Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
NFK-Fan

Nişanca İmamı Ve Müezzininin Hikayeleri

Recommended Posts

Selamlar,

 

Arkadaşlar, sizi bilmem ama benim kültür tarihine karşı özel bir sempatim, bu mevzuda yazılmış eserlere karşı hususi bir temayülüm var. Onları okudukça geçmişe duyduğum kronik özlemim daha bir canlanıyor. Bunları okumaktan çok farklı bir zevk alıyorum. İskender Pala gibi, Dursun Gürlek gibi, İsmail Yağcı gibi şahısların gözümde ayrı bir mevkiinin olmasının sebebi de bundan kaynaklanıyor olsa gerek.

 

Yakın zamanda İskender Pala'nın İstanbul Bir Rüya isimli kitabını okumuştum. Burada yer alan iki parçada anlatılan, Nişanca camiinin müezzini ve imamına dair hikayeler beni hayli gülümsetmişti. Üslup da gayet hoştu. Sizlerle de paylaşmak istedim. Yazılar aşağıda.

 

Saygı ve selamlarımla

 

 

 

İMAM TİRYAKİ OLUNCA... ¦ ¦ ¦

 

- Baba erenler ramazanı sever misin?

 

- Elbette severim, çünkü yenilir!..

 

Beyit, Seyyid Vehbî'ye (ö.?) ait. Diyor ki:

 

Alınır mı ramazân sûfilerinden cami

Kimi mahfilde müezzin, kimi mihraba imâm

 

Eski ramazanlar, imamın ve müezzinin maddî ve manevî hasat zamanı imiş. Bu mübarek ayda gerçi çok yorulurlar, ama toplumdaki statüleri ve itibarları da o ölçüde artarmış. Özellikle büyük şehirlerdeki imam ve müezzinlerin ramazana has bazı hazırlıklar yaptıkları, mukabelelerde, vaazlarda ve özellikle teravih namazlarında geçerli olmak üzere düzenlemeler yaptıkları bilinmektedir. Musikişinas imam ve müezzinlerin şöhretleri kadar cemaatlerinin de çok olduğu, teravih namazlarında her akşam ayrı bir ilâhi repertuarının icra olunduğu, salavat ve tehlillerde sürpriz seslerin yer aldığı, cemaatin de bu Ziyafete koşarak ulvî ayda ibadeti lezzete dönüştürdüğü ve bunu da ramazanın bereketinden saydığı o devirlerde ramazana özgü programları ile dikkat çeken camilerden birisi de Eyüp semtindeki NiŞanca Camii'dir. Sultan II. Abdülhamit devrinde bu camiin imamı ve müezzini "tencere yuvarlandı kapağını buldu" misali birbirlerine fikren ve zikren uygun ama kısmen ve cismen zıt insanlar imiş. Uygunlukları seslerinin güzelliği, musikî bilgisinde yektalık, nükte ve şahsiyetleri kadar o çağın ünlü oburlarından olmalarında; aykırılıkları ise imamın mülahham, müezzinin cılız oluşunda imiş. Her ramazanda cemaatleri çoğalan bu iki din adamı, sair zamanlarda namazlardan sonra evlere ve konaklara gider, düğün, sünnet vb. merasimlerde hanende ve sazende olarak meclisi şenlendirir, bütün yakın semtlerin mevlitlerini okur, halka va'z u nasihatte de bulunurlarmış. Özellikle geceleyin gidecekleri düğünleri mevsimine göre akşam veya yatsı namazından sonraya plânlar ve sarığı cübbeyi çıkardıktan sonra def ve tambura el atarlarmış. Yine böyle bir düğüne çağrıldıklarında iki ahbap camide akşam namazı öncesi ne yapacaklarını, hangi şarkıları okuyup hangi makamları geçeceklerini plânlarlar. Müezzin:

 

- Ben bir gazel çekerek meclise merhaba derim, bu arada döner dolaşır mahur perdesinde karar kılarım. Gazelin sonunda bir ağızdan mahur makamında bir şarkıyla başlarız.

 

- İyi o halde ilk okuyacağımız şarkı

 

Sabâ! Tarf-ı vefadan peyâm yok mu

O yâr-i bî-vefadan selâm yok mu

 

diye girer, sonra öbürlerine geçeriz. Artık Allah ne verdiyse!..

