Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
kanijeli

Abdülaziz Bayındır Kripto Mu?

Recommended Posts

İlahiyatçılar camiasının kıdemli yüz karalarından Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır’ın, bir televizyon programında kendisini arayan bir kişiyle arasında şöyle bir telefon görüşmesi olmuş:

 

–Siz diyormuşsunuz ki, “Allah bir kimsenin evlenene kadar kimle evleneceğini bilmez”.

– Onu ben demiyorum, onu Allah kendisi söylüyor. Allah bunu nereden kararlaştırmışsa sana emreder mi “Şununla evlen, bununla evlenme”, ne manası kalır?

–Yani kiminle evleneceğimizi bilmez mi?

–Hayır! Böyle olacak olsa emretmesinin manası var mı?!

–Peki bunun dayanağı nedir?

Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda ayet var bu konuda. Ayetlere yanlış anlamlar vermişlerdir.... Bu tür ayetlere genellikle Süleyman Ateş doğru mana verir. Ali İmran 140-142’nci ayetler. Bu bir.. İkincisi de Tevbe Suresi 16’ncı ayeti....

–Bu konuda bir ders yapacak mısınız?

–Hayır ama bir kitap yazacağım. Çünkü millet hep kaderciolmuş. Kaderdeki iman esası olmuş. Dolayısıyla insanların hoşuna gidiyor aklını kullanmamak.... Allah, senin cehenneme gideceğini bile bile seni yarattıysa, bundan sonra seni neden sorumlu tutuyor?!

–Peki bu konuda mezhep imamlarının görüşü nedir?

–Yaa mezhep imamlarını boş ver kardeşim. Onların Kur’an’la bir alâkaları yoktur zaten.

 

Abdülaziz’in sözünü ettiği ayet mealleri ise (Süleyman Ateş’e göre) şöyle:

 

Eğer size bir yara dokunduysa, o topluluğa da benzeri bir yara dokunmuştu. O günler... onları biz insanlar arasında çevirip dururuz (kâh bir kavme, kâh ötekine gâlibiyet veririz; bazen bir topluma iyi veya kötü günler gösteririz, bazan ötekine). Allâh inananları ortaya çıkarmak, sizden şehidler edinmek için (zamanı kâh lehinize, kâh aleyhinize çevirmektedir). Allâh, zâlimleri sevmez.

Ve inananları iyice özleştirmek, kâfirleri de mahvetmek için (günleri insanlar arasında böyle çevirmektedir).

Yoksa siz, Allâh, içinizden cihâd edenleri (sınayıp) bilmeden, sabredenleri (sınayıp) bilmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Ali İmran, 3/140-142)

Yoksa siz, Allâh içinizden cihâd eden ve Allah'tan, Elçisinden ve mü'minlerden başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmeden, bırakılacağınızı mı sandınız? Allâh yaptıklarınızı haber almaktadır. (Tevbe, 9/16)

 

Abdülaziz’in ifadelerine bakıldığında, asıl amacının kaderi inkârolduğu görülüyor.

Allahu Teala’nın geleceği bilmesinin bile kader (takdir etme) anlamına geleceğini düşündüğü için, O’nun c. c. geleceği bilmemesi gerektiği sonucuna varıyor.

Delil olarak da, yukarıdaki ayet meallerinde geçen ifadeleri öne sürüyor.

Ancak, Allahu Teala, şunu da bildirmektedir:

 

Dileseydik, herkese hidayetini verirdik, (herkesi doğru yola iletirdik). Fakat benden “Mutlaka cehennemi, cinlerden ve insanlardan bir kısmiyle tamamen dolduracağım!” kararı çıkmıştır. (Secde, 32/13)

 

Evet, Allahu Teala, insanlar ve cinler Cehennem’e girmeden, onların Cehennemlik olacağını bilmektedir. Hatta bunu kararlaştırmış,takdir etmiştir. O insanların ve cinlerin kaderi böyledir.

Böyle olmakla birlikte, Allahu Teala, onlara, iman etmeyi ve salih amel işlemeyi teklif etmiş (onları mükellef tutmuş), karşılığında Cennet vaad etmiştir. Onların Cehennemlik olduklarını, iman etmeyeceklerini bile bile..

