Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Mabed

İ’tikad Risalesi

Recommended Posts

1.jpg

 

MÜELLiF DERKi :

 

işte bu risalede açıklanan inançlar, beş vakit namazın her rekatında kavuşmak için dua

ettiğimiz ve uymak- la emredildiğimiz “Sırat-ı Müstekim” ehli olan ‘Ehli Sünnet ve’1 cemaat’

in dosdoğru görüşleridir.

 

2.jpg

 

 

 

ÖNSÖZ

 

 

 

Şüphesiz bu dünyaya gelen her insan için ilk olarak elde etmesi gereken en önemli şey

imandır. Dünya ve Ahiret saadeti bu imanla yaşayıp bu imanla ölmeye bağlıdır.

 

Ameller hususunda müsamaha varsa da itikat hususunda hiç bir yanılmanın ve eksikliğin affı

yoktur.

 

Bundan dolayı şirkin dışındaki günahlar hakkında Allah’ın dilemesine bağlı olarak affı

mağfiret sözü varsa da şirk üzere ölenin asla affedilmeyeceği, Cennet yüzü görmeyip

Cehennemden çıkamayacağı kesindir.

 

Öyleyse ebedi kurtuluş arayan herkesin her şeyden evvel iman konusu üzerinde durarak Allah

indinde yüzünü ak edecek sağlam bir inanca sahip olması gerekir.

 

Ancak şu var ki her: “ inandım” diyenin imanı Allah katında muteber değildir.

 

Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de arkasından ümmetinin yetmiş üç fırkaya

ayrılacağını, bunlardan yetmiş ikisinin dalalette kalıp “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” tan ibaret

olan tek bir fırkanın kurtulacağını defaatla açıklamıştır.

 

işte elinizdeki bu kitap sizlere bu Fırkay-ı Naciye (kurtulacak fırka) nın neye nasıl

inandıklarını ve bu cemaatten olabilmek için inanılması gereken şartları, anlayacağınız bir

dilde madde madde beyan etmektedir.

 

Bu kitapta zikredilen hususları bilip bellemeden ve böylece inanmadan aklı, zekası ve rütbesi

ne olursa olsun hiç bir ferdin ahirette kurtulması mümkün değildir.

 

0 halde Allah ve Resulü tarafından bize sarkıtılan bu ipe sımsıkı tutunarak istenilen sağlam

inanca sahip olmalı ve bu marifetlerden mahrum olan insanlara ulaşıp bu eseri acilen

ulaştırmalıyız ki, belki de bu sayede bir insan daha Ehl-i Sünnet inancıyla ölme nimetine

mazhar olarak ebedi azaptan kurtulur.

 

Bu risalemizdeki ilimleri halka ulaştırmak günümüzün en önemli meselesidir.

 

Zira bugün insanlar neye nasıl inanacaklarım şaşırmış bir şekilde bocalamaktadırlar. şte bu

gibi insanlara bu eseri ulaştırmak onlara yapılacak en büyük hayırdır.

 

Bu konuda daha önce bir çok kitap yazılmışsa da kimisi kısalığından yeterli olmamakta kimisi

de dilinin ağırlığı ve uzunluğundan dolayı istifadeyi azaltmaktadır.

 

Ama, bu kitap her kesim insana hitap edecek ve ikna edecek niteliktedir.

 

Allah-u Tealâ’dan niyazımız, insanlara acı ***** imanla ölmelerini temin etmek için kaleme

aldığımız bu risalemizi bize de acıyarak imanla çene kapamamıza vesile kılmasıdır.

 

Şüphesiz duaları hakkıyla işiten ve kabul eden ancak Odur.

 

Ahmed Mahmud ÜNLÜ

Share this post


Link to post
Share on other sites

( iNANÇ)

DiN: Allah-u Teala tarafından konulan bir kanundur ki, insanlara yaratılışlarındaki gaye ve

hedefi, Allah-u Teala’ya ne suretle ibadet yapılacağını bildirir.

 

Din insanları, güzel olanı seçmeleriyle, hayırlı olan şeylere götürür.

 

Bu ilahi kanunu Peygamberler vahiy suretiyle Cenab-ı Haktan öğrenerek insanlara

ulaştırmışlardır.

 

iMAN: Allah-u Teala’ya ve Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Allah-u

Teala tarafından getirdiği Ahkam-ı lahiyye” ( lahi hükümler) in tamamına inanmak ve

kabullenmekten ibarettir.

 

iSLAM: manla aynı manadadır. Dolayısıyla her mümin, müslim; her müslim de mümindir.

Gerçi lügat itibarıyla iman, inanmak; islam ise teslimiyet ve boyun eğmek anlamlarına

gelmekteyse de din açısından ikisinin de hükmü birdir.

 

imansartlari.jpg

 

 

iMAN ŞARTLARI:

(Amentübillahi ve melaiketihi ve kütübihi ve rusülihi velyevmil ahiri ve bilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahi

teala velba’sü ba’delmevti hakkun eşhedüenla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü)

 

( Manası )

“Ben, Allah-u Teala’ya, meleklerine, kitaplarına, Resul (Peygamber) lerine, Ahiret gününe,

kader (takdir edilen şeyler) in hayırlısı ve şerlisi (yaratılmak yönünden) Allah-ü Teala’dan

olduğuna inandım.

 

Öldükten sonra dirilmek de haktır. Ben şehadet ederim ki Allah-u Teala dan başka hiçbir ilah

yoktur. Ve yine şehadet ederim ki, Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Allah (-u

Tealan) in kulu ve Resulüdür.”

 

Bilindiği üzere iman şartları altıdır.

 

1- ALLAH’A iNANMAK.

Tabiki Allah’a inanmak için evvela onu tanımak lazımdır. Yahudi ve Hıristiyanlar da Allah

inandıklarını söylemektelerse de; “Allah’ın oğlu ve hanımı var” şeklindeki sapık

inançlarından dolayı Allah’a inanmaları muteber sayılmamıştır.

 

Dolayısıyla Allah’a inanmak, onun: “Varlığına, birliğine, doğmadığına, doğurmadığına, oğlu

kızı ve hanımı bulunmadığına, eşi dengi olmadığına, bütün kemal sıfatlarla muttasıf olup,

bütün noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna” inanmak demektir ki bu hususta daha geniş

malümat ileride görülecektir.

 

O Halde Allah-u Teal hakkında şuna inanmalıyız ki, “Allah-u Teala varlığı vacip olan,

yokluğu düşünülemeyen ve varlığı zatından olup hiçbir kimseye muhtaç olmayan bir zattır.”

