mumin 414 Report post Posted March 29, 2013 http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=12862 Linkte Üstad Necip Fazıl'ın ve Merhum Yüksel Hoca'ın eseri tenkidi üzerine bir yazı kaleme alınmış. Ve bu eleştiriden hareketle Sayın Sifil Hoca'nın geniş işleyişi iyi bir tahlil örneği olarak karşımıza çıkıyor. Ne mi düşünüyorum? Bu Hamidullah hocayı hala sevmem yine sevmem.. İKİ "HAMİDULLAH TENKİDİ" HAKKINDA MÜLAHAZALAR Giriş Hayatın temeli itikattır. Biz farkında olalım ya da olmayalım,sadece ibadet hayatımızda değil, kişiliğimizde, davranışlarımızda ve her türlüeylemimizde itikadî kabullerimizin derin etkisi vardır. Mesele ahiretteki encamımız olduğunda ise, itikadîkabullerimizin önemi her şeyin üstüne çıkıyor. Zira oradaki hayat ebedî ve ohayatta sonsuz hüsran veya sonsuz mutluluk seçeneklerinden hangisinin bizibeklediğine bu dünyadaki itikadî tercihlerimizle karar veriyoruz. Mesele, en genel çerçevesiyle "Müslüman oldum" demeklebitmiyor. İslam dairesi içine girmenin bu ilk ve en önemli adımından sonra,özellikle günümüz Müslümanları bakımından son derece önemli bir ikinci hususçıkıyor karşımıza: Birden fazla "İslam telakkisi" arasından hangisini tercihedeceğiz? Erken dönemlerin itikadî fırkaları arasında uzun yıllar, hattayüzyıllar süren "hayatta kalma" ve "hayata hakim olma" mücadelesi sonunda ilahîirade, Hz. Peygamber (s.a.v) ve ashabının yaşadığı İslam'ı temsil ve müdafaaeden Ehl-i Sünnet çizginin Ümmet-i Muhammed'in büyük çoğunluğunun istikametiolarak yerini sağlamlaştırması ş eklinde tecelli etti. Ancak gerek kadim itikadî tartışmaların günümüze değinvarlığını sürdüren uzantıları, gerekse modern dönemin ürettiği kendine özgü kimiduruşlar, Ehl-i Sünnet çizgiyi benimseyen bizlerin, bu saf itikadı ifadenoktasında yeni sorumlulukların muhatabı olduğumuzu vurguluyor. Hamidullahhocanın vefatının ardından ülkemizde yeniden canlanan birtakım tartışmalar, busöylediğimizin en son ve somut örneğini oluşturuyor. Hamidullah hoca merkezli tartışmalarda iki tavır dikkatçekiyor. İlki, onun tartışılan kimi görüşlerini "ilmî tercihler" olarakdeğerlendiriyor; diğeri ise bunları itikadî birer "sapma" olarak ele alıyor. Onun görüşleri arasında itikadî boyuta taalluk eden önemlikırılma noktaları olduğunu, aşağıdaki tenkitler meyanında okuyacaksınız. AmaHamidullah hocayı bu görüşleri sebebiyle İslam dairesi dışına atmanın da, tekfirkonusunda son derece teenniyle hareket eden Ehl-i Sünnet ulemaya ittibaen birkere daha gözden geçirilmesi gereken bir tavır olduğunu düşünüyorum. Türkçe, Arapça, Farsça, Urduca, İngilizce, Fransızca, Almancave daha birçok dilde 50 kadar telif, 300 civarında makale, ansiklopedi maddelerive birçok kitabın edisyon kritiğine imza atmış velut bir araştırmacı olan Prof.Dr. Muhammed Hamidullah'ın birçok görüşünün, henüz hayattayken ülkemizdeeleştiri konusu olduğunu biliyoruz. Hamidullah eleştirileri arasında Sadreddin Yüksel hoca vemerhum Üstad Necip Fazıl'ın yazdıklarının ayrı bir yeri var. Bu yazıda,kendilerine sık sık atıf yapıldığı halde –görebildiğim kadarıyla– şimdiye değinüzerinde ciddi bir şekilde durulmamış olan bu tenkitleri "hakkaniyet"ölçülerinden ayrılmamaya özen göstererek ele almaya çalışacağım. Maksada geçmeden önce bir-iki noktanın altını çizme ihtiyacıhissediyorum. İsmet, peygamberlere (hepsine salat ve selam olsun) mahsus birsıfattır ve onlar dışında hiçbir beşer hatadan masun değildir. Bu çerçevedeHamidullah hocanın hata yapmış olması da tabiidir. Ancak kendisine yöneltileneleştirilerde gündeme getirilen hususların, maddi hatalar olmaktan çok, itikadîsahaya taalluk ettiği dikkat çekiyor. Hamiyet-i diniyye ile kaleme alınmış,halkımızın yanlışa sevk edilmesini engelleme ve muhataplarını ikaz maksadınamatuf, son derece isabetli hususlar içeren bu eleştirilerin bizzat Hamidullahhocanın da dikkatinden kaçmadığını düşünebiliriz. Ancak bu eleştirilere nasılbir mukabelede bulunduğu hakkında şahsen ben malumat sahibi değilim. Öte yandan, Hamidullah'ın, gerek ülkemizde eleştiri konusu olangörüşlerinin, gerekse başka düşüncelerinin ülkemiz dışında ne tür tepkilerlekarşılaştığı hakkında şimdiye kadar herhangi bir veriye sahip olamayışımızın danormal kabul edilemeyeceğini düşünüyorum. En azından onun çalışmalarını yakındanizleyen ve eserlerini dilimize aktaran –ve şimdi her biri saygın birer ilimadamı olan– öğrencilerinin bu ilmî görevi şu veya bu ölçüde yerine getirmişolmaları beklenirdi... Yukarıda mezkûr iki eleştirinin mahiyeti üzerinde aşağıdaayrıntılı olarak duracağım. Ancak burada son bir nokta olarak şunu belirtmeliyimki, günümüzde ortaya –hatasıyla sevabıyla– sağlıklı bir Hamidullah portresiçıkarabilmek için bu iki eleştiriden daha fazlasına ihtiyaç bulunduğu açık. Zirabu eleştirilerin, Hamidullah'ın dilimize çevrilmiş olan eserlerinden sadeceikisini bahse konu etmiş olması, kaleme alındıkları 80'li yılların başlarındanbu yana Hamidullah'ın (görüşleri arasında bütünlüğü yakalamamıza yardım edecekunsurlar içeren) başka eserlerinin dilimize kavuşturulmuş bulunması, mezkûreserlerin de yeni baskılarının yapılmış olması, "update" edilmiş, daha kapsamlıbir "Hamidullah çalışması"nın bir ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor... Daha önce kaleme aldığım birkaç yazıda Hamidullah hoca hakkındamuhterem Sadreddin Yüksel hoca ve merhum Üstat Necip Fazıl tarafından kalemealınmış eleştirilerden bir kısmı hakkında bazı şeyler söylemiştim.