Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Selmanbey

Mezheb İmamlarımızın Hadis Titizliği

Recommended Posts

Fıkhın Babası Imam Ebu Hanife Rahmetullahi Aleyh

 

1. Hadis sahih olduğunda, benim mezhebim hadistir.

 

( İbn Abidin, Hâşiye (1/63), Resmul-Müfti (İbn Abidin'in risalelerinden biridir) 1/4'te, Şeyh Salih el-Fellâni İkaz'ul-Himem (s.62)'de nakletmişlerdir.)

 

Ayrıca İbn Abidin Şerhu'l-Hidaye'de İbnu'l-Humam'ın hocası İbnu'-Şahna el-Kebir'den şunu nakleder:

 

"Eğer hadis sahih olur da, mezhebe muhalif olursa hadisle amel edilir. Bu da onun mezhebi olur. Hadisle amel etmekle de kişi Hanefi olmaktan çıkmaz. Çünkü Ebu Hanife'nin "Hadis sahih olursa benim mezhebim odur (hadistir)" sözü sahih bir yolla gelmiştir. "Nitekim İbn Abdilberr bunu Ebu Hanife ve başka alimlerden rivayet etmiştir."

 

Bu, ilimlerinin ve takvalarının kamil olmasının bir sonucudur. Çünkü burada bütün sünneti kuşatamadıklarına işaret etmişlerdir. Daha sonra geleceği üzere İmam Şafii bunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Yani, bazen onlar kendilerine ulaşmamış bir sünnete muhalif görüş serdedebilirler. Böyle bir durumda bizlere, sünnete tabi olmayı ve bunu onların mezhebi olarak kabul etmeyi emretmişlerdir. Allah hepsine rahmet eylesin.

 

2. Bir kimsenin nereden aldığımızı bilmeden bizim sözümüzü alması (onunla amel etmesi) helal olmaz.

 

Bir rivâyette de; “Benim delilimi bilmeyen bir kimsenin sözlerimle fetva vermesi haramdır çünkü biz beşeriz. Bugün bir söz söyler, yarın ondan geri dönebiliriz.”

 

(İbn Abdilberr, el-İntika fi fedaili's-selaseti'l-eimmeti'l-fukaha s. 145 İbnu'l-Kayyim İ'lamu'l-Muvakkıîn (2/309). İbn Abidin el-Bahru'r-Raik'in Haşiyesi (6/293). Resmu'l-Müfti (s. 29, 32). Şarani el-Mizan 1/55'de ikinci rivayetle.Üçüncü rivayeti ise: Abbas ed-Dûrî İbn Main'in Tarihinde (6/77/1) İmam Züfer'den sahih bir senedle rivayet etmiştir. Bunun benzeri sözlerde Ebu Hanife'nin talebeleri Ebu Yusuf, İmam Züfer, Afiye b. Yezid'den rivayet edilmiştir. (el-İkaz s. 52) İbnu'l-Kayyim, Ebu Yusuf'tan gelen rivayetin sahih olduğunu söylemiştir. (2/344). Ayrıca el-İkaz'ın ziyadelerinde (s.65) İbni Abdil-Berr ve İbnu'l-Kayyim'den rivayet edilmiştir.)

 

Delillerini bilmeyenler hakkında söyledikleri bu ise, sözlerinin delile muhalif olduğunu bildiği halde delile muhalif fetva verenlerin durumu nedir acaba! Bu sözü iyice düşün. Çünkü bu tek başına körü körüne taklidi yıkmaya yeterlidir. Bundan dolayı bazı mukallidler Ebu Hanife'nin delilini bilmeden onun sözüyle fetva veremeyeceği söylendiğinde bunun Ebu Hanife'ye ait olduğunu reddetmektedir.

 

3. Allah'ın kitabına ve Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hadislerine muhalif bir söz söylersem, sözümü terkedin.

 

(el-Fellâni, el-İkaz s.50. Ayrıca bunu İmam Muhammed'e de nispet etmiştir.)

 

Ardından şöyle demiştir:

 

"Bu ve benzeri sözler tabi ki müçtehid için değildir. Çünkü bu hususta onların sözlerine ihtiyacı yoktur. Bilakis bu mukallid için geçerlidir."

 

İmam Şa'rani el-Mizan'da (1/26) bu söze binaen şunları söyler:

 

"Şayet imamın vefat ettikten sonra sahih olduğu ve bunlarla amel etmediği ortaya çıkan hadisleri ne yapayım? dersen, cevabım şudur: Yapman gereken hadislerle amel etmektir. Çünkü imanım bunlara ulaşsaydı ve ona göre sahih olsaydı, belki bunlarla amel etmeyi sana emrederdi. Çünkü imamların hepsi şeriatin esiridir. Bunu yapan da iki eliyle hayrı kucaklamış olur. Kimde; "İmamım onunla amel etmedikçe bir hadisle amel etmem" derse hayrın çoğunu elinden kaçırır. Nitekim mezhep mukallitlerinin çoğunluğunun durumu böyledir. Halbuki yapmaları gereken imamlarının vasiyetini yerine getirmek üzere ondan sonra sahih olduğu ortaya çıkan her hadisle amel etmekti. Çünkü bizlerin onlar hakkındaki kanaatimiz şudur: Şayet onlar yaşasalardı ve onlardan sonra sahih olduğu ortaya çıkan bu hadisleri elde etselerdi hadisleri esas alır ve onlarla amel ederlerdi. Yapmış oldukları bütün kıyasları da, söylemiş oldukları sözleri de terkederlerdi.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Medine'nin İmamı İmam Malik Rahmetullahi Aleyh

 

1. Ben bir beşerim, isabet eder, hata da ederim. Benim görüşlerime bakın; Kitap ve sünnete uyanları alın, Kitap ve sünnete uymayanların hepsini terkedin.

 

(İbn Abdilberr, el-Câmi (2/32). Ondan da İbn Hazm Usulü'l-Ahkam (6/149), yine el-Fellâni (s. 72))

 

2. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-dışında her insanın sözlerinin bir kısmı alınıp, bir kısmı terk edilebilir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-ise müstesnadır.

 

(Bu sözün İmam Malik'e nisbeti müteahhir alimler arasında meşhurdur. İbn Abdilhadi, İrsâdû's-Salik (1/227)'te sahih olduğunu söylemiştir. İbn Abdilberr el-Câmi (2/91)'de İbn Hazm Usulü'l-Ahkam (6/145, 179)'da el-Hakem b. Uteybe ve Mücahid'in sözü olarak rivayet etmişlerdir. Takıyuddin es-Subki de el-Fetava (1/147)'da İbni Abbas'tan rivayet etmiş ve çok güzel bir söz olduğunu belirtmiştir.Ardından şöyle demiştir; Bu sözü İbn Abbas'tan Mücahid, onlardan da İmam Malik almıştır ve ondan meşhur olmuştur. Onlardan da İmam Ahmed almıştır. Ebu Davud Mesailu'l-İmam Ahmed s. 276'da diyorki: Ahmed'in şöyle dediğini işittim: Rasulullah (s.a.v) dışındaki herkesin muhakkak sözlerinden alınır da, bırakılır da...)