 

Allah-u Teala, tektir. Zatında da sıfatlarında da hiç bir ortağı yoktur.

 

Allah-u Teala, bütün kemal sıfatlarla mevsuf (üstün sıfatlara sahip) olup, noksan sıfatların

tümünden münezzeh (son derece uzak) tır.

 

Allah-ii Teala hiç bir icap (kimsenin zor laması) olmaksızın dilediğini yapan, hiç şüphesiz

mahlukatı yaratan ve her yaptığını bir hikmete dayalı olarak yerli yerinde yapandır.

2- MELEKLERE iNANMAK.

Melekler, değişik şekillerde görülebilen, zor işlere Allah’ın izniyle güçleri yeten latif

cisimler (nurani varlıklar) dır.

 

Melekler, erkeklikten, dişilikten, yemekten içmekten, abdest bozmaktan, doğmaktan,

doğurmaktan münezzehtirler.

 

Gece gündüz hiç durmadan tesbih ederler. Allah’a isyan etmezler, emrolunanı yaparlar.

 

Onlardan bazısı Rabbisinin emriyle işleri tedbir etmekte (yönetmekte) dir. Onlardan kimisi

semavi (gök ehli), kimisi de erazi (yer ehli) dir.

 

Meleklere dişi isimleri takıp böylece resimlerini yapmak, insanı kafir edecek sapık bir

inançtır.

 

Meleklerin Peygamberleri (büyükleri) başlıca dört tane olup, bunlardan Cebrail

(Aleyhisselam), Peygamberlere vahiy getirmek, harp ve zelzele gibi afet1eri yönetmekle,

Mikail (Aleyhisselam ), rızıkları takip etmekle, srafil (Aleyhisselam) amellerini kontrol ile,

Azrail (Aleyhisselam) ise ruhları almakla görevlidirler.

 

Melekler Allah-u Teala’dan izinsiz hiç bir şeyi kendiliklerinden yapamadıkları için her hangi

bir nedenle onlar hakkında kötü konuşmak ve onlara düşman olmak, gerçekte Allah’a

düşmanlık sayıldığından insanı dinden çıkarır.

 

Bu husus Yahudilerin Cebrail (Aleyhisselam) a düşmanlığı ile ilgili olarak Bakara suresinin

97- 98. ayet-i kerimelerinde zikredilmiştir.

 

3- KiTAPLARA iNANMAK.

Allah-u Teala yüzdört kitap indirmiş olup bunların dördü büyük kitap yüzü ise sahifelerden

ibarettir.

 

Bu kitaplarda Allah-u Teala’nın emir ve nehileri (yasakları) vaad ve vaidi (müjde ve

tehditleri) mevcut olup, hepsi Allah-u Teala’nın kelamıdır.

 

Bu kitaplara karşı vazifemiz, onların Allah-ü Teala’dan geldiğine inanıp, Kuran-ı Kerim

gelmekle diğerlerinin okunmalarının, yazılmalarının ve bazı hükümlerinin neshedilmiş (geçer

siz kılınmış) olduğunu bilmemizdir.

 

Bugün okuyup amel etmekle emrolunduğumuz tek ilahi kitap, Kur’an-ı Hakimdir ve onun

hükmü kıyamete kadar geçerlidir.

 

Dört büyük kitaptan Tevrat, Musa (Aleyhisselam) a, Zebur, Davud (Aleyhisselam) a, ncil, sa

(Aleyhisselam) a, Kuran-ı Kerim de Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e

indirilmiştir.

 

Kur’an-ı Kerimin bütün ayetlerine inanmak gereklidir. Bir ayetini inkar, tümünü inkar sayılır.

 

Dolayısıyla namaz, abdest ayetlerine inanıp da, faizin haramiyeti gibi, muamelatla, hırsızın

kolunun kesilmesi gibi, ukûbat (cezalar) la ilgili ayetleri inkar etmek, insanı kıpkızıl kafir

eder.

 

Çünkü faizin yasaklığı, Bakara suresinin 275. ayetinde, kol kesme cezası da Maide suresinin

38. ayetinde zikredilmektedir.

 

islam dini ve Allah’ın yolu anlamına gelen “Şeriat” ı inkar etmek de kafirliktir. Zira Şeriat’a

uymak, Casiye suresinin 18. ayeti kerimesinde Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

e, dolayısıyla bütün ümmetine Allah-u Teala’nın en büyük emirlerinden biridir.

4- PEYGAMBERLERE iNANMAK.

 

Allah-u Teala’nın resüllerine iman, onların “Allah-u Teal tarafından kullarını müjdeleyici ve

korkutucu, onlara din ve dünya işlerinde muhtaç oldukları bilgileri açıklayıcı olarak

gönderilmiş kullar” olduklarına inanmaktır.

 

PEYGAMBERDE ARANAN ŞARTLAR :

1 – Erkeklik, 2- Hür olmak, 3- Doğruluk, 4 – Emanet (güvenilirlik), 5- Adalet, 6 -Tebliğ (kimseden çekinmeden hakkı duyurma) 7 – Akıl, zeka, fetanet ve görüş gücünün zirvesine ulaşmak.

 

PEYGAMBERDE OLMAMASI GEREKEN VASIFLAR

1-Ana – babasının zinaya bulaşması,

 

2- Katılık, kabalık, sertlik gibi kötü huylar,

 

3 – Alaca ve cüzzam gibi insanları nefret ettiren ayıplar,

 

4 – Yol üzerinde yemek yemek gibi mürüeti ihlal eden (kişiliğe zarar veren) işler,

 

5 – Hacamat (kan almak) gibi düşük mesleklerle iştigal,

 

6 – Ümmetin kabulünü engelleyecek her türlü amel ve vasıf.

 

Şu bilinmelidir ki peygamberler genel manada küfrün ve yalanın bütün çeşitlerinden büyük

günahlardan ve bir lokma çalmak gibi insanları nefret ettiren küçük günahlardan ve diğer

küçük günahları kasten işlemekten müberra (uzak) tırlar.

 

Peygamberlerin ilki Adem (Aleyhisselam) olup, sonuncusu Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve

Sellem) dir.

 

Bu ikisi arasında bir rivayet: “Yüz yirmi dört bin,” bir rivayet: “ iki yüz yirmi dört bin”

Peygamber geçmiştir.

 

Sayıları hakkında kesin bir rakam vermeyip, “Allah tarafından gönderilen bütün

Peygamberlere inandım.” demek daha uygundur.

