Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Ü.Y.

: ) M R A N

Recommended Posts

Kulisteyim. Bu akşam çok heyecanlıyım. Neden? Bilmiyorum.. Kalbim yerinden fırlayacak gibi. Bakıyorum arkadaşlarım da benden farksız.. Herkes kendi aleminde, eksiklerini tamamlamak için çabalıyor.. Ben ise bir koltuğa çökmüş onları izliyorum.. Ne kadar sevimli ve de komik görünüyorlar.. Tebessümlerim bir süre sonra kahkahaya dönüşüveriyor.

"heyy o benim kolyem.."

"Ya ümran flower'a Cm'den girsek olmaz mı?"

"Bu akşam salon yıkılacak he :) "

"10 dk kaldııııııı"...

....

ilk konserim geldi aklıma. tıka basa yemiştim ve sahneye çıkmadan 5 dk. önce kusmuştum. tam zamanıydı sanki. arkadaşlarım "bir çuval inciri berbat ettin" der gibi acı acı yüzüme bakıyordu.. O bakışları gördükten sonra, konser anında ve sonunda yüzlerine bakmamıştım. bakamamıştım. Cesaretim nasıl da kırılmıştı..Coft tek destekçimdi. omuz silkerek "boşver kuzum" demiş olmasaydı bu utancı içimden atamazdım..

ve şuan herkes, ilk defa beş dakikayı bekleyerek geçiriyor. ilginç.. ben ise hazır mıyım hala bilmiyorum.. sanki biraz acıktım..

arkadaşlarım dua ediyor.. bir tanesi çalacağım müziği mırıldanıyor.. bir tanesi de yanındakini aman orda biraz bekle yetişemiyorum diye ikaz ediyor. Coft bizimle çıkmayacak. O varken sanki sahnede uçuyordum.. öyle biri ki varlığı büyük bir güven katıyor..şimdi onsuz yarımım..Endişeliyim.

omzumda bir el hissettim. "Sahne senin :)"

Adımlarım çırpınırcasına sahneye doğru koşuyor.. gülücüklerim tedirgin.. gözlerim yarı açık.. saçlarım hiç bu kadar ıslanmamıştı..tenime yapışan saçlarımı kendimden zor ayırıyordum..

...

Tıklım tıklım... alkış tufanı.. çığlıkla yıkılan bir salon..

ve her yer kapkaranlık...

 

Spanish Guitar/Esteban

 

gerçek gibi..

Share this post


Link to post
Share on other sites

ben devam ettireyim hayalini:

Daha sonra eteğine basıp,eteğin yırtılıyormuş.bütün o heyecanlar hazırlıklar boşuna...konser iptal olur.konsere gelenler seni yuhalarlar...ve sanat hayatın orda son bulur... :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

hayırr.. bu hayalin sonu bu şekilde bitemez.. :) ne kadar olumsuz düşünüyorsunuz ! :) her şeyin güzel gitmesi gerekiyor o akşam..

 

ayrıca ben etek giymem :)

 

(bu arada linkini verdğim müzik indirildiği zaman hata veriyor mu? )

 

dua ile..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bende neden bozuk çıktı anlamadım :)

 

Bu hayalin devamını getiremiyorum.. Orda tıkandım işte..

anca seneye :P

 

dua ile..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yağmurla beraber...

Parasını ödedikten sonra kağıtları eline aldı ve kapıya doğru yöneldi. Kağıtları ikiye katlayıp çantasına koymak istemiyordu.. Yuvarlayıp cebine koymak en iyisiydi.. Öyle yaptı.. Kapıyı açtı ve bir adım attı ki deli gibi yağan yağmurun altında buldu kendisini… Dün gece aklına geldi önce. Annesi tarafından tartaklanan sonra da yatağına fırlayan minik bir yavru gibi yorgana sarılmış, sessizce ağlıyordu… gözyaşları da bu yağmur gibi sağanak sağanak akıyordu…eli birden, cebindeki itina ile yuvarlanmış kağıtlarına gitmişti.. Islanacaklardı onlar da… yastığı gibi.. Katlayıp çantaya koymaktan başka bir şey yapamazdı… Katlarken, az önceki gösterdiği özeni bu sefer göstermiyordu. Üstelik elleri daha da bir kaba davranıyordu onlara.

