Kureyşi 61 Report post Posted August 29, 2010 Fatih Han Hazretleri bir gece sarayın penceresinden bakarken; gökten İstanbul'un bir yerine nur sütunu indiğini görmüş. Arkası kesilmeyen bu nur hüzmesinin olduğu yere atıyla gittiğinde; orasının sübyan mektebini olduğunu ve içeride hafız ve hafız olmaya azimli çocukların köpekçilik oynadığını görmüş. Koca Sultan dizlerinin ve ellerinin üstüne çökerek; çocuklarla köpekçilik oynamış.. Katıldığım bir icazette anlatılmıştı. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted September 2, 2010 Hangi Yöne Sefere Gideceğiz Padişah Fatih Sultan Mehmet, nereye sefer düzenleneceğini hiç kimseye söylemezmiş. Bir gün Kazasker merak ederek sormuş: "Padişahım, hangi yöne sefere gideceğiz?" Padişah bu soruya devlet sırrının ve bazı sırların hiç kimseye söylenmeyeceğine dair mesajlar içeren şu cümleyle karşılık vermiş: "Eğer sakalımın tellerinden biri düşüncelerimi bilseydi, hemen koparıp yakardım." Quote Share this post Link to post Share on other sites
Eşref Bey 58 Report post Posted September 3, 2010 Harun Reşid birgün kardeşi Behlül Dana'ya: -Akşam namazından sonra namaz kılanları getir. Bir ziyafet vereceğim. Behlül Dana Hz. gider camiye dönüşünde koca cemaatten iki elin parmak sayısını geçmeyecek kişi alıp gelir. Harun Reşid şaşkın, sorar "bu ne"diye. Behlül Dana cevap verir: -Sen namaz kılanları getir demedin mi? Bende namazdan sonra imamın namazda okuduğu süreleri sordum bilenleri getirdim işte namaz kılanlar. demiş. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted September 11, 2010 Yalansa Abartıcı bir kişi olarak tanınan hattat İzzet Efendi bir dostuna: - Dün gece sabaha kadar oturdum, bir Kur'an yazıp bitirdim, demiş. Az sonra dostu söze girmiş : - Geçen Ramazan'da Kandilli'ye, bir iftar yemeğine gidiyordum. Boğaziçi'nde öyle bir fırtına çıktı ki... Dalgalar bindiğim kayığı sahildeki minarelerin şerefelerine kadar çıkardı. Kayık dalgalar arasında sallanırken iftar oldu, toplar atıldı. Ben de sigaramı kandillerden yakıp orucumu bozdum. Mustafa İzzet Efendi bağırmış : -Yalan !.. -Yalansa, senin dün gece yazdığın Kur'an-ı Kerim çarpsın. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted September 23, 2010 BİLGELİĞİ KİMDEN ÖĞRENDİN Lokman Hekim'e : Bilgeliği kimsen öğrendin? diye sorduklarında ondan şu cevabı almışlar: Körlerden öğrendim. Çünkü onlar elindeki değnekle tam araştırmadan adım atmazlar. Basacakları yerin sağlam olduğundan emin olduktan sonra adım atarlar... Bundan dolayı ben de bir şey yapacağım zaman düşünür, faydalı ise konuşur, yararlı ise yaparım... Faydasız ise bırakmayı ve susmayı tercih ederim. