Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ali NFK

Üye
  • Content Count

    750
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Ali NFK


  1. Biz, Efgani'yle beraber yaşamadık. Onun bulunduğu ortamlarda bulunmadık. Konferanslarına katılmadık. Kendi yazdığı kaç tane eser var ve eserlerinde 'bütün fikrin gerekliliği'ne uyarak davasını sistemleştirdi mi?.. Basılan eserlerinde tartışma konusu olan meselelerdeki hükmünü aşikar ortaya koydu mu?.. Hayır! Ne tam manasıyla bir Neden var ne de tam manasıyla Nasıl!.. Bunları tamamlayıcı olarak ortaya çıkan Abduh ve Reşid...

     

    Cihadın da yazısında iktibas ettiği bölümlerin yer aldığı eserin kapağını kapatalım ve sokaklarda dağıtalım!.. Her müslüman zamanın kurtuluşu istedi ve yollarını aradı ve her müslüman az çok yakın şeyler söyledi. Bu gün Efgani'nin tekerlemelerini yazan-çizen-söyliyen rejim gazetesi yazarları bile var. İş mi bu?.. Marifet burada değil... Ne yaptı?.. Bu uğurda karşı karşıya geldiği insanlar kimler?.. Ya hu neden hep İslami ve itikadi bakımdan şüphe duyduklarımız bu adamı övüyor?.. Cihad Efgani'nin yaptıklarını açıklarken aynı cinsten ve bozuk olan talebelerine baş vuruyor. Aynı çevreden nakiller yapıyor. Ben her cümlesinin kaynağını göstermesini istemiyorum doğrusu... Efgani, ben bunu bunu yaptım bile dese eserlerinde kendini aklamak babında yalan payı bırakıp onun zamanında yaşamış tüm fikir ve devlet önderlerine bakmak gerekir. Acep onlar efgani hakkında ne diyor?.. Muteber olan zamanının alimleridir. Burada rivayet girecek işin içine tabi olarak... Bizim için ehl-i sünnet alimlerinin bu konulardaki fikirleri muteberdir ve zındığın tekini aklayacağız diye onlara yalancı diyemeyiz. Yahut müfteri...

     

    İbn Teymiye, Seyyid Kutub, Mevdudi, Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, Muhammed Reşit Rıza, Fazlurrahman ve Ali Şeriati taraftarlarınca neden hep aynı kefede? Ve neden üstad bu kefee tükürmüştür?

     

    Bir mümin, yalnız ''bu adam ve arkasından gidenler neden sürekli olarak ehli sünnet imamlarınca eleştiriliyor ve zındıklıkla suçlanıyor'' diye düşünse bu meseleyi aşmakta büyük bir adım atmış olur. Zira ehli sünnet uleması bir hüküm verirken İslamın 4 basamağına ve cumhurun şimdiye dek gelen duruşuna bakar. Çorap söküğünü uzatmamak adına en tepedeki ismi aklamak cihadın kurnazlığı... Zira Efganin bizce kesin sapıklığını 'değil'e çevirmek, Bediüzzaman'ı, Akif'i, Abduh'u, Reşid'i hasılı Merdudi'yi, Baidullah'ı bu konularda şüpheden kurtarır.

    Cihadın birine daha yaranma amacını birkenara koyarsak asıl gaye ortaya çıkıyor.

     

    Büyük Doğu'nun beslendiği Tasavvuf'a ve son Büyük Veli'sine taban tabana zıt olduğunu bağıran bu tipi aklamak... Cihadın aynı cinsten olduğu için yapacağı yegane iş...

     

    Üstad, bu sapıklara karşı neden bu hükümleri veriyor? Yahu Üstada bu dini, tasavvufun inceliklerini gösteren kim? Teymiyye'ye kafir dedirten kim? Bu sorular gündeme gelince 'rivayet' deyip işin içinden kaçıyor. Hadislerin sağlamlığı rivayet edenin sağlamlığına bağlıdır. Bu rivayetlerin de sağlamlığı şahısların sağlamlığına bağlıdır. Abdülhamid Han'ın bir tarikat ehli olarak bu tiplere ve açtıkları büyük yaralara göğüs germesi manidar değil mi? Biz kime güveneceğiz? Neden kitaplarıyla sahihliği ve ehli sünnet olduğu sabitleşmiş tek bir zat dahi bu kafiri ve öğrencilerini övmüyor. Tasavvuf ehli neden bu tiplerden uzak duruyor ve uzak durulmasını istiyor? Bu kadar alim-veli manidar değil mi? Efgani'nin yararlanabileceğimiz tek kitabı var. Yani bir o basılıyor. Zaten kitapla ve fikir örgüsünü kitaplık hacme dökmekle uğraşmamış... Onun yetiştirdiği öğrenciler Ehli sünnet müslümanlara birşey ifade etmiyor mu? Dedim ya amaç çorap çöküğünü önlemek adına başını tutmak... Şu an elimde 10dan fazla reddiye ve 20den fazla makale var bu kafirle ilgili. Dün gece birdaha inceledim. Efganin kitaplarına reddiyelerle bebare zamanın ulemasına itibar edilmiş. Nasıl edilmesin?.. Bunu tartışma konusu yapmak dahi nekadar adice?

     

    Cihad bize tasavvuf ehlinden bir destek getirebilir mi? Tasavvuf ehlinin kurtuluş yolunda bir önerisi olmamış mı? Neden asıl itibar edilen Efgani? Cihada hangi kaynak sunulduysa ya yalancı ya iftiracı yahut kaynak bakımından yalan... Bu tavır epey şüphe uyandırıcı!..

     

    Bana yönelttiği ithama güldüm. Skolastik ne demektir?.. Bundan böyle cihad, bu tabiri teslimiyetinden ötürü her müride yapıştırma hakkına mı sahip oldu? Ne kadar adice bir yol...

     

    Hele masonlarla ve locayla ilgili söyledikleri... Meseleye hiç girmeden söyliyeyim ki aşikar olan; kurtuluşu İslamın bünyesinde cumhurdan aramayan tam tersi dış mihraklara ne olur ne olmaz deyip bakan şüpheli tiplerin mason localarına kaydolduklarıdır. Ancak Efgani'yi daha da öne atan onun localardaki resiliğidir ki Üstadın kaynağı yukarıda. Aptallık edip kaynak göster demek gülünç... Çık yukarı bak!

     

    Ben Cihaddan cevap beklemiyorum. Gerçekten beklemiyorum. Cihadın Üstad ve cumhura iftirasına ve takkiyesine sinirlenip yazdığım yorumları bir kenara koyup Üstadın muteber kitabından iktibas ettiğim bölümü dahi okumak vicdanlara ve akl-ı selime yetecektir.

     

    Es-Selamun Aleyküm...


  2. İnanılamayacak kadar büyük bir taş kafalılık... Vehimlere dalmış kahramanlar yaratıyor, düşmanlar planlıyor, savaşıyorsun. Ne pislik yersen ye de bunu Üstad'ın fikri çatısı altında yapma. İslamın temel meseleleri üzerinde hangi fikir? Senin gibi adi sapıkların başvurdukları filozofya; fikre özgürlük! Abdülhamid Han hazretleri fikir babalarını zapt altına alınca aynı korkakça haykırışı yapmışlardı. Şu laflara bakalım:

     

    İran İslam devrimini kötülemek, onun hakkında şüpheler oluşturmak

    Nikki Keddie misyoner, Luis Avad haçlı uşağı...

    Biz bunlara mı inanacağız, yoksa Mehmet Akif?e mi?

    Haydi, insanları dinden aforoz etme memurları, Akif?e de sapık diyin, onu da ehlisünnet düşmanı olarak takdim edin?

    Cemaleddin Efgani?yi veya Muhammed Abduh?u tanıyor musunuz?

     

    Tam bir demogocya...

     

    Sorularının tüm cevaplarını Üstad vermiştir zaten. Ayrıca Ahmed Davudoğlu Hoca'nın Din Tahripçileri kitabı...

     

    Gelelim şu bana sorduğun vesikaya... Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin icazetli öğrencisi Hüsyin Hilmi Efendi... (Faydalı Bilgiler) Lafı geveliyorsun halbuki bal gibi biliyorsun, Üstada bu duruşu veren Büyük Veli... Neden vesika getirmekle uğraşalım? Kime?.. Taş kafalı anlamaza mı? Getireceğiz inşallah humeyni kaçkını...

     

    Hakikat şu ki sen, tam da Üstadın belirttiği reformacı tipisin ve yalnızca Üstad'dan yediğin yumruklardan susmak yerine yüzsüzleşip görmemezlikten geliyorsun.

     

    Bu konuda oradan buradan otlanıp eklediğin yazılara kendi imzanı atıyor, fikirle gel diyorsun. Komik... Hangi fikir? Ben hiç çekinmeden söyliyebilirim ki adı sapıklar yerine Büyük Doğu fikriyatına tabiyim. O ne derse o! Bu teslimiyet kamilliğine inandığım dünya çapındaki bir mütefekkiredir. Ve belime bağladığım bu ip BD çivisine bağlıdır!.. Yobazlık mı eyvallah. Yaşasın yobazlık...

     

    Senin adi yazılarını nereden tutsam, nereden başlasam... Yorulmaya değmez de görüyorum ki sapıklığın hududu yok... Senin gibi tiplere haddini bildirmek adına Ehl-i Sünnet kaynaklarından derleyeceğim ve yayınlayacağım. Hoş dedik ya yukarıda var zaten: Üstad... Ayrıca görülüyor ki önüne sunulan her vesikaya 'iftira' deyip geçiyorsun.

     

    Çok uzattık. Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsun. Hakiki iman gençliğinin mensupları senin bu çığırtkanlığın karşısında ağzını kapayıp kusmamaya çalışıyor.

     

    Artık tescillisin cihad efendi! Tescilli *****...

     

    Son olarak, yönetime:

    Nice adi sapıklarla yüzyüze geldik. Birçoğu hadlerini aştı, cevaplarını aldı sustu. Ancak hiçbiri cihad kadar hududu aşıp burada bulunma sebebimize müfteri demedi! Yalnızca bu yüzden bir refleks halinde had bildirilmesi gerekirdi...

     

    Selametle...


  3. Bana bak eşşek kılı, senin gırtlağını alırım! İnternet cengaveri seni...

    Senin gibi bir fikir edit, edit dediklerini ne diye ciddiye alayım. Aynı cinsten sapıkların avukatlığına soyunmuş Üstadıma iftira suçu atan bir dönmeye ne dememi bekliyorsun?..

    Sen kendini dönekliğin, yalancılığın ve sapıklığınla kanıtladın. Senin gibi aşşağılık bir tip olacağıma yemin ederim en adi bir işportacı, cahilliğe mahkum olmuş bir pazarcı olmayı yeğlerim.

    Sen et peşinde koşan kubur faresisin ki kim bilir karşına kaç et daha çıkar.

    Yarın seni başka fikirlerle görürsem şaşırmam!..

    Sana çok tahammül ediliyor. Bunu sen istiyorsun fikir payı bakımından...

    Halbuki senin eline ipi vermek lazım...


  4. Benim, okuduğunuz incelemeyi cem etmem, yaklaşık bir haftayı aldı. sadece temyize çekilmesi, dört saat kadar sürdü... Tabii, yazılış esnasındak emeğe, tefekkür mühletine değinmiyorum bile... Ama ki, Ali nfk üstadımın okuması, düşünmesi, ispat levhalarını şöyle bir tetkik etmesi, 10 dakika kadar bile sürmedi. yazıyı ekleyişimden yarım saat sonra cevap verdi. Oysa bu süre, değil incelemeyi hakkıyla okumaya, üzerinde düşünmeye, fikir planında bir göz kırpışa bile yetmez. Kuzum, şöyle bir göz atıp intihal hamallığında bulunacağına kendi fikirlerini ifade et. Nasıl k okuduğun, daha doğrusu üzernde haylazlıkla sıçradığın yazı, bir kafanın mahsulüdür. İzah ve ispat levhaları önünde, onlar üzerinden yürümen şart... Yoksa nazar-ı dikkate alınmayı haketmezsin.

