Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Ehl--iBeyt

Www.welayet.com

Recommended Posts

welayetqb2.jpg

 

Velayetin üzerimize yüklediği;

hakkı batıldan ayırma noktasındaki niyetin ve sorumluluğun bilinciyle,

sabır, tevekkül ve kanla, ilmek ilmek örülmüş bir sevda uğruna,

bir mübarek aşura günü: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” dedik ve çıktık yola…

Allah adına ve aşkına,

tüm insanlığı duaya ve desteğe davet ediyoruz…

www.welayet.com

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ehli Beyt hakkında hakiki malumata ulaşmak için "Hak Sözün Vesikaları" isimli kitabı tavsiye ederim. (Tıklayıp okuyabilirsiniz.)

 

Sitenizi inceledim. Şiiliğe kayan bir taraf var. Hazreti Muaviye'yi kötüleyen bir zihniyetin izlerini görmek mümkün sitenizde. Ehl-i sünnet itikadında Hazreti Muaviye suçlanamaz, kötülenemez, aksine sevilir. Muteber ehl-i sünnet kitaplarında yazar ki:

"İmam-ı a'zam hazretleri, (Eshab-ı kiramın hepsini hayırla anarız) buyurdu. İmam-ı Şafii ve Ömer bin Abdülaziz de, Eshab-ı kiram arasındaki savaşlar hakkında (Allahü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu. (M. Rabbani c.2, m.96)"

 

Sitenizde şuradaki konuda "YALNIZLIĞA TANIK OLMAK" başlığı altında aşağıdaki çirkin ve cinayet çapında dehşet ifadeler geçmektedir:

 

"Cemel, Sıffin gelmektedir aklına, ona biat edenler biatlerinden dönmüş, Ayşe dostlarıyla onