Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
BDG

Nurettin Topçu

Recommended Posts

NURETTİN TOPÇU

 

Nurettin Topçu, isyan ahlakına dayalı hürriyet anlayışı ve bu anlayışın temel doktrini hareket felsefesi ile mesuliyetini müdrik gençliğin bir filozof aradığında karşısına çıkan orijinal bir Türk düşünürüdür.

 

Türkiye’deki yönetici elitin ortaya koyduğu uygulama, fikrî yönden gelişmeyi tıkamış durumdayken; Nurettin Topçu, Fransa’da Blondel’in hareket felsefesinden yararlanarak Batı’yı tahlil eder, arkasından da çalışmasına başlar.

 

Eğer Türk düşünce tarihinden bahsedilecek olursak, onun en başında gelenlerden biri de hiç şüphesiz Nurettin Topçu’dur. Şaşaadan, debdebeden, gösterişten uzak yaşadı ve hiçbir zaman kalabalıklara güvenmedi. Fikriyatını kendine bir ikbal sağlamak için yansıtmadı.

 

1909’da İstanbul’da doğan Nurettin Topçu, Erzurumlu Topçuzâde Ahmet Efendi’nin oğludur. Annesi Fatma Hanım ise Eğinli’dir. Çok eski ve köklü bir kültür muhiti bulunan Eğin’in Nurettin Topçu’nun ruh dünyasında önemli bir yeri vardır. İstanbul’da büyüyen Topçu, hep ana yurduna olan hasretle yaşamıştır.

 

Erzurum ile İstanbul arasında canlı hayvan ticareti yapan babası Ahmet Efendi’nin işleri I. Dünya Savaşı’ndan sonra bozulur, artık Çemberlitaş’ta sıradan bir kasap olarak ticarî hayatını sürdürmeye başlar.

 

Türkiye’de başlayacak olan zor günler Topçu’nun düşüncesinde olumlu yankı bırakır. Bu arada henüz ilkokulda okuduğu yıllarda yabancı okullara tavır alan Nurettin Topçu, Vefa İdadîsi’ni (ortaokul) birincilikle bitirdikten sonra İstanbul Lisesi’ne kaydolur. Burada felsefeye merak saran Topçu, daha iyi bir eğitim için Avrupa’ya gitmek gerektiğine inanır; bunun için de burs için girişimde bulunur, kazanarak Fransa’ya gider. Burada Maurice Blondel, Remzi Oğuz Arık ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu ile tanışır. Bu üç fikir ve bilim adamının Topçu’nun fikriyatının şekillenmesinde önemli rolleri vardır. Ünlü Fransız filozofu Blondel’in hareket felsefesi Topçu’nun da Türkiye’de çıkardığı derginin adı olacak ve Topçu Anadolu’ya has milliyetçilik nazariyesini ve yerli hareket düşüncesini ona dayandıracaktır.

 

Bu arada Fransa’da çeşitli fikir kulüplerine devam eden Topçu, buradaki Türk ve Fransız düşünürlerle ilişkiler kurar. Üniversite tahsilini tamamlayan Topçu, Sorboune’da doktora yapmaya başlar. Bu üniversitedeki ilk doktora programını tamamlamış Türk öğrenci Topçu’dur. Bunun için yapılan törenlerde ne istediği sorulunca o, okulun gönderine Türk bayrağının çekilmesini istemiştir.

 

 

 

Öğretmenliği

 

Vatanına ve milletine ziyadesiyle bağlı olan Topçu, Fransa’dan Türkiye’ye gelince Galatasaray Lisesi’nde Felsefe öğretmeni olarak göreve başlar. Daha ilk öğretmenliğinde eğitim sistemimizdeki temel bozukluk hocayı harcayacaktır. Adam kayırmacılık, hatırı sayılan bir öğrenciye aşırı müsamaha, diğer öğretmenlerden beklendiği gibi Topçu’dan da beklenir. Bu duruma müsbet yaklaşmayan Topçu Hoca, İzmir’e sürülür. Sürgün haberi en mutlu anında kendine haber verilir.

 

Topçu, İzmir’de öğretmenliğinin dördüncü yılında dergi çıkarmaya başlar. Derginin adı Hareket’tir. 1939’da yayınlanan dergi ile Nurettin Topçu, artık resmî çevrelerin sürekli izlediği, sorguladığı mahfil ve kalem olacaktır.

 

Artık mimlenmiş bir öğretmen olan Topçu, ne yazık ki, Türkiye’ye verebileceği çok zengin fikirlerini dar bir çevrede tutmak zorunda kalmıştır. İzmir’den Denizli’ye sürgün edilen Hoca, orada Said Nursi ile tanışır.

 

Bir müddet sonra tekrar İstanbul’a dönen Topçu Hoca, sırasıyla Haydarpaşa Lisesi, Robert Koleji, Vefa Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi ve İmam Hatip Lisesi’nde öğretmenlik yapmıştır.

 

Sadece öğretmenlik yapmakla yetinmeyen Topçu, aynı zamanda kendisi “mektep insan” konumundadır. Çıkardığı dergi ve ortaya koyduğu fikirler bir çok kimse tarafından paylaşılmaya başlar. Aynı zamanda Bergson üzerine yazdığı tezle de üniversitede Hilmi Ziya Ülken’in doçenti olur.

 

 

 

Hareket dergisi ve Topçu

 

Nurettin Topçu, hareket felsefesini ve Anadolucu fikirlerini işlediği Hareket Dergisi’ni fasılalarla 1939-1947, 1947-1949, 1952-1953 yılları arasında; 1966 yılından itibaren de düzenli olarak vefatına kadar çıkarmıştır. Milliyetçiler Derneği’nde aktif cemiyetçilik yapan, 1961’de AP’nin kuruluşunda aktif rol alan ve Konya’dan milletvekili adayı olan Topçu, 1966’dan itibaren fazla geniş olmayan bir kadro ile Hareket Dergisi’ne ağırlık vermiş ve ömrünün sonuna kadar Anadolucu bu genç kadro ile mütevazı bir mahfil oluşturmuştur.

 

Topçu hakkında bilimsel bir araştırma yapan Prof. Süleyman Seyfi Öğün, Topçu’nun bu dergi ile entelektüel sağın öncüsü olduğunu belirtmektedir.

 

Buradan yetişen çok sayıda insanın yanı sıra başlıca şu isimleri zikredebiliriz: Cemil Meriç, Orhan Okay, Ahmet Debbağoğlu, Mustafa Kara, Mustafa Kutlu, Ezel Erverdi, D. Mehmet Doğan vs.

 

 

 

Sona doğru Topçu

 

Nurettin Topçu’nun son yılları dar bir kültürel çevrede, yalnızlık içinde geçmiştir. Hareket çevresi onu bir hoca, bilge ve pîr gibi görür. Ölümünden sonra yazılanlar bunu göstermektedir. Bunu, düşünceleri kadar, mütevazı ve ilkeli hayatına borçludur. Polemiklere girmeyen, etkili ve ateşli kalemi de bu saygıda rol oynamaktadır. Kişiliğine ilişkin, ağabeyi Hayrettin Topçu şunları söylemekte: “Verdiği karardan kolay kolay dönmezdi. İradesi sağlamdı. İbadetini gizli yapmaya gayret ederdi. Eşyaya kıymet vermezdi. Zoraki elbise alır, zoraki yeni ayakkabı giyerdi.”

 

Ayrıca yakın dostlarından İsmail Dayı da son yıllarıyla ilgili şu husustan bahseder: “Emekli olduktan sonra, acaba Bursa’daki küçük camilerden birinde bir vazife istesem, ömrümün sonuna kadar orada kalsam kabul ederler mi? diye sormuştu.”

 

Aday olduğu Konya’dan seçilemeyen Topçu, yapılan kongrede Milliyetçiler Derneği’nden de ayrılır.

 

1974’te yaş haddinden emekliye ayrıldı. Emekliliğinden bir müddet sonra rahatsızlandı. Geçici sanılan bu hâl, yaşlılığın ve tıbbın ileri sürdüğü bahanelerle birlikte, emekli olduktan sekiz ay sonra bu büyük idealist muallim Nurettin Topçu vefat etti.