     

    Hamiş: O eklediğin yazıları da, yazıların geçtiği eserleri de senden çok daha evvel okumuşum, azizim. Avukatlığını yaptığım tek müessese de (hak)tır. Bana kendinle gel, kendi fikrinle gel. oku, yazdıklarımı tahlil et. Gerekirse reddiyeni yaz. Virgülün bile kendinin olsun, noktan bile şahsiyetine ait olsun. Heyecanını tefekküre ram et, fikir tansiyonuna mukayyet ol. Ben, Necip Fazıl'a hürmette ve ona olan hayranlıkta, dünya üzerinde ikinci kişi olmaya ble razı olmam. Ama ki, onun da yanılma payının olacağını kabul ederim. Bu yanılma, kendisinin de beşer olduğunun ispatıdır. Ne o, yoksa sen beşer olmadığını mı iddia ediyorsun?

     

    Hahahaha ilahi cihad efendiii :D

     

    Birincisi sen hangi sıfatlara soyunuyorsun böyle yalacı şey :)

     

    İkincisi sana ve üstadlarına ayrıca eğileceğimi -boşa da olsa- vakit harcayacağımı hemmen belirttim. Laf olsuun torba dolsun. Birşeyler yazayım da boş durmayayım demişsin. Hayranlık falan... :) Hayranlığını kargalar yese suratına kusar.

     

    Ben yalnızca ve yalnızca Büyük Doğu İdeolocyasının bu işe nasıl baktığını hatırlatmak, onu senin adi yazılarının yanında bulundurup ifşa etmek ve Büyük Doğu yolunda olduğunu iddia eden senin yalancılığını ortaya koymak istedim. Allahın izniyle bu meseleyi derinden ele alacağım, senin gibi birkaç tipe öyle arada bulunsun diye derleyip toparlayacağım bir yazım olacak. Alet edevat tam... :)

     

    Gel gör seni cemo neyledi diyeyim :)

    Neylediyse fena eylemiş ama...


  5. Ve NOKTA!!!

     

     

    ARINMA NASIL OLUR?

     

     

    İSLÂMI BULMAKLA OLUR, UYDURMAKLA DEĞİL!..

     

    Bin yıl var ki, İslâm, ya müspet plânda dondurulmuş, ya­hut menfi plânda uydurulmuştur.

     

    Yalnız şu üç hadisten tüten hikmeti benimseyebilmek doğru yolun dosdoğru çizgisini hiç bir noktada kırmadan sonsuzluğa kadar götürmek olurdu:

     

    Bir günü bir gününe eş geçenin aldanmakta olduğu şu­uru... Ebedi yenilik ve tazelik ihtarı...

     

    Allah'tan, eşyanın hakikatini olduğu gibi göstermesi dile­ği... Kâinat sırlarını inceleme memuriyeti...

     

    Soğutma yerine ısındırma, zorlaştırma yerine kolaylaştır­ma, korkutma yerine müjdeleme, çirkinleştirme yerine gü­zelleştirme mükellefiyeti. Aşk, rahmet ve bedii (estetik) kıy­meti...

     

    Ve bir ayet meali:

     

    «-Ben kulumu halife olarak yarattım.»

     

    İslâmı arındırmak böyle olur; ve ona hiçbir şey ekleme­den ve ondan hiçbir şey eksiltmeden iç ve dış sır ve hikmet­lerine nüfuz etmekle meydana gelir...

     

    Bu da, bir kazıda gizli bir hazineyi meydana çıkarırcası­na basit bir iş gibi görünse de, hakikatte Peygamber rızasının yanı başında ve gelmiş ve gelecek fikir ve sistem hamleleri­nin topyekün üstünde bir yenileme, ebedi yeniyi bulma, gös­terme ve yerleştirme davranışı... Mutlak din ve hakikate öy­le bir kölelik her türlü istiklâl iddiasından uzaklık ki, sultan­lık ayarında...

     

    Allah Resulünün kölesi olmayı en muhteşem sultanlık bilmek saadeti; ve sureta bu köleliği kabul edip de emirlerin kabuğunda kalmak felaketi...

     

    Müspet ve menfi bu iki kutup tam muvazene çizgisi üze­rine getirilincedir ki, İslâm'ın arınma sırrı çözülmüş olacak; ve ilâhi nur, cehennemi bir trafik bunalımı arzeden şaşkın in­sanlığın tepesinde ışıldayacaktır.

     

    Bu dâvanın şartları, müspet ve menfi, dost ve düşman ku­tupların tam bir tahlil ve terkibi halinde "İdeolocya Örgüsü", «Konferanslar» vesair eserlerimizde nakış nakış gösterilmiş­tir. Onların yeri de davayı sadece (dinamik) plânda ihtizaza getiren bu eser değildir.

     

    Böyle bir arınma, kendisine ilâcını hazırladığı Batı'nın da en korktuğu şey olabilir. Bu korkunun içinde onu bekleyen­ler ve isteyenler de vardır...

     

    Bakın şu sözlere:

     

    Büyük mütefekkirlerden (Cardetr):

     

    «-İslâm'da mevcut kuvvet... İşte Avrupa'nın korktuğu bu­dur!»

     

    Ve hele (Lawrence Broson):

     

    «»Asıl tehlike, İslam düzeninde, onun genişleme kabiliye­tinde, tesir gücünde, canlılığında gizlidir. Avrupa emperya­lizmi önünde yegâne duvar budur!»

     

    Mütefekkir tarihçi (Toynbi):

     

    «-İstikbal İslâm'ındır. Tecrübe edilmemiş bir o var!»

     

    Ve (Göte), (Tomas Karlayl), (Bernar Şov) gibi büyükle­rin bilinen İslam saygıları...

     

    Bütün sapık kollar bugüne dek İslâm'ı gücünden düşür­mek yolunu tuttu; fakat o gücünden düşmedi ve en yanlış tat­bikata rağmen, yer kabuğunun altındaki ateş gibi mücerret kuvvetini korudu... Bu toprağı sondalayacak ve deşecek olan kahramandır ki, işletici kuvvet olarak insanlığın ne bekledi­ğini gösterecek ve Allah ile Resulünün mukaddes isimlerini güneşle ay arası mahyalaştıracaktır.

     

    Meşhur İngiliz edip ve mütefekkiri (Bernar Şov)un şu satırları, bugün İslâmiyeti üzerlerinde bir kabuk gibi taşıyan zavallılara, yahut da onlara bakıp İslâmiyeti aynı seviyede sananlara ibret dersi olsun:

     

    «-Büyük hayatiyetinden ötürü, ben (M......d) in dinine en

     

    derin saygıyı duydum. Benim gözümde o, her türlü zaman ve mekâna uygunluğu, hayat değişikliklerine hâkimiyeti ve son derece nazik bükülüşleriyle, âlemin biricik dinidir.»

     

    Ve Prof. (Desmond Steward):

     

    «-İslâmiyet medeniyetin beşiğidir.»

     

    (Düşünün ki, bu haberi 17 Ağustos 1977 tarihli «Günay­dın» gazetesi veriyor.)

     

    Korkarım ki, İslâm, bizden oraya gideceği yerde, moda eşyası gibi, oradan bize gelmesin!..

     

    Gelsin de nereden gelirse gelsin!.

     

    Gelsin de malım, isterse satışı hırsızının eliyle olsun...

     

    Tek, malım gelsin!..


  6. REFORMCULARIN ÖZÜ

     

     

    Reformcuların toplu olarak bütün iddialarını demetleye­cek ve onları mücerret ilim ve hakikat gözüyle inceleyecek olursak, ereceğimiz gerçek şu olacaktır ki, bunlar, bir baştan öbür başa, Batı akliyeciliği karşısında afallamış, sonradan aynı Batının 20. Asırda aynı akliyeciliği iptale kadar giden fi­kir çilesinden nem bile kapamamış, Doğunun özüne gire­mezken Batının kabuğunu olsun görememiş idrak yüz karala­rıdır. Biraz sonra göreceğiniz şekilde mezhep bağlılarına «eşek» sıfatını yakıştıran bu kırattaki insanlar, o masum hay­vanın da yarın ahirette kendilerinden davacı olacağı bir de­naet seviyesindedirler.

     

    Bu seviyeyi Kur'an tayin etmiştir: «Belhüm adal-Hayvandan aşağı...»

     

    Şimdi onların toplu olarak iddialarını hulasa edelim. Bu hulasa, Dr. Said Ramazan El-Buti'den Türkçeye çevrilen «Mezhepsizlik» isimli eserin arka kapağına konulmuş ve fa­sıl fasıl yeri işaret edilmiş bir tablodur.

     

    Saçmalıkta şaheser ve hiçbir noktası cevaplandırılmaya değmez iddiaları, işte:

     

    «Müslümanlar bir din devrimine şiddetle muhtaçtırlar. Bütün ıslahatın dayanağı, ancak Din'de yapılacak alanıdır. İslam hükümetleri Din ile Siyaset'i birbirinden ayırmaya mecbur kalacaklardır. Müctehid İmamlar, kendilerini Din Vazı-ı-ALLAH zannetmesinler. Dört İmam'ı taklid etmek küfürdür. Onları taklid edenler; basiretsizdir, cahildir, ah­maktır, sapıktır; tefrikacı, fitneci ve amelleri boşa giden müf­lislerdir. Mezhepliler, Allah'ı bırakıp da, papazlarını, haham­larını kendilerine ilah ve Rab edinen (Hıristiyan ve Yahu­di)ler gibi, mezhep imamlarını kendilerine ilah ve Rab edin­mişlerdir. Dört imam birer put, onlara uyanlarsa birer putpe­resttir. Mezhepliler Kur'an'dan bile yan çizmişlerdir. Dört Mezhep, kusursuz Resulüllah'a, kusurlu imamların açtıkları harp cepheleridir. Dört mezhep üzerine yazılmış kitaplar, bi­rer küflü kitaptır. İslam Dini, bir bedevi arabın birkaç daki­kada öğrenebileceği basitliktedir. İslamın bir hukuk sistemi­ne sahip olduğu yalandır. İçtihad yapmak gayet basittir. Bu­nun için Arapçayı bile bilmeye hacet yoktur. Birisi sana bir­kaç hadis kitabını bildiğin bir dille anlatıverirse, içtihad ya­pabilirsin! Hanefi Fıkhı, İslam'la hiçbir ilgisi olmayan ve İn­cil'e benzeyen bir şeydir! Mezhepliler, ürküp kaçan birer eşektir. Yalanlarını kılıflayan inatçı ve uydu; ama Hakk'ın değil, şeytanın uydusu kişilerdir. Adam, Muhammedi olma­yı bırakıyor da, Hanefi veya Şafi'i oluyor, ne tuhaf şey!.. Her­hangi bir mezhebe bağlanan, ondan başkasını görmez. Onun gözünde, Kitap, Sünnet, Din, hepsi o mezheptir. Mezheplilerin iman konusunda bildikleri şundan ibarettir: Allah birdir ve her yerdedir. Mezhepliler, peygamber semaya çıkarak AI­lah'ı gördü derler. Bu kişilere göre eli tespihliler sefihtir, al­çaktır, sapıktır, bid'atçıdır derler. Bu kişilere göre sala ver­mek sapıklıktır, sala veren 'müezzin müşriktir. Mezheplilerin zanlarına göre teravih namazının sekiz rek'atından fazlasını kılmak haramdır, farz namazların kazası caiz değildir. İnsana kabrinde, tabi olduğu mezhep ve girdiği tarikattan soru so­rulmaz. İmam-ı Azam, ezberinde birkaç hadisten başka hiç­bir şey bulunmayan bir cahildir. Usul-ü Fıkıh, dört imamın sözlerini doğrulamak; Kitap ve Sünnet'le amel etmeyi terke­derken mazeret diye ileri sürmek için vaz edilmiştir. İmam-ı Şafi, bir adamın kendi kızıyla nikah yapmasını caiz gören bir adamdır.