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted October 1, 2010 BİR GÜNDE İKİ KERE Harun Reşid, Bağdat'ın dışındaki bahçeleri gezerken ihtiyar bir Arap'ın hurma fidanı diktiğini görür,yanına gider, sorar: -Ey! İhtiyar! Hurma ağacı kırk senede meyve verir. Sen ise yaşlısın. Meyvesini yiyemeyeceğin bir ağacı dikip de ne yapacaksın?" İhtiyar cevap verir: -Daha öncekiler gördüğünüz bu ağaçları sırf bizim için dikmişler. Ben de bunu kendim için değil, benden sonrakiler için dikiyorum." Bu cevap padişahın hoşuna gider ve yaşlı adama ihsanda bulunur.Yaşlı adam verilen parayı aldıktan sonra, eliyle sakalını sıvazlar: -Allah'a şükür! der. Harun Reşid: -Niçin şükrediyorsun" diye sorduğunda şu cevabı verir: -Herkes diktiği ağacın meyvesini kırk senede alır, oysa ben bugün diktiğim ağacın meyvesinin yine bugün alıyorum. Nasıl şükretmem. Bu cevap hoşuna gider. Harun Reşid'in tekrar ihsanda bulunur. Yaşlı adam bir kere daha şükrettikten sonra konuşmasını şöyle sürdürür: -Bu defa ki şükredişimin sebebi de şudur; Başkaları ağaçlarının meyvesini bir kere alırken ben bir gün de iki kere alıyorum. Harun Reşid gülümseyerek vezirine döner: -Yürü gidelim bu ihtiyar bizde para bırakmayacak, der. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted October 10, 2010 Kaza Yolculardan biri, otobüs şoförünün yanına gider ve namaz vakti geçmeden bir mola vermesini rica eder. Şoför sinirlenerek: - Kaza edin efendim, der. Ne olur yani? Adam, sakin sakin cevap verir: - Ben kaza etmeden, ya sen kaza edersen? Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted October 10, 2010 İnsan - "İnsan, kâinata hakim bir varlıktır" diyen felsefe öğretmenine, öğrencilerden biri, şu cevabı vermiş: - Tansiyonuna bile hakim olamayan insan, kâinata nasıl hakim olur? 1 Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted December 16, 2010 Olmadığı Yeri Gösterin Materyalist öğretmen, öğrencisine: - Söyle bakalım, demiş. Allah nerede? Eğer bilirsen portakal vereceğim. Öğrencinin cevabı şu olmuş: - Siz bana O'nun olmadığı yeri gösterin, ben size bahçe dolusu portakal vereyim. Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted January 12, 2011 Bir toplantıda bir genç, M. Akif’i küçük düsürmek için: - Afedersiniz, siz veteriner misiniz? demiş. M. Akif hiç istifini bozmadan şu cevabı vermiş: - Evet, biryeriniz mi ağrıyordu? Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted February 12, 2011 Bir gün bir derviş, Bir kucak dolusu elma ile bayırlar aşan bir genç kıza rastlamış… Bozkırın sıcağında yorgunluktan al almış kızın yanakları.. “Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?” Diye sormuş derviş. Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız: “Sevdiğim çalışıyor orada… Ona elma götürüyorum.” “Kaç tane” diye soruvermiş derviş. Kız şaşkın: “İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?” deyivermiş.. Ve usulca koparıvermiş derviş elindeki tespihin ipini... Quote Share this post Link to post Share on other sites
La_edri 44 Report post Posted June 24, 2011 Bir zamanlar adamın biri derdinden ağlayıp sızlanıyormuş. Ünlü şeyhlerden Şibli onun halini görmüş, ağlamasının sebebini sormuş ;... - Güzelliği canıma can katan, ömrümü arttıran bir sevgilim vardı. Geçenlerde öldü, şimdi ayrılığı beni de öldürüyor... - Madem ki sevgilinin hasretiyle yanıp tutuşuyorsun, demiş Şibli ; o halde yeni bir sevgili bul kendine... Ama dikkat et, bu sefer aşık olduğun sevgili ölenlerden olmasın ! İskender Pala (Aşkname) Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted January 15, 2012 HAKİKİ İNSAN NEYE BENZER? Âriflerden bir zat kendilerine hürmet ve muhabbeti olan birkaç dostunu irşad maksadıyla, ama onlara belli etmeksizin gezmeye götürür. Kale kapısından dışarıya çıkarlar, bostanları seyrederek giderlerken ârif, ihtiyar bir Hıristiyan bahçıvanın bakla ektiğini görür.