Bununla birlikte, Allahu Teala’nın kaderinde bir zulüm de yoktur.

Böylesi bir kader inancının, insan aklının sınırlarını aştığı doğrudur. Allahu Teala, insanlara, aklı bu kadar vermiştir.

Eğer müslümansanız, kadere inanır ve Allahu Teala’nın kaderinde zulüm olmadığını da kabul eder, buna da yürekten inanırsınız.

Kadere inanmamaya gelince, kimse kimseyi zorla müslüman yapamaz. İsteyen inanır, istemeyen inanmaz.

Abdülaziz efendi de, kadere inanmıyor. Hatta, Allahu Teala’nın geleceği bildiğine de inanmıyor.

Secde Suresi’ni okurken aklını nereye gönderiyor, onu da bilmiyorum, merak da etmiyorum. (“Aklı var mı ki bir yere göndersin?!” derseniz, cevap bulamam.)

Burada, Abdülaziz’in sözlerini uzun uzadıya tartışmayı dagereksiz buluyorum.

Ancak, pekçok kişinin, Bayındır’ın patolojik bir vaka olduğunu söyledikleri görülüyor.

Bence, patolojik değil, kriminolojik bir vaka..

Patolojik olsaydı, acırdık, “Allah şifa versin” derdik. Tam aksine, kafasının yanlış yorum üretmek için hiç durmadan fazla mesai yaptığını görüyoruz.

Aslında, delil olarak gösterdiği ayetlerin, iddiasını ispatlamaya yetmeyeceğini o da bilir. Bilecek kadar “aklı” vardır.

Burada asıl sorun şu, Abdülaziz ve onun gibi tipler, neden böyle yapıyorlar? Bunun ardındaki temel saik nedir?

Boş yere Abdülaziz’e cevap vermeye çalışmak yerine, bu konu üzerinde durmak daha yararlı olur.

Konuya bu açıdan bakıldığında, ortada beş ihtimal bulunduğu söylenebilir:

Bir: Abdülaziz patolojik bir vakadır, tımarhaneliktir.

İki: Abdülaziz, “kafayı sıyırmamışsa da”, okuduğunu anlamayan bir eblehtir, zekâ özürlüdür.

Üç: Abdülaziz, Kur’an’ın konuyla ilgili diğer ayetlerini ve iman esaslarını beyan eden Cibrîl hadîsi gibi hadîsleri bilmemektedir. Zır cahildir.

Dört: Abdülaziz, Mehmet Şevket Eygi’nin yüzlerce, binlerce kez tekrarladığı gibi, modernist ve mezhepsiz bir ilahiyatçı olarak, Sabatayistlerin, Pakradunilerin ya da başka türden bir dönme taifesinin Müslümanlar’ın içine soktuğu bir ajandır.

Beş: Abdülaziz, bile bile “mahallenin delisi” rolünü oynamakta, karanlık bir odak tarafından kendisine verilen görevi ifa etmektedir.

Şimdi bunları sırayla ele alalım.

Birinci ihtimali geçerli kabul edip, Abdülaziz’in patolojik bir vaka olduğunu düşünmek abes olur. Bu şahıs, kendisini Mehdî, kurtarıcı, peygamber, melek, tanrı vs. ilan eden biri değil. Bununki tam tersi, Allahu Teala’yı, geleceği bilme bakımından hâşâ firaset ve basiret sahibi insanlardan bile aşağı derekeye indirmeye çalışıyor.

İkinci ihtimal çerçevesinde, Abdülaziz’in bir ebleh ya da ahmakolduğunu düşünmek de yanlış olur. Genelde ahmakların zararı kendilerine olur, bununki ise başkalarına.. Keşke ahmak olsaydı; prof. dr. unvanını alamaz, konuşup yazmayı beceremez, böylece kimseye fazla bir zararı da dokunmazdı. Tam aksine, hinoğlu hin bakışının gösterdiği gibi, oldukça uyanık ve kurnaz biri.

Üçüncü ihtimal de geçersiz görünmektedir. Bununki bilgisizlik ya da cehaletten kaynaklanan bir kafası karışıklık değil, taammüden işlenen bir cinayet.