[1] Buradatekrara düşmemek için bu hususlara dönmeyeceğim. Ancak şunu özellikle belirtmeihtiyacı hissediyorum: Tıpkı o yazılarda olduğu gibi burada da niyetim neHamidullah'ı göklere çıkarıp hakkındaki eleştirileri gözden düşürmek, ne detersini yapmak. Bir tek maksadım var: Hakk'ın ortaya çıkarılması. Başta dabelirttiğim gibi, Hamidullah hoca "masum" olmadığı gibi, ona eleştiri yöneltensaygın isimler ve bu satırların yazarı da öyle. Elbette hepimiz hatayla malulinsanlarız. Önemli olan, doğruları ve yanlışları, Allah Teala'yı razı, Resulü'nü(s.a.v) memnun edecek tarzda ortaya koymaktır. Hamidullah hocaya karşı "özel"bir muhabbet ya da kin duyuyor değilim. Buna mukabil peşinen söyleyeyim ki,gerek Üstat Necip Fazıl merhum, gerekse Sadreddin Yüksel hocaya karşı derinihtiram ve muhabbet duyduğumu açıkça belirtmekte bir sakınca görmüyorum.Dolayısıyla bu yazının,"ilmî emanet" duygusuyla, ama "içeriden" yapılmış birtahlil denemesi olarak okunması temel arzumdur... 1. Üstat Necip Fazıl merhumun eleştirileri Sadreddin Yüksel hoca tarafından da eleştiri konusu yapılmışolanları –aşağıda ayrıca ele alınacağı için– ayıracak olursak, Necip Fazılmerhumun söyledikleri, Hamidullah'ın, 1) İslam'ın orta seviyeyi tutturucu birdin olduğunu ileri sürmesi, 2) Efendimiz (s.a.v)'in Hristiyanlar'dan din bilgisialdığını söylemesi, 3) Nebiliğini toprak üstü sebeplere bağlaması, 4) RahipBahira vakasında "istihfaf mevzuu 9 yaşında bir çocuğun simasında nebilikalameti bulunamayacağını ve buna inanmanın "safdillik" olduğunu söylemesi, 5)Efendimiz (s.a.v)'i "düztaban" diye vasfetmesi, 6) vahiy anındaki esrarlıtecellileri "onların ifadesine göre" kaydıyla kendi kanaatinden uzakta tutmasıve bu üslupla şüpheli göstermesi, 7) bir tecellinin şeytanî mi, melekî miolduğunu tahkik mevzuunda "melekse çekilir gider, şeytansa kalır ve seyreder"gibilerden ilk zevceleri mübarek Hazret-i Hatice ile aralarında edep dışısahneler ima etmesi, 8) Buda'yı peygamber sayması, 9) ilk müslümanları şahsîyakınlık ve menfaat sebebiyle imana gelmiş farz etmesi, 10) Şakku'l-Kamervesilesiyle mucizeyi bıyık altından alaya alması ve kendisini dışarıda bırakıcışekilde nakillere bağlaması, 11) Efendimiz (s.a.v)'in bazı mü'minleremucizelerinden ziyade menfaat teminiyle tesir ettiğini söylemesi, 12) Mirac'ıruhî bir hal sayması; bu mucizenin ruh-beden birlikte gerçekleştiğininsöylenmesini Allah Teala'ya mekân tayin etmiş olmak gibi göstermesi (bkz.Türkiye'nin Manzarası, 137 vd.) şeklindeki tenkitlerden oluşuyor. Anlaşıldığı kadarıyla Üstad merhumun bu tenkitleri,Hamidullah'ın İslam Peygamberi isimli kitabındaki ifadelere yöneliktir. Ancak bueserin benim elimdeki baskısının (Prof. Dr. Salih Tuğ çevirisi, İrfan yay.İst-2001, I-II) önsözünden anlaşıldığına göre, ilk baskılardaki bir kısım yerlerbu baskıda müellif tarafından "ıslah" edilmiş. Ayrıca İslam Peygamberi'ninçevirisinin şöyle ilginç bir hikâyesi de var: İlk cildi, Sait Mutlu tercümesiolarak 1966, 1969 ve 1972 yıllarında üç baskı yapmış. İkinci ciltise, Sait Mutluve Salih Tuğ tarafından müştereken çevrilerek 1969'da basılmış; 1972 ve 1980yıllarında ikinci ve üçüncü baskısı yapılmış. Ardından Prof. Dr. Salih Tuğ, heriki cildi tek başına çevirmiş ve bu ciltler 1990 ve 2001 yıllarında iki baskıyapmış. Bu serüven boyunca eserin bir taraftan da Hamidullah tarafındangözden geçirildiği düşünüldüğünde, gerek merhum Üstat tarafından, gerekseSadreddin Yüksel hoca tarafından eleştirilen kimi hususların 2001 tarihli sonbaskıda yer almıyor oluşunu şöyle açıklayabiliriz: 1. Ya müellif bu hususların bir kısmını veya tümünü–eleştirileri haklı bularak– eserinden çıkarmış yahut düzeltmiştir. 2. Veya önceki baskılarda bu hususlar hatalı olarak çevrilmişve son baskıda Salih Tuğ hoca tarafından düzeltilmiştir. 3. Yahut da son baskıların mütercimi olan Salih Tuğ hoca bueleştirileri dikkate alarak tercümede bir kısım "ıslahat" yapmıştır. Merhum Üstat tarafından gündeme getirilen mezkûr tenkitlere–aynı sırayla– gelecek olursak: 1) Tenkit edilen hususla örtüşen –bulabildiğim– tek cümle şu:"Mutlak kötü insan" gibi "mutlak iyi insan", beşer topluluğunda ancak nâdiristisnalardır ve ekseriyet, "vasat insan" tabakasında toplanmıştır. MuhammedA.S.S., kendisini, insanlar arasındaki "melek" tabiatlılarlasınırlandırmamıştır: Onun tebliği esas itibariyle insanların büyük ekseriyetiniteşkil eden vasat, ortalama insana hitap etmektedir. Kur'an'daki bir ayette yeralan ifâdeye göre insanın peşinde koşacağı asıl şey: "... Bu Dünyada ve Âhiretteiyilik, güzellik..." olmalıdır." (I, 5) Kanaatime göre –eğer Üstat merhumun kasdettiği bu cümlelerse–,buradan, Nebevî tebliğin, "aklî kapasite ve kabiliyet" olarak "vasat insan"ıhedeflediği anlamını çıkarmak mümkün görünmüyor. Zira Hamidullah, "kapasite vekabiliyet" olarak "vasat insan"ı değil, "mutlak iyi ve mutlak kötü" arasındaki"vasat insan"ı kastediyor. 2) Hamidullah'ın ifadesi: "Muhammed A.S.S., ne Avrupa'yı, ne deKatolikliği tanımış değildi; o sadece Bizans hâkimiyeti altındaki Suriye'nindoğrudan doğruya İncil metnine bağlı Araplarıyla bir temasa sahip olmuştu. İştebu temaslar sayesindedir ki kendisi, Hıristiyanlık nas'ları ile ilgili unsurlarıherhalde görmüş bilmiş olabilir." (I, 14) Efendimiz (s.a.v)'in ticaret için yaptığı seyahatler esnasında–insanın çevresiyle kurduğu günlük normal iletişim ortamı içinde– pek çokkimseden duyduğu pek çok şey zımnında Hristiyanlar'la da ticarî alış-veriştebulunmuş ve onlardan Hristiyanlık hakkında bazı şeyler duymuş olmasını "birihtimal" olarak görmenin, Efendimiz (s.a.v)'in vahiy kanalıyla "mutlak bilgi"yeulaşmasına aykırı bir yanı olduğunu düşünebilir miyiz, bilemiyorum. Buradaönemli olan, bu "ihtimal"in gerçekleşip gerçekleşmediğinin ve eğergerçekleşmişse vahiyle örtüşüp örtüşmediğinin ve nihayet vahyin tasdikindengeçmeksizin Efendimiz (s.a.v)'in bu bilgilere mübarek hayatının herhangi birsafhasında bir "gerçek" telakkisiyle itibar ve itimat ettiğinin Hamidullahtarafından söylenip söylenmediğinin tesbitidir. 