Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

A.Rahman

Editor
  • Content Count

    203
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Posts posted by A.Rahman


  1. YuceDevletSayi-7-11.jpg

     

    BASIN BÜLTENİ

    YÜCE DEVLET DERGİSİ

    7. SAYI (Aralık 2010)

     

    Yüce Devlet Dergisi’nin 15 Aralık 2010 tarihli 7. sayısındaki yazılar,

    yazıların türleri ve yazarları aşağıdaki gibidir:

     

     

    EĞİTİM: TEMEL MESELEMİZ, EN ÖNEMLİ İŞİMİZ, BÜYÜK İDEALİMİZ (başyazı) H. Murad Hepsev; İnanmak ve Yeniden İnanmak (deneme); EFENDİ VE KULU (tefsir) Sabahaddin KURTAY; Allah’ım! Sana Teslim Oldum ve Sana İman Ettim! (hadis şerhi) Dr. Muhammed Ayhan; BÜYÜK KAHRAMAN OSMAN BATUR ve DOĞU TÜRKİSTAN CİHADI ÜZERİNE (biyografi) Abdurrahman Hacımelek; RİSÂLE-İ UBEYDİYYE-İ NAKŞİBENDİYYE (tasavvufi metin) Ali Behçet Efendi; MEDENİYET NEDİR (araştırma); BİLİM VE MÜSLÜMAN, AŞIRILIKLAR VE ORTA YOL (inceleme) Ziyaüddin Serdar / Terc.: E. Hüseyin Çağıran; SİYONİZM'İN ÇİN'E GÖÇÜ ve TÜRKİSTAN'IN EHEMMİYETİ ÜZERİNE (araştırma-inceleme) Abdurrahman Hacımelek; Meyvası Tatlı İman (öğüt yazısı) Mehmed YÖRÜK; ÖDÜL (şiir); HALİL HALİD BEY’LE İLGİLİ BAZI ARŞİV BELGELERİ (biyografi-belge-yorum) Hayreddin Meral; DÖRT BÜYÜK ADAM VE BİZ (büyüklerimiz-üstadlarımız) Murad Sırrıoğlu; Susuz Kuyu (hikâye) Hayreddin MERAL; DAHHÂK (7) (şerh-roman) H. Hepsev; En Güzel Kıssa (mesnevi); OKUMAK, NİÇİN OKUMAK? (anlatı) Lütfü Erbek; Hatim / Şiir / Alın / Vatan (şiir) RASİM DEMİRTAŞ; DARABE ZEYD’ÜN AMR’AN (hikâye); Haberler / Okuyucularla Söyleşi; KİRAZ KUŞU ZİYAFETİ (piyes) James Maxwell Anderson / Terc. E. Mahmud Manisalı


  2. yucedevlet_eskilogo2.JPG

     

     

    YÜCE DEVLET DERGİSİ BİLDİRİSİ

    Millet, din ve toplum; Devlet, nimet ve saadettir.

     

     

    Ülkemiz her alan ve anlamda bunalım içindedir. Yönetim, ehliyet ve liyakat sahiplerinin elinde değildir. Bürokrasi tıkanıklıklar içinde bocalamaktadır. Üniversite kalite ve seviyeyi düşürmüş, araştırma ve incelemeyi terk etmiş, diğer kurumlar gibi yularını Batının eline teslim etmiştir. Medya, bu ülkenin basın ve yayın organı değildir. Sermaye, fason ve taklit üretim yapmaktadır. Asker kendi başına davranmaktadır. Devlet adamı, asker, bürokrat, bilim adamı, gazeteci ve halk arasında büyük bir kopukluk ve hatta çatışma vardır. Evet, bir fetret dönemindeyiz; ülkemizde uyum, istikrar, atılım, büyük yöneliş, köklü toparlanış, temelli anlayış bulunmamaktadır. Fikir ve düşünce hayatımız ise bilgi eksikliği, tıkanıklık, taklitçilik ve dolayısıyla çözümsüzlük girdabındadır. Bir ruh kaybolmuştur, geriye kalan ise işte budur.

     

     

     

    Evet, manzara budur pek de iç açıcı değildir. İçte bu durumdayken, dıştan gelen meydan okumalar artık dayanılmaz bir hal almıştır. Hz. Yusuf gibi bir kuyuya atıldık, kervanın geçmesini bekliyoruz. Dağ gibi bir odun kümesi hazırladılar, bizi yakmak için, Hz. İbrahim misali. Tuzak kurdular bize, gece baskını için, her kavimden temsilciler seçtiler, Hz. Peygamberimize yapmak istedikleri gibi… Lakin her şeye rağmen ümit vardır, her şeye rağmen her zaman yapılacak işler ve görevler vardır.

     

     

     

    Hatırlamaya ihtiyacımız vardır: Ta Hz. Âdem’den bu güne kadar olan dünya tarihini; küfür ile imanın, hak ile batılın savaşını. Bütün peygamberlerimizi hatırlamaya ve her birini iyice anlamaya, Hz. Peygamberimizi ve sünnetini hatırlamaya ve yeniden yaşatmaya; Kur’anımızı hatırlamaya, anlamaya, öğrenmeye, yaşamaya ve yaşatmaya mecburuz. Ashab-ı kiramı ve bütün İslam büyüklerini hatırlamaya, öğrenmeye ve onlardan istifade etmeye muhtacız. İslam ülkeleriyle dost, bütün dünya müslümanlarıyla kardeş olduğumuzu yeniden hatırlamak zorundayız. Ecdadımızı, tarihimizi, medeniyet ve kültürümüzü, şiir ve edebiyatımızı, sanatlarımızı; musiki, mimari ve yazımızı, hüsnü hattımızı yani her şeyimizi yeniden hatırlamaya ve öğrenmeye ihtiyacımız vardır.

     

     

     

    Yenilenme ve tazelenmeye ihtiyacımız vardır: İki yüzyıldır üzerimize ölü toprağı dökülmüş gibidir. Tereddüt ve kararsızlıklar içinde harekete geçmekte zorluk çekiyoruz. Aşk ve şevkimizi yeniden kazanıp canlanmaya, dirilmeye, çalışmaya ve ter dökmeye ihtiyacımız vardır. Her alanda yeni eser ve insanlar ortaya çıkarmalıyız. Muhteşem geçmişimizden ilham ve kuvvet alıp medeniyetimizi her yönüyle yeniden ortaya koymanın yolu, gayret etmektedir, başka hiçbir şeyde değildir.

     

     

     

    Bilgiye, aydınlanmaya, maddi ve manevi donanım sahibi olmaya ihtiyacımız vardır: Bütüncü bir anlayışla her şeyin yerini bilip hakkını vererek; hiçbir ihtimali ihmal etmeden, göz ve kulak ardı etmeden; öğrenmeye, değerlendirmeye, hazmetmeye, düşünmeye ve çözümler üretmeye çalışmalıyız.

