Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

pembegül

Üye
  • Content Count

    136
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by pembegül


  1. Sizler benim ilk lafımın mağdurlarısınız hala. Bunu anlamayamıyorsunuz, siz gidin Sayın Birand'a deyin TRT'de dediklerinizi aksettirecek bir güzel belgesel çeksin. Arkadaşım benim Barda filmi ile Fetih 1453 karşı karşıya getirmem şu bahisledir ki, en azından artık sağın yüreğine, kafasına hitap eden mevzulara değinildiğine işarettir. Yoksa muhteva olarak karşılaştırmak fil ile fareninki kadar komik.

     

    Ayrıca yok yüze pempe maskeden bahsediyorsunuz da mübalağanın bu kadarı olmamıştır diyorum ben de. Hepi topu 4 tane. O da Bizans ve batı güruhunun rezilliğini göz önüne sermek adına yapılmış. Hadi onu geçiyorum, Hürrem-Kanuni sahneleri neden o kadar nümayiş uyandırmıyor da burada Ulubatlı'nın Era'ya bir iki sahnesi sizi zıvanadan çıkartıyor anlamıyorum. Tenkidi baba mesleği bellemişsiniz, biriniz de desin ki Fatih Sultan'ın hanımı seferden geldiğinde elini dahi tutmadı yahut cenge çıktığında sarılmadı bile. Lanse ettirilen Kanuni yanında çizilmeye çalışılan Fatih Sultan potresi göklere çıkartılacak derecede. Ben çoğu kere Muhteşem Yüzyıl'ın meydana getirmiş olduğu çöküntünün tamiri zaviyesinden baktım.Diyebiliriz ki hanımına tek jesti yazdığı mektuptu. Ama diğeri harem-hürrem arası mekik dokuyan zelil bir çizgide. Biraz da böyle düşününüz, oturduğunuz deri koltuklardan ahkam kesmeniz Oktay Ekşicilik oynamaktan başka bir şey değil. Pembe maskeymiş, hayır ben de izlemesem lafınıza şakkadanak inanacağım ha. Kaliteli espri.

     

    Bakınız yok histerik nöbeti, yok muvazenesiz tutum, yok tespih, yahut vezirler atışması, siz hala bir sinema izlediğinizin farkında değilsiniz. Eğer Reis Bey ve İskilipli Atıf filmleriyle tanınan sayın Mesut Uçakan "Kendi inancımızın coşkun ruhunu görmek hakkımız. Zaten Muhteşem Yüzyıl gibi tarihimizi katleden bir dizinin yanında böyle bir yapım bana zemzem suyuyla yıkanmış gibi geliyor. Bundan sonra daha sağlam adımlar atılır diye düşünüyorum." diye bir söz sarf ediyorsa benim için de gerisi laf-ü guzaftır. Herkes bir anda muhteşem tarihçi kesildi başımıza. Siz ne şeker şeysiniz öyle. Eğer aklı başında eleştirmenler ve tarihçiler bir takım hataları yadsınamaz ama kesinlikle izlenmeli diyorsa diğerleri zor olacak ama kalemlerini kırsınlar bir zahmet. Seyirci olarak elbet beğenme-beğenmeme hakkına sahipsiniz ama burada 4 yıldır emek harcanmış bir çalışmayı yerden yere vurma hakkına sahip değilsiniz. Gençler en azından Harry Poter'ın Yüzüklerin Efendisi'nin üzerine at üstünde koşturan, Allah Allah diyen bir ecdad görmüş çok mu? Bakış zaviyeleriniz gerçekten derece küçüklüğü ve oksijen azlığıyla karşı karşıya.

     

    Diyorsunuz ki yanlış lanse, Truva filmindeki gibi Napolyon sizce 4-5 adamından ayrı hareket edemeyin pısırık herifin teki midir? Ki koskoca orduya gömleğini yırtıp kurşun yağdırmasını emreden, Üstad'ın dahi gıptasını kazanmış o savaşçı ruh.