 

Bu Peygamberlerin hepsine inanmak gerekli olup birini inkâr hepsini inkar sayılır. Bu

Peygamberlerin Allah (Celle Celalühü) tarafından getirdikleri ayetlere inanmak gereklidir.

 

Dolayısıyla Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in buyurduğu kesinlikle bilinen sağlam

senetli hadisleri inkar etmek, Kur’an ayetlerini inkar gibi insanı kafir eder.

 

Peygamberlerden üç yüz onüç tanesi hem Resul hem de Nebi olup diğerleri sadece Nebi’dir.

 

Resul: “Kendisine yeni bir kitap veya değişik bir hüküm vahyedilen zat,”

 

Nebi ise: “Kendinden evvelki Peygamberin Şeriatına uymakla emrolunan kimsedir.”

 

Kur’an-ı Kerim’de isimleriyle anılan ve nübüvvetleri hususunda ittifak bulunan peygamberler

yirmi beş tanedir. Bunlar:

 

1- Adem (Aleyhisselam), 2- Nuh (Aleyhisselam), 3- Hud (Aleyhisselam) 4-idris

 

(Aleyhisselam), 5 – Salih (Aleyhisselam), 6-ibrahim (Aleyhisselam), 7-ismail (Aleyhisselam), 8- ishak (Aleyhisselam), 9- Yakup (Aleyhisselam), 10- Yusuf (Aleyhisselam), 11 – Musa (Aleyhisselam), 12- Harun (Aleyhisselam), 13 – Şuayb (Aleyhisselam), 14- Zekeriya (Aleyhisselam), 15 – Yahya (Aleyhisselam), 16-Isa (Aleyhisselam), 17- Davud (Aleyhisselam), 18- Süleyman (Aleyhisselam), 19-ilyas (Aleyhisselam), 20- Elyesa’ (Aleyhisselam), 21 – Zülkifl (Aleyhisselam), 22- Eyyüb (Aleyhisselam), 23- Yunus (Aleyhisselam), 24 – Lut (Aleyhisselam).

 

 

25- Muhammed (Aleyhisselatu Vesselam)

 

Salavatullahi alâ nebiyyina ve aleyhim ecmain.

 

Resullerden beş tanesi, “Ülü’l-Azm” olup bunlar da Nuh, brahim, Musa, sa ve Muhammed

Mustafa (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) dir.

 

Bunların en üstünü, kainatın efendisi sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’dır.

(Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

5 – AHiRET GÜNÜNE iNANMAK.

Öldükten sonra dirilip Allah-ü Teala’nın huzurunda hesaba çekilerek, herkesin yaptığının

karşılığını bulacağı ahiret alemine inanmak, Allah-ü Teala’ya inanmak gibi zaruri bir

meseledir.

 

Maalesef günümüzde müslüman olduklarını söyledikleri halde öldükten sonra dirilmek

hakkında şüphesi olanlar vardır. Halbuki bu husus şüphe kaldırmayan iman esaslarından biri

olarak “Amentü” de yer almıştır.

 

Nitekim altı esas sayıldıktan sonra okunan “Ölümden sonra dirilmek haktır.” cümlesi de

ahirete imanın önemine dikkat çekmektedir.

 

6-KADERE, HAYIR VE ŞERRiN YARATILMAK BAKIMINDAN ALLAH-U

TEALLA’DAN OLDUĞUNA iNANMAK.

 

 

Ancak her müslümanın şuna inanması gerekmektedir ki, Alemlerin yaratılmasından sonsuza

kadar olup bitecek hiç bir şey rasgele olmayıp, her şey Allah-ü Teala’ın kaderiyle, tak diriyle,

ayarlamasıyla, düzenlemesiyle, iradesiyle ve kudretiyle meydana gelmektedir.

 

Dolayısıyla yaratılmak bakımından hayır da şer de, iyi de kötü de, sevap da günah da Allah

tarafındandır.

 

Ancak Allah-ü Teala kulun yaptığı hayırdan razı olup şerre rıza göstermemektedir.

 

Böyleyken de imtihan olsun için kulun yapmak istediği ve gücünü kullandığı kötülükleri

yaratmaktadır.

 

Mevla Teala, kulunu günah işlemeye zorlamayıp, şerleri kulunun irade ve kudretini (istek ve

gücünü) kötüye kullanması neticesinde yarattığından, hiç bir şekilde mesul değildir. Kullar ise

yaptıklarından sorumlu olacaklardır.

 

İ’TiKADi MEZHEPLER

SORU: itikadi mezhepler kaç kısımdır?

 

CEVAP: iki kısımdır. “Ehl-i Sünnet”, “Ehl-i Bid’at

 

SORU: Ehl-i Sünnet ne demektir?

 

CEVAP: Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve ashabının gittiği yoldan

gidenlerdir.

 

 

 

 

•Zira Avf ibn-i Malik (Radiyallahu Anh) dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resulullah

(Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ) şöyle buyurmuştur :

 

firkainaciye.jpg

 

 

“Yahudiler yetmişbir fırkaya ayrıldılar. (Bunlardan) biri Cennette, yetmişi ateştedir.

 

Hıristiyanlar da yetmiş iki fırkaya ayrılmıştır. (Onlardan da) yetmişbir fırka ateşte, biri

cennettedir.

 

Muhammed’in canı (kudret) elinde bulunan (Allah-u Teal’âya) yemin ederim ki elbette

benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka Cennette yetmiş iki fırka

ateştedir.

 

Bunun üzerine: “Ya Resulullah! Cennette olan fırka kimlerdir?” diye sorulduğunda,

Resulullah: (Sallallahu Aleyhi Ve Sellem) “(Ehl-i Sünnet Ve’l) Cemaattir.” diye cevap verdi.

 

(lbn-i Mace, Fiten:17 No: 3992 2/1322 Ebu Davud, Sünnet: 1 Na: 4596 2/608 Ahme4 Fbn-i

Hanbel, Müsned Na: 8404 3/229)

 

 

 

firkainaciye2.jpg

 

 

Yakında benim Ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir ki, bunların biri dışında

hepsi ateştedir”

 

0 zaman: “0 bir hangisidir?” diye sorulunca, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

 

“Bugün, benim ve ashabımın, üzerinde bulunduğu (yoldan gidenler) dir.” buyurdu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

SORU: Ehl-i Sünnet kaç kısımdır?

 

CEVAP: Üç kısımdır.

 

 

SORU: Selefiyye kimlerdir?

CEVAP: Ashab-ı Kiram ve tabiin’in mezhebini kendilerine mezheb edinmiş fakihler (fıkıh

alimleri) ve mahaddisler (hadis alimleri) dir.