 

3. İbn Vehb diyor ki: İmam Malik'e, abdest alırken ayak parmaklarının arasını tahlil (el parmaklarıyla arasına su ulaştırma) meselesi sorulduğunda şöyle dediğini duydum: “Bunu yapmak vacip değildir.” İnsanlar gidinceye kadar sustum. Sonra ona dedim ki: “Bu hususta elimizde varid olan bir sünnet var.” Dedi ki: “Nedir bu?” Dedim ki: “Bize Leys b. Sa'd, İbn Lehia ve Amr b. Haris anlattı ki, Yezid b. Amr el-Meafirî'den, (o da) Ebû Abdurrahman el-Habelî'den, (o da) el-Müstevrid b. Şeddat el-Kureşî'den dedi ki: Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in serçe parmağıyla ayak parmaklarının arasını ovaladığını gördüm.” Dedi ki: “Bu güzel bir hadistir, şimdiye kadar da duymuş değilim.” Sonraları bu mesele tekrar sorulduğunda, insanlara böyle yapmalarını emrettiğini gördüm.

 

(İbn Ebi Hatim, el-Cerh ve't-Tadil'in mukaddimesi s. 31,32. Ayrıca Beyhaki Sünen'de (1/81)'de rivayet etmiştir.)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ehl-i Hadis'in İmamı İmam eş-Şafiî Rahmetullahi Aleyh

 

İmam Şafiî'ye gelince bu hususta ondan nakledilenler daha çok ve daha da güzeldir. Şafiî mezhebine tâbi olanlar (belki bu zaman için sözkonusu değil) da bununla daha çok amel etmişlerdir. Bu sözlerden bazıları şunlardır:

 

1. Rasûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem-sünnetlerinden bazılarının ulaşmadığı veya kaybolmadığı hiç kimse yoktur. Söylediğim her söz ve koyduğum her asıl, şâyet Rasûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem-bir sünnetiyle aykırılık arzediyorsa, uyulacak Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sözüdür. O ayrıca benim de sözümdür.

 

(Hakim, İmam Şafiî'den kendi senediyle muttasıl olarak rivâyet etmiştir. İbn Asakir'in “Tarih-u Dımeşk”ında da böyledir. (15/1/3) “İ'lâmu'l-muvakkiîn” (2/363-364) ve “el-İkâz”, s.100)

 

2. Müslümanlar, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünneti ortaya çıktıktan sonra, bir kimsenin o sünneti başka birinin sözü için terketmesinin helal olmayacağı hususunda icma etmişlerdir.

 

(İbnu'l-Kayyim 2/361, el-Fellani s.68)

 

3. Kitaplarımda Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine muhalif birşey bulursanız, Rasûlullah’ın sünnetiyle amel edin benim sözlerimi terkedin. Başka bir rivâyette de: “Ona tâbi olun ve başka hiç kimsenin sözüne iltifat etmeyin.”

 

(el-Heravi Zemmü'l-Kelam 3/47/1, Hatib el-İhticac bi'ş-Şafii 8/2, İbn Asakir 15/9/1, Nevevi el-Mecmu' 1/63, İbnu'l-Kayyim 2/361, Fellani s.100 ikinci rivayeti ise Ebu Nuaym el-Hilye (9/107)'de, İbn Hibban sahihinde (3/284) sahih bir senedle rivayet etmiştir.)

 

4. Hadis sahih olduğunda benim mezhebim o hadistir.

 

(Nevevi, a.g.e. Şa'rani (1/57) (Hakim ve Beyhaki'ye nispet ederek) Cellani (s.107) (rivayet etmişlerdir). Şarani diyor ki: "İbn Hazm dedi ki: Yani ona veya başka alimlere göre sahih olursa")

 

Bundan sonra gelen sözünde bunu açık bir şekilde ifade etmiştir. Nevevi özetle şunu söyler: "Mezhep alimlerimiz bununla, tesvib hastalık özründen dolayı ihramdan çıkmayı şart koşmak meselelerinde amel etmişlerdir. Bu meseleler dışında başka meseleler vardır. Mezhep kitaplarında olduğu gibi... Mezhebimizden hadise dayanarak fetva verdiği nakledilenlerden bazıları: Ebu Yakub el-Buvayti, Ebu'l-Kasım ed-Dâreki...dir. Bunu kullanan muhaddis arkadaşlarımız da: İmam Ebu Bekr el-Beyhaki vb. dir. Mezhebimizin eski mensuplarından bazıları, bir meselede hadis bulurlarsa, Şafii'nin mezhebi de o hadise muhalif ise hadisle amel eder ve ona dayanarak fetva verirlerdi. Ek olarak şunu söylerlerdi: "Şafii'nin mezhebi hadise muvafık olan şeydir."

 

Şeyh Ebu Amr diyor ki: Şafiilerden biri mezhebine muhalif bir hadis görürse bakar: Eğer mutlak manada -veya o bab yahut meselede- içtihadi unsurları haiz ise bağımsız olarak o hadisle amel edebilir. İçtihadi unsurları haiz değilse ayrıca hadise muhalefet etmek ağrına gidiyorsa ve hadise muhalefet etmeye sadra şifa bir cevap bulamıyorsa, Şafii dışında bir imam o hadisle amel etmişse, o da onunla amel edebilir. Bu da ona imamının mezhebini bırakma da mazeret olur. Bu söylediği güzel bir şeydir. Allah doğrusunu bilir.

 

Ortada İbnu's-Salah'ın değinmediği bir suret daha var. O da: Eğer hadisle amel eden kimseyi bulamazsa, böyle bir durumda ne yapar? Bu soruya Takıyyuddin es-Subki: Mana "Kavli'ş-Şafii... ize sahhel hadis" (c.3, s.102)’de şöyle cevap vermiştir:

 

"Bana göre evla olan hadise tabi olmaktır. Kişi kendini Rasulullahın huzurunda ve hadisi ondan işittiğini farzetsin, amel etmekten geri kalabilir mi? Allah'a yemin olsun ki hayır. Herke de anladığı miktarla mükelleftir.

 

Bu konunun izahını ve tamamını İ'lamu'l-Muvakkiin (2/302,370), el-Fellâni'nin: "İkaz'ü Himemi Uli'l-Ebsar, liliktidâi bi-seyyidil-muhacirin ve'l-ensar ve tahzirihim ani'l-ibtidâi'ş-Şâi fi'l-kura ve'l-emsar min taklidi'l-mezahib maa'l-hamiyyeti ve'l-asabiyyeti beyne fukahai'l-emsar" adlı eserinde bulabilirsin. Bu kitap da konusunda eşsiz bir kitaptır. Hakkı seven her kişinin bunu anlayarak ve üzerinde titizlikle durarak okuması gerekir.