Geç kaldığını hatırlamıştı. Gitmeseydi olmaz mıydı sanki… ? Bıkkınlık vardı halinde… Yağmur yağmasaydı bu beş dakikalık yol, ona 5 km gibi gelecekti. Adımlarını sıklaştırdı… Paçalarına baktı.. Islanıyorlardı. Sıçratmak için ayrı bir çaba gösteriyordu. Buna rağmen paçalarına “Bırakmam seni” dercesine yapışan bu inatçı damlaları tutkuyla seviyordu. Damlalar tarafından sahiplenmek… Ve kıskançlığın had safhada olduğu bu anda başkalarının saçlarına nazlı nazlı düşen bu yağmur tanelerini izliyordu. Delirircesine…

 

“Geç kızım” derken hoca, o da utangaç bir edayla yerine oturdu.“Nerde kalmıştık? Pythagoras’ı bitirmiştik? Şimdi Xenophanes’e geçiyoruz. O bir âşıktır çocuklar. Elinde saz, dilinde şiirler… Böyle İtalya’ya kadar gitmiştir...... ” Çantasından boş bir kağıt çıkartıp, not almalıydı. Bir an elleri o kağıtlara gitti. Hüzünle ve utançla baktı.

“Hapşuuu!!!”

“Ona göre Tanrı…Çok yaşa kızım.”

“Eyvallah hocamm =)” demek geldi içinden… Galiba hasta oluyordu. Gülüverdi… Aklından Devrim Tarihi hocası geçivermişti bir an. Bir gün onun dersinde, telefonundan Mehter Marşı açmak istemişti. Coğrafyacıya da “Aç oku da konuş. Mit mi bit mi anlarsın.” demek istemişti de, ... Diyememişti.

 

Hala gülüyordu. Ve bir an bir dostu tarafından tokatlanmasını düşledi. Ürktü… Başkası olsa, karşılık verebilirdi… Ama onun vurması demek, dilinin lal olması demekti… Gözlerine bitmeyen gecelerin çekilmiş olması demekti. Tüyleri ürperdi bir an. Bir düş, ancak bu kadar gerçekçi olabilirdi. Çok keyfi kaçtı. İzin isteyip çıktı dersten. Merdivenleri hızla indi. Binanın kapısından dışarıyı kestirdi. Yağmur devam ediyordu…

 

“Yağmur… Bugün yağmur benim saçımdır.. Yeryüzüne dökülen… upuzun.. ince ince.. Ve karanlık kokulu. Sen ki aşkta aldatıldın… Yüreğin taş parçası. Dinle! Yağmuru dinle… Teselli bu türküsünden. Her şey olur, her şey geçer.. Ve Hepsi biter O kalır…”

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çok farklı...Günlük mü, yoksa Dadaist hikaye mi demeli bunlara? :) Kesin olan bir şey varsa, o da çok akıcı oldukları. Bir solukta bitiveriyorlar. Devamını bekleriz.. :P

Share this post


Link to post
Share on other sites

teşekkür ederim :) GÜnlük değil.. dadaist hikaye.. belki :)

 

umarın devamı gelir..

 

dua ile ..

Share this post


Link to post
Share on other sites

hakikaten müzik cok hoşşş warsa böyle farklı seyler link wer yafff paylaş bizlerle:)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Çarşamba

 

Sevemedim ben günü,

Sevemedim başından

 

Üç senedir her Çarşamba, hemşire peşinde koşturuveriyorum. Sertleşmiş kollarıma bugün bir yenisi daha vurulacak.

Hazretin termozunu hazırlayıp, içine onlara hayat veren buzları yerleştirmem gerekiyor... Malum, ısınırsa bozulacak, yenilerini getirtmek icab edecek... Isınmaması gerektiği gibi donmaması da gerekiyor... bu yüzden buzla direk temas etmemeli, aralarına bir kağıt sıkıştırmak, diğer ince işlerden...

 

Hayatımın anlamı, seninle bir sene sonra ayrılacağız. Yasını şimdiden tutuyorum görüyor musun ? :) Ben alışkanlıklarımdan vaz geçemem bilirsin. Bu yüzden seninle nasıl ayrılacağız bilemiyorum... Son tüpleri çöpe atmayacağım bak, sonsuza kadar saklayacağım ;) Maceralarımızı da unutmam imkansız. Sapancaya giderken seni nasıl da unutmuştum. 1 saatlik yokdan geri dönmüş, tekrar eve gitmiş, seni alıp tekrar yola koyulmuştuk. Babam nasıl da kızmıştı. "Sorumsuz! Her şeyi anneniz mi düşünecek! şu iğnelerine bi sahip çıkamadın! " Senle arkada kıs kıs gülüyorduk:) hey gidi :) bir de seninle beraber elime yeşil bir kağıt veriyorlardı. neydi? takvim yahu... o takvimlerin enn fazla beşini teslim ettim doktora. Bir sorumsuzluk daha mı dersin.. Yok güzelim ya, valla tarihleri telefonuma yazıyordum... :) Hangi çağdayız :)

