Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
seyda

Aşk

Recommended Posts

Yeni çıkan, trajı söylenenlere göre Türkiye standartlarını aşan Elif Şafak ın kitabı hakkında ne düşünüyorsunuz?sizce söylentiler kadar değerli bir kitap mı?ne dersiniz?

Share this post


Link to post
Share on other sites

kitabın dış baskısı pembe, baylar bu nedendir ki pek ilgi göstermemişler.Bu kitabı sırf erkeklerde okuyabilsin diye birde gri baskı yapılmış.....kitabın moru yeşili kadını erkeği olur mu?kıyafete göre kitap taşıyan insanlar dünyalı mı? :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ben kitabı okumadım ama okuyan arkadaşlarım var . size kısaca şu yorumu yapayım ki kitab "mesnevi" ile yola çıkmıştır. ilah'i aşk'ı bulma, bulabilme niteliği taşımaktadır.

 

kitabın pembe yada griliğine gelince ilk önce pembe baskısı çıkmıştır kitap ilgi görünce erkeklerinde talep etmesi sonucu sanırım herhalde yazara ve yayın evine böyle bi öneri geldi ki bu şekil düşünmüşler.

 

özetle bu kitabı tavsiye ederim sizlere en yakın zamanda bende okuyacağım. nasip olursa ..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Elif şafak ın köşe yazılarını ara ara okumuşluğum vardır fakat çok sıkı takipçisi değilimdir.Açıkçası AŞK kitabını okuduktan sonra kendilerine olan ilgiminde arttığını söyleyebilirim.En kısa zamanda diğer kitaplarını da okumaya çalışacağım.Diğer kitaplarından okuyan arkadaşlar varsa görüşlerini almak isterim.Merak ediyorum onlar nasıl ,neden bahsediyorlar.

 

 

AŞK kitabının hakikaten okuyan kişileri büyülediğine inanıyorum.Mesnevi okurlarının baş tacı yapacağı bulunmaz bir eser olduğunu düşünüyorum.Tabi ki eleştirdiğim yanları olmadı değil ...okumayanlar için ön yargı oluşturmak istemediğim için bu yöndeki fikrimi kendime saklıyorum...okuyun söylenenlerin abartı olmadığını görüceksiniz... :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

Elif Şafak, düşünce yapısını sevmediğim bir yazar. Bir kadın olarak, cemiyet içindeki sorunları, aile içindeki vahşet derecesine ulaşan çatışmaları, ezilen kadın figürünü görür lakin çözümü yanlış yollarda arar. İnsanın ruh ve fikir dünyasının ve ona bağlı olarak da hayatını en güzel şekilde intizam eden biricik unsurun İslam olduğunu bilmez, bilmediği için çözümü onda aramaz. Feminizmin, kadını güya özgürleştirmek isteyen kalıplarından bir parça nasiplenmiştir. Bir kadının babasız çocuk dünyaya getirmesi, onun için güçlü kadın profilidir.

Bu telakkiler ile yoğurulmuş olan bir kafanın, hakiki manâsını İslamda bulan aşk mefhumuna dair yazdığı kitabın bir kıymet-i harbiyesi olamayacağı da aşikardır. Ki kitabı okuduğum için bazı ölümcül hatalara değineceğim.

Bir kitabın çok basmış olmasının, malûmumuz ki kitabın keyfiyetinin, kıymetinin şahikalarda olduğunun bir göstergesi olmadığını, Orhan Pamuk denen bulanık fikirli, sapık zaviyeli yazarın da kitaplarının Türkiyede en fazla baskısı yapılanlardan olduğu ve İbraniceye kadar 40tan fazla dile çevrilen kitaplarını göz önünde tutarak söyleyebiliriz.

 

Kadınların daha çok aşk, romantizm, duygusallık gibi konuların işlendiği veya muhtevasında bir parça bu mevzuların yer aldığı kitapları tercih ettiği, yapılan araştırmalar neticesinde ortaya çıkan verilerden biri. Ruh dünyası duygu üzerine kurulu olan kadının ekseriyetle bu tür kitapları tercih etmesiyle birlikte yayınevlerinin çok satma cehdinin kitabı daha iyi nasıl pazarlarız sorusuna cevap araması, bu tür kitapların reklamını artırmayı amaçladığı gibi, her kesimi çekebilmek için kitabın kapak tasarımı üzerinde farklılıklara gitmesine sebep olmuş olabilir. Lakin hakiki manada kitapta keyfiyet ve fikirde derinlik arayan bir bay, kitabın pembeliğine aldırmaz. Kitabı sırf pembe kitap okuyamayan- erkekler de okuyabilsin diye gri bir kapakla basılması da erkek okuyucuları da kaçırmayalım çerçeveli ayrı bir satış taktiğidir. Bir erkeğin ve tabi bir kadının- bu kitabı okuduğunda aşka dair kazanabileceği bir şeyin olmadığı ise kitabı hakikat süzgecinden geçirerek okuyanlarca malûm olacaktır.

 

Kitaptaki bazı hatalara gelecek olursak;

Evvela Elif Şafakın aşk mefhumunu tarif edişi sakat.

Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalıyım mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani mi diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK'ın ise hiçbir sıfata ve tamlamaya ihtiyacı yoktur. Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.

Her hangi bir aşk değil, iman aşkıyla, Allah aşkıyla geçmeyen bir ömür beyhude yaşanmıştır ve insanın bu dünyaya gönderiliş gayesinin hakikatine ulaşamamasıdır bu durum. Mecazi aşk, insanı Allaha ulaştıramıyorsa o da hakiki manada bir mecazi aşk değildir. Mecazi aşkın, ilahi aşka kavuşturan bir basamak mahiyeti vardır. Elif Şafakın nasıl olursa olsun yeter ki aşk olsun mealli bu cümlesi, mecazi, dünyevi aşkı ulvi bir mahiyeti olan ilahi aşk ile aynı kefeye koyduğunu gösteriyor ki, İslam temelli olmayan ve aşkı yazmaya hevesli zevatın tam da içine düştüğü garabeti simgeliyor bu.