 

5. Sizler (burada hitap Ahmed bin Hanbel'e yöneliktir) hadisleri ve ricali benden daha iyi bilirsiniz. Eğer hadis sahih olursa onu bana da söyleyin. Kufeliler, Basralılar ve Şamlılar rivâyet etsin farketmez, eğer sahih ise ben onlara giderim.

 

(Bunu, İbn Ebi Hatim Adabü'ş-Şafii (s.94-95)'de Ebu Nuaym el-Hilye'de (9/106) Hatib el-İhticac biş-Şafii (1/8)'de, ondan da İbn Asakir (1/9/15) İbn Abdilberr el-İntikâ (s.75)'de İbnü'l-Cevzi Menakibu'l-İmam Ahmed (s.499)'de, Herevi (2/47)'de, -üç yoldan Abdullah b. Ahmed b. Hanbel'den o da babasından, Şafii ona şöyle dedi... şeklinde- rivayet etmişlerdir. Ondan geldiği sahihtir. Bu yüzden İbnu'l-Kayyim İ'lam (2/325) Fellani'de el-İkaz (s.152)'de bu nisbetin kesin olduğunu belirtmiştir. Ardından diyor ki: "Beyhaki diyor ki: Bu yüzden Şafii'nin hadisi esas alması çoktur. Yani o, Hicaz, Şam, Yemen ve Irak ehlinin ilmini cem etmiştir. Tolerans tanımadan ve kendi beldesinin ehlinin mezhebine uyana meyletmeden sahih gördüğü her hadisi almıştır. Hakkı her gördüğü yerde... Ondan önce gelenler arasında sadece beldesinin mezhebiyle yetinip, muhalif olan sahihleri öğrenmek için çalışmayanlar vardır. Allah bize de, ona da mağfiret etsin.)

 

6. Nakil ehline göre (hadis âlimleri), hakkında Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sahih hadis bulunan her meselede muhalif görüşlerimden hayatımda da, öldükten sonra da vaz geçmişimdir.”

 

(Ebu Nuaym el-Hilye 9/107, Harevi 1/47, İbnu'l-Kayyim, İ'lamu'l-Muvakkiin 2/363, Fellani s.104)

 

7. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den sahih bir hadis olduğu halde benim ona muhalif bir söz söylediğimi görürseniz, bilin ki, aklım başımdan gitmiştir.

 

(İbn Ebi Hatim Adabu'ş-Şafii s. 93. Ebu'l-Kasım es-Semerkandi "el-Emali, Ebu Hafs el-Müeddip Münteka (1/234) Ebu Nuaym el-Hilye (9/106) İbn Asakir (1/10/15) de sahih senedle rivayet etmişlerdir.)

 

8. Ben bir söz söyler de, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sözüme muhalif sahih bir hadisi varsa, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hadisi (amel etmekte) evladır, beni taklid etmeyin.

 

(İbn Ebi Hatim s.93 Ebu Nuaym ve İbn Asakir (2/9/15) sahih bir senedle rivayet etmişlerdir.)

 

9. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den gelen her hadis benim sözümdür, benden duymamış olsanız bile!

 

(İbn Ebi Hatim s. 93-94)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ehl-i Sünnet'in Kalesi İmam Ahmed Rahmetullahi Aleyh

 

İmam Ahmed'e gelince; imamlar arasında hadisleri daha çok toplayan ve bunlara bağlanan odur. Öyle ki “fer’î konuları ele alan kitapların telif edilmesini hoş görmezdi.”

 

(İbnu'l-Cevzi, el-Menakib s.192)

 

Bundan dolayı şöyle demektedir:

 

1- Beni taklid etmeyin, Malik’i de, Şafiî'yi de, Evzaî ve Sevrî'yi de taklid etmeyin. Onlar nereden aldılarsa siz de oradan alın.”

 

(el-Fellani s.113, İbnu'l-Kayyim, İ'lam 2/302)

 

Başka bir rivâyette: “Dininde bu kimselerden kimseyi taklid etme, Rasûlullah ve sahâbîlerinden varid olan ne ise onu al. Sonrasındaki tabiînlerde ise kişi muhayyerdir.” Bir defasında da şöyle demiştir: “İttiba, kişinin, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'e ve sahâbîlere tâbi olmasıdır. Ancak tabiînden sonra kişi muhayyerdir.”

 

(Ebu Davud, Mesailu'l-İmam Ahmed, s. 276-277)

 

2- Evzaî'nin görüşü, Malik'in görüşü, Ebû Hanife'nin görüşü... Bunların hepsi birer görüştür. Bana göre de hepsi eşittir. Delil ise ancak rivâyetler (hadisler)dir.

 

(İbn Abdilberr, el-Câmi' 2/149)

 

3. Kim Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hadisini reddederse, o helak olacağı bir uçurumun kenarındadır (demektir).

 

(İbnu'l-Cevzi s.182)

 

İşte, hadislere sarılmayı emretme, basiretsiz bir şekilde taklidi nehyetme hususunda imamların söyledikleri bunlar. Bunlar öyle açık ifadeler ki hiçbir tevil veya münakaşayı kaldırmaz. Kaldı ki sünnette sabit olana sarılan kişi, -imamların bazı sözlerine muhalif de olsa- onların mezheplerinden ve yollarından ayrılmış olmaz. Bilakis o hepsine tâbi olmuş, kopması mümkün olmayan sağlam kulpa tutunmuş olur. Ancak onların sözlerine muhalif olan sünnetleri terkeden kimse böyle değildir. Böyle biri onlara isyan etmekte ve biraz önce onlardan nakletmiş olduğumuz sözlerine muhalefet etmektedir. Allah Teâlâ da buyuruyor ki:

 

Rabbine yemin olsun ki, aralarındaki anlaşmazlıklarda seni hakem seçip sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamıyla boyun eğmedikçe, iman etmiş olmazlar.

 

(Nisa 65)

 

Yine buyuruyor ki:

 

Onun emrine muhalefet edenler başlarına bir musibet gelmesinden veya acı bir azaba uğramaktan sakınsınlar.”

 

(Nur 63)

 

Hafız İbn Receb -Allah ona rahmet etsin- diyor ki:

 

“Kendisine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emrinin ulaştığı her kişinin yapması gereken; bunu ümmete beyan etmek, onlara nasihat edip bu emre tâbi olmaları için çalışmaktır. İsterse bu, ümmette büyük bir zatın görüşüne ters olsun. Çünkü Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in emri, hata ederek muhalefet eden büyük bir zatın sünnete aykırı emrinden tazim edilmeye ve uyulmaya daha layıktır (hak sahibidir). İşte bu itibarla sahâbîler ve onlardan sonra gelenler sahih sünnetlere muhalefet edenleri tenkid etmişlerdir. Bazen belki de tenkidlerinde kaba ifadeler de kullanmışlardır."

