Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
trradomir

Sarığıburmaya,oklavaya Ve Gençlik Muaşakama Dair Bir Kısım İzahlarım

Recommended Posts

Zaman yazarlarından Ahmet Turan Alkan'ın, Recai Güllapdan müstearıyla kaleme aldığı yazıları bir kısmınız bilir, bir kısmınız da eminim takip ediyordur. Son dönemde Recai Güllapdan ismiyle yazılmış yazıların derlenmiş olduğu kitaplardan birisi elime geçti, okurken harika bir yazıya tesadüf ettim, paylaşmak geldi içimden. Okuması hakikaten zevkli... 'Memleketi Kurtarırım Fakat Bir Şartla!' adlı eserden geliyor. Okuyalım.

 

 

 

SARIĞIBURMAYA, OKLAVAYA VE GENÇLİK MUAŞAKAMA DAİR BİR KISIM İZAHLARIM

 

BAYRAMIN birinci günü akşamı idi; müsafirlerin fakirhaneden el-etek çektikten sonra canım tatlı çekti. Şimdi deyeceksiniz "ki mübarek gün bir evde tatlı bulunmaz mı?"; elbette bulunur fekat eksik olmasınlar aziz müsafirler, "aman da pek güzel olmuş felân" diyerekten tatlının kârını itmam eylemişler idi. Arife günü tatlı açmaya niyet etmiştim lâkin Rifat haber yollamış; "Ben üç tepsi tatlı sipariş ettim. Bir küçük tepsi de onun için ısmarladım, Recai Bey zahmete girmesin" demiş. Akşama doğru fırıncının çırağı getirdi. Pek nefisti netekim, "iftarı müteakib iki dilim yerim" diye niyet etmiş idim, unutmuş gitmişim. Her ne ise, gelen-giden derken tatlı bitti. Bayramda tatlıdan bol ne var; hangi komşuya haber göndersem derakap tepsi ile gelir fekat canım ille de sarığıburma istiyor ve dahi konu-komşudan tatlı istemeye arlanıyorum. Bilirsiniz boğazına düşkün değil isem de bu işler bir miktar elimden gelir. "Niyyet ettim sarığıburmaya" deyip mutfağa girdim. Yağdı undu şekerdi, derken malzemeyi temam ettim lâkin bilâder, benim ince hamur açma oklavasını bir türlü bulamıyorum. Neredeyse bütün mutfağın altını üstüne getirdim, oklava yok. Hani adımız Ayşaanım, Fatmaa-nım olsa komşudan ödünç istersin fekat ben isteyemem. "Nerede bu oklava" diye düşünürken saat gecenin dokuzuna geldi. Asabım bozuldu; oklava diye evin içinde dört dönüyorum, oklava yok! Sinir bastı. Çaresiz, bu saatte odunluğa inip ince uzun bir çam çıtası bulup, çakı ile tesviye yontarak oklava imâl edeceğim, illâ ki bu sarığıburmayı açıp bir lokma yiyeceğim, înat da bir murat derler ya, işte o hesap!

 

Söylene söylene odunluğa indim; odunlukta lâmba yok. Mutfak rafından pilli feneri aldım, taban döşemesindeki kapağı kaldırdım. Bir köşede hayli eskiden kalma çıtalar olacak, biliyorum çünkü marangozluğa karşı fıtraten temayülüm olduğu içün odunlukta "hîn-i hacette işe yarar" kaydıyla kıyıya-köşeye istif ettiğim hayli tahta ve kereste parçası vardır. İşte tam tavanı tutan "elibelinde"ler arasındaki çıtaları yoklar iken ayağım yerde odunların arasında bir şeye takıldı. Odun parçasıdır diye ayağımla itecek oldum fekat ağırca birşey. El fenerini tuttum, baktım benim gençlik zemanımda kullandığım eski tıraş kutusu. Meğer odunların en altında kalmış. Üzerinden odun aldıkça üstü açılmış. Yılların kiri pası üstüne kabuk bağlamış. Her neyse, oklava yapılmaya elverişli bir çıta seçtikten sonra benim eski tıraş kutusunu da alıp yokarı çıktım. Oklava yapmaya yapacağım fekat evvelâ şu kutuyu açıp, içinde ne var-ne yok bakmak niyetindeyim. Bütün malzemeyi içeri odaya naklettim. Yere bir sofra bezi yayıp, sağ tarafa sarığıburma malzemesini, sol tarafa marangozluk edevatını hazırlayıp orta yere bir minder koyup bağdaş kurduktan sonra şiddetli bir merak ile elini yüzünü temizlediğim tıraş kutusunu önüme çektim.