     

    Yani artık gerçekten gına geldi şu tenkitlerden. O filmde uzman tarihçilerden tutun kıyafette padişah giysileri üzerine uzmanlık kazanmış kişilerle çalışılmış. Hiçbiri sizin yakaladığınız noktaları bilemedi sizler fark ettiniz öyle mi? Yaw bi gidin ya. Yine yeniden tekrarlıyorum neticede bu bir sinemadır, Fatih kadar Ulubatlı da tarihin gerçeğidir. O ondan daha önce, ama kriz geçirdi ama Ecevit'in eli titrerdi gibi edebiyatlara gireceğinize deyiniz ki, yer yer eksikti lakin yine de böyle bir büyük çalışmaya bütçe ayırdığı için Faruk'u bizim oğlan ilan ediyoruz.

     

    Ha İvedik'i çekti Çılgın Dersane'yi imar etti, yahu bana ne, ben adamın kimliğiylen değil ortaya koyduğu sanatla alakadarım. Ha buradaki eleştiride Nurullah Ataç'a taş çıkardınız yani. Neresinden tutsam da filmi yersem mantığıyla bakılınca zirve nokta yapımcıyı karalamak oluyor sanırım. (Burada sesli bir kahkaha repliği tahayyül ediniz. Erol Taşvari olsa eyi olur)

     

    Neyse neyse uzatmaya lüzum yok, tarihde bu hassasiyet güzel ama fazlası zarar anacım, herşeyde olduğu gibi.

     

    Çok yakında başka bir yapımda karşılaşmak üzere. Tabi ailenizi alıp gideceğiniz bir sinema olursa.

     

    Ümitvar olunuz ne diyordu Minik Şerçe, "Belki Şehre bir film gelir"

     

    Hadi gülümse :)

     

    :) Ben bu konuda yeni bir tartışma ortamı husule getirmek istemem ama şahsıma doğan cevap hakkını kullanmaktan geri kalmak niyetinde de değilim. Hoş, ortada -laf ola beri gele, gör beni göreyim seni- den ziyade bişey de yok ya, biz yine de mevzuyu şahsileştirmemeye gayret ederek ve tartışma adap ve kaidelerini yıpratmamaya özen göstererek mukabelede bulunalım bakalım.

     

    Yukarıdaki mesajınızı bütünlük içerisinde değerlendiren ortalama bir zeka, sizin apaçık bir biçimde müstehcen unsurlar ihtiva ettiğini söylediğiniz filmler üzerinden bizim kabul etmekte güçlük çektiğimiz Fetih 1453’te yer verilen sahneleri meşru kılma gibi bir yol izlediğinizi görecektir. Daha önce sağın kafasına ve yüreğine hitap eden konulara Türk sinemasında hiç temas edilmediği gibi deli saçması bir iddia ile de konuyu mecraından etmeye lüzum yok. Fil ile fareninkini bilemem lakin pireyi deve yapmaktaki maharetinizi müşahede etmekteyiz.

     

    Yüze pempe maskeden bahsettiğim kısmı bir sonraki mesajınızda alıntılama zahmetine katlanırsanız bilahire benim ne demek istediğimi izah etme lütfunda bulunacağımdan emin olabilirsiniz. Yazılanları doğru dürüst okuma ve anlama gayreti göstermek çok zor olmasa gerek. Hepi topu 4 tane dediğiniz sahnenin, bir filmi ailece rahat bir biçimde izlenemeyecek hale getirdiğini söylemekte ısrar etmekteyim. Muhafakar ve mütedeyyin bir Türk ailesini göz önünde bulundurursak, bunun böyle olduğu noktasında sanırım birçoğumuz mutabık kalırız. Hee, siz kendi ailenizde durumun farklı olduğunu yahut azımsadığınız sahnelerin sizde manen hiçbir menfi tesire yol açmadığını söyleyebilirsiniz. Bu beni zerre kadar alakadar etmez doğrusu. Ama kalkıp da mübalağa ettiğimizi söyleyip üstüne bir de –hepi topu 4 tanecik- gibi bir yaklaşım benimseme yanlışına düşmeyin zira insanın aklına ister istemez Zekeriya Beyaz’ın malum rezilliği üzerine söylediği cümleler geliyor. Bir tencere lezzetli yemeğin içinden 3-4 tane kıl parçası çıksa bu belki yemeğin özünü yok etmez ve lezzetine de halel getirmez lakin hangi mide bu lezzetten hakkıyla istifade edebilir!? 3-4 kıl parçasını siz baharat olarak görüyorsanız bize afiyet olsun demekten başka bişey düşmez.

