Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
BaLaBaN

Sorsalar Ne Dersiniz?

Recommended Posts

Birisi sorsa ne cevap veririz hiç düşündünüzmü ;;;

 

Acaba niye günde beş vakit namaz kılıyoruz ?

Ve neden bu beş vakit sabah ,öğle,ikindi,akşam,yatsı olmak üzere 5 e ayrılmış?

Neden beş vakit namazı direk sabahtan kılıp bitiremiyoruz?

Acaba bu vakitler neyi temsil ediyo hiç düşündükmü?

 

 

 

(Bunlar tamamen insanların araştırıp öğrenmesi amacıyla sorulmuştur .lütfen yanlış anlaşılmasın)

Share this post


Link to post
Share on other sites

S.A.

 

Neden günde beş vakit namaz kılıyoruz?

 

Bu bizim görevimiz. Bir nevi borcumuz ALLAH cc a olan borcumuzu ödemeye çalışıyoruz. :D

 

Ve neden bu beş vakit sabah ,öğle,ikindi,akşam,yatsı olmak üzere 5 e ayrılmış?

 

Bildiğim kadarıyla namaz kılmak iiçin ilk emir geldiğnde 5 değil 40 vakit imiş. Fakat insanlara 40 vakit ağır geldiği için 5 olmuş. Düşünün biz günde 5 vakti eda etmekte zorlanırken 40 vakit olsaydı kim bilir nasıl olurdu?

 

Neden beş vakit namazı direk sabahtan kılıp bitirmiyoruz?

 

Diyelim sabah erkenden kalktık 5 vakitimizi birden kıldık, gün boyunca ALLAH cc belkide hatırlamayacağız. Hatta 23 saat sapıtıp 1 saat kılabilecek duruma da gelebiliriz. 5 vakit namazla günün her saati ALLAH cc ı hatırlayabiliyoruz, nefsimize hakim olabiliyoruz.

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

vevap için ALLAH razı olsun

 

fakat birtek "Neden beş vakit namazı direk sabahtan kılıp bitiremiyoruz " sorusuna istediğim cevabı alabildim

 

aslında bunda benimde suçum var çünkü "Neden beş vakit namazı direk sabahtan kılıp bitiremiyoruz" sorusu ile "bu vakitler neyi temsil ediyo" sorusunu aynı kefede sormam gerekirdi

 

diğer cevaplarda doğru ama beklediğim cevaplar değil :D :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar

 

İlla bir şeylerin sembolize edilmesi mi gerekiyor kardeşim? :D

 

"Hikmetinden Sual Olunmayan"ın vardır ki bir bildiği böyle takdir buyurmuştur. "Domuz neden haram?" sorusu kadar abestir bunun sorulması, zira "domuz neden haramdır" sorusuna vereceğimiz cevaplar sadece bir noktayı temsil edebilir veya netliğinden, Kur'an/sünnetten bir delili yoksa, emin olunamayacak düşünce ürünleri olarak karşımıza çıkar. Üstadın da sık sık vurguladığı gibi "Allah istediği için böyledir!" teslimiyetini göstermek gerekir böyle konularda.

 

En doğrusunu Allah bilir elbet... Ama beşerî bir nazarla, haddimize düşmeyerek bir fikir yürütürsek "böyle olabilir..." diyebiliriz:

 

Sabah namazı, güne startın verildiği dönemde eda edilir. Uyandığımızda direk Allah'la olma şansını tanır bize. Güne ondan haberdar başlama imkanını verir biz kullara.

 

Öğle namazı ise kişinin güne tamamen kendini verdiği, hayatın akışına teslim olduğu, günün yoğun ve aktif saatlerinin yaşandığı bir zamanda eda edilir... Hayatın akışına insanın kendini gereğinden fazla kaptırıp O'nu unutmasının önüne geçmek, "hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya" çalışırken "yarın ölecek gibi ahirete" hazırlanmanın önemini vurgulamak ve insanı meşguliyetlerinin tavana vurduğu anda yaratıcısıyla buluşturmak, konuşturmak amacı bu namazın vaktiyle ilgili bir açıklama olabilir belki. En doğrusunu Allah bilir.