     

     

     

    Ayrık otlarının temizlenmesine ihtiyaç vardır: Fetret devrinin doğurduğu sağlıksız ortam, disiplin ve hiyerarşiyi bozmuş; önde bulunması gerekenleri arkada bırakmış, ehliyetsizleri ön plana geçirmiştir. Ortalığı çilesizler, hazırcı ve kolaycılar, liyakatten nasipsizler doldurmuştur ve bunlar işlerini kolayca yürütmektedirler. Lakin her şeyin ve herkesin yerli yerine oturtulması gerekmektedir. Fikir diye ileri sürülen kırıntıcıkların, istikametten uzaklaştırıcı sapıklıkların önüne geçmek lazımdır. Her sahada ehliyet ve liyakat ölçüsünü hâkim kılmaya, emaneti ehline teslim etme duyarlılığına sahip olmaya, her zaman insanı öne alıp insan yetiştirmeye, yetişmiş olanların hakkını ve değerini teslim edip onları teşvik etmeye çok ihtiyacımız vardır. Eksik ve gediklerimizi tespit edip toplu hareket etmesini öğrenerek büyük organizasyonlar kurmaya ihtiyacımız vardır.

     

     

     

    Ancak bir kısmını söyleyebildiğimiz bu ihtiyaçlarımızın karşılanabilmesi ve giderilmesi için gayret etmeye, biz de, niyet ettik; milletimizin karşısına bu dergiyle, Yüce Devlet Dergisi ile çıkmaya karar verdik. Gayret bizden, tevfik Allah’tandır.

     

     

     

    Yüce Devlet, Devlet-i Aliyye’dir; Devlet-i ebed-müddetin gölgesindedir. Devlet-i Aliyye’mizi kaybettiğimizden beri nimet ve saadetimizi kaybetmişizdir; fetret ve hatta keşmekeşe düşmüşüzdür. Çabamız, yeniden bulmayadır. Bütüncü bir anlayış içinde din, millet, devlet ve medeniyetimiz uğrunda çalışmak, ilkemizdir. Yolumuz İslam’ın yolundan başka hiçbir yol değildir. Allah’ın ve Peygamberimiz aleyhisselamın; Kur’an ve sünnetin yoludur. Ashab-ı kiram ve bütün İslam büyüklerinin takip ettiği yoldur. Lakin bu yolun yolcularının ayağının tozuyuz. Ülkemizde, İslam’ın inkıtaa uğradığı devirde ortaya çıkıp millet ve medeniyetimizi en üst düzeyde temsil eden büyük mütefekkir ve dava adamlarımız Sebilürreşad’la Mehmed Akif, Risale-i Nur’la Bediüzzaman, Büyük Doğu’yla Necip Fazıl ve nihayet Diriliş’le Sezai Karakoç’un izinde ve yolundayız. Ehl-i Sünnet itikadı ve mezhebi üzerindeyiz, tasavvuf ve tarikatlara saygılı ve bağlıyız. İslam’ı bir bütün olarak anlamaya ve yaşamaya çalışan, dünya ve İslam tarihini bir bütün ve devam olarak gören, ırklara hürmetli ama ırkçılığa düşman, birlik ve beraberliğin ehemmiyetini bilen, İttihad-ı İslam’ın gerçekleşmesi için gayret sarf eden ana caddenin üzerindeyiz. Tenkitlerimiz iyi niyet ve samimiyetimizdendir. Eleştirilerimiz, daha iyiye ve mükemmele erişme sevdamızdandır.

     

     

     

     

     

     

    Yüce Devlet Dergisi, bu bildiriyle ancak başlamıştır, bu söz devam edecektir. Dergimizde, kitaplarımızda, söz ve yaşayışlarımızda sürecektir. Hep birlikte çıkaracağımız, yayınlayıp yaşatacağımız, dert ve acılarımızı paylaşacağımız, çözüm ve fikir üreteceğimiz bu dergi sizindir, bizimdir ve hepimizindir…

     

     

     

    Buluşmak, görüşmek ve paylaşmak dileğiyle…


  3. Istırab Ağacı'nın Tohum'una Dair

     

    "Istırab ağacı" yakıştırmasını, Ergun Göze yapar, Üstad Necip Fazıl için.Şöyle açıklar; İlk çıkardığı derginin adı; 'Ağaç', ilk tiyatro eserinin adı 'Tohum'...

     

    Üstad Necip Fazıl, yüzü aşan eseri ile fikir, sanat tarihinin beklenen mesajlarını, tohum taneleri gibi Anadolu'ya saçıyordu.'Tohum' hususi adını ise bir tiyatro eserine vermişti.Bir şiirinde şöyle diyordu;

     

    "Tohum saç, bitmezse toprak utansın!

    Hedefe varmayan mızrak utansın!

    Hey gidi küheylan, koşmana bak sen!

    Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!"

     

    Şiir, deneme, hikaye, piyes her sanat dalını, konferansları davanın emrine vermiş ve Anadolu'yu adım adım dolaşarak, kaybedilen Anadolu ruhunu mümin gençlere aşılamaya çalışmıştır.

     

     

    Tiyatro'su ve Tohum'u

     

    "Tiyatro benim için içtimai davada en büyük bir vaaz kürsüsüdür" diyen Üstad, sanat hisarının en büyük burcu olarak telakki ettiği tiyatroyu, sanat çeşitlerinin başına eklemişti.

     

    14 -15 yaşlarında, Bahriye Mektebi'nde iken yazdığı piyes, kıymet hükmü ifade etmemiş ve unutulup gitmiştir.Bu piyes ilk eser olarak sayılmamıştır.

     

    Seneler sonra tiyatro yazmak hasreti ile günler geçiren Üstad'a, bir yemek sırasında, aktör olan dostu Muhsin Ertuğrul'un "Niçin piyes yazmıyorsun?" demesi Üstad'daki piyes yazma arzusunu kamçılamıştır.Bu teşvik ile 'Tohum' 17 gün içinde yazılmış ve hemen 1935'te Muhsin Ertuğrul tarafından Şehir Tiyatrosu'nda sahnelenmiştir.Umduğu rağbeti görmese de Tohum, Üstad'da, tiyatro için bir başlangıç olmuştur."Bir Adam Yaratmak" piyesi ile tiyatro alanında zirveye ulaşan ve zirveyi kimseye bırakmayan Üstad Necip Fazıl'ın piyes yazarlığı bir süre ara bulacak ve davası uğruna girdiği mahpusların, O'na, sahneyi andıran 'esrarlı dört köşesi' tekrar yazma arzusu uyandıracaktır.Üstad, artık dindarlığına tahammül edemeyen, yine kendi deyimiyle, boykota uğradığı zamanın tiyatro camiası için yazmayacak, eserlerini istikbalin sanatkarı için yazacaktı.Onbeşi bulan tiyatro eseri, hala, istikbalin sanatkarını beklemektedir.İstikbalin sanatkarı, kahramanlara fikri söyletecek, ruhu yaşatacak, entrikayı, vakayı, kısacası davayı Anadolu'ya ve cihana anlatacaktır.Sahnenin, o, esrarlı dört köşesini bir kürsü haline çevirecektir.