 

Bu mutabakattan sonra müezzin ezan okumaya minareye çıkarken imam da defini akort etmeye başlamış. O sırada cemaat sökün edince ne yapsın, hemen defi cübbesiyle örtüp koltuğunun altına sıkıştırmış. Müezzin ezanı okuyup sıra kamete gelince kararlaştırdıkları makamı düşünerek belki prova olur diye mahur makamından girmiş. O zamanlarda imamlar müezzinlerin açtığı makamlardan okurlar, namazın bütünü içinde makamdan makama geçilebilir, özellikle teravih namazlarında da her dört rekâtta bir makamlar değiştirilir, cemaate böylece musikî ziyafeti de çekilirmiş. O kadar ki, caminin dışında olup da namaza yetişen kişiler, eğer musikî bilgisine sahip iseler, imamın kaçıncı teravih rekâtını kıldırdığını bilebilirlermiş. Her ne hâl ise, bizim Nişanca müezzini mahur makamından kamet getirirken imam bir yandan içinden tekrarlıyor, diğer yandan teganni ediyor ve mest oluyormuş. Nihayet kamet biterken imam, koltuğunun altındaki defi düşürmemek için kolunu azıcık kaldırarak çarpık bir tekbir ile namazı başlatır. Müezzinin "Lailahe illallah!" son tevhidiyle de Fatiha'ya başlamak üzereyken dalgınlığına gelir, nerede olduğunu unutur ve başlar söylemeye:

 

- Sabâ tarf-ı vefadan peyâm yok mu...

 

Varın siz, cemaatin halini düşünün. Bir kargaşa, bir hay huy... imam efendi ancak bir ay sonra, o da mahalle eşrafının himmeti ve araya girmesiyle camiye dönebilmiş.

 

* * *

 

Anlatırlar ki, aynı imam efendi nargile ve enfiye tiryakisidir. Özellikle ramazanın yaz aylarına rastladığı iftara yakın vakitlerde sinirleri gerilir, etrafını kırar geçirirmiş. Hele de akşam namazı için camiye giderken yoluna çıkacak olanın vay haline!..

 

İşte öyle bir vakit! On altı saattir niyetli. Tespih elinde, cinler tepesinde, "La havle..." dilinde, akşam namazı için camiye gitmektedir, iftar topuna beş dakika ya var ya yoktur. Derken mahallenin delikanlılarından biri seğirtip eline yapışır, saygıyla öper ve iki adım geri çekilerek divan durur, imam efendi bakar ki pek terbiyeli bir şey, onun bu dar vakitte kendisini sarakaya almak istediğinden hiç şüphelenmez ve sorar:

 

- Hayrola evlâdım, bir şey mi istemiştiniz?!.

 

- Şey efendim, siz büyüğümüzsünüz, baba yerine sayılırsınız. Ayrıca din-i mübîni hepimizden iyi bilirsiniz. Bir şey vardı ama nasıl söylesem bilmem ki...

 

Delikanlı sözü uzatırken imam içinden, "Bu münasebetsiz vakitte, namaza da yetişmek gerekir!" diye düşünmektedir. Nihayet bir ara sözünü keser ve emreder tarzda seslenir:

 

- Nedir evlâdım, söyle bakalım, namaza yetişeceğiz!..

 

- Şey efendim, bilirsiniz ben altı ay önce evlenmiştim. Hani nikâhımı kıymıştınız. Hani tavuklu pilav ikram etmiştik...

 

- Oraları geç evlâdım, sadede gel!.

 

- Efendim, işte burnu büyük olmasın bizden görsün diye, hani biliyorsunuz, fakir bir kız almıştım. Fakir dediysem, işte hani...

 

- Tamam evlâdım, anladık fakirdi, devamını getir hele!

 

- Efendim, fakirdi ama mübarek, kenarın dilberi çıktı. Bir iki ay demeden kabak çiçeği gibi açılıp saçılıverdi. Üstelik ne görgü, ne saygı... Bizim valideyi de bilirsiniz, hani...

 

- Nerden bileyim be adam, sadede gelsene!...

 

- Efendim, işte yani evde bütün gün gelin kaynana kavgası. Bir hırgürdür gidiyor ki sormayın. Ev cehenneme döndü. Ayrıca tembel, pisin biri. Pasaklı da...

 

imam efendi işi kestirmeden halletmek ister:

 

- Anlaşıldı evlâdım, boşa sen onu. Bırak gitsin!..

 

- Doğru ama efendim, gençlik işte... Ben de gönlümü kaptırdım bir kere, onsuz edemiyorum. Belki zamanla yola gelir diyorum.

 

- Öyle ise bırakma!...

 

- Bırakmayayım ama bu sefer de gelin kaygısıyla zavallı validemin yüreğine inme inecek, biricik anamdan olacağım. Siz daha geçen Cuma anlatmıştınız hani, annelerin hakkı ödenmezmiş, cennet annelerin ayakları altındaymış, annelere öf bile denilmezmiş, annelerin...

 

İmam Efendi'nin tepesi iyiden iyiye atmaya başlamıştır, sesini bir perde yükseltir, dişlerini gıcırdatarak sözünü keser:

 

- Öyle ise bırak...

