Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

pembegül

Üye
  • Content Count

    136
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by pembegül


  1. Yoo aslında pek de türk usulü bir şaka değil. Mesela derse katılan bir erkek öğrencinin, sırf derse katıldığı için teneffüste kafasına bir okul ceketi fırlatıp ağzını, burnunu kırmak gibi bişey değil. Bizde lisedeyken böyle yaparlardı da o yüzden söyledim. Güzel bir şaka ama kalbi olan birine iyi ki denk gelmemiş. Özellikle halk otobüsü sahnesi çok komik. :)

     

    Ben teşekkür ederim.


  2. Ufkun bir tilki gibi kaçak ve kurnaz olması asla yok olmayan bir aldatmacadan ibaret oluşundan kaynaklanır. Ufuk size bir mekanda tutulabileceği, sizinle arasında ölçülebilir bir mesafe olduğu hissini verse de aslında bu imkansız birşeydir, dolayısı ile ufuk kurnazlık eder. Ufuk devamlı kendini yenileyen, kovalandıkça adeta bunu kasten yaparcasına uzaklaşan bir yanılgı olması dolayısı ile de kaçaktır, elde edilemez. Dünyanın hiçbir yeri yoktur ki oradan ufuk seyredilemiyor olsun.

     

    Ben böyle yorumladım. :tek_dis:


  3. Mesele kaybetmek veya kazanmak meselesi değil de şükretmek ve sabretmek meselesi olmalı diye düşünüyorum. Bu konu açılınca aklıma İbrahim Ethem Hz. ile Şakik Belh Hz. arasında geçen diyaloglar geldi. Yanılmıyorsam Üstad bu olayı Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu'nda ve İbrahim Ethem piyesinde anlatıyordu. Piyesten o bölümü kopyalayıp bırakalım o halde:

    .....

     

    İBRAHİM ETHEM - Kimmiş bu âşıklar?..

    ÇOBAN - Senin gibi dervişler... Sık sık dağda buluşur, hâlleşirler. Onlara âşık derler.

    İBRAHİM ETHEM - Söylesene onlar, beni de meclislerine kabul etsinler!..

    ÇOBAN - İçlerine yabancı almazlar.

    İBRAHİM ETHEM - Belki beni yabancı saymazlar. Danış bir kere!..

    (Çoban ayağa kalkar, sola doğru yürür.)

    İBRAHİM ETHEM - (Çobanın arkasından) Onlara de ki, eski Sultan, İbrahim Ethem meclisinize kabul edilmek istiyor. İzniniz var mı?..

    (Çoban çıkar. İbrahim Ethem eski yerine çöker. Başını elleri içine alır. Derinlere dalmış..Uzun durak...)

    DAĞDAKİ ŞAKÎK'İN SESİ - (Şefkat ve merhamet dolu ton) İbrahim Ethem, İbrahim Ethem!..

    (İbrahim Ethem irkilir, Sağa bakar. Yerinden fırlar.)

    İBRAHİM ETHEM - (Sağa doğru) Şakîk, sevgili Şakîk!..(Sağdan Sakîk gelir. İbrahim Ethem ilerler. Kucaklaşırlar.)

    ŞAKİK - Sana mekân artık dağlar... Bulabine aşkolsun!..

    İBRAHİM ETHEM - Gel seninle şuracağa çekilelim de biraz dertleşelim!.. (İbrahim Ethem Şakîk'i taşa oturtur, kendiside çalı çırpı demetine ilişir.)

    ŞAKÎK - (İbrahim Ethem'e dikkatle bakarak) Seni huzur içinde görmüyorum.

    İBRAHİM ETHEM - Nasıl huzur içinde olabilirim? Perişanım!

    ŞAKİK - Ne noktadan?..

    İBRAHİM ETHEM - Nefsimden.,. Nefsimin ruhuma üflediği zehirli nefeslerden...

    ŞAKİK - Bunlara «hatarât» derler. Bu yola düşenlerin encamıdır bu... Sabredeceksin!..

    İBRAHİM ETHEM - Ben sabrettikçe yük binerse, bindikçe ben sabra çalışırsam; çalıştıkça bıçak daha derinlere dalarsa, ne yapabilirim?..

    ŞAKİK - (Merhametli) Allah'a havale edersin! Çare yok, dayanacaksın!..«Hiç bir nefse gücünden fazlasını yüklemem» diyor Allah... Demek seni ne kadar güçlü yaratmış ki, yük üstüne yük bindiriyor sırtına!..İftihar et!