 

Her türlü gösterişten ve alayişten uzak, nümayişi sevmeyen, hem Batı’yı, hem de milletini, Anadolu’yu tanıyan Nurettin Topçu, bu vesile ile de Türk gençliğine sağlıklı bir Türk düşüncesi bırakmıştır.

 

 

 

Eserleri

 

1- İsyan Ahlakı, 2- Yarınki Türkiye, 3- Ahlak Nizamı, 4- Türkiye’nin Maarif Davası, 5- Var Olmak, 6- İslam ve İnsan / Mevlana ve Tasavvuf, 7- İradenin Davası / Devlet ve Demokrasi, 8- Bergson, 9- Kültür ve Medeniyet, 10- Mehmet Akif, 11- Büyük Fetih, 12- Taşralı.

 

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Var Olmak

 

Nurettin Topçu

 

Var olmak, düşünmek ve hareket etmek demektir. Vakıa hayvanlar da hareket ediyorlar. Lakin onların hareketleri şuurlu değildir; alelade yer değiştirmeden, kımıldanmadan ibarettir. Yalnız insana mahsus olan hareket (action) ise, kendi kendisini ve başka varlıkları değiştirmek demektir. Bununla insanın hareketleri hür oluş vasfını kazanıyor. Ancak hareketlerimin hür oluşu, kendisinden evvel var olan ve kendisine hakim bulunan hürriyet diye bir prensibin varlığını gerektirmez mi? Halbuki hareketten önce hürriyeti var kılacak başka bir hadise mevcut değildir. Hürriyetim, hareketimin varlığı sayesinde vardır ve hareketle birlikte kendini gösterir. Hareketin tahlili ise insanı daha büyük bir muamma ile karşılaştırmaktadır. Varlık, sanki hareketle beraber var olmuştur ve ebediyyen ondan ayrılmamaya mahkumdur. Hareket denizinin kıyılarında durup onun ufuklarına dalmışken filozof Moris Blondel'in bu temaşadaki vecdini dinliyelim :

"Hareket ediyorum, lakin hareket nedir bilmiyorum. Yaşamak istiyor değilim. Kim olduğumu, hatta var olduğumu hakkıyle bilmiyorum. Bende dalgalanan bu varlık tezahürü, bu bir gölgenin silik ve yakalanmaz hareketleri , işitiyorum ki bunlar kendilerinde ebediyen ağır bir mesuliyet taşıyorlar; ve hatta kan pahasına bile yokluğu ele geçiremem; çünkü o artık benim için yok olmuştur; Demek ki hayata mahkûm oldum, ölüme mahkûm oldum, ebediliğe mahkûm oldum! Nasıl ve ne hakla ? Bunu önceden ne bilmiş, ne de istemiştim

Hareketi, insanın kâinata hür bir iltifatı gibi telakki etmek yanlıştır. Hayatımızın en önemli hadisesi olan hareket, aynı zamanda en zaruri hadisedir. Yine Blondel'i dinleyelim :

"Hiç olmazsa durmak çaresini bulacak mıyım ? Hayır, yürümek lazım. Hiçbir şeyden vazgeçmemek için kararımı sonraya bırakabilecek miyim ? Yok herşeyi kaybetmek pahasına da olsa yine herşeyi omuzlarına yüklenmek lazımdır. Beklemeğe hakkım yok, yahut da artık seçim ve tercih yapmaya kudretim yok. Eğer bizzat kendi hareketimle kımıldanmazsam, bende veya dışarıda bana muhtac olmadan hareket edecek şeyler var; ve bensiz hareket eden her halde benim aleyhime hareket edecek. Sükût bozgunluktur; hareketin mühleti ancak ölümdür."

Var olmak, insanın samimi olarak sahip olduğu isteklerin bütününü içerisine almaktadır. Belki onların tam bir toplamıdır.

"Eğer, ben var olmak istediğim değilsem, istediğim sözle değil, arzu ve tasavvurlarla da değil, fakat bütün kalbimle, bütün kuvvetlerimle, hareketlerimle, istediğim değilsem, ben var değilim... Var olmak istemek ve sevmektir."