 

İkindi ise günün asıl tempolu kısmının son bulduğu bir dönemde eda edilir. Dünyevî işlerin büyük ölçüde tamamlanışının ardından kula yine yaratıcısıyla konuşma imkanı veren ikindi namazı günün yorgunluğunun sırta binmeye başladığı bir anda kişiye yine görevini, bu dünyadaki varlık amacını hatırlatmaktadır. Yine ve hep, en iyisini Allah bilir...

 

Akşam namazı güneşin büyük ölçüde çekildiği, "günün sonbaharı" olarak niteleyebileceğimiz bir zamanda kılınır... İnsana tuhaf bir hüzün veren bu bitiş öncesinde insanın rabbini hatırlamasının ve bir sona yaklaşırken sonları da yaratana sığınmasının akşam namazıyla temini, bir hikmet noktası olabilir.

 

Yatsı namazının kılındığı vakit ise günün tamamen bittiği, güneşin çekildiği, ortalığın sakinleştiği, ölümün kol gezdiği, durgunluğun çöktüğü, korkuların hüküm sürdüğü, yokluğun ürpertisinin içleri kapladığı bir demdir. Ölümden sonra diriliş muştusunun sahibine yönelmek, yokluğu da, varlığı da yaratanla bir bağ kurmak, güne Allah'la başlayışın ardından yine onunla veda etmek... Derin ve yoğun bir anlam ihtiva ediyor olmalıdır diye düşünüyorum.

 

Her şeyi ve herşeyin de en doğrusunu yalnız Allah bilir...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

evet ALLAH ın hikmetinden sualsorulmamak gerektiğini herkez biliyor.fakat bunu diyerek hiçbirşeyi araştırmamamız gerektiğinide sanmıyorum. herkezin bildiği gibi ALLAH(c.c) ın ilk emri okumak pekala bizde bunu okuyarak ,araştırarak öğrenebiliriz :) :)

Zaten cevap olarak tam istediğim cevabı vermişsiniz.gerçektende aklımdaki cevapla tıpatıp uyuyor.sizi canı gönülden tebrik ederim. :)

Share this post


Link to post
Share on other sites
evet ALLAH ın hikmetinden sualsorulmamak gerektiğini herkez biliyor.fakat bunu diyerek hiçbirşeyi araştırmamamız gerektiğinide sanmıyorum. herkezin bildiği gibi ALLAH(c.c) ın ilk emri okumak pekala bizde bunu okuyarak ,araştırarak öğrenebiliriz :mellow: :)

Zaten cevap olarak tam istediğim cevabı vermişsiniz.gerçektende aklımdaki cevapla tıpatıp uyuyor.sizi canı gönülden tebrik ederim. :P

 

 

 

bence bu soruya en güzel cevabı veren Üstad Bediüzzaman Said Nursi hazretleridir.

size bu cevabı yazayım:

 

 

 

 

 

 

BİR ZAMAN sinnen, cismen, rütbeten büyük bir adam bana dedi: “Namaz iyidir. Fakat hergün, hergün beşer defa kılmak çoktur. Bitmediğinden usanç veriyor.”

 

O zâtın o sözünden hayli zaman geçtikten sonra, nefsimi dinledim. İşittim ki, aynı sözleri söylüyor. Ve ona baktım, gördüm ki, tembellik kulağıyla şeytandan aynı dersi alıyor. O vakit anladım: O zat o sözü bütün nüfûs-u emmârenin namına söylemiş gibidir veya söylettirilmiştir. O zaman ben dahi dedim: Madem nefsim еmmâredir. nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.

 

Dedim: Ey nefis! cehl-i mürekkep içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söze mukabil, Beş İkazı benden işit.