 

Bunlar, Allah-u Teala Hazretlerinin isimlerini ve sıfatlarının ayet ve hadislerde beyan edildiği

üzere Allah-u Teala’nın şanına uygun bir şekilde ispat edip, te’vile (yorum yapmaya)

kalkışmayanlardır.

 

Mesela: Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Peygamber

Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

 

gecenamazi.jpg

 

Gecenin son üçte biri kaldığı zaman (imsak vaktinden önceki vakitlerde) Ulu ve Yüce

olan Rabbimiz her gece dünya semasına (şekilden münezzeh olduğu halde) iner ve:

 

‘Bana kim dua eder ki, onun duasına icabet edeyim! Benden kim hacet (dilek) ister ki,

ona (dileğini) vereyim! Benden kim mağfiret diler ki, onu mağfiret edeyim!’ buyurur.”

 

Selefiyye mezhebi bu hadis-i şerifte geçen “Rabbimiz iner.” sözünü hakiki manasından

başka bir mana ile tevil etmeyip, “Rabbimiz, keyfiyetini (şeklini) bilmediğimiz bir halde

iner,” diyerek bu inişi Allah-u Teala’nın şanına yakışır bir şekilde ifade etmişlerdir.

 

Yine böylece ayet ve hadislerde Allah-u Teala’ya isnad edilen el, yüz, ayak gibi ifadeler de bu

kabildendir.

 

SORU : Ebû Mansur-u Matüridi kimdir?

CEVAP: mam Ebü Mansur-u Matüridinin adı Muhammed’dir. Hicretin 280. yılında, Buhara

ilçelerinden bir ilçe olan Maturid’de doğmuştur. Ve bu köye nisbet edilerek kendi sine:

“Matüridi” denilmiştir.

 

Ehl-i Sünnet itikadını müdafaa etmekte ve batıl inançları akli ve nakli deliller getirerek

reddetmekte büyük çaba göstermiş ve bu hususta önemli kitaplar yazmıştır. Bu itibarla

Maveraü’n-Nehr’de Hanefilerin imamı olmuştur.

 

Binaenaleyh Hanefi mezhebinde bulunan müslümanların çoğunluğu inanç ve itikatta Ebü

Mansur-u Maturidi’ye bağlıdırlar.

 

Hicri 333 yılında Semer kant’ta vefat etmiş . Üstadımız Hacı Mahmud efendi Hazretleri ile

birlikte kabri şerifini ziyaret etmek bu fakire nasip olmuştur.

 

SORU : imam-ı Eş’ari kimdir?

CEVAP: imam-ı Eş’ari’nin ismi Ali, baba sının adı da smail’dir. Hicretin 260. yılında

Basra’da doğmuş, 324. yılında Bağdat’da ansızın vefat etmiştir.

 

Kendisi Şam mezhebine bağlı idi. Maliki ve Şafii mezhebine bağlı olanların hemen hemen

hepsi, Hanefi’lerin bir kısmı ve Hanbelilerin bazı ileri gelenleri itikat konularında mam

Ebu’l-Hasen El-Eş’ariye uyarlar.

 

SORU : Eş’ariler kimlerdir?

CEVAP : Ebu’l-Hasen El-Eş’ari’yi itikat hususunda imam kabul eden kişilerdir.

 

SORU: Matüridi mezhebi ile Eş’ari mezhebi arasındaki ihtilaflar nasılyorumlanmalıdır?

 

CEVAP : Bu iki mezheb arasında temel prensiplerde ayrılık yoktur. Ancak; ikinci derecede

bulunan bazı meselelerde görünüşteki ifade değişikliğine dayanan ayrılıklar var ise de, her iki

mezhebin hedefleri birdir.

 

SORU: Ehl-i Bid’at kimlerdir?

CEVAP : Asr-ı saadetten sonra ortaya çıkmış, Şer’i bir delile dayanmayan bazı inanç ve

davranışları benimseyen gruplardır.

 

Diğer bir ifade ile Sünni kelamcılara göre:

 

Allah-u Teala’yı bir şeye benzetme veya Allah-u Teala’yı cisim olarak kabul etme gibi aşırı

görüşlere sapmayan Selef alimleri ile Matüri diye ve Eş’ariye dışında kalan fırkaların tamamı

Ehl-i Bid’at’dır.

 

SORU : Ehl-i Bid’at’ı EhI-i Sünnet’ten ayıran temel özellikler nelerdir?

CEVAP : Bu özellikleri aşağıdaki ana noktalarda toplamak mümkündür:

 

1- Nasların (ayet ve hadislerin) ruhuna ve slam’ın temel yönelişlerine vakıf olmamak.

 

Nitekim Mutezile’nin, mürtekib-i kebire (büyük günah işleyen bir kimse) yi ne mümin

 

ne de kafir saymaları bu kabildendir.

 

Halbuki bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerde hiç bir günahın insanı dinden

çıkartmayacağı açıkça belirtilmiştir.

 

2- Yabancı kültürlerin etkisi altında kalıp ayet ve hadisleri uzak yorumlarla te’vil etmek.

 

Sapık Mutezile fırkasının:

 

“0 gün bir takım yüzler aydındır. Rabbisine bakıcıdır.” (Kıyamet Suresi: 22-23)

 

Ayet-i kerimelerini: “Rablerinin emrini bekleyicidirler.” diye te’vil etmeleri son derece

yanlıştır ve uzak bir yorumdur.

 

3- Kur-an’ın kendisine has üslûp ve Arap dilinin ifade özelliklerine bakmaksızın bazı

ayetlerin ve hadislerin zahirine takılıp kalmak.

 

Yine aynı fırkanın:

 

“Gözler O’nu idrak edemez.” (En’** suresi:103 den)

 

Ayet-i kerimesini: “Gözler Allah-u Teala’yı göremez’ diye tefsir etmeleri, Arap dilinin

özelliklerini göz ardı etmelerindendir.

 

Zira idrak, anlamak ve kavramak manalarına gelmektedir ki, burada, Allah-u Teala’nın öz

zatının kimse tarafından idrak edilemeyeceği, tam manasıyla anlaşılamayacağı, gören göz

tarafından kuşatılamayacağı açıklanmak istenmiştir.

 

Yoksa şekilsiz, örneksiz ve idraksiz bir görme reddedilmemiştir. Aksine bir çok ayet ve

hadislerde bu husus ispat edilmiştir.