     

    Tohum'u (S)açıyoruz;

     

    Olay Maraş'ın temsili ile Anadolu'daki İstiklal Hareketi'ni anlatır.Maraş, Fransızlar ve Ermenilerin işgali altındadır.İşgale direnen ağalar ve gençler, Ferhad Bey'in önderliğindedirler.Ferhad Bey eserin başkahramanıdır.Hemen her sahnede yer alan fikri söyleyişleri gerçekleştirir.Ve bunlar, eserin vermek istediği ana fikirdir.Ferhad Bey ise yaşantısı, fikirleri, aksiyonu ile Üstad'ın arzuladığı, Mü'min Anadolu gencinin müşahhas tipidir.Mehmed Akif'in Asım'ı gibi...

     

    Eserde gaye, Anadolu'yu anlatmak, kavratmak ve yaşatmaktır.Yani "... memleket müdafaası aksiyonun, aksiyon fikrin ve fikir sakladığı benliğin peçesi olmak niyetindedir."

     

    Üstad eserde zıtlıklara yer veriyor, madde-ruh karşıtlığı bunların en belirgini.Folklorik muhteva olarak, bir halk türküsü olan "Kozanoğlu" bir Ermeni komiteci tarafından söyleniyor.Eser'in sonlarına doğru yoğunluk kazanan Anadolu ruhunun muhakemesi yanında, piyese serpiştirilmiş birkaç değer ölçüsü daha vardır.

     

    Üstad'ın piyeste verdiği değer ölçülerinden;

     

    "FERHAD BEY - Onların ağaç diye anlayacakları şey, toprak üstündeki çıplak gövdedir.Kök, onlar için karanlık ve içinden çıkılmaz bir dünya."

     

    Burada Batı eleştirisi bedahettir.Eserdeki karşıtlıklardan biri de Doğu-Batı karşıtlığıdır.

     

    "FERHAD BEY - Sabır ruhun muvazenesidir, duygusuzluğu değil"

    ...

     

    "FERHAD BEY - Onlara, biz Allah'a inanmış insanlarız, ölüm korktuğumuz şey değildir, dediniz."

     

    Burada Ferhad Bey'in ağalara verdiği cevab, Hz. Hamza'yı akla getirmektedir.Savaş esnasında "Niçin "Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" emrine uymazsın" diyenlere; "Ölüm kimin için tehlike ise o atmasın" demişti, Hz. Hamza.

    ...

    "FERHAD BEY - Maddeyi ruhla durdurmak gayretindeyiz"

    ...

     

    "FERHAD BEY - İşte böyle köylüyle münevver arası giyiniyorum.Zira ne yapayım ki, onlardan, toprağı yoğuranlardan değilim.Münevver de değilim.Çünkü, münevverin ne demek olduğunu galiba biliyorum.

     

    YOLCU - Hem, sizin gibi, okumuş ve düşünmüş adam inceliğinin son basamağına varmak, hem de iptidai Anadolu ruhundan bir şey kaybetmemek.Ne güzel!"

     

    İşte bu noktada Yolcu'nun tarif ettiği tip, Üstad'ın istediği halis Türk tipidir.Garbın müspet ilminin yanında, Şark'ın ruhundan kopmamak gibi çetinler çetini savaşı kazanmak.Ruh ile...

     

    Yolcunun sığ tarif ettiği Anadolu'nun ruhunu, Ferhad Bey derinlemesine açıklıyor;

     

    "FERHAD BEY - Siz, Anadolu'yu tanıyor musunuz?

    ...

    YOLCU - Anadolu'nun görünmeyen bir tarafı mı var?

    FERHAD BEY - Ruhu var! Ruh görünmez! "

     

    Ferhad Bey, Anadolu ruhunu anlatmaya başlar.Yolcu, adeta, hipnoz edilmiş hasta gibidir.Artık şuuru yerinde değildir yahud şuurunun yerine gelmesinin travması ile ard arda tekrarlamaktadır; "tohum, tohumların tohumu"...Ve Yolcu başka alemlere göçer, rüyadadır, mesuttur.Fakat sonra, bir düşüncesi, endişeye sebep olur; "Makine rüyamızı yutacak diye korkuyorum." Bu korku zamanın hakiki münevverlerinin, müslümanlarının ortak korkusudur; 'Maddenin, ruhu yutması...'

     

    Makine -madde-, asrımıza zehirle pişmiş aş olarak sunulan makine...İnsanın eliyle yaptığını mabud kılması.Tıpkı Cahiliye devrindeki gibi.Oysa ki madde, ruhun hizmetine girse yüzbinlerce kere büyürdü.Maraş böyle yapıyordu.Makinenin emrindeki ruhun taşıyıcısını; ruhun emrindeki madde ile helak ediyorlardı.Orantısız güce rağmen bunu yapıyorlardı ve başarmışlardı da.Sevinç içinde tüfekler patlıyordu.Maraş işgalden kurtulmuştu.Ferhad Bey'lerin, Osman'ların saçtığı tohumlar yeşermiş, Anadolu ağaç olmuştu.Ruh ile... Fakat bu kısa sürecekti.

     

    Bir zaman sonra vatanı madde planında kurtaranlar, Türk'ü ruh planında ebedî helâke mahkûm ettiler.Anadolu hafakanlar içinde ve ruhunu arıyor...Seyyid Abdülhakim Arvasi adında bir Allah dostu, bu hafakanlar içinde tohum saçıyordu; nur saçıyordu etrafına.Bu nur halkasından "keşke bu kadar zeki olmasaydın" dediği bir 'kurtarıcı deha', 'üstad', 'şairler sultanı' zuhur ediyor.Sonraları bir 'Ağaç' çıkıyor ve sonrası 'Büyük Doğu'...Anadolu insanını tıpkı Yolcu'nun yaşadığı gibi "tarihin en imanlı günleri"ne götürüyor.Ve o imanlı mümin gençliği yetiştiriyordu.Bir zamanlar, bir otobüs dolusu kadar iken sonra yüzbinleri buluyor, milyonları buluyor.

     

    Bu gençler batı adamının bulamadığı, Türk'ün de ceketinin cebinde kaybettiği mübarek oluş sırrını çözecek gençler...Üstad'ın, "Size öyle bir tohum bırakmak nasib etti ki, Allah, mutlaka ağacını yetiştirmek borcu altındasınız" dediği gençler..."Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!" şuuruna ermiş gençler...Beşinci devrenin içinde bulunan gençler...Istırab ağacının saçtığı tohumların yetiştirdiği gençler...

     

    "Allah diyenleri Büyük Doğu bayrağı altında davetli ilan ederek...

    Geliyorlar!"

     

    Abdurrahman Hacımelek

    26.10.2010


  4. " İki Yahudi bir araya gelse şirket, iki Türk bir araya gelse devlet kurar ",

     

    der bir Çin atasözü.