 

BİRİNCİ İKAZ

 

Ey bedbaht nefsim! Acaba ömrün ebedî midir? Hiç kat’î senedin var mı ki, gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın?

 

Sana usanç veren, tevehhüm-ü ebediyettir. Keyif için, ebedî dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun. Eğer anlasaydın ki ömrün azdır, hem faidesiz gidiyor; elbette onun yirmi dörtten birisini, hakikî bir hayat-ı ebediyenin saadetine medar olacak bir güzel ve hoş ve rahat ve rahmet bir hizmete sarf etmek, usanmak şöyle dursun, belki ciddî bir iştiyak ve hoş bir zevki tahrike sebep olur.

 

İKİNCİ İKAZ

 

Ey şikemperver nefsim! Acaba, hergün hergün ekmek yersin, su içersin, havayı teneffüs edersin; sana onlar usanç veriyor mu?

 

Madem vermiyor; çünkü ihtiyaç tekerrür ettiğinden usanç değil, belki telezzüz ediyorsun. Öyle ise, hane-i cismimde senin arkadaşların olan kalbimin gıdası, ruhumun âb-ı hayatı ve lâtife-i Rabbâniyemin havâ-yı nesîmini cezb ve celb eden namaz dahi seni usandırmamak gerektir.

 

Evet, nihayetsiz teessürat ve elemlere maruz ve müptelâ ve nihayetsiz telezzüzâta ve emellere meftun ve pürsevda bir kalbin kut ve kuvveti, herşeye kadîr bir Rahîm-i Kerîmin kapısını niyaz ile çalmakla elde edilebilir.

 

Evet, şu fâni dünyada kemâl-i sür’atle vâveylâ-yı firakı koparan giden, ekser mevcudatla alâkadar bir ruhun âb-ı hayatı ise, herşeye bedel bir Mâbûd-u Bâkînin, bir Mahbûb-u Sermedînin çeşme-i rahmetine namaz ile teveccüh etmekle içilebilir.

 

Evet, fıtraten еbediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ezelî ve ebеdî bir Zâtın âyinesi olan ve nihayetsiz derecede nazik ve letâfetli bulunan zîşuur bir sırr-ı insanî, zînur bir lâtife-i Rabbâniye, şu kasavetli, ezici ve sıkıntılı, geçici ve zulümatlı ve boğucu olan ahvâl-i dünyeviye içinde, elbette teneffüse pek çok muhtaçtır ve ancak namazın penceresiyle nefes alabilir.

 

ÜÇÜNCÜ İKAZ

 

Ey sabırsız nefsim! Acaba geçmiş günlerdeki ibadet külfetini ve namazın meşakkatini ve musibet zahmetini bugün düşünüp muztarip olmak; hem gelecek günlerdeki ibadet vazifesini ve namaz hizmetini ve musibet elemini bugün tasavvur edip sabırsızlık göstermek hiç kâr-ı akıl mıdır?

 

Şu sabırsızlıkta misalin şöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar, mühim bir kuvvetini sağ cenaha gönderir, merkezi zayıflaştırır. Hem sol cenahta düşmanın askeri yokken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir, “Ateş et” emrini verir, merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder, târumâr eder.

 

Evet, buna benzersin. Çünkü geçmiş günlerin zahmeti, bugün rahmete kalb olmuş. Elemi gitmiş, lezzeti kalmış. Külfeti, keramete iltihak; ve meşakkati, sevaba inkılâb etmiş. Öyle ise, ondan usanç almak değil, belki yeni bir şevk, taze bir zevk ve devama ciddî bir gayret almak lâzım gelir. Gelecek günler ise madem gelmemişler; şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek, aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir divaneliktir.

 

Madem hakikat böyledir. Âkıl isen, ibadet cihetinde yalnız bugünü düşün. Ve “Onun bir saatini, ücreti pek büyük, külfеti pek az, hoş ve güzel ve ulvî bir hizmete sarf ediyorum” de. O vakit senin acı bir füturun, tatlı bir gayrete inkılâb eder.