Dördüncü ihtimale gelince.. Bu konular aslında Mehmet Şevket Eygi’den sorulur. Ancak, Mehmet Şevket efendinin, nedense isim vererek hiç tartışmadığını, “Mezhepsizler, alçaklar, modernistler vs.” diyerek gölgelerle savaştığını görüyoruz. Hani İbn Teymiyye ve Muhammed bin Abdülvehhab gibi ölmüş insanların ismini vermese, isim vermeme gibi bir hassasiyetinin ya da ilkesinin bulunduğunu düşünüp saygı duyacağız. Ama, kazın ayağı öyle değil. Şimdiye kadar hiç kimse İbn Teymiyye’nin hatalarını dile getirmemiş olsa, gerekli uyarıyı yaptığı için, yine tutumuna saygı duyacağız, ama İbn Teymiyye'nin cumhura muhalefet ettiği konular bilinmektedir ve belki bir milyon kez yazılıp söylenmiştir. Şevket bey ise, sayıyı neredeyse iki milyona tamamlamak için bütün gücünü sarfediyor. Abdülaziz gibilere gelince de, suspus oluyor. Abdülaziz Ermeni mi, Yahudi mi, Rum mu, Pakraduni mi, Sabatayist mi, yoksa Türk oğlu Türk mü?.. Şevket beyin, bu konulardaki engin ve derin bilgilerini konuşturarak acilen bu meseleye açıklık getirmesi bekleniyor.

Abdülaziz Bayındır kripto mu, değil mi?.. Muhterem Şevket bey, bir kez olsun delikanlı ol, açık konuş, şuna cevap ver..

Gelelim beşinci ihtimale.. Öncelikle şunu söyleyelim: Ehl-i Sünnet ulemasına göre, Abdülaziz Bayındır gibilerin yukarıya aldığımız türden ifadeleri küfürdür. Nitekim Âliyyü’l-Kârî, Fıkhı Ekber Şerhi’nde şöyle demektedir: “Evet, kim ki, Allah Teala’nın (bir şey) vuku bulmadan önce (onu) bilmediğine itikad ederse bunu söyleyen her ne kadar bid’at ehlinden olursa da kâfirdir.” (çev. Hüseyin S. Erdoğan, İstanbul: Hisar Y., s. 434-435)

Yani, böyle bir herzeyi, bir hristiyan ya da yahudi değil, Müslümanlar arasındaki bid’at (Ehl-i Sünnet dışı) fırkalardan birinin mensubu da söylese, kâfir kabul edilir. “Ehl-i kıble tekfir edilmez” kaidesi dikkate alınmaz.

Doğal olarak, “Mezhep imamlarını boş ver” diyen Abdülaziz efendi, Âliyyü’l-Kârî’yi dünden boş verecektir. (Nasıl boş vermesin ki, mealini aktardığımız Secde Suresi ayetini ve daha pekçok ayeti bile boş vermektedir.)

Kendisi açısından Abdülaziz, Kur’an’ı mezhep imamlarından bile daha iyi anlayan müthiş bir müctehid.. Ehl-i Sünnet açısından ise, küfre düşmeyi umursamayan bir bid’atçi..

Meseleye Ehl-i Sünnet açısından bakıldığında, kâfir olmaktan hiç çekinip korkmayan Abdülaziz’in, kendisine verilmiş birtakım karanlık görevleri yapıyor olmasının doğal karşılanması gerektiği ileri sürülebilir. (İsteyen meseleye Abdülaziz açısından bakıp, 1400 yıldır aldatılan Müslümanlar’a Abdülaziz’in, çağdaş Türkiye’nin laik ve demokratik cennet düzeninde kurtuluş yolunu gösterdiğini düşünebilir.)

Abdülaziz, kendisine verilen Müslümanlar’ın itikadını çağdaş zihniyet çerçevesinde düzeltme, “çağdaş ve bilimsel düşünmeyi” sağlayacak şekilde kaderciliğin prangalarından kurtarma, “aklın hür ufuklarına taşıma” misyonunu kabul eder mi, etmez mi?..