     

     

    Bu tecrübeye dayalı söz tarihin bir kısmının aynası gibi.Fıtri temayülleri nisbetinde iki milletin tarihe işlediği ve işlemeye devam edeceği desenler.Farklı kumaşlara, farklı şekillerde...

     

     

    Yahudiyi anlatan her eserde görülecek olan şudur ki; bu topluluk 'şeytanlık' mesleğinin her yerde mümessilidir.Her daim sendika başkanlığını yapmaktadır.Hıyanet, takıyye, para, sapık fikir-sanat ölçüleri ile dünyayı ören bir ağ.Uhud'da, Hendek'de hainlikleri; İbn-i Sebe ile İslam birliğine en büyük fitne; Yasef'le sinsilik ve kalpazanlık; Karl Marx ile beyinlere zehir; Haim Naum ile Lozan...Son olarakta ete, kemiğe bürünmüş bir işgal devleti...

     

     

    Yahudi'yi, -daha doğrusu Çin'deki Yahudi'yi- daha iyi anlatmak için aşağıda vereceğimiz örnekler Üstad Kadir Mısıroğlu'nun, "başıma taş düşse Yahudi'den bilirim" sözlerini açıklar nisbette;

     

    -Kutuplardaki yerel halkın ürettiği derilerin ticaretini Yahudiler yapmaktadır.

     

    -1917 yılında kurulan 'Türkistan Muhtar Cumhuriyeti'nin Maliye Bakanı 'Salomon' isimli bir Yahudi idi.

     

    -300 dolaylarında üyesi bulunan Sovyet meclisinin 50 üyesi Yahudi idi.Stalin'den Gorbaçov'a, tüm Sovyet liderlerinin eşleri istisnasız Yahudi idi. (Kaynak:Yahudi - Louis Marschalko - Sebil Yayınevi)

     

    -Nisan 2010'da silahlı bir isyan sonucu devrilen Kırgız devlet başkanı Kurmanbek Baki ve oğulları ülkeyi Yahudilere peşkeş çekmekle meşgul idiler.Bu isyanın altında yatan sebeb 3 adet Yahudi'dir.Bu yahudileri oradan kurtaran İsrail'dir.

     

    -Özbekistan'ın eli kanlı ve dünyaca en tehlikeli diktatörü olarak nitelenen Cumhurbaşkanı İslam Kerimov, İzak(İshak) isimli bir Yahudi olduğu bilinmektedir.(“Türk Dünyası Yahudileri Toplantısı” Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te yapılmıştır.Türkistan yahudilerinin en etkili olduğu ülke Özbekistan'dır.)

     

    -Savanora yatındaki pis işlerde ismi geçen Kazakistanlı işadamı, Alexander Makeviç arkasında, Kazak devlet bakanı Nursultan Nazarbey olan bir Yahudi'dir.

     

    Yakın tarihten ve günümüzden olmak üzere üçer aded verdiğimiz bu örnekler, sanırım sizlere Yahudilerin nerelere kadar ulaştığını, hangi konumları işgal ettiğini göstermektedir.

     

    Peki kutuplarda olan, ileride yıkacakları bir muhtar cumhuriyette dahi maliye bakanlığını kimseye kaptırmayan Yahudi, Çin'de nerededir, hangi mevkidedir?

     

    'Güneşi Batmayan Ülke' İngiltere'nin çökmesi ve Amerika'nın doğması Yahudi'nin madden göçü ile açıklanır.Şu an bedahet şekilde görülüyor ki Amerika çatırdamaktadır.Yeni 'Güneşi Batmayan Ülke' olmaya aday ABD'ye borç para vermeye başlayan ÇİN'dir.Her daim Amerika ile yarışan, dev olmak hayali kuran Çin bunu maddi açıdan başardı.Destekçisi, Yahudi'nin sermayesi ile.Lakin Çin ne ABD, ne de İngiltere gibi savaş ile istediği bölgelere sahib olamayacak.Elindeki tek güç -en azından şimdilik-; ham madde-para!(Çin, nadir bulunan stratejik öneme haiz bazı hammaddelerin yüzde 90’ndan fazlasını kontrolü altında bulunduruyor.)Tamamı ile 'ekonomik kuşatma' diyeceğimiz bir hareketle emperyalist emeller peşinden hızla giden Çin, örneğin, malları ile Afrika'yı ele geçirmiştir.Buradaki amacı Afrika ülkeleri ile bir blog oluşturmaktır.

     

    33648_439728531198_148902841198_5692328_2606841_n.jpg

     

    Yahudi ve sermayesinin Amerika'dan Çin'e göçmesine sebeblerinden birkaçını zikredelim;

     

     

    -ABD'de Yahudi düşmanlığı pek belirtilmese de had safhadadır.Müslümanlar sene içinde 500 civarında saldırıya uğrarken, bu oran Yahudilerde 2000 civarındadır.

     

    -Kendini uzun süre saklayan Yahudi artık kendini saklayamaz oldu.Umum-i efkar içinde kendisine karşı oluşan ciddi bir infial vardır.

     

    -İsrail'in başarısızlığı ve giderek kaybedilen uluslararası destek, Yahudi'yi telaşlandırmıştır.

     

    -Batı'daki mali kriz Yahudi'yi de vurmuştur.

     

    -Amerika'da bir fabrikanın toplam maliyeti "50 milyon dolar" iken Çin'de bu rakam "13 milyon dolar".Amerikalı bir işçi ayda 2000-3000 dolar maaş alırken, Çinli işçi(bu işçiler arasında zorla çalıştırılan Müslüman Türkler de vardır.Urumçi, Kaşgar, Aksu ve diğer bölgelerde 2009 yılında çıkan isyanlar, Çinlilerin Guangdong'daki zorunlu işçi Türkleri katletmesinden ötürü zuhur etmiştir.) 150 dolar civarında maaş almaktadır.Çalışan Çinli nüfus, ülkedeki 300 milyon kayıtsızdan oluştuğu için sigorta da gerekmemektedir.(Çin'de resmi olarak 250 milyondan fazla işsiz vardır.)

     

     

    Ahval böyle iken Yahudiler, yeni güç odağı olarak, kendilerine, daha önce İngiltere ve Amerika ile ziyaret ettikleri Çin'i seçmişlerdi.2000'li yıllardan itibaren Yahudi göçü Çin'e kaymıştır.Yahudi'nin Çin'deki varlığı yeni değildir.İlk olarak 18. yüzyılda Bağdat'tan Şangay'a yapılan göçün ardından, Çarlık Rusya'dan ve Nazi Almanyası'ndan da göçler olmuştu.1945 yılında Şangay'da 45 binden fazla Yahudi toplanmıştı.Bunlar kendi dillerinde gazeteler çıkarmışlar, mektebler açmışlar, hastaneler, sinagoglar kurmuşlardır.İsrail başbakanlarından Ehud Olmert'in babası Çin doğumlu, Şangay Yahudileri'ndendir.(Babası 1933’te 22 yaşında İsrail’e gelmişse de Çin'i hiç unutmamıştır. Hatta son sözlerini dahi Çince söylemiştir.Wikipedia-Ehud Olmert)

     

    Bu kısa sürede, daha önce haberlerini aldıkları Kaifeng bölgesindeki Çinli Yahudiler ile irtibata geçmişler ve bu, İranlı bir tüccar tarafından Yahudiliği kabul eden şuursuz Çinlilere, İsrail-Yahudilik şuurunu aşılamışlar ve madden de desteklemişlerdir.Bugün Şangay, Pekin, Kaifeng üniversitelerinde, Yahudi Dini ve Felsefesi, Holokost(Soykırım), İbrani Dili, Yahudi Tarihi gibi dersler okutulmaktadır.Masonlar ve Kaifeng Yahudileri aracılığı ile Çin'de de gizlenmeye çalışan Yahudiler hakkındaki bir söylemde, Amerika'da, Çinli çocukları evlat edindikleridir.

