelmiştir. O yıllarda bölgeye yerleşen Oğuz ve Kıpçak Türkleri bugünkü Azerbaycan Türklerinin atalarıdır. XIII. yy’da Kafkasya Moğol saldırılarına maruz kaldı. İlerleyen yıllarda Cengiz devletinden neşet eden İlhanlılar ve Altın Orda devleti bölgede hâkimiyet mücadelesi verdiler. Moğol orduları Gürcistan’ı yağma ederek harabeye çevirirken XIV. yüzyılda bölge aktörleri arasına Timur da girdi. Moğol bakiyeleri ile mücadele eden Timur önemli başarılar kazandı. Bundan sonra Kafkasya toprakları Osmanlı Devleti ile Safeviler arasında yapılan mücadelelerin de merkezi oldu. Şah İsmail ile siyasî birliğini tam anlamıyla sağlayarak bölgenin en güçlü devletlerinden biri hâline gelen Safeviler, Güney Kafkasya’yı büyük oranda ele geçirdiler. Safevilerin, Osmanlı Devleti’nin büyük sıkıntılar ile gerçekleştirdikleri Anadolu’daki siyasî birliği bozmak gibi olumsuz sonuçlar doğuracak eylemler içerisine girmeleri bu iki gücü Kafkasya’da karşı karşıya getirdi. Kanunî Sultan Süleyman ve IV. Murad bizzat ordularının başında Kafkasya’ya sefere çıktılar. XVI. yy’ın sonlarında Osmanlı Devleti bölgede hâkimiyeti sağlayarak Hazar’a kadar çıksa da umumiyetle bölgenin doğusu Safevilerde batı yarısı ise Osmanlılar’da kalmıştır. Safeviler ile Osmanlılar’ın yoğun ve belki de çoğunlukla kazananı belli olamayan savaşları sürerken Kafkasya’da yeni ve etkisini günümüzde de devam ettiren bir güç olarak Rusya ortaya çıktı. İlk çatışmalarda Osmanlı Devleti başarılı olsa da Rusya’nın ilerleyişi durdurulamadı. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğinde Rusya Kafkasya’nın güneyini ve Hazar’ın kıyısındaki bazı eyaletleri ele geçirdi. İran’ın içerisinde bulunduğu karışık durumları da değerlendiren Rusya hareket alanını genişletti ve Küçük Kaynarca (1774), Gülistan (1813), Türkmençay (1828), Berlin (1878) anlaşmalarıyla Batum hariç Osmanlı ve İran Kafkasyası’nın tamamını ele geçirerek aşağı yukarı bugünkü sınırlarını oluşturdu. Bu süreç içerisinde Rusya’nın bölge halkına yaptığı eziyet ve Ruslaştırma politikaları bölgede yaşayan Türk ve Müslüman unsurları harekete geçirerek Kafkasya’nın en büyük direnişlerinden biri olan Şeyh Şamil’in kıyamına sebep oldu. Halidiyye tarikatına mensup bu direnişçiler yirmi beş yıldan fazla Ruslara direnerek bölgede yaşamaya çalışmışlarsa da sonuçta yenilerek bölgeyi terk ederek Osmanlı’ya sığınmışlardır. Sultan II. Abdülhamid’in İslamcılık politikaları gereği kuzeyden akan binlerce mülteciye her türlü kolaylık sağlanmış ve bütçeden ciddi bir pay onların iskânına ayrılmıştır. Hatta yardım miktarı arttırabilmek için Karaköy Köprüsü’nün rüsum geliri iki katına çıkarılarak bu paralar mültecilerin ihtiyaçlarına tahsis edilmiştir. Bu sırada Kafkaslar 1917 İhtilâli’ne kadar bazı küçük değişikliklerle Rus Çarı’na bağlı olarak “Bütün Kafkasya Çar naibi” unvanıyla genel bir valiliğe bağlanır. Bolşevik İhtilali’yle birlikte Rusya’da yaşan milletlere kendi devletlerini kurma hakkı tanınsa da kurulan Azerbaycan, Gürcistan, Dağıstan, Ermenistan Cumhuriyetleri kısa bir süre sonra Rusya tarafından işgal edilerek 1920 yılında bu bölgelerin Sovyetleştirme çalışmalarına başlanmıştır. Rusya kendisine sadık mahallî idareciler yönetiminde sosyalist cumhuriyetler kurarak bölgenin idari yapısıyla defalarca oynamış bazı bölgelere muhtar, yarı muhtar özellikler vererek etkinliğini sağlamaya çalışmıştır. Dikkat çeken nokta ise Rusya’nın Kuzey Kafkasya’da Karçay ile Balkarlar gibi aynı dili kullanan, birbirlerine çok yakın toplulukları dil ve soyca kendilerine yabancı olan muhtar cumhuriyetlerle birleştirmiş olmalarıdır. Genele teşmil edebileceğimiz bu uygulama Rusların Kafkasya’yı bölge halklarını birbirlerinden uzaklaştırarak daha kolay idare etme siyaseti olarak değerlendirilebilir. SSCB’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) “şeffaflık” ve “yeniden yapılanma” politikası gereği 1991 yılında dağılma sürecine girmesiyle birlikte birçok Sovyet Cumhuriyeti gibi Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan da bağımsızlıklarını îlan ettiler. Aynı yıl içerisinde Çeçen-İnguş Cumhuriyeti de bağımsızlığını îlan ettiyse de Rus saldırıları üzerine İnguşlar bu taleplerinden vazgeçtiler. Fakat Çeçenler direniş kararı alarak çok uzun ve kanlı bir süreç içerisinde Rus ordularıyla savaştılar. Rusya Federasyonu SSCB’nin dağılmasıyla eski etkinliğini devam ettirmek için BDT’yi (Bağımsız Devletler Topluluğu) kurmuştur. Başta Azerbaycan olmak üzere Gürcistan ve diğer bazı devletler birliğe katılmamakta direnmişlerse de artan Rus baskıları neticesinde daha fazla dayanamamışlardır. Ancak birliği etkisizleştirmek maksadıyla birçok girişimde bulunarak bunu da kısmen başarmışlardır. Rusya bu bölgeleri kontrol altında tutmaya ve istikrarsızlaştırmaya çabalamış, bugün de gördüğümüz gibi bazı eylemler içerisine girmiştir. Gürcistan içerisindeki Osetya, Abhazya gibi bölgelerin ayrılıkçı olarak değerlendirilen çalışmalarına destek vererek coğrafya üzerindeki etkinliğini devam ettirmeye çalışmıştır.