    İBRAHİM ETHEM - (Ağlamaklı) Çok fena haller geçiriyorum, Şakîk!.. Nefsim beni yoldan döndüremeyince, şeytanla mı anlaşıyor, ne? Üzerime küfür harâratiyle yükleniyor. Biri kar gibi beyaz, öbürü zift gibi siyah, iki parçaya bölünüyorum! Zift rengine razı olsam kolay!.. Zifti beyaza çevirmeye kalksam zor... Arada kalbim yırtılıyor, didik didik dişleniyor. Cımbızla tel tel söküyorlar kalbimi... Ne olacak benim hâlim Şakîk?..

    ŞAKİK - Çile devrindesin, İbrahim Ethem!..Çekeceksin ve gerçek devlete ereceksin! Bu devleti bedava vermezler.

    İBRAHİM ETHEM - Kimseye bir şey sezdirmiyorum halimden... Sen hal insanısın; sana açılabiliyorum.

    ŞAKÎK - Elâleme belli edersen kendini, sırra ihanet etmiş olursun! Örtün, peçelen! Şunu bilsen: Büyük huzura çıkacak yol, hüyük huzursuzluk... Velînin biri «Âfiyet, Allahım, ruh âfiyeti diye dua etmiş.., Ses gelmiş: «Sen bilmiyor musunki, bu yola düşenlere âfiyet yoktur!»

    İBRAHİM ETHEM - Müthiş!..

    ŞAKÎK - (Eliyle sol tarafı~gösterir) Bak, şu taraftan bir çoban geliyor bize doğru!.. Aradığın afiyet işte onda!..

    (İbrahim Ethem sol tarafa bakar... Çoban...

    Çoban ilerleyip İbrahim Ethem ve Şakîk'in önünde durur.)

    ÇOBAN - (İbrahim Ethem'e) Seni kabul etmiyorlar!

    İBRAHİM ETHEM - Kabul etmiyorlar mı?

    ÇOBAN - Etmiyorlar!

    İBRAHİM ETHEM - Ne diyorlar?

    ÇOBAN - Onda halâ Sultanlık kokusu, dünya ricası var, diyorlar.

    İBRAHİM ETHEM - Teşekkür ederim! İnşallah bir gün meclislerine girebilecek hâle gelirim.

    (Çoban selâm verip gitmek ister, İbrahim Ethem onu işaretiyle durdurur.)

    İBRAHİM ETHEM - (Eli cebinde, çobana)Şurada, nereden geldiği belirsiz iki altun var... Al bunları, sana veriyorum!(Çoban altunları alır, gözlerine yaklaştırır, gülümser, sevinç içinde yürür, sağdan çıkar. İbrahim

    Ethem ve Şakîk ona bakıyorlar.)

    ŞAKÎK - Demek altunla muamelen var?..

    İBRAHİM ETHEM - Yok!.. Bu sabah onu, camiden çıkarken cebimde buldum.

    ŞAKÎK - Keramet mi satıyorsun?

    İBRAHİM ETHEM - Allah korusun!.. Herhalde kıIık kıyafetime acıyan biri onları cebime indirmiş olmalı...

    ŞAKÎK - Ne yiyip içiyorsun?

    İBRAHİM ETHEM - Ne bulursam onu...

    ŞAKÎK - Rızkını aramıyor musun?

    İBRAHİM ETHEM - Aramıyorum. O gelip beni buluyor!

    ŞAKÎK - Daha çiysin! Rızkını sen arayıp bulacak, ama bulanın sen değil, O olduğunu bileceksin!

    (Önce Şakîk, sonra İbrahim Ethem, ayağa kalkar... )

    ŞAKÎK - Şükür bahsinde ne yapardınız?

    İBRAHİM ETHEM - Bulunca şükrederim, bulamayınca sabrederiz.

    ŞAKÎK - Horasanın köpekleri de böyle yapar!

    İBRAHİM ETHEM - Ya siz?

    ŞAKÎK - (Tane tane) Bulunca dağıtırız, bulamayınca şükrederiz.

    (İbrahim Ethem Şakîk'in ellerine atılır, öpmek ister. Şakîk şiddetle elini çeker.)

    İBRAHİM ETHEM - Biliyorum ben daha çiğim! Bırak elini öpeyim!

    ŞAKÎK - Bense senin gibi çiğlerin ayak tozu olmak isterdim. Ben senin ayağını öpeyim!

    (Uzaktan kaval sesi... yanık bir name... İkisi de yan dönüp cepheye bakarlar. Kaval hazin hazin

    ağlıyor. Dinlerler. Uzun durak...)

