Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
emir abdulkadir

Allah Teala Geleceği Bilmez Mi?

Recommended Posts

Ebubekir SİFİL

 

 

İlk duyduğumda inanmadım. Çünkü, “Bu kadarı olmaz” dedirten bir iddiaydı duyduğum. Sonra arkadaşlar internetteki bir ses kaydını dinlettiler. Evet; duyduğum doğruymuş: Abdülaziz Bayındır, kendisine telefonda, “Allah benim kiminle evleneceğimi bilmez mi? Sizin böyle bir şey söylediğinizi duyduk” diye soran kişiye, “Ben demiyorum; Allah diyor” diye mukabele ediyor ve devam ediyor: “Allah Teala önceden kararlaştırmışsa sana emreder mi, şununla evlen, bununla evlenme diye?”

Sonra telefondaki ses, “Biz imamlarımızın bunun aksini söylediğini biliyorduk” gibi bir şey söyleyince şöyle mukabele ediyor: “İmamlarını boş verin kardeşim. Onların Kur’an-ı Kerim’le alâkaları yoktur zaten.”

Böyle diyor İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Öğretim Üyesi Abdülaziz Bayındır! Bu adam çocuklarınıza din öğretiyor, fıkıh öğretiyor, hatta Kur’an’ı tefsir ediyor!

Bu kaydı dinledikten sonra internette küçük bir araştırma yaptım. Meğer Abdülaziz Bayındır bunları birkaç seneden beri söylüyormuş! Bu konuda birkaç videosunu da izledim. Videolardan birinde, Kur’an’da geçen “şâe” fiilinin (Vemâ teşâûne illâ en yeşâallâhu Rabbu’l-âlemîn ayetinde ve benzerlerinde geçiyor) Emeviler ve onlardan sonra gelenler tarafından anlam kaymasına uğratıldığını söylüyor!

Bir gecemi heba ettim Abdülaziz Bayındır’ın videolarını izleyeceğim diye. Hâsılası şu:

Abdülaziz Bayındır size diyor ki: Bu ümmet, Allah’ın dinini tahrif etmek için yapılabilecek her şeyi yapmış: Başta Kur’an olmak üzere eline geçirdiği her şeyi alt üst etmiş. Sözlükleri bile tahrif etmiş bir ümmetle karşı karşıyayız. Hadisler, Fıkıh, Tefsir, Tasavvuf… “Din” denince aklınıza gelen her ne varsa dejenere edilmiş, bozulmuş, aslından uzaklaştırılmış. Allah size Abdülaziz Bayındır’ı göndermeseymiş haliniz harapmış yani!

İşin şakası bir yana, tam bir “patolojik vaka” ile karşı karşıyayız. Böyle bir zihin ve ruh durumundaki birinin sadece başkalarına değil, kendine de zarar verebileceğini gözden ırak tutmamalı.

Abdülaziz Bayındır, kullarının ne yapacağından habersiz bir tanrıya inanıyor! Abdülaziz Bayındır yarın ne yapacağını biliyor, ama tanrısı bilmiyor!

Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı, yapacaklarını “takdir” etmekten aciz; o, “karar veren” bir tanrı. Malumdur ki her “karar”ın öncesinde bir “kararsızlık” süreci vardır. O mu olsun, bu mu olsun der, sonra seçeneklerden birine karar verirsiniz. İşte Abdülaziz Bayındır’ın tanrısı da tam böyle yapıyor!

Abdülaziz Bayındır diyor ki: “Allah Teala senin kiminle evleneceğini bilse, şununla evlen, bununla evlenme der mi?”

Abdülaziz Bayındır’ın, bu algı durumuyla Allah Teala’nın “ilmi” ile “meşîeti”, “halk”ı ve “rızası” arasındaki ilişkiye dair sağlıklı bir şeyler söylemesini beklemek elbette beyhude. “Benim bu konuda bir şeyler söyleyecek kadar müktesebatım yok” deme erdemini göstermesini beklemek de öyle. Ama kendisini zorlayarak da olsa, üzerinde yetiştiği ilim zeminine en azından bir müsteşrik kadar saygılı davranmasını beklemek, kendisini izleyenlerin en tabii hakkıdır!