Mevzu aşk olunca, yazar, Mevlana hazretleri ile Şems tebrizi hazretlerinin arasındaki ilahi aşkı da kitabına katıştırmak istemiş. Amerikalı Yahudi bir ev kadını ile Avrupalı müslüman bir yazar arasında mailleşme ile başlayan aşk, kitapta iki ayrı hikaye örgüsü şeklinde ortaya çıkıyor. Kadın evlidir, kocası onu aldatmaktadır, kadın bunu bildiği halde sesini çıkarmamaktadır ve kocasında uzun zamandır bulamadığı duygularını besleyecek, hislerini anlayabilecek bir yaklaşımın, romantik bir ortamın, ruhî bir doyumun yokluğu içten içe bir aşk açlığına sürüklemektedir onu, mutsuzdur. Avrupalı Müslüman yazarın Aşk Şeriati isimli Mevlana ve şems hazretlerini konu alan kitabını okumaya başladıkça fikir dünyası değişmeye, duygu dünyası aradığı şeyin tadını almaya başlar. Kitabın yazarını merak eder, mail atar ve karşılıklı mesajlaşmalar etrafında bir aşk başlar. Ve kadın, aşkı için evini, çocuklarını, kocasını terk eder. Bir taraftan kadının hayatını okurken, bir taraftan da Avrupalı Müslüman yazarın kitabını okuruz. Kısaca bu şekilde başlayan ve bir günümüze, bir Mevlana dönemine adım atan roman, ne tam olarak mecazi aşkın mahiyetini yakalayabilmiş, ne de ilahi aşkın. Ne mecazi aşk yaşadığı söylenen karakterlerde duygu ve fikir nâmına derinlik var, ne de tasavvuf dünyasından okuruna bir çerçeve sunma gayretinde olan yazarın ele aldığı ilahi aşkta. Çok kuru, yavan, sığ ve kabukta kalmış bir kitap. Yazar arada bir aşk, hayatın asıl özü, esas gayesidir diyor lakin hem kurguladığı olaylar hem de fikirleriyle bu cümlenin hakiki şerhini yapamıyor.

Hazret-i Mevlana ile hazreti şems etrafında gelişen olaylarda, şeriat ile tasavvuf birbiri ile çatışma halindeymiş, şeriat ehli, tasavvuf ehlini hor görüp küfre düşmekle suçluyormuş gibi bir tablo çizilmiş. Bu ikisi hakkında bilgisi olmayan biri, bu kitaptaki karakterler ile rahatlıkla şeriatın tasavvufa karşı olduğu anlamını çıkarabilir. Kitaptaki şeriat ehlinin tamamı, tasavvuf ehlini küçümseyen, onlara zındık diyen, tam bir ham yobaz-kaba softa tipi çizilerek anlatılmış. Hazret-i şems, bir medresede kendisinden nefret eden bir şeyh ile tartışır ve ardından oradaki talebelere şunu söyler:

 

Bugün şahit olduğunuz atışma tâ Hazreti Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem zamanına dayanan eski bir fikir ve üslup ayrılığıdır aslında. Ama bu ikilem yalnızca İslam tarihine özgü değil; İbrahimî dinlerin hepsinde mevcuttur. Ulema ile Sufilerin, akıl ile yüreğin, kural temelli din ile aşk temelli din atışmasıdır bu. Seçim sizin!"

 

Acaibül garaib olmanın da ötesine geçmiş, sapıklığa batmış bir telakki bu. Şeriatin Hazret-i Muhammedin zahiri, tasavvufun da bâtını olduğunu bilmeyen ve sanki Müslümanın bu ikisinden birini seçmesi gerekiyormuş zanneden bir beşerin saçmalaması ancak bu kadar olur!

İnsanın bâtınını Allaha bağlamayı, halk içinde Hak ile birlikte olmayı, dünya işleriyle meşgul olurken dahi iç aleminde, gönlünde dünya değil Allah sevgisini tutmayı, yapılan her işte Allah rızasını kazanmak gayesini aşılamayı, insan-ı kamil olma yolunu öğreten tasavvuf, Üstadın tabiriyle nefsin kırbacı olan, nefsi terbiye eden şeriatin karşısında değildir, şeraitle bir atışma halinde hiç değildir. Tasavvuf, şeriati aşkla, ihlasla tatbik etmek içindir. Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyurmuşlardır ki:

Tasavvuftan maksat, nefsin gizli ayıplarını anlamaktır ve dine uymanın kolay olmasıdır ve ihlasa kavuşmaktır. (1/182)

Şeriat ve tasavvuf et ve tırnak gibi birbirinden ayrılmaz.

İmam-ı Malik hazretleri buyuruyor ki:

Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli, yani sapık olur. Her ikisine kavuşan hakikate varır. (Merec-ül-bahreyn)

Kitapta, bu mealde daha bir çok cümle ile karşılaşıyoruz:

"Dördüncü kapıya varanı birinci kapının kuralları bağlamaz. Hakikat ehli, şeriatın kaidelerine uymak zorunda değildir."

"Şeriat her Müslüman'ın beşikten mezara başvurması gereken kaideler toplamıdır. Şeriat, Hakikat denizinde yüzen bir gemidir. Âşıklar er ya da geç gemiyi bırakıp, ummana dalar" oldu Şems'in cevabı.

 

Tekkelerdeki nefsi kırmak için uygulanan metodlarla da dalgasını geçiyor yazar:

 

Bu zaviyeye geleli neredeyse altı ay oldu ama ilk günden beri Aşçı Dede'nin iki eli yakamda. Ha bire karşıma geçip "Temizlik ibadettir, ibadet temizlik!" diye nutuk atıyor. Gaddar adam! Onun zoruyla her gün it gibi çalışıyorum. Bu işkencenin adına nasıl "manevi terbiye" diyorlar, bir anlayabilsem! Yağlı tabakları yıkamanın, yerleri ovmanın neresinde maneviyat olabilir ki?

Bir gün gözü karartıp, cevap verecek oldum. "Temizlik ibadet olsaydı Bağdat'taki bütün ev kadınları çoktan Pir mertebesine ulaşmıştı" dedim.

 

Başka bir sapık düşünce:

"Hıristiyan, Yahudi, Müslüman... üç büyük dinin inananları bu meseldeki kafadarlar gibi. Zahirîde anlaşamazlar ama bâtınîde birdir yolları. Sufi dış kabukla ilgilenmez. Özdeki cevherin peşindedir."