3) Bu muğlak ifade ile Hamidullah'ın hangi sözününkastedildiğinin noktasal olarak tesbiti hayli zor. Bununla birlikte Üstatmerhumun verdiği sayfa numaralarında ele alınan konulara baktığımızda, İslamöncesi dönemde dünyada, Arabistan yarımadası çevresinde ve bizzat Arabistan'dagenel dinî-siyasî durum, Araplar hakkında kültürel, antropolojik ve sosyolojiktahliller, tebliğin merkezi olarak seçilen Mekke'nin özellikleri vs. gibihususların mevcudiyeti göze çarpıyor. Bu konularda Hamidullah'ın yaptığıincelemelerde, Hz. Peygamber (s.a.v)'in "Nebiliğini, nebiliğinin meydanagelişini basit dünya saiklerine ve toprak üstü sebeplere" bağlamak anlamınagelebilecek herhangi bir hususu ben tesbit edemedim. 4) Rahip Bahira olayı hakkında Hamidullah şunları söylüyor:"Batılı müsteşriklerden Casanova, bize şu bilgiyi vermektedir: Anlatmaktaolduğumuz bu devirde Hıristiyanlar ve hattâ muhtemelen Yahudiler, sabırsızlıkiçinde bir peygamberin, bir Mesîh'in, diğer bir ifâde ile Tesellî eden sonuncubir Rûh'ul Kuds (Consolateur) gelmesini sabırsızlık içinde beklemekteydiler.Râhib Bahîrâ, misafirlerine diğer konular arasında bu inanıştan bahsetmişolabilir. Ancak dokuz yaşındaki bir çocuğun, hassaten o devirde horlananBedevîler arasında görülen bir çocuğun yüz ifâdelerinden müstakbel Rasûl'üHıristiyan bir râhibin tanıyıp çıkarabileceğini sanmak safdillilik olacaktır.Aynı şekilde râhibin sözlerinin dokuz yaşında bir çocuğun rûhunda bu sıfatıbenimseyip kabullenme gibi bir ümid ve hırsı filizlendireceğini düşünmekboştur." (I, 47-8) Hamidullah'ın, yukarıdaki sözleri arasına düştüğü bir dipnottanda net olarak anlaşılacağı gibi, birtakım müsteşrikler, Rahip Bahîra'nın, ozaman 9 yaşlarında bulunan Hz. Peygamber (s.a.v)'i "geleceğin peygamberi" olarakteşhis ettiğini ve kendisine birtakım telkinlerde bulunduğunu, hatta bu olayvesilesiyle Bahîra'nın "Kur'an'ın gerçek müellifi" olarak görülmesi gerektiğiniileri sürmüştür. Bu iddianın çürütülmesinin yolu, elbette Rahip Bahîra'nın,Efendimiz (s.a.v)'de gördüğü harikulade halleri tasvir eden nakillerin inkâr vetekzibi değildir. Ancak Hamidullah hocanın burada, bu çirkin iddiayı geçersizkılmak için, –hem de kendisiyle çelişme pahasına– bu vakayı inkârı tercih etmesikabul edilemez. İslam Peygamberi adlı eserini Kur'an ayetleri ve Hadisler kadar–hatta onlardan daha fazla olarak– Siyer ve Tarih malzemesi üzerindeşekillendirmiş, Hz. Peygamber (s.a.v)'de, doğumundan itibaren bütün çocuklukhayatı boyunca görülen olağanüstülükleri herhangi bir komplekse kapılmadanzikretmiş olan Hamidullah'ın üslubunun, bu hadisede kendisinden beklenenivermektense vakıayı inkâr gibi bir zaafa düşmesi, kendisi adına talihsizlikolmuştur. 5) Hamidullah'ın, Hz. Peygamber (s.a.v)'i "düztaban" olaraktavsif ettiğine dair herhangi bir ifadesine, İslam Peygamberi'nin elimdekibaskısında rastlayamadım. Bulabildiğim tek ifade, et-Tirmizî'nin Şemâil'i ileel-Belâzûrî ve İbn Sa'd'dan yapılan bir nakilden ibaret ve şöyle: "Geniş alınlı,başı iri, kaşları, burnunun üst hizasında birbirine kavuşacak şekilde yayşeklindeydi; karın kısmı, göğüs hizasını aşmayacak şekilde sıkı ve adalî idi,bedeni tam olarak kıldan ârî idi. Saçları ne kıvırcık, ne de düzdü. El ayalarıdolgun, yere bastığında bir teviye (biteviye?) ve düzgün bir iz bırakacakşekilde ayak tabanları bir çukurluk arzetmiyordu..." (I, 61) Burada Hamidullah tarafından gösterilen kaynaklarda ve dahabaşka eserlerde, (yukarıdaki anlatıma aykırılık teşkil eden diğer bazı hususlaryanında) ayak altında bulunan ve ayak yere basıldığında, yere temas etmediğiiçin yerde iz bırakmayan içe doğru kavisli çukuru (ki düztabanlarda bu çukurolmaz, ayak yere basıldığında ayağın tamamının izi çıkar) anlatmak üzereEfendimiz (s.a.v) "humsân (veya hamsân)u'l-ahmesayn" (tabanlarındaki çukurluklarbelirgindi) şeklinde tavsif edildiği halde, "acaba Hamidullah mı bu ifadeyiyanlış anladı, yoksa tercümede mi bir problem var?" diye sormadan edemiyorinsan. Eğer tercümede bir problem yoksa şunu söylemek zorundayız: MuhtemelenHamidullah hoca bu ifadeyi yanlış anlamıştır. 6) Vahiy anındaki esrarlı tecelliler hakkında Hamidullah, Üstatmerhumun değindiği ifadenin öncesinde şöyle der: "İlk vahy'in bu şekilde gelişi,diğer bir ifadeyle melek aracılığıyla ilâhî ilhâmın gerçekleşmesi esnasında buolaya şehâdet edecek etrafta kimse yoktu, fakat daha sonraları, aynı olay tekrarvukû bulduğunda bunun birçok da şâhitleri olmuştur; zira ilkini takip eden 23yıl boyunca, kendisine inanan kimselerden az olsun çok olsun birçok kimse arasıra bu vâkı'aya şâhitlik edebilmiştir.Vahy'in oluşma tarzı ve şekli konusundabizzat Resûlullah ve hattâ olayın göz şâhitleri onun arkadaşları (sahâbe, tekil:sahâbî) tarafından anlatılanlar vardır. Resûlullah etrafındakilere şöylediyordu:..." Burada Hamidullah, el-Buhârî'den ve Ahmed b. Hanbel'den birer merfuhadis naklettikten sonra sözlerini şöyle sürdürüyor: "Sahâbî'leri de kendibakımlarından, kendi kabiliyet ve durumlarına göre bazı gözlemlere sahipolmuşlardır: bunlara göre ona vahiy geldiğinde..." (I, 75) Burada Hamidullah'ın, vahyin inişi esnasında Hz. Peygamber(s.a.v)'in yaşadığı olağanüstü hali önce iki merfu hadis ile bizzat Nebevîtasvirler olarak nakletmiş, ardından da vahyin inişine şahit olan sahabîlerinağzından nakledilen pek çok gözleme yer vermiştir. Sonuç olarak Üstat merhumun,Hamidullah'ın, vahyin inişinde yaşanan halleri "kendi kanaatinden uzakta"tuttuğu ve bu olayları şüpheli gösterecek bir üslup kullandığı yolundakitesbitlerini doğrulayacak bir ifadesi –en azından benim kullandığım nüshada–mevcut değil. 