Sözün kısası, ulemamızın “şehvetu’z-zuhûr” dediği psikoloji, ahir zamanda pek çok kimsenin benliğini esir almış durumda. Bir insan kendisini, ulemaya muhalefet edecek yetkinlikte görebilir; onların verdiği hükümleri tartışma mevkiinde olduğunu düşünebilir. Bu başka şeydir; ait olduğu tarihi, medeniyeti, müktesebatı, züccaciye dükkânına girmiş fil gibi tahrif etmeye, kırıp dökmeye yeltenmek başka şeydir.

Bu ümmetin ilmî müktesebatı Abdülaziz Bayındır gibilerinin ifrazatlarıyla yıkılacak olsaydı, müsteşriklerin yüzlerce yıllık çabası arzu ettikleri neticeyi verirdi. O müktesebat adına değil, ama Abdülaziz Bayındır’ın bu kör gidişle kafasını nereye çarpacağı konusunda endişe edilse yeridir…

Share this post


Link to post
Share on other sites

Abdülaziz Bayındır'ı ismen bilirdim ama ne konuşmalarını dinlemişliğim ne de kitaplarını okumuşluğum vardı sadece bir iki zaplama rastlantısıyla biliyordum. Ama bu yazıyı okuyunca bir bakıyım kimmiş bu adam diye merak ettim ve maalesef Erzurum'lu olduğunu öğrendim ve bira daha hüzünlendim....

 

İbrahim Hakkı hazretleri gibi bir zatı yetiştiren bu şehir Abdülaziz Bayındır gibilerinide yetiştirmiş yazık üzüldüm Rabbim ıslah etsin

Share this post


Link to post
Share on other sites

Klasikleere girecek isimlerdendir Bayındır yine saçmalamış. Geçen de Öztürk cuma namazı farz değildir gibi bir hezimet yumurtladı.

 

Demek Erzurumlu ha, bu utançla yaşayamam ;) Ya hu şaşılacak iş sahi bizim oralardan da türüyor. Geçenlerde İmam Gazali hakkında bir panele katıldım, Ankara İlahiyat Mantık-Felsefe alanında öğretim görevlisi. Günahı olmayan uzvun azaba çekilmesini Allah'ın adaletine sığamayacağını dile getirdi. Bu da dadaş olacak bir de ha :)Yerimde hop oturdum hop kalktım. Kalktı bir de Ebu Talip ile Ebu Cehil aynı zaman mı cehennemde yanacak bunu bir düşünün dedi. Allahın artizi. İtiraf ediyorum salon çok kalabalıktı cesaret edemedim söz hakkı almaya. Alt-üst tıka basa insan.

 

Sağı solu kolluyorum kim ne diyecek diye o kadar ilahiyattan araştırma görevlileri olduğu halde sadece bir açık bayan elini kaldırdı. Ve bizim eli sünnet görüşümüzce de sahih olan cehennemde azab decerecelerinin farklı olacağı düşüncesini hatırlattı. Bir ohh çetim. Ne dese bay bilmiş;

 

Geçiniz hanfendi bunlar düşünülmüş siz ne düşünüyorsunuz siz?

 

Vayy köftehor vayy..

 

Kadın sustu kaldı. Fırladım ayağa, elimi kolumu kaldırdım. Mikrofon bi baktım elimde. Ana! Kadının lafın altında kalması hoşuma gitmedi. Ayy ayağım nasıl titriyor kabanımın altından izah edenen, sesim çatallanıyor.Kızım n'oluyoruz falan kendimi içimden azarlıyorum. Neyse mesele şöyle gelişti. Herkes bana bakıyor wuuu.

 

_Hocam günaha izafe edilen mekan malumunuzdur ki kalptir. Mesela şirk, küfür kalptedir. Af buyurun zina işlememiş, adam öldürmemiş gayrı müslimi ele alacak olursak bu kişinin sadece kalbinin azaba tutulması gerekmez miydi?

 

Durdu, bence duraksadı

 

_Şimdi arkadaşım hangi azaptan bahsediyoruz cesede mi, ruha mı? Hangi kalpten bahsediyorsunuz?

 

Ki kendisi azabın cesede olacağını ayetle ispatladı.

 

_Hocan siz dediniz günahsız uzvun azaba çekilmeyeceği iddiasını. Cesed var ortada..

 

_Ya arkadaşlar aslında bu benim yorumum, yorum yani.

 

_Evet hocam sizin yorumunuz.Teşekkür ederim.

 

Güldü sadece, millet de öyle.

 

Hasılı yanlışı görüldü mü nefes aldırmayacaksınız bunlara. Geri adım atmak zorunda kalacaklar.