 

Tarihi gerçeklerle birlikte kurgusal bir yönü de olan roman, hazreti Mevlana ve hazreti şems gibi çok kıymetli iki islam büyüğünü ele aldığı için, bu iki kişiye dair hadiselerin tamamen gerçeğe uygun, kurgusal olmayan şekilde anlatılması gerekiyordu. Ama bu yapılmamış, yapılmadığı gibi bu iki mübareğe aykırı hâl ve tavırlar da uydurmasyon edebiyatına bir mahsül bırakılmış. Şeriat ile pişmiş bir mutasavvıf olan hazreti şemsin kendine nâmahrem olan bir kadına dokunması mümkün değildir, ama yazarımız aşk uğruna bu kurguyu yapmış. Şems ve Mevlananın kızı Kimya hatun karşı karşıya:

 

Şems elini omzuma koydu, yüzü yüzüme öyle yakındı ki nefesinin ılıklığı tenimi okşuyordu. Bakışlarında şimdi yepyeni, rüyada gibi bir hâl vardı. Usulca dokundu yanağıma. Tenimdeki parmak uçları yanan bir kandil gibi sıcacıktı. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Derken parmakları yüzümde aşağılara kaydı, alt dudağıma uzandı. Başım döndü, gözlerimi kapadım, heyecandan titriyordum. Ama Şems dudağıma değer değmez elini çekti.

 

Yazarın hazreti Mevlanaya yaklaşımı ayrı bir garabet:

Kalenderiye dervişiydi Şems; dilinin kemiği yoktu. Yollarının kesişmesiyle başlayan süreç her ikisinin de yaşamlarını kökünden değiştirdi. Öylesine sağlam, müstesna bir gönül birliğinin başlangıcıydı. Aralarındaki bağı daha sonraki yüzyıllarda yaşayan mutasavvıflar iki ummanın kavuşmasına benzettiler.

Bu benzersiz yarenlik sayesindedir ki Rumi, önceleri hâkim çizgiye yakın duran bir din âlimiyken, alışageldik tüm kurallardan çıkmaya cüret ederek adanmış bir gönül ehli, aşkın ateşli savunucusu, semanın yaratıcısı ve tutkulu bir şair oldu.

 

Demek ki, gönül ehli olmanın yolu, alışılageldik tüm kurallardan çıkmakmış. Alışılageldik kurallar ne oluyor? Şeriat.

Allah yazarı ıslah etsin diyor, başka bir şey demiyorum. Kitapta geçen, yazarın kullandığı kelime ile mekanı kerhane olan bir bölüme hiç değinmiyorum. Aşk mevzulu bir kitapta mevzusu aşk olmasa da- bu tür bir tablo resmeden yazardan hayır gelmez.

 

Aşka dair kitap okumak isteyenlere İskender Palanın Akşnamesini, Kitab-ı aşkını, Leyla ile Mecnununu tavsiye ederim. Bilhassa aşk, aşk diye diye köpürtülen süflilik pasını gönülden, beyinden gidermek için.

Share this post


Link to post
Share on other sites

BENDE KİTABI OKUYUP BEĞENENLER ARASINDAYIM.GENİŞ BİR KESİME HİTAB EDEN BİR YAZAR OLDUĞU İÇİN HZ.MEVLANA,ŞEMS-İ TEBRİZİ,İLAHİ AŞK KONUSUNDA BİLGİSİ OLMAYAN KİŞİLERDE MERAK UYANDIRDIĞINI DÜŞÜNÜYORUM.VE HERKESE TAVSİYE EDİYORUM...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Elif Şafak, düşünce yapısını sevmediğim bir yazar. Bir kadın olarak, cemiyet içindeki sorunları, aile içindeki vahşet derecesine ulaşan çatışmaları, ezilen kadın figürünü görür lakin çözümü yanlış yollarda arar. İnsanın ruh ve fikir dünyasının ve ona bağlı olarak da hayatını en güzel şekilde intizam eden biricik unsurun İslam olduğunu bilmez, bilmediği için çözümü onda aramaz. Feminizmin, kadını güya özgürleştirmek isteyen kalıplarından bir parça nasiplenmiştir.

 

....

 

Aşk�a dair kitap okumak isteyenlere İskender Pala�nın Akşname�sini, Kitab-ı aşk�ını, Leyla ile Mecnun�unu tavsiye ederim. Bilhassa aşk, aşk diye diye köpürtülen süflilik pasını gönülden, beyinden gidermek için.

 

 

Etrafımda Elif Şafak okuyan çok arkadaş var, ama Elif Şafak profili'yle pek barışamıyorum, o nedenle hiçbir kitâbını okumadım... Reyhan Abla'nın ifade ettikleri benimde düşüncelerime tercüman oldu.

 

İllâ "Aşk"a dair birşeyler okunacaksa, İskender Pala'yı tavsiye ederim. Şahsi kanaatim, günümüzde Aşk'ı satırlara en güzel yansıtan yazar. "Aşk"ın hakkını veriyor ...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ünlü olmanın yolunu bilen yazar-şair bilmemnelerden.Bir müstehcen ifadeli kitap yazdı,ünlendi.

Orhan Veliler, Can Yüceller rakıda balık olur, solculuk yaparlar, fransız aşklarını ballandıra ballandıra anlatırlar bir numerolu şair olurlar.

Ama benim köylerimdeki halk aşıkları-ki halen varlar-(irticalen-hece vs saymadan, düşünmeden) her dakika onlarca dörtlük söylerler baştan ayağı teşbihlerle istiarelerle kaynağını tasavvuftan alan yüce değerlerle dolu.Ama adları bile duyulmaz.

Ne ala memleket kardeşim ya!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Okuduğum kitabın farklı okurlar tarafından yorumlarını da okumak çok hoş bir durum.kitap hakkında farklı bakış açıları yakalamamı sağlıyor.Bu dönemde genç kesimin çoğunlukta olduğu bir forumda bir kitap hakkında tartışabilmek çok enteresan ...demek ki diyorum Mahsun Kırmızıgül ün de dediği gibi yıkılmadık daha ayaktayız :D

 

 

Okunmalı /okunmamalı gibi farklı yorumlarda bulunulmuş.Bence bu kitap okunmamalı gibi bir düşüncenin yanlış olduğunu düşünüyorum.Tabi ki İskender Pala ile karşılaştırma gibi bir aptallığa düşmem ama bizde nabza göre şerbet diye bir kavram vardır.Siz daha yürümesini bile bilmeyen bir çocuğa hadi bakalım koş diyebilir misiniz?Ben hala aynı kanaatteyim.Okunması gereken kitaplardan bir tanesi...Yanlış yanlar var mı? çok...Bunlardan bazılarına hepsine katılmasamda sayın reyhan değinmiş...