“Kolay gelsin Baba” der. İhtiyar: “Allah razı olsun efendi” diye cevap verir. Ârif: “Usta şu ektiğiniz yerden ne kadar mahsûl alırsınız?” diye sorar. İhtiyar Hıristiyan bahçıvan: “Ah efendim, onu ben ne bilirim. Biz ekmeye memuruz, vergi Allah’ındır o ne kadar verirse o kadar mahsûl alırız” diye cevap verir. Ârif de: “Hak bereketini ihsan etsin” diye dua edip geçer. Biraz ileriye gidince Müslüman ismini taşıyan bir bahçıvan da mevsim dolayısıyla bakla dikmekle meşgul imiş, ârif olan zât ona da selâm vererek: “Kolay gelsin evlât” der ve aynı soruyu ona yöneltir: “Usta buradan ne kadar mahsûl alabilirsiniz?” Bahçıvan rakam zikrederek: “Şu kadar mahsûl alırız” der. Ârif zât ona da: “İnşaallah, Cenab-ı Hak bereketini ihsan et-sin” diyerek dua eder. Biraz ilerledikten sonra yanındaki dostlarına: “İki bağçevanla da konuşmamı dinlediniz. Acaba hangisinin Hakka daha güzel teslim olduğunu anladınız?” diye sorar. Sonra yine kendisi cevap vererek: “Tabii ki ilkinin değil mi?” Biraz daha ilerlerler, bu defa bir bostan dolabının önünde dururlar. Ârif zat yine talebelerine hitaben: “Şu hâle dikkat edin” der ve sonra devam eder: “Hakiki insan neye benzer bilir misiniz? İşte şu dolaba. Nasıl ki şu dolap suyu alıp kendine mâl etmeden veriyorsa, hakikî insan da Hak’tan aldığını kendine mâl etmeden öylece verir.” Ve biraz durduktan sonra ilâve eder: “Evlâdlar! Yine hakikî insan neye benzer bilir misiniz? İşte şu toprağa. Biz buna türlü hakaretler yaparız, pisleriz, kirleriz; o ise bütün çirkinliklerimizi gizler. O bizim bu hâlimizi hoş görerek affeder.” Hülasa bütün gün gezerler, akşam olur, dönerler. Ârif zat hücresinde mumunu uyandırır, biraz oturduktan sonra hürmetkâr olan dostlarına yine: “Hakikî insan neye benzer bilir misiniz?” der. “İşte şu yanan muma. Mum etrafımı aydınlatayım diye o uğurda yanar da kendini hizmete feda eder.” Kaynak Quote Share this post Link to post Share on other sites
HİÇ 542 Report post Posted January 15, 2012 HAKİKİ İNSAN NEYE BENZER? Âriflerden bir zat kendilerine hürmet ve muhabbeti olan birkaç dostunu irşad maksadıyla, ama onlara belli etmeksizin gezmeye götürür. Kale kapısından dışarıya çıkarlar, bostanları seyrederek giderlerken ârif, ihtiyar bir Hıristiyan bahçıvanın bakla ektiğini görür.“Kolay gelsin Baba” der. İhtiyar: “Allah razı olsun efendi” diye cevap verir. Ârif: “Usta şu ektiğiniz yerden ne kadar mahsûl alırsınız?” diye sorar. İhtiyar Hıristiyan bahçıvan: “Ah efendim, onu ben ne bilirim. Biz ekmeye memuruz, vergi Allah’ındır o ne kadar verirse o kadar mahsûl alırız” diye cevap verir. Ârif de: “Hak bereketini ihsan etsin” diye dua edip geçer. Biraz ileriye gidince Müslüman ismini taşıyan bir bahçıvan da mevsim dolayısıyla bakla dikmekle meşgul imiş, ârif olan zât ona da selâm vererek: “Kolay gelsin evlât” der ve