     

    1972 yılındaki ABD-Çin yakınlaşmasının mimarı olan Henry Kissinger, Alman Yahudisi ve İsrail vatandaşı idi.Kissinger, Çin'in kapitalist ekonomiye geçişinde öncü rol oynamıştır.1970'lerden itibaren kurulan İsrail-Çin işbirliğinin ilk icraatı, Çin ordusunun Sovyet silahlarından arındırılıp, İsrail silahları ile techizatlandırılması olmuştur.Çin gizli servisi Yahudiler ve CIA aracılığı ile kurulmuştur.Başta gizlice yürütülen bu İsrail-Çin işbirliği, 90'lardan itibaren açıktan yürütülmeye başlamıştır.Bu açıktan yürütülen siyasetler, dünyanın yeniden bir kutublaşmaya yol aldığının da kanıtıdır.Sovyetlerin çökmesinden sonra dünyanın her köşesinde zuhur eden, İslami dirilişlere karşı, baş amilin İsrail olduğu bir birlik oluşturulmaktadır.Hindistan'dan, Tayland'a, Filipinler'den, ABD'ye, Rusya'dan, Etiyopya'ya kadar tüm şer güçleri, Şeytan'ın emrine girmekte, onun tarafından eğitilmektedir.

     

    Bu kutublaşmanın diğer ucu olan İslam aleminde reis kim olacaktır, sualinin cevabı malumdur; Türk milleti! Bunu Üstad Kadir Mısıroğlu şöyle açıklamaktadır;

     

    "Çin, 'Yahudi emperyalizmi'nin kaptan gemisi; Türkiye, 'İslam enternasyonel gücü'nün kaptan gemisi olarak, milattan evvel ki gibi iki süper güç olarak karşı karşıya gelecek.Ne Amerika kalacak, ne Avrupa Birliği kalacak.İkisini de Yahudi yıkacak.Azami 15 sene sürer bu dediğim.Yirmibirinci asrın lider ülkesi Çin ve Türkiye'dir."

     

     

    71696_439726726198_148902841198_5692320_6094124_n.jpg

     

    Çin'in, Batı'ya açıldığı kapı, Türkistan'dır.İşgal altındaki Doğu Türkistan, Çin'in hammadde kaynağıdır ve 21. yy'ın Kuveyt'i olarak adlandırılmaktadır.180'den fazla yeraltı kaynağı bulunan, Belazuri'nin deyimiyle 'Allah'ın yeryüzündeki cenneti' şu an işgal altındadır.Doğu Türkistan mücadelesinin başbuğlarından İsa Yusuf Alptekin'in endişesi gerçekleşmektedir.Çin tehlikesi tüm dünyayı tehdit etmektedir.Doğu'su ve Batı'sı ile Türkistan'ı çok büyük şeyler beklemektedir.Türkiye ve dahil tüm Müslümanlar gözlerini Türkistan'a dikmeli.Türkistan'daki Türklerin yeniden İslami şuura ulaşmalarında yardımcı olmalılardır.Zira dünyanın yeni çekim merkezi Türkistan'dır! İki temsili güç burada savaşacaktır.Müslüman-Türkler ve Yahudiler-Çinliler!

     

    "Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes

    Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es... "

     

     

    Allah'ın selamı üzerinize olsun! Ve minallahit'tevfik!

     

    Abdurrahman Hacımelek


  5. Her ne kadar bazılarının, sabataistliğin cılkını çıkarmak gibi dertleri olsada "Yahudi Kürdler" araştırılması gereken bir konudur.Daha yeni bir kitabının çıktığını duyduğumuz islami! ırkçı sezai kırlangıç "Yahudilerle kürdleri ilişkilendirmek şerefsizliktir " dese de ortada bir yığın kanıt var.

     

    Yahudinin olmadığı yer-kavim yoktur! Çinde dahi Kafeing adında Yahudiler, Japonyada Makuya adında Yahudi tarikati vardır.Hem de yüzbinlerle ifade edilen rakamlarla.


  6. Ben de son zamanlarda baya bir Kadir Mısıroğlu okuması yaptım."Üstad Necip Fazıl'a Dair" isimli eserini uzun zaman önce okumuştum.Bende de bir infial uyandırmıştı.Ama diğer kitaplarını okuyunca kasıtlı bir durumunsöz konusu olmadığını söyleyebiliriz.

     

    İslamcı gençliğe okumasını tavsiye ettiği eserler arasında Üstad'ın "İdeolocya Örgüsü" de var.Yani söz konusu kitab harici hiçbir kitapta Üstad aleyhine bir cümlesine rastlamadım.

     

    Şöyle bir sözü vardır Eric Hoffer'ın;

    "Fikir adamlarının uyumlu bir şekilde beraber çalıştıkları nadir görülür..."

     

    Yanılmıyorsam Cemil Meriç de Üstad hakkında menfi sözler söylemişti.

     

    Kadir Mısıroğlu'nun da beğenilmeyen yönleri olabilir ama o davudi sesiyle ekranları titretirken söylediği gibi; Anti-kemalist, sapına kadar şeriatçi, hakiki bir Osmanlı münevveri...Büyük Doğucular olarak O'ndan öğreneceğimiz çok şey var.

    • Like 2

  7. Esir Türkler

     

    Beyazıt'taki fuarda davet üzerine gittiğim b.d. Yayınevi'nde, Allah razı olsun Suat Ak ağabeyimiz konferans metnini bana verdi.

     

    Konferansın içeriği sadece Moskof-Çinli zulmü altında ezilen Türkler değil.Genel anlamda tüm Türkler üzerinde durmuş Üstad."Özkaynak Türkleri" olarak hitab ettiği esir Türkleri kurtarmanın yolunun Türkiye Türklerinin kurtarılmasından geçtiğinden bahsetmiş.

     

    Esir Türkler isimli, konferans Üstad'ın Hitabeler'ine bir sonraki basımda girecekmiş.