 

Yerime oturdum ayaklarım hala titriyor ki ben aslında kalabalığa alışığımdır da orada neden ele şey ettimse. Kadını kendince mors etti düşüncesi beni anında atağa geçirmişti. Ya ele değil bele ederler. Hayytt

Share this post


Link to post
Share on other sites

Takke düştü kel göründü ve bayındır'ın nasıl bir din adamı olduğu iyice ortaya çıkmış oldu. Bu açıdan sevindirici...

Share this post


Link to post
Share on other sites

O kadar İslam aliminin yanlış anlamış olması ne tuhaf!!! İyi ki varsın Bayındır, İyi ki varsın Kazankaya! Siz olmasaydınız ne yapacaktı müslümanlar? Ne yazık! önceki müslümanlar size yetişemedi,ne büyük kayıp,yazık oldu onlara!!!

 

Siz kimsiniz???

 

Kim?Kim?Kim?

 

Yüzlerce İslam alimi bunu düşünememiş,görememiş de şu iki aynı torna tezgahından çıkmış din adına ahkam kesen, din tahripçileri "kader" mevzusunda böyle bir fikir beyan edebiliyorlar. Bunları kim dinliyor ya? parayla falan mı tutup getiriyorlar konferanslarına? Hangi müslüman bu şarlatanlara inanır ki?

 

http://www.youtube.com/watch?v=c5wM2FuH8Vo

 

http://www.youtube.com/watch?v=qYs_i2_Vpp8

 

Yazıklar olsun!

Share this post


Link to post
Share on other sites

bunlar zaten siyam ikizi...

 

sitelerine bakın(aman bakmayın,boşverin gerek yok) sorulan sorulara verdikleri cevaplar aynıdır. birinin ak dediğine öbürü kara demez. biri bir konuda konuştu mu öbürü de konuşur. birinin arka fon yeşil,öbürünün ki mavidir(hayret niye ikisi de yeşil ya da ikisi de mavi değil ya da niye bu adamlar ortak olmuyorlar?)...

 

ikisi de aynı amaca farklı kitlelerle hizmet edenler.

 

Allah şerlerinden ümmeti muhammedi emin eylesin...

 

Bugün amentüden "kadere imanı" çıkarırlar yarın başka bir maddeyi. alıştıra alıştıra...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ALLAH İNSANIN NE YAPACAĞINI BİLMEZ Mİ?

Talha Hakan Alp

 

 

Talha Hakan ALP

Son günlerde sosyal medyadaki İslamî gündemi en çok meşgul eden konulardan birini ilahiyatçı Abdülaziz Bayındır’ın ortaya attığı ‘Allah insanın gelecekte ne yapacağını bilmez’ iddiası oluşturuyor.

Ses kaydı internette dolaşan bir telefon görüşmesinde Bayındır ‘Allah senin kiminle evleneceğini önceden bilmez’ diyor. Daha sonra bu iddiasını temellendirmek üzere yaptığı özel oturumların video kayıtlarında bunu bir prensip olarak şöyle ifade ediyor: ‘Allah kulların ilahî imtihana konu olan işlerini önceden bilmez. İnsan bu nevi işleri ne zaman gerçekleştirirse ancak o zaman bilir.’

Bayındır bu iddiayı aynı konuşmalarda dile getirdiği iki temel gerekçeye dayandırıyor: Birincisi Allah’ın adalet ve hikmeti. İkincisi, Kuran-ı Kerim’in belli ayetlerine getirdiği yorum.

Bugün bu gerekçeler üzerinde durup ilgili iddiayı değerlendirmeye çalışacağım. Ancak konuya girerken kısaca temas etmem gereken bir husus var. İlgili video kayıtlarını izleyenler, Bayındır’ın, Müslümanlığı bugünlere kadar taşımış meşhur tarihî-ilmî şahsiyetlerin mesailerini sadece çöpe çıkarmakla kalmayıp, ayrıca ‘bu pisliklerden kurtulmamız lazım!’ sözüyle ürkütücü boyutlara vardırdığı küstah tavrı hakkında da değerlendirme bekleyebilirler. Doğrusu bu konuda referans verdiği Süleyman Ateş’e bile ‘bir din uzmanı nasıl böyle bir iddia ortaya atabilir?’ dedirten birinin üslubunu kelamî/teolojik olmaktan çok bir ahlak/kişilik problemi gördüğümü, dolayısıyla durumun ilgililerce kritik edilmesi gerektiğini belirtmek isterim. Burada sadece iddianın arkasındaki aksiyomatik örgüyü değerlendirerek gündemi takip edenlerden tarafıma iletilmiş bazı zihin bulandırıcı istifhamları cevaplamak niyetindeyim.