     

     

    --------

     

    (İbrahim Ethem)


  4. :tek_dis: Güzel, güzel. Heykeli, büstü sevdiğimizden, o duygu ifade etmekten yoksun taş yığınlarını tasvip ettiğimizden değil efendim yanlış olmasın. Sadece ve sadece Üstad gibi bu milletin hamurunu yoğurmuş büyük bir insana değer atfedildiğini görmek açısından güzel. Hoş gelip bize sorsalardı ne yapalım diye başka bişeyler tavsiye ederdik muhtemelen ama yine de olsun. Başkalarının heykelini görmekten iyidir en azından. :shiny:


  5. ahah hah. :tek_dis: Araba değil de anlaşılan ot yığını baya bir çalışmış. Hatta öyle ki çalışmaktan bitkin düşmüş, küle dönmüş. Bereket ki bu çalışmaya eviniz de dahil olmamış. :shiny:

     

    Küçükken en büyük zevklerimden birisi annemin peşine takılıp mukabelelere iştirak etmekti. Mukabele ve sohbetlerin bana bu denli cazip gelmesinin tek sebebi ise yemeyi dört gözle beklediğim etli veya tavuklu pilav, ayran ve un helvasıydı. Gider gitmez biran evvel bitsede o bembeyaz peçeteler gül suyu nezaretinde dağıtılsa diye bekler durur, zamanı geçirmek için kendime farklı meşgaleler edinirdim. Gülsuyu eşliğinde gelen peçete, gözümde o an kaşıkçı elması halini alırdı. O peçeteyi nazik bir şekilde kıvrımlarından kurtarmak ve büyük bir dikkatle önüme sermek ise en büyük hünerlerimden birisiydi. Yine böyle birgün yemek faslına geçtik, etli pilavımızı ayran eşliğinde boğaz yolculuğuna uğurladık. Arkadan da o baklava gibi kesilmiş cevizli un helvasını da büyük bir zevkle yolcu ettikten sonra artık o evde durmamızı gerektiren hiçbir neden kalmamıştı. Mukabelelere toplu şekilde gidildiğinden bizim sokağımızdan da 5-10 hanım abla birlikte giderlerdi. Tabii annem de bunların arasında.. Neyse... Evden çıktık ve baya bir yol aldık. Ben çocukluğumun verdiği heyecan ve neşe ile yolda giderken başka şeylerle meşgul olduğumdan bir an annemin yanımda olmadığını hissettim. Annem o zamanlar benim tek sığınağım, biricik koruyucum. Böyle birini kaybetmek hissi takdir edersiniz ki çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamama sebep oldu derken ileride yürüyen çarşaflı kadınlar sürüsü gözüme ilişmişti ki bunlardan birisini anneme benzettim. Büyük bir neşe ile koşarak bacaklarına sarıldığım, anne diye haykırdığım kadının bana yüzünü dönmesi ile kafamdan aşağı kaynar suların dökülmesi bir oldu. Evet, o kadın annem değildi. Mahcubiyet ve üzüntü ile karışık duygularla göz yaşı dökmeye başlayan ben, biraz yukarıda bekleyen annemin o kadife sesiyle ismimi hitap etmesi sonucu bu defa sevinç gözyaşlarını tutamadım. B)

     

    Yaş 4 veya 5. :D


  6. Çāk görüp göğsümü kılma ilācım tabip

    Zāyi olur merhemin bende biter yāre yok

     

    Fuzuli

     

    ----

     

    Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek

    Giryemi kildi hûn eksimi füzûn etti felek

    Sîrler pençe-i kahrimdan olurken lerzân

    Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek.

     

    Yavuz Sultan Selim


  7. Can'ü Gönülden Seversen

     

     

    Can-ü gönülden seversen

    Yalvar kul Allah’a yalvar.

    Maksuda ermek istersen,

    Yalvar kul Allah’a yalvar

     

    Yalvara gör hep yalvara,

    Varmayasın yüzü kara,

    Ümmet isen Peygamber’e,

    Yalvar kul Allah’a yalvar.

     

    Geceler uykudan uyan,

    Gizli sırlar olsun ayan.

    Mahrum olmaz Allah diyen,

    Yalvar kul Allah’a yalvar.

     

    Tanı sen kendini tanı,

    Niçün yarattı Hak seni,

    Düşünüben hatimeni,

    Yalvar kul Allah’a yalvar.

     

    Yunus zikredip hak deyü

    Yürü maksudun dileyu,

    İnileyu, hem ağlayu,

    Yalvar kul Allah’a yalvar


  8. Bize Göre- Ahmet Haşim-

     

    Kitap Ahmet Haşimin bazı mevzular hakkındaki fikirlerinden ve anılarından teşekkül ediyor. Her ne kadar kitabın üzerinde -meb tavsiyeli 100 temel eser- gibi bir ibare olsa da kitabın faydalı olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Meb'in 100 temel eser arasına bu kitabı niçin dahil ettiğini de anlamakda aynen kitabı bitirirken olduğu gibi ciddi zorluk çektim. Kuru fikirler ve sıradışı olmayan anılar okumaktan keyif alabilen herkese bu kitabı tavsiye ediyorum. :tek_dis:


  9. Zaten saydığım tatlı sakızların ,tipitip hariç, hepsi bugün de var. :tek_dis: Tatsızları çiğnediğini düşünmüyorum ama... Falım da var hala. Leblebi tozunu yiyememiş olmak çok büyük bir eksiklik. O boğazında kalması, ağzındayken konuşmaya çalışınca ortalığı bir toz bulutunun kaplaması apayrı zevklerdi. Yazık ki sen bunları tadamamışsın.

     

    Ajan sana bedava susam bile vermez. :shiny: Ama sabredip de akşamı beklersen elinde kalan artık bir kalastan farkı olmayan susamları dökülmüş simitlerin 5 ini 1 liraya verebilir.


  10. Anlamıştım zaten... :tek_dis: Biz küçükken kola tozu vardı böyle küçük paketler içinde. Onu suyun içine atardık kola gibi bişey olurdu. :D Ne olduğunu ben de bilmiyorum sadece kokusu kolayı andırmakla kalıyordu. O zamanlar zaten kolanın kokusu bile lükstü be sen ne konuşuyorsun. :shiny: Hey gidi günler hey. Kola tozundan başka bir de leblebi tozu vardı mesela. Küçücük plastik kaseler içinde, kamışı ile birlikte satılırdı. Kamışla çekerdikte, genzimize kaçardı öksürmekten bir hal olup doğru mehmet ağa camisinin kuyu suyuna koşardık. Ama yine de tekrar tekrar gidip alırdık leblebi tozunu. Napalım çok ucuzdu ve güzeldi de. Ayrıca kaymaklı külahlara, patlayan şekerlere, yumuyum ve avanesine de elimize geçen üç beş kuruşu yatırmaktan asla geri durmazdık. Tipitip, big babol, şıpsevdi, sulugöz (ismini söleyince bile ağzım sulanıyor) gözde sakızlarımızdandı. Tatsız sakız çiğneyen bir grup da vardı tabi. Özcan, baycan, aycan, bircan, falım, ilvanlım tutulan tatsız sakızlardandı. Ben bunlardan hiçbirini sevemedim ne yazık ki. Özellikle ilvanlım berbattı. İlvanlım deyince de aklıma hep izzet-i altınmeşe gelir nedense.

     

    Koladan da vazgeçtik sen git en iyisi halk ekmek al 2 tane böler böler yutarız. Zaten maksat boğazımızdan midemize bişeyler inmesi değil mi canım. Yanında poşet götürmeyi de unutma, yoksa poşete ayrı para verirsin. Biz eskiden öyle yapardık, haberin olsun yani. B)


  11. Pembegül hanımın dikildiği mevkiyi çok iyi bilirim.Çok esef verici bir konu fazla bahsetmesem iyi olacak.Site içinde bir futbol turnuvası düzenlense ya,Pembegül'ü yine o mevkiye dikeriz.Çorbaya tuzum olsun diye kolalarda benden....:)

     

    Ahah hah hah. :) Daima orta saha oynamayı tercih etmişimdir. Ama site içinde futbol turnuvası düzenlense türübünde oturmayı tercih ederdim herhalde. Beceremediğimden değil efendim, maradonanın deyimi ile, servet gibi kazmalarla top oynamayı profesyönel futbol yaşantım için bir tehlike olarak gördüğümden türübün koltukları daha cazip göründüğünden. Yoksaaaa her türlü golleri saydırırız alimallah. :)

     

    Kola devri kapandı efendim. Eskiden fakirlik vardı, kola az bulunan bir nimetti de o yüzden çok rağbet görürdü. Şimdi öyle mi ama? Millet su yerine kola içiyor. Hele BİM denen ucuzluk mağazasında 1 liraya satıyorlar kolanın iki buçuğunu. Sudan bile ucuz.. Kolayı biz kendimiz alırız sen bi tepsi baklava getir. :)


  12. Bu Bizim Hayatımız -Refik Halit Karay-

     

    Kitap Şemsi isimli becerikli bir dedektif ile Mazlum Sami ismiyle anılan eski bir paşazadenin yollarının kesişmesi ile başlıyor. Mazlum Sami Bey gençliğinde yaşadığı bir olayı aydınlatmak ve yaptığı yanlışı telafi etmek için yaşadığı konağın eski hizmetçisini bulma maksadı ile Şemsi Bey ile gizli bir işbirliğine tutuşuyor.