 

İşte, ey sabırsız nefsim! Sen üç sabırla mükellefsin. Birisi, taat üstünde sabırdır. Birisi, mâsiyetten sabırdır. Diğeri, musibete karşı sabırdır. Aklın varsa, şu Üçüncü İkazdaki temsilde görünen hakikati rehber tut, merdâne “Yâ Sabûr“ de, üç sabrı omuzuna al. Cenâb-ı Hakkın sana verdiği sabır kuvvetini eğer yanlış yolda dağıtmazsan, her meşakkate ve her musibete kâfi gelebilir; ve o kuvvetle dayan.

 

DÖRDÜNCÜ İKAZ

 

Ey sersem nefsim! Acaba şu vazife-i ubûdiyet neticesiz midir? Ücreti az mıdır ki sana usanç veriyor? Halbuki bir adam sana birkaç para verse veyahut seni korkutsa, akşama kadar seni çalıştırır; ve fütursuz çalışırsın. Acaba bu misafirhane-i dünyada âciz ve fakir kаlbine kut ve gınâ; ve elbette bir menzilin olan kabrinde gıda ve ziya; ve herhalde mahkemen olan mahşerde sened ve berat; ve ister istemez üstünden geçilecek Sırat köprüsünde nur ve burâk olacak bir namaz neticesiz midir veyahut ücreti az mıdır?

 

Bir adam sana yüz liralık bir hediye vа’d etse, yüz gün seni çalıştırır. hulfü’l-va’d edebilir o adama itimad edersin, fütursuz işlersin. Acaba hulfü’l-va’d hakkında muhal olan bir Zât, Cennet gibi bir ücreti ve saadet-i ebediye gibi bir hediyeyi sana vа’d etse, pek az bir zamanda, pek güzel bir vazifede seni istihdam etse; sen hizmet etmezsen veya isteksiz, suhre gibi veya usançla, yarım yamalak hizmetinle Onu va’dinde itham ve hediyesini istihfaf etsen, pek şiddetli bir tedibe ve dehşetli bir tâzibe müstehak olacağını düşünmüyor musun? Dünyada hapsin korkusundan en ağır işlerde fütursuz hizmet ettiğin halde, Cehennem gibi bir haps-i ebedînin havfı, en hafif ve lâtif bir hizmet için sana gayret vermiyor mu?

 

BEŞİNCİ İKAZ

 

Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgıl-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?

 

Sen istidat cihetiyle bütün hayvânâtın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedarikte iktidar cihetiyle bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakikî bir insan gibi hakikî bir hayat-ı daime için sa’y etmektir?

 

Bununla beraber, meşâgıl-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyâni meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmatla vakit geçiriyorsun. Meselâ “Zuhal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle, kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun!

 

Eğer desen, “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur

veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.” Öyle ise, ben de sana derim ki:

 

Eğer yüz kuruş bir gündelikle çalışsan, sonra biri gelse, dese ki: “Gel, on dakika kadar şurayı kaz; yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.

 

Aynen onun gibi, sen şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen, o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki maden-i mânevî bulursun.

 

Birinci maden: Bütün bağındaki (Haşiye) yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyetle, bir hisse alıyorsun.

 

İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulâttan kim yese-hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şartla ki, sen Rezzâk-ı Hakіkî namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan...

 

İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder. Ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder. Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım,” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti niçin çekeceğim?” diyecek, kendini tembelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sа’y-i helâle çalışacağım. Tâ kabrime daha ziyade ışık göndereceğim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.”

 

Elhasıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil; lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.

 

Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var.

 

Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki, âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise siyah görünür; kırmızı ise kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgünse, sarayı güzel gösterir. Düzgün değilse çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazınla o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Adeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümâtını dağıtır ve o hercümerc-i dünyeviyedeki karma karışık perişaniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.

 

اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ âyet-i pür-envârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır, senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.