  8. Fiat konusu Büyük Doğu davacıları için dert değildir.Lakin paranın heykelleşmeyip, buharlaşması can sıkıcı.

     

    Kültür merkezi, enstitü gibi kurumların olması büyük çapta tesirli olur.Kanım odur ki öncelikle Büyük Doğu dergisine ihtiyaç var.Dergi, kitap satışından fazla gelir getirecektir yayınevimize..Şu an dergiye açız! Duysunlar sesimizi! :) İftar versinler bize Büyük Doğu sofrasından...


  9. Fuar başlığını gördünce ekleyeyim dedim..

     

    "21.08.2010 Cumartesi Günü

    22.08.2010 Pazar Günü

     

    Yukarıdaki

    Tarihlerde, İkindi Namazına müteakip saat 18:00 civarlarında Üstad

    Kadir Mısıroğlu 48-49 numaralı " SEBİL YAYINEVİ " standında Kitaplarını

    imzalamak üzere bulunacaktır !.."


  10. "Güney Kırgızistan`daki Kırgız-Özbek çatışmasında hem Özbekleri, hem de Kırgızları vuran snaypırlar yakalandı. Bunların hepsi Tacik asıllı."

     

    Semerkand ve Buhara'yı Türklerden almak isteyen Şii Tacikler ve Siyonistlerce yürütülen Türkistan oyunları...

    Baran dergisi Türkistan temsilcisi A. Dilmurat Yvas tarafından yazılan aşağıdaki yazı herşeyi açıkça ortaya koymaktadır.

     

    Yazının tamamı; http://www.buyukasya.net/Content.aspx?haberID=188


  11. F.Masum.jpg

    Fetheddin Mahsum (Özbek Türk'ü)

     

     

    DOĞU TÜRKİSTAN'IN YETİŞTİRDİĞİ DEVLET ADAMLARI

     

     

    Fetheddin Mahsum Özbek Türklerinden olup, 1923 yılında Namengan'da doğdu. Aslen Tacikistan'ın Düşembe şehrinden olan babası Nur Muhammed Kâri ile Sovyet rejiminden kaçarak 1933 yılında Hoten'e gelip yerleşti.

     

    Fetheddin Mahsum küçük yaşta yetim kaldığı için büyükannesi İşanayım'ın yanında büyümüştür. Hoten Darülitam'ı (yetimler okulu) bitirdikten sonra 1946 yılında Veteriner Meslek Okulundan diploma aldı. 1948 yılının sonuna kadar mesleğinde çalıştı. Ocak 1949 senesinde Urümçi'ye gelip orada bir süre "Tamirai Nezareti"nde çalıştı.

     

    Fetheddin Mahsum, yılmaz bir milliyetçi, ateşli bir vatanperverdi. Onun bu özelliğini yazdığı makalelerinde ve ulusal duyguları işleyen Coşku dolu şiirlerinde görmekleyiz. Ben bu yazım da onun hatırımda kaldığı şiirlerinden bazılarını sunacağım.

     

    1949 yılının Eylül ayında Çin Komünist askerleri Doğu Türkistan'a girdikten sonra, Mehmet Emin Buğra, İsa Yusuf Alptekin Bey'in kafilesiyle yola çıkmışsa da bazı nedenlerle hududu geçemeyip, Hoten'e geri dönmüştü. 1950 senesinde tutuklanıp, 1953 senesine kadar merkez nahiyesinde göz hapsinde bulundurularak veteriner ocağında çalıştırıldı. Burada çalıştırılırken bazı aydın kişilerle tanıştı. Tanıştığı aydınlarla birleşip bazı işler yapmak için fikir alışverişinde bulundu.

     

    Yarkent'e yapağı bir yolculuğunda Kara-kaşlı tarikat şeyhi Abdulhamid Damolla İle tanışır. Abdulhamid Damolla Doğu Türkistan'ın güneyindeki şehirlerde bulunan itibarlı bir şeyh olup, 1945 yılında müritlerinin sayısının 40 bin civarında olduğu söylenmektedir. Abdulhamid Damolla'nın müritlerine dayanarak Fetheddin Mahsum "Teşkil-i Necat" isimli gizli bir teşkilat kurar. Bu teşkilatın başkanlığını Abdulhamid Damolla, başkan yardımcılığını Fetheddin Mahsum üstlenir. Halifeleri kanalıyla müritleri teşkilatlandırır.

     

    Teşkilatın gayesi şudur: Müritleri başta olmak üzere halkı silahlı mücadeleye hazırlayıp, Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti kurmaktı. Bu gayeye ulaşabilmek için bölgelerde küçük teşkilat üniteleri kurup, bu üniteler vasıtasıyla kongreler düzenlendi. Ayrıca teksir yoluyla "Şura" isimli bir dergi çıkardı. Bu dergide Şark Türkistan İslam Cumhuriyeti Anayasası" " Gençlere Çağrı", Birleşmiş Milletlere Arz gibi yayınlar neşredildi. Teşkilat üyelerine ay yıldızlı bayrak dağıtıldı (4).

     

    Fetheddin Mahsum, ayaklanma başarısızlığı uğradıktan sonra ancak iki yıl gizlenebildi. Sonunda yakalandı, l Mayıs 1959'da hükûmet Hoten'in büyük meydanına mecburi seyirci topladı. Fetheddin Mahsum'a söz hakkı vermeden orada bulunan hakim ölüm karan verdi ve aynı anda Fetheddin Mahsum kurşuna dizilerek şehid edil di.

     

    O gün bu acı olaya şahit olanlar, bu dehşetli hadiseyi hiç unutamadılar. Fetheddin Mahsum başı açık, üstüne geçirilen beyaz elbise ile arkasından bağlı olarak meydana getirildi. Fetheddin Mahsum başını dik tutup, etrafa acı bir tebessüm ile bakmaktaydı. Çehresinde hiç bir korku alameti görülmüyordu. Onu meydana getiren Çinli askerleri sık sık Fetheddin Mahsum'un başını zorla öne eğdirdiyse de başından Çin askerlerinin darbesi kalkınca gene başını dik tutuyordu. Fetheddin Mahsum meydana gelirken, onu gören halk Fetheddin Mahsum'u dudağını ısırarak yürür gibi gördü. Fetheddin Mahsum'un şahadetinden 33 yıl geçtikten sonra bu makaleyi yazarken Çin cellatlarının Fetheddin Mahsum'un dilini telle dudağına bağlamış olduğunu öğrenmiş oldum.

     

    Söylendiğine göre Fetheddin Mahsum'un halkın önünde herhangi bir şey söylemesini ve slogan atmasını önlemek için bu çareye başvurmuşlar. Çünkü, Fetheddin Mahsum, o geceki sorgulama sırasında durmadan "Allahü Ekber", "Yaşasın Şarki Türkistan" ve "Kahrolsun Zalim Çinliler" diye bağırmış.

    Fetheddin Mahsum'un 35 senelik ömrü çeşitli zorluk ve işkencelerle geçti. Babası Stalinci Sın Si şey tarafından öldürüldü. Fetheddin Mahsum'un çocukluğu, gençliği hep yoksulluklar içinde geçti, ömrünün büyük bir kısmı milliyetçi Çin ve Kızıl Çinlilerin zindanlarında geçti. Doğu Türkistan halkının aydın ve vatanperver oğlu, Özbek yiğidi Fetheddin Mahsum milletimizin kalbinde ebediyen yaşayacaktır.