 

Bunu hatta babalarına ve alimlerine karşı yapmışlardır. Nitekim Tahavi Şerh Meani'l-Asar (1/372), Ebu Ya'la Müsned'inde (3/1317) ricali sika olan ceyyid bir senedle Salim b. Abdillah b. Ömer'den rivayet ettiler ki (Salim) diyor ki:

 

"Mescidde İbn Ömer'le otururken Şamlılardan bir adam geldi ve ona hac zamanına kadar umreden faydalanmayı sordu? İbn Ömer dedi ki: Bu güzel bir şeydir. Adam dedi ki: "Ancak baban bunu nehyediyordu." Adama şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! Rasulullah (s.a.v) bunu yapmışken babam bunu nehyetse, sen kimin Rasulullahın emrine mi, babamın nehyine mi uyarsın? Dedi ki: "Rasulullahın emrine." Adama dedi ki: "Hadi kalk, git." İmam Ahmed (no: 5700) benzerini rivayet etmiştir. Tirmizi de (2/82) sahih olduğunu söylemiştir. İbn Asakir (1/51/7), İbn Ebi Zib'den şunu rivayet eder. Dedi ki: Sa'd b. İbrahim (yani Abdurrahman b. Avf'ın oğlu) bir adam hakkında Rabia b. Ebi Abdirrahman'ın görüşüne dayanarak hüküm verdi. Ben de ona verdiği hükme muhalif Rasulullahın bir haberini aktardım. Bunun üzerine Sa'd, Rabia'ya dedi ki: Bu İbn Ebi Zi'b. Bana göre sika (güvenilir) biridir. Bana da Rasulullahtan verdiğim hükme muhalif bir haber naklediyor. Rabia ona dedi ki: Sen içtihad ettin ve hükmünü verdin. Sad ise cevaben şöyle dedi: "Ne acayib bir durum! Sad'ın hükmünü uygulayacağım da Rasulullah (s.a.v)'in hükmünü uygulamayacağım. Hayır, hayır. Sad'ın hükmünü reddedecek, Rasulullah (s.a.v)'in hükmünü yerine getireceğim. Bu sefer Sad davayı yazdığı kararnameyi getirtti ve yırttı. Ardından adamın lehine hüküm verdi."

 

Ondan nefret ettikleri için değildir bu. O bilakis o sevdikleri ve saygı duydukları biridir. Ancak ne olursa olsun, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'i daha çok sevmektedirler. Onun emri de bütün mahlukatın emrinin üstündedir. Eğer Rasûlullah’ın emri ile bir başkasının emri çelişirse, Rasûlullah’ın emri öne alınmalı ve ona tâbi olunmalıdır. Onun emrine muhalif olana duyulan saygı, Rasûlullah’ın emrine tâbi olmaya engel teşkil edemez. Her ne kadar o kişi hatasında bağışlanmış olsa da.

 

(Bilakis ecir bile alacaktır. Çünkü Rasulullah (s.a.v) buyuruyor ki: "Hakim içtihad eder de isabet ederse ona iki ecir vardır. Hüküm verirken içtihad eder de hata ederse ona da bir ecir vardır. Buhari-Müslim rivayet etmişlerdir.)

 

Kaldı ki, o bağışlanmış olan zat, Rasûlullah’ın muhalif emri kendisine geldiğinde kendi görüşüne muhalefet edilmesine itiraz da etmez.

 

(İkazu'l-Himem'in talikinde nakletmiştir. s.93)

 

Buna nasıl edecekler ki?! Değil mi ki, onlar bunu tâbilerine emretmişler ve onlara sünnete muhalif sözlerini terketmeyi gerekli kılmışlardır. Hatta İmam Şafiî tâbilerine, kendisi onu almamış olsa bile sahih sünneti ona nispet etmelerini emretmiştir. Bu yüzden İbn Dakik el-İyd teker teker ve toplu olarak dört imamdan herbirinin sahih hadislere muhalif olan görüşlerini topladığı tek ciltlik büyük eserinin mukaddimesinde şöyle demiştir:

 

“Bu meseleleri müçtehid imamlara nispet etmek haramdır. Mukallid fakihlerin de bunları bilmeleri gerekir ki, bu görüşleri onlara nispet ederek, onlara iftira etmesinler.”

 