     

    Hepi topu 4 tane olan sahnenin Bizans’ın rezilliğini göz önüne sermek adına yapıldığını söylemek en hafif tabir ile aymazlıktır. Varlığı konusunda tarihçilerin ihtilafa düştüğü Ulubatlı Hasan’ın bizi zıvanadan çıkardığını iddia ettiğiniz ve aynı zamanda bir önceki cümlenizle açık bir biçimde çeliştiğiniz sahneler, demek Bizans’ın rezilliğini gözler önüne sermek için tasarlanmış da bizler gaflet denizinde yüzüyor, dalalet bataklığında çırpınıyormuşuz. Ayrıca, Hürrem-Kanuni sahneleri üzerinden Ulubatlı-Era ilişkisini meşrulaştırmaya girişmenize de en ufak bir mana payesi biçmek mümkün değil. Lutfedip konu başlığına bakma zahmetinde bulunursanız tartışılan konunun fetih 1453 olduğunu görürsünüz. Bir cümlenizde ise “biriniz de desin ki Fatih Sultan'ın hanımı seferden geldiğinde elini dahi tutmadı yahut cenge çıktığında sarılmadı bile.” demişsiniz. Fatih Sultan’ın hanımının seferden geldiği sahneyi ben kaçırmışım sanırım. Hangi sefere çıktığını bir sonraki mesajınızda yazıverirseniz biz de bu tarihi bilgi eksikliğimizi gidermiş olarak sizlere duacı oluruz. Tabi bahsettiğiniz sahne Fatih’in padişah olması sonrasında hanımının Sancak’tan saraya varışı ise orasını bilemem.

     

    Hayatında ilk kez şaşırtıcı bir şeyle karşılaşıp da akıl tutulması halinde gördüğü şeyi abartarak anlatan veletler gibi söz konusu filmi yere göğe sığdıramamanızın sebebi bilinmez fakat siz zannedersem tam olarak neyi savunduğunuzun bilincinde olmaktan uzaksınız. Zira, bir mesaj evvel Fatih’in cenk meydanında kılıç parlatmasının tarihi gerçeklere muvazi olmadığından bahsetmiştiniz yanlış hatırlamıyorsam. Bunun üzerine kalkıp bize izlediğimiz “şey”in sinema olduğunu hatırlatarak belli başlı saptırmaların sinema tekniği açısından oldukça normal olduğunu ima etmeniz yaşadığınız bipolar bozukluk halinin azametini göstermesi açısından ibretlik olmuş. Elhamdülillah, sağlığımıza duacı ve hamd etmedeyiz. Körü körüne filmi alıp bağra basmaktan ve pek yakında Recep İvedik 4 filminden milyonlarca lirayı cebe indirecek olan büyük yapımcı Faruk Aksoy’u manevi evlat ilan etmekten çok farklı bir şey söylüyor Mesut Uçakan alıntılamış olduğunuz yazıda. Filmi, sizin de söz ettiğiniz dizinin yanında iyi olarak gördüğünü belirttikten sonra daha sağlam yapıtlara imza atılması gerektiğinden bahsediyor. Ezcümle, filmin nispeten iyi sayılabileceğinden ancak yetersiz olduğundan bahsediyor ki bu noktada ben Mesut Uçakan ile hemfikirim. Ufkumuzu genişletmek, -bakış zaviyemizin derecesini büyütmek- adına aklı başında eleştirmen ve tarihçiler ile kimleri kastettiğinizi de bir sonraki mesajınızda yazmanızı istirham edersek umarım saygısızlık etmiş olmayız. Hadi eleştirmen şuracıkta dursun da hangi tarihçi neden bu filmin kesinlikle izlenmesi gerektiğini söyler, anlaması güç. Bu arada, seyirci olarak filmi beğenmeme hakkını bize ihsan etmeniz cömertlik konusunda eşine az rastlanır bir kişi olduğunuzu ispat eder nitelikte. Varolun. Eserin kıymetini, nitelik yönünden değil de imal süresi ile biçme girişiminiz ise sığlığına derinlik konusunda numunelik teşkil ettiğinizin alameti.