 

Kutu da kutu bilâder. Som cevizden mamul olmasına ilâveten kenarları sarı meşeden ince filetolarla müzeyyen olduğu gibi, az fekat gaayet zevkli sadef kakmaları dahi var. Kilidi haliyle paslanmış olmasına mukabil fazla zorlanmadan açılıverdi.

 

İçinden ne çıksa beğenirsiniz?

 

Efendim namlusu hâlâ pırıl pırıl iki adet Zaza marka ustura, bir adet kantaşı (kamasının ne olduğu yeni yetmeler bilmez, suratta ufak-tefek kesikler hâsıl olduğunda yaranın üstüne biraz sürülmekle kan akışını durdurur idi), bir adet kılları dökülmüş sakal fırçası, ustura bileylemek için kullanılan bir ucu halkalı esnek bir kösele parçası, biri hiç açılmamış, diğeri yarım iki tıraş sabunu...

 

Ve....

 

Bakınız ey azizler şimdi siz tıraş kutusunun içinden çıkan son ve tabii en mühim şeyi de merak eder, söyletmeden yakamı bırakmazsınız fekat doğrusu şu meseleyi buracıkta kapatıp kapatmamak hususunda cidden azîm tereddüdler geçirmekteyim. Niçün deyeceksiniz, çünkü bu temâmen hayât-ı husûsiyyeme dair bir şeydir, şu anda bu satırları yazarken dahi nice yıllar evvelisinin o aziz hâtırası ile yüreğim bir bülbül gibi pırpır etmekte ve adetâ damarlarımdan kan çekilmektedir. Bilvesile bazı şeyler mahrem kalmalıdır fehvası ile tıraş kutusu bahsine burada bir nihayet verip sarığuburma faslına geçmekliğim icab ediyor.

 

Lâkin bir müddet evvel necîb matbuat mediyamızda cereyan etmiş bulunan bir münakaşayı derhâtır eyledim; efendim deniliyor ki, bahusus millete mâlolmuş, şöhreti cihanı tutmuş bir takım tanınmış şahsiyetlerin husûsî hayâtı olamaz ; binaenaleyh bu kabil şahsiyetlerin hayatına dair her türlü tafsilâtın üstündeki mahrem perdesi, sırf ibret maksadıyla kaldırılmalıdır. Ben şahsan bizzat böyle ucuz filozofilere tav olaraktan mahremiyetini ihlâl edeceklerden değilimdir fekat aziz kaarîlerime karşı riya olmasın diye, sarığıburma tarifini diyer haftalara tehir edib şu meseleyi fâş edeyim diyorum. Çünkü niçün? İcabında bahadırlığımızı, dilâverliğimizi, kalem kuvvetimizi açık açık yazıyorum mahremiyet olmuyor da, işime gelmeyen şeyler gelince mahremiyet diye ketum davranmak mertliğin sânından mıdır meselâ?

 

Evet ey azizler, tıraş kutusundan çıkan son şey, netice itibariyle yine bir kutu idi.

 

Muşamba cinsinden sağlam bir kâğıda sarılmış olan bu kutu, bir kibrit kutusundan daha ufak, elişi mâmulâtı bir fildişi kutu olmakla birlikte içinde bir tutam sarı saç perçemi bulunmakta idi.

 

Öylece kalakalmışım.

 

Bu sırrı sizlerle bölüştüğüm için kadr ü kıymetimi biliniz ey aziz kaarîlerim; istesem pekâlâ sizlere sarığıburma tatlısının faziletlerinden bahis bir mekaale takdim edebilir idim ve siz dahi pek âlâ birşeyin farkında olmayabilir idiniz; ne var ki riyadan tiskinen bir muharrir olarak buyrunuz netekim herşeyi açıkça taharri ediyorum.

