Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
MÜNZEVİ

Divan-ı Aşk

Recommended Posts

Yüreğimizin sesi. Yaratılana bahşedilmiş en güzel hediyelerden bir tanesidir sevmek. Belki de anlatamadığımız, tarif edemediğimiz tek duygudur. İkinci bir adı yoktur sözlük hanemizde. Adına şiirler yazılan, türküler yakılan duygudur sevmek. Sevgi, ruhumuzu kuşatan iksirdir.

Sevmek üzerine yazılmış bazı şarkılar berbatken, bazı şarkılar ve şiirlerde ağlatan türdendir. Özel bir duygu oluşundandır belki de. Belki de hakkıyla sevemeyen anlatamaz sevgiyi de, sevmeyi de. Herkes layıkıyla anlatamaz bu duyguyu. Hangi söz, ya da hangi şarkı en güzel şekliyle anlatır sevgiyi kim bilir!

Kimine göre sevmek demek yüreğin yanması demektir, kimine göre içe akıtılan gözyaşıdır, kimine göre bin parçaya bölünmüş uykunun adıdır, kimine göre karanlık geceye aydınlık veren ışık huzmesidir. Güldüren, ağlatan, kapıları hiç kapanmayan, bitmek tükenmek bilmeyen girift duygu. Bana göre sevginizi hak edene verirseniz adını koyabilirsiniz. Kolayca harcanmaması gereken, başköşeye konulması gereken duygu.

Sevmek güzeldir, sevmek önemlidir, fakat neyi ne kadar ve neyi neden sevdiğimiz de önemlidir. Belki alçaltan, belki de yükselten tılsım değil midir? Sevgi'nin de bir kalitesi olmalıdır. Hz. Ali kalbini ALLAH'ın sevgisiyle doldurmuş ve " HER NEREYE BAKSAM ALLAH'I GÖRÜRÜM" diyerek sevgisinin, imanını perçinlediğini göstermiştir...

Yani Hz. Ali'de sevmiştir ama faniliği değil, baki olana YARADANINI sevmiştir. Kalbimizi sevgiyle doldururken, tarafımızdan sevilenin sevgimizi hak edip, etmediği de kontrol edilmelidir. Aksine kalbimizin dizginlerini elimizden kaçırırsak ve kalbimizi hak etmeyen sevgilerle doldurursak o güzel yüreği çöp kutusuna çevirmiş oluruz. Oysa bedenimizde ki en nadide en kırılgan organımız kalbimizdir. Kalbimizi gereksiz sevgilerle doldurmadan, yani yormadan, yani üzmeden yaşamayı öğrenmeliyiz. Zira kalbimiz pes ederse geriye hiçbir şey kalmaz!

Şöyle bir bakıyorum da, herkes bir şeyleri seviyor. Ya da sevmek zorunda. Anlıyorum ki sevgisiz yaşanmaz ya da yaşamdan tat alınmaz. Demek ki sevgi fıtratımız gereği bize sunulmuş bir duygudur. Yeryüzünde hiç kimse ben sevemedim, sevmem diyemez. İnsanları sevmezseniz annenizi babanızı seversiniz, onları sevmeseniz kardeşlerinizi seversiniz, onları da sevmezseniz bir çiçeği seversiniz, onu da sevmezseniz tatlı bir bebeğin gülüşünü severseniz. Yani mutlaka bir şeyleri seversiniz. Bir şeyi sevseniz de, sevmeseniz de, YARATANI seversiniz.

Yaratıcımız, RABBİMİZ. Sevgilerin en büyüğü, en güzeli ona olmalı. Bakınca etrafımıza her şey onun hazinesi altında. "Ne kadar zenginsin ALLAH'IM" diyoruz. İster istemez âşık oluyoruz. Sanatına bakıyoruz hayran kalıyoruz. O kadar ince noktada ki yaratılan her şey. Hayran kalmamak mümkün değil. Gözünüzle gördüğünüz her şey bunun örneğidir. Örneğin herkesin yüzünde iki kaşı, iki gözü var, ama kimse kimseye aynen benzemiyor. Ya da kaşı gözünün altında bir yüz daha yok, gelmemiş yeryüzüne. Hayranlığı artıyor insanın, secde etmenin sevgisi pekişiyor yüreğimizde.