Hareket, varlığı yalnız bir tarafından çekip götüren veya varlığımızda yalnız bir noktayı kazıyan kuvvet değildir. Kendi kendisine kapanan, kendi inhisarcılığına yine kendini mahkûm eden hareket, ölmeğe de mahkûm olur. Ancak bir yönden kendi varlığını lezzetle dolduran tek kımıldatıcının istikametinden harekete geçmek, varlığı doyurucu olmuyor. Bir menfaatin tatmini, bütün varlığı darlığa düşürücüdür. Yalnız bir ihtirasın tahriki insan ruhunun bütün diğer bölgelerinde felç yaratıyor. İskender ölürken, büyük isti lalarının bulutu altında bunalmıştı. Sezar, saadet terennümü ile ölmedi. Napolyon, Yena'da değil, filozof Volney'i tokatladığı sırada yenilmişti.

.....................

"Herkes düşünüyor" diyorlar. Acaba öyle mi ? Hareket hakkındaki görüşümüzü düşünceye de tatbik edeceğiz. Kainatın bütününe bağlanmıyan, sonsuzluktan cevap getirmiyen düşünceler, gerçek düşünce değildir. Olsa olsa muvaffak olmamış, gayesine ulaşamamış düşünme denemeleridir. Düşüncenin en umumi şekli, yakınlaşma suretiyle yapılanıdır. Bu düşünce, tabiatıyle yanyanadır. Kendisiyle tabiat arasında hakikatler arıyan şuurun çalışması böyle oluyor. Pascal'ın dediği gibi, "Eğer insan bütün tabiat olmasaydı, her şeyle ilgilenmeye kabiliyetli olamazdı."

.....................

Var olmak gerçek manasıyla var olmak, hareketleriyle düşüncesini sonsuzluğa istinat ettirmek demektir ve böylelikle kendi varlığını sonsuzlukta aramak demektir.

İnsanların, ruh ve irade bakımından parça parça bölünüp ayrılmaları, insanlığın bunca sefaletlerini yaratıyor. Hele bir milletin fertleri arasında zümreleşmeler her gün yeni felaketler doğurucudur. Varlıklar arasındaki ayrılıklar zahiridir; varlık birdir, insanlar arasındaki başkalıklar, aynada görülen hayal gibi aldatıcıdır; insan birdir. Bir milletin fertleri, aynı vücudun organları olduklarını, aynı iradenin emrinde bulunduklarını unuttukları zaman millet yıkılır. Birlikten ayrılan, birliği bozan hasta bir ruhtur, hasta bir varlıktır. Sıhhatli yaşayışta kinler yok, düşman davalar yok. Kin ve garez, varlığın kendi kendine inanmadığı yerde doğan bir afettir. Mutlaka sahibini mahvedecektir. İnandığımız varlık, Bir, alemşümul ve sonsuz Varlık, aşkın var kıldığı eşsiz eserdir. Biz ise onun en mükemmel parçasıyız. Artık felsefemizin formülünü ortaya koyabiliriz :Hareket ediyorum, düşünüyorum, birliği seviyorum, o halde varım.

 

------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

 

Filozof Maurice Blondel'den alıntılarla

 

Düşünmek Üzerine

 

Nurettin Topçu

 

 

"Bizden kol, kalb ve kafa isteniyor." Bunları kendi hür kişiliğimizle kullanmazsak, bizim dışımızda bize rağmen hareket edenler bizden bunları zorla alacaklardır.Kendi dileğini evrenin dileği yapmaya çalışmak, evrenin sonsuzluğa uzanan hareketlerine engel koymaktır, tabiatın hürriyetine set çekmeyi istemektir. Aksine olarak evrenin dileğini kendi dileği yapmak istemek, evrenin kalbini kendi varlığına sığdırmaya çalışmak; İşte gerçek ve hür hareket yolunda ilerleyiş bununla oluyor.