(el-Fellani s. 99)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aşağıya İmamı Rabani Mektubat'ından 312. mektubu aldım. Namazda işaret parmağı ile ilgili bir soruya Rabbani hz'lerinin verdiğ cevap içerisinde, Hadislere uymayan içtihatların veya uymuyor gibi görülen içtihatların nasıl değerlendirileceğini çok net bir şekilde açıklıyor.
''Süâl:
Hanefî mezhebinde olan bir müslüman, namazda otururken, parmağı ile işaret eder mi?
Cevâb:
Yavrum! Şehâdet parmağı ile işaret etmenin câiz olduğunu bildiren hadis-i şerifler çoktur. Hanefî mezhebindeki âlimlerin bir kısmı da, böyle söylemiştir. Hanefî mezhebindeki kitaplar, çok dikkatle okunursa, parmak kaldırmanın câiz olduğunu bildiren haberler,
(Üsûl bilgileri)
değildir. Mezhebin
(Zâhir haberleri)
değildir. İmâm-ı Muhammed Şeybânî, (Peygamberimiz mubârek parmağı ile, işaret ederdi. Biz de, Onun gibi, parmağımızı kaldırır ve indiririz. İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe de böyle söyledi) diyor ise de, imam-ı Muhammedin böyle dediği,
(Nevâdir)
haberlerindendir.
(Üsûl)
haberlerinden değildir.
(Fetâvâ-i garâib)
de diyor ki,
(Muhît)
kitabında, (Sağ elin şehâdet parmağı ile işaret edileceğini imam-ı Muhammed
(Üsûl)
kitaplarında bildirmedi. Sonra gelen âlimler de, başka başka söyledi. İşâret edilmez diyenler oldu, işaret edilir diyenler de oldu. İmâm-ı Muhammed, Üsûl kitaplarından başka kitaplarında, Peygamber işaret ederdi diyor ve İmâm-ı a'zam da bunu haber verdi buyuruyor. İşâret etmek sünnettir denildiği gibi, müstehabdır diyenler de vardır) diyor. Fetâvâ-i garâibde bundan sonra diyor ki, doğrusu, işaret etmek haramdır.
(Fetâvâ-i Sirâciyye)
de [Ali Ûşî ] diyor ki, (Namazda eşhedü en lâ... derken, şehâdet parmağı ile işaret mekruhtur.
(Kübrâ)
kitabı da, böyle diyor. Âlimler bunu beğeniyor. Fetvâ da böyle verilmiştir. Çünki, namazda hareketsiz, vekarlı olmak lâzımdır).
(Gıyâsiyye)
fetvâ kitabında, [Dâvüd bin Yûsüf ] diyor ki, (Otururken şehâdet parmağı ile işaret edilmez. Fetvâ böyledir. Muhtâr olan, beğenilen de budur).
Muhammed Kuhistânî ,
(Câmi'ürrümûz)
kitabında diyor ki, (İşâret edilmez ve parmak bükülmez. Mezhebin üsûl bilgilerine göre böyledir. Zâhidînin kitabında da böyledir. Fetvâ da böyle verilmiştir.
(Mudmerât), (Velvaliciyye), (Hülâsa)
ve daha başka kitaplarda da böyle yazılıdır. Büyüklerimiz, parmak ile işaret etmenin sünnet olduğunu da bildirmektedir).
Hazîne-tür-rivâyât kitabında,
(Tatârhâniyye)
kitabından alarak diyor ki, (Teşehhüdde otururken, lâ ilâhe illallah derken, sağ el şehâdet parmağı ile işaret eder mi? İmâm-ı Muhammed bunu, üsûl haberlerinde bildirmedi. Sonra gelenler, başka başka söyledi. Bir kısm âlimler, işaret edilmez dedi.
(Kübrâ)
da böyle yazıyor. Fetvâ da böyledir. Bir kısmı ise, işaret edilir dedi).
Görülüyor ki, işaret etmenin haram olduğunu söyliyen âlimler vardır. Mekruh olduğunu bildiren fetvâlar mevcûddur. İşâret edilmez, üsûl haberleri böyledir diyenler çoktur. O hâlde, bizim gibi mukallidlerin, hadis-i şerif vardır diyerek, işaret etmeğe kalkışmamız ve böylece, birçok müctehidlerin fetvâları ile haram veya mekruh ve yasak olduğu bildirilen bir işi yapmamız doğru olmaz. Yasak olduğunu bildiren fetvâlar karşısında, hanefî mezhebindeki bir kimsenin, parmakla işaret etmesi, iki fikri gösterir: 1- İctihâd derecesinde, yüksek olan bu din âlimlerinin işaret edileceğini bildiren, meşhûr hadislerden haberleri yok imiş demek olur. 2- Yâhud, hadis-i şerifleri işitmişler, fakat, bu hadislere uymamışlar. Kendi kafaları, düşünceleri ile hareket etmişler demek olur. Bu fikrlerin ikisi de, çok bozuktur. Böyle sanmak için, pek bayağı veya çok inatçı olmak gerektir:
(Tergîb-üs-salât)
kitabındaki, (Eski âlimler, namazda şehâdet parmağı ile işaret ederdi. Sonraları, şî'îler, bu işte taşkınlık yaptığından, sonra gelen hanefî âlimleri, işaret etmeği, Ehl-i sünnete yasak etti. Böylece, sünnîler, şî'îlerden ayırd edilmiş oldu) sözü de, kıymetli kitaplardaki haberlere uygun değildir. Çünki, âlimlerimizin
(Zâhir üsûlü),
işaret etmemeği ve parmağı bükmemeği bildiriyor. Yâni, eski âlimler işaret edilmez buyurmuştur. O hâlde, bu işin şî'îlikle bir ilgisi yoktur. İşâret edilmiyeceğini bildiren din büyüklerine karşı, edeb ve saygımızı takınarak, bize düşen söz şöyle olmalıdır: (Bu büyükler, işaret etmenin haram ve mekruh olacağına bir delîl, vesika elde etmeselerdi, haram veya mekruh demezlerdi. İşâret etmenin sünnet ve müstehab olduğunu bildiren haberleri söyledikten sonra, (Böyle demişler ise de, doğrusu işaretin haram olduğudur) buyurmazlardı. Demek ki, bu din büyükleri, işaretin sünnet ve müstehab olduğunu gösteren haberlerin değil, belki yasak olduğunu gösteren vesikaların doğru olduğunu anlamışlardır). Sözün kısası, bizim gibi câhillerin, birkaç hadis-i şerif işitmemiz, delîl ve senet olamaz. Din büyüklerinin sözlerini red etmemize sebeb olamaz. Eğer, (Biz şimdi, onların anladıklarının yanlış olduğunu gösteren bilgileri ele geçirmiş bulunuyoruz) denirse, bizim gibi mukallidlerin bilgisi, bir şeyin helâl veya haram olmasına vesika olamaz. Birşeyin helâl veya haram olması için, müctehidin zannetmesi lâzımdır. Müctehidlerin sözlerini, senetlerini örümcek yuvasından daha çürük sanmak, büyük atılganlık olur. Kendi bilgisini, din büyüklerinin bilgilerinden üstün tutmak ve Hanefî mezhebinin
(Üsûl haberleri)
ne bozuk, çürük demek ve âlimlerin, fetvâ vermek için dayandıkları kıymetli haberi hiçe saymak ve bu haberlere yanlış demek, dîn-i islâmda büyük bir yara, gedik açmak olur. İslâmın büyük âlimleri, Resûlullahın parlak zamanına yakın oldukları için ve ilimleri, sonra gelenlerin bilgilerinden katkat çok olduğu ve haramdan, günâhlardan sakınmaları, Allahü teâlâdan korkmaları, son derece fazla olduğu için, hadis-i şerifleri, bizim gibi, din bilgilerinden haberi olmıyan, işittiği birkaç sözü ilim sanan, boş câhillerden, elbette daha iyi tanır ve anlarlardı. Doğrusunu, iğrisini, değişmiş olanını, değiştirilmemiş olanlarını, bizden daha iyi ayırd ederlerdi. Bu hadis-i şeriflere uymamak lâzım olduğunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi, dayandıkları kuvvetli vesikaları mevcûddur. Bilgisi ve görüşü onlardan az olan bizler, şu kadar anlıyoruz ki, işaretin ve parmağı bükmenin nasıl olacağını bildiren çeşidli hadis-i şerifler vardır ve birbirlerine uymamaktadırlar. Bu çeşidli haberlerin birbirlerine uymaması, işaretin yapılması için, kesin birşey söylemeği güçleştirmiştir. Bazı haberler, parmakları yumruk hâline bükmeden işaret edileceğini, bazıları bükerek edileceğini bildirmektedir. İşâretin, parmakları bükerek yapılacağını bildirenlerden bir kısmı, parmaklar [
(Halebî-i Sagîr)
kitabında, parmak işaretleri ile sayıları göstermek için kullanılan şeklleri açıkça anlattığı üzere] elliüç rakamı şeklinde, bazıları da yirmiüç rakamı şeklinde büker diye bildirmektedirler. Bazı haberler, sağ iki küçük parmağı kapayıp ve baş parmağı orta parmakla halka yapıp, şehâdet parmağı ile işaret edilir diyor. Bir habere göre, yalnız baş parmak, orta parmağın üzerine koyup işaret edilir. Başka bir haberde, sağ eli, sol el ve bileği, bilek üzerine ve kolu, kol üzerine koyup, işaret edileceği bildiriliyor. Bazı haberlerde, bütün parmakları kapatarak işaret olunması, bazılarında ise, şehâdet parmağı kımıldatılmadan işaret edilmesi buyurulmaktadır. Bunlardan başka, tehıyyâtta işaret olur diyip yeri kesin bildirilmemekte, bazı haberlerde, şehâdet kelimesi okunurken işaret olunur denilmektedir. Bazı rivayetlerde ise, otururken düâ zamanında, (Ey Kalbleri istediği gibi çeviren Allahım! Benim kalbimi, kendi dînin üzerinde bulundur!) denir ve bunu söylerken, parmakla işaret olunur buyurulmuştur.
Hanefî mezhebinin âlimleri, işaret için bildirilen hadis-i şeriflerin çok ve başka başka olduğunu görünce, namaz hakkındaki kesin ve açık emrlere uygun olmıyan, fazla bir hareketin yapılmamasını söylediler. Çünki namazda esas, fazla hareketten sakınmak ve olgun bir şekilde bulunmaktır. Bundan başka, bütün âlimler, sözbirliği ile haber vermiştir ki, parmakları, gücü yettiği kadar, kıbleye karşı bulundurmak sünnettir.
(Namazda, her uzvunu, gücün yettiği kadar, kıbleye karşı bulundur!)
hadis-i şerifi, bunu açıkça emr etmektedir.
Eğer sorulursa: (Hadis-i şeriflerin, başka başka bildirilmesi, ancak araları birleştirilemediği zaman, işi güçleştirir. Hâlbuki, işareti bildiren hadis-i şeriflerden müşterek bir emr çıkarılabilir. Çünki, çeşidli hadis-i şerifler, başka başka zamanlarda duyulup, haber verilmiş olabilir). Cevâb olarak deriz ki, haberlerin çoğunda (kâne=idi) kelimesi vardır ki, bu kelime mantıktan başka ilimlerde (kül=hep) manâsınadır. Bunun için, bu çeşidli haberler birleştirilemez.
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe, (Sözüme uymıyan hadis-i şerif öğrenirseniz, benim sözümü bırakıp, hadis-i şerife uyunuz!) buyurdu ise de, bu sözü, kendi işitmemiş olduğu hadis-i şerifler içindir. İşitmemiş olduğum bir hadis-i şerife uymıyan sözümü bırakın demiştir. Hâlbuki, işaret hakkındaki hadis-i şerifler, böyle olmayıp, meşhûr olmuş, yayılmıştır. İmâm-ı a'zam bunları, belki duymamıştır denilemez.
(Hanefî âlimleri arasında, işaret edilir diyenler, böyle fetvâ verenler de vardır. Birbirine uymıyan fetvâlardan, herhangi birine uyulursa câiz olmaz mı?) denirse:
Cevâb olarak deriz ki, fetvâların uymaması, (Câizdir, câiz değildir veya helâldır, haramdır) şeklinde olduğu zaman, câiz değildir veya haramdır diyen fetvâlara uymak esasdır.
İbni Hümâm diyor ki, (Parmağı kaldırmak ve kaldırmamakta, birbirine uymıyan hadis-i şeriflerin çokluğu karşısında, namazda hareketsiz olmak lâzım geldiği için, biz parmak oynatmamağı bildiren hadis-i şeriflere uymalıyız!) İbni Hümâma ne kadar şaşılsa azdır. Kitabında, (Âlimlerden birçoğu, işaret edilmez dedi ki, bu sözleri, hadis-i şeriflere ve akla uygun değildir!) diyerek, ictihâd derecesindeki büyük islâm âlimlerini câhil ve ahmak yapmaktadır. Mezhebin zâhirine ve üsûl haberlerine göre, ictihâd ve kıyâs, edille-i şer'ıyyenin dördüncüsüdür. İctihâda nasıl dil uzatılabilir? Bu zat, birbirine uymıyan rivayetlerin çokluğu karşısında, temiz sular kısmındaki,
(Kulleteyn)
hadis-i şerifinin de, hadis-i da'îf olduğunu söylemektedir.
Akllı, olgun oğlum Muhammed Sa'îd, parmakla işaret üzerinde bir risâle yazmaktadır. Temâm olunca, bir sûretini inşâallah gönderirim. ''