     

    Bugün Kafkasya, Amerika ile Rusya arasındaki mücadele sahalarının en önemlisidir. Amerika’nın desteğiyle Kırgızistan, Ukrayna, Gürcistan gibi ülkelerde gerçekleşen turuncu devrimler, NATO’nun yayılma çabaları, füze kalkanı projesinin Doğu Avrupa’da uygulanma teşebbüsleri, Kosova’nın bağımsızlığının tanınması gibi olayların Rusya tarafından bir meydan okuma olarak algılandığı biliniyordu. Tekrar küresel aktör olma yolunda çalışmalar yapan Rusya’nın bu gelişmeler karşısında verdiği tepki ABD ve AB ile yakın ilişki içerisinde olan Gürcistan üzerinden oldu. Gürcistan’ın bağımsızlığından beri kendi toprakları içerisinde olmasına rağmen tam olarak hiçbir zaman kontrolüne alamadığı özerk Güney Osetya bölgesi bağımsızlığını îlan ederek Gürcistan’dan ayılmak istediğini 1993 ve 2001 yıllarında bildirmiş, fakat Gürcü Hükümeti bunu kabul etmemişti. Son olarak Kosova’nın bağımsızlığının kendileri için bir örnek teşkil ettiğin açıklayan Osetler bağımsızlıklarını tekrar ilan ettiler ve başta ABD ve AB olmak üzere dünya devletlerinden bu kararlarının tanınmasını istediler. Yetmiş bin nüfuslu bölgenin yaklaşık elli binini oluşturan Osetler ve diğer Rus halkları zaten Rus pasaportu taşıyor ve diğer özerk bir bölge olan Abhazlar gibi Gürcistan’ın egemenliğini tanımıyorlardı. Gürcistan’ın genç ve hırslı Devlet Başkanı Saakaşvili, iktidarını güçlendirmek ve Abhazya ile Güney Osetya’yı yeniden Gürcistan’ın bir parçası hâline getirerek NATO ile AB kapılarını açabilmek için bu iki bölgeye karşı güç kullanma düşüncesi içerisinde idi. Nitekim “Anayasal düzeni yeniden tesis etmek” gerekçesiyle 8 Ağustos sabahı fiilen bağımsız olan Güney Osetya’ya saldıran Gürcü birlikleri kısa sürede başkent Tskhinvali’yi yerle bir ettiler. Rusya, koruması altında bulunan bölgeye derhal asker göndererek başta Güney Osetya olmak üzere Gürcistan topraklarını işgal ederek ABD’ye bölge üzerindeki etkisinin derecesini olduğunu gösterdi. Beklediği desteği ABD ve AB’den alamayan Gürcistan, diplomatik bir yalnızlık içerisinde kaldı. AB içerisinde Rusya’ya enerji konusunda bağımlı olan ülkeler ile dünyaya demokrasi dağıtmak (!) ile uğraştığı için kendisine şu an için yeni bir cephe açmak istemeyen ABD’nin tavrı ileride ne olacak bilemiyoruz. Özellikle Fransa’nın arabuluculuğu ile Rusya Gürcistan’da güvenli bölgede bulundurduğu askerlerini çekmeye başlamış olsa da Kafkasya’da yakın dönemlerde yeni sorunlar çıkacağını kestirmek zor değil. Zira bölgenin hem AB hem de NATO ile sınır komşusu olunmasıyla yeni bir döneme girdiği söylenebilir. Fakat şurası bir gerçek ki birçok özerk cumhuriyet ve bölgeden oluşan Kafkasya’da istikrarın sağlanması her geçen gün zorlaşacaktır.