 

 

 

Kimseninde iç dünyasını bilemeyiz tabi ki...Belki o bayan bizim bir arkadaşımıza yaptıramadığımızı kitabındaki bir cümleyle halletmiştir.(ALLAH-U ALEM)Keşke şu bizim kendimizce yıkıl(a)mayan tabularımızı olmazsa olmazlarımızı sözden hatta fiiliyattan kalbe indirebilsek...

 

Söylediklerimizin ve yaptıklarımızın kalbimize inmesi duası ile.....

Share this post


Link to post
Share on other sites

kitapla ilgili en çok konuşulan eleştiri

Dücane CÜNDİOĞLU'nun ki

paylaşmak istedim

 

 

Aklın kaleminden kırk kurallı aşk

? "Mevlâna.... İslâm âleminin Shakespeare'i!" (s. 38)

 

Başka bir zaman olsa, bu denli bayağı bir benzetmeyle karşılaştığım daha ilk anda muhtemelen elimdeki kitabı -bir daha açmamak üzere- kapatır ve bir kenara koyardım.

 

Bu sefer öyle yapmadım. Bir lâ havle çekip bu bayağılığın altını çizdim, sonra da Elif Şafak'ın Aşk'ını okumaya devam ettim.

 

Sırf siyah ölümün hatırına... bir vazife duygusuyla... ızdırab içinde... ve tabii ki pencereden dışarı bakmanın cezası olarak...

 

Süreç değil bir tek, sonuç da benim açımdan acı vericiydi.

 

Bu konularda eline kalemi alan kim olsa, sonucun yine de değişmeyeceğini bilmek, belki de ızdırabımın asıl sebebi. Çünkü kendi irfan hazinelerimizle ve ortak değerlerimizi kendilerine borçlu olduğumuz büyük ustalarla sahih irtibatlar kuracak o muhkem noktadan artık iyice uzaklaşmış durumdayız.

 

Sorun, öyle alelâde bellek yitimiyle izah edilecek gibi değil. Çünkü pekâlâ kadim bilgi kaynakları elimizde. İnsan malzemesinde de sıkıntı çekilmiyor. Gayret eksikliği veya iyi niyet yoksunluğu ('hain' edebiyatı) türünden yakınmaları da -hiç değilse bu bağlamda- ciddiye alamayız.

 

O hâlde nedir sorun?

 

Sorun, dünyayı/eşyayı idrak tarzımızın hem içerik, hem de biçim itibariyle kökten dönüşmesi. Dünyagörüşümüzün neredeyse bütünüyle değişmesi.

 

Sözgelimi mülkiyet ve cinsiyet.

 

Modern Türk toplumunun, mülkiyet ve cinsiyet alanında kazandığı yeni bilinç yapısıyla artık geçmişine ihatalı bir biçimde, en azından müsamahayla bakabilmesi mümkün müdür? Veya mevcut mülkiyet ve cinsiyet kodlarıyla, mirasçısı olduğu o kadim dünyanın asırlık değerlerini sağlıklı olarak anlayıp yorumlayabilmesi?

 

Meselelerini ciddiye alan her namuslu zekânın bu soruya vereceği cevap olumsuz olacaktır!

 

GÖNÜL FERMAN DİNLEMİYOR

 

Aşk'ın kuralları olur mu?

 

Ne münasebet, Aşk'ın kuralı olmaz ki kuralları olsun!

 

Aşk koşulsuz olandır. İçinde 'çıkar' ilkesinin olmadığı tek insanî edimdir. Külliyen hazdır. Bütünüyle zevktir. Süreç içerisinde oluşmadığından her türlü koşuldan, her türlü kuraldan âzadedir. Anî'dir; yani anda varolur; bir anda...

 

Trafiğin kuralları olur, ama Aşk'ın kuralları olmaz!

 

Kural, aklın vaz'ettiği ilkelere verilen ad! Bu nedenle hesaba kitaba gelir işlerin kuralı olur. Gönülse akla benzemez, çünkü ferman dinlemez. Hesaba da, kitaba da gelmez. Nedensizdir. Koşulsuzdur. Kuralsızdır. Bu yüzden mehabbet (sevgi) başkadır dilimizde, aşk çok daha başka!

 

Batılıları mazur görmeli, ne yapsınlar zavallılar, dillerinde tek kelime var: Love veya Die Liebe ya da L'amour!

 

Love deyince, mehabbet deyince, sevgi deyince, bakınız işte o zaman işin rengi değişiyor. Çünkü sevginin koşulları ve kuralları olur. Hem de üç tane değil, beş tane değil, kırk tane bile olur!

 

Olmuş da nitekim, meselâ bakınız Elif Şafak hiç üşenmemiş, bizler için tam kırk aded kural uyduruvermiş. Aklınca...

 

Evet, aklınca. Çünkü düşüne taşına, aklıyla yazmış romanını, gönlüyle değil. Kalbiyle hiç değil!

 

Son romanının başlığı şöyle: The Forty Rules of Love: A Novel of Rumi.

 

"Başarının Kırk Kuralı: Jeremy Bentham Hakkında Bir İnceleme" der gibi bir adlandırma!

 

Çaresiz, hemen sormak zorundayız: Tamıtamına kırk kuralı olan bu Love'dan muradı nedir acaba yazarın: Sevgi mi, Aşk mı?

 

İngilizce olarak yazılan bu eser henüz yayımlanmamakla birlikte Türkçe çevirisi altı aydır elimizde. Üstelik adı da gayet sade, gayet ekonomik: Aşk. Evet, sadece Aşk.

 

İşte size Türkçe'nin cilvelerinden biri daha! Çünkü Türkçe'de Aşk denince, kural mural akla gelmez; Türkçe'de aşkın ne kuralı olur, ne de kuralları. Hepsi de bir anda uçup gider.

 

Yazar, Türkçe düşünmeye başladığında, bilinci kendisine bir oyun oynamış olmalı ki Love'ın yanına koymaktan çekinmediği o meş'um kırk kuralı Aşk'ın yanına koymaya eli varmamış. Hiç değilse kapakta...