 

Bundan yıllarca önce idi; ondokuz yaşında filinta gibi bir delikanlı idim o vakitler. Bir yandan husûsi hocalardan mûsiki, edebiyat, marangozluk ve aşçılık dersleri alarak ilim bahr-i muhitinden feyziyâb olurken diğer cihetten güleş, kemankeşlik, binicilik ve fitbol gibi sipor ihtisaslarında mesafe aldığım seneler idi. O esnada henüz ailem ile beraber ortahalli köşkümüzde ikamet etmekte idik. Kutudaki saç buklesinin sahibesi hanımefendi ise, civar komşularımızdan bir köşkün sahibi emekli bir paşanın küçük kerîmesi V. hanımefendi idi.

 

V. Hanımefendi o esnada Fıransa'da bir rahibe mektebinde tahsil görmekte imiş ve yaz tatili münasebeti ile Türkiya'da bulunuyor imiş. Benim birşeyden haberim yok tabii. O sene Ramazan Bayramı yaz mevsimine tesadüf etmiş idi. Bayramın ilk günü akşam üstü at binmeye çıkmış idim. Eve avdet ettiğimde misafir geldiğini söylediler. Süvari kıyafetiyle müsafir karşılamanın ayıp olduğunu biliyorum lâkin, müsafirler köşkün verandasında oturdukları için o kılıkta görüşmek iktizâ etti. Tabii ben bizzat o esnada V. hanımdan gayrisini fark edemediğim için sair şahısları derhâtır edemeyorum. Hani ne derler, V. hanımla gözgöze geldiğimiz anda bir elektrik şeraresi çaktı adetâ. Kem-küm ederekten kıyafetimin münâsip olmadığından bahisle yukarıya çıktım; bilâhire kuş gibi libasımı değiştirip aşağı indiğimde onlar da kalkmak üzereler idi. Ertesi akşam neyse ki iade-i ziyaret bahanesiyle V. hanımların köşküne gidildi. Böyle evcilik âdetlerini pek sevmemekle birlikte pederle valide, benim kendilerine iştirak hususunda gösterdiğim hâhişkârlığa pek hayret ettiler idi. Uzatmayalım arkadaşlar; biz o akşam iki ter ü taze genç olarak birbirimizden hazettiğimiz nokta-i nazarında ittifak eylemiş idik.

 

Tabii o devirlerde öyle sellemehüsselâm bir delikanlının bir genç hanımefendi ile başba-şa kalıp Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âti edebiyatından, yaz siporlarından, san'at ve mûsikiden sohbet eylemeleri mümkin değil idi. V. hanımla aramızdaki mükâleme daha ziyade nazar be nazar suretinde cereyan etmekte idi ve biz daha ziyade iyi terbiye görmüş aile çocukları olarak kemâl-i ciddiyetle, gözlerimiz halının nakışlarında sükût ediyor idik. Sohbet esnasında konuşulanlardan V. hanımın paşababasının alafranga tarz tahsil ve terbiyeye taraftar olduğu, bunun için daha pek küçük yaşlardan itibaren V. hanımı mürebbiye ve ekalliyet mektepleri nezaretinde yetiştirmeye itina ettiğini anlamış, pek ziyade üzülmüş idim. Çünki daha o yaşlarda bile ben şahsan mektebe gitmeği şiddetle reddederek formel tahsilin genç dimağlar üzerindeki mazarratına kail bulunuyor idim. Sağolsun peder ile valide bu arzumu ciddiye alarak benim sadece hususî ders görerek serbest bir tarzda yetişmeme mümanaat etmişler idi.

 

İşte o'ssaat fehmettim ki V. hanımla ben ayrı dünyaların insanları idik fekat...

 

 

 

BÂDEMÂ BİZ BU YAZILARI, BADEM KUVVETİ İLE Mİ TAHARRÎ ETMEKTEYİZ SANILMAKTADIR YOKSA?