     

    Zevkli ve sürükleyici bir roman diyebilirim. Özellikle yazarın tasvirleri, anlatım tarzı ve dili gayet güzel. Özellikle mitajanı için biçilmiş kaftan olabilir. Şemsi beyden alacağı bazı dersler olduğunu düşünüyorum. :)


  13. Çakar çakmaz çakan çakmak diye bir reklam sloganı vardı. zihnifikriparlağın mesajını okuyunca o geldi aklıma nedense. Neyse ben yorum yapmasam daha iyi olacak. Gökhan çakmaz'ın, ibniss ve munir arkadaşların gazabına tekrar yakalanmak istemem doğrusu. :)


  14. Ah ah ne günlerdi yaa sahiden. :) Biz de yapardık mahalle maçları. Daha doğrusu ismi mahalle maçıydı ama aslında sokaklar arasında yaşanan bir rekabetin ismiydi. Neden mahalle maçı dendiğini ben de bilmiyorum. Ama öyleydi. Emek sokak ile ürkmez sokak arasında yaşanan ezeli rekabetin ebedi galibi emek sokak olurdu. Ben de tabiki o sokaktandım. Hatta bazen top sahası yani sokak biraz daha büyük olsun diye aradan geçen başka bir sokağa aldırış edilmezdi ama sokakların kesişim noktasına gelindiğinde herkes durur araba gelip gelmediğini kontrol edip depar atmaya öyle devam ederdi. :) Hatta bazen o mevkiye benim gibi top oynamayanlardan birisi dikilir araba gelip gelmediğini haber verirdi. Çamlıca etekleri inişli çıkışlı olduğundan bizim cocukların maçlarında da top devamlı kaçardı. Ama kural hep aynıydı: Atan alır veya alan başlar. Bazen top yokuştan aşağı giderdi, taaaaaaaaa dereye kadar.... Dere dediğim de yaklaşık 300 mt aşağıda kalan biryerdi. Topun kaçmasını fırsat bilen tuzu kurular sularını içerler ve hatta top hala gelmediyse eletirik direğine tırmanıp yukardaki bahçeye dalar ve meyvelerini de yiyip enerji depolarlardı. Maçlar genelde 10 devre 20 biter olurdu.

     

     

    Kuru fasülyeler, nemli fasülyeler, devrelikler, çaylaklar, armutlar ve bilimum sebze meyve de bu takımlarda yer alırlardı. Sokakların kızları tezahürat edip kendi sokaklarını desteklerlerdi. Bu maçlar kolasına veya gazozuna olurdu ve kazanan takım bakkal sadık amcadan alınmış olan kolasını içerken "enayi kolası" demeyi asla unutmazdı. Eğer şişe kolasına ise kazananlar içmeden evvel çalkalayıp püskürtürler ve rakip takım oyuncularını iyice gıcık ederlerdi.

     

    Karma maçlar başlamadan evvel adım atışılırdı:

    - Alırım veririm ben seni yenerim, babanın bıyığını keserim, gazeteye ilan veririm.

    -Alamazsın veremezsin sen beni yenemezsin gazeteye ilan veremezsini, babamın bıyığını kesemezsin.

    Cümleleri karşılıklı söylenir belli mesafelerden birbirlerine doğru gelen takım kaptanları bu cümleleri söylerken kelime başı adım atarlardı. Rakibinin ayağına ilk basan ilk adamını seçerdi. İlk seçilen adam tabiki bekım gibi bişey olurdu. En favori topçu... :) Hiç unutmam Ali dayı diye bir dayı vardı. Çok sinir bozucu bir adamdı. Topları keser, topçuları kovalardı. Çocuklar da ondan kaçmaktan adeta zevk alırcasına topu duvarlarına patır patır isabet ettirir, bahçesine atarlardı. Ali dayının kapısının çıkırtt diye açılmasıyla herkes sıvışırdı. Bi keresinde ali canı yakalayıp tokatlamıştı da sonra alicanın babası gelmiş ali dayıya dayılanmıştı.

     

    Her neyse işte... Çamlıca eteklerinde böyleydi sokak maçları...

×
×
  • Create New...