     

    Filmin uzman tarihçilerin gözetiminde çekilmiş olması yapılan hataların daha da fazla eleştirilmesine fırsat vermekten öteye gitmez. Bu durumda, ya sizin uzman tarihçi olarak bahsettiğiniz kişilerin kifayetsiz ve uçuk tipler olduğu yahut filmin yapımcılarının uzman tarihçilerin karizmasını iki paralık ederek gişe beklentisiyle bazı yerlerde başlarına buyruk hareket ettikleri gibi bir sonuca varmak kabil olur.

     

    1453 ile Faruk Aksoyun çok iyi bir iş çıkardığını farz edelim; yarın Recep İvedik çıktığı zaman ne diyeceğiz? Kötü bi film ama adamın kabahati yok, film öyle kareler birbirine kendiliğinden eklene eklene ortaya çıkmış mı diyeceğiz? Ortaya iyi ya da kötü bir iş çıkaran sanatçının kimliğine hiç dokunmadan sadece eserleri ne şekilde ele alabiliriz? Eseri ile kendini manifeste eden müessiri nasıl birbirinden sıyırıp atabiliriz? Fiili failinden müstakil biçimde değerlendirirsek, suçlu ya da suçsuz diye bir ayrıma gitmenin neresi mantıki açıdan kabili tatbik olur? -Ben adamın kimliğiylen değil, ortaya koyduğu sanatlan alakadarım- gibi basit klişe lafları bir kenara atıp şahsiyet kokan ve prensip ihtiva eden fikirler sunmak kolay olmayabilir lakin şu forumda yazıp çizen bir kişiden küçücük bir kalite kırıntısı görmeyi bizlere çok görmeyin, nolur.

     

     

    Boş boş konuşup laf ebeliği yapmanın, aklınca şirinlik ettiğini sanıp saçmalamanın, espri ıkınıp şebekleşmenin manası yok. :) Elimizde 10 arşınlık mezura var. Canınız sıkıldıkça çalabilirsiniz kapımızı, yaparız bir güzellik. Artis!.. :)


  2. Erog'un tespitlerini yerinde buldum. Tartışılan sahneleri filme düşürülen sinek olarak görmek mümkün lakin işin midede uyandırdığı etki boyutunu göz ardı etmemek gerekir. İvedik ahmağının serilerini çeken de Faruk Aksoy'du, yanlış hatırlamıyorsam. Ortada Muhteşem Yüzyıl dizisine gösterilen toplumsal mukavemet olduğu düşünülürse, Fetih 1453 gibi bir senaryoda bundan daha fazla müstehcenliğe kaçılamazdı bana kalırsa. Türk sinemasının utanç vesikası son mahsülleri, bu filmin göklere çıkartılmasını yahut surda bir gedik olarak değerlendirilmesini gerektirmez. Küfrün fink attığı filmlerle Fetih1453'ü mukayaseye etmek sapla samanı harmanlamakdan başka bir gayeye hizmet etmez. Siz kafanızda kurduğunuz bir hikayeyi hiçbir sınırlama olmaksızın beyaz perdeye aksettirebilirsiniz ama bir vakıayı, İstanbul'un fethini sinemaya uyarlamak size bu nispette özgürlük alanı tahsis etmez, edemez. Adam şişi de kebabı da yakmadan herkese bu filmi izlettiriyor ya siz ona bakın. Gerisi boş laf...