Share this post


Link to post
Share on other sites

İmama Rabani'nin 'Mebde ve Mead'ından bir bölümü aşağıya aldım. Namazda kıraat ve Hadis'den yola çıkarak mezheplere nasıl yaklaşılacağını net ifadelerle anlatıyor İmam Rabbani.

 

''Namazda kıraat farzdır ve hadis-i şerifte (Fatihasız namaz olmaz) buyuruluyor. Neden Hanefilerin, hakiki kıraati [cemaatin hepsinin okumasını] bırakıp, kıraati hükmiye [İmamın okuyup, cemaatin susmasına] karar vermelerinin sebebini tam anlayamadım.

 

İmam arkasında sükut etmeye dair açık bir delil bulamadım. Buna rağmen, mezhebime uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Çünkü, delili zayıf diye, mezhebimin hükmü ile amel etmemenin ilhad olduğunu biliyordum. Mezhepsiz olmamak için Hanefi mezhebinin hükmüne uyarak imam arkasında Fatiha okumadım. Nihayet Allahü teâlâ, mezhebe uymanın bereketi ile, Hanefi mezhebinde imama uyan cemaatin kıraati terk etmelerindeki hakikati izhar eyledi. İmam, sanki cemaatin dilinden okuyor. Bu şuna benzer: Bir köy halkı, köyün ortak bir meselesi için, köylünün tamamı kaymakama gitmez. Birkaç kişilik bir heyet seçerler. Bu heyetin hep bir ağızdan meseleyi anlatmaları da doğru olmaz. İçlerinden birini, temsilci seçerler. Temsilci, istekler aynı olduğu için, hepsinin dili ile ihtiyaçlarını arz eder. Kendilerine temsilci kabul ettikleri bu kimse, onların adına konuşur. Seçilen bu temsilcinin hepsinin adına ihtiyaçlarını arz etmesi şeklinde olan, cemaatin hükmi konuşması, onların hakiki konuşmalarından daha iyidir. İmam ile cemaatin hâli de böyledir. ''