Bunları düşününce insan seviyor RABBİNİ. O zaman kalp güzeller güzeli RABBİMİZ için atmaya başlıyor. Kalp hak ettiği sevgiyi buluyor.

Birini gerçekten tüm yüreğimizle, benliğimizle seveceksek bu rabbimiz olmalıdır. Çünkü Rabbimiz insanoğluna değer vermiş ve yeryüzünde görebildiğimiz her şeyi insanoğluna hizmet etmesi için yaratmıştır. Güneş, ay, etinden, sütünden yararlandığımız hayvanlar, kısaca her şey bize hizmet ediyor. Bize bu kadar hediye bahşeden Rabbimize sevginin en güzelini en alasını duymasak kalbimiz ne işe yarar ki!

Rabbimiz için atmalıdır kalbimiz, onun adı anılınca titremelidir elimiz, ayağımız. Rabbimizi sevmenin yolu onu tanımaktan geçer. Onu hakkıyla bilmeli ve tanımalıyız. Ki baktığımız her yerde onun sanat eserleri vardır zaten, biz kendimiz de ALLAH'IN birer sanat eseri değil miyiz? O halde Rabbimizi hiçbir şekilde unutmaya imkân vermeyeceğiz. Buda onu sevmekle olur. Onun sevgisini kalbimize yerleştirmekle olur. Tefekkür sevgiyi, sevgi şükrü, şükür secdeyi getirir. Yani Allah için atılan her adım beraberinde yeni bir kazanç getirir. O kazançlarda yarın ahirette daha tatlı kazançlar olarak çıkacaktır karşımıza.

İllaki birilerini sevmemiz gerekir. Bu hem kalbin hakkıdır, hem de kalbi tatmin etmenin yoludur. Sevmek kalbin baharıdır. Ama sevgimizi dağıtırken etrafımıza kimleri sevdiğimizi de göz ardı etmemeliyiz. Günümüze bakınca insanlar o kadar yanlış sevgilere yönelmiş ki. Geçici zevkler gibi, geçici sevgilerin de peşine takılmış gidiyorlar. Yazık, sevgiyi demi boşa harcar olduk.

Hadi uyanalım. Bize hayat veren RABBİMİZ de arayalım sevgiyi. Seviyoruz ya da seviliyoruz dediğimiz herkes yarın bırakıp bizi gitmeyecekler mi, onlar da kabir kapısına kadar arkadaşlık etmeyecekler mi. O halde varlığı BAKİ olan rabbimize adayalım yüreğimizi, yarın bizi terk edecek fani lere değil!

İnsan sevince mutlu oluyor. İnsan birini sevdimi, dikenlere bassa da farketmiyor. İnsan sevince gözü sadece sevdiğine yöneliyor. İnsan sevince sevdiğine adıyor sadece benliğini, hayatını. İnsan sevince sevdiğinin peşinden gidiyor, gittiği her yere. Sevdiğinin baktığı yerlere bakıyor, sevdiğinin kokladığı güllerden kokluyor insan sevince. İnsan sevince sevdiğinin sevdiği herkesi seviyor. Yani insan Allah'ı sevince, peygamberlerini de seviyor, O'na yolunu adayanları da seviyor ve o yola çeviriyor bedenini de, ruhunu da.

Hiçbir sevgi ALLAH sevgisiyle bir tutulamaz. Hiçbir kalp Allah sevgisinden mahrum yaşayamaz. Aksine kararır, körelir, gideceği istikameti şaşırır. Ve bilinmezlerde boğulurcasına çabalar durur. Oysa Allah sevgisiyle dolu olan kalp hayattan lezzet alır, bu dünyayı da sever, Ahireti de. Yaşamayı da sever, ölümü de.

Hak aşığı Yunus EMRE ne güzel anlatmıştır, cennetlerden geçtiğini ve hakka olan sevgisinin her şeyin üstünde olduğunu;

Cennet Cennet dedikleri,

Birkaç köşkle birkaç huri

İsteyene ver onları

Bana seni gerek seni...

zeynep yeter arslan

Share this post


Link to post
Share on other sites

yazıyı okuduktan sonra Bediuzzaman'ın (ra)bir sözü hatrıma getirildi;

''Faniyim ,fani olanı istemem .