7) Hz. Peygamber (s.a.v), Cebrail (a.s)'ın kendisine ilkgöründüğü zamanlarda, gördüğü varlığın kimlik ve maksadı hakkında kesin birkanaate sahip değildir. Hatta durumu Varaka b. Nevfel'e danışmış, o da, gördüğüvarlığın, Hz. Musa (a.s)'a gelen "Namus-u Ekber" (Cebrail a.s) olduğunumüjdelemişti. Hamidullah bu olayı naklettikten sonra İbn Hişâm veİbnu'l-Cevzî'den naklen şu olayı aktarmıştır: "Hadîce, Resûlullah'a şöyle dedi:"Meleği gördüğün zaman bana haber ver!" O ise, "İşte şurada" dediğinde, Hadîceşöyle söyledi: "Gel ve sağ yanıma otur ve hâlâ onu görüp görmediğini söyle." Oda öyle yaptı ve şöyle dedi: "Evet onu hâlâ görüyorum." Bunu takiben Hadîce onusol yanına ve sonra ön tarafına oturttu ve aynı suali sorup aynı cevabı almasıüzerine, son olarak kendisini zevcî muhabbetle kucakladı ve aynı suali sordu.Muhammed A.S.S. şöyle cevap verdi: "Hayır, artık onu görmüyorum." Bunun üzerinezevcesi, "Artık ben kesin surette kanaat getirdim ki o gerçekten bir melekti,zira Şeytan olsaydı şu muhabbet halimizde bile bizi terk etmezdi." (I, 83) Esasında bu olay sadece İbn Hişâm ve İbnu'l-Cevzî tarafındandeğil, et-Taberânî, et-Taberî, İbn Abdilberr, ez-Zehebî, İbnu'l-Esîr, İbn Kesîrve daha birçok müellif tarafından da nakledilmiştir. (Bkz. M. Asım Köksal, İslamTarihi, III, 16-7) Dolayısıyla bu hadisede "edep dışı" bir yön bulunduğuşeklindeki tesbit, öncelikle onu nakleden mezkûr kaynaklara raci olacaktır.Belki Hamidullah'ın burada yapması gereken şey, bu rivayetin güvenilir olupolmadığını araştırmak ve güvenilir değilse eserine onu almamak olmalıydı.(el-Heysemî'nin (Mecmau'z-Zevâid, VIII, 256) bu konudaki et-Taberânî rivayetininsenedinin hasen olduğunu söylediğini de bir not olarak ekleyelim.) 8) Buda'yı peygamber sayması: Hamidullah, bu konuya İslamPeygamberi'nin iki ayrı yerinde temas etmiştir. İlkinde şöyle der: "Kur'ân'ıaçıklayıp izah eden bütün müfessirler, Zerdüşt (Zoroastre), Gautama Buda, Mûsâ,Îsâ'ya bağlanan ve tamamlanamamış olan işi sonuna erdirecek olan biriningelmesinin beklendiğini bildiren beyân ve sözlere dikkat çekerler..." (I, 85)Konuyu ele aldığı ikinci yerde (I, 649) ise şunları söyler: "Kur'ânı Kerîm budîne dair doğrudan doğruya bir bilgi vermemektedir. Bazı Kur'ân tefsircileriningösterdikleri ince araştırmalar sonunda onlar, Budizm'in de Kur'ânı Kerîm'degeçmekte olduğunu keşfedip göstermişlerdir: Bu, Zu'l-Kifl adıyla Kur'ân'da geçenpeygamber dolayısıyla olmuştur. Diğer bir şekli bilinmeyen ve Kur'ân'da geçen buisim, "Kif'li veya Kifl'e mensup" mânasına gelmektedir ve bu Kur'ân tefsircileribu şehrin Kapilavastu, yani Gotama Buda'nın doğduğu şehir olduğunu ilerisürerler. (...) Kur'ân'da Budizm'le ilgili izleri takip eden diğer tefsircilerKur'ânı Kerîm'in şu âyetini gösterirler: "İncir Ağacına, Zeytin Ağacına, SînînDağı'na yemin olsun ki!.. Ve şu Emîn Şehr'e yemin ederim ki..." (K. 95/1-3) Buâyette zikri geçen "Şu Emîn Şehir", Muhammed A.S.S.'ın doğduğu şehir olan"Mekke"ye işaret etmektedir. "Sinâ (Sînîn) Dağı" ise doğruca insana MûsâPeygamberi hatırlatmakta, "Zeytin Ağacı" ile de bütün herkes Filistin'dekiZeytin Dağı ve "Îsâ" Peygamber'i mütalâa etmektedir. "İncir Ağacı"na gelince:Şimdiye kadar hiç kimse kalkıp da bunun hakkında, yabani bir İncir Ağacı dibindeİrfân'a ulaşan (Vahiy alan) "Buda"nın kastedilmekte olduğunu ileri sürmemiştir."(I, 649) Yukarıdaki ilk iktibastaki "bütün müfessirler" ifadesi, Zerdüştve Buda'nın bütün müfessirlerce peygamber kabul edildiği intibaını uyandırmaktaise de, ikinci iktibasta bu ifade yerini "bazı" ve "diğer" tefsircilerebırakmış. Ancak bu müfessirlerin adının verilmeyişinin, konuyu merak edenlerimeselenin tahkikine uzun bir zaman tahsisine mecbur bırakması bir yana, eldeedilecek netice, en iyimser söyleyişle bir "ihtimal" olmaktan öteyegeçemeyecektir. Hal böyleyken Buda'dan, "Zü'l-Kifl (a.s) ile aynı kişi olduğukeşfedilmiş" bir peygamber olarak bu derece kesin ifadelerle bahsetmektartışmaya açık bir tutumdur. İlginç olan bir diğer nokta da, tıpkı Buda gibi "peygamberolabileceği söylenmiş" bulunan Zerdüşt hakkında Üstat Necip Fazıl merhumun aynıtepkiyi göstermemiş olması... 9) Hamidullah'ın, Üstat merhumun atıfta bulunduğu yerde, ilkMüslümanları şahsi yakınlık ve menfaat sebebiyle imana gelmiş farz eden herhangibir ifadesine rastlamadım. Ya bahse konu yerdeki ifadeler bilahare değiştirilmişveya eserden tamamen çıkarılmış olmalıdır. 10) Şakku'l-kamer olayındaki tavrı: "Zaman zaman MuhammedA.S.S. ile hemşehrileri arasında münâkaşa ve münâza'alar cereyan ediyordu.Bunlardan birinde halk ona biraz fazlaca takıldı ve kendisinden, Allah'ıngerçekten bir Resûlü ise ay'ı ikiye yarmasını istediler. İslâmî görüş açısındanbir kimsenin vahiyler alan bir Resûl sayılabilmesi için mûcize göstermesi alsazarûrî değildir; gerçekten de bir kimse Resûl bile olsa, gösterdiği bir mûcizedeonun insanlık vasfından gelen bir şey bulunmayıp her şey Allah'a bağlıdır veonun takdir ve emriyle olmaktadır. Bununla birlikte, bütün insanlık tarihinde,zühd ve takvâ sahibi insanlara mûcizeler (veya kerâmetler) bağlanmaktadır. Buduruma göre, Muhammed A.S.S.'a da bir takım mûcizelerin atfedilmiş bulunmasıbizi şaşırtmamalıdır. Tarihçilerin bize verdikleri bilgiye göre, yukarıdakişekilde halkın kendisine takılması üzerine Muhammed A.S.S. aya bir işaret verdive onu ikiye ayırdı...." (I, 