Ayy bir de kontroller vardı... İğne olduktan sonra bi yarım saat bekleyip kollarımı gösteriyordum. O yarım saatler.. :) Benim gibi bekleyen onlarca insanla muhabbet ederdik... Biri Erzurumdan gelmiş, biri Antalyadan, biri de Ankaradan... alıp gideceklermiş.. Allahtan İstanbulda oturuyoruz :) Yoksa nasıl gelirdik oralardan...

 

Vakit geldi...

Gel bakalım dünyalar güzeli :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Giderken

 

Yağmur sonrası, bulutların arasından sıyrılan güneş var bugün… Sıcacık, kıpır kıpır… Deli dolu… Yaz mevsimini andıran bir hava… Yazı mevsimini sevmezdi esasında. Ama sert geçen bir kışın ardından, onu ne kadar özlediğini hissetti. “Sevilmeyen her hangi bir şeyin özlemi duyulmaz. Neden duyulsun? O sevilmiyor ki.” kanısını, bu hissiyle çürütmüş oldu bugün. Kendisini mağlup etmenin sevinci…

 

Bugün, içine sığdıramadığı mutluluk var… Gülücükleri bir başka. İnsanlara bakışı ise bambaşka… En adi insan bile bugün gözlerine biraz olsun değerli, samimi gelmişti. Her zaman tartıştığı insanlarla tartışmak istemiyordu bugün. “Merhaba” deyip gülümsemek istiyordu, doyasıya.

 

Neydi bu mutluluk? Nasıl gelmişti, Karadeniz’in çılgın dalgaları gibi hırçın olan bu yüreğe? “Nedensiz” miydi her zamanki gibi… Bu cevabıyla anca kendisini mi kandırırdı?, bilemiyor… Sorgulamak istemiyor. “Ne bu içimdeki? Nereden geldi? Gidecek mi hemen?” Omuz silkti. Sormak istemiyor…

 

Eski, güzel anılarını getirdi gözünün önüne. Coft… Saat dokuz. Kimsecikler ortada görünmüyor. Deniz tertemiz… Ve buz gibi. Su altında birbirlerine bakıp, baloncuklar çıkararak gülüveriyorlardı. Nefesleri tükenene dek burada suyun tadını çıkartıyorlardı… Yorulduklarında kendilerini kumların üzerine atıveriyor, gözlerini kapatıp hayal kuruyorlardı… Ve çekildikleri fotoğraflar… O gün, mutluluklarının tek kanıtı bunlardı.

 

Anılar…

 

İşte yine ordaydı…Coft’suz.. Ve de başka bir şehirde.

Dalgaların ayaklarına kavuştuğu noktaya kadar ileri gitti. Ayakkabılarını çıkarıp, kumların içine batmayı ne kadar da isterdi… Fakat ötelere bakmakla yetinmeliydi bugün. Anıları silip atmalıydı kafasından. Anılar, ona kısa bir tebessümden sonra gözyaşından başka bir şey veremezdi. Bugün güneş sevimliydi. Fırtınalı bir yağmurun gelmesini hiç mi hiç arzu etmezdi…

 

Hayat ona göre, okyanuslar kadar derin, bir köpeğin sahibine olan bakışları kadar manalıydı… Limon kadar ekşi, çilek gibi tatlıydı. Yazın vazgeçilmez karpuzu gibi suluyken, ayakaltında gezen taşlar kadar sertti. Birbirlerine Seni Seviyorum diyen insanlar kadar yapmacıktı bazen… Fakat bazen bu güneş gibi samimiydi. Gerçekten sıcak ve de dürüst.

 

Devirmiş olduğu 7 ayın mutluluğu, bir o kadar da hüznü vardı içinde. Bulunduğu şehir, yaşanabilecek, güzel bir şehirdi. Çelişkili bir şehirdi… Düşünüyordu… Ve kendisiyle içten içe konuşuyordu… “ Buranın denizine bakarken bir an durgun olduğunu görürsün.. Masmavidir… Usul usul izletiyordur kendisini. Tadı damağında kalan bu güzelliğe, arkanı dönüp bir kere daha bakmak istersen ve bu sefer gözlerinin önünde hırçın, kapkara bir deniz görürsen, hiç şaşırma derim. Sabah günlük güneşlikken, bir anda delice yağan yağmurun getirdiği çelişkiyi yaşamaktan hiç usanma derim.”