Acizim ,aciz olanı istemem .

Ruhumu Rahman'a teslim eyledim

gayr istemem.

İsterim ,fakat bir yar-ı baki isterim

zerreyim fakat bir şems-i sermed isterim.

Hiç ender hiçim fakat bu mevdudadı umumen isterim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aşkı Kimden Sormalı?

T. Ziya ERGUNEL

“Belâ bezminde geçtim bâş ü cândan ey kemân-ebrû

Gel imdi sergüzeşt-i aşkı bâşından geçenden sor.” (Sabuhî)

[Ey keman kaşlı! Ben türlü türlü belâlar karşısında baştan da candan da geçmeyi göze almışım.

Gel şimdi aşk macerasının zorluğunu, benim gibi yaşamış birinden sor.]

Divan şiirinde sevgili “tek”tir ama onu sevenlerin haddi hesabı yoktur. Üstelik bu çok sayıdaki âşık, birbirleriyle kıyasıya mücadele halindedir. Hepsi de sevgilinin yakınında olma iştiyakıyla bir arada bulunan âşıkların meydana getirdiği topluluk, bu sebeple bir “belâ meclisi”dir âdeta. Yukarıdaki beyit, âşıklar arasında, yani her türlü belânın kol gezdiği bir topluluk içinde candan da baştan da geçip ölümü göze aldığını söyleyen bir âşığın keman kaşlı bir sevgiliye karşı övünmesi gibi görünüyorsa da, şairin kastı bu değil. Kanunî devri divan şairlerinden Karamanlı Sabuhî, “belâ bezmi” ifadesini bilhassa kullanarak buradan beytin iç yüzüne, asıl manaya yönelmemizi istemiş. Belâ bezmi, Cenâb-ı Hakk’ın “Elestü bi-rabbiküm?” (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) hitabına, ruhlarımızın cevaben “Belâ!” (Evet, şüphesiz ki Sen bizim Rabbimizsin!) dediği “Elest Meclisi”dir. “Belâ!” cevabında, Allah Tealâ’nın bizim Rabbimiz olduğuna dair kesin bir tasdik vardır. Mutlak hakikati müşahededen, ilahî aşkın safasını yakîn ile yaşamaktan kaynaklanan bu tasdik, Allah’ı bilmek ve bulmak uğruna insanın kendi nefsi de dahil, fani olan her şeyden vazgeçme taahhüdünü de taşır.

İnsanın bu ahitle sınanacağı yer dünyadır. Bir vücuda büründürülerek dünyaya gönderilen ruhlardan beklenen, verdikleri sözün zeminindeki aşkı ve hakikat müşahedesini hatırlayarak doğru istikamete yönelmeleri; geçici bir yolculuktan, bir seyr ü seferden ibaret dünya imtihanını böylece geçmeleridir. Zira insan da su misâli, meylettiği istikamete akar. Lakin nisyan/unutkanlık ile malûliyeti çoğu zaman, aslında var olmayan, serap hükmündeki mâsivâya/Allah’tan gayrıya meylettirir onu. Bazıları yegâne maksut ve matlup haline getirdikleri cezbedici dünyalık bir hedefe ulaştıktan sonra yaşadıkları burukluk yahut tatminsizliğin tesiriyle yanlış yolda olduklarını anlar, tevbe ile sırat-ı müstakim üzere yeni bir seyre koyulur.

Fakat ne böylelerinin ne de baştan beri hiçbir yanlış yola sapmadan doğru istikamet üzere olanların meşakkatsiz yürümeleri mümkün değildir. Dünya yolculuğu madem bir imtihandır; mihnetsiz olmaz. Yol muhataralıdır, badirelerle doludur. Cenab-ı Hakk’a, Mutlak Sevgili’ye meylederek yürümek, her dem yanan bir aşk ateşinin aydınlığını gerektirir bu sebeple. Halbuki candan da baştan da geçme kararlılığınız bazı zorluklar karşısında gevşeyebilir. Aşkınızın ateşinin azaldığı, yolunuzu yeterince aydınlatamadığı, karanlıkta ayağınızın sürçtüğü olur. Kısaca doğru yolda olursunuz ama arzuladığınız gibi yol alamayabilirsiniz.