Birinci gerekçeyi irdelemek üzere şu soruyu ortaya atalım: Allah, bizim yapıp edeceğimiz işleri önceden bilse ne lazım gelir? Bayındır hem zulüm hem hikmetsizlik lazım gelir iddiasında. Bağlantıyı da son derece teknik bir konu olan ‘Allah’ın bilgisi değişir mi?’ sorusuyla kuruyor. Soruya Ehl-i sünnet adına ‘Allah’ın bilgisi değişmez’ cevabını veriyor.

Bayındır devamla diyor ki, Allah bir kimsenin iyilik yapacağını bildiyse o kimsenin iyilik yapmaktan başka çaresi kalmıyor. Bunun gibi bir kimsenin kötülük yapacağını bildiyse onun da kötülük yapmaktan başka çaresi kalmıyor. Çünkü iyilik yapacak kimsenin iyilik yerine kötülük yapması, kötülük yapacak kimsenin de kötülük yerine iyilik yapması demek Allah’ın bilgisinin değişmesi demektir. ‘Allah’ın bilgisi değişmez’ prensibine göre ne iyilik yapanın ne de kötülük yapanın yaptıklarından başka bir şeyi yapma şansları var. Hal böyle olunca Allah’ın onlara iyilik yapmayı emretmesinin de kötülük yapmayı yasaklamasının da bir anlamı olmaz. Önünde tek seçenek olan kimseye bir şeyi emretmek ya da yasaklamak anlamsız ve hikmetsizce bir tutumdur. Böyle bir kimseyi yaptığı kötülükten dolayı cezalandırmak da zulümdür.

Bağlantıyı bu şekilde kuran Bayındır’ın son cümlesi belli: ‘Allah adalet ve hikmet sahibi olduğuna göre O’nun insanın ne yapacağını önceden bildiğini söyleyemeyiz.’

Peki, Bayındır’ın kurduğu bağlantı sıhhatli mi? Hayır, sıhhatli değil. Allah’ın bilgisinin insanın seçimini boşa çıkardığını söylemek meseleyi etraflıca kavrayamamaktan kaynaklanıyor. Çünkü Allah’ın bilgisi yalın ‘malûmu yansıtan’ bilgidir, ‘malûmu belirleyen’ bilgi değildir. İlahî yazgı da böyledir.

Bunu kelam kitaplarında görürüz; Allah’ın kulunun yapacaklarını önceden bilmesi ve yazması, kulunun iradesini ne yönde kullanması gerektiğine (hükmedici) değil, ne yönde kullanacağına dair (vasfedici) bir bilgidir. (el-Fıkhu’l-ekber)

Kulun özgürlüğü adına Allah’ın iradesine sınırlama getiren Mutezile’nin, kahir ekseriyetiyle ezelî-ilahî bilgiye sınırlama getirme gereği duymaması da bunu teyid etmektedir. (Zemahşerî, el-Minhâc)

Belli ki Bayındır Allah’ın ilmiyle hükmünü, keza iradesiyle rızasını birbirinden ayırt edemiyor. Edemediği için de ilahî bilgiyi kulun iradesini yönlendiren/kısıtlayan bir hüküm/dayatma gibi kurguluyor.

Oysa ilimle hüküm farklı şeylerdir. İlim maluma tabi olduğu halde hüküm mahkûma tabi değildir. Allah bir şeyi, olmasını istediği/razı olduğu şekilde değil, nasıl olacaksa o şekilde bilir. Mesela Allah’ın biz insanlardan kendisine iman etmemizi istemesi bir hükümdür. Biz iman edelim ya da etmeyelim, o bizden iman etmemizi ister, bize imanı emreder. Ama bizim iman edip etmeyeceğimize dair bilgisi bize bağlıdır. Eğer iman edersek iman edeceğimizi, iman etmezsek iman etmeyeceğimizi bilir.