 

Güneş batıyordu. Gitme vakti miydi? Evet. Ayrılıklar... Ama ayrılığı da seviyordu bugün. Çünkü kavuşmanın vermiş olduğu mutluluğu yaşamaktan mahrum kalmak istemiyordu. Bazı şeyler için vazgeçmeliydi.

Gözüne kestirdiği bir deniz kabuğunu eline aldı. Kulağına dayayıp, sesini dinledikten sonra cebine attı… Geri dönmeliydi artık...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kabul edersen bu verdiğin müzikle beraber bu yazdıklarını resimlerle birleştirip bir video hazırlamak isterim :) Tabi yardımlarınla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Kabul edersen bu verdiğin müzikle beraber bu yazdıklarını resimlerle birleştirip bir video hazırlamak isterim :) Tabi yardımlarınla

 

Çok mutlu olurum.. :) (Yardım da ederim :) )

 

Dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Müziğimiz 8 dakika. Hadi başlayalım.

 

8 dakikaya sığacak bir yazı hazırla, yazının konusuna uygun fotoğraflarıda ben bulayım.

 

Yalnız acele etmemiz gerekiyor. İnternetim kesildi kesilecek. Eee faturaları ödeyemeyince kesiyorlar :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

resimler ve müzik tamam.. peki ben ne yapacağım? :) heyecan yaptım derviş kardeş:)

 

dua ile..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ya, önceki sayfada yazdıklarını derle istersen yada başka bir yazı yaz müziğe uygun şöyle hafif heyecanlı ve tebessüm ettirici :) Bende o yazdıklarına uygun fotoğraflar bulurum. Sonra birleştirir youtube'a atarız :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Edelweiss- Instrumental (piano & violin)

 

 

Taş koridorun akustiği başkadır. Çalınan her bir melodi, söylenen her bir söz, taşıdığı anlamın doruk noktasına ulaşır burada. Yalnızlığını paylaştığı bu dar ve uzun koridorun sert ve soğuk zemininde oturmak ve burada bir şeyler çalıp söylemek, geceyi uyuyarak geçirmek kadar huzur veriyordu. Buraya, yazın kuruyan dudakların, suyu arzuladığı kadar, kışın buz tutan bedenlerin, bir tas sıcak çorbayı düşlediği kadar muhtaçtı. Kimilerini ürküten bu yarı karanlık koridorun kokusunu önce içine çekip, yavaş yavaş çömelir ve burada bağdaş kurar otururdu. Gözlerini kapatır, bir süre açmazdı. Dostlarını düşlerdi. Mutlular mıydı? Evet… Birlikteyken ikisinin de kahkahaları gök gürültüsü kadar keskindi. Bakışları kimi zaman bir katilin bakışları gibi sert, kimi zaman bir yavrunun boynunu büküp çekip gittiği anki kadar hüzünlüydü. Dostuna dönüp baktığında, uzaktan gönderilen bir öpücükle karşılaşır, öylece durur, malum sözcüklerin dökülüp dökülmeyeceğini beklerdi. Onun tarafından sevildiğini biliyordu. Ama O öyle biriydi ki iki kelimeyi bir araya getiremeyecek kadar da çekingendi. Bambaşkaydı. Kimsenin görüşleri onunki kadar hür olamazdı. Ona göre her şey mümkün, her şey doğaldı. Mutlulardı, rahattı onun yanında. Çimlerde uzanıp, karşılarında okul yerine denizin olmasını hayal edip, derin bir of çekerlerdi…

Bir an, üzerinde bir ton hesap kitap yapılmış lale bahçesinin çizildiği kağıda gitti. Lale bahçesi onların hayaliydi. Gülümsedi.

Anılar güzeldi. O günlere, zamanında ne kadar çok lanet de etse, şimdi gözlerini yumup düşündüğü zaman “iyi ki…” Diyordu.

 

Gün batmış, koridora karanlık hâkim olmuştu. Uzaklardan gelen bir keman sesi koridorda yankılandı… Ses, gittikçe büyüyen tatlı bir çığlığa dönüştü. Bir şeyin eksikliğini hissetti. Piyano. Eşlik etmeyi yürekten istiyordu. Her zamanki yaptığı şeyi yaptı. Pozisyonunu, önünde piyano varmış gibi ayarladı. Ellerini uzattı ve parmaklarını oynatmaya başladı. Tıpkı sigara içme isteği belirince, kalemi ağzına götürüp içer pozisyonuna girdiği gibi… Şimdi kendisini müziğin ritmine kaptırmış gidiyordu.