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamu Aleyküm Gönüldaş, paylaşım için teşekkür ederim. Aynı mevzuda mesela teşehhüdde işaret etmek mevzuunda farklı farklı hadislerin varlığı belkide bizi hepsini zaman zaman yapmaya iter zaten İmam Nevevi bu tür mevzularda bütün sahih sünnetleri yapmanın daha efdal olduğu görüşündedir. Zannedersem el-Ezkar'da söyler bunu. Burada zaten mezheb vakıasını tartışmanın bir lüzumu yok çünkü başlı başına hak dava üzerine bir vakıadır. Eğer ben Medinede yaşamış olsaydım ve aklıma bir sual gelseydi gideceğim yer Kufe meclisi değil İmam Malikin meclisi olurdu. Bu çok normal. Zaten zaman içerisinde imamlar bölgeleriyle çağrılmış. Bu kaçınılmaz bir hadise ancak bir de meselenin "cumhur-u ulema"lık kısmı vardır. Hiçkimse bir çobandan cumhur-u ulemanın ne görüşte olduğunu bilmesini beklemez. Onun yapacağı en sıhhatli şey bulunduğu yere en yakın bir mescide gidip o imamın mezhebine tabi olmaktır. Ancak tarih içinde de inkarı abes bir durum vardır ki günümüze kadar mukayeseli fıkıh kitapları yazılmıştır ve orada çoğu meselenin savunucuları nakledilirken cumhurun görüşü bu yöndedir der. Burada kastetmek istediği tam da İmamların kastettiğidir. Mesela İmam Ebu Hanife yağmur namazını yok sayarken İmam Muhammed bu namazın sahih olduğunu Medine imam Malikten öğreniyor ve bugün hangi ilmihale bakarsanız bakın yağmur namazı bahsi vardır. Yukarıdaki nakillerin konuya bakan çok fazla bir yönünü ben idrak edemedim bu sebepten. Benim bu meseleyi buraya taşımamdaki amaç ise şudur:

 

Bugün bir cemaat sözgelimi teşehüdde parmak oynatmanın haram olduğu görüşündedir ve içlerinden biri bunu nehyeden bir hadis getir demez. Ne deriz? Şeyhim bilir. Eyvallah, biz allamelik taslamalıyız demiyorum ama bir de cumhurun kanaati vardır. Bu ümmet dalalet üzerine ittifak etmeyeceğine göre eğer mümkünse cumhuru ulemanın görüşü en kuvvetlidir. Burada yukarıda da değinildiği gibi mezhebin dışına çıkmak sökonusu bile değil. Şayet öyle birşey varsa "Hanefiliği" bir daha düşünün ya da İmam Ebu Yusufu ve İmam Muhamedi başka mezhebden sayın. Burada önemli olan noktada burası. Ben açtım buhariyi orda böyle yazıyor ben de amel ederim demek yerine eğer bir mevzuda ihtilaf varsa cumhura uymak en efdaldir.

 

Kendimden örnek verecek olursam; benim sabah namazında kunut duası okumam müekked sünnet ve ben bulunduğum yerde Hanefi bir cemaate imamlık yapıyorum. Mevzuyu mukayeseli fıkıh kitabında araştırdım ve Daru'l Hikme ekibiyle görüştüm. Cumhura göre sabah namazında kunut okunmaz dediler ve ben burada mezhebimin dışına çıktım. Bu beni Şafiilikten atmayacağı gibi bana başka türlü de zarar vermez. (değil mi?)

 

Bir de muzdaribi olduğum başka bir mevzuu var bu konuda. Mesela bugün hangi ilmihal kitabına bakarsanız bakın orada abdestte boynun meshinin sünnet olduğu yazılır ancak eski Hanefi fıkıh kitaplarında bu mesele aktarıldıktan sonra hadis zayıf olduğu geçer. Şafii ilmihallerinde bunun gibi bir sürü şey vardır. İmam Şafinin olmayan bir sürü görüş bulursunuz orada. İşte bu sebepten ötürü GÜCÜ OLANIN o hükmün kaynağına da bakması çok önemli. Şüphesi olan sorar soruşturu öğrenir. Tıpkı yukarıda İmam Ebu Hanife'nin dediği gibi. Zaten bir düşünsenize ben şimdi diyorum ki bakın arkadaşlar benim bu yazımı sakın ama sakın başka başlığa taşımayın. Ben ölüyorum ve biri beni çok sevdiği için başka başlığa taşıyor :) Ya kardeşim ben yapma demişim sen ne yapıyorsun? Ama bak şimdi Üstad böyle dedi de şimdi biz bunu yapalım gene ama :S Böyle bir durum var ortada. GÜCÜ OLAN'ı büyük yazdım ona iyice dikkat edilsin. Dinden zorluk yoktur :)

 

Son olarak, daha önce bu sitede İmam Rabbani Hazretlerinden biri bir mektup paşlaşmıştı. Sonunda bir baktım ki Reddül Muhtardan bir alıntı var :) Allah Allah dedim ya arada nerdeyse 150 seneden fazla bir zaman var bu iki kitapta. Eyvallah İmam Rabbani hazretleri keramet sahibi bir veli de ben 150 sene sonra yazılacak bir kitaptan alıntı yapmasını beklemezdim. Sonra bir baktım ki İhlas Bombası bir bomba daha patlatmış ve mektubata kendileri eklemiş ama eklendiği hiç anlaşılmıyor. :)

 

Yukarıda da 312. mektub denmiş ama ben baktığımda başka birşeyler buldum. Orada belki bir sıkıntı yok yani ben yanlış da bakmış olabilirim ama gene 150 sene sonra yazılmış Haleb-i Sağir'den alıntı yapılması herhalde zor. Bir de o zamanında yakaladığım sahtekarlığı içeren mektubun üslubuyla bu üslub bir gibi göründü. Temam, nemaz falan... İstersen birdaha bir bak Hacegan Gönüldaş. Gerçi dediğim gibi burada cumhura uymak çok önemli gibi geliyor bana ve ben açtım baktım buhariye tavrı doğru değil, eyvallah... Yukarıdaki yazı İmam-ı Rabbani'ye ait olmasa bile -burada emin olarak konuşmuyorum yanlış anlaşılmasın- bir tartışma vardır ve gene bir içtihad vardır diyelim. Başkalarının da başka içtihadarı olur ve iş gene aslında cumhura bakmanın zorunluluğunu gösterir.

 

Esselamu Aleyküm...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu arada Kumandan Salih Mirzabeyoğlu'nun güzel bir lafı var onu da söyliyeyim de damga vurma çalışmaları başlamadan ne konumda olduğum anlaşılsın ki meselenin özünü aramaktan ziyade başka şeyler ortaya çıkmasın. :)

 

"Mezhebleri inkar edenler, peşlerinden gidenlerle beraber aptallar mezhebini oluşturur" (Sahabenin Rolu ve Manası)

 

Bu laf beni hep güldürür :) Hakiki gönüldaşın hali bir başka :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Eyvallah...