103) Hamidullah hocanın burada hadiseyi takdim ediş biçiminde,"acaba"lı bir "yansızlık gayreti" dikkat çekiyor. Gerçi bu sözlerinin sonundaatıf yaptığı yerlerden birinde (I, 122) "Allah'ın seçilmiş kulları olanResulleri'nin gösterdiği bütün mûcizelerin gerçekliğine tam mânasıyla"inandığını söylemekte ve bir diğer yerde de (I, 126-7) bu mucizeyi,yukarıdakinin aksine kesin ifadelerle verdikten sonra, ay yüzeyinde uydufotoğraflarıyla tesbit edilmiş bir çatlak bulunduğunu nakletmekte, bununlailgili olarak Apollo-15 ile gerçekleştirilen derinliğine araştırmalarınyayımlanmadığına dikkat çekerek, bu çatlak ile mezkûr mucizenin ilgisinin birgünMüslüman astronotlar tarafından açıklanması temennisini dile getirmektedir. Kezaeserinin bir başka yerinde (I, 650) bu olay hakkında "Hicretten öncelererastlayan bir devrede Resûlullah'ın gösterdiği herkesce bilinen "ayın yarılması"(:Şakk'ul-Kamer) mûcizesi" ifadesini kullanmaktadır. Ancak mezkûr mucizeyedeğindiği ilk yerde aynı tavrı niçin göstermediği de gerçekten merak konusudur. 11) Üstat merhumun burada kasdettiği, Rükâne (r.a)'ın İslam'agirişini anlatan kıssa olmalıdır. Hamidullah'ın bu olayı zikrediş tarzını"yorumsuz" olarak görelim: "Bu konuda iki anlatım vardır; herhalde bunlar aynı olayın ikiayrı kimse tarafından yapılmış nakillerinden ibârettir. Bunlardan birisine göreRükâne, onun bu ilâhi vazifesinin bir delili olarak, onlara emretmek suretiyleağaçları yürütmesini istemiştir. Muhammed ona şöyle dedi: "İşte şurada bir ağaçduruyor; ona git ve benden ona, ötede duran diğer ağaca yürüyüp onun yanınagitmesini söyle!" Rükâne kendi sahip olduğu maharetten daha da emindi; ağaçlarınbu yürüyüşünden tatmin olmayarak Aleyh'is-Salâtu v'es-Selâm'a kendisi ilegüreşmesini teklif etti. Şayet kendisini yenerse onun dînine gireceğine sözverdi. Üç defa üstüste sırtı yere gelmesine ve hattâ ağaçların yürüdüğünügözleriyle görmüş olmasına rağmen İslâma geçmedi. Geçmemekle kalmadı, Mekke'dekiputperestler arasına koştu ve onlara Muhammed'i ellerinde iyi saklamalarını vediğer kabilelerle olan şeref ve üstünlük münakaşa ve yarışmalarında ondanistifade etmelerini, zira onun pek fevkalâde şeyler yapıp göstermeye muktedirdünyanın en üstün sihirbazı olduğunu haber verdi. Diğer anlatımda ise, onungüreş teklifi üzerine Muhammed A.S.S. ona şöyle cevap vermiştir: "Kabul, ancakben yenersem sürünün üçte birini mükâfat olarak isterim." Gerçekten de üç defayenilmesi ve bunun sonucu sahip olduğu sürünün tamamını kaybetmesi üzerine,karısından olan korkusu sebebiyle ağlamaya başladı. Muhammed A.S.S. ona şöylededi: "Korkma!.. Bütün bu üç mağlubiyetin mükâfat tutarını, bu defalık almayı vebütün malını kaybetmeni istemiyorum. Haydi şimdi onları al ve selâmetle git!" Budavranış karşısında, gördüğü mûcizelerden de çok duygulanan Rükâne hemen omahalde: "Sen Allah'ın Resûlusun ve ben senin getirdiğin dîni kabul ediyorum"diye haykırmıştır." 12) Mirac'ı ruhî bir hal olarak kabul etmesi ve Efendimiz(s.a.v)'in bu olayı hem ruhu, hem de bedeniyle yaşadığının söylenmesinin AllahTeala'ya mekân tahsisi anlamına geleceğini ileri sürmesi. Hamidullah'ın bu konuda söyledikleri, Ehl-i Sünnet alimlerin,ilgili ayet ve hadisler temelinde ortaya çıkmış bulunan görüş birliğidoğrultusunda tebellür eden inanca aykırı düşmektedir. Her ne kadar kaynaklardaMiraç mucizesinin sadece ruhsal olarak yaşandığı görüşü Hz. Aişe (r.anha)validemiz ile Hz. Mu'âviye (r.a) ve el-Hasenu'l-Basrî (rh.a)'a nisbet edilmişise de, konuyu rivayet tekniği açısından ele alan ulema, bu nisbetlerin şüpheliolduğunu belirtmiştir. (Bkz. Daha önce işaret edilen Milli Gazete'deki yazılar.) Ayrıca Hamidullah hocanın, Miraç mucizesinin ruh ve bedenbirlikteyken yaşanan bir hadise olduğunun söylenmesi halinde olayın "mekânsal"bir yolculuk şeklinde cereyan etmesi gerektiği, bunun da Allah Teala'ya mekânizafe edilmesi anlamına geleceği şeklindeki endişesi de yersizdir. Zira buhadisede Efendimiz (s.a.v)'in zaman/mekân boyutlarının ötesine geçtiği açıktır. 2. Sadreddin Yüksel hocanın eleştirileri Sadreddin Yüksel hocanın Hamidullah'a yönelttiği eleştiriler(bkz. Makaleler, 99 vd.), iki noktada Üstat Necip Fazıl merhumuneleştirilerinden ayrılıyor: 1. Sadreddin Yüksel hoca, eleştirilerini "reddiye" tarzındakaleme almış ve ele aldığı her ifade üzerinde ilmî delilleri zikretmek suretiyleayrıntılı olarak durmuştur. 2. Eleştiri çerçevesini İslam Peygamberi ile sınırlandırmayıp,Resulullah Muhammed'deki kimi görüşleri de tenkit süzgecinden geçirmiştir. Sadreddin Yüksel hocanın eleştirileri hakkında da Üstat merhumkonusunda olduğu gibi sözü fazlaca uzatmış olmamak için sadece eleştiri konusuyaptığı hususları birer-ikişer cümleyle zikredecek, ardından da mülahazalarımıbelirtmeye çalışacağım. Ancak bir kısmını daha önce (dipnotta belirttiğimyazılarda) ele aldığım, bir kısmını da Üstat merhumun tenkitleri dolayısıylayukarıda zikrettiğim hususları –bir-iki nokta dışında– hazfedeceğim. A. "İslam Peygamberi" hakkındaki eleştirileri 1) "O'nun yegâne arzusu eski peygamberlerin tebliğlerini tekrarcanlandırmak, ebedî hakikatleri ihya edip, tamamlamaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.)Allah Azimüşşan'ın kendisinden sonra bir Peygamber daha göndermesine lüzumkalmaksızın, ilâhi tebliğinin hiç değişmeden bakî kalacağına dâir samimikanaatında yanılmamıştır." Hamidullah'ın bu sözleri, İslam Peygamberi'nin elimdekibaskısında (I, 4) şöyledir: "Muhammed A.S.S., bizzat onun getirdiği ilâhitebliğin, kendisinden sonra Allah'ın yeni bir peygamber göndermesine ihtiyaçduymayacağı bir şekilde el değmemiş ve bozulmamış olarak kalacağına dair inanışüzerinde ısrarla durmuştur." Sadreddin Yüksel hocanın eleştirisine maruz kalan pek çoknoktada olduğu gibi –ki birkaç örneği aşağıda göreceğiz–, burada da müellifinher iki ifadesi arasında bariz bir farklılık bulunduğu dikkat çekiyor. Budeğişikliğin nasıl gerçekleştiğini açıklayabilmek için eserin Fransızca aslınındeğişik tarihlerdeki baskılarıarasında karşılaştırma yapmak, eğer burada birdeğişiklik görülemezse, Fransızca aslıyla Türkçe çevirisini mukabele etmekgerekiyor. Ne yazık ki Fransızca bilmediğim için bu benim yapabileceğim bir işdeğil. 