 

MAAİLE iade-i ziyarette bulunduğumuz V. Hanımların köşkünden ayrılır iken bizzat bu sizin Recai'niz el menziletü beyn'el menzileteyn makamında derin bir ruhî sadmeye mâruz kalmış halde bulunmakta idim: Doğrusu V. Hanımefendi, o günlerdeki nokta-i nazarımca gönüldaşlık edilecek ve hattâ bir ömrü beraber geçirilecek evsafta bir genç kız idi. Hilkaten halûk ve selîm bir tabiatı vardı; umur görmüştü; güzel san'atlere karşı hassas, terbiyeli, muaşereti fevkalâde ince ve tab'an nermîn ve narin idi. Güzelliği bahsine gelince o husus sizin üzerinize vazife değildir ey kaarîlerim; bu bir gönül işidir. Birine güzel görünen diğerinde aynı intibaı hâsıl etmeyebilir, dolayısı ile bu firenklerin "relative" diye tesmiye eyledikleri bir vaziyettir. V. Hanım fikrimce güzel sıfatını hakkıyla iktisâb etmiş idi velâkin el'an Evropa'da bir rahibe mektebinde tahsil görüyor olmasına ilâveten mensûb olduğu ailenin müstakbel dâmatları hakkındaki beklentilerinin, daha o günden itibaren mühim bir içtihadî meseleye yol açacağını tahmin etmiş idim. "Onsekiz yaşındaki bir delikanlıda bu ne feraset?" diyeceksiniz lâkin ey azizler ben bizzat daha o eyyamda bile böyle bir Recai idim.

 

Netekim ertesi gün vefâdar ve nice âdemoğlundan daha sâdık olan Arab atım "Marilin"e rikaab olaraktan akşamüstü tenezzühüne çıktığımda V. Hanım ile köşklerinin civarında akmakta olan derenin üstündeki tahta köprüde mülâki olmak saadetine eriştim idi. Aramızda en azından bir selamlaşma hukuku te'essüs etmiş olduğu için derhal "Marilin"den inerek kemâl-i edeb ve nezâket ile V. Hanımı selamladım. Kızcağız o anda benden ziyade Marilin'e fart-ı alâka ve muhabbet izhâr edince sohbet mevzuu kendiliğinden doğmuş oldu; Marilin hakikaten çok asil ve güzel bir hayvan idi. İnan olsun ki şu cümlede onu "hayvan" diye vasfederken haksızlık ettiğim hissine kapılıyorum. O kadar hisli bir yaratıktı ki leb demeden lebleyi anlar, hâlet-i rûhiyeme göre tavır alırdı. Benim V. Hanım'la alâkamı sezmiş gibi kızcağıza bir yakınlık ve şirinlik gösteriyordu ki gören de Marilin'in V. Hanım'ın şunca yıllık bineği olduğunu zanneder idi. Tabii V. Hanım Marilin'e bayıldı.

 

Sağdan-soldan derken her ikimiz de Marilin'in yularından tutarak civardaki korulukta gezinip sohbete koyulduk. O zaman fehmettim ki V. Hanım ailesinin müzayakasından yılgındır ve Evropa'larda bilmem ne mekteplerinde tahsil görmekten fevkalâde şikâyetçidir. Fekat ebeveyni, alafıranga tarzda tahsil ve terbiye alması kanaatinde ısrar ettiklerinden ötürü kızcağız çaresiz bu emre itaat etmektedir.

 

Yarım saat sonra sohbeti o kadar kavileştirmiş idik ki Marilin bile kıskanarak huysuzluk göstermeye başladı. Ben fazla konuşmak yerine V. Hanımı samiin sıfatıyla dinlemeye müteyyâ bulunduğum halde, kızcağızda bizzat şahsıma karşı derin bir alâka ve hörmetin uyandığını müşahede etmiş idim. Uzatmayalım aziz kaarilerim; V. Hanım'ın Fıransa'daki mektebine dönmek üzere bir haftalık bir zamanı kalmış imiş; yani her ne olacak ise bu bir hafta zarfında neticelendirmek zaruretinde idim.