 

BİLGİ YOK, YORUM ÇOK

 

 

Elif Şafak'ın gönlü, acep şu akla zarar tamlamanın tüm günahını, mâşukların sultanı Şems-i Tebrizî'ye yüklerken hiç mi sızlamamış?

 

? Gönlü Geniş ve Ruhu Gezgin Sufi Meşreplilerin Kırk Kuralı.

 

(Üç defa üst üste yanlışsız telâffuz edebilene ödül vermeli!)

 

Şems, güya diyesiymiş ki: "Bu kurallar benim için tabiat kuralları kadar evrensel, onlar kadar temeldir." (s. 63)

 

Tabiat kuralları kadar evrenselmiş! Acaba yukarıda yeni çağ filozoflarından Francis Bacon'ın veya John Locke'un bir şakirdi mi konuşuyor, yoksa 13. yüzyılın, o mucizelerin ve kerametlerin hükümfermâ olduğu âşıklar dünyasının yaramaz çocuğu Şems-i Tebrizî mi?

 

Görünen o ki yazar kendi kelimelerini, kendi cümlelerini kimin ağzına koyduğunun hiç de farkında değil. Meselâ, Şems bir defasında çatıp kaşlarını söyleniyor: "Bu Allah'tan rol çalmak olur!" (s. 120)

 

Bir yerde de şu tuhaf ifade yakıştırılmış ağzına: "Bizim tek mezhebimiz var: Allah." (s. 78)

 

Peki ya, zavallı pirimiz Bâyezid-i Bistamî'nin başına gelenler?! O da güya şöyle demiş: "Hırkamda Allah var!" (s. 200)

 

O da ne öyle, hâşâ, "Cebimde akreb var!" der gibi!

 

 

* * *

Hataların ortak özelliği özensizlik; bir kısmı da yetersizlik!

 

Türkçe Hz. Mevlâna'nın mürşidi Seyyid Burhaneddin'e lâyık görülen şu ifadeye bir bakalım:

 

? "... ve Kur'an-ı Kerim'de yazan bir hükmü hatırlattım: Mümin müminin aynasıdır." (s. 98

 

Oysa Kur'an'da böyle bir ayet-i kerime yok! Aksine bu bir hadîs-i şerif. Öyle hadis literatürüne filân vâkıf olmaya da gerek yok, çünkü Şems-i Tebrizî Makalât'ında, Hz. Mevlâna ise Fîhimâfih'inde bu hadîsi şerh ediyorlar.

 

Tam da burada, "Tanzimat ilan ettik değişen bir şey olmadı; iki defa Meşrutiyet ilan ettik, o da pek işe yaramadı; en son Cumhuriyet ilan ettik yine aynı tas, aynı hamam! Acaba şimdi de biraz ciddiyet mi ilan etsik?" diyen Sakallı Celâl'in kulakları çınlasın!

 

 

* * *

Hakikaten Aşk'ın en büyük eksikliği ciddiyet!

 

Meselâ Mevlâna'nın mübarek oğlu Sultan Veled'in hissesine düşen hezeyanlardan biri de şu:

 

? "Kehf suresinde apaçık yazmaz mı? Hazreti Musa efsanevi bir komutan, kanuni sıfatına lâyık biri olmanın yanı sıra günün birinde peygamber olacak kadar da mümtaz bir adammış." (s. 258)

 

Aşk yazarının devirdiği çamların haddi hesabı yok, heyecanından İslâm irfanının ustalarını günümüzün ekran papazlarına dönüştürmüş; doğruları yanlışlarına yetmiyor bile.

 

 

* * *

Çöl Gülü, Hristiyan okurların ihtiyaçları da dikkate alınarak yaratılan bir Maria Magdalena taklidi. Şems'in irşadıyla hidayete eren bir fahişe.

 

Kenan şehrindeki kadınların Hz. Yusuf hakkında "Allah için bu bir insan değil, ancak değerli bir melek!" şeklindeki şaşkınlıklarını hikâye ettikten sonra bu kadıncağız şöyle diyor:

 

? "Bir meleğe aşık oldu diye kim Züleyha'yı suçlayabilir ki?"

 

(s. 381)

 

Kim olacak, kendisinden ayetler aktarılan Kur'an'ın sahibi!

 

Kur'anî mecaz, yazarın elinde hakikate dönüşmüş. Yazar surenin bütününü dikkate almamış ve Aziz'in karısının/Züleyha'nın(!) Hz. Yusuf'la birlikte olmak için zora başvurduğunu, emeline ulaşamayınca da onu zindana attırdığını aklına bile getirmemiş. İşin 'aşk' kısmı, gerçekte nedamet sahnesinden sonra başlar; 'nefs-i emmare' itirafından sonra.... yani kötülüğü emreden nefsin, Rabbinden af dilemesinden sonra...

 

Bütün dinler 'yasak aşk' (zina) meselesini ciddiye alırlar. Arzular bir duygu olarak kalmayıp fiile (ihtirasa) dönüştüğünde, tabiatıyla onu bir suç olarak görürler, bir düşüklük, bir kötülük olarak adlandırırlar. Karşılığında da iffeti, edebi ve ahlâkı yüceltirler.

 

Elif Hanım'a tavsiyem, Issız Adam'ın gözü yaşlı seyircilerinin etkileneceği türden hikmetler serdetmeden önce, meşgul olduğu sahanın kendisinden beklediği asgari özeni göstermeleri; ve meselâ, Kur'an'ın anlatımı bir yana, Yusuf ile Züleyha hikâyelerindeki nüanslara hakettikleri dikkati vermeleri...

 

Yanlış anlaşılmasın, bir romancıdan ahlâkî va-azlar döktürmesini bekliyor değilim. Aksine tüm beklentim birazcık özen, birazcık titizlik. Üstelik dinsel filan da değil, sadece sanatsal!

 

ELMALILI HAMDİ YAZIR versus ŞEMS-İ TEBRİZÎ

 

? "Eskiden, yani Şems bu eve gelmeden evvel, Mevlâna ile haftada üç dört gün çalışır; ayetleri iniş sırasına göre incelerdik."

 

(s. 243)

 

Lütfen biraz muhayyilenizi zorlayın ve 13. asra gitmeye çalışın; sonra da Hz. Mevlâna ile genç bir kızı, oturup Kur'an ayetlerini, hem de iniş sırasına göre, incelerken tahayyül edin.