     

    Mezhepleri birleştirme işi son derece basit bir iştir. Bunu yapmak Müslümanların boynuna borçtur. Gerek fıkıh­çıların ve gerekse diğerlerinin -Fıkıhçılardan başka hiçbir kimse için şu helaldir, bu haramdır demesi caiz değildir- gi­bi sözleri, Yahudi ve Hristiyanlarda Tevrat ve İncil'in hüküm­lerini papaz ve hahamlardan başkaları anlayamaz şeklindeki inancın bize intikal ettiğini göstermektedir. Bu ise aynı mev­zuda onların yolunu tatbik etmek demektir.»

     

    Bundan başka daha neler!.. Bizzat aklın mahiyet ve key­fiyeti üzerinde hiçbir tefekkür çilesi çekmeyen, son derece dar ve havasız bir akılcılık; ve üstelik bu akılla Allah ve Re­sulünü inkardan başka çare yokken, onları güya kabul edip, akıl mizanına vurma gayreti ve böylece tezatların en dipsizi­ne düşme felaketi...

     

    Reformcu, dini, her türlü insan hamlesinin manivelası kabul etmek zorunda kaldıktan sonra ancak bu manivelayla kaldırılabilir yükleri sırtlayabilmeleri için insanlara daha ha­fif şartlar arayan ve dinin değişmez formüller tablosu Şeriatı keyfine göre uydurmaya kalkan, yani dini içtimai fayda pla­nında ele alıp Allah'a mutlak kulluk mânasında bozan gizli bir kâfirden başkası değildir. Sağdaki, ölçülerin kabuğunda kalan ham yobaz ve kaba softaya karşılık, solda, hikmetlerin kabuğunu delemeyen ve sır idrakine eremeyen reformcu...

     

    Bizde birçok mefhumlar kelime mânasında bile kestirilemediği gibi (reform) tabiri de bilinmez. (Reform) kelimesi (röfer) mefhumuna eş olarak «tekrar şekillendirme» demek­tir. Tekrar şekillendirme ise, o biçimini kaybettiği sanılan uz­viyeti, dışarıdan, takma kollar ve ayaklar misali, canlandır­maya yeltenmektir ki, bu da onun gerçek doktorunu bekle­yen hakikatine kıymak olur.

     

    Kelime mânası her ne olursa olsun, bizi taahhüt altına al­maz. Kelimede değil, gerçekte yer alarak tespit edebiliriz ki, reformcu işte yukarıda çerçevelediğimiz mânanın adamıdır ve gayesi dinin hakikatini meydana çıkarmak değil, onu ken­di hakikat vehmine feda etmektir. Mücerret «ulvî» yi, kendi müşahhas «süflî» lerine kurban edenler; yani reformcular...

     

    Dinin ulvî ve mücerret hakikatini meydana çıkarmak için savaşanlarsa, onun üstündeki asırların biriktirdiği kir, ve pas­ların temizleyicileri mânasına hakiki reformculardır ve sıfat­ları "yenileyici"dir. Uydurucu değil, yenileyici... Kıl kadar farkla biri küfür uçurumunun dibini, öbürü iman şahikasının zirvesini ihtar eden iki kutup...


  7. ÖBÜR REFORMCULAR

     

     

    Başlarında, «Merdudi» ismini taktığımız Mevdudi ile «Baidullah» sıfatını yakıştırdığımız Hamidullah var... Ve da­ha birkaç!.

     

    Evvela Mevdudi:

     

    «İslamda İhya Hareketleri» isimli eseriyle İslam'da imha hareketinin temsilcilerinden biri... Çağdaşımız... İşi gücü, Sünnet Ehli büyüklerine çatmak... Gördüğü sert tepki üzeri­ne eserinin ikinci baskısında birtakım yumuşama alametleri göstermeye çalıştıysa da, çürük madeni hep aynı... Gerisi ci­la... Cemalettin ve Abduh'a hayran... İbn-i Teymiyye'ye ise kara sevdalı...

     

    İslam onca bir felsefedir ve nice şer'i ölçüler bu bakımdan muhakeme edilerek değiştirilebilir. Çorap üstüne mesh etme­nin cevazını iddia ettiği gibi...

     

    Aynca mezheplerin birleştirilmesi fikrini müdafaa ve dört hak mezhebi birbirine karşı mücadele ve garaz halinde gösterme...

     

    «Sana nasıl geliyorsa öyledir!» hesabı, her zaman ve her türlü içtihada yer verme, ve ortalığı kargaşalığa verdiklerini iddia ettiği Sünnet Ehli alimlerini kötüleme...

     

    Mevdudi sade fikirde kalmadı; aksiyona da girişti. Hind Müslümanlarının milli hareketlerinde önderlik sevdasına düştü. Hapse girip çıktı. İlk eseri «İslam'da Cihad» ihtilalci fikri telkin etmesi bakımından Mısır'da, kendisine telkin ze­mini buldu ve bazı kimselerin idam edilmelerine yol açtı. 1953'de Kaadiyanlik meselesine el attı, yine tutuldu ve 2 yıl 2 ay hapse mahkum edildi. Sapık fikirlerin sapık ihtilalcisi olarak 1964'de yine hapsi boyladı; bu defa da İslam Cemaati Derneğinin kapatılmasına sebep oldu. Derken Vehhabilik dünyasına kapılandı; Medine'deki Vehhabi Üniversitesi İsti­şare Heyetine aza seçildi. Orada da dikiş tutturamadı ve Vehhabilere bile giran gelen fikirleri yüzünden muhakeme altına alındı.

     

    Hamidullah hakkında uzun söze lüzum görmüyoruz. Ça­ğımızda din zaviyesinden temayülünün ne olduğu ve ne ola­bileceği besbelli bulunan üniversitelerimizin davetlisi olarak memleketimize gelip gitmekteki bu cüce akıl mütefekkirinin ne olduğunu göstermeye yalnız bu kucak açış yeterken onun «İslam Peygamberi» kitabına bir göz atmak bile kafi gelir. Evvela Kainatın Efendisine,İslam'ın Peygamberi demekle O'na bir tahsis yaptığının ve bu tahsisle başka dinlere ve on­ların hükümleri yürürlükte peygamberlerine yer verdiğinin şuurlu veya şuursuz ifadesini taşıyan bu kitap, daha önsözün­de Fransızları memnun etmek için kaleme alındığını itiraf ederken, hedef tuttuğu bu memnuniyetin dayanaklarını açık­ça meydana koymaktadır. Zira bu adamın gözünde Allah'ın Sevgilisi, tükürükten başka ilacı olmayan biridir, İslam ise yalnız gençlerin, toy delikanlıların, fakirlerin, kölelerin, ezi­lenlerin, tek kelimeyle aşağı tabaka ve ayak takımının kucak açtığı bir dindir. Miraç mucizesi bir rüyadan ibaret ve daha nice madde üstü harikalar akılla teftişi gerekir şeylerdir. Ta­savvuf ise uydurmadır.

     

    Bir konferans münasebetiyle Erzurum'da bulunduğum sı­rada Hamidullah da oradaydı. İçinde kendisinden de bahset­tiğim konferansa gelmek cesaretini gösteremedi. Ertesi gün bir toplantıda bağlılarının da bulunduğu bir mecliste hakkın­daki tespitlerime cevap verebilen kimse çıkmadı. Yalnız, ar­tık ne tarafı tuttuğu belli olan bir genç şöyle dedi: Ona hangi mezhepten olduğunu sordum:

     

    -«Ben mezhepsizim!» cevabını verdi.

     

    Bir de Seyyid Kutup var... Kendisinden af dilemesini is­teyen yakışıklı orangotan maymunu Nasır'a «Bir mümin bir münafıktan af dilemez!» cevabını veren ve kahramanca öl­meyi bilen bu zatı «Sahte Kahramanlar» konferansımda ger­çek kahraman olarak göstermiştim. Fakat sonradan gördüm ki, Seyyid Kutup bir İbn-i Teymiyye meddahıdır ve kellesini kaptırdığı sosyalizma yularının zoruyla Hazret-i Osman'a adaletsizlik isnat eden ve dil uzatan bir bedbahttır.

     

    idam edilmeden bu sapıklıklardan istiğfar ettiğini söyle­yenler oldu. Eğer öyleyse tam kahraman ve şehit... Değilse, mücadelesi kafire karşı bir sapığın davranışından ileri geç­meyen bir zavallı.

     

    Günümüzün reformcuları bunlarla bitmiyor. Onlardan birkaç batın önce başlayan ve Kazanlı Musa (Beykiyef) gibi­lerden geçen ve asıl istinadı ibn-i Teymiyye, Cemaleddin Ef­gani ve Muhammed Abduh olan kol, bu gösterdiklerimizde tam teşahhusunu bulurken, zakkumlarının silkintisi halinde Türkiye'de kendisine bir fidanlık bulamamış değildir.

     

    iddia ve davalarını teker teker gösterip cevaplandırmayı abesle uğraşma saydığımız, ama buna rağmen bir kitaptan naklen vereceğimiz ve sadece özlerini belirtmekle yetinece­ğimiz yeni zaman sapıklıkları ve sapıkları işte bunlar!...


  8. İKİ PALYAÇO VE...

     

     

    Osmanlı İmparatorluğunun birkaç asırlık ham yobaz ve kaba softa devrinde bataklığa çevrilen İslam, Tanzimattan sonra, uçurum yönüne döndürülünce, daha ziyade yurtdışı birtakım ıslahçı palyaçoların sökünü başladı. Suratlarını Batılı ressamların boyadığı sarıklı palyaçolar... Ve bu devirde artık bedbaht planında ortaya çıkan Batı hakimiyetine karşı zaafı ruhlarında aramak yerine İslam'da bulan biçareler...

     

    Maddeye tahakküm dehasının timsali Avrupa karşısında, bozgunu n sırlarını çözmek ve İslamı kainat çapında yeni ha­yata tatbik etmek fikriyatından mahrum bu tipler, daima ol­duğu gibi, ne Batıyı ne de Doğuyu muhasebe edebilmiş, pal­yaçolar olarak, güya İslam'a yenilik getirme sevdasıyla, kalplerinin görünmez bir köşesinde, onu budamak, destekle­mek, ufalamak ve düşman dünya anlayışına tabi kılmak küf­rünü beslediler. Sabitliği ezelde ve her an yeniliği ebedde gerçek İslam çağını açmak değil de, onu, Batı maymunları­nın fani ve her an zevale mahkum çağına uydurmak...

     

    Bu arada, Yahudilik ve Hristiyanlık stratejisinin ve em­peryalizma tuzağının istismar hedefi olmaktan da geri kal­madılar. Sistem getirici büyük bir tefekkür adamı olmayan, zaten makamı bakımından böyle bir hüviyete uzak bulunan ve sadece deha çapında bir ileri görüşle her şeyi sezen ikinci Abdülhamid Han uzun zaman durdurabildiği fakat dünya şartları hesabile elbette yenemeyecek olduğu felaket çığırı ve dalalet iklimi içinde işte bütün bu muzahrafat mütefekkirler­le mücadele zorunda kaldı.