"Ağlayabilenler ne bahtiyardırlar!.." Onlar asla bedbin değillerdir. Felaket her zaman zannedildiği gibi fena değildir... Çünkü onda vehimler de ümitler de vardır. Zengin olanlar asıl sizsiniz, ey zavallı açlar ve arzusu olanlar!.. Çünkü dünya saadetlerinin hiçliğini hissedemiyerek arzularınız müthiş bir hırsla ona bağlanıyor. Halbuki tokluktan ve doluluktan, hayatın imtihanını sonuna erdirmiş olanlar onu bilirler ki ondan zevksizlikten ve yokluktan başka bir şey çıkmıyor. Servet, hırslar, muvaffakıyetler, bu da ne ? Bir çanak çirkef için iki it hırlaşıyor; kazanan bir şey bulmayacak. Bu mahrum ve ümitsiz kalanlar, yalnız kalıp ihtiyarlıyanlar, basit duyularından kurtulamayarak hazlarının büyüsü içinde yaşayıp ölenler değil, bunlar en iyiler, en çok duyanlar, en çok bilenler, muzaffer hareket adamları veya ateşli beyinler, incelmiş sanatkâr ruhlardır. Bunlar, içinde doğru bir tek çizginin bulunmadığı, hatta aydınlığın bile kırıldığı bir dünyada yaşamaktan ıstırap çektiler."

Hayatın boşluğu ve hiçliği hakkındaki bu denemenin evrensel oluşu, büyük ve ergin ruhlarda da tesirini yapmakta olması, hepimizin sade kendimiz için istediklerimizin varlığı yüzündendir. Hatta bazen alemin küllî varlığına bağlanmıyan, kaynağı onda aramıyan cüz'i ve ferdi isteklerimiz, alemşümûl ve gerçek varlığı unutturarak tatminini aramaktadır. Böyle olunca, varlığımız alemden kopuyor; yalnızlığından korkan, yine de gafletle yalnızlığını arıyan egoizmin kucağına sığınıyor. Cinsiyete bağlanan aşkın ve onda aranan içi boş, meyus tesellinin şifa vermeyişi gibi, insanın yine insan oğluna karşı yaşadığı zaferlerin karanlık, ürkütücü ve bedbaht neşesi, kâinatın bütününden varlığı koparmış olmalarından ileri gelmektedir. Herkesin ve kalabalığın alkışlarından aşk ile müstağni kalanlar, kâinattan ancak kendi anlayışları ile alkış seslerini alıyor ve gerçek saadeti yaşıyabiliyorlar.

Mevlana'nın mesut olduğuna herkes inanır. Ama onun saadeti nerede, ne zaman ve hangi zaferle başlamış ve ne zaman bitmiştir ? Bunu kimse bilemez. Zira onun saadeti sonsuzluğun çerçevesine kazınmıştı; başlangıcı da sonu da yoktu. Çünki o, sonsuzlukla beraber mesuttu. Sonu olan saadet, gerçek saadet olur mu? O, olsa olsa yakın bir bedbahtlığın başlangıcı olabilir.

Hareketin tarifinde son söz olarak şu prensibi kabul ediyoruz: Tam ve gerçek hareket, her defasında en iptidai bir karar ve feragatte bile, bütün aleme yayılış oradan da sonsuzluğa geçiş, sonra sonsuzluktan aldığı, kuvvet ve bütün alemden aldığı ibretle, aynı zamanda zekâ ile iradenin bütün kuvvetlerini kullanarak, tekrar kendi ferdi alemimize dönüş ve bu noktadan alemle temastır.

Böyle olmıyan hareketler kısırdır, ölü doğmuş hareketlerdir, gerçekten hareket olamamış verimsiz denemelerdir.