 

Tebessüm etmeksizin böyle bir sahneyi hayal etmek çok güçtür. Çünkü "Kur'an ayetlerini iniş sırasına göre incelemek" tamamen mo-dern bir okuma biçimidir ve geçmişi otuz yılı bile geçmez. Gerçeği değil, hayali dahi...

 

Geçelim.

 

Genç kız Mevlâna'nın yerinde Şems-i Tebrizî'yi bulunca, çaresiz derdini ona açar:

 

? "Nisa suresi" dedim yavaşça. "İçime sinmeyen birkaç husus var orada. Bazı yerlerde erkeklerin kadınlara üstün olduğu yazılı. Hatta kocaların karılarını dövebileceğini söylüyor."

 

Peki Şems, bu dertli kızcağıza nasıl tepkide bulunur, dersiniz?

 

Şöyle:

 

? "Öyle mi, bak sen!" (s. 244)

 

Kimya'nın şaşkınlığından istifadeyle ilgili ayetin iki versiyonunu ezberinden okuyan Şems sorar:

 

? "Ne dersin Kimya? Sence bu ikisi arasında bir fark var mı?".

 

? "Evet var!" diye cevap verir Kimya: "Aynı ayetin iki farklı yorumunu okudun. Dokuları nasıl da farklı. Birincisi evli erkeklere karılarını dövme izni veriyor. İkincisi en kötü durumda 'uzaklaş ya da uzaklaştır' diyor. Aralarında epey fark var. Niye böyle?"

 

Bak sen! (Bu tepkisi bana Şems'ten sirayet etti!)

 

İki kaşı bitişmiş hâlde ve o melül melül bakan buğulu gözler eşliğinde Şems şu soruyu yöneltiyor:

 

? "Söylesene Kimya, hayatında hiç nehirde yüzdün mü?" (s. 245)

 

"Hoppala bu da nereden çıktı?" demiyoruz ve bu Yeşilçam repliğinin ardından, Şems'in bütün ciddiyetini takınarak, Kur'an'ı, çağıl çağıl akan bir nehre benzettiğine tanık oluyoruz; uzaktan bakana tek bir akıntı gibi, ama içinde yüzene dört ayrı ırmak olarak görünen bir nehre...

 

Böylece Elif Şafak'ın, tıpkı "Aşkın Kırk Kuralı" gibi, yaratıcı muhayyilesinden yardım alarak icad ettiği "Kur'an Yorumunda Dört Akıntı Teorisi"ni Şems'ten dinlemeye başlıyoruz. (Korkmayın, o türrehatı uzun uzun aktaracak değilim. Sizin yerinize o azabı ben yaşadım nasıl olsa.)

 

ELİF ŞAFAK - YAŞAR NURİ ÖZTÜRK ELELE

 

Bu hikâyenin bir de sürprizi var; hem de skandal düzeyinde!

 

 

* * *

Şems'in, Kimya'ya okuduğu iki ayet çevirisinden ilk versiyon, yani kadınlara haksızlık ettiği varsayılan metin, Elmalılı Hamdi Yazır'ın Meal'inden (bir sadeleştirmesinden) alınma. Buna mukabil ikinci metin ise, yani sevgili Kimya'mızın sıkıntılarına çare olan versiyon ise, Yaşar Nuri Öztürk'ün çevirisinden.

 

Roman'ın referanslar bölümünde bu iki çeviri de zikredilmiş, ancak İngilizce bir çeviriden bahis yok. Bu durumda Elif Hanım, metne kendi çevirisini koymuş olmalı. (Bekleyeceğiz, göreceğiz.)

 

Yazar açıkça yanlı davranıyor. Çünkü Kur'an yorumlarında geçmişi 20 yıl öncesine bile gitmeyen tamamen subjektif bir çeviri zaafını, tamamen Şems-i Tebrizî'nin manevî otoritesi üzerinden haklılaştırmaya çalışıyor. Hem de Kur'an'ın batınî yorumu bahanesiyle!

 

Değil öyle 13. yüzyıla, 1980'lere bile geri çe-kilemez bir çeviriden, bir yorumdan, bir laubalilikten söz ediyoruz.

 

Çağdaş İslâmî Protestanlığın cılız numûnelerinden birinin, tamamıyla politik hesaplardan beslenen birtakım sığlıkları, nasıl olup da Kur'an'ın batınî yorumuymuş gibi sunulabilir; Şems-i Tebrizî'nin ruhaniyeti nasıl olur da bu denli ucuz bir biçimde istismar edilebilir, doğrusu bir anlam vermekte zorlanıyorum.

 

Tarihe sadakat umurlarında olmadığına göre, yazarımız, eli değmişken, Hz. Pir-i Mevlâna'ya da örtü ayetini yorumlatıp bugünün Kimyalarını da sıkıntılarından kurtarmayı düşünürler miydi acaba!?

 

 

* * *

Elif Hanım, romanınızı tüm dikkatimle okudum, ve şu kanaate vardım ki siz sanat değil, resmen propaganda yapıyorsunuz! Ortak değerlerimizin içini boşaltmakla kalmıyor, o boşalan alana, sözümona aşk diye diye modernliğin en çiğ, en batıl inançlarını boca ediyorsunuz.

 

Bu sufilik edebiyatı bir New Age modası! Bu aşk edebiyatı ise tam bir kitsch!

 

Çağımızın mülkiyet ve cinsiyet putlarına tapınan zavallı kölelere, irfan geleneğimizin, o uğruna hiç emek sarfedilmemiş saygınlığından yararlanılarak ucuz tatminler hediye etmek!

 

Ne büyük zavallılık!

 

Oysa altın bulmak ümidiyle erenlerin türbesine kazma vurulmaz!

 

 

* * *

Bu konularda kalem oynatmak için Tanrı'ya veya bir dine inanmak gerekmediğini bilenlerdenim. Sanatçıyı yücelten, dine değil, sanata inancıdır. Sanatın sınırlarına saygıdır.

 

Sanata inanç sözkonusu oldukta, ateist bir edebiyatçının, André Gide'in DAR KAPI'sını hatırlamamak mümkün mü?

 

Gide, inanmadan da kutsalın anlatılabileceğini gösteren büyük bir edibdi.

 

Kim demiş ki Tanrı'ya âşık olmak için O'na inanmak gerekir diye? Bilâkis en inançlı insanlar, kalpleri kuşkuyla yanıp kavrulanlar arasından çıkar; şüphe girdabında nefes bile alamayanlar arasından... inanıp inanmakta kuş gibi ürkek davrananların arasından...