Şu var ki Yüce Allah bunları gerçekleşmeden önce bilir. O’nun bilgisi ezelidir. Çünkü O’nun için zaman-mekan gibi şartlar sözkonusu değildir. Allah’ın yüce zatı zamansal olmadığı gibi ilim-kudret gibi sıfatları da zamansal değildir. ‘Allah ne zaman var oldu?’ sorusu ne kadar anlamsızsa, ‘Allah ne zaman bildi?’ sorusu da o kadar anlamsızdır. Tabi ki Yüce Allah hep vardı, tabi ki Yüce Allah hep biliyordu. O’nun ne zatı ne ilmi için bir başlangıç ve oluşum aşaması mevzubahistir.

Bayındır tam bu noktada Allah’ın bilgisine atıf yapan bazı ayetlerdeki gelecek zaman kipine takılıp ‘Allah fiillerimizi biz yaptıktan sonra bildiğini söylüyor, siz neye dayanarak ezelde bildiğini iddia ediyorsunuz?’ diyerek ancak kelamî-usûlî alt yapıya sahip olmayan kimselerden beklenebilecek türden basit tepkiler veriyor.

Burada Bayındır’ın göz ardı ettiği nokta şu: Allah’ın, Kuran’da kendisiyle alakalı hususları belli zaman kipleriyle anlatması sadece iletişim gereğidir. Zamansal varlıklar olarak bizim bir şeyi zamandan bağımsız algılamamız imkânsızdır. Dil algının aynasıdır. Bunun için bütün dillerde fiillerin muhtelif zaman kipleri olduğu gibi yine bütün dillerde zaman ve mekân zarfları vardır. Kuran bizimle iletişim kurmak üzere bizim dilimizi kullandığından (Meryem, 97; Şuarâ, 195) içinde Allah lafzının geçtiği ayetlerde de yer yer geçmiş-şimdiki ve gelecek zaman kiplerinden faydalanmaktadır. Bu tür ayetler esmâ-sıfat ayetleri değildir. Yani Allah’ı tanıtan/vasfeden ayetler değil, -daha sonra örneklerini göreceğimiz gibi- Allah’ın bizimle kurduğu herhangi bir ilişkiyi anlatan ayetlerdir. Doğrudan Allah’ı tanıtan esma-sıfat ayetleri dururken bu ayetlerden –esmâ-sıfat ayetleriyle çatışacak- bir Allah inancı çıkartmanın doğru olmadığını sanırım konuşmaya lüzum yok.

Yüce Allah’ın bilgisinin değişmemesi meselesine gelince bu, hem akl-ı selimin hem birçok ayetin ifade ettiği üzere Yüce Allah’ın her şeyi bilmesi, her şeyden haberdar olması ve her şeyi kuşatmış olmasından kaynaklanır. Yüce Allah, insanın yanılmasına yol açan eksikliklerden/kısıtlılıklardan münezzeh olduğu için yanılmaz. Yanılmayacağı için de bilgisi değişmez. Bilgisinin değişmemesi bilgiye konu olan iyi-kötü hallerimizin bize dayatıldığı anlamına da gelmez. Çünkü ilahi bilgi bu hallerin sebebi değildir.

Sözün uzaması pahasına da olsa burada meseleye kelamî boyut kazandıran şu soruyu cevaplamadan edemiyorum: Biz insan olarak olayları önceden bilemediğimiz halde Allah önceden nasıl bilebiliyor? Az evvel de ifade ettiğim gibi Allah için önce ve sonra gibi zamansal kategoriler bahis mevzuu değildir.

Ayrıca bir hadiseyi bilmek için onun gerçekleşmesine gerek duymamak rubûbiyetin gereğidir ve bu Yüce Allah ile insan arasındaki en temel ontolojik farktan kaynaklanır. Allah’ın varlığı zorunlu/vâcib, insanın varlığı olumsal/caizdir. Kemal ve erdem adına her ne varsa hepsi O’nda baştan vardır, hiçbir kemal onda kazanım, edinim eseri değildir. Biz yaratılmışların varlığı olumsaldır, kemal ve erdem adına her ne varsa bizde kazanımla oluşur.

Kazanım, imkân, şartlar ve araçlar denkleminde teşekkül eder. İlim de bir kemaldir ve insan olarak bilgi imkânımız kısıtlıdır, belli araçlara ve zaman-mekân şartlarına bağlıdır. Bu şartlar aynı zamanda bilgimizin önündeki engelleri de oluşturur. İlahi bilgi ise kısıtlı değildir, önünde zaman ve mekân gibi engeller yoktur. Bu bakımdan Allah malumu/herhangi bir olayı henüz tahakkuk etmeden önce bilir.