     

    Bu çöplük fikircilerin başında Cemaleddin Efgani ile Mı­sırlı Muhammed Abduh vardır.

     

    Efganı, Türkiye'de Tanzimat ilanı sıralarında Efgan ille­rinde doğdu. Felsefe okuyarak yetişti ve rivayete göre mem­leketinde Ruslar hesabına casusluk yaparak efendilerinden hayli paralar aldı. 30-31 yaşlarındayken Mısır'a gitti, orada Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh ile tanıştı, onunla sımsıkı kenetlendi. Daha doğrusu, İslam'a yeni bir şevk ver­mek temayülündeki bu çürük adamı büyüledi ve peşine tak­tı.

     

    Birçok kitapta ikisinin birden Mısır'da mason çemberine girmiş oldukları yazılıysa da bu yerinde suçlama vesikasına kavuşturulmuş değildir. Vesikasını biz verelim:

     

    - « Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh İngiliz ve Fransız masonlan tarafından çizilen daireye dahil kılınmış ve İslam modernistIeri geçinen bu adamların elde edilmesiy­le Batı dünyası (politika-relijyöz; dini siyaset)lerinin temini­ni düşünmüştü.»

     

    Bu şartlar kelimesi kelimesine aslına uygun bir tercüme olarak şu kitabın 127. sahifesinden:

     

    Les Francs - Maçon

     

    Serge Hutin

     

    Editions du Seuil

     

    Bourges 1960

     

    o sıralarda mahut sahte inkılapçılar müsellesinin ikinci çizgisi Ali Paşa -ki o da aynı müsellesin öbür çizgileri gibi masondur- bu eşsiz sermayeyi İstanbul'a davet ve baştacı ediyor. O sıralarda «Darülfunun-u Osmani» ismiyle ve gizli bir İslam nefretinden başka hiçbir müdir fikre malik bulun­maksızın kurulan üniversitede -bugün Hamidullah nam-ı di­ğer Baidullah'a yapıldığı gibi -Cemaleddin'e bir konferansçı kürsüsü veriliyor. Rektör makamındaki Hasan Tahsin - o da mason - Cemaleddin'i himaye ediyor; ve İslam ile haç dün­yası arasında bocalayıcı esfel bir cereyanın gençliğini telkin altına almak vazifesini bu adama veriyor.

     

    İlk konferansı bu adamın, gizli yollardan tüneller açarak

     

    İslamı kökünden bombalamaktır.

     

    Nitekim bir konferansında aynen şöyle diyor:

     

    -«PEYGAMBERLİK, SANATLARDAN BİR SANAT­TIR !»

     

    Yani, tenekecilikten, aktörlüğe kadar insanın çalışma yo­liyle elde edebileceği bir sanat... Peygamberlerin Allah tara­fından gönderilmiş olmalarının reddi, Allah'ın reddi... Eğer tarihi materyalistler ve komünistler Cemaleddin Efgani'nin bu sözünü bilmiyorlarsa en büyük müttefiklerinden mahrum bulunuyorlar demektir.

     

    Devrin Şeyhülislamı hemen Cemaleddin'i küfürle suçlu­yor; aynı kafanın adamı Ali Paşa da adamını Türkiye'den dehlemek zorunda kalıyor.

     

    Bu defa İran... Orada da her şeyi allak-bullak ediş... İran­lılar onu zincire vurup Osmanlı hududuna bırakıyorlar... Bağdat, Londra, Paris, «Dinde Reform» başlığı altında bir sürü neşriyat, tekrar İstanbul ve Ulu Hakan tarafından acı bir istiskal, uzaklaştırılış; ve nihayet tutulduğu kanser hastalığı sonunda 60 yaşlarında, fesadına devam edemeyecek hale ge­liş, dünyadan ayrılış...

     

    Onu Maçka mezarlığına gömdüler, bir Amerikalı -her halde misyonerlerden- ona mezar yaptırdı; bir müddet sonra da kemikleri bir çuvala doldurulup Efgan topraklarını kirlet­meye götürüldü.

     

    Böylece, Muhammed Abduh'un «onu görmeden meğer gözüm görmüyor, kulaklarım işitmiyor ve dilim işlemiyor­muş!» dediği sözde diyanet yolunda denaet dehası, İbn-i Teymiyye mektebinin 19. Asır yenileyicisi, kendisini takip edecek 20. Asır reformcu maymunlarına «buyrun!» diyerek ve dünyamızı hayli bulandırarak, layık olduğu mukabeleyi bu dünyada görmeksizin, bastı gitti.


  9. Nedo'nun avukatı Cihad efendinin müfteri diye damgaladığı Ehl-i Sünnet müslümanlarının bu konudaki dökümanları ve beslendiği kaynakları bellidir ki biz Büyük Doğu Gençliğinin hepsinin içinde yalnız Üstad Necip Fazıl'ın (R.Aleyh) Doğru Yolun Sapık Koları adlı eserini göstermesi yetecektir.

     

    Bu deli saçmasından farksız yorumlara, cihad efendiye ve Üstadlarına ayrıca değineceğim ancak Bosnaya yerleştikten sonra... Şimdilik enerjimi harcayamam :)

     

    Evet, buyurun ve siz karar verin, Cihad'ın ''müfteri'' Üstadı:

     

     

     

     

    ABDÜLHAMİD

     

     

    İkinci Abdülhamid manada öyle bir şahsiyettir ki, bu manayı heceleyebilmekle bütün sahte oluşlarımız anlaşılmış olacak ve o, 36 Türk hakanı arasında belki en büyüğü diye abideleştirilecektir. Elverir ki, memlekette beklediğimiz büyük fikir zemini kurulsun ve gerçek, tahlil ve terkipçi Türk tarihçisi zuhura gelsin... Biz kendimizi sadece emin bilgiler üzerinde (sentez)e memur bir fikir adamı bildiğimiz ve tarihçiye düşen vesikalı müşahede zorunluluğu ve ameleliğinden azade gördüğümüz için sadece ip uçlarını vermekle kalıyor ve işin kıymet hükümlerini üzerimize alarak, onları gerçekleştirme rolünü işte bu çapta bir tarih kafasına emanet ediyoruz. Nasıl ki «Ulu Hakan II. Abdülhamid Han» isimli eserimiz de, (statik) ilmin çok üstünde bu (dinamik) kıymet ölçüsüne dayanır ve ortaya attığı sağlam (realite)lerin tespiti mesleki tarih işçiliğine düşer.

     

    Ulu Hakan II. Abdülhamid Han, Yahudiliği, Masonluğu, o devirde muvazene halinde ve Türkiye'yi taksim vaziyetindeki Batı Emperyalizmasını, sahte inkılapçılar nesli Mustafa Reşit Paşa döllerini, tek kelimeyle İslam düşmanlarını karşısına almış ve 33 yıl onlarla mücadele ederek veya onları bir mikrop kesesi içine alarak zararsız hale getirmeye bakmış gerçek Türk kahramanıdır. Fakat, hakkında uydurulanların tam tersi, sırf merhamet duygusu ve zulüm işlemekten korkusu yüzünden, İlahi hikmet icabı, her kuvvet elindeyken düşmanlarına yenilmiştir.

     

    Bu da yine kamusluk çapta ve birçok eserimizde çerçevelenmiş meselelerden biri...

     

    Biz şimdi bu davayı dinde «Sapık Kollar» ve sahte gidişler bahsine sığdırılabileceği kadarıyle belirtip meselenin ana hatlarını çizelim...

     

    Abdülhamid; (Volter)in Resuller Resulüne ait piyesinin Fransa'da sahneye konulacağı haberi üzerine elçisini memur edip bunun harp sebebi olacağını ve mutlaka temsile mani olmalarını isteyen ve istediğini kabul ettiren sultan...

     

    Abdülhamid; masonluğun küfür olduğuna dair fetva çıkartmak cesaretini gösteren hakan...

     

    Abdülhamid; biraz sonra da ne mal olduğunu göreceğiniz Cemaleddin Efgani'ye asla yüz vermeyip onu sınır dışı eden halife...

     

    Abdülhamid; bütün «Düyun-u Umumiyye» borçlarını ödeme karşılığında kendilerine Filistinde küçük bir çiftlik çapında toprak isteyen Yahudilere kapıları kapayan devlet reisi...

     

    Abdülhamid, ecnebi mektepleri ve sözde Türkleştirilmiş

     

    «Sultani-lise»leriyle her türlü misyonerlik faaliyetine göz açtırmayan tacidar...

     

    Abdülhamid; Hazret-i Ömer'in «Dicle boyunda bir oğlak kaybolsa hesabı benden sorulur» hikmetini fiilen yaşayan ve seccadesinin başında sabah namazını beklerken hasta bir memurun evine gönderdiği doktoru gözetleyen takva timsali hünkar...

     

    Abdülhamid'in 33 yıllık ince ve çevik idaresi, sapık kollan elden geldiği kadar tıkamak ve İslami tuğrasını emperyalizma canavarları ve din düşmanlarına karşı korumaktan ileriye geçemedi. Ondan sonra Yahudilik ve ardında Batı emperyalizması, tahttan indirildiğini bildirmeye bir Yahudi?yi (Karasu) memur ederek bu gerçek İslam kahramanını tasfiye etmeyi bildi.

     

    Gerisi birkaç kelimelik: Çöküş ve arkasından «kurtuluş» yaftası altında batış...

     

    Eğer Abdülhamid, adaletini tatbik ettiği Hazret-i Ömer'in celadetine de malik olsaydı -ki tek kusuru budur- bugün Türkiye'nin manzarası bambaşka olur ve «Doğru Yolun Sapık Kolları» belki de uzun müddet trafiğe kapalı kalırdı.


  10. Seçeneğin "kurşun ya da oy" olduğunu.

     

    Burada bir mesele var!.. Zenciler Amerika'nın güneyinde yoğunlukta... Oy kullandıkları takdirde Amerikan başkanını dahi seçebiliyorlar. Bu yüzden Malcolm Kardeşin ifadesiyle Beyaz Şeytan oy kullanmalarına izin vermiyor. O dönemde dünyada bir Kennedy fırtınasıdır kopuyor, Junior King'le kol kola kardeşlik satıyor. İşte Malcolm Kardeş, meydanda bu tabloyu yıkacak son darbeyi indiriyor:

     

    Bu sene oy kullanacağız!.. Çok sabrettik! Bu sene iki seçenek var: Ya oy ya kurşun! Biz oy kullanmaktan yanayız ancak diğerini de kullanmaktan çekinmeyeceğiz!.. Ya oy ya kurşun!...

     

    Allah rahmet etsin.

     

    Selametle...


  11. Şu kitabı okumanızı tavsiye ederim:

     

     

    Malcolm X Konuşuyor

    Nehir Yayınları

    Çev:Baki Alkaçar

     

    Kitap, Malcolm Kardeşin konferans ve miting konuşmalarını bize sunuyor.

     

    Şuradan detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz.

     

    * * * * * *

     

    Hayır, ben Amerikalı değilim. Amerikanizmin kurbanı milyonlarca insandan biriyim. Burada bir Amerikalı olarak değil, Amerikan sisteminin bir kurbanı olarak sesleniyorum sizlere. Ve Amerika'yı bir kurbanın gözüyle görüyorum. Gördüğüm de bir "Amerikan Pembe Düşü" değil, bir karabasan...