 

4- Ayet ve hadislerin yorumlanmasında peşin ve indî görüşleri, ayet ve hadislerin murat

(kastedilen) manalarına hakim kılmak.

 

 

 

ibn-i Teymiye ve sapık yandaşlarının:

 

“Rahman arşın üzerine istiva etti.” (Taha Suresi: 5)

 

Ayet-i celilesine: “Rahman arşın üzerine oturdu.” diye mana vermeleri ve bir çok

hadis-i şeriflerde:

 

“Allah-ii Teala’nın nüzûlü” ile ilgili geçen ifadeleri, bildiğimiz manada inmekle tefsir

etmeleri, ayet ve hadislerden kastedilen manaları anlamamazlıktan gelmektir.

 

Zira burada anlatılmak istenen, Allah-u Teala’nın, zatına layık bir istiva ile arşa

hükmetmesidir.

 

Oturmak, kalkmak, inmek, çıkmak gibi işler ise sonradan yaratılanlara mahsus olduğundan:

 

“O’nun (Allah-u Teala’nın) benzeri hiç bir şey yoktur.”(Şura Suresi:11) ayet-i kerimesiyle

Allah-u Teala’dan uzak tutulmuştur.

 

Yine böylece zamanımızda bulunan bazı kimselerin, Mehdi ve Deccal ile ilgili hadis-i şerifleri

kendi görüşlerine göre yorumlamaları, gerçek Mehdi ile hiç alakası olmayan kimseleri Mehdi

ilan edip, hakiki Deccal’dan çok uzak olanları Deccallıkla vasıflamaları, Ehl-i Sünnetin

görüşlerine hiç uymamaktadır.

 

Evet! Hazreti Mehdi’den evvel onun öncüsü olmak üzere bir takım Mehdi denebilecek

alimler, Deccal’dan önce de onun hazırlıkçısı olan Deccalların çıkacağı hadis-i şeriflerde

zikredilmiştir.

 

Fakat gerçek Mehdi’nin kıyamete yakın çıkacağı, hakiki Deccal ile savaşacağı ve sa

(Aleyhisselam) in ona yardım etmek üzere gökten ineceği hakkında, inkarı insanı kafir edecek

derecede kati ve mütevatir hadis-i şerifler bulunmaktadır ki biz bunların bir kısmını “Nüzü’l-i

Mesih” isimli (5 numaralı) risalemizde açıklamışızdır.

 

Bu sapıkların iddiasına göre ise Mehdi de Deccal da gelmiş geçmiş fakat ne

 

isa

 

(Aleyhisselam) inmiş ne de kıyamet kopmuştur.

 

5- slam’ın ilk neslini oluşturan ve onu her yönüyle sonraki nesillere aktaran Ashab-ı Kiram

(Radiyallahu Anhüm) a karşı iyi niyetli olmamak.

 

Onların, özellikle dini ilgilendiren rivayet, anlayış ve uygulamalarına değer vermeyip, kendi

indî yorumlarını onların üstünde tutmak.

 

Nitekim Şia fırkasının Ebubekir, Ömer ve Osman (Radiyallahu Anhüm) hazaratını

sevmemeleri, Hazreti Muaviye ve onunla birlikte bulunan on bin sahabiyi kafir saymaları ve

onların dini hükümlerle ilgili rivayetlerini reddetmeleri bu maddenin en güzel örneğidir.

 

Yine aynı fırkanın, çıplak ayağa meshetmeyi ve Müt’a nikahım kabul etmeleri, Sahabenin

nakil ve tatbiklerine itibar etmeyip kendi yorumların onlara tercih ettiklerinin göstergesidir.

 

6 – Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in Kavli, Fiili ve Takriri sünnetine

karşı menfi (olumsuz) bir tavır takınmak.

 

Nitekim bazı kimselerin Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) in emrettiği ve tatbik ettiği

sakal ve sarık gibi önemli sünnetleri kabul etmedikleri ve daha nice sünnetleri hafife alıp

reddettikleri görülmektedir.

 

7- Kur’an ve

 

slam’ın temel prensipleriyle bağdaştığı halde kendi görüşleriyle

 

bağdaştıramadıkları bazı hadis-i şerifleri mütevatir olmadıkları gerekçesiyle reddetmek.

 

Nitekim Şia mezhebi Ebubekir ile Ömer (Radiyallahu Anhüma) nın fazileti hakkındaki bir

çok hadis-i şeritleri inkar etmektedirler.

 

8- Kendi mezhep anlayışlarım desteklemek amacıyla hadis uydurmak veya bu tür hadisleri

rivayet etmek.

 

Mesela Şia mezhebi, halifeliğin Ebubekir (Radiyallahu Anh) dan evvel Hazreti Ali’ye ait

olduğu hususunda bir çok hadis uydurmuşlardır.

 

Nitekim Aliyyül-Kâri (Rahimehullah), Şia’nın Ehl-i Beytin fazileti hakkında üçyüz bin hadis

uydurduklarını nakletmiştir.

 

9- Ashab-ı Kiram’dan itibaren oluşan Cumhûr-u Müslimin’in (çoğunluğun) din anlayışından

kopup ayrılmak, azınlık halet-i ruhiyesi içerisinde karşı grupları küfür (kafirlik) le itham

etmek (suçlamak).

 

Nitekim günümüzdeki Vehhabi fırkası, Matüridi ve Eş’ari gibi Ehl-i Sünnet’in temsilcilerini

ve mensuplarını kafir sayarak bu vartaya (uçuruma) düşmüşlerdir.

 

10- Dinin temel hükümlerini, ayet ve hadislerin ruhundan ve Cumhur Ulemanın görüşlerinden

kopararak, sürekli tartışmaya açık tutmak.

 

Şimdi bir takım sapıklar türemiş, Vakfe’nin arefe günü olması gerektiği ile ilgili sağlam

hadis-i şerifler ve Cumhur’un ittifakı varken Vakfe’nin hac aylarının herhangi bir gününde

yapılabileceğini söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir.

 

SORU :Ehl-i Bid’at’ın itikad yönünden hükmü nedir?

CEVAP :Zarurat-ı Diniye’yi (dinde kesin sabit olan hükümleri) kabul etmekle birlikte,

bunların herhangi birini ortadan kaldırma sonucunu doğurmayan yorumları benimseyenler

küfre nisbet edilemez (kafir sayılamaz).

 

Sadece slam’ın dosdoğru yolundan sapmış “Fırak-ı Dalle” olarak isimlendirilirler.