     

    Ailemle birlikte gönül rahatlığı içerisinde göğsümü kabarta kabarta izlemem gereken bir filmi kızarmış yüzüme karanlık salon maskesi takarak izliyorsam ortada ciddi bir yanlışlık var demektir. Kimse kusura bakmasın...

     

    Evet, Ulubatlı filmde oldukça ön planda. Zaten, biz Fatih'in geri planda bırakıldığını ve yer yer acz içerisinde resmedildiğini söylerken Fatih'in meydanda kılıç sallaması gerektiğini kastetmemiştik. Tabi ki koskoca Fatih ordunun önünde kılıç sallayarak kellesini koltuğunun arasına sıkıştırmaz. Bizim bahis mevzuu ettiğimiz nokta, fethin gerçekleşmesinde en önemli paya sahip olan kişinin hakkının teslim edilmemesidir. Fatih'in baba yadigarı tesbihini parçalayıp üstünde tepinen, yerlere kitaplar saçacak ve sinirinden asker tokatlayacak kadar muvazene kaybına uğrayan, vezirlerin huzurunda atışmasına göz yumacak kadar basiretsiz davranan birisi olarak resmedilmesine karşın filmin hemen her sahnesinde ön plana çıkartılan ve fethin kaderini tayin noktasında kendisine cömertçe rol biçilen Ulubatlı figürü ne ölçüde gerçekçi ve kabul edilebilir olmuş, bunu sizin takdirinize bırakıyorum. Fetih 1453 değil de Kriz 2001 filmini çeksek, başrolde de Fatih değil Ecevit olsa hadi neyse. :) Kaldı ki 300 tane askeriyle koskoca ordulara kafa tutan Leonidaslar, bir başına kralları dize getiren Robin hood'lar şuracıkta dururken bizim Fatih'imiz kılıcıyla bikaç atraksiyon yapsa fena mı olurdu! Yamalı bohçaya çevrilmiş bir filmde Ulubatlıyı gayri meşru çocuk babası yaparlarken olayın gerçeklik boyutuyla ilgilenmiyoruz da Fatih'in kılıç sallaması söz konusu olunca neden -olur mu canım öyle şey, nerde görülmüş- gibi tavırlar takınıyoruz ben de bunu anlamıyorum.


  3. Ben de filmi izleyenlerdenim. Çok büyük beklentiler içerisinde girmedim salona ama okuduğum eleştiriler ve çevremden almış olduğum tepkilere bakarak bu kadar da kötü bir film izleyeceğimi tahmin etmemiştim. Ulubatlı Hasan etrafında oluşturulan senaryo Fetih senaryosu olmaktan oldukça uzak kalmış bana kalırsa. Ayrıca birçok kez acz içerisinde resmedilen ve hakiki heybetinden zerre aksettirilemeyen Fatih tipi yakışıksız olmuş. Vakıaların tarih sırasıyla verilmemiş olması ve çoğu yerde kurguya girişilmiş olması da bence önemli bir eksiklikti. İkinci sınıf oyuncuların amatörlüğünün yanı sıra işin teknik boyutu kifayetsiz kalmış. Filmde müstehcen olarak addedilebilecek unsurlara yer verilmesini ise tamamen talihsizlik olarak değerlendirdim. Hasılı, ben beğenmedim, olmamış. Bu vesile ile, Mustafa Akkad'ı da rahmetle yadetmiş olalım.


  4. Evet bu türden örneklere rastlanıyor günümüzde ne yazık ki. Bu tarzın en bilinen örneği mahlas'ın aktardığı patlamış mısır- kola hikayesi. Hatta bu olay akabinde Coca-Cola firmasına ciddi miktarda bir para cezası verildiği bilinir. Kuşkusuz bu türden pazarlama üçkağıtçılıklarına ya da bilinçaltına hitap eden düzenbazlıklara karşı itidalli ve tedbirli olmakta fayda. Ama ipin ucunu kaçırıp işi paranoyaklık seviyesine taşımak da doğru sayılmaz. Ondan sonra "Türk Lirası'nın yeni simgesinde şu ana kadar 7 soykırım simgesi, 3 dine hakaret ve 1 tane de illuminati sembolü bulundu. Araştırmalar derinleştirilerek sürüyor." gibi açıklamalar duymak işten bile olmaz. İfratla tefrit arasındaki dengeyi muhafaza etmekte fayda var..