Düşünceye gelince o da bir harekettir. Hareketlerimizin içselleşmesi ve iç yaşayışımızın sonsuzluğuna sığınması halidir. Filhakika düşünce, gerçek ve olgunlaşmış bir harekettir; bütün hareketlerimizin başlangıcı ve sonudur. Hareket her zaman onunla başlamasa bile onunla nihayetlenir. Bir hareket ağacında binlerce düşünce çiçekleniyor. Hareketin bu çiçeklerini toplamak hususunda, kendimizi hareket karşısında olduğumuzdan daha hür hissederiz. Hakikatte hareketlerimizi saran zaruretler, düşüncelerimizi de çevrelemiştir. Daima hakikati, hareketlerimizin yaptığı seçimin açısında ararız. Yani kendi hakikatimizi müthiş bir egoizm ile kendimiz tayin eder, sonra elimizi aleme açarak doğru düşündüğümüzü ispat edici delilleri alemden dileniriz ve böylelikle davranmada oluşumuzun asla farkında olmıyarak fikirler, haklar, hakikatler savunuruz. Varlığımızı esir ederek arkasından sürükleyen zavallı ihtiraslarımızı göremeyiz de fezada muhteşem bir uçuş veya şahane bir yarış yaptığımızı iddia ederiz.

Alemin bütününe bağlanmıyan bu tarzda düşünüş,varlığın ifadesi olan düşünüş değildir. Gerçek düşünüş, varlığımızın her adımda karşılaştığı muammaları kâinatın bütününe sorarak, oradan da sonsuzluğa duyurarak onlardan cevabını almaktır. Bu manada gerçek düşünce , varlıktan ayrılmıyor. Zira varlık, düşünce olmasa var olmıyacaktı. O bir tasavvurdur, yani düşüncedir ve var olmak düşünmek demektir.

 

 

kaynak site : http://www.gridergi.org/felsefe/

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

**Hayat duraksadığı yerde ölüm başlıyor demektir. İslam dini, kaç asırdır duraksamakta olduğundan tehlike büyüktür. Bu tehlikeyi önliyecek olan, asırlarca İslam'ınn ruh ve adalet mefkûresini her kavimden daha samimiyet ve daha büyük bir kuvvetle yaşatmış olan Tütk milletinin ve Anadolu'da hiçbir zaman ölmeyen İslam ruhunun, bu memleketin şuurlu çocuklar elinde İslam'ın ruh ve ahlâkını, bir fikir ve felsefe hareketinin temelleri üzerinde tekrar canlandırmaya çalışmaları onu kalp ve düşünce mevzuu yapıncaya kadar bu yolda cihad açmaları olacaktır.

 

 

**Bir taraf ruhtan habersiz, öbür taraf aydınlığa düşman.

 

 

**Ömürleri; aklın "nizam"ına bürünmedikçe, hürriyet dâvaları "mesuliyet" mefkûresi haline gelmedikçe bu insanlara kurtuluşun imkânı yoktur!

 

 

**İnsan denen varlığımızın bu vatanla, bu cemiyetle ilgisi nedir? Neden böyle sefil bir hayatın mahkûmlarıyız? Sefaletimizin asıl sebebi ne olsa gerek? Bu insanlara ve bu toprağa ne verebiliyoruz?

 

 

**Din ile fikir ve kültür birbirlerine sırt çevirmiştir.

 

**Uzun uzun ve derin düşünmenin böyle bir şehirde, yolsuz bir beldede mümkün olmayacağını anladım. Zira bitkindim, bedbaht ve harap olmuştum. Ömürlerinin yarısı mânâsız kalırdılar, dedikodu ile geçen kadınlarımızın düşünmeye vakitleri var mı? Onlar rönesansımızı yapsalar bari!

 

**Hiçbir çarem, hiçbir kuvvetim, hiçbir silâhım kalmamıştı. Nereye gideceğimi bilmeksizin kendimi sokağa attım. Arabaların sanki hiç yol bırakmayarak şehri tıka basa dolduran bu evlerde nasıl dinlenirler, nasıl düşünürler, nasıl yaşarlar? Bu evlerde hiç kafaları çalışan yok mudur? diye sayıklıyor, bir yandan da:

 

"Yol evden belâlı, ev yoldan beter!"

 

mısra-ı bercestesini mırıldanıyorum. Ne kadar mırıldandım bilmiyorum..."