 

Tanrı'ya inanan adam olmak kolay, asıl zorluk Tanrı'nın inanacağı adam olmakta! Ne ki insanın en kalın perdelerden biridir aramak, ve fakat gerçekte aranıyor olduğunu bilmemek!

 

Şükür ki Şems'in 'Hırka'sı hâlâ içimizi ısıtmaya devam ediyor: "Bana göre arayan Tanrı'dır. Fakat o aranılan sevgilinin hikâyesi hiçbir kitapta meşhur olmadı." (Şems-i Tebrizî, Makalât)

 

 

* * *

Ne diyeyim sana ey tâlib, aşk'tan biraz haberdar olsaydın, aşka kurallar icad etmeye kalkışmazdın!

 

Senin tüm günahın hakikat ile mecaz'ı birbirine karıştırmak!

 

Not 1: Örnek vermeye yarın da devam edeceğim.

 

Not 2: Bu akşam, saat: 22.30'da, TVNET'te tüm ayrıntılarıyla bu meseleleri konuşacağız; Aşk pazarında satılan Hz. Mevlâna ile Şems-i Tebrizî'yi.

 

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.a...DucaneCundioglu

Share this post


Link to post
Share on other sites
Okunmalı /okunmamalı gibi farklı yorumlarda bulunulmuş.Bence bu kitap okunmamalı gibi bir düşüncenin yanlış olduğunu düşünüyorum.Tabi ki İskender Pala ile karşılaştırma gibi bir aptallığa düşmem ama bizde nabza göre şerbet diye bir kavram vardır.Siz daha yürümesini bile bilmeyen bir çocuğa hadi bakalım koş diyebilir misiniz?Ben hala aynı kanaatteyim.Okunması gereken kitaplardan bir tanesi...Yanlış yanlar var mı? çok...Bunlardan bazılarına hepsine katılmasamda sayın reyhan değinmiş...

 

selamlar;

 

dünyanın çok büyük bir bilgi çöplüğü ve iletişimin şimdiye kadarki en hızlı boyutta olduğu günümüz dünyasında

herşey hakkında binlerce eserin milyonlarca makalenin yazıldığı gerçeği; faydalı, doğru ve gerekli olanı tespit okumaktan daha elzem daha makbul kılıyor

 

efendimimz (s.a.v.)

"... faydasız olan ilimden ... sana sığınırım" diye Rabbbimize dua ederken zikrettiğide bu değilmiydi

sonra kitabı okumak varken ne diye yorumu yada eleştirisini okuyalım ki

eleştiriler kitabı okuyup okumamaya karar vermek için değilde ne içindir

 

gerekli olanı bulabilmenin ve yalnız gerekli ve faydalı olanı okumanın vehametinin bu denli mühim olduğu bir dünyada

aptallık;

"X" kitabı yerine "Y" kitabını önermek değil sadece çok okunduğu yada daha doğrusu çok satıldığı için bir kitabı okuyan kişinin kendisi gibi başkalarını bir çuval keçibuynuzu çiynemeye memur yada mecbur etmeye çalışmasıdır.

bu kişi yanlışlarının çokluğunun farkında bide...

(gerçi bu aptallığın ötesidir lakin bunu tellaffuz benim haddim değil)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu kadar cahillik ancak bu kadar ilimle olur sözüne binaen bu tarz kitapların insanların gerçeği görme adına önlerinde ki engel olan kalpleri dışındaki çeperi kalınlaştırmadan başka bir sonuç doğurmayacagını düşünüyorum. İnsanın içindeki var olan boşluğu arama yolculuğunda direk sonuça götürecek şeyleri vermek yerine o boşluğu sömürmenin günümüz yazarları arasında yaygın olduğunu düşünüyorum. Belkide yazarın kendi de o boşluğun etrafında dolanıp durmakta ve gerçeğe ulaşamamakta..kim bilir...Tasavvuf..her nereye baksa insanın yüzüne çarpan biricik hakikattir. O hakikat ki bu çetrefilli hayatta hakiki manada müslüman olabilme yolunda en etkili yolun bir Allah dostunun kanatlarının altı olduğu hakikati...Ancak bu hakikat insan nefsinin isteyecegi en son şey olduğu için bu hakikatle yüzleşmek yada bu hakikate adım atmak yerine hakikatin etrafında dolanmak daha kolaydır.....Bu söylediklerimden okumaya karşı olduğum manası çıkaran olacaktır muhtemelen.. Benim söylediğim okumak faydasız bir şeydir değil, benim söylediğim; okumak yeter koşul değil, gerekli bir koşuldur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

keşke işi hakaret noktasına getirip haddinizi aşmasaydınız....Sonuç itibariile birkonu hakkında medenice tartışmaya çalışıyorduk...Maşallah elinize yüzünüze bulaştırdınız..polemiğe girmek istemediğim için genel bir nottu ama kişi kendini biliyordur sanırım...........

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konuya birkaç fikir de ben eklemek istiyordum. Ama baktım ki Reyhan adminimiz genel olarak düşündüğümü yazmış, bana da çok birşey kalmamış. Ufak da olsa Elif Şafak'a dair bir iki hüküm vermek gerekirse,

 

*Kendisi, diğer aydınlarda olduğu gibi Anadolu insanının hayat ölçülerini bazı noktalarıyla karşısına alan, çünkü Türk insanını geniş düşünemeyen, dar kafalıdan daha genişçe bakışlı olarak gören aydın tiplemesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu tip aydınlar Türk milletinin safrasından düşen taşlarla ev yaparak, "bu evi sizin attığınız taşlarla yaptım" diyen acaip bir halin müstemlekesidirler. (Bizim nazarımızla aydın ile münevverin farklı olduğunu söyleyelim. Biz has kabiliyeti münevverlerde görmekteyiz.)

*Özgünlüğü yakalama çabasını takdir etmek istiyorum ama ne yazık ki bu konuda yeterli istidadı gösteremediğini söylemek zorundayım. Yani ondan bir Ahmet Haşim'in kalıcılığı, Peyami Safa'nın Batı analizindeki başarısı gibi bir başarı görmek şu an için imkansız. İlerisi bence şu an meçhul.