  5. 03 Mart 1924 / Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı mensuplarının yurtdışına çıkarılmasına ilişkin yasa kabul edildi, Tevhid-i Tedrisat Kanunu çıkarıldı. Şer'iye ve Evkaf ve Genelkurmay bakanlıkları kaldırıldı.

     

    Halifeliğin kaldırılması kararı dönemin muktedirlerinin siyaseten ne derece zaaf içerisinde bulunduklarını gösteren çok anlamlı ve ibret verici bir vesikadır. Batılıların deyimiyle eski Türkiye'nin 3 asırda yapamadığını yeni Türkiye 3 günde gerçekleştirerek bu fiyasko kararı alabilmiştir. Dönemin siyasi atmosferinde böyle bir hamle yapmanın akılla, mantıkla, izanla, hüsnü niyetle bağdaşır hiçbir veçhesi yoktur. Alem-i İslam'ın birliğini ve bütünlüğünü remzlendiren makam-ı hilafetin ilgası kararı dünya Müslümanlarının manen ve siyaseten başsız kalmasına sebebiyet vermiş ve Türkiye'nin doğu ile münasebetlerine balta vurmuştur. Ülkeyi batılı ve laik temeller üzerinde bina etme planları var olan bir iktidar nezdinde hilafetin ilgası elzem görüldüğünden meselenin islami boyutu oldukça önemsizdir. Bize göre de bu noktada bir çelişki görülmemektedir. Ancak savaşlardan yakasını güç bela kurtarmış bir ülkenin idarecilerinin altın yumurtlayan tavuk gibi elinde tuttuğu hilafet kozunu hercü merç ederek kendini mat etmesinin siyasi literatürde hiçbir izahı yoktur. Zira, İngiliz sömürgelerinin büyük bir kısmı Müslüman topluluklardan oluşmaktaydı ve bu topluluklar halifeye olan bağlılıklarını her fırsatta beyan etmekteydiler. 3 Mart kararı ile Türkiye Cumhuriyeti İngilizler karşısında her fırsatta kullanabileceği bir silahı kendi vücudunda tecrübe etmekten çekinmemiştir. İşte Osmanlı'yı ve İslam'ı körükörüne red anlayışının vardığı nokta: Üstün siyaset!..

    • Like 1

  6. Tarihte bugün yaşananlara kayıt düşmenin yanı sıra belli başlı ehemmiyeti haiz olaylara birkaç cümle ile değinsek, küçük yorumlar getirsek daha güzel bir başlık olabilir. Böylece vakıaları manalandırmış oluruz sanırım. Elbette ki konuyu açan yöneticimiz daha iyi bilir.

     

     

    -25 Şubat 1945 = Türkiye, Almanya'ya savaş ilan etti. ( Savaş boyunca aktif tarafsızlık maskesi ile üzeri kapatılan ve İnönü'nün üstün meziyeti olarak lanse edilen Türkiye'nin savaş politikası esasen arada kalmışlığa ve cesaretsizliğe delalet etmektedir. Bitaraf olan hükümet bertaraf olmaktan müttefiklerin coğrafyamıza verdiği önem ve biraz da şansının yaver gitmesi neticesinde tamamen gayri iradi bir biçimde kurtulmuştur. Almanya korkusundan köprü patlatacak kadar cesur (!) Türkiye'nin milli führer'i düşman kazanmamak için eldeki dostlarını da yitirmiştir. Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olan zamane hükümeti netice hasıl olup da Almanya Stalingrad ve ardından Normandiya'da püskürtülünce müttefiklere göz kırpma babında 15 Şubat 1945'de Almanya'ya savaş ilan etmiştir. Hakikaten çok zekice... :) )


  7. Hiciv dendiğinde ilk akla gelen meşhur divan şairi Nef'i, Bahariyye'sinde kendisini şu şekilde takdim eder:

     