İnsan realitesinde de bunun örneği vardır. Zekâsı, deneyimi ve sezgisi güçlü olan kimseler olayları önceden bilebilir, isabetli ve net öngörüler ortaya koyabilirler. Ne var ki insanın idrak kapasitesini zorlayan iç-dış illetler tahminlerinde bazen isabetsizliğe yol açabilir. Yüce Allah bu gibi illetlerden münezzeh olduğundan O’nun bilgisinin hem ezeli oluşunda hem de sürekli isabetli oluşunda anlaşılmayacak bir nokta yoktur. Bayındır ilgili konuşmalarda sık sık atıf yaptığı ‘Allah’ın dengi hiçbir şey yoktur.’ (Şûrâ, 11) ayetini tam da burada hatırlamalıdır. İnsan olarak aciz olduğumuz hususlarda Allah’ı kadir görmemiz; mesela bilgimizin zamana ve şartlara bağlı olması hususunda Allah’ın bilgisini ezeli ve şartlardan bağımsız görmemiz bu ve tenzih/tesbih muhtevalı diğer ayetlerin delaleti/gereğidir.

Konuyu şöyle bir temsille bağlayalım: Sahasında deneyimli, zekâ ve sezgisi güçlü bir hâkim, incelediği dosyada dikkatini çeken bazı verilerden hareketle henüz mahkeme olmadan kimin haklı kimin haksız olduğunu bilebilir mi? Bayındır’a göre hâkim ne kadar zeki, ne kadar deneyimli olursa olsun mahkeme olmadan bunu bilemez. Eğer bilirse mahkemenin adaletine gölge düşer. Ayrıca sanık ona ‘madem haksız olduğumu baştan biliyordun, neden beni mahkeme ettin?’ deme hakkına sahip olur. İş bununla kalmaz, sanık şunu da ekleyebilir: ‘Benim haksız olduğumu baştan bildiğine göre haklı çıkmak gibi bir seçeneğim yoktu. Dolayısıyla her şey mizansenin bir parçası; suçlanmam ve ceza almam düpedüz zulümdür.’

Gördüğünüz gibi Bayındır’ın baktığı yerden bakarsak hâkimin deneyimi de zekâsı da başına bela olabilir, suçlu da yavuz hırsız misali haklı çıkabilir.

Oysa hem adaleti hem hâkimin kabiliyet ve tecrübesi gibi reel unsurları hesaba katan değerlendirme şöyle olmalıdır: Hâkim önceden kimin haklı kimin haksız olduğunu bilebilir, zaten bunun önüne geçmesi imkânsızdır. Ancak adalet hâkimin, tarafsız bir mahkeme gerçekleştirmeden hüküm vermemesidir. Böyle bir mahkeme gerçekleştikten sonra baştaki bilgisi adalete gölge düşürmediği gibi suçlu için koz da oluşturmaz.

Yüce Allah da ezeli ilmiyle kimin iyi kimin kötü olacağını biliyor, ama bilgisiyle yetinmiyor, dünyayı yaratıyor ve insanları imtihan ediyor. Tıpkı hâkim misalinde olduğu gibi çıkan sonucun ezeli bilgisiyle örtüşmesi ne imtihanın adilliğine gölge düşürür ne de mücrimler için koz oluşturur.

İkinci gerekçeye esas teşkil eden ayetlerin değerlendirmesini yazının sınırları elvermediği için önümüzdeki haftaya bırakmak durumundayım.

Merak eden kardeşlerimize ipucu olması için şimdilik şunu söyleyebilirim: Bayındır’ın ileri sürdüğü Al-i İmran, 140-142; Tevbe, 16; Hadîd, 25 ve benzeri ayetlerde geçen ilim/bilmek fiili Bayındır’ın yorumladığı gibi ‘öğrenmek’ anlamında değildir. Buradaki bilmek fiili, mesela Sâd, 88. ayette olduğu gibi görerek bilmek, müşahede etmek anlamındadır. Bunu şühûd/müşâhede yoluyla bilmek şeklinde anlamak da mümkün. Binaenaleyh bu ayetler, Yüce Allah’ın ezelde gayben bildiği şeyleri, vakti geldiğinde şühûd yoluyla bilmesinden söz etmektedir. İlgili ayetlerdeki esnekliği göz önünde bulundurmadan ‘Allah ne yapacağımızı önceden bilmez, ancak biz yaptıktan sonra bilir’ şeklinde genellemeye varmak sağlıklı bir okuma biçimi değildir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...