     

    FETHETDİN MAKSUM'UN ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER:

     

    AÇILMAZ MI?

    Dünyadın ötermen mu bir şad bolalmastın

     

    Daim tökülüp yerge bir yolu tolalmastın

     

    Gam hardukidin azat bir tenmu alalmastın

     

    Derdimni sınğırmek üçün içimge salalmastın

     

     

    Könglim bu çiçek güller, külgende çiçilmaz mu?

     

    Ermani tola dil hem, bir merre açılmaz mu?

    El külgini dek menmu, külmekni heves kildim

     

    Köngnümde tilep şiirin bir netçe nefes kildim

     

     

     

    Bahsi şu bölüp özni sonğ demde kafes kildim

     

    Bendimni açay dep ah urgansın tes kildim.

    Könglim bu çiçek güller, külgende çiçilmaz mu?

     

    Yıldızlı cerahatler hasrette tişilmez mu?

     

     

    Dünyadiki devzehtin canlık çikişim bar mu?

     

    Zindan da eda kılsam ikinci başım bar mu?

     

    Yardimçi tügel, halım tingşarga kişim bar mu?

    Könglim bu çiçek güller, külgende çiçilmaz mu?

     

    Ermani toladi hem, bİr merre açılmaz mu?

    Her köz açışım birle otlarda yanar öpkem

     

    Her lahzade bu millet baştın keçirür matem

     

    Düşmenge oyunhana bolmakta eziz ölkem

     

    Bu fecih menzerege kandağ çıdasun adam

     

     

    Şehid Fetheddin ve Hoten Atçüy Ayaklanmasının 35. Yıldönümü

     

    15 Kasım 1955'de Abdulhamid Damollam ve Fetheddin Mahsum önderliğinde Çin Komünist hakimiyetine karşı silahlı ayaklanma yapıldı. Bu ayaklanma komünist Çinlilerin Doğu Türkistan'ı İşgal etmesinin 6. senesine rastlar.

     

    Bu 6 yıl içersinde Çinli'ler tüm dehşetiyle halkı çeşitli yollarla baskı altına alıp "Kira bedelini azaltmak, zorbalara karşı koymak, Çin hakimiyetim sağlamlaştırmak, toprak reformu, komünist devrimine karşı olan unsurları yok etmek ve üçe karşı hareket" gibi kampanyalarla Doğu Türkistan halkını ezerek, baskı altında tutmaya başlamışlardı.

     

    Bu baskıların başında karşı devrimci diye yakaladıkları kişileri, zorla ellerini bağlayıp, sokakları dolaştırdıktan sonra, meydana zorla topladıkları kalabalığın önüne getirip sorguladıktan sonra hemen kalabalığın önünde kurşuna diziyorlardı. Bu gibi katliamlarla halkımızı korkutup, etrafa dehşet saçmakla idiler. Bu ve benzeri zulümler karşısında halkımız çaresizlik İçinde kalmıştı, istilacılar ise yaptıklarından gurur duyuyorlardı, Burhan Şehidi, Urümçi Radyosu'nda yaptığı konuşmasında "Çin Komünist Partisi ve ordusunun gücüyle karşı devrimciler yakalanıp öldürüldü, bir kısmı hapse atıldı. Bu gibi tedbirler sayesinde yurtta asayiş sağlandı." diyordu (1).

     

    İşte böyle bir vaziyette kendilerini çok güvenlikte hisseden Hoten'deki Çin Komünist güçleri bir gece yarısı aniden patlayan el bombalarının gürültüsüyle sıçrayıp uyandılar. Ertesi sabah 15 Kasım 1955'de Hoten halkı şehirde ilan edilen sıkıyönetimden sonra Atçüy ayaklanmasını öğrenmiş oldular, Hoten, Çin Komünist askerleri tarafından kuşatıldı. Çin askerleri evleri basarak, önlerine çıkanları yakalıyorlardı. Hoten garnizonu ile Şorvağ köprüsü civarında çarpışan mücahitler yenilmişlerdi.

     

     

    Bu ayaklanmanın kısaca özeti şudur:

    Aralık 1954'de Hoten'in Atçüy kentinde Niyaz Beğ Hacı'nın evinde Karakaşlı Abdulhamid Damollam ve Fetheddin Mahsum'un önderliğinde kurulan "Teşkil-i Necat" Partisi'nin toplantısı yapıldı. Bu toplantıda 15 Kasım 1955'de ayaklanma kararı alınmıştı. Bu karar gereğince Fetheddin Mahsum öncülüğünde bir bölük mücahitler Atçüy'deki "Emgek Bilen Özgertiş" hapishanesine baskın yaparak muhafızların silahlarını aldılar. Hoten kalesindeki garnizona hücum ederek şehri ele geçirmeyi planlamışlardı.

     

    Planın birinci kısmı gerçekleşti. Yani muhafızların yedisi öldürüldü, silahlarına el kondu. Fakat mahkumlar içerisinde ömür boyu hapse mahkum olan Vang isimli milliyetçi Çin albayı mücahitlere katılıp arabayı sürmede yardımcı olmak ister ve mücahitleri alıp yola çıkar. Zaten Çinli olduğu için Türk düşmanlığı damarı kabarır, mücahitlere oyun oynayıp, arabayı son hızla sürüp, askeri kışlanın yanına geldiğinde korna çalmaya başlar. Kışladaki askerler mücahitlere saldırırlar. Durumu kavrayan mücahitler dağılır.

     

    Aynı gece telgrafhane, polis idaresi ve Yurungkaş köprüsünü kuşatmakta olan mücahitler de yenilgiye uğradı. Fetheddin Mahsum ve başka mücahit liderleri halk arasında gizlenirler. Meydana gelen bu ayaklanma Çin komünistlerinin Doğu Türkistan'ı işgal ettikten sonra yapılan silahlı ayaklanmanın birincisiydi. Hoten halkının böyle bir ayaklanma yapacağı Çinlilerin hayallerine dahi gelmiyordu. Ayaklanma neticesiz sona ermesine rağmen, bunun tesir ve yankılan yıllarca devam etmiştir. Zulüm ve kızıl terör yüzünden ümitsizliğe düşen halkımızın gözü açılıp Çin hakimiyetine karşı gizli ve açık karşı koyma hareketi devam etmeye başladı. (Bu konuya sırası geldiğinde değineceğiz.) Bu hadise Çinlileri büyük endişelere düşürmüş olacak ki, Merkezi Hükûmet, Eyalet Hükûmeti, Çin Haber Alma Teşkilatı ve Parti Merkezi'nden soruşturma ekipleri peyderpey. Hoten 'e gelip olayı büyük bir titizlik ve tedirginlik içerisinde soruşturup araştırmaya başladılar. Bu soruşturma işi yıllarca sürdü. Sonuçta yeni siyasî müeyyideler kondu.