aynı soruyu ona yöneltir: “Usta buradan ne kadar mahsûl alabilirsiniz?” Bahçıvan rakam zikrederek: “Şu kadar mahsûl alırız” der. Ârif zât ona da: “İnşaallah, Cenab-ı Hak bereketini ihsan et-sin” diyerek dua eder. Biraz ilerledikten sonra yanındaki dostlarına: “İki bağçevanla da konuşmamı dinlediniz. Acaba hangisinin Hakka daha güzel teslim olduğunu anladınız?” diye sorar. Sonra yine kendisi cevap vererek: “Tabii ki ilkinin değil mi?” Biraz daha ilerlerler, bu defa bir bostan dolabının önünde dururlar. Ârif zat yine talebelerine hitaben: “Şu hâle dikkat edin” der ve sonra devam eder: “Hakiki insan neye benzer bilir misiniz? İşte şu dolaba. Nasıl ki şu dolap suyu alıp kendine mâl etmeden veriyorsa, hakikî insan da Hak’tan aldığını kendine mâl etmeden öylece verir.” Ve biraz durduktan sonra ilâve eder: “Evlâdlar! Yine hakikî insan neye benzer bilir misiniz? İşte şu toprağa. Biz buna türlü hakaretler yaparız, pisleriz, kirleriz; o ise bütün çirkinliklerimizi gizler. O bizim bu hâlimizi hoş görerek affeder.” Hülasa bütün gün gezerler, akşam olur, dönerler. Ârif zat hücresinde mumunu uyandırır, biraz oturduktan sonra hürmetkâr olan dostlarına yine: “Hakikî insan neye benzer bilir misiniz?” der. “İşte şu yanan muma. Mum etrafımı aydınlatayım diye o uğurda yanar da kendini hizmete feda eder.” Kaynak kalemdar kardeş Allah razı olsun, lakin bir sualim olacak. yazının kaynağına baktım yeni dünya dergisi ve yazar kadrosu içerisinde "kalemdar" adlı bir yazar gözüme ilişti. en çok yazı yazmış olanlardan, seninle bir alakası var mıdır? bir de eklediğin yazı şu cümleyle son bulmakta: " Mum etrafımı aydınlatayım diye o uğurda yanar da kendini hizmete feda eder.” Bu benim öğrendiklerimden biraz farklı. Şöyle ki; insan önce kendisini ateş azabından kurtarmalı, sonra ailesini ve sonra yakınlarını. kendini feda edip başkalarını kurtarma noktasına bilgilerim doğrultusunda katılmadığımı beyan ederim. Quote Share this post Link to post Share on other sites
omowale 8 Report post Posted October 22, 2012 Buda memleketimiz olan Kayseri' den. Kayseriliye sorarlar iki kere iki kaç eder? Cevap: Alırken mi, Satarken mi? Zirveye oturdu :) Quote Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted March 30, 2013 Lokman Hekim'e: "Hastamıza ne yedirmemizi tavsiye edersiniz?" diye sorduklarında, ondan şu cevabı almışlar: "Aman, acı söz yedirmeyin de ne yese olur." 2 Quote Share this post Link to post Share on other sites
HİÇ 542 Report post Posted March 31, 2013 Önemli denizcilerimizden Kılıç(Uluç) Ali Paşa bir rüya görür ve rüyasında cami yaptırmasına dair işaret alır. Bu durumu devrin hükümdarı olan 12. Osmanlı padişahı 3. Murad'a arz eder. 3. Murad Han da şakayla karışık "sen deryaların reisisin,camini de deryaya yapman münasiptir" buyurur. Bu durumu ciddiye alan Kılıç Ali Paşa hemen çalışmalara başlar. Devrin mimarları mühendisleri ile istişare eder ve Tophane sahilinde bugün Kılıç Ali Paşa Camii'nin olduğu yeri doldurmaya başlar. Neticede denizi doldurulmasıyla meydana gelen yere camii yapılır. Quote Share this post Link to post Share on other sites