 

- Bırakayım da efendim, hani diyorum, kimsiz kimsesiz bir zaili Fakir, fukara gariban. Gidecek yeri, barınacak damı yok. Üstelik birkaç ay sonra bir de evlât verecek bana. Bu vaziyette sokağa atmanın dinde yeri var mı, bu konuda acaba din bilginleri... imam Efendi âdeta inleyerek tekrar sözünü keser:

 

- Öyle ise bırakma!..

 

- Bırakmayayım ama efendim, geçende...

 

O sırada top atılmış, kandiller yanmış, Nişanca Camii'nde ezan okunmaya başlamıştır, imam Efendi elindeki kehribar tespihi yere çalarken müezzinin sesini bastıracak derecede yüksekten bağırır:

 

- Be herif, ya karıyı bırak, ya beni!..

 

***

 

Ertesi gün kuşluk vaktinde delikanlı elinde bir tepsi baklava ve dağılan kehribar tespih taneleriyle birlikte kendini zor affettirebilmiş.

 

 

***

 

 

 

Nişanca İmamıyla Müezzinin Hikâyesi

 

O devrin (II. Abdülhamid Devri/NFK-Fan) ünlü oburlarından ikisi de, Eyüp Nişanca semti imamı ile müezzinidir. Bu iki ahbap çavuşlar yalnızca oburlukta değil, musikîde, bilgide, yüksek ahlâkta da eşit imişler. Ne var ki, kader bunları pintilik konusunda da birbirlerinden üstün yaratmış. Her gün namaz aralarındaki boş vakitlerde asmaların altında karşılıklı otururlar ve:

 

- Üç okka (yaklaşık dört kilo) yassı kadayıf alsak, kenarlarını kessek, süte batırıp bol yumurtaya bulayarak kızartsak, saçaklı saçaklı şöyle koyu şerbete atsak, bir gece uyumaya bıraksak, sonra şöyle yesek, böyle yesek...

 

Epeyce zaman bu sakallı baba hülyalarıyla yaşayan ama bir türlü paraya kıyıp da gerçekleştiremeyen ahbap çavuşlar, nihayet uzun yaz günlerine rastlayan bir ramazan orucunda, açlık beyinlerine vurduğu bir sırada, paraya kıyıp harekete geçerler. Masrafı yarı yarıya bölüşerek harcı görürler. İmamın aşçılığı daha iyi imiş, ocağın başına kurulur. Müezzine de tembih eder:

 

- Ben sakallı babaları kızartıp yağa attıkça sen de kepçe ile bastırıp dipte tut.

 

Meğer iş gördükleri mutfak dar imiş. İmam ocağın başına geçince şerbet tepsisi arkasında kalır ve geri dönüp ilgilenmesi zorlaşır. Heyecanla işe başlayıp ilk yassı kadayıfı kızarttıktan sonra saçaklı saçaklı yağlı tatlıya atar. Müezzin kepçe ile bastırır. Bastırır bastırmasına da şerbetin içinde kundaklanan kadayıf topuna baktıkça yutkunmaya da başlar. İkinci sakallı tepsiye ininceye kadar dayanır. Kadayıfın iştah açıcılığı bir yanda, karnının açlığı öte yanda... Nihayet üçüncü sakallı baba tepsiye girer girmez içinden,

 

- Altmış bire niyyet!

 

deyip başlar yemeye. İmam ocağın başında sakallıları kızartıp kızartıp geriye göndermekte, ama arkada olan biteni görememektedir. Tavanın cızırtısından ve ateşin çatırtısından da müezzinin ağız şapırtılarını bir türlü duyamaz. Nihayet son parti kadayıfı da kızartıp arkasına döndüğünde, üç okka sakallı ile üç okka şerbetin yerinde yeller estiğini görünce dünyası değişir. Hayallerinin uçup gittiğine mi, üç okka baklavanın mideye indirildiğine mi, yaptığı onca masrafın geri gelmeyeceğine mi, pişirirken çektiği emeğe mi yansın, derhal kızgın yağ tepsisini alıp müezzinin peşine düşer. Müezzin önde, imam arkada, saatlerce süren bir kovalamaca... Mahalleli şaşkın... Nişanca camiinde o gün akşam namazı kılınamaz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Böyle bir müezzinin kametinin ardından böyle bir imamın tekbiriyle namaza durabilmeyi, böyle insanların sohbetlerinden istifade edip bu insanların zihinlerinde harmanladıkları malumat deryasından birkaç katre nasiplenebilmeyi ne kadar da çok isterdim. Talihimiz yok demek ki, çünkü böyle orijinal insanlardan istifade etme hususunda nasipsiz sayılırız. Çevrede böyle insanlar elbette var, fakat kıymetini bilen, onları tanıyan var mı acaba?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...