Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
nedmanün

Kim Demiş Tarih Sıkıcıdır Diye

Recommended Posts

Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere’de bu işlerin nasıl yapıldığımı düşünün.

 

1500'lerde İngilterede işler şöyle yapılıyordu:

 

Insanların çoğu Haziranda evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

 

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana

geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti.

Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar,

sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda

yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki

içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. Ingilizcedeki

banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın? (Don't throw the

baby out with the bath water) deyimi buradan gelmektedir.

 

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor,

kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların

ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler

ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu.

Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar

kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizcedeki kedi-köpek

yağıyor (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.

 

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey

yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine

düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek

direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar

buradan gelmektedir.

 

Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir

şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri

buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri

vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu

önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca

saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı

açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere

kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı

"thresh hold" (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi.

 

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki

büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor

ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze

yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar

kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün

tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok

uzun süre kazanda kalıyordu. Bezelye lapası sıcak, bezelye

lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük (peas

porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot

nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti

buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse

domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin

eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük

bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna

yağ çiğnemek (chew the fat) adı veriliyordu.

 

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar

alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek

yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine

ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu

için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin

zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun

alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta

tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat

ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun

zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için

içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü

tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında "tabak ağzı"

(trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu.

 

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt

kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı. Bira

ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim

insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.

Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için

hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının

üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp

uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti deniyordu.

 

Ingiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek

yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp

tabutları çıkarıyor, kemikleri bir "kemik evi"ne götürüyor ve

mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25

tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü.

Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna

çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi

tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi

bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık

nöbeti "graveyard shift" denirdi.

 

Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by the bell") bazıları da "ölü zilci" (dead ringer) olurdu.

 

Gerçekler bunlar. Kim demiş tarih sıkıcıdır diye. ;)

 

iktibasdan alınmıştır ..

Share this post


Link to post
Share on other sites

;) Elinize sağlık,ilginç bilgiler ama şu iktibastan alınmıştır sözüyle ne anlatmaya çalıştınız anlamadım...

Share this post


Link to post
Share on other sites

-Viktorya İngiltere`sinde, kütüphane kurallarına göre kadınlarla erkeklerin yazdığı kitaplar, kişiler evli olmadığı sürece aynı rafta yan yana bulunamazdı.

 

-12. yüzyılda Avrupalılar kuşları ağaçların doğurduğuna inanıyordu.

 

-Binlerce yıl kuyruklu yıldızların, insanların günahlarının sıkıştırılmış hali olduğuna inanıldı.

 

-17.yüzyıl Avrupası`nda hapşırmak, iyi bir aileden gelmenin ve iyi yetiştirilmiş olmanın bir işareti olarak kabul edilirdi. Bu yüzden üst sınıflar enfiye çekmeye başladı.

 

-1600`lerde Fransa`da idam edilen katillerin kalıntılarının şans getirdiğine inanılırdı. Yanan veya kafası kesilen insanlardan kalanları didiklemek için kalabalıklar toplanırdı.

 

-16. yüzyıl Paris`inde popüler aktivitelerden biri, yazın ortasına denk gelen günde torbalar dolusu kedi yakmaktı.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gazeteci Ahmet Tan; rahmetli Turgut Özal ve bir gurup milletvekili ile beraber çıktığı bir Afrika seyahatinde, köle nakli yapan bir adayı ziyaret sırasında, burada rehberlik yapan bir Senegalli ihtiyarın ağzından dinlediği batılı barbarların tüyler ürpertici zulümlerini şöyle dile getiriyor.'

 

- ' Bu iki altmışa iki altmış taş hücrelere en az onbeş kişi tıkılırdı. Burada en az üç ay alıcılarının gelmesini beklerlerdi. İsyan edenler ise ağaçlara bellerinden kanca ile asılırdı. Ölüm yavaş gelsin ve geride kalanlara daha uzun dehşet versin diye. Kölelerin dörtte biri ise bu şartlara dayanamayıp ölürlerdi. Cesetler hep denize atılırdı. Bu yüzden bu kıyılar hala Afrika'nın en çok köpek balığı olan kıyıları.'

 

Özal köle deposu olarak kullanılan binayı gezerken Hikmet Çetin'e soruyor :

- ' Bize insan hakları dersi verenler de burayı gezmişler midir acaba? '

Senegalli yaşlı yetkiliye Özal :

- ' Atalarınızı zincire vurup buralardan zorla koparan, sonrada başka beyazlara kilo ile satanlara karşı şimdi neler hissediyorsunuz? ' diye soruyor.

Yaşlı Senegallinin ifadeleri çok düşündürücü :

- ' Biz Müslümanız Müslümanlıkta affetmek dinin gereği. Affettik ama unutmadık. Unutamayız da. Zaten bu gün burasını böyle korumamız, çocuklarımızın da ve onların çocuklarının da unutmaması içindir.'

Bu cevap karşısında gözleri dolu dolu olan Özal, önüne uzatılan deftere şunları yazdı;

..'Esir ticaretinin tarihteki vahşetini gördük. Bu insanlık dışı vahşeti yapanlar, bugünkü insan haklarına çok saygılı olduklarını iddia edenlerin ataları... Bazen, acaba bugün de başka şekiller altında, bu insanlara yönelik aynı durum devam ediyor mu düşüncesine kapılıyor insan.'

Share this post


Link to post
Share on other sites

:) hoş ve ilginç bir yazı..batı medeniyyetini tüm çarpıklığını gözler önüne seriyor..daha düne kadar yaptığı tuvaletini sokağa döken,bugün bile taharet almayı bilmeyen batı medeniyyetini..bu yazıyı bizim batılı olduğumuz safsatasını bize yamamaya çalışan sözde aydınlarımızın okumasını isterdim..biz doğulu doğduk,doğulu öleceğiz

Share this post


Link to post
Share on other sites

Onların hayatlarını okurken kimi zaman çok güldüm ise kimi zamn iğrendim doğrusu.

 

O devirlerde onlardan biri olmayı hiç istemezdim.

 

Sadace bunun için bile rabbimize ne kadar şükretsek azdır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

'Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi;

Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi!’

 

Şiir çok hoşuma gitti, konuylada çok uyumlu. Aceba şairi kim?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...