    - Sözde nazır olmaz bana, ger alem olsa bir yana

    Pür tumturak u hoş eda ne Hafızım, ne Muhteşem.-

     

    Sultan Murad için yazdığı kasidenin methiyye bölümündeki ifadeler de ilgi çekici cinstendir:

     

    - Sultan murad-ı kam-ran efser-dih ü kişver-sitan

    Hem padişah hem kahraman sahib-kıran-ı cem-haşem-

     

    İdam fermanı yazılınca Kızlar Ağası affı için dehalet etmişti. Zenci ağa dehalet mektubunu döşenirken kağıda bir damla mürekkep damlatınca süt beyaz kağıttaki simsiyah mürekkebi gören Nef'i dilini tutamamış ve - Teriniz damladı!- demekten kendini alamamıştır. Kızlar ağasını dellendiren Nef'i himayeden mahrum kalmış ve celladına son söz olarak bir iltifat etmekten de geri durmamıştır: -Yürü bre nabekar!..

     

     

    Son olarak Namık Kemal'in Ziya Paşa ile geçtiği dalgaya temas edip yelkenleri açacağım. Ziya Paşa Harabat adlı eserinde Nef'i'nin doğum yerini Erzurum yerine Van diye kayda düşünce Namık Kemal:

     

    - Ey vakıf-ı her mekanı rumun

    Bir adı da Van mı Erzurum'un.- beyiti ile alay konusu yapmış, makaraya sarmıştır.


  8. Vakti zamanında ben deniz de ilkin saman kağıdına basılan daha sonra da yaldızlı kuşe kağıda kabartmalı kapakla çıkartılan ve çoğunlukla bedava dağıtılan Harun Yahya imzalı kitaplardan istifade etmiştim. Kendisini hayvanat, cematat, nebatat, kemalat, semavat gibi konularda bilgi deryası olan ve İslam'ı bilimsel meseleler üzerinden anlatan gayet müspet bir kişilik olarak tanıdık. Bu noktada her gördüğü ofluyu hoca sanan muhafazakar basınımızın oynadığı rolü de pas geçmemek gerek. Hususen masonluk ve darwinizm aleyhtarlığı yapması takdirimizi kazanmasına sebep oluyordu. Lakin kitapların bedava olması, adamın in mi cin mi olduğunun belli olmaması, kitapların kapağına basılan -yanlış hatırlamıyorsam- nübüvvet mührü, belli temel meselelerde birbirinin aynı onlarca eser neşretmesi adamı zihnimde gizli kılan unsurlardı. Tuncay Güney'in ifadesinde Veli Küçük'ten naklettikleri Adnan Oktar'a bir mim koymama sebep oldu. Sonrasında Kadir Mısıroğlu'nun ve Cübbeli Ahmed Hoca'nın muhtelif meselelerdeki izahatları geldi. Bunları kendi televizyasında yediği nanelerin internete düşmesi izleyince zevatın takkesi düştü keli -maşallah süphanallah- bir ay paresi gibi piyasaya çıktı. Sahildeki çer-çöp furyasına kendisi de katılmış bulundu, müptezel Adnan. Şu vakitten sonra adını sadece nahoş cümlelerde anacağım nadir olmayan şahsiyetlerden birisidir. Kitaplarını çocuklarıma okutma konusunda ise Trradomir gibi aklı selim ile hareket edemem herhalde. Derin bağlantıları olduğu anlaşılan bu derin şahsiyetin derin dolaplar çevirmediği malumumuz olmayabilir. :)

     

    Hasılı, iyi bilirdik.


  9. Başlıkta bahsi geçen konunun daha teferruatlı anlatımına "Bir Liderin Doğuşu" adlı kitapta rastladım. Gerçi benzer ifadelerin büyük kısmı Reyhan adminimizin verdiği linktede mevcutmuş. Neyse, çeşitlilik olması bakımından ilgili kısmı bu başlığa iliştiriverelim.

     

    .........