     

    Bizler sizlerin uzun zamandır kayıp olan kardeşleriniziz. Buraya, bizim problemlerimizin aynı zamanda sizin problemleriniz olduğunu anlatmaya geldim. Bütün dünya Amerika'nın ellerinin ne kadar kanlı olduğunu bilsin. Bilsinler burada uyguladığı vahşeti. Ve kendisi de bilsin. Seçeneğin "kurşun ya da oy" olduğunu.


  12. Malcolm x : Muzları kastetmiyorum !

     

    ..................

     

    Neyi kastediyor acaba ? : )

     

    Acaba ne?.. :)

    Ben söyliyeyim; Malcolm Kardeşin diliyle:

     

    Size, elimize silah alacağız demedim; size gerekirse elimize silah alacağız dedim!..

     

    Biz, demokratik haklar istemiyoruz; biz doğuştan hakkımız olan şeyi istiyoruz! Ve bunu kendi ellerinizle vermenizi tavsiye ediyoruz!..

     

    Yine Malcolm Kardeşin diliyle:

     

    Biz, 400 senenin hesabını alacağız!.. Kahverendi Dr. King'in (M. Luter King) Beyazsaray'a yürümesi Zencileri bağlamaz. Biz, 400 senenin hesabını alacağız!.. Sizden demokratik haklar istemiyoruz; 400 senenin hesabını istiyoruz. Amerika'nın güneyini!.. Kuzeyinin inşaası için bizi kullandınız, maaşımız Güney'dir!..

     

    Evet, bu topraklarda neden bu metodun işlemediği ayrı bir dava herhalde...

    En ufak bir örnek vereyim, Ezan türkçe şarkı haline geldiğinde neden kafirin başına kendi tağut rejimini yıkamadık?..

     

    Ya Malcolm Türk olsaydı?.. Eminim Malcolm'a kardeş değil terörist derdik. Derdik, biz müslümanlar, Malcolm Kardeş'e terörist derdik!..


  13. YENİ AFRİKA BAĞIMSIZLIK HAREKETİ BİLDİRİSİ

     

    BİR TAŞ AT

    BİR TAŞ DAHA AT

    BİR ŞİİR ATEŞLE

    BİR YUMRUK YÜKSELT

    SESİNİ YÜKSELT

    BİR ÇOCUK YETİŞTİR.

    BİR MASKE TAK

    DUVARA BİR SLOGAN YAZ

    ŞEHİTLERİ AN

    BİR HAYAL KUR

    BİR BARİKAT KUR.

    TARİHİNE SAHİP ÇIK

    SOKAKLARA SAHİP ÇIK

    BİR SLOGAN AT

    BİR KURŞUN AT

    BİR TOHUM EK

    BİR ATEŞ YAK

    BİR CAM KIR

    TERLE.

    BİR BİLDİRİ BASTIR

    BİR KANUN KACAĞINI BARINDIR

    BİR YARA SAR

    BİR DOSTA SEVGİ GÖSTER

    SİLAHINI TEMİZLE.

    HAKİKATI SÖYLE

    BİR MİTİNG DÜZENLE

    ARKANI KOLLA

    GÖKYÜZÜNE BAK

    İZ BIRAKMA.

    İŞCİLERDEN ÖĞREN

    BİR YOLDAŞA ÖĞRET

    BİR HÜCREYİ ZİYARET ET

    BİR SAVAŞ ESİRİNİ KURTAR.

    FBIIN GİZLİ DOSYALARINI ÇAL

    KENDİ KALBİNİ ÇAL

    PAROLAYI AKLINDA TUT

    BİR FÜZEYİ ÇALIŞMAZ HALE GETİR

    BİR PLAN YAP.

    BİR ÜMİT IŞIĞI GÖR

    İSMİNİ DEĞİŞTİR

    BİR TEORİYİ TEST ET

    BİR DOGMAYA MEYDAN OKU

    KORKUNU KULLAN

    BİR DAMLA GÖZYAŞI AKIT

    HARİTAYI İNCELE.

    HAİNLERLE HESAPLAŞ

    AĞIRLIĞINI HAKKIYLA TAŞI

    BİRAZ DAHA AĞIRLIK KAZAN

    SEVMEK İÇİN MÜCADELE ET

    SEVDİĞİNİ BİR DAHA SÖYLE.

    SINIRI AŞ

     

     

    MALCOLM X EL HAC MALİK EŞ ŞAHBAZ


  14. Muzları Kastetmiyorum

     

     

    Yolumuza çıkan her şeyi parçalamak istiyoruz demedim...

     

    Son günlerde birçok insan bana "programınız nedir?" diye sordu. Ben bile bile bugüne kadar hiçbir şekilde programımızın ne olduğunu söylemedim, çünkü zamanı geldiğinde programımızı gözler önüne sereceğiz ve de herkes anlayacak. Politikalar ve programlar zamana göre değişir. Ama amaç hiç değişmez. Amaca ulaşma yollarınızı değiştirebilirsiniz, ama amacın kendisi hiç değişmez. Bizim amacımız, hangi yolla olursa olsun, tam özgürlük, tam adalet ve tam eşitlik. Bu hiç değişmiyor. İnsan olarak derhal ve tamamen kabul edilmek ve saygı görmek, bütün istediğimiz bu ve bu değişmiyor. Neye ait olduğunuz umurumda değil gene de insan olarak kabul edilmek ve saygı görmek istiyorsunuz. Ama buna ulaşmak için yöntemlerinizi zaman zaman değiştirdiniz. Bunun sebebi, yönteminizi zamana ve etkili olan koşullara göre değiştirmeniz gerekliliğidir. Ve şu anda bu dünyada etkili olan, hakkında çok az şey bildiğimiz koşullardan bir tanesi, dünyanın her tarafından insanların özgürlük mücadelesiyle ilişkimizdir.

     

    Burada, yani Amerika'da, biz hep kendi başımıza mücadele ettiğimizi düşündük ve Afrika kökenli Amerikalıların çoğunluğu size sadece bir azınlık olduğumuzu söyleyeceklerdir. Azınlık olduğumuzu düşünerek, azınlık gibi mücadele ediyoruz. Mücadeleyi kaybetmeye mahkum kişiler gibi savaşıyoruz. Bütün ihtimaller bize karşıymış gibi mücadele ediyoruz. Bu tip bir mücadele sadece olayların düzeninde nerede durduğumuzu henüz bilmemizden kaynaklanıyor. Bu düzende durduğumuz yeri bilip anlayacak konumdan uzaklaştırıldık. Bütün dünyaya bakana kadar sizin ve benim nerede durduğumuzu anlamamız imkansız. Sadece Harlem'e veya New York'a veya Mississippi'ye veya Amerika'ya değil - bütün dünyaya bakmamız gerekiyor. Nerede durduğumuzu, Amerika'nın nerede durduğunu bilene kadar, bilemeyiz. Siz Amerika'da nerede durduğunuzu, Amerika?nın dünyada nerede durduğunu bilene kadar, bilemezsiniz.

     

    "Bana bir patlamayı başlatan lider gösteremezsiniz"

     

    Siz ve ben Amerika?nın içindeyken ve ona bakarken o, büyük, kötü ve yenilmez görünür. Ve ona bu çerçevede yaklaştığımızda dilenciler gibi şapkamız elimizde yaklaşırız. Tom Amca'lar gibi, sadece yirminci yüzyıl anlamında, ama yine de Tom Amca'lar gibi. Oysa dünyada bugün neler olup bittiğini anlayıp, Amerika'yı o çerçevenin içine sokarsak, sonuç olarak onun o kadar da kötü ve yenilmez olmadığını görürüz. Ve onun yenilmez olmadığını anladığınızda, ona yenilmez birine yaklaşır gibi yaklaşmazsınız.

     

    Şimdiye kadar Amerika'nın değişmez stratejisi liderlerimizi elbisesinin içi ne tıkmak ve onları para, prestij ve övgü ile kuşatıp bize ne söyleyeceklerini söylemek oldu. Ve bize hep yenilen olduğumuzu, bir şansımız olmadığını, şiddete başvurmadan ve dikkatli davranmamız gerektiğini, aksi takdirde canımızın yanacağını veya harcanacağımızı söylediler. Biz buna inanmıyoruz.

     

    Öncelikle bilmek istiyoruz: Neyiz? Nasıl olduk? Nereden geldik? Oradan nasıl geldik? Kimleri geride bıraktık ve onlar orada ne yapıyorlar? Bunlar bize söylenmedi. Buraya getirildik ve tecrit edildik - en komik olanı da "ayrımcılık"tan ve "tecrit'ten bizi suçluyorlar. Kimse sizden ve benden daha çok tecrit edilmiş değil. Dünyada bir halkı ayırmakta ve tecrit etmekte demokratik sistem dedikleri bu sistemden daha başarılı bir sistem yok ve siz ve ben bunun en iyi örneğiyiz. İnsanlarımızdan ayrıldık ve uzun zamandır burada tecrit edildik.

     

    Bu bize o kadar eksiksiz yapılmış ki bizim gibi görünen birileri olduğunun bile farkında değiliz. Onları gördüğümüzde, yabancıymışlar gibi bakıyoruz. Ve bize hiç benzemeyen birilerini gördüğümüzde, onlara arkadaşımız diyoruz. Bu çok acıklı. Bize ne yapıldığını gösteriyor. Evet, bizim kendi insanlarımızdan bahsediyorum - buraya gelen, tamamen bizim gibi görünen insanlarımızı, ayırt edemeyeceğimiz ikizlerimizi görüyoruz ve "bunlar yabancı" diyoruz. Oysa sadece bizim gibi görünmemekle kalmayıp, aynı zamanda bizim gibi kokmayan insanlara sokulmak için çok çaba gösteriyoruz.

     

    Böylece son iki üç haftadır pazarları yaptığımız toplantıların önemini göre bilirsiniz. Bir program belirlemek için değil; insanlar bir programa ihtiyaçları olduğunu fark edene ve mevcut programın verimli sonuçlar vermeyeceğini görene kadar, onlara bir program veremezsiniz. Bu sebeple pazar akşamları yapmak istediğimiz, sorunun içine girmek, sadece incelemek, incelemek ve incelemek ve anlamadığınız şeyleri soruşturmak; böylece karşımızdakinin ne olduğunu daha iyi görebiliriz.

     

    "Kontrolden çıkmak istiyoruz"

     

    Ben, insanların karşılarındaki sorunun ne olduğunu ve bu sorunun temel sebeplerini anladıklarında, kendi programlarını oluşturacaklarını düşünüyorum; ve insanlar bir program yaptığında eylem görürsünüz. "Liderler" programlar yaptığında ise, hiçbir eylem görmezsiniz. Onları sadece insanlar patladığında görebilirsiniz. O zaman liderler olayların içine gönderilir ve durumu kontrol altına almaları söylenir. Bana bir patlamayı başlatan bir lider gösteremezsiniz. Hayır, onlar gelirler ve patlamayı durdururlar. "Sertleşmeyin, akıllıca olanı yapın" derler. Onların rolü budur - sizi ve beni zapt etmek, mücadeleyi bastırmak ve kontrolden çıkmasını önlemek için oradadırlar. Oysa siz ve ben kimsenin kontrolden çıkmamızı engellemesini istemiyoruz. Kontrolden çıkmak istiyoruz. Yolumuza çıkan ve oraya ait olmayan her şeyi parçalamak istiyoruz.