Sabuhî, “kemân-ebrû” hitabıyla, işte tam da böyle düşe kalka yol almaya çalışanlara sesleniyor. Kemân-ebrû, Farsça “kaşları hilâl gibi olan” demektir. İnsan yüzünde birbirine bitişik iki yarım daire şeklinde düşünülen iki kaş, tasavvuf dilinde inişli çıkışlı bir yolu ve bu yolda düşe kalka ilerleyen seyr ehlini temsil eder. Yahut kemân-ebrû, vazifelerini ihmal gibi, serkeşlik gibi sebeplerle, ulaştığı hâl veya makamı kaybeden sâliktir. Yol doğrudur. Yolda olan, Elest Bezmi’ndeki ahdinin farkındadır. Muradı, Cenab-ı Hakk’a, Asl’ına vasıl olmaktır. Ama ilk defa katedilen bu yolda hangi tehlikelerle karşılaşacağını bilmediği gibi, aşk ve iştiyakının bunlarla baş etmeye yetecek kıvamda olup olmadığını da bilmemektedir. Gerektiğinde candan geçeceğine söz vermiştir vermesine de, çoğu zaman nefsin ve şeytanın ilham eylediği havâtırla tevile yönelip kolaya kaçmaktan bir türlü kendini alıkoyamamaktadır. Öyleyse “seyr” ehlinin aynı zamanda bir “sülûk”a da ihtiyacı vardır. Çıkılan yolun doğruluğu kadar gidişat da önemlidir ve bu gidişatı belirleyen bir kılavuzun talimatına harfiyen uymak gerekir.

Bilindiği üzere “sülûk”, bir tarikate intisapla, bir mürşid-i kâmile bağlanmakla başlar. Çıkılan yolu, aşk macerasının zorluğunu bizzat yaşayarak muhabbetini ispatlamış ve Hakk’a vasıl olmuş Allah dostlarının elinden tutarak yürüme iradesidir bu. Onlar “başlarından sergüzeşt-i aşk geçmiş”, yani aşk macerasını baştan sona yaşamış, bu çetin yolu daha önce yürümüş, yol bilen âşıklardır. Onların el ve eteğinden tutarak yürümek, sürçtüğümüzde düşmekten kurtarır bizi. Yolun neresinde hangi badire var, bunlar nasıl atlatılır, ancak onların kılavuzluğunda önceden öğrenilebilir.

Mürşid-i kâmillerin kılavuzluğu sadece talimat vermekten ibaret değildir. Onlar, bilhassa işaret ettikleri tehlikelere, yani dünyanın aldatıcılığına, nefsin hevasına, şeytanın iğvasına nasıl karşı konulacağını göstererek örnek olan “aşk öğretmenleri”dir.

“Sergüzeşt-i aşkı başından geçenden sor” demek, ilahî aşkı “yaşayan”dan öğren demek olduğu kadar, “bu aşk uğruna başından geçenden, canını hiçe sayandan” öğren manasına da gelir.

Hepimiz Belâ Bezmi’nde candan ve baştan geçme pahasına Cenab-ı Mevlâ’ya kulluk etmeye söz verdik. Bu bir aşk iddiasıydı aynı zamanda. Şimdi ruhumuzda yahut fıtratımızda hissettiğimiz bu iştiyaktaki samimiyetimizle sınanıyoruz. Bizi sadece misakımızla sorumlu tutabilecekken, sonsuz merhametinin nişanesi olarak indirdiği kitaplar, gönderdiği peygamberler ile yolu ve yürüyüş tarzını tarif eden Rabbimiz, aşkı kendilerinden soralım diye, dünyamızı da bir an dahi velisiz bırakmıyor.

Share this post


Link to post
Share on other sites

imagesCA06IWQZ.jpg

Aşk hiç biter mi ?

Aşk olsun!

 

 

o sonsuz bir sevdadır

 

 

Üç harf; Ayn ~ Şın ~ Gaf'tır..