2) "İslâmın zuhurunda yeryüzünde çok sayıda din vardı. Yeni birdine ihtiyaç var mı idi? Ve onun muvaffakiyeti hangi şartlara bağlı idi? Busoruya Prof. Filip K. Hitti'nin cevabı gayet veciz ve faydalıdır: "Asli şekliyleİslâmiyet, Samî kavimlere ait dinlerin mantıkî mükemmelleşmesidir." İslam Peygamberi'nin elimdeki baskısında bu pasaj şöyle: "İslâmdoğduğunda esasen yeryüzünde birçok büyük din bulunuyordu. Yeni bir dini icabettiren ne gibi ihtiyaçlar vardı ve bu dinin başarısı ne gibi şartlara bağlıydı?Bu suallere profesör Philip K. Hitti'nin vermiş olduğu cevap pek kısadır: "İslâmdini de kendi orijinal bütünü içinde, Sâmî'ler arasında görülen semâvî dinlerinmantıkî bir devamı ve tekâmülünden ibarettir." Bu pasajda Hitti'nin cevabının sadece "kısa" olaraknitelendirildiği ve son cümleye bir "semavi" kelimesinin eklendiği dikkatçekiyor. Elimdeki baskıda, son cümlenin İngilizce metni dipnotta şu şekildeverilmiş: "Islam, too, in its original form is the logical perfection of Semiticreligion." Görüldüğü gibi burada, "semavi dinler"den değil, önceki tercümeyidoğrulayacak tarzda sadece "Semitik dinler"den bahsedilmektedir. DolayısıylaSadreddin Yüksel hocanın, "Müsteşrik K. Hitti, bu laflarıyla şunu demek istiyor:İslâm semavî bir din değil ancak diğer bazı dinlerin ictimaî ve ahlâkî birtekâmülü neticesidir" tarzındaki eleştirisi son derece isabetlidir. Hamidullahhoca, Hitti'nin bu sözüne ilişkin herhangi bir şey söylemediğine göre buradakitavrını mazur gösterecek yegâne husus, Hitti'nin, "Semitik din"in aslen "semavi"olduğu ve –tıpkı bütün insanlığın olduğu gibi– diğer Semitik din mensuplarınında İslam'ın çağrısına icabetle yükümlü oldukları inancında olup olmadığınıntesbitidir. Esasen Hamidullah hocanın Hitti'nin ifadesini aktarmadan öncesorduğu soruların, Hitti'den aktarılan cümleyle doğrudan herhangi bir ilişkisibulunmadığını fark etmesi gerekirdi. 3) "Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem) Umman'a yaptığıticari seyahatte Çinlilere rastlamış olsa gerek. O'nun bu kavmin sanatına karşıbüyük bir hayranlığı vardır. Ve şu söz O'na izafe edilir: "İlim Çin'de olsa dahiarayınız." Elimdeki baskıda bu cümleler şöyle: "Her hal ü kârda MuhammedA.S.S., Umân'a yaptığı seyahatlerde Çinlilerle karşılaşmış olmalıdır; bu halkınsan'at ve sınaî durumlarına dair onda büyük bir takdir hissinin mevcudiyetinigörüyoruz. Şu hadis ondan rivayet edilmektedir: "İlim Çin'de de olsa gidip onuarayınız." (I, 12) Hamidullah'ın, bu cümlelerden önce İslam'ın doğuş dönemindeÇin'in durumuyla ilgili olarak söyledikleri arasında, "Her hal ü kârda MuhammedA.S.S., Umân'a yaptığı seyahatlerde Çinlilerle karşılaşmış olmalıdır" yargısınıdoğrulayacak herhangi bir veri yer almıyor. Keza bu konuyu ele aldığı diğeryerlerde de (I, 649 vd.) somut bir bilgi veya belge mevcut değil. Şu haldegeriye, atıf yaptığı söz konusu rivayet kalmaktadır. Sadreddin Yüksel hoca buhadisin İbnu'l-Cevzî ve İbn Hibbân'a göre uydurma olduğunu kaydetmiş.el-Aclûnî'nin verdiği bilgiye göre, bazı tariklerinin "zayıf"ın üzerinde birderecede ("sâlih") olduğunu ve müteaddit tariklerinin mecmuu dikkate alındığında"hasen" mertebesine ulaşacağını söyleyen alimlerin mevcudiyeti dolayısıyla"uydurma" olduğu hükmünün ihtiyatla karşılanması gerektiği ayrı bir konu; fakatsöyleniş gayesi belli olan bu hadis ile "Çinliler'in sanatı" arasında ne tür birilgi bulunduğunu anlamak hayli zor... 4) "Sent-Helen'deki ikâmeti esnasındaki tefekkürlerindeNapolyon haklı olarak şöyle düşünüyordu: "İslamiyetin tesisinde bazen mucizeleregötüren tesadüfi şartlardan ayrı olarak, bizim bilmediğimiz bir şey olmasılâzımdır." Elimdeki baskıdaki çeviri, "Saint-Helen adasındaki sürgünhayatı esnasında Napolyon pek haklı olarak şöyle düşünüyordu: "Ekseriyafevkalâde ve mûcizevî hadiselerin oluşumunda rolü bulunan tesadüfî şart vedurumlardan tamamen uzak olarak, İslâmın ortaya çıkıp kendini kabulettirmesinde, bilemediğimiz daha bir takım şeylerin yapıcı rol oynaması lâzımgelmektedir..." şeklinde. (I, 20) Sadreddin Yüksel hocanın eleştirisinin burada Napolyon'un,"İslam'ın bir kısım parlak zaferlerini tesadüfi şartlara bağlaması"na yönelikolduğu dikkat çekiyor. Oysa Napolyon'dan aktarılan cümle, İslam'ın ortaya çıkıpkendisini kabul ettirmesinde, "tesadüfi şart ve durumlardan tamamen uzak olarak"daha başka şeylerin yapıcı rol oynamış olması gerektiğini anlatıyor. Dolayısıyla(iki çeviri arasındaki uyumsuzluğa dikkat çekerek) ikinci çeviriyi esas alacakolursak, burada bir "yanlış anlama" bulunduğunu söylemek durumundayız. 