     

    Son söylediğimi iyi dinleyin: Yolumuza çıkan her şeyi parçalamak istiyoruz demedim. Yolumuza çıkan ve oraya ait olmayan her şeyi parçalamak istiyoruz dedim. Size hepsini söylemem gerekiyordu, çünkü okuduğunuzda herkesi parçalayacağımızı düşünebilirsiniz. Hayır, öyle demedim. Yolumuza çıkan ve oraya ait olmayan her şeyi parçalayacağız dedim. Çok ciddiyim. Eğer oraya ait değilse, parçalanmayı hak ediyordur. Bu ülke tam da bunu yapıyor - güç kullanıyor. Bu ülke yoluna çıkan her şeyi parçalıyor. Her şeyi eziyor. Ve bize Amerikalı olduğumuzu söylediklerine göre, biz de bunu Amerikalıların yoluyla yapacağız. Yolumuza çıkan her şeyi parçalayacağız.

    İnsanlarımızın arasında bu tür bir felsefeyi dile getirmek istiyoruz. Onlara şimdilik bir program vermemiz gerekmiyor. Öncelikle üzerinde düşünecek bir şey vermek gerekiyor. Eğer onlara üzerinde düşünecek bir şeyler verirsek ve gerektiği şekilde düşünmelerini sağlayabilirsek, şimdiki kamuflajın içyüzünü göreceklerdir. Bu sadece bir gösteri - başkasının yazdığı bir senaryonun sonucu. İnsanlar o senaryoyu alıp yırtacaklar ve kendileri için bir tane yazacaklar. Ve emin olabilirsiniz ki kendiniz için senaryoyu yazdığımızda, başkasının senaryosunu oynamaktan çok daha farklı bir şeyler yapıyor olacaksınız.

     

    Kardeşlerim, bizim anlamamız gereken, bugünkü dünya olaylarında öncelikle Afrika kıtasının rolü, ikinci olarak o kıtanın insanlarının rolü, son olarak da o kıtanın insanlarına akraba olan ama kendi tarihimizin tuhaf bir hareketiyle kendilerini bugün burada batı yarıkürede bulan bizlerin rolü. Her zaman hatırlayın ki bizim batı yarıkürede olmamız herkesinkinden farklı, çünkü bizden başka herkes buraya isteyerek geldi. Dünyanın bu kısmında gördüğünüz herkes bir gemiye bindi ve buraya isteyerek geldi; göçmen veya ne olurlarsa olsunlar buraya isteyerek geldiler. Bu yüzden onların şikâyetleri yok, çünkü aradıklarını buldular. Ama siz ve ben şikâyet edebiliriz çünkü buraya isteyerek gelmedik. Buraya getirilmeyi istemedik. Buraya zorla, isteğimize karşı ve zincirlerle getirildik. Ve buraya geldiğimizden beri hiçbir zaman bizi istiyorlarmış gibi davranmadılar bile. Hiçbir zaman. Hiçbir zaman bizi buraya vatandaş olmak için getirmiş gibi yapmadılar bile. Numara bile yapmıyorlar. Biz neden yapalım?

     

    Bugün Afrika kıtasına bakın ve dünyadaki yerini görün. Doğu ve Batı arasında devam eden bir mücadele olduğunu göreceksiniz. Eskiden Amerika ve Batı ile Rusya arasındaydı ama artık birbirleriyle mücadele etmiyorlar. Kennedy Rusya'yı bir uydu hâline getirdi. Kuruşçef?i cebine koydu; evet - ve işini kaybettirdi. Şimdi mücadele Amerika ile Çin arasında. Batı cephesinde Amerika en başta. Diğer Batı ülkelerinin çoğunluğu Amerika'nın uyduları. İngiltere bir Amerikan uydusu. Hepsi Amerikan uydusu, belki Fransa haricinde; Fransa Amerika'nın kendi uydusu olmasını istiyor. Geleceğin ne getireceğini hiçbir zaman bilemezsiniz. Eğer tarih okursanız, göreceksiniz bundan daha iyi durumdaki ülkeler çöktüler. Avrupalı komünist ülkelerin çoğu hâlâ Rusya'nın çevresinde uydular. Ama Asya'da güç merkezi Çin.

     

    Asya ülkelerinin çoğunluğu komünist veya sosyalist - bugünlerde orada kapitalist ülke bulamazsınız. Bağımsızlığını kazanan ülkelerin neredeyse hepsi bir çeşit sosyalist sistem geliştirmişlerdir ve bu bir tesadüf değildir. Bu yüzden de Amerika'da bir iş, daha iyi bir ev, daha iyi bir eğitim arayan bizlerin, bu kapitalist sistemin içine girmeyi, onu tamamlamayı veya içinde eriyip gitmeyi denemeden önce, oraya bakıp, özgürlüklerini kazanmış bu insanların kendilerine daha iyi evler, daha iyi eğitim, daha iyi yiyecek ve daha iyi kıyafetler sağlamak için neleri benimsediklerini görmemiz gerekir.

     

    Onların hiçbiri kapitalist sistemi benimsemiyorlar çünkü bu sistemi benimseyemeyeceklerinin bilincindeler. Yırtıcı değilseniz, kapitalist bir sistemi işletemezsiniz; kapitalist olmak için başkasının kanını emmeniz gerekir. Siz bana bir kapitalist gösterin, ben size bir kan emici göstereyim. Eğer kapitalist olacaksa, bir kan emiciden başka bir şey olamaz. Kendisinden başka bir yerden alması gerekir ve oradan alır - kendisinden başka bir yerden veya kişiden. Afrika kıtasına baktığınızda, Doğu ve Batı arasında devam eden soruna baktığımızda, Afrika'daki ülkelerin problemlerini çözmek için sosyalist sistemler geliştirdiklerini görürüz.

     

    "Sizin ve benim Afrika'nın değersiz ve önemsiz bir orman olduğunu düşünmemizi istiyorlar"

     

    Geçen gece, Armony'de Martin Luther King'in söylediği bir şeyin çok önemli olduğunu düşündüm. Ne dediğini gerçekten anladığımı umuyorum. Bazı İskandinav ülkelerindeyken hiç yoksulluk görmediğini söyledi. İşsizlik ve yoksulluk yokmuş. Herkes eğitim alıyormuş, herkesin düzgün bir evi varmış, var olmak için ihtiyaçları olan şeylere sahiplermiş. Ama neden listesindeki bu ülkeleri farklı olarak niteledi?

    Burası dünyadaki en zengin ülke ve yoksulluk var, kötü evler var, gece kondular var, kötü eğitim var. Ve burası dünyanın en zengin ülkesi. Eğer yoksul olan o ülkeler problemlerini çözüp işsizliği önleyebiliyorlarsa, o zaman şehir merkezine koşup belediye binasını grev gözcüleriyle çevirmektense, durup orada problemlerini çözmek için ne yaptıklarını öğrenmelisiniz. İşte bu yüzden Adam, sizin ve benim Harlem'in veya Amerika kıyılarının ötesine bakmamızı istemiyor. Dışarıda ne olduğunu bilmediğiniz sürece, içerideki bu Adam'la uğraşıp mahvolacaksınız. Onlar sorunlarını çözmek için kapitalizmi kullanmıyorlar. Afrika ve Asya'da sorunlarını çözmek için kullandıkları kapitalizm değil. Bu sebeple sizin ve benim yapmamız gereken onların yoksulluktan ve zayıf bir toplumun diğer olumsuz özelliklerinden kurtulmak için ne yaptıklarını öğrenmek.

     

    Afrika coğrafi olarak, stratejik bir biçimde Doğu ve Batı arasında yer alıyor; Doğu ve Batı arasındaki mücadelede en değerli arazi parçası. Doğu'ya oradan geçmeden gidemezsiniz ve Doğu'daki Batı'ya da oradan geçmeden gidemezsiniz. Hepsinin ortasında duruyor. Asya ve Avrupa'nın arasında bir yuvada sarınmış oturuyor; ikisine de erişebilir. Avrupa'nın ihtiyacı olan ve Asya'dan aldığı doğal kaynakların hiçbiri Afrika'nın çevresinden, üzerinden veya Afrika'nın ucundaki Süveyş Kanalı'ndan geçmeden Afrika'ya gelmez. Afrika Avrupa'nın ekmeğini kesebilir. Onu bir gecede uykuya yatırabilir. Çünkü Afrika kıtası böyle bir konuma sahip. Ama onlar sizin ve benim Afrika'nın değersiz ve önemsiz bir orman olduğunu düşünmemizi istiyorlar. Çünkü biliyorlar ki ne kadar değerli olduğunu bilseniz, orada neden insanlarımızı öldürdüklerini anlayacaksınız. Ve bunun insanî bir amaç veya sebep için olmadığını fark edeceksiniz.

     

    Ayrıca Afrika tropikal iklimi sebebiyle de önemli bir kıta. Toprakları o kadar verimli ki, kıtanın yalnız bir bölümünü alıp, modern tarım yöntemlerini kullanarak, sadece o bölgeyi dünyanın tahıl ambarı hâline dönüştürebilirsiniz. Eğer modern tarım yöntemlerini o bölgeye getirecek teknik bilgiye sahip insanlara ulaşma imkânı olsa, oradaki herhangi bir ülke bütün kıtayı besleyebilir. Afrika çok zengin. Bir orman çok verimli olan tek yerdir - toprak o kadar zengin ve iklim o kadar iyi ki her şey yetişir ve sadece mevsiminde değil, her zaman yetişir. Bütün zamanlar hasat mevsimidir. Bu da her şeyi yetiştirebilir, her şeyi üretebilir demektir.

     

    Zenginliğini ve coğrafi olarak stratejik pozisyonuna ek olarak Süveyş Kanalı ve Cebelitarık Boğazı var. Bu iki dar boğaz Avrupa'nın ihtiyacı olan her şeyi kesebilir. Avrupa'yı işleten bütün petrol Süveyş Kanalı'ndan geçip, Akdeniz'deki Yunanistan, İtalya, Güney İspanya ve Fransa'ya gider veya Cebelitarık Boğazı'ndan İngiltere'ye gelir. Ve buna ihtiyaçları var. Süveyş'ten geçişe ihtiyaçları var. Nassar Süveyş'i aldığında, Avrupa'da neredeyse öldüler. Onları ölesiye korkuttu - neden? Çünkü Mısır Afrika'da, daha doğrusu hem Afrika'da, hem Asya'da...

    Süveyş Kanalı yapılmadan önce hepsi birdi, Afrika ve Asya arasında bir ayırım yapamazdınız. İkisi birdi. Nassar Süveyş Kanalı'nı aldığında, Süveyş Kanalı ilk kez bir Afrika devletinin hâkimiyeti altına girdi ve diğer ülkeler eğer hayatta kalmak istiyorlarsa, petrol ve diğer mevcut kaynaklarını kaybetmek istemiyorlarsa bu Afrika devletine hizmet etmek zorunda kaldılar. Bunun Avrupa'nın tavırları ve ekonomik tedbirleri üzerinde hemen etkisi oldu. İhtiyaçları olan şeyleri almak için yeni yöntemler ve yeni yollar geliştirmeye çalıştılar.

     

    "Kongo'da neler olduğunu anlamazsanız, Mississippi?de neler olduğunu anlayamazsınız."

     

    Kıtanın bu kadar önemli olmasının bir başka sebebi, kıtanın altınları. Dünyanın en büyük altın ve elmas yataklarından bazıları Afrika'da. Sadece parmağınıza ve kulağınıza taktığımız elmaslar değil, aynı zamanda endüstriyel elmaslar; makineleri yapmak için gereken elmaslar - bu elmaslar olmadan işleyemeyecek veya çalışamayacak makineler için. Bu endüstriyel elmaslar Avrupa ülkelerinin sanayileşmesinde önemli bir rol oynarlar ve bu elmaslar olmadan endüstrileri çöker...