 

Sakın deme, “Benim namazım nerede, şu hakikаt-i namaz nerede?” Zira, bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âmînin—velev hissetmezse—namazı, büyük bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır—velev şuurun taallûk etmezse. Fakat derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar, ne kadar merâtib bulunur. Öyle de, namazın derecatında da daha fazla merâtib bulunabilir. Fakat bütün o merâtibde, o hаkikat-i nuraniyenin esası bulunur.

 

 

 

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ قَالَ اَلصَّلٰوةُ عِمَادُ الدِّينِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ

Share this post


Link to post
Share on other sites

selamlar,

 

konunun/sualin uzerinden yaklasik iki yil gecmis olmasina ragmen,forumda gozume ilisince nedense cevap yazma geregi duydum.

 

-gunde neden bes vakit namaz kiliyoruz? bildigim kadariyla aslinda namaz gunde 3 vakit olarak emrolunmus, gunes dogmadan hemen once,gunes tepedeyken, ve batmadan once. lakin bir vakit uzerine cok rekat bindigi icin namaz 5 vakite yayilmis.

 

-neden 5 vakiti sabah kilip bitiremiyoruz? bu sualin cevabida daha evvel soylendigi gibi,Yaradicinin takdiridir.

 

-vakitler neyi temsil ediyor iste onu bilmiyorum.

 

arkadaslar ben bu bilgileri bir kaynaktan okumadim,yada okuduysam da hatirlamiyorum. ama sizinde bildiginiz gibi, bi zamanlar bizim 'hoca'lar tv lerde durmadan atip tutuyorlardi;neymis efendim kuranda namaz 5 degil 3 vakitmis diye.bende muhtemelen o donemde ya birinden dinledim yada biyerden okudum.umarim yanlis bilgi degildir.yanlis varsa da arkadaslar pek kuvvetli ihtimalle duzeltirler.

 

selam ve muhabbetle

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hakk Tealanın Emride ondan başka sebebe gerek var mı?Bir genç uzun uzadıya domuzun zararlarını içindeki pislikleri vs anlatmıştı.Yaşı ileri bir abi dedi be evladım bilim bir aşı bulsa domuzun içindeki tüm pislikleri temizlese müslümanlarda dine uygun bir şekilde tüm kanını boşaltarak kesse bu hayvanı helal olur mu?Olmaz.Böyle şeyler aramamalı İman direk inanmakla olur, sorup soruşturmakla olmaz dedi.Cevabı budur.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Birisi sorsa ne cevap veririz hiç düşündünüzmü ;;;

 

Acaba niye günde beş vakit namaz kılıyoruz ?

Ve neden bu beş vakit sabah ,öğle,ikindi,akşam,yatsı olmak üzere 5 e ayrılmış?

Neden beş vakit namazı direk sabahtan kılıp bitiremiyoruz?

Acaba bu vakitler neyi temsil ediyo hiç düşündükmü?

 

 

 

[u[/u])

 

günde beş vakit namazı kılmamızın sebebi rabbimizin nimetlerine nacizane şükür çabamızda rabbimizin bize gösterdiği şekli uygulamaya çalışmaktır.

sabah öğle ikindi akşam ve yatsi olarak ayrılması ise rabbim bizden az ama devamlı ister ibadeti yani biz kendimizi 5 defa uyaracağız bak ölüm var , bak Allah var , bak rahmet ve merhamet var , bak azapta var... bunları hatırlatmak için...

neden hepsini sabah bitirmiyoruz ? güzel bi soru neden tüm yemeğimizi sabahtan yemiyoruz bi daha yemeyelim... herşeyin bir vakti zamanı vardır az ve sürekli olması gerekir.... sabah bütün nefes ihtiyacımızı görelim sonrasını boşver öyle oluyor mu ? hayır o zaman bu da olmaz...

neyi temsil ettiği açık ve net bence....Ramet Rahmet Rahmet...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...