 

 

 

Amerika Mektupları

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

* Okuyacaksınız, okutacaksınız; Kürsüde, minberde, mektepte ve üniversitede. İlmin en büyük ibadet olduğunu halka öğreteceksiniz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

 

**Hiçbir çarem, hiçbir kuvvetim, hiçbir silâhım kalmamıştı. Nereye gideceğimi bilmeksizin kendimi sokağa attım. Arabaların sanki hiç yol bırakmayarak şehri tıka basa dolduran bu evlerde nasıl dinlenirler, nasıl düşünürler, nasıl yaşarlar? Bu evlerde hiç kafaları çalışan yok mudur? diye sayıklıyor, bir yandan da:

 

"Yol evden belâlı, ev yoldan beter!"

 

mısra-ı bercestesini mırıldanıyorum. Ne kadar mırıldandım bilmiyorum..."

 

 

 

Ahh bayılıyorum böyle sorgulayıcıi hesabı kendine vazife ve de meslek edinen adamlara. Bir kadına zinet nasıl yakışırsa ki bunu da abartıyorlar ya neyse, adama da jilet bir takım elbise edasında fikir yakışıyor arkadaşım, fikir!

 

Bazan kendimi geçip insanoğlunu, insanlığı sorguluyorum. Gerçekten bunu dediğim oluyor, istihza anlamayıınız hakikatin kendisi bu, gerizekalı sürüsüyle yaşadığımı düşünürüm kimi zaman. Hani bil bilimsel konuşma yapayım dersin, yahut edebi olsun, lafının derinliğini anlayacak kafadan mahrum olursun.. Yaşanıyor bunlar, uzak değil yani. Bir keresinde bir büyüğümüz bana; "Çok biliyorsun bu yüzden çevrendekiler seni tatmin edemiyor dedi." Hayır dedim, onlar az biliyorlar. Böyle farklı bir ihtiras bu, okumadan aldığım tadı ekmekten almam ben. Bu saplantı aslında anormal. İnsana ihtiyacım yok,bunu rahatlıkla diyebiliyorum. Hep akedemik çalışmalara gömülmüş hayal ederdim kendimi. Ahşaptan evin çatı katı, duvarları çevreleyen kütüphane, internete de salt günlük köşe yazılarımı yayınlamak için gireceğim. Oku, abdest al, namaz kıl, huzurdan kalk, oku, oku ve yine oku. Zaman zaman yurdun muhtelif topraklarında hitabet.. Hani şükür kuvvetlidir de biraz. Öyle derler yani. Ben bunu samimiyetime veriyorum, çünkü anlatırken gerçekten hissediyor ve de yaşıyorum. Neyse sonra imza günleri falan, hayır hayır nobeli reddediyorum, sanırım daha karizma bir ünüm olur o zaman. Sonra biraz para edindikten sonra hacc yegane muradım. İnşallah babamla gitmek nasip olur. Oraları çok merak ediyorum, arzuluyorum. Geçen ev arkadaşımla konuşuyordum, hoca demiş ki;

 

_Rus edebiyatının hayranıyım, Puşkin'in vaftiz olduğu kiliseyi dahi ziyaret ettim.

 

Dedim var öküz! Diyemedin mi ki hocam, Ahmet Yesevi'nin kabrini hiç ziyaret ettiniz mi?Gördünüz mü Buhara'yı, ya Kudüs'ü?! Gavur iline gittin diye adam mı oluyor, hüviyet mi kazanıyor bu man kafalar.. Prof oluyorlar, ve Türkiye bunlara emanet.. Yandık desenize!

 

Geçen Akman'ın köşesinde okudum, şekspir Yunus Emre mukayesesi.. Hayy budala.. Anlamıyorum ben bu modayı.. Yok şu kadar kelime kamış yok şöyle edipmiş.. İlla da bizim bir adamımızı onlara benzetmek yahut onlara benzemek zorunda mıyız? Mürşidine odunun dahi eğrisini götürmeyen, o denli ince, hassas bir ruh çizgisine, mayasına layık bir yürek adamını ben niya illa batı kafasına uydurma derdindeyim? Şekspirin ülkemizde bir benzeri yok diye biz salak, gerizekalı bir millet miyiz, tek ayak üstünde mi durmamız lazım? Hem Üstad'ın kapasitesine hangi şekspir denktir acaba?Dünya edip isimi saydılar ona mukabil, her bir satırdan sonra Üstad'ın da adı geçsin diye fılfır fılfır okuyor gözlerim; yok yok yok! O gazeteyi de sildim defterimden, bakmayın makale okumak bir tutku oldu bende, edemiyorum yine de okumadan. Öte yandan bir grup salih insanla karşılaşıyor Yunus, dua ediyorlar, hop gökten yemek iniyor, ne güzel ya.. Neyse Yunus da bir deniyeyim diyor;

 

_Allah'ım adını andıkları zatın hürmetine bize yemek indir.