 

Huzur dedikleri şey buydu herhalde... Yalnızlığın vermiş olduğu müphem bir kareydi yaşadığı huzur.

 

Daha fazlasını istemiyordu…

 

Çünkü biliyordu ki; bu kadarı bile ona fazlaydı…

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Telefon

 

Bir telefon… Çalıyor. Yine o. Gecenin bu vaktinde başka kim arayabilir ki beni…? Halimi, vaktimi kim sorabilir ki? Bu sabah konuşmuştuk onunla. Aradığıma çok sevinmişti. Sesi, hayatın bütün zorluklarına rağmen çok tatlı geliyordu. Tatlı, sevimli… Neşe dolu… Arıyordu. İzlediğim filmi durdurarak, bilgisayarı sol tarafa bıraktım. Uzattım elimi telefona. Açtım ve:

 

-Alo?

-Abla?

-Annem sanmıştım lan =) Ne haber?

-Sana bir şey söyleyeceğim. Ama…

-Evet??

-Ama lütfen heyecanlanma.

-Şeyma söyler misin?

 

Sesi titriyordu. Bir şeyler olduğu kesin. Fena halde canım sıkılmıştı. Ne olmuştu? Netleri falan mı düştü ne? Ne var sanki ben 7. sınıftayken 45 neti zoru zoruna yapardım. Ki Şeyma 65’in altına düşmedi hiç. Bu onun için kötü bir sonuçtu fakat çalışmadığı da bir gerçekti hani. Gayret etse, en azından şu 1 ayı güzel bir şekilde değerlendirebilse…

 

—Abla?

 

Ağlamaya başladı… Hayır Hayır… Daha ciddi bir mevzu var… Birine bir şey mi oldu acaba… Babaannem mi hastalandı… Normaldi aslında… 85 yaşında bir çınardı… Anneannem? O daha gençti… Ve daha hasta. Kalp, kolesterol, romatizma, tansiyon, gribal enfeksiyonlar… Babaannemde hiçbiri yoktu… Sade ve sadece kulakları pek işitmiyordu. O kadar...

 

—Ablaaa?!

 

Ve hıçkırıklara boğuldu. Evet… Biri ölmüştü. Kesin. Ama kim… Konuşamıyordum. Dilim tutulmuş, vücudum kaskatı kesilmişti. Dişlerimi hiç ama hiç böylesine sıktığımı hatırlamıyorum. Ardından gözyaşlarım… Ateş gibi yanan yanaklarımdan aşağı hızla boşaldı.

 

—Ne oldu söylesene Şeyma!

 

Hıçkırıkları tükenmek bilmiyordu. Abla kardeş ağlaşıyorduk. Oda arkadaşım okuduğu kitabı bırakmış, dikkatle bana bakıyordu. O da korku ile

“Ne oldu?” “Ne oldu… ” “Ne oldu!” “Ü… ne ol..?”

“Bilmiyorum” diyebildim nihayet. “Bilmiyorum…”

 

Madem bilmiyorum o halde niye ağlıyorum. Belki de biri ölmedi… Şeyma’nın her zaman ki hali. Babam “hööt” dese kapıları yüzümüze çarpar, kendisini odaya kilitler, ağlar.. Ağlar .. Ağlardı… Çok ama çok hassas bir çocuktu. Kime çekmiş bilmem… Ama yok… Hali bu sefer başkaydı… “Heyecanlanma” demişti. Demek ki benim de üzüleceğim ya da kızacağım bir durum vardı ortada…

 

—Şeyma…

 

Şeyma artık ağlamıyor, sadece burnunu çekiyordu. Ve gülümseyerek…

 

—Abla miras üçe bölünecek.

 

Bugün geçirdiğim şokların arasına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Gözlerimi bir hamlede sildim. Gayri ihtiyari elimi alnıma götürdüm. Ateş gibi yanıyordu. Yutkundum. Boğazım da acıyordu biraz.

Kendime gelmiştim. Ve tebessüm ederek:

 

—Kız mı erkek mi… ?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gözünüz aydın mı denir,hayırlı olsun mu bilmem :) Ama sen anladın beni Ü.Y.'ciğim :)

 

Bu arada büyük bir heyecanla okudum yazını,sonu da tahmin edemeyeceğim şekilde oldu,kalemine sağlık :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...