     

    -MOSTAR DERGİSİ-


  14. Türk-İslam Ülküsünü Yoğuranlar

     

     

    Türk milletinin tefekkürüne en az bin yıldan beri İslam dini biçim vermektedir. Kurduğumuz muhteşem kitaplıklar incelendiğinde görülecektir ki ilim ve fikir adamlarımızca insanoğlunun meydana getirdiği her türlü kültür ve medeniyet ürünleri atalarımızca incelenmiş araştırılmış aşağı yukarı bütün din ve inançlar süzgeçten geçirilmiş ve islamiyet tam bir şuur ve yüksek bir irade ile tercih edilmiştir. Böylece vahyin aydınlığına ulaşan Türk'ün akıl ve idraki İmam-ı Buhari'leri

    İmam-ı Gazali'leri Mevlana Celaleddin'leri Yunus Emre'leri büyük mantıkçı ve şeyhülislam Mollafenari'leri Yunan felsefesini İmam-ı Gazali çapında tenkid edebilen ve yüce hünkar Fatih Sultan Mehmed Han'ın takdirlerine mazhar olan Hocazade Efendileri İmam-ı Brigivi'leri İbn-ı Kemal'leri... yetiştirdi ve onların fikir kitap ve dersleri ile olgunlaşarak büyük imparatorluklar dünyayı hayran bırakan kültür eserleri ve ölmez medeniyetler meydana getirdi.

     

    Biz bu yazımızda ve bunu takibedecek yazılarımızda Türk-İslam kültür çizgisinde yürüyerek 'genel felsefe problemleri' karşısındaki yerimizi ve dünya görüşümüzü yüce dinimiz İslamiyet'in aydınlığında kısa da olsa ortaya koymaya çalışacağız. Bütün 'sahte tanrıları ve ve mabutları' gönüllerden kafalardan zaman ve mekan köşelerinden çıkarıp atmak isteyen 'Allah'tan başka ilah yoktur' prensibini temel ölçü kabul eden şanlı Türk Milleti'ni 'Allah'ın ordusu' bilen 'Türk Milleti birlik Türk Devleti güçlü olursa insanlık kurtulur zulüm biter' ölçüsü içinde hareket eden Türk-İslam ülkücülerinin 'fikir sistemi' yüce peygamberler silsilesinin mukaddes alınteri ile ıslanmış peygamberlik mührünü kıyamete dek elinde tutan şanlı kurtarıcımızın ve peygamberlerimizin 'O'na ve onlara selam olsun' nurdan ellerinde biçimlenmiş onu takibeden muhteşem 'Sahabi kadrosu' tarafından 'cihad ruhu' ile beslenmiş büyük veliler eliyle yoğrulmuştur. Türk-İslam Ülkücüsü 'Cahid-ü fillah' (Allah için savaşan) dır. Türk-İslam Ülküsü'nün büyük iman aşk ve aksiyon adamı Fatih bu ülküsünü şöyle dile getirir:

     

    'İmtisal-i cahid-ü fillah oluptur niyyetim

    Din-i İslamın mücerred gayretidir gayretim

     

    Fazl-ı Hakk ü himmet-i cünd-i ricalullah ile

    Ehl-i küfrü ser-teser kahreylemektir niyyetim

     

    Enbiya vü evliyaya istinadım var benim

    Lütf-i haktandır heman ümid-i feth-i nusretim

     

    Nefs ü mal ile nola kılsam cihanda ictihad

    Hamd-ü lillah var gazaya sad-hezaran rağbetim

     

    Ey Muhammed mucizat-ı Ahmed-i Muhtar ile

    Umarım galib ola a'da-yı dine devletim.'

     

    İşte Türk-İslam Ülküsü'nü yoğuran bu kadro ve ruhtur. Bu ruh büyük Türk-İslam kültür ve medeniyetinden kaynaklanmaktadır. Bu dava ve ülkünün 'eskimediğini' 'modası

    geçmediğini' bütün Türk-İslam düşmanları Allah'ın izni ile idrak edeceklerdir. Türk'e ve İslam'a 'kefen biçenlerin' sonu korkunç olacaktır.

    Seyyid Ahmed Arvasi

×
×
  • Create New...