     

    Eğer Avrupa'nın ekonomisi çökerse, Amerikan ekonomisini de sürükler. Amerikan ekonomisi hiçbir zaman Avrupa'nın ekonomisinden daha güçlü olamaz çünkü ikisi birdir. İkisi bir ve aynı ekonomi. Onlar kardeşler.

    Bunu söylüyorum çünkü sizin ve benim neyin tehlikede olduğunu anlamamız gerekiyor. Eğer Kongo'da neler olduğunu anlamazsanız, Mississippi?de neler olduğunu anlayamazsınız. Ve eğer Kongo'da neler olduğuyla ilgilenmiyorsanız, Mississippi'de olanlarla gerçekten ilgilenemezsiniz. İkisi aynıdır. Aynı çıkarlar tehlikededir. Aynı taraflar tanzim edilmiştir, Kongo'da işleyen düzenle Mississippi'de işleyen düzen aynıdır. Aynı tehlikeler söz konusu - hiçbir fark yok.

     

    Bu kıta ve Avrupa kıtası için korkutucu bir başka şey de Afrika'nın sanayileşmeye çalışması. En sanayileşmiş Afrika ülkelerinden bir tanesi Mısır. Şimdiye kadar güç kaynakları sınırlıydı ama siyah Mısırlıların yaşadığı Kuzey Mısır'da bir baraj yapıyorlar... Aswan Barajı herkesin görmesi gereken bir şey. Aswan, dağlarla çevrili çölün ortasında, Nil'in üzerinde yapılıyor. Barajın en göze çarpan yanlarından biri mucizevî teknik özellikleri değil, insani özellikleri...

     

    Böylece Aswan Barajı, bu Afrika ülkesinin sanayileşmesinin hızlanmasını sağlayacak yeterli ek gücü yaratıyor. Ve endüstrileri geliştikçe, kendi arabalarını, kendi traktörlerini, kendi aletlerini, kendi makinelerini ve başka birçok şeyi yapabilecekler. Sadece Mısır değil, Gana da. Gana Volta Nehri'ne bir baraj yapıyor. Volta Yüksek Barajı Gana'nın güç potansiyelini artırmak amacıyla yapılıyor ve böylece: Gana da endüstriyel verimini artırabilecek.

    Bu Afrikalı ülkelerin kendi güçlerini artıracak ve sanayileşecek duruma gelmeleri ne anlama geliyor? Amerikan ve Avrupa malları ve mamulleri için bir pazar olmaktansa, kendi mamullerini üretebildiklerinde bunları daha ucuza alabilecekler çünkü bu mamuller için kendi hammaddelerini kullanacaklar. Şu anda, hammaddeler Afrika'dan alınıyor, Avrupa'ya gönderiliyor, orada Avrupalıların makinelerini beslemek ve onlara iş imkânı sağlamak için kullanılıyor ve sonra da dönüp Afrikalılara mamul olarak geri satılıyor. Ama Afrikalı ülkeler sanayileştiklerinde kendi ürünlerini alıp makinelerine koyacaklar ve istedikleri hâle getirecekler. O zaman daha ucuza yaşayabilecekler. Bütün sistem yaşam standardının yüksek ama ucuz olduğu bir sistem olacak.

     

    "Afrikalılar, Latin Amerikalılar, Asyalılar özgürlükten bahsettiklerinde, bir fincan kahve, bir krakerden bahsediyorlar sanmayın."

     

    Bu yaşam standardı otomatik olarak Avrupa'daki yaşam standardını tehdit edecek çünkü Avrupa'nın pazarını kapatacak. Eğer ürünlerini pazarlayacak bir yerleri olmazsa Avrupalı fabrikalar üretim yapamazlar. Amerikalı fabrikalar da ürünlerini pazarlayacak bir yer bulamazlarsa üretim yapamazlar. Avrupalı ülkeler geçmişte bu sebeple Latin Amerika'daki, Afrika'daki ve Asya'daki ülkeleri endüstriyel güç olmaktan alıkoydular. Makineleri, üretim ve imalat kapasitelerini Avrupa ve Amerika'yla sınırlı tuttular. Bu da Amerika ve Avrupa'yı diğer bütün ülkelerin ekonomilerini kontrol edecek ve onları düşük standartlarda yaşatacak duruma gelirdi.

     

    Bu insanlar bunu görmeye başlıyorlar. Afrikalılar görüyorlar, Latin Amerikalılar, Asyalılar görüyorlar. Bu yüzden onların özgürlükten bahsettiğini duyduğunuzda, bir fincan kahve, bir krakerden bahsediyorlar sanmayın. Hayır, kendilerini doyurmaktan, giydirmekten ve sahip olunduğunda yaşamı yaşamaya değer kılan başka şeyleri elde etmekten bahsediyorlar. Sizin ve benim dünyada şimdi devam eden devrimi bu şekilde anlamamız gerekiyor.

    Dünya devriminin arkasındaki amacı anladığınızda, Afrikalı ve Asyalının arkasındaki itici gücü anladığınızda, o itici güçten siz de biraz alacaksınız. Hızla ilerleyeceksiniz. Şehir merkezindeki Adam gerçekten hızla ilerlemeniz ve ilerlememeniz arasındaki farkı bilir. Kahve ile ilgili sorular sormaya devam ettiğiniz sürece, sizin için endişelenmesine gerek yoktur; sizi Brezilya'ya gönderebilir. Yani kıtanın farklı bölgelerinde yapılan bu barajlar, Afrika ülkelerini daha çok güç sahibi kılacak, sanayileşecek ve kendi kendine yetip, kendi kendini geçindirecek duruma getirecek...

     

    Eğer harekât üssünüz sadece buradaysa, unutun. Burada bir harekât üssü kuramazsınız. Kardeşlerinizin arasında bir harekât üssünüz olması gerekir. Harekât üssünüzü sizinle ortak yanları olan insanların arasında kurmalısınız. Bir tür kültürel kimlik olması veya siz ve harekât üssünüz arasında bir ilişki olması gerekir. Harekât üssünü bu ülkede kurarsanız, onu, üzerine kurduğunuz şeyle hiçbir bağlantınız olmadığı bir yerde kurmuş olursunuz. Hayır, harekât üssünü başka bir yerde kurmanız gerekir. Burada çalışabilirsiniz ama üssünüz başka yerde olmalı. Onu bu Adam'ın eline bırakmayın. Burada kurulmuş herhangi bir organizasyon etkili bir organizasyon olamaz. Sizin için işe yarayacak bir şey, üs, burada kurulursa etkili olmayacaktır. Sizin ve benim üssümüz memleketimizde olmalı ve burası memleketimiz değil...

     

    "Eğer bir ördek istiyorsanız, bir ayı gördüğünüzde ateş etmeyin, bir ördek görene kadar bekleyin."

     

    Son olarak Afrika'nın benimsediğini düşündüğüm politikayı belirtmek istiyorum. Politikaları kısaca mutlak tarafsızlık. Hiçbir tarafın yanında durmuyorlar. Afrika Afrikalılar için. Ve Afrikalılar da Afrikalılar için. Genel olarak, bağımsız Afrika devletlerinin politikası tarafsızlık. Mısır bunun iyi bir örneği. Doğu'dan da Batı'dan da yararlanıyor ve iki tarafı da tutmuyor. Nassar Rusya'dan, verebileceği her şeyi aldı ve sonra bütün komünistleri hapse attı. Komünistler hapse atılmalıydı demiyorum. Çünkü komünistler de insan, kapitalistler de insan, sosyalistler de insan. Eğer hepsi insansa, biri bir suç işlemediği sürece neden hapse atılsınlar? Eğer komünist olmak, kapitalist olmak veya sosyalist olmak bir suç ise, öncelikle bu sistemlerden hangisinin en büyük suç olduğunu belirlemeniz gerekir. O zaman bile hangisinin hapse atılması gerektiğini söylemeden önce duraklayacaksınız.

     

    Bu örneği mutlak tarafsızlığın ne demek olduğunu göstermek için vermiyorum: Eğer bize yardım etmek istiyorsanız, edin; bu sizinle olduğumuzu göstermez. Eğer gelişmemize katkıda bulunacaksanız, bulunun. Ama bu sizin yanınızda ya da karşınızdayız demek değil. Biz tarafsızız. Kendi tarafımızdayız. Kendimiz için iyi olanla ilgileniyoruz. Bu size karşı olduğumuz anlamına gelmez. Ama kendi tarafınızda olduğumuz anlamına gelir.

    Sizin ve benim bunu öğrenmemiz gerekiyor. Mutlak tarafsız olmayı öğrenmeliyiz. Siz ve ben nasıl yansız olunacağını öğrenmeliyiz. Eğer tarafsızlık bilimini incelerseniz, tarafsızlıkta taraftarlıkların daha fazla güç olduğunu göreceksiniz. Bu ülkede her iki partinin de tarafında olmanız olanaksız. İki partiyi de desteklemek intihar etmek anlamına gelir. Çünkü iki parti de suçlu. Var olan haksız durumdan iki parti de sorumludur. Bu yüzden iki partiyi de destekleyemezsiniz.

     

    Yapabileceğiniz şey oy vermek için kaydolup güç sahibi olmaktır - politik potansiyel. Politik potansiyelinizi kaydettirdiğinizde silahımız dolu demektir. Ama sadece dolu olduğu için, işinize yarayacak bir hedef görene kadar ateş etmeniz gerekmez. Eğer bir ördek istiyorsanız, bir ayı gördüğünüzde ateş etmeyin, bir ördek görene kadar bekleyin. Ve eğer bir ayı istiyorsanız, bir ördek gördüğünüzde ateş etmeyin; bir ayı görene kadar bekleyin. İstediğinizi görene kadar bekleyin - sonra nişan alın ve ateş edin!

    Size ve bana "kaydolun ve oy verin" diyorlar. Kaydolup oy vermeyin sadece kaydolun. Bu akıllıca. Kaydolup oy vermeyin - bir kuklaya oy verebilirsiniz, bir dolandırıcıya oy verebilirsiniz, sizi sömürmek isteyecek bir başkasına oy verebilirsiniz. "Kaydolmak" herhangi bir zaman ve herhangi bir yerde, size ve bana yararlı olacak şekilde politik olarak harekete geçebilecek durumda olmak demektir; konumumuzdan istifade edecek durumda olmak. O zaman kabul edilecek ve saygı duyulacak bir konumda oluruz. Ama kaydolduğunuzda Demokrat veya Cumhuriyetçi olmak isterseniz, taraf tutuyorsunuz demektir. Ve taraf tuttuğunuzda hiçbir şekilde pazarlık edecek gücünüz yoktur. İnsanlarımızın en büyük oranlarda kaydolmalarını sağlayacak bir program başlatacağız. Ama bağımsız olarak kaydolacaklar. Ve bağımsız olarak kaydolmakla, gerekeni, gerektiği yerde ve zamanı geldiğinde yapabileceğiz. Anlıyor musunuz?

     

    "Muzları kastetmiyorum"

     

    Bir küçük hikâye okumuştum ve Mau Mau bunu kanıtladı. Hikâyede birisi bir grup insana kaç tanesinin özgürlük istediğini soruyor. Hepsi ellerini kaldırıyorlar. Sanırım 300 kişi kadarlar. Sonra diyor ki, "Kaçınız özgürlük için yolunuza çıkan herkesi öldürmeye hazırsınız?" Yaklaşık elli kişi elini kaldırıyor. Ve o elliye diyor ki "siz burada durun." Böylece oturan, özgürlük isteyen ama bunun için öldürmeye hazır olmayan 250 kişi kalıyor. Ayaktaki elli kişiye diyor ki, "Şimdi siz özgürlük istediniz ve yolunuza çıkan herkesi öldüreceğinizi söylediniz. O 250 kişiyi görüyor musunuz? Önce onları öldürün. Bazıları kendi kardeşleriniz, anneleriniz ve babalarınız. Ama özgürlüğünüzün yolunda duranlar onlar. Özgürlüklerini almak için gerekeni yapmaktan korkuyorlar ve sizi engelleyecekler. Onlardan kurtulun ve özgürlük doğal olarak gelecek."