 

 

Tek kelime ömür

Üç harf ile

Vurulur mühür

Yaş ile

Mum gibi düşer

Gözler ile

Görünmeze erer

Gönül ile

Bulunur düşler

Yar ile

Ağyar biter

Aşk ile

Tüm hayaller

Hamd ile

Hakk'a erer...

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

goldenbyzynpklc.jpg

Fânîlerin aşkında bekâ yoktur. Çünkü bu aşk tendedir. Bâkî olan aşk cânda ve gönüldedir. Her an goncadan da ter ü tâzedir. Bâkî olanın aşkını tercih et ki; O dâim ve bâkîdir. Câna cân katan bâde-i askın sâkîsidir.”

Yaman Dede

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

2t000.jpg

El-hubbû min şiyemi’l-kir âm. “Sevgi, değerli insanların şiarıdir.” (Kelâm-ı Kibar)

 

Celî Sülüs,

Hat: Osman Özçay

 

Ne çıkar öfkeden, kinden? Bir bal peteği misali sevgi ile dolmak varken.. Daha sevmesini öğrenmeden nefret etmek neden? Çünkü sevmek zor, bir sanat sevmek. Kötü duyguları bastırmak, sevgiyi onların üstüne çıkarmak ve iktidar yapmak kolay değil. Nefret etmek gayet basit. Nefret ettiğimiz takdirde nefret edilmeye mahkûmuz. İçimizi yakıp kavuran kinden ne fayda. Hırs ve intikam bize Cehennemi bir halet-i ruhiye yaşatmıyor mu? Öyleyse Cehennemimizi biz hazırlıyoruz. Ya kin , ya din; ikisi bir arada bağdaşmıyor. Sevmek bir nevi genişliktir. Üstünlüktür sevmek. Bağışlamak ve karşılıksız vermek; sevginin ve gönül genişliğinin tezahürleridir. Dar kaplı olmak niye?

 

Serâpâ sevgi ile dolmak en güzel şey! Sevgi bir silahtır. Her düşmanı mağlup eden bir silah. Evet sevgi sütunu kesilmek ve benliğinde yabancı duyguları barındırmamak ne güzel. Ufuklar kadar geniş, güneş gibi parlak bir gönül aydınlığına kavuşmak bizim elimizde. Gök kubbe gibi sevgi arşı haline gelmek; diğer insanlara kıyasla göğün yere üstün olduğu gibi üstünleşmek demektir.

 

Sevebilen insan kuvvetli insandır. Bağışlayan daha bir mutlu. Çirkin, kötü, rahatsız edici duyguların zebunu olmak, şerlerin cehenneme aktığı gibi, cehenneme gitmek için kendimize yol yapmaktan başka nedir? Açık, berrak, şeffaftır muhabbet, kin, öfke, haset, hırs gibi kesif ve karanlık değildir. O halde kendimizi karanlığa mahkum etmemiz neden?

 

Gerçek sevgi hınç bırakmaz. Muhabbet sevilende kusur göstermez. Sevilen bir insana ise, hata ve kusurlarından dolayı hiddet değil, merhamet ve şefkat duyarız ki, bu da dilek ve temenni hükmüne geçer.

 

Akan suyun şırıltısını, kuşların cıvıldaşmalarını, kuzuların melemelerini, güzel kokuyu, çiçeği baharı, yazı, ay ve güneşi kim sevmez? Bir deniz manzarası, bir ormanı, lacivert gözlü bir geceyi, aydınlık bir günü kötü ve çirkin bulan bir mizaca tesadüf edilmez. Demek ki yaradılış itibariyle her insan “güzel”e aşıktır. Aşk ise şiddetli sevgidir. Yaratılmış güzelleri, güzellikleri hayranlıkla seven kişi; bu güzelleri ve güzellikleri yaratan “Cemil-i Mutlak”ı nasıl sevmez?

 

Mahlûkatı, onlardaki hüsün ve cemali, yaratıcı hesabına sevmek. Sonra sevmeğe, yakın çevremizden başlamak.. Zira yakınımızdakileri sevmezsek, sevemezsek, uzağımızdakileri de sevemeyiz.