     

    On sene müddetle Hoten'den yüksek okula alınacak öğrencilerin sayısını asgariye indirdiler. Hoten'e yeni yapılacak fabrika ve diğer iş sahaları on yıl müddetle donduruldu. Hoten vilayetinden diğer vilayetlere gidiş gelişler kısıtlandı. Acil durumlarda Hoten'den başka şehirlere gidecek olanlara resmi dairelerden izin kağıdı alma mecburiyeti koydular.

     

    Ayaklanma akamete uğradıktan sonra bu mücadelenin öncüleri halkın içine karışıp gizlenmişlerdi. Çin yöneticileri ivedilikle bu ayaklanmaya katılanları yakalayıp, ikinci bir Atçüy olayının meydana gelmemesi için geniş çapta tutuklama yapma kararı almışlardı. Aynı zamanda halk arasına şöyle bir söylenti yayılmıştı: "Atçüy ayaklanmasını yapan liderler Karanlıkdağ (Hindistan hududunda) da Mehmed Emin Hazret'in (Buğra) askerleriyle birleşmişler, yakında Hoten'i ele geçireceklermiş, ayaklanma liderleri Çin kuvvetlerince ku şalı liri arsa gözden kayıp oluyormuş veya kuş olup uçup gidiyorlarmış." gibi rivayetler etrafa yayılıyordu.

     

    Hükûmet yetkilileri bu söylentilerin esassız olduğunu bildiği halde bu söylentileri bahane ederek Hoten başta olmak üzere tüm Doğu Türkistan'da genel bir tutuklamaya giriştiler. 1956-59 yılları arası devam eden bu tutuklamayı "Halkı aydınlatma ve olayları açıklama" sloganı altında büyük bir çapta yürüttüler. Tutuklananlardan büyük bir kısmı din adamları, tüccarlar ve aydınlardan oluşuyordu.

    Bu tutukluları "Öğretim Kursları" ismini ver dikleri kamplarda toplayıp onları ruhen ve cismen işkence altında ezdiler. Bunları birbirleriyle karşı karşıya getirip, içlerinden vicdansız kişileri bulup çıkararak bunlara "Aktıplar" ismini verip, milliyetçilere saldırttılar; yalan ve iftiralarını desteklediler. Bu tür kişiler vasıtasıyla gizlenmiş olan mücahit liderlerini yakalama yollarını buldular.

     

    Örneğin bu öğretim kurslarında bulunan ve 1949'da hacı olup dönen Yop Yurungkaşlı Ruzi Molla'yı ortaya çıkarıp şöyle bir yalan söylettiler: "Ben Mehmet Emin Hazret (Buğra) ile Çongtaşta (2) karşılaştığımda kişi bana biz yakında döneceğiz, Hoten'e vardığımızda akrabalarımdan olan Abdülkerim Hacim ile bağlantı kurup bizden haber bekleyin" demişti diye tamamen yalan bir hikaye uydurmuştu (3). Bu yalanlara dayanıp Hoten ve Karkaş'ta Mehmet Emin Hazret'in bazı yakın akraba ve muhitleriyle 1933'de cereyan etmiş olan Hoten ayaklanmasına iştirak eden kişilerin hepsini tutukladılar.

     

    Bunları akıl almaz işkencelerle eziyet edip, şu şekilde söyletmek istediler: "Atçüy ayaklanması dışardan Mehmet Emin Hazret'in direktifleriyle olmuştur" Bunda muvaffak olamadılar. Fakat bu tutuklular içerisinde Mehmet Emin Hazret'in amcaoğlu olan Abdülkerim Hacı'yı sorgu sırasında elinden asıp döverek şehit elliler. Turdu Muhammed Ahun bilinmeyen bir sebepten hapishanede öldü. Abdülnebi Kari Hacını, Haşur Niyaz Ahunum, Muttellip Ahun Damolla ve Ruzi Met Ahunum ve başkaları sorgu sırasındaki eziyetlere dayanamayıp ölmüşlerdir.

     

    Bu "Öğretim" sırasında bazı hainlerin bilgi vermesiyle Fetheddîn Mahsum başta olmak üzere bazı kişilerin iki sene müddetle gizlendiği Tosalla köyünden 10 Şubat 1957'de yakalayıp, l Mayıs 1958 tarihinde Fetheddin Mahsum'u şehid ettiler. Abdulhamid Damollam başla olmak üzere bazı mücahitleri 4 yıl sonra Karakaş kazasının Yava isimli yöresinde gizlendikleri yerden yakalayıp Nisan 1959'da şehid ettiler.

    Hoten Atçüy ayaklanması çok kanlı ve zalimâne bir şekilde bastırıldıktan soma Çin Komünist kuvvetleri, Hoten halkı, genelde tüm Doğu Türkistan halkı arlık ayaklanma yapamaz düşüncesinde idiler. Lakin Atçüy ayaklanması başarısızlıkla neticelendikten sonra da bu iş bitmedi.

     

    Hoten halkı zulme ve din düşmanlarına karşı devamlı ayaklanmada bulundular. Örneğin 11957 senesinde Hoten'in Henarık yöresinde köylüler Hatice Han isimli bir bayanın öncülüğünde ayaklandılar. Bu ayaklanmayı bastırmak için gelen askerlerden yedisini Kukla Mola'dan Naşir Haci'yi sopalarla dövüp öldürdüler.

    Ocak 1958'de Hoten'in Tevekkül yöresinde Baki Damolla ve Semet Damolla Öncülüğünde çiticiler ayaklanıp, Tarım vadisindeki "Harbîye Çiftliği"ndeki görevli silahlı 20 Çin askerini öldürdüler. Bu çarpışmada 200 mücahit şehid olmuştur.

     

    Nisan 1962'de Karkas kazasında Tursun Hafız önderliğinde oluşturulan "Şarki Türkistan Partizanları" isimli teşkilat üyeleri faaliyete geçmeden yakalandılar. Bunlardan başka yalnız Hoten'de kurulan gizli teşkilatların sayısı 5 olup, bunlar kuruluş aşamasında dağıtılmıştır. Bunların içinde geniş çapla üyesi olanı ise "Şarki Türkistan Uçkun Teşkilatı" idi.

     

     

     

    1) Burhan Şehidi'nin l Ekim 1952 günü Urümçi'de yaptığı radyo konuşması. Aynı günkü "Şincang Ribao" gazetesine bakınız.

    2) Çonytaş: Doğu Türkistan'ı Hindistan'a

    bağlayan bir yer adı.

    3) Hoten'de Uygurca olarak basılan "Hoten Gazetesi" nin 9 Ekim 1956 sayısında basılan "Bir İnkılapçının Başkılışi" isimli haber makalesine bakınız.

    4) Bunlar 1960 senesi Hoten'de açılan "Karşı devrimcileri yok ediş" sergisinde sergilenmiştir.

    ŞARKİ TÜRKİSTAN AVAZI

×
×
  • Create New...