 

Hopp yemek önlerinde. Diyorlar ne diye dua ettin, diyor sizin andığınız zat adına dua ettim. Onların zikrettiği zatın adı da Yunus Emre..

 

Diyor, biz hata ettik, meğer o dergah bizi adam ediyormuş.. Sonra Yunus Emre oldu, Bizim Emre.. Ya anladınız ya dostlar?

 

Şimdi Şekspir kaç kere Ofelya dese yahut Horaçiyo dese sonra iner yahut soylu kafa imajı çizse "bizim şekspir" olur. Bunlara kafa yormak lazım gelmez akıl olan direk kavrar davayı. Ben böyle batı mukallidi olmaya, hayran olup akmaya karşıyım, savunanlara da fena çarpıyorum. Kalem gibi olacak müslüman. Eğriye eğri, doğruya doğru.

 

Nereden geldik biz, ha; Bu evlerde hiç kafaları çalışan yok mudur?

 

Var elhamdlillah Nurettin amca var.. Elhamdülillah ki o koca kartalı gökler bizden çekti aldı ama ardında hala sancılı kafalar var. Peki ya beni bu saatte yataklardan iten şey ne? Keşke beni bulsaydın Nurettin amca, Fethi Ağabey, Nuri Pakdil, Üstad'ım, Cahit Amca, Serdengeçti'm.. Alem hasret tütüyor be.. Neredesiniz?

 

Bu dünya çok sıkıcı. Sıradaki?

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bize, bir lutüf gibi saadet bağışlayan değil, bizde mesuliyet şuuru yaratan insan lazımdır. Saadet, bizdeki iradenin yarattığı deruni bir aydınlık olmalıdır. Bize, kin ateşi içinde kuvvetle hak kazanan değil, hakikat aşkıyla hakkını yaşatan insan lazımdır. Bize "firdevs-i aladan ve bunca sevdadan" vazgeçmiş hak aşıkları lazımdır. Hakiki saadet ve hak (birinin) elinden alınır bir meta değildir.

Nurettin Topçu

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

"İnsanlığı hakiki çehresiyle tanımak için küçük görünen, kalabalığın alkışını toplayamayan, lakin gözyaşından doğan eserlere bakın. İnsanlık kaba gözlerle görünmeyen bu şuur hareketleriyle ilerlemiştir. Bugünkü insanlık Ramses'in, Sardanapal'in, İskender'in, Sezar'ın, Haccac'ın, Cengiz'in, Napolyon'un ve Lenin'in eseri değildir."

 

"Bu insanlık, Konfiçyüs'ün ve Buda'nın, İsa'nın, Sokrat'ın, Muhammed'in (sav) ve Gandi'nin eseridir. İnsanlık Likürg'ün ve Eflatun'un, Monteny'in ve Paskal'ın, Hallac'ın ve Yunus'un eseridir. Ruhları kımıldatan en küçük bir hareketin, hadiseler arasında yarattığı izler derinden takip edilirse, insanlığın en feyizli, en büyük eser ve hareketlerinin doğuşunda tesiri görülebilir... Ebedi yaşayışın, doğuşumuzla bu dünyadan başladığına inanmak lazımdır. Namütenahiliğin fani bir aksi olan varlığımız, aynı zamanda namütenahiden bir cüzdür. Onunla namütenahiye eser vermeliyiz. Bu hakikati derinden sezenler, insanlığın ebedi yaşayışına kavuşmuş kurtarıcılar oldular."

 

Nurettin Topçu

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...