Bir kaç gün önce şahsıma yapılan hakaretlerden sonra 'gönüdaş' hitabı ile karşılaşmak güzel... Ama nihayetinde 'hakiki gönültaş'ın hali başka:))

 

Evet, yukarıya aldığım 312. mektup içerisinde Halebi Sagir'e ait bir alıntı var... Ama o alıntı çok kısadır ve Rabbani'nin yazdıklarının ana fikrini etkileyecek bir değerde değildir. Rabbani orada parmakların şekli ile ilgili, bazıları 53, bazıları da 23 şeklinde büker, diyor. Kitabı basan yayınevi de not düşüyor ve diyor ki: Bu bahsi filan kişi kitabında ayrıntısı ile açıklamıştır. Mesela bu... Burada 312. mektupta belirtilen ana fikre aykırı veya ana fikrin yönünü değiştirici bir durum yok... Yani ortada herhangi bir sahtekarlık yok... Siz de zaten orada bir sıkıntı olmadığını söylüyorsunuz... Bunu bu şekilde ayrıntlı olarak açıklamam, bu sitede o mektubu okuyan arkadaşların aklına düşecek bir şüpheyi ortadan kaldırmak için... Tekrar ediyorum ki, 'yukarıdaki yazı İmam Rabbani'ye ait olmasa bile' diyorsunuz, yukarıdaki yazı İmam Rabbani'ye aittir... Çünkü eseri başka çevirilerden de okudum...

 

Nemaz, temam gibi örneklerle dile getirdiğiniz uslup meselesi ile nereyi işaret ettiğinizi anladım. Zira benim paylaştığım 312. mektupta nemaz, temam gibi ifadeler yok. Hakikat Kitapevinin bastığı eserlede bu ifadeler var. Sadece bir uslup meselesi... Evet, her ne kadar benim paylaştığım mektupta nemaz gibi kelimeler geçmese de, yaınevini ele verecek(!) :)) bazı kelimeler var. mesela söyliyen, diyip gibi... Yine bazı yerlerde 't' yerine kullanılan 'd' gibi... 'Ayırt etmek' kelimesinin 'ayırd etmek' şeklinde geçmesi gibi... Ahmet C. Paşanın kitabını da basan yayınevi Hakikat Kitapevidir... Orada da bu uslup fazlası ile vardır. Neyse... Bütün bunlar 312. Mektubun ana fikrini ortadan kaldırmaz, bir sahtekarlığın olduğunu göstermez.

 

Çok doğru söylüyorsunuz. Bir çobandan cumhur-u ulemanın ne demek istediğini anlamasını beklemek doğru olmaz. O çoban bulunduğu mezhebin imamına bağlanmak zorundadır. Ancak bir mezhep imamına bağlanma hali veya bir mezhebe bağlanma hali sadece bir çoban için geçerli değildir. Bir çoban için geçerli değildir, büyük din alimleri, evliya vb. için de geçerlidir. İmam Rabbani, İmam Gazali, Ahmet Rıfai, İbni Arabi, Mahmud Hüdayi, Şahı Nakşibendi gibi büyükler için de geçerli. Ve hatta İbni Teymiyye ve öğrencisi Cevzi için bile geçerli olması gerekir. imam Gazali içtihat yapacak seviyedeydi belki ama yapmamış, İmam Şafi'ye bağlı kalmış. İmam Rabbani gibi bir büyük de Mektubat'ında bu mesele üzerinde çok bahseder... İkisini buraya aldım zaten... Ve diğerleri... Bu anlamda 'Şeyhim bilir!' ifadesini yanlış yorumlamamak gerekir... Çünkü hakiki anlamda bir şeyh de bağlı bulunduğu mezhep dışında bir şey söylemez... Sahtelerini de gerçeklerinden ayırmak gerekir bu anlamda...

 

İçtihat kapısı açıktır, ama günümüzde veya hak mezheplerden sonraki dönemlerde bu ehliyette birisi çıkmadı, çıkması da mümkün gözükmemektedir. Ama bir mezhebe bağlı kalarak o mezhep içerisinde bir takım farklı görüşler çıkmıştır, olabiilir. Bu farklılık asıl üzerinde değildir.

 

Yukarıya aldığım paylaşılar tam da meselenin merkezini kuşatır. Tam meselenin içindiyim yani:))

Share this post


Link to post
Share on other sites

EBÛ HANÎFE’NİN KIYÂS YAPARAK KASITLI BİR ŞEKİLDE SAHÎH HADÎSE MUHALEFET ETTİĞİNİ SÖYLEYEN

YA ZAN İLE YA DA HEVÂ İLE KONUŞMUŞTUR

«Ebû Yûsuf rahimehullâh –ki o, Ebû Hanîfe’nin arkadaşlarının en büyüğüdür ve kadılar kadısı lakabını alan ilk kişidir- Mâlik [b. Enes] ile bir araya geldiğinde, ona bu meseleler hakkında sordu.

 

Malik ona, Medîne ehlinin mutevâtir nakli ile cevap verdi. Ebû Yûsuf [da kendi görüşünü bırakıp] Mâlik’in görüşüne döndü ve dedi ki: “Eğer arkadaşım da benim gördüğümü görmüş olsaydı, benim görüşümden döndüğüm gibi o da dönerdi.” Böylece Ebû Yûsuf bu türde bir naklin –başkaları yanında hüccet olduğu gibi- arkadaşı Ebû Hanîfe yanında da hüccet olduğunu aktarmış oldu.Ancak bu nakil Ebû Hanîfe’ye ulaşmamıştır. Nitekim ona da, ondan başka imâmlara da hadîslerden birçoğu ulaşmamıştır. O halde, kendilerine ulaşmayan bir ilmi terk etmeleri sebebiyle kınanmazlar. Ebû Yûsuf’un bu nakle dönmesi; onun ve arkadaşı Muhammed’in, hocalarının [Ebû Hanîfe’nin] görüşünü bırakıp, pek çok hadîse ittiba etmeleri türünde bir dönüştür. Bunu onlara hocaları öğretiyor ve diyordu ki: “Muhakkak ki bu hadisler de –eğer sahîh iseler- hüccettir.” Ancak bu hadîsler ona ulaşmadı.

 

Her kim, Ebû Hanîfe’nin veya müslümanların imâmlarından bir başkasının, kıyas veya başka bir şeyden dolayı sahîh hadîse kasıtlı muhalefet ettiklerini zannederse, şüphesiz ki onlar hakkında hata etmiş, ya zan ile ya da hevâ ile konuşmuştur.»

İbnu Teymiyye el-Harrânî ed-Dımeşkî (vefâtı: 728 hicrî)

Mecmû‘u Fetâvâ (20/304)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...