 

(Şehristani, El-Milel Ven-Nihal: 1/203)

 

Burayı şöyle bir misalle açıklayalım: Şia mezhebinden Ebü bekri Sıddık (Radıyallahu Anh) ın

sahabeliğini inkar edenler veya Hazreti Aişe (Radıyallahu Anha) ya iftira edenler kafir olurlar.

 

Zira Hazreti sıddık’ın sahabeliği ve Aişe anamızın beraati (zinadan uzaklığı) Kur’an-ı Kerim

ile sabittir.

 

Fakat bu gibi kesin hükümleri kabul edipte Hazreti Ali’nin diğer halifelerden üstün olduğunu

iddia edenler ve onları sevmeyenler kafir sayılmasalar da sapık olduklarında hiç şüphe

yoktur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

ALLAH’U TEALA’NIN ZATI VE SIFATLARIYLA iLGiLİ

 

 

SORU: Bir müslümanın Allah-u Teala’ya olan inancı ne şekilde olmalıdır?

 

CEVAP: Allah-u Teala’nın zatıyla ve sıfatlarıyla bir olduğuna inanması şeklinde olmalıdır.

 

SORU: Allah-u Teala’nın zatıyla ve sıfatlarıyla bir olmasının manası nedir?

CEVAP : Zatı ve sıfatlan hususunda eşi ve benzerinin olmamasıdır.

 

SORU : Allah-u Teala’nın sıfatları kaç kısımdır?

CEVAP : Tenzihi (Selbi), Subûti ve Fiili olmak üzere üç kısımdır.

SORU :Tenzihi (Selbi), sıfatlar ne demektir?

 

CEVAP : Allah-u Teala’ya nelerin isnad edilemeyeceğini anlatan sıfatlardır.

SORU : Tenzihi (Selbi) sıfatlar nelerdir?

CEVAP : Tenzihi (Selbi) sıfatlar altı tanedir;

 

1- Vücut,

 

2- Kıdem,

 

3- Bekâ,

 

4- Vahdaniyet,

 

5- Muhalefetün Li’l-Havadis,

 

6- Kıyam bi nefsihi.

 

SORU: Vücut ne demektir?

CEVAP : Yokluğu düşürtülmemektir. Bazı itikat kitaplarında vücut sıfatını tenzihi (selbi)

sıfatlardan saymayıp, ona “Sıfatı Nefsiyye” denilmiştir. (Muvazzah ilm-i Kelam, osmanlıca

shf. 118

 

SORU : Kıdem ne demektir?

CEVAP: Varlığının başlangıcı olmamak.

 

SORU :Bekâ ne demektir?

CEVAP : Varlığının sonu olmamak.

SORU: Vahdaniyet ne demektir?

 

CEVAP: Ortağı bulunmamak.

 

SORU: Muhalefetün Li’l-Havadis ne demektir?

CEVAP : Yaratılmışlara hiç bir yönden benzememek.

 

SORU: Kıyam bi nefsihi ne demektir?

CEVAP: Varlığı için başkasına muhtaç olmamak.

 

Görüldüğü gibi bu sıfatlarla, ulühiyete (ilahlığa) nisbet edilmesi mümkün olmayan;

 

1- Yokluk,

 

2- Varlığın başlangıcı olma,

 

3- Varlığın sonu olma,

 

4-Ortağı bulunma,

 

5- Yaratılmışlara benzeme,

 

6- Varlığı için başkasına muhtaç olma,

 

kavramları selb (nefy) edilmiştir. Bu itibarla da bu sıfatlara “Selbi’ sıfatlar denilmiştir.

 

Ayrıca: ‘Kelam ilmi” ile alakalı kültür geliştikten sonra Selbi sıfatlar çoğaltılmıştır.

 

Şöyle ki: muteber kitaplarımızdan olan

 

“Akaid-i Nesefi” de selbi sıfatlara şunlar da eklenmiştir.

 

Allah-u Teala:

 

1- Araz (renkler ve hareketler gibi, kendi başına duramayan, belirebilmesi için bir cevhere

muhtaç olan şey),

 

2- Cisim (yer kaplayan, eni, boyu, yük sekliği olan madde),

 

3- Cevher (başlı başına durabilen madde),

 

4- Şekle bürünen,

 

5- Sınırlandırılan,

 

6- Nicelenen,

 

7- Hacimli olan,

 

8-Birleşik parçalardan teşekkül etmiş olan,

 

9- Sonu olan,

 

10- Mahiyet ve keyfiyeti olan,

 

11- Mekan tutan,

 

12- Üzerinden zaman geçen,

 

13- Kendisine bir şey benzeyen,

 

14- Herhangi bir şey ilim ve kudretinin dışında kalan bir varlık DEĞ LD R.

 

SORU: Sübûti sıfatlar ne demektir?

CEVAP : Allah-u Teala’nın zatına nisbet edilen ve O’nun ne olduğunu ifade eden sıfatlar

demektir. Bu sıfatlara “Zatiye, Vücûdiye” sıfatları da denilir.

 

SORU: Sübûti sıfatlar nelerdir?

CEVAP :

 

1- Hayat: Diri olmak,

 

2- ilim: Bilmek,

 

3- Sem’: şitmek,

 

4- Basar Görmek,

 

5- Kudret: Güç yetirmek,

 

6- irade: Dilemek,

 

7- Kelam: Konuşmak,

 

8- Tekvin: Oluşturmak.

 

Bu sıfatların yok sayılması durumunda onların zıttı olan aşağıdaki sıfatlar lazım gelir.

 

1- Mevt: Ölü olmak,

 

2- Cehl: Bilmemek,

 

3- Samem: Sağır olmak,

 

4- Amâ: Kör olmak,

 

5- Acz: Aciz olmak,

 

6- Kerahiyet: steksiz olmak,

 

7- Bekem: Dilsiz olmak.

 

Maturidi’ler Allah-u Teala’nın subuti sıfatlarına: “Yapmak, yaratmak ve oluşturmak”

anlamına gelen: ‘Tekvin” sıfatnı ekleyerek subuti sıfatların sekiz adet olduğunu

söylemişlerdir.

 

Bu Tekvin sıfatı yok sayılması durumunda zıttı olan mana lazım gelmez.

 

Zira Allah-u Teala hakkında “Tekvin” (yaratmak, yapmak,

 

oluşturmak)

 

sıfatı

 

düşünülebileceği gibi, yaratmamak, yapmamak da düşünülebilir.