5) "Şayet sadece kaynakların susması kâfi bir delil değilseonun belki de deniz yoluyla Habeşistan'a gittiği dahi hatıra gelebilir. Bütün buseyahatler onun, Bizans, Acem, Yemen ve Habeşistan ticarî, idarî, gelenek vekanunlarını öğrenmesine yol açtı. Olgunluk yaşında, kırkında, bu tecrübeli adam,kavmini ıslaha teşebbüs etti..." Benim kullandığım nüshadaki ifade bir miktar farklı olmaklabirlikte, bu farklılığın Sadreddin Yüksel hocanın eleştirdiği noktanın aslınabir taalluku yok. Her ne kadar Efendimiz (s.a.v)'in bi'set öncesi dönemdehayatın çeşitli veçhelerine ilişkin belli bir birikim ve tecrübe sahibi olduğunusöylemek bir gerçeğin ifadesi ise de, bunların tebliğ sürecinde ve tebliğinözüyle ilgili olarak herhangi bir şekilde fonksiyon icra ettiğini söylemekmümkün değildir. Zira Efendimiz (s.a.v)'in bu safhadaki uygulamalarının yabizzat vahyin direktifi ile veya vahyin onayından geçmek suretiyle "ilahî yasa"olma özelliğini haiz olduğu malumdur. 6) "İbn-i Kelbi bizzat Muhammed'in (s.a.v.) İslâmdan evvel birsanem (put) önünde esmer bir koyunu kurban ettiğini nakleder; muhtemelen buyukarıda bahsolunan hadisedir ve kurban da şüphesiz batıl itikatlara inananhalaları tarafından tedârik edilmişti." Benim kullandığım baskıdaki çeviri: "İbn'ul-Kelbî'nin bizenaklettiğine göre İslâm öncesinde bizzat Muhammed A.S.S. az kalsın burada birput (sanem) önünde kahve rengi tüyleri olan bir koyunu kurban olarak kesecekti."(I, 49) Sadreddin Yüksel hocanın da belirttiği gibi İbnu'l-Kelbî'ninrivayeti, merfu hadis formundadır ve puta kurban kesme hadisesinin fiilen vukubulduğunu anlatmaktadır. İbnu'l-Kelbî'nin (Hişam b. Muhammed) tıpkı babası(Muhammed b. es-Sâib) gibi Hadis tenkitçileri tarafından en ağır ifadelerleeleştirilmiş güvenilmez bir kimse olduğunu biliyoruz. Acaba Hamidullah böyle birzatın nakline niçin güvenmiştir? Konunun İslam Peygamberi'nin benim kullandığımbaskısında ele alınış biçimine bakılırsa Hamidullah'ın maksadı Efendimiz(s.a.v)'in küçüklüğünde bile sıradan çocuklardan farklı olduğunu vurgulamaktır. Ancak mesele bununla bitmiyor: Bahse konu olayın İbnu'l-Kelbîtarafından naklediliş biçimi ile benim elimdeki İslam Peygamberi'nde aktarılıştarzı birbirini tutmuyor. Zira olay, İbnu'l-Kelbî ve ondan naklen –eserininSadreddin Yüksel hocanın kullandığı baskısında– Hamidullah tarafından –azyukarıda da belirttiğim gibi– "vuku bulmuş" olarak gösterilirken, İslamPeygamberi'nin sonraki baskılarında değişime uğrayarak –"neredeyse vukubulacaktı" tarzında– verilmiştir. Acaba Hamidullah mı –kaynağıyla ters düşmepahasına– eserinin ilk baskılarındaki ifadeyi değiştirdi, yoksa burada bir"mütercim tasarrufu" mu aramalıyız? Eğer ifade Hamidullah tarafındandeğiştirilmişse –bu davranışın ilmî güvenilirliğe aykırı olması bir yana–,değiştirme ihtiyacı duyduğu bir nakli eserine niçin almıştır? Eğer bu tasarrufmütercim kaleminin marifetiyse, burada katmerli bir tahrif karşısındabulunuyoruz demektir. Zira hem İbnu'l-Kelbî'nin, hem de Hamidullah'ınifadelerine müdahale yapılmış olmaktadır. 7) "Tarihçiler bu seyahatte son menzil olarak Kudüs'ün ötesindeBusra'dan bahsediyorlar. Hz. Muhammed (s.a.v.) böylelikle Mirâç şehri Kudüs'ü veLût gölünü görebildi." Hamidullah'ın, Efendimiz (s.a.v)'in Kudüs'ü gördüğünü söylemesieğer Miraç mucizesi sonrasında Mekkeliler'in sorularına cevap verirken butecrübesine dayandığını savunmak için ise elbette duraksamadan reddedilmelidir.Ama eğer bunu es-Süheylî'ye dayanarak sadece "tarihi bir vakıa" olaraknaklediyorsa, bunun da normal karşılanması gerektiğini düşünüyorum. İslam Peygamberi'nde Miraç mucizesi akabinde Mekkeliler'in,Efendimiz (s.a.v)'den Kudüs'ü tavsif etmesini ve ticaret kervanından habervermesini istedikleri zikredilmekte ve olay burada kesilmektedir. Elbette busebepsiz değildir; zira aslında Mekkeliler'in tavsif edilmesini istediği "Kudüs"değil, "Mescid-i Aksa"dır. Hamidullah ise o dönemde Kudüs'te bir mescitbulunmadığı görüşündedir. Dolayısıyla bu hadiseyi burada kesmesi, ilgilirivayetlere dayanarak devam ettirmesi halinde kendisi ile çelişkiye düşeceğiiçindir. Ancak Resûlullah Muhammed'de (98) bu konuyu biraz dahanetleştirmekte ve şöyle demektedir: "O sırada bunu duyan inançsızlar (kâfirler)pek tabiidir ki reddettiler ve hattâ alay ve istihzâ ettiler: Bunlardan ticarîmaksatlarla Kudüs'e kadar gitmiş olanlar, Hz. Muhammed'in de bir vakitlerHadîce'nin kervanlarını Kudüs'ten ötede Busrâ'ya kadar ticaret için sürdüğünüunutmuş gözükerek Kudüs'ü anlatıp tarif etmesini ondan istediler..." Buifadeler, "Bu durumda müellif demek istiyor ki "Şayet Peygamber birşeyleranlatabilmişse de 25 yaşındayken orayı gördüğü içindir" diyen Sadreddin Yükselhocayı haklı çıkarmaktadır. 8) "Hz. Muhammed oraya (Mekke'ye) girmeye cesaret edemedi." Bendeki baskıda da ifade bu şekildedir. Burada Hamidullah,kaynak gösterdiği İbn Hişâm ve el-Belâzûrî'nin, Taif dönüşü Mekke'ye girişinnasıl cereyan ettiğini anlatan ifadelerini aynen aktarmamış, hadiseyi kendiyorumuyla vermiştir. Sadreddin Yüksel hoca, Hz. Peygamber (s.a.v)'e"cesaretsizlik ve korku" isnat eden bu tavrı haklı olarak eleştirmekte ve "İslamruhuna aykırılık"la nitelendirmektedir. 9) "Bu âyetlere göre bir zaman Musâ –Bunun Hz. Musâ veya başkabirisi olması pek mühim değildir.