 

Sadece yalnız bir anne şefkati ile sevmek, kişinin değerlendirme melekesini dejenere eder, öyleyse babalık yanımızı hakim kılarak, o yanımızın çevresinde ve anne şefkatini de ihtiva eden bir biçimle sevmeliyiz.

 

Şu hırçın, keşmekeş, asabı dünyada herkesin, hepimizi aydınlık çehrelere, ümit ve şevk veren, yüzlerce, yaşamak idrak istek ve sevincini veren sımalara ne kadar ihtiyacımız var? Af eden, bağışlayan, veren, verebilme kapasitesi, hacmi yüksek insanlara ne kadar muhtacız? O halde istediğimiz portreyi evvela kendimiz, kendi benliğimizde oluşturmalıyız.

 

İyi dostlar edinmek istiyorsak önce iyi bir dost olmalıyız. Çünkü pervaneler ışık neşreden lambaların etrafında dönerler. Yanmayan ampullere pervaneler itibar etmezler.

 

Zıtların ahengiyle dönen bir dünyada yaşadığımıza göre çirkinle ve çirkinliklerle de karşılaşacağımız pek tabiidir. Onları da sevmek gibi bir mükellefiyetimiz yok. Yalnız çirkinler ve kötüler; güzel ve iyileri sevmemizin kamçısıdırlar.

 

Sevgiden, kadife bir dünya kurmak bizim elimizde. Düşmanlıklar bile tebessümle dostluklara dönüşebiliyor. Hoşgörü ve iyi niyetimizin tezahürü olan davranışlarımızla, en sarp engelleri aşabilir, katı yürekleri fethedebiliriz.

 

Başkalarını kendimizden az seviyorsak, pek mutlu olamayışımızı başka sebeplerle izah etmemiz yanlış olur. Kişi sevdiğini söylediği kimseler için, vecibelerini yerine getirmiyor, bununla beraber fedakârlıklarda bulunmuyorsa, bu takdirde pek de inandırıcı olamaz. “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

 

Sevgi, vermektir. Verebilmek, isteyerek vermek, bir potansiyelin, gücün, kuvvetli oluşun ifadesidir. Vermek almaktan daha üstündür. Ama yalnız madde planında değil ilgi, bilgi, anlayış, sevinç gibi madde ile ölçülemeyen şeyleri vermek muhatabı ve çevreyi de vermeğe özendirir. Üstelik bu verme fiili, anlamak için değildir.

 

Sevgiyle dolu bir dünya için kırıcı değil, kurucu olmak zorundayız. Bunu gerçekleştirdiğimiz takdirde muhayyel dünyalara kaçmaya gerek kalmaz. Gözlerinin içi gülen insanların dünyası ütopik dünyalardan trilyon kere daha güzeldir. Onun için fikir ve ruh dünyamızı inancın, vahyin diriltici iksiri ile yıkayarak gerçek sevincini bulmuş insanlar haline gelmeliyiz. İnancın sonrası hareket ve aksiyondur. Kuvveden fiile çıkan iyi niyet ve düşüncelerimiz, bize mutluluğun eşsiz tat ve lezzetini taşıyan meyveleri devşirme imkânını bahşedecektir.

Dilek Yaşar

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gerçek Aşkı Nerede Arıyoruz?

Yaşadığımız toplumdaki sistem içerisinde insanların 'sevgi' olarak adlandırdıkları şey, kaynağı ve dayanağı sağlam olmayan, karşılıklı çıkarlarla orantılı olarak artan/eksilen bir bağ. Manevi derinlikten uzak ve daha fazla maddi değerlere bağlı olan bu 'sevgi'ye gerçek sevgi denebilir mi?

"Gerçek aşkı hiç tatmadım", "Gerçek aşk gün be gün inancımı yitirdiğim bir şey" gibi sözler işitiriz insanlardan, “Gerçek aşkı buldum” diyen insan bile bir süre sonra onun da diğer tüm aşklar gibi geçici ve sonlu olduğunu anlar. Dahası başlangıçta 'o olmadan yaşayamayacağını' söyleyen çiftler, ayrılırken ağır sözlerle, düşmanca hatta birbirlerine iftiralar atarak 'aşk'larına son verirler.