“Hayır, ben böyle gizli görevleri kabul etmem” mi der, yoksa, “Körün istediği bir göz, Allah vermiş iki göz” diye mi düşünür?..

“Hem Müslümanlar’ı mezhep imamlarının Kur’an’a aykırı görüşlerinden kurtar, hem de kader inancıyla uzaktan yakından hiçbir alâkası olmayan modern odaklardan beslen.. Oh, çift katlı ekmek kadayıfı” diye bıyık altından güler mi?..

Hani tilkiye sormuşlar, “Tavuk sever misin?” diye de, “Ağzımın suyu aktığından konuşamıyorum ki” demiş ya..

Doğal olarak bu tür konular, Mahir Kaynak gibi yazarların uzmanlık alanına giriyor, fakat nedense o, İslamî kesime yönelik oyunlar konusunda bizi aydınlatmıyor.

O yüzden biz de, sadece soru sormak ve düşünmekle yetinmek zorunda kalıyoruz.

Tabiî meselenin bir de, karanlık odak boyutu var..

Karanlık odaklar, Müslümanlar’ın itikadının bozulması (ya da kendileri açısından bakıldığında “fikri hür, vicdanı hür” hale gelmeleri,kadercilik bataklığından kurtulmaları için) birtakım adamlara görevler verirler mi, vermezler mi?..

Abdülaziz’le ilgili sorulara cevap veremesem de, bu suale hiç tereddütsüz evet diyebilirim.

Onların, tavşana kaç, tazıya tut deme becerisini gösterebildiklerini biliyoruz. Bir yandan Ehl-i Sünnet inancını tahrip etmek için adamlar istihdam edebilir, tazıya tut diyebilirler, diğer yandan da, Ehl-i Sünnet’i savunanlar arasına elemanlar yerleştirip, o mecrayı da kontrol altına alabilir, tavşana kaç diyebilirler.

Filmin rejisörü açısından, hikâyenin iyi adamları ile kötü adamları arasında bir fark yoktur. Onun açısından iyi adam, rolünü en inandırıcı biçimde oynayan adamdır.

İyi adam, seyirci kendisini onunla özdeşleştiriyorsa, kötü adam da, seyircinin nefretini ve öfkesini toplayabiliyorsa, yönetmen açısından başarılıdır, iyidir.

Böylece, filmin sanal dünyasına insanlar kendilerini kaptırır, hayal dünyasına dalıp giderler.

Günümüzde Müslümanlar arasında tartışılan meselelere de bu açıdan bakmak gerekir.

Maalesef maç, Müslümanlar’ın yarı sahasında oynanıyor. Türkiye Müslümanları'nın önemli bir kısmı ne yazık ki, Şeriat’sız bir İslam’ı,ahlâk edebiyatına indirgenmiş bir din anlayışını, laiklik ve demokrasi idealleri çerçevesinde yeniden şekillendirilen bir fıkıh ve devlet düşüncesini, Batılılar’la birlikte İslamcılık karşıtlığı yapan bir dindarlık tasavvurunu benimsemiş durumdalar.

İşin o tarafını hallettiler..

Şimdi iş, itikad aşamasında.. Saldırılan ilk kale, kader inancı..

 

Dr. Seyfi Say

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Osmanlı'nın son dönemlerinde başlayan İslamı bu coğrafyadan tasfiye etme projesi, Allahu Teala'nın lütfu ve keremiyle tutmamıştır elhamdülillah. Bu topraklarda İslamı ve İslamla alakalı herşeyi silip atma yönünde yapılan uygulamalar, bu tür hesapları yapanların hesabına uymamıştır. Şayet bu planlar istedikleri neticeyi verseydi bu topraklarda "Allah" diyen kişinin kalmaması gerekirdi. Ancak Allahu Teala kudret sahibidir. Onlar ne yaptılarsa Müslümanların önünü kesemediler, bitiremediler, tüketemediler ve tüketemeyecekler de inşallah.