*İnsanın kalesi olan akıl ve gönül en muhafazalı mekandır. Oraya girmek çok kolayken bir o kadar da zordur. Elif Şafak da eserleriyle insanların akıllarını ve kalplerini feth etmesini bilecek mi?.. Sanmıyorum. Ama feth ederse bundan on yıllar sonra da okunacak birisi olur. Zira "zaman"ı aklı ve kalbi fethedenler aşabilir...

 

Konuda düzeyli seviyenin korunmasına lütfen dikkat ediniz. Birisine olan öfkeniz sizi haksızlığa sevk etmesin ve karşıdakilerin rencide olmasına sebeb olmasın.

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yorumları okudum da..

Elimde "aşk" ve "pinhan" kitabları var.. Henüz okumadım pinhanın 2. sayfasındayım (:

 

Yalnız kafam karışdı.. Yazar hakkında herhangi bir fikrim yok.. Daha önce hiç okumadım çünkü..

 

Okusam mı okumasam mı bilemedim..

En azından bir fikrim olsun diyerek okumayı düşünmekdeyim yinede bilemiyorum..

 

Selametle.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Heryerde ve her zaman eleştiriyorum bu kitabı ve eleştirmek için okudum.Okunmaması gereken okunuyorsa bile birşeyler bulmaktan ziyade akıcılığına bakılacak bir kitap.İçinde konu özüyle yanlış.Kendisi kitaplarını çok akıcı yazdığı için akıcı bir kitap okumak isteyen ve birkaç günde bitirmek için kitap arayanlara tavsiye edilebilir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ayrıca kitabın hiçbir bölümünde Peygamberimizle ilgili birşey yok(beyazıdi bistami ile karşılaştırılan bölüm dışında).Bu nasıl bir dervişlik anlayamadım doğrusu.Bu kadar yanlışı olan kitaba bu kadar prim verilmesi korkutuyor beni.Nerelere geldik düşünemiyorum.Saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

kitabı okumadım... yalnız Elif şafak her zaman itici gelmiştir bana.. Aklı başında olan bir insan kitabın ismini baba ve pic koymaz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ummadığım kadar rezil çıktı bu zırvaname ya. Kitap hakkında, kitabı okumadan önce pek çok inceleme okuyup inceledim, fakat kesmedi. 'Bir de ben bakayım yeni yetme yazarlar ne diyor' diye dürttü şeytan. Bitirdik bitirmeye de... Kitap hem edeb, hakikat bağlılığı, hürmet, incelik bakımlarından rezalet, hem de kendisine en fazla umut bağladığım kurgu zaviyesinden tam bir fiyasko. Şundan eminim, bundan 60 yıl sonra Elif Şafak denilen -afedersiniz- nadan karı bugünün sıralama talihlisi Fatma Aliye Hanım'ından daha popüler olmayacak. Aha buraya yazıyorum, ileride birinizin çocuğu, torunu görür de hak verir fakire. Kitapta evela, evinde kaldığı Mevlana'nın fıstık gibi beslemesinin yanaklarından makas alıp dudaklarını sıvazlayacak kadar ahlaksız ve falcılıkla uğraşacak derecede azıtmış, üstüne üstlük kocalık vazifelerini yerine getirmediği için karısını dolaylı yoldan katleden ve kafasına esti mi ağaç altlarında bir temiz demlenen bir Şems-i Tebrizi karakteriyle karşılaşıyorsunuz. Mevlana hz. dediğiniz tip ise romana göre tam bir sünepe. Sultan Veled Hazretlerine gelince içten pazarlıklı bir sahtekarın izlerini görüyoruz. İlk sema ayini var ya o ilk sema ayini, midemi kaldıracak ölçüde pespaye bir tasvirle sunulmuş. 'Seni değil, seni adam diye okuyanı eşekler kovalasın' dememek için çaba dahi harcayamadım azizan. Şu bizim sema var ya hani, görkemli bir açılış töreniyle Şems tarafından başlatılıyor. Günün temel atma törenlerini andıran bu aptalca kurguya göre Selçuklu padişahı filan da kalkıp, turist eğlendirme şölenlerini andıran bir kurguyla devam eden dansın açılış törenine protokolden katılıyor. Kurguya göre 1245 yılında Hasan Sabbah'ın Alamut'tan kaçan komutanları Konya'da hayal ediliyor. Hasan Sabbah öleli 120 yıl olmuş be hey şapşal, insan en azından kronolojiye bakar yahu, roman yazıyorsun efsane değil. Aynı yıllarda patlıcandan bahsediliyor ki patlıcanın memlekete girmesi yüzyıllar sonradır. Onu da geçtim, yine 13. yüzyıl Konyasındaki adamların ağzında, 19. yüzyılın şairi Ziya Paşa'nın Nush ile uslanmayanı cart curt diye giden beytine atıflar filan var. Kendine edebiyatçı diyen ve tarih hususunda kalem oynatan bir insanın bu hatayı yapmasını ben kabul edemiyorum. Cahilsen kalemine hakim olacaksın, bak benim dayım bahçe suluyor. Allah Allah.

Amerikalı hatunu otel odalarında ağırlayan sufi Zahara hakkında da fazla yoruma gerek yok.

Elif Şafak müsteşrik dahi olamayacak biriymiş. Müsteşriklerin muhayyilelerinden çıkan nice uyduruğu okudum bugüne kadar. Hakikate saygısızlık noktasında Elif Şafak'tan kalır yanları yoktu ama, Allah'ı var kurguları birşeye benziyordu be kardeşim. Yazdıkları tarihi ve edebi açıdan bir değer ifade ediyordu adamların. Bizim sonradan görme müsteşriklerde o seviye, o yetenek bile yok. 'Aşkın 40 kuralı' gibi bir zırvalamayı hiçbirinde de görmemiştim ayrıca bugüne dek. '10 adımda koca bulma teknikleri' tarzı iğrenç bir formatla sıralanan bu çirkin kurallaştırmalar Elifçiğimi öyle zorlamış, öyle boğmuş ki kural dediklerinden bir kısmı kuraldan çok Atatürk vecizesine benziyor. Emir belirtmeyen içi boş cümleler ve yamuk tespitler...

Bastards of İstanbul romanından dolayı kazandığı mağduriyet popülerliği sayesinde voleyi vurdu kadın..

Elif Şafak'la Cingöz Recai kapışsa zafer ikincinindir. Bunu anladım.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

kitabı okumadım ama okuyunca düşüncelerimi belirtirim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...