Allah'tan uzak yaşam süren insanların, gerçek sevgiyi yaşamaları zordur. Kaynağını kalbindeki imandan alan gerçek sevgiyi yaşayan insanın yaşamında çok zorlu olaylar da oluşsa, sevgisi asla bitmez. Sevdiği insan hatalar da yapsa, imanından kaynaklanan şefkat, merhamet, hoşgörü ve bağışlama ile yaklaşır.

İnanan insanın sevgisi, Allah'a olan güçlü ve samimi sevgisinden kaynak bulur. Tüm güzellikleri yaratanın ve hepsinin gerçek sahibinin yalnızca Allah olduğunun bilincinde olarak sevgiyi yaşar.

Gerçek aşk yüzü Allah aşkı ve hoşnutluğuna bakan aşktır

Gerçek aşk; temeli Allah aşkı ve hoşnutluğu üzerine kurulmuş olan aşktır diyebiliriz. Aşkın ete kemiğe dönüştüğü dünyada, birbirlerindeki Allah aşkından yansıyan güzelliği görebilenlerin aşkıdır gerçek aşk. Bu aşk iman ve Allah'a olan yakınlık doğrultusunda artar. İmanı gönülden yaşayan insanın Rabb'ine karşı hissettiği coşkulu aşk, kişiye O'nun sevdiği bir kul olma umudu verir. Bu aşk, ruhundaki coşkuyu, huzur ve mutluluk duygusunu sürekli diri tutar.

Allah’ın tecellilerindeki güzellikleri ancak Allah aşkıyla sarhoş olanlar görebilir ve onlardan derin bir zevk alabilirler. Allah'a duyduğu aşk, O'nun yarattıklarına karşı da insanın büyük sevgi duymasına neden olur ve Allah'ı seven insanlara karşı sevgisini artırır. Bu yüzden karşısındaki kişi imanı yaşadığı sürece, yaşlılık, sakatlık ya da maddi kayıp gibi durumlarda sevgisi asla olumsuz etkilenmez. Aksine insanın şefkat ve merhamet duygularını da artırır ve sevgisi daha da derinleşir.

Sevgi, Allah sevgisinden kaynaklanıyorsa o sevgide vefa, sadakat, merhamet ve bağışlama vardır. Allah sevgisinden kaynaklanmayan sevgide şefkat, merhamet ve sabır olmaz. İnançsızlıkla sevgisizliğin, bencilliğin acısı en şiddetli şekilde yaşanır.

Mutluluk ancak Allah aşkıyla olur; bunun dışında kalp tatmin olmaz, kurtuluş yolu bulunmaz. Onlarca yol dener insan ancak başka türlü mutlu olamaz. Yaşaması gereken, bu samimi ve gerçek aşktır. Bu, ruhun ihtiyacı olan gıdadır, ruh ve iman bu döngü ile sürekli beslenir.

Dünyevi aşklar genellikle romantizme dayalıdır ve imani boşluktan kaynaklanır. Gerçek aşkın taklididir; geçici, kısa süreli ve sonludur. Allah için yaşanan sevginin ise belli bir süresi ve sonu yoktur. Bu sevgi kesintisi olmayan, asla bitmeyen, sonsuz yaşamda da devam edecek olan tutku dolu sevgidir. İnsanın kalbinde hem imani coşkuyu tetikleyen ve hem mutmainlik oluşturan başka bir aşk yoktur.

Bu aşk Allah'ın iman eden kullarına bahşettiği bir nimettir. İnsan bu aşkı doruğunda yaşıyor da olsa, ahirette yaşayacağı çok daha büyük bir güzelliktir ve çok daha haz vericidir. Allah, “İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır.” (Meryem Suresi, 96) buyurarak, gerçek sevginin ve muhabbetin ancak imanla yaşanabileceğinin sırrını verir.