 

Hal böyle olunca ne yaparlarsa yapsınlar başarı İslamı kazıyamayınca bu sefer farklı bir metod izlemeye başladılar. madem Müslümanları bitiremiyoruz o zaman İslamı içinden tahrif edelim, Müslümanların dinlerini, itikatlarını bozalım düşüncesiyle tahrip ajanlarını içimize yerleştirdiler.

 

bahsi geçen şahıs da bunların ibretlik numunelerindendir. Adam neler neler söylüyor da hala bunu dinleyip buna prim verenler oluyor, şaşılacak şey...

 

Allahu Teala Müslümanlara uyanıklık ve şuur nasip eylesin...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

İlahiyat çok karışık bir camia. Kavgası, gürültüsü eksik olmuyor. Aslında bu daim yenileme ve arayış içinde olma islami taban olarak güzel olmakla birlikte kendi yorumlarını ve doğrularını hakikatmiş gibi propagandasını yapmaya başladığı yerde mesele çıkıyor.

 

Geçtiğimiz hafta okulumuzda sahabe sempozyumu vardı. Koca koca adamlar resmen öğrencilerin karşısında fikir çatışması mı atışması mı nedir ondan yaptılar :) Bilimselci-tarihselci hocalar İsmail Lütfi Çakan ve Mustafa Fayda Hocadan bayağı azar işittiler. Ama hiçbiri fikrinden dönmüyor biliyor musunuz hiç biri. Resmen iki tane adam salonu kattı karıştırdı. "Sahabeye ittiba" kavramıi bir din adamını neden rahatsız eder ki, aklımız almadı gitti.

 

Gerçek, samimi islami araştırmaya adanmış şahsiyetlere ihtiyaç var. Bu manada ciddi karar alıp almama arasında bocalıyorum. Durmam gereken yeri bilmekle birlikte gerçekleştirmek istediklerim arasında gidip geliyorum. Hayırlısı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Öyle bir manzara ki bir insana ilahiyat okumasını tavsiye mi etmeli yoksa etmemeli mi? İlahiyatların günümüzdeki karışık haline bakınca insan endişe ediyor, diğer taraftan aklı başında düzgün kişilerin gitmemesi halinde topyekün meydan bu adamlara kalacak. "Konuşsam olmuyor, sussam gönül razı değil" tarzında bir durum. Ancak meydandaki 3-5 adama bakıp da bütün tabloyu kötülemek de doğru değil. Ehli sünnet itikadında gayret sarfeden ilahiyatçılar da mevcut ancak diğerlerinin arkalarındaki destekler vasıtasıyla ön planda olmaları onların etkisini arttırıyor. Bir de insanımızda "yahu adam koskoca profesör, vardır bir bildiği" mantığı da olunca bu tür liyakatsiz adamlara maalesef haddinden fazla itibar ediliyor.

 

Gerçek manada ilim adamının "profesör" etiketine ihtiyacı olmadığı gibi "profesör" etiketi de herkesi ilim adamı yapmaz. Bunun bilinmesi lazım.

 

Mesela bir İhsan Şenocak örneği var. Geçtiğimiz yıllarda "İnkişaf" adlı bir dergi çıkarmıştı. Bu derginin yükü kendisinin omuzlarındaydı. 19 Mayıs İlahiyatta görevli. O dergi 8-10 sayı çıktı ve bayağı da önemli mevzulara değindi Allah razı olsun. Şimdi de "Hüküm" adlı mecmuayı çıkarıyor. Böylelerini de gözardı etmemeliyiz. Ehli sünnet çizgisinde böyle Müslümanların sayıları artar inşallah.

 

Ancak ilahiyat ucu meçhul bir kuyu, dikkati elden bırakmamak lazım...

Share this post


Link to post
Share on other sites

A.Bayındır...

 

Bu adam, Said Nursi Hazretlerini reenkarnasyon inancı ile itham ediyor... Neymiş, Bediüzzaman Reenkarnasyoncu imiş, bir risalesinde böyle yazmış...

 

Bir de Peygamberimize (S.A.V) salavat getirmek hadisesi var... Salavat destek anlamında imiş, yoksa bizim anladığımız şekilde bir salavat değilmiş...

 

Ve daha neler, neler!!!

 

Canavardan kaçar gibi kaçalım bu Bayındır'dan...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...