 

Müteakip görüşmemizde V. Hanım'a meseleyi açtım ve eğer rızâ gösterir ise, bizimkileri gönderip usûlü dairesinde dest-i izdivacına talip olmak istediğimden bahsettim; hiç unutmuyorum, V. Hanımefendinin o anda yanaklarının nasıl pembeleştiği, hareli gözlerini nazarımdan nasıl uzaklaştırdığı hâlâ hâtırımdadır. Vakıa V. ile bizzat şahsım olarak ben birbirimizin küfüyvü idik. Ailelerimiz de variyet itibariyle küfüvv idi. Nereden bakılsa bu iş olacak gibi görünüyordu fekat ey azizler ebeveynimin V. Hanımı istemek içün yaptığı ziyaret mâteessüf menfî netice verdi. V'nin validesinin bu işe hâhişkâr olmasına rağmen paşababası "sûret-i katiyyede olmaz" diyerek muhalefet eylemiş ve demiş ki, "Ben kızımı Evropalarda garbın fennini, asriliğin icâblarını iktisâb etsin, memleketimizin maarifine ve tenevvürüne hıdmet eylesin diyerekten yetiştirdim. Sizin oğlunuz ne idüğü henüz belli olmayan, mektepten maariften nasibsiz derbeder mizaçlı bir delikanlıdır ve üstelik mesmuâtıma nazaran irticaa mâyil bir âdemdir; tarafeyn arasında hayat felsefesi bakımından mühim mesafeler müşahede ediyorum; bu işde hayır görmüyorum. Binaenaleyh kızımı ne zabitler, ne diplomatlar istedi de verimkâr olmadım" diye esmiş yağmış. Rahmetli peder bu muamele karşısında pek münfail olmuş fekat centilmenlikten tâviz vermeyerek "kız evi naz evidir" fehvâsıyla dönüp gelmişler. Ben meseleyi işitince fevkalhad öfkelendim bittabii. İlk aklıma gelen ihtimâl V'yi kolundan tutup kaçırmak oldu. Kız esasen bu işe bile razı idi ey yârenler fekat ailemin mâruz kalacağı vaziyeti hesab ederek bu yola tevessül edemedim. Kızcağız Fıransa'ya avdet etmeden önceki günün akşamüstünde son defa gizlice buluştuk. Tabii bu mülakatta neler cereyan ettiğini size bertafsil hikâye edecek hâlim yok; netice itibariyle V. Hanım, saçından kestiği bir bukleyi bana yadigar eyledi ve aynen şöyle söyledi, "bana artık evlenmek haram olmuştur Recai Bey, yaşadığım hayâtın ne denlû çekilmez olduğunu bizzat siz de gördünüz. Rahibe mekteplerinde içim kurudu. Size and ediyorum ki asla evlenmeyeceğim; ileride şartlar değişebilir; o vakte kadar beni kemâl-i sadâkatle beklemeniz içün size bu yadigarı takdim ediyorum felân".

 

Ben tabii bizzat esasen çok sulugöz bir adam değilimdir fekat öyle bir hissî gerilim vukua geldi ki oracıkta her ikimiz de çocuklar gibi sorul sorul ağlamaya başladık; o ağlar, ben ağlarım; o yemin-kasem eder, ben and içerim. Hâsılı arkadaşlar temenni etmem ki bu vaziyet bir başkasının da başına gelsin.

 

"Dertliyim, ruhuma hicranımı sardım da yine" bestesi, o günden sonra benim içün adetâ bir vird ü zebanım oldu.

Kız vapura binip Marsilya'ya gitti. Biz birkaç hafta sonra köşkü terkedip şehre göçtük. Ben bizzat tam altı sene ey azizler bu muazzam muaşakanın aziz ve leziz hâtırasını kalbimde gezdirmekten başka ahidleşmemiz icâbınca "karşı cinse aittir" diyerek tavuk eti bile yemedimdi. Derakap o çok sevdiğim Marilin'i de elden çıkararak sattım çünkü bana her haliyle V'yi hatırlatmaktaydı. Tabii bu esnada "beni ne şâireler, ne müdîreler, ne latifeler istedi de varmadım" meselesini sükût ile geçiyorum; bu gibi hallerin sayılıp dökülmesi ayıp şeylerdir aziz kaarîlerim. Derken günün birinde bir gazatanın sosiyete sahifasında bir resim görmekle adetâ katır tepmişe döndüm. Evet, bana yeminler-kasemler ederek asla evlenmeyeceğini ve kara toprakların bağrına bir bakire olarak gireceğini vaadeden V. Hanım meğer çoktandır evlenmiş de, o esnada bir Evropa payitahtında diplomat olan kocası olacak herifle Saint Moritz'de tatilde imişler. Bak bak hele bak, haspaya bak! İşte ben bu gibiler yüzünden şu yaşımda bekâr evlerinde sürünüp de, dışarıya karşı vaziyeti açık etmiyorum arkadaşlar. Gazatayı görünce "Vaaay bana haa!" diye bağırmışım.