Aşk, çok yüksek duygulara dayanan sevgidir. Karşılığı olan sevgi, aşk değildir; maddi karşılığı olan sözde sevgiye aşk denmez. Aşk çok saf, çok temiz, çok asil duygudur. Allah, bir göğüste iki kalp kılmadığını haber verir; o tek kalp Allah aşkı ile dolu olan kalptir. Diğer tüm aşklar onun türevleridir; O'nun yarattıklarına duyulan aşktır. Bu gerçek aşkı içinde hisseden, kalbini O’na tam olarak teslim eden insan, dünyanın tüm güzelliklerine kavuşur.

O, sevginin asıl muhatabı iken insan O'ndan uzak yaşar, yaşamı boyunca gerçek sevgi ve dostluğu arar. Bilmez ki, tek ve gerçek 'Sevgili' ona şahdamarından daha yakındır...

Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir Sevgiliyi aramakla geçiyor.” (Mesnevi V 3272)

Fuat Türker

Share this post


Link to post
Share on other sites

sem.jpg

İçi hep kaynar Aşığın; Hasret der kaynar ;Mevla der kaynar

Yâr der kaynar!…

Benliği buhar olur da bulut misali yükselir başının üstüne…

Ateşe vermiştir her şeyi Gönül Ocağına atmıştır dünyayı ve dünyevî şehvetleri…

Yanan yüreğinden buharlaşan feyizle; başının üzerinde oluşan Muhabbet Bulutu korur Aşığı Nefsinin Cehennem Sıcağından!…

Gönlünden taşan buhar; bulut bulut dolanır üstünde Dolanır ki; Rahmet yağsın üstüne…

Her gittiği yere bulutu (aşkı) ile gider Aşık….

Her gittiği yere Muhabbetini taşır…

Çorak araziler susuz topraklar Onunla suya kanar…

Bir beldede bir toplulukta başı dumanlı bir Aşık varsa orada Muhabbet orada Rahmet orada Bereket vardır!…

Mekke çölünü hayat membaına dönüştüren bulut Muhammed’imin bulutuydu…

Meclisleri Dergahları Toplulukları Sohbet ortamlarını Beşeriyet Hararetinden Aşığın gönlüdür koruyan!..

Yanmayı göze almıştır Aşık…

Hem de öyle bir göze alış ki;

Cebrail’e (Aklına) “SEN ÇEKİL ARADAN” demiş ve atlamıştır ateşe…

İzleyenlerin korku dolu bakışları arasında ATEŞ SERİN VE SELAMET “olur Aşığa.

Aşık; “HASBUNALLAH” demiştir…

VE NİMEL VEKİL VE NİMENNASIR Sırrını görmüştür…

Ve Alemlerin Rabbi; “EY ATEŞ (EY BENLİK-EY BEŞERİ BOYUT) İBRAHİM’E (Rabbine Teslim Olan Aşığa) SERİN VE SELAMET OL! ” demiştir…

Her Aşığın başında bir bulut gezer!…

Muhammed’in bulutunu herkes görüyordu ama fark eden çok azdı. Manasını sadece Süt Anne Halime Rahip Bahira ve Hadice-i Kübra fark etti!…

Aşıkta; bulut görmeye Göz gerek!…

Aşıkta; Rahmet sezmeye Öz gerek!…

Aşık; bulutun şimşekler saldığını yıldırımlar boşalttığını çok geç fark etmiştir. Ve aşık; yıldırımın can aldığını Azrail”nin buluttan gülümseyeceğini çok geç anlar!..

Anladığında aşık hiçliğe kanat açarken aşk; yeni arazileri sulamak taze fidanları yakmak üzere beka yoluna devam edecektir Aşkın Beka sırrı olduğunu aşıka dost olan bilir Onun için Ebubekir şöyle demiştir Muhammedimiz irtihal ettiğinde: Muhammede tapan varsa bilsin ki O ölmüştür!…

Ama Bakidir!..

Aşık; Ölür

Aşk; Bakidir!

Selam olsun aşk sırrına talip olanlara!…

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dükkân-ı anâsırda ettirme sivâ bey’in

Kurtar beni hüsrândan bâzârımı aşk eyle.”

(Şemseddin Sivasî)

[(Yâ Rab! Beden denilen şu) unsurlar dükkânında alışverişimi aşk eyle.

(Senin aşkından) başka şeyleri alıp sattırma.

(Böylece) beni zarara uğramaktan kurtar.]

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...