– ilim aramak için seyahate çıkar... Dinkitapları temsiller getirir, misaller verir. Bunların tarihi hâdiseler olmasızarurî değildir... Kur'an-ı Kerim'de bu Musâ isminin Mûsâ veya Gılgamış olmasınabir mani yoktur." Bendeki baskı: "Hemen hatırlatalım ki, hem İskender ve hem deGilgamış her ikisi de peygamber Mûsâ'dan sonra yaşamış kimselerdir. Bu kıssadageçen Mûsâ adının, ne efsane kahramanı Gilgamış ve ne de Peygamber Mûsâadlarının arapçadaki bir ifadesi olduğuna dair Kur'ân'da açık-seçik bir bilgiyoktur. Tevrât metninde ise Mûsâ Peygamber'le ilgili olarak böyle bir kıssageçmemektedir; fakat bu Mûsâ'nın Peygamber Mûsâ olduğunu reddetmek için bugerçek, tek başına bir delil teşkil etmez..." (I, 586) Anlaşıldığına göre Hamidullah, eserinin sonraki baskılarındaSadreddin Yüksel hocanın eleştirisine konu olan ifadelerini değiştirmiştir.Ancak burada önemli olan bu değil. Kur'an'da geçen bu kıssayı da içine alacakşekilde "Dinî mukaddes kitaplarda böyle bir takım kıssalar bulunur; bunlarınmuhakkak tarihî gerçek olaylar olması gerekmemektedir" (I, 568) tavrının, YüceAllah'ın mutlak kudretinin birer yansıması olan mucizelere kesin bir şekildeinandığını belirten (I, 125) bir kimseden sadır olmaması gerekirdi. Helekendisini "şaka ve eğlence olmayan" bir kitap olarak niteleyen bir Kitab'ın,olmamış hadiseleri olmuş gibi anlatabileceği intibaını uyandırmak, birmüslümandan asla sadır olmaması gereken bir tavır olarak ancak Modernist Yahudive Hristiyanlar'ın kendi "Kutsal Kitaplar"ı hakkındaki görüşlerinderastlandığında normal karşılanabilir. Sadreddin Yoksel hocanın da isabetlebelirttiği gibi "Kur'an'ın defalarca bize naklettiğine göre İnanmayanlar: "BuKur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" demişlerdir. Şimdi eğerKur'an-ı Kerimde anlatılan kıssalar, gerçek tarihî hâdiseler olmazsa, o vakitmasal ve asılsız hikâyelerden ibaret kalır. Ve nihayet muarızların yukarıdakiiddiaları doğruluk vasfını kazanmış olur. Bu ise Kurân-ı kerîm için (haşa) büyükbir hezimettir." 10) "O (Hz. Hatice validemiz, E.S.) zevci için sevilmeğe layıkbir refika olmakla kalmadı. Aynı zamanda İslâm dâvâsına pek mühim hizmetlerdebulundu. Onsuz, kendisinden önceki birçok peygamberler gibi Hz. Muhammed(s.a.v.) de büyük muvaffakiyetlere erişemeden kaybolabilirdi." Bendeki baskıda da aynı anlamı aksettiren tercümeyle sunulan buifadeler, Sadreddin Yüksel hocanın da isabetle belirttiği gibi "Hz. Haticevalidemiz olmasaydı Cenab-ı Hak İslâm'ın yayılmasına hizmet edecek başka birsebep halkedemez miydi?" Hz. Hatice (r.anha) validemizin Efendimiz (s.a.v)'e,dolayısıyla İslam'a hizmetleri elbette küçümsenemez. Ama Yüce Allah'ın,tamamlayacağını vaat ettiği bu dinin hayatta kalmasını ona bağlamak elbetteisabetli değildir. 11) "Bununla beraber Yahudi dini Hz. Muhammed'in tebliğ ettiğidine en yakın olanıdır. Şu halde Müslümanların Medine Yahudileri ile anlaşmayamuvaffak olamaması, hazindir. Rakipte hatâlar bulmak kolaydır. Fakat kabul etmeklâzımdır ki anlaşmazlık bir defa ortaya çıkınca misilleme ve mukabil misillemezinciri mazlumu zâlimden ayırma imkânını bize bırakmaz." Bendeki baskı: "Bununla beraber, Medine YahudileriyleMüslümanların anlaşamamış olmaları gerçekten üzücü bir olaydır. İnsanınkarşısındaki kimsede kusur bulması kolay bir şeydir; fakat şurası kabuledilmelidir ki, araya bir kere yanlış anlama halinin girmesi, misliylemukabelede bulunma ve buna da mukabelede bulunma gibi uzayıp giden itişmelerzinciri, itham edilen suçlu tarafa da kendilerini haklı gösterecek bir takımdelil ve dayanaklar ileri sürme imkânı bahşetmektedir." (I, 580) Yahudiler'in Kaynukaoğulları kabilesinin Medine'den sontahlilde Efendimiz (s.a.v)'in direktifiyle sürüldüğü vakıası dikkate alındığındaortaya şu sonuç çıkmaktadır: Eğer Yahudiler'in haklı olma ihtimali varsa,Efendimiz (s.a.v) onlara (haşa) haksızlık etmiştir. Çünkü olay sürüncemedekalmamış, somut bir sonuçla noktalanmıştır ve bu somut sonucun bir dayanağıolmalıdır. Eğer Yahudiler haksız ise Hamidullah'ın bu tavrının hiçbir anlamıyoktur. B. "Resûlullah Muhammed" hakkındaki eleştirileri Sadreddin Yüksel hoca, mezkûr kitapta yer alan hususlar içinden 1) Efendimiz (s.a.v) dünyaya geldiği sırada cereyan eden olağandışı hadiselerin Hamidullah tarafından, bu doğum hadisesiyle ilgiliolmayabilecek şeyler olarak nitelendirilmesini, 2) Efendimiz'in Hira'dayken aldığı ilk vahyin uyanıkken değil,uykuda olduğunu söylemesini, 3) "Kur'an Allah'ın sözünü temsil eder, onun yerine geçer"demesini, 4) Mucizelerin, peygamberlerin davalarını isbat bakımındanzaruri olmadığını söylemesini eleştirmektedir. Ayrıntıya girmeye ihtiyaç duymaksızın bütün bu konulardagetirdiği eleştirilerin son derece haklı ve yerinde olduğunu rahatlıklasöyleyebiliriz. Sonuç Gerek Üstat Necip Fazıl merhumun, gerekse Sadreddin Yükselhocanın eleştirilerini şöylece üç grupta toplayabiliriz: 1. Eleştirilerin haklı olduğu kesin bir şekilde ortada olanhususlar. Bunlar arasında Hamidullah'ın herhangi bir tadilat yapmadıklarıbulunduğu gibi, görüş veya ifadesinin değiştiği anlaşılan hususlar da mevcuttur. 2. Bazı eleştirilerde, Hamidullah'ın ifadelerinin yanlışanlaşıldığı görülmektedir. 3. Hamidullah'ın görüşleri arasında çelişkili bir durumunsezildiği meseleler. Söz gelimi Kur'an'ın, Allah Teala'nın sözünü temsil etmesi,onun yerine geçmesi ile ilgili ifadeleri ile, Kur'ân-ı Kerîm Tarihi'nde (11 vd.)bu konuda söyledikleri arasında –eğer ilk ifadeleri Kur'an'ın nazmının AllahTeala katından olmadığı anlamına geliyorsa– bariz bir çelişki bulunduğugörülmektedir. 4. Eleştirilerden bir kısmı da, mütercim tasarrufu olduğuizlenimini veren bazı noktalara yöneliktir. Bu tür noktalarda gerçekten böylebir tasarruf bulunup bulunmadığı, eserin Fransızca aslı ile karşılaştırmayapılarak ortaya konmalıdır. Ya da Hamidullah'ın eleştiri konusu görüşlerinintoplandığı eserlerinin mütercimi olan Prof. Dr. Salih Tuğ hoca bir açıklamayaparak bu alandaki soru işaretlerinin ortadan kalkmasına katkıda bulunabilir. -------------------------------------------------------------------------------- [1] 26 Aralık-9 Ocak 2003 tarihleri arasında Milli Gazete'deneşredilen yazılar. Quote Share this post Link to post Share on other sites
mütereddid 254 Report post Posted March 29, 2013 Bu konuyu açmak niyeti ile girdim, konuyu açılmış buldum. 1 Quote Share this post Link to post Share on other sites