     

    Ben buna inanıyorum. Mau Mau bunu öğrendi. Mau Mau Kenya'daki Afrikalıların bağımsızlığı yolunda duran tek şeyin başka bir Afrikalı olduğunu fark etti. Bu yüzden bütün o Tom Amca'ları bir bir öldürmeye başladılar. Birbiri ardına yolun kenarında başka bir Afrikalı Tom Amca buluyorlardı. Bugün özgürler. Beyaz adam karışmadı bile, yoldan çekildi. Burada da aynı şey olacak. Kendi insanlarımızdan yolumuzda duran çok kişi var. Çok yufka yürekliler. Saygıdeğer Tom Amcalar gibi görülmek istiyorlar. Beyaz adamın onları sorumlu olarak görmesini istiyorlar. 0nun tarafından, fanatik, şiddet yanlısı veya sorumsuz olarak sınıflandırılmak istemiyorlar. O bildik iyi imajı istiyorlar. Ve iyi bir imaj arayan hiç kimse hiçbir zaman özgür olmayacaktır. Hayır, o çeşit bir imaj size özgürlük getirmez. Elinize bir şey alıp "Bak, ya sen ya ben" demeniz gerekir. O zaman size özgürlüğünüzü vereceğini garanti ederim. "Bu adam buna hazır" diyecektir. Elinizde bir şeyle dedim, "elinizde bir şey?le ne kastettiğimi açıklamayacağım. Muzları kastetmiyorum.

     

     

    -MALCOLM X-

     

    Siyah Aydınlık!..


  15. İSİM

     

    Hadîs meali: «Bir kimse güzel isimlerden 99'unu sayar, mânalarını bilip doğrularsa cennetlik olur.»

     

    Allah kelimesi, âlemleri yaratan, o da ayrı bir yaratık mevkiindeki yokluk uçurumundan kulunu çekip ona vücut veren Mutlak Zat'ın hâs ismidir ve böyle bir hususiyet, Hakkı hep sıfatiyle belirtici başka dillerde mevcut değildir.

     

    Bu isme, alem, simge, arma, tuğra göziyle bakabiliriz. Aslî harfler dairesinde yazıhşiyle de, okunuşiyle de böyle...

     

    Kaydettiğimiz gibi, Arapça da dahil, her dildeki sıfat ve delâlet ifâdesi isimler, başta müslümanların kullandıkları İlâh, Rab, Mevlâ, Hüdâ, Yaradan, Tanrı gibi adlar bulunmak üzere birer zahirî tasdik ve tevhid işareti olmaktan ileriye geçemez ve Allah adının yerini tutamaz. Hele «Tanrı» kelimesi İslâm'dan önceki Türkçe'de «Tanyeri» kökünden geldiği ve güneşe tapmayı ifade ettiği için, mücerret İlâh mânasında olsa bile put kokusu vermekten uzak tutulamaz.

     

    Allah'ın, alem, tuğra isminden sonra ve bu ismin etrafında tek tek birer sıfat belirtici sayısız adları vardır. Bunlardan Kur'ân ile bilinenlere ve bir grup halinde tespit edilmiş olanlara «Esmâ-ül-Hüsnâ ? Güzel isimler» denilir

     

    Gösterdiğimiz üzere isim ve sıfatlar sayısız, levhalaştırılan 99 ad ise sabittir.

     

    İsimlerin Allah adından ayrı, 99'a kadar götürülmesinde sayıları sınırlamamak, tahditçilikten kaçınmak ve en kemalli sayı 99 üzerinde sonsuzluğu işaretlemek sırrı vardır.

     

    Bu isimleri aklın mantık hesabına göre yorumlamak değil, zevk ve sır idrâkiyle tadmak gerekir.

     

     

    99 İSİM

     

    Er'Rahman - Nimet verici

    El-Mümin - Emin kılıcı

    El'Hâlık - Yaratıcı

    Er-Rahim - Acıyıcı

    El'Müheymin - Mahlûkunu kollayıcı

    El'Bâri - Takdir edici

    El'Melik - Her şeyin hâkimi

    El'Aziz - Her şeye galip

    El'Musavvir - Şekil verici

    El'Kuddûs - Noksandan münezzeh

    ElCebbar - Mecbur kılıcı

    El'Gatfar - Günahları örtücü

    Es'Selâm - Selâmet verici

    El-Mütekebbir - Büyüklükle vasıflı

    ElKahhar - Kahredici

    El'Halîm - Yumuşaklrk gösterici

    El'Habîr - Kulunu İmtihan edici

    El'Mufz - İzzet verici

    El'Müzill - Zelil kılıcı

    Es'Semi - işitici

    El'Batir - Görücü

    El'Hakem - Hükmedici

    El'Adl - Bizzat adalet

    El'Şekûr - Kullukları kabul edici

    El'Aliyy - Yükseklikte sonsuz

    El'Kabir - Büyük

    El'Hafîz - Koruyucu

    El'Mukit - Kuvvet verici

    ElHasib - Hesap görücü

    El'Celil - Büyüklük ona mahsus

    El'Kerim - Kerem ve ihsan sahibi

    Er-Rakîb - Üstün cıkıcı

    El-Vâsi - Sınırsız

    El'Hakim - Hikmet sahibi

    El'Vedud - Müminleri seven

    El'Macid - Zat şerefine sahip

    El'Bâ'is - Peygamber gönderen

    Eş'Şehid - Ondan saklı yok

    El'Hak - Hak üzere kaim

    El'Vekil - Herşeye kefil

    El'Kavî - Kuvvetli

    El'Metin - Kuvvete kemâl

    El'Veli - Müminlere dost

    El'Hamid - Hamd edilen

    El'Muhsî - İlmi eşyayı kuşatıcı

    El'Mübdi - Misalsiz yaratıcı

    El'Muîd - öldürücü ve diriltici

    El'Muhyi - Hayat verici

    El'Mümîl - Hayatı kaldırıcı

    ElHayy - Başsız ve sonsuz diri

    El'Kayyûm - Her şey onunla kaim

    El'Vâcid - Zengin ve ihtiyaçsız, Azamet ve şerefte vasıflı

    ElVahid - Bir ve eşsiz

    El'Ahad - Tek ve benzersiz

    Es'Samed - Muhtaç olunan ihtiyaçsız

    El'Kaadir - Kudret sahibi

    El'Muktedir - Dilediğini yapmakta güçlü

    El'Mukaddim - Öne alıcı

    El'Muahhir - Sona erteleyici

    El'Evvel - Vücudunun öncesi olmayan

    El'Âhir - Vücudunun sonrası olmayan

    Ez'Zâhir - Görünen

    El'Batın - Zuhurunun şiddetinden gaip

    El'Vâli - İşleri yürüten

    El'Müteâli - Zatiyle en yüksek

    El'Berr - Kullara ihtiyaçlarını veren

    Et'Tevvab - Tövbeleri kabul eden

    El'Müntakim - Suçların karşılığını veren

    El'Afuvv - Bağışlayan

    Er'Raûf - Refet ve rahmet gösteren

    Mâlik-ül-Mülk - Bütün sahipliklerin sahibi

    Zülcelâl vel-ikram - Şeref ve ikram sahibi

    El'Muksit - Adalet gösterici

    El'Câmi - Kıyamette toplayıcı

    El'Ğaniyy - Zengin, iftikarsız

    El'Muğni - Zengin edici

    El'Mâni - Dilediğini engelleyen

    En'Nâfi - Dilediğine menfaat verici

    Ed'Dârr - Dilediğine belâ verici

    En'Nur - Işık üstü aydınlık

    El'Bedi - Vasıfsız icad edici

    El'Hâdi - Doğruyu gösterici

    El'Baki - Kalan ve sonu olmayan

    El'Vâris - Her şeyin rucu ettiği

    Er'Reşid - Yarayanı ihsan eden

    Es'Sabur - Sabır gösteren

     

     

    İman ve İslam Atlası - Sayfa:18

     

     

     

    Sık sık Allah'ı 99 sıfatıyla zikretmek...

    Allah'ın 99 sıfatını ezberlemek, akla ve kalbe nakşetmek...

    Kalpler Allah'ın zikriyle doyar!.. (Kalbler, ancak Allahı zikretmekle itminana [sükûna, rahata] kavuşur) [Rad 28])

    Vesselam...


  16. Esselam Hafakan...

    Mustafa İslamoğlu'nu takip etmek de değilim lakin bir konuşmasın da ALi Suavi ve Afgani hakkında ki bir iki fikri dinlemiştim.Mustfafa İslamoğlu'nun tehlikeli biri olduğunun farkındayım.İnsan bazı konular da zihin karışıklığına uğrayabiliyor.Bu konu da, hafif bir araştırma sonucu oldu bu zihin bulanması....

     

    Selamlar...

    Haklısınız Sevgili Gönüldaş, böyle meselelerle pek ilgisi olmayan yahut az çok tartışmaları bilip içine pek girmeyen müslüman eğer sahih bilgilerle dini hayatını sürdürüyorsa böyle aşağılık tipleri okuduğunda yahut bir yerde az da olsa izlediğinde duvara çarpmış gibi oluyor. Neye uğradığını şaşırıyor.

    Ben M. İslamoğlu'nun bir videosuna rastlamıştım. Aynen şu ifadeleri diyor:

    Deniliyor ki Allah razı olduğu kullarına şefaat hakkı verir yani onlara Peygamberin şefaati hak olur. Yahu Allah zaten razı ne şefaati!.. (Tövbeler olsun!..)

    Başka bir videosunda kadınların oruç tutmasının haram olduğu günler için 'tutsunlar' diyor. Şok olmuştum. İşin cahilliğine mi yanalım yoksa bu sapıkların izlendiğine mi?

    Selametle...


  17. Ne kadar keskin yorum yapıyorsunuz böyle.Kime inanalım şimdi?

     

    Selamlar...

    Bu sitede olduğunuza göre Üstad'ı az çok tanıyor, eserlerini az çok okuyorsunuz. 100'ü aşkın eserin içinde ağırlıklı olarak Din-Tasavvuf ve Fikir kitapları vardır. Yine az çok bunları okuduysanız Üstad'ın, Abdülhakim Arvasi Hazretlerinden aldığı feyzle Ehl-i Sünnet'e ne kadar titizlikle eğildiğini ve onu savunduğunu görmüşsünüzdür. Uzatmaya gerek yok. Keskin cevaplar bundan dolayıdır. Eğer kendi başlarına birtakım ideolocyalar ortaya koysalardı oturur tartışırdık ancak bahsettiğimiz sapıklar direkt olarak ''din adamı'' vasfıyla ortaya çıktıkları için iş değişiyor.

    Soru şu: Ne bakımdan? Ne bakımdan bu yorumu yapıyorsunuz?

    Cevabı da kendiliğinden ortaya çıkıyor: Ehl-i Sünnet Vel Cemaat!..

    Büyük Doğu İdeolocyası bunun üzerinde yürür, düşünür, yorumlar ve iman eder...

     

    Kısa bir not:

    Abdülhakim Arvasi Hazretleri İbn* Teymiyye için ''kafir'' diyor.

    Ne kadar keskin bir yorum değil mi?..

×
×
  • Create New...