 

Burada yeri gelmişken Allah-u Teala’nın subuti sıfatlarıyla ilgili bazı açıklamalar yapalım:

 

1- Hayat (Allah-u Teala’nın diri olması),

 

Allah-u Teala diridir. Bu diriliği ezdi ve ebedi olup başlangıcı ve sonu yoktur. Hudüs

(sonradan olma) yada fena vasfında (yok olacak nitelikte) değildir.

 

2- ilim (her şeyi bilmesi),

 

Allah-u Teala yerde ve gökte olan her şeyi bilir, ona gizli ve açık diye hiç bir şey yoktur.

Kainattaki yaprakların sayısı, çiçeklerin, tanelerin, kumların adedi ve denizlerin damlaları

onca malumdur.

 

Geçmişi geleceği, insanın kalbine gelen düşünceleri, diliyle konuştuklarını, iç ve dışını çok iyi

bilir. 0, hazır (görünen) ler ile gaip (görünmeyen) leri bilir.

 

Gaybı (gelecekte olacağı) bilen yalnız O’dur, başkası bilemez, bilenler de ancak O’nun

bildirmesiyle bilebilirler.

 

0, unutmaktan, şaşırmaktan beri (uzak) tır. Bilmesi kendinden olup duyu organları ve akıl gibi

vasıtalarla değildir.

 

3- Sem’i (her şeyi duyması),

 

Allah-u Teala semi’ (duyucu) dur. Sesli ya da sessiz olan her şeyi duyar. Bir kimsenin

kulağına fısıldanıp kendisinin duymadığı şeyleri de duyar.

 

Duyması kulak gibi bir aletle değildir. şitmesi sonradan olma değildir. Yok olucu da değildir.

 

4- Basar (her şeyi görmesi), Allah-u Teala her şeyi görücüdür. Simsiyah bir gecede siyah

karıncanın siyah bir taş üzerinde yürümesini görür, ayağının sesini duyar.

 

O’nun görmesi göz vasıtasıyla değildir. Bu sıfat da hem ezeli hem ebedidir (sonradan

olmadığı gibi yok olucu da değildir).

 

5- irade (dilemesi),

 

Allah-u Teala dileyicidir, dilediği her şeyi yapar. Dilemediğini de yapmaz. Cihanda olan iyi

ve kötü ne varsa her şey O’nun dilemesiyle olmuştur.

 

Hiçbir kimse ve hiç bir şey O’nu bir şey yapmaya ve dilemeye mecbur edemez.

 

Şu halde kendisine itaat eden müminlerin bu hallerini dileyen O’dur. O dilemese kimse iman

edemez ve O’na itaat da bulunamazdı.

 

Kafirlerin küfrünü ve fasıkların fıskını (yaptıkları kötülükleri) dileyen de O’dur. O

dilemeseydi hiç kimse kafir ve fasık olmazdı. 0 dilemeden bir sivrisineğin kanadını oynatması

bile mümkün değildir.

 

Biz ne yapıyorsak O’nun dilemesiyle yapıyoruz, O’nun dilemediği şeyler olmaz. Eğer olsaydı

bu O’nun acizliğine alamet olurdu ki, Cenab-ı Hak bundan münezzehtir. 0 dileseydi bütün

insanları kafir ya da mümin yapabilirdi.

 

Eğer burada: “Neden bütün insanların mü’min olmasını dilememişte çoğunun kafir olmasını

dilemiştir?’ denecek olursa buna şöyle cevap verilir:

 

Cenab-ı Hakkın dilediği ve yaptığı işler den ve bu işlerin hikmetinden sual olunmaz

(sorulmaz). 0 herkese sual soran ve dilediğini yapan faili muhtar (istediğini yapmakta serbest)

olan zattır.

 

O’nun yaptığı her şeyde sayısız hikmet (incelik) ler vardır. insanların aklı bunları idrak

edecek durumda değildir.

 

Bu demektir ki O’nun kafirleri yaratıp, onların küfrünü murad etmesinde, yılan, akrep gibi

zararlı hayvanları ve diğer türlü kötülükleri yaratmasında olduğu gibi, bizim idrak

edemediğimiz sayısız faydalar vardır ki, bizim bunları bilmemiz de gerekli değildir.

 

Bize gerekli olan, Allah’ın her iş ve muradında bir hikmetin bulunduğunu bilmektir. O’nun

iradesi ezeli ve ebedi olup, sonradan olma değildir.

 

6- Kudret (her şeye gücü yetmesi),

 

Allah-u Teala her şeye kadirdir. 0, mümkün olan her şeyi ve dilediğini yaratır. 0 istese ölüye

hayat verir. Ağaç ve taşı konuşturur ve yürütür.

 

O’nun güç yetiremediği hiç bir şey yoktur. o dilese binlerce göğü ve yeri yaratır. Dağları

altına ve gümüşe çevirebilir. Nehirleri tersine akıtabilir. Akan sulan gümüş ve altın yapabilir.

 

Dilediği kulunu doğudan batıya, yeryüzünden yedinci kat semaya çıkarıp geriye döndürebilir.

O’nun kudreti ezeli ve ebedi olup sonradan olma ve geçici değildir.

 

7- Kelâm (harf ve sese muhtaç olmadan konuşması),

 

Allah-u Teala söyler, konuşur fakat O’nun konuşması bize benzemez, konuşması dil ile

değildir.

 

Bazı kullarına vasıtasız olarak hitap eder. Mesela Musa (Aleyhisselam) a Tur dağındaki

nidasıyla, Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) e miractaki hitabı bu hususta birer

örnektirler.

 

Bazı kullarına Cebrail (Aleyhisselam) vasıtasıyla hitap etmiştir. Resulullah (Sallallahu Aleyhi

ve Sellem) e gelen vahiylerin ekserisi böyledir.

 

Kur’an Kerim Allah-u Teala’nın sözüdür. Başlangıcı ve sonu yoktur. Mahlûk (yaratılmış)

olmadığı gibi geçici de değildir.

 

8- Tekvin (dilediğini yaratması),

 

Allah-u Teala dilediğini yaratır. Zerreden Kürreye varıncaya kadar her şeyi 0 yaratmıştır.

O’ndan başka Halik (yaratan) yoktur.

 

Canlıların hareket ya da sükun (duruş) larını, itaat ve isyanlarını, iman ve küfürlerini bütün

hayır ve şerri yaratan O’dur. Elin hareketi, dilin konuşması gözün yumulup açılması hep

O’nun yaratmasıyladır.

 

Bu hususta Mevla Teala:

 

“Sizi de, yaptıklarınızı da yaratan Allah’tır.” (Saffat Suresi.96) buyurmaktadır.