     

    İmam Hatip Okulu'nda öğrenci iken gidip gelmeye başladığı Milli Türk Talebe Birliği , ilk siyasal ve entelektüel tecrübelerini elde ettiği toplumsal çevreyi oluşturması bakımından, hayatında oldukça önemli bir yere sahiptir. Şiir ve yazılarını büyük bir hayranlıkla okuduğu Üstad Necip Fazıl Kısakürek'le tanışması da yine MTTB'ye devam ettiği yıllara rastlar.

     

    1975 yılında MTTB, mücadelesinin 40. yılı münasebetiyle Üstad için bir 'jübile' düzenleyecektir. Jübilede sunuculuğu yapacak ve 'Zindandan Mehmed'e Mektup'şiirini okuyacak olan üniversite öğrencisini de bizzat Üstad seçecektir.

     

    Adaylardan ilki, tam dört sayfalık bir methiye hazırlamıştır. Üçüncü sayfaya başladığında Üstad'ın sabrı taşar ve "yeter!" diye bağırır: "Sen adamın b..ni getirirsin b..ni!"

     

    İkinci aday, R. Tayyip Erdoğan'dır. Avuç içi kadar bir kağıda notlar almıştır. "Bizi, dör kıta, yedi iklime hakim kılan ruhun mimarı..." diye başlayan kısa bir takdim konuşması yapar ve ardından 'Zindandan Mehmed'e Mektup'şiirini okur. Üstad fevkalade etkilenmiştir: "Beni bu genç takdim etsin. Şiirlerimi en güzel bu delikanlı okuyor" der.

     

     

    Bir Liderin Doğuşu -Recep Tayyip Erdoğan-

    Hüseyin Besli-Ömer Özbay (Meydan Yayıncılık, Kasım 2010, sy 29.)


  10. .........

     

    İmam Hatip Okulu'nda öğrenci iken gidip gelmeye başladığı Milli Türk Talebe Birliği , ilk siyasal ve entelektüel tecrübelerini elde ettiği toplumsal çevreyi oluşturması bakımından, hayatında oldukça önemli bir yere sahiptir. Şiir ve yazılarını büyük bir hayranlıkla okuduğu Üstad Necip Fazıl Kısakürek'le tanışması da yine MTTB'ye devam ettiği yıllara rastlar.

     

    1975 yılında MTTB, mücadelesinin 40. yılı münasebetiyle Üstad için bir 'jübile' düzenleyecektir. Jübilede sunuculuğu yapacak ve 'Zindandan Mehmed'e Mektup'şiirini okuyacak olan üniversite öğrencisini de bizzat Üstad seçecektir.

     

    Adaylardan ilki, tam dört sayfalık bir methiye hazırlamıştır.


  11. Sevdiklerim camın ötesinden el sallarken ruhumun derinliklerinden gözlerime hücum eden, oradan da kucağıma doğru tortum şelalesi gibi akan yaşları siliyordum demeyi eski tüfek teşkilatcılığına yakıştıramadığından olsa gerek aynı şekilde mukabele ettim demek sureti ile meseleyi gümbürtüye götürmüşsün. Hadi öyle olsun bakalım... :) Yoksa ağlamadın mı?


  12. Çok orijinal bir başlık husule getirmişsiniz arkadaşlar, tebrik ederim. :) Bahsettiğiniz konulara yönelik hiçbir buhran yaşamasam da mesajları okuyunca içimi böyyyyyle kara kara bulutlar kapladı, kafamda şimşekler çaktı; tam gözlerimden çisil çisil yağmurlar boşanacakken aklıma dam üstüne çul seren leyli ve loylu yar geldi. Ağlayamadım... :D

     

    Mitajanı gene döktürmüş valla. Söyledikleri her ne kadar mana verilemeyecek cinsten şeyler olsalar da durum vahim, şafak karanlık gibi. :D

     

    Pazarda bal var ajanım pazarda bal var

    Sende bir hal var ajanım sende bir hal var

    Ağana yalvar ajanım paşana yalvar ajanım

    SENDE BİR HAL VAR...

×
×
  • Create New...