 

Fekat intikaamım korkunç oldu; o güne dek gümüşten muskalığa benzer savat işlemeli bir mahfaza içinde yürek hizasında taşıyageldiğim o saç buklesini o'ssaat oradan söktüğüm gibi sallasırt tıraş kutusunun içine atıverdimdi. Diyeceksiniz ki "Oh Recai Bey, nıçün çöpe atmak yerine tıraş kutusunun içine attınız idi?" Sebebi gaayet basit ey canlarım; her tıraş seansında o zâlim kadının fos çıkan vaadlerini hatırlıyor ve "Nereden sevdim o zalim kadını" şarkısı refakatında suratımı ustura ile kazırken cins-i latife asla güvenmemek mevzuunda kendi kendime verdiğim sözü tazeliyor idim.

 

Daha sonra neler oldu; V'nin monşer kocası kumar borcu yüzünden kuru hasıra varan değin olanca variyetini Evropa'nın kumarhanelerine kaptırdı. V. Hanım'ın evde dikiş dikerek, babadan kalma evini pansiyon tarzında işleterek iflâhsız kocasına baktığını duydum. Günün birinde ıhlamur ve zencefil almak üzere Mısırçarşısı'na indim idi. Bir de ne göreyim; V. Hanım hemen yandaki dükkânda değil mi? Bereket o beni farketmedi idi. Baktım ki o da ıhlamur ve adaçayı sardırmakta. Tabii eski güzelliğinden eser kalmamış fekat neye yalan söylemeli, o düşkün etvârına rağmen hâlâ pek rânâ idi ki görür görmez yüreğim pırpır ediverdi.

 

O hırs ile eve gelip tıraş kutusunu odunluğa fırlatıverdim ve o günden sonra nevi şahsıma mahsus bir tarzda sakal bırakmağa başladım. İşte benim sarığıburma tatlısı uğruna oklava imâl etmeye yeltenirken bulduğum tıraş kutusu içindeki sarı saç buklesinin hikâyesi budur ey aziz kaarilerim; ben lütfedip de anlatmasa idim, nereden bilecektiniz?

 

Aziz Türkiya'mızın maarif dâvası hakkındaki radikal fikirlerim, bizzat benim şahsî hayat felsefem ve hayât-ı husûsiyyem ile de yakından ilgilidir; bakınız eğer okumuş, mektep-medrese sürünmüş biri olsa idim belki de V. ile evlenecek ve her hafta sizi irşâd eden şu mekâlelerimi taharri edemeyecek idim.

 

Hâlinize şükrediniz ey azizler; Recai olmak kolay değil. Biz bu mekâleleri Besnî üzümü ve badem içinin verdiği kuvvetle değil, bizzat hayatın ızdıraplarının tevlîd ettiği bir hayat tecrübesi ile kaleme almaktayız.

 

Siz ne sandınızdı?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Burma bıyık toton Recai Bey' in mekâlelerini, elimde her zaman karşılığı olmayabilen bir sözlükle, ki bu yüzdendir çoğu kez çalamatara Allah kurtara bir kaariliğim söz konusu olsa bile okumak çok zevkli ve lezzetli..

Bu arada benimde, böyle oflaz bir adamın izdivacına mani olan sarı bukleliye teşekkür etmek geldi içimden :) Teşekkür..

 

Edinmek istediğim, hatırımda tuttuğum kitaplar arasındadır elinizdeki kitabı. Burada da yer verdiğiniz için teşekkür ederiz..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ahmet Turan Alkan gerçekten de günümüzün en önemli yazarlarından. Olaylara bakış açısıyla ve üslubuyla okumaktan müthiş bir zevk aldığım nadir yazarlardan. Bir taraftan mizahî yaklaşımı, diğer taraftan da lafı gediğine oturması bakımından rakipsiz bir yazar. Köşe yazıları kadar kitapları da oldukça güzel ve okumaya değer. Özellikle "Gemilerde Talim Var" adlı kitabını haddimin fevkinde olarak tavsiye etmek istiyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...