 

Dolayısıyla herkesin yaptığı amel ve işlerin yaratıcısı Allah-u Teala’dır. Bize verdiği iradey-i

cüziyye ile bizi yaptığımız işlerin faili (yapıcısı) kılmıştır.

 

Bu sebeple herkes yaptığı işlerin ceza ve mükafatını görecektir. Bütün canlıları yaratan 0

olduğu gibi hepsini rızıklandıran, hasta yapan ve sıhhatte tutan, öldüren ve dirilten Odur.

 

Ateşle temas halinde elin ısınması ya da yanmasını, karla ve buzla temasında üşümesini

yaratan O’dur.

 

Bir kimseyi ateşe atsalar da Allah o kim şeyi dilerse yakmamaya kadirdir. Nitekim brahim

(Aleyhisselam) ı yakmayışı bunun misalidir.

 

Yine karlar içindeki bir kulunu üşütmeyebilir. Ancak Cenab’ı Hakkın adeti öyle cereyan eder

ki ateşle temas yanmayı gerektirir. Allah-u Teala da onu yaratır.

 

Üşümeyi yaratan da kar değildir. Ancak Allah-u Zülcelal’dir. Tokluğu yaratan da Allah’u

Teala’dır. Eğer 0, tokluğu yaratmasaydı insanlar ne kadar yeseler doymazlardı.

 

Acıkmak ve diğerleri de bunun gibidir. Hulâsa Allah’tan başka yaratan ve etkileyen yoktur.

Her şey O’nun yaratığıdır.

 

O’nun bu sıfatları zatıyla kaim olup kadimdirler, sonradan olmadıkları gibi yok olmaz ve

değişmezler.

 

işte Allah-u Teala’yı bu sıfatlarla muttasıf olarak tanıyan kul: “Arif” (Allah’ı bilici) sayılır.

 

Allah-u Teala’yı bu sıfatların zıddı olan noksan sıfatlarla vasıflayan (niteleyen) ise mü’min ve

müslüman olamaz. Allah’a inanması da muteber sayılmaz.

 

Nitekim Yahudi ve Hıristiyan alemi Allah a inandıklarını iddia etseler de ona oğul ve hanım

isnad ettikleri için kafir sayılmışlardır.

SORU : Fiili sıfatlar ne demektir?

CEVAP: Allah-u Teala’nın kainatla olan münasebetini en açık bir şekilde ifade eden ve

O’nun kainatı yaratış ve idare edişini oldukça ayrıntılı bir biçimde anlatan sıfatlardır.

 

Allah-u Teala’nın: Tahlik (icat etmek, yoktan yaratmak), Terzik (rızık vermek), hya

(diriltmek), mate (öldürmek), Ten’im (nimet vermek), Te’zib (azap etmek) gibi bütün

filleri, Allah-u Teala’nın subuti sıfatı olan: “Tekvin” sıfatına raci (dönücü) dür.

 

SORU : Matüridiler, Allah-u Teala’nın subuti (zati) ve fiili sıfatları hakkında ne

demişlerdir?

CEVAP: Bu sıfatların hepsi Allah-u Teala nın zatı ile kaim (zatında) olup kadimdirler.

 

Zira kulların görme, işitme gibi sıfatlan onlardan ayrılır. Allah-u Teala’nın sıfatları ise O’ndan

ayrılmaz.

 

SORU : Bu sıfatların kadim olmasının manası nedir?

CEVAP: Allah-u Teala’nın zatının evveli (başlangıcı) olmadığı gibi, zatıyla kaim olan bu

sıfatların da evveli yoktur.

 

Zira kadim (evveli olmayan) zatın, kadim olmayan (hadis; sonradan olan) sıfatlara mahal

olması (onlarla vasıflanması) düşünülemez.

 

Selefiler ve Eş’ariler de, subûti (zati) sıfatlar hakkında Matüridilerle aynı görüştedirler, ancak

Eş’ariler, fiili sıfatların hadis olduğunu ileri sürmüşlerdir.

 

Onlar, ilim sıfatına kudret ve iradenin eklenmesiyle fiili sıfatların tamamlanabileceği

görüşündedirler.

 

Onlara göre Matüridilerin fiili sıfat olarak kabul ettikleri sıfatlar, doğrudan sıfat olmayıp ilim,

kudret ve iradenin taallüklarını temsil ederler. Kadim olmayıp hadistirler.

 

Dolayısıyla hadis olan bu sıfatlar Allah-u Teala’nın zatıyla kaim değildirler.

 

SORU : Allah-u Teala’nın subûti ve fiili sıfatlarının zatı ile olan münasebeti nedir?

CEVAP : Allah-u Teala’nın bu sıfatlan, zatının ne aynı ne de gayrıdır.

 

SORU: Bir şey diğer bir şeyin aynı değilse gayri olması, gayri değilse, aynı olması lazım

gelir. Buna göre yukarıdaki ifade çelişkili değil midir?

CEVAP : Çelişkili değildir, çünkü “Şerhu-l Emali” de belirtildiği üzere Ehl-i Sünnet

alimleri: “Sıfat zatın aynı değildir.” derken, sıfatları zatın aynı kabul etmek suretiyle, onların

mevcudiyetini ortadan kaldıran bazı Mutezili kelamcılarla slam filozoflarının hatasından

kurtulmuşlar, “Gayrı değildir.” derken de, bu sıfatların “Kulların sıfatları” gibi olduğu

düşüncesinden kaçınmışlardır.

 

Veya: “Gayri değildir.” derken sıfatı zattan ayırıp beşer seviyesine indiren ve Isa

(Aleyhisselam) bedeninde maddileştiren Hıristiyanların yanlış inançlarından kaçınmak

istemişlerdir

Share this post


Link to post
Share on other sites

İtikat oksijen gibi,oksijensiz hayat olmuyacağı gibi itikatsiz islam da olmaz.Günümüzde hataya düşülen ve hata üzerinde sabit kalındığında insanı islam dairesinden çıkaran küfrü inanışlar ne yazık ki sanılandan çok daha fazla.Bize düşen İslam itikatını iyi öğrenmek ve öğretmek.Bu yüzden CÜBBELİ AHMET hocamızın değerli eseri itikat bilgisi açısından temel kabul edilebilir.AKAİD eserleri için önereceğiniz başka kaynakları yazarsanız da memnun olurum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ömer Nesefi'nin akaid eseri olacaktı. Ehl-i sünnet çizgide, sağlam bir eserdir. Bu hususta tavsiye edecekler varsa buyursunlar,kütüphanedeki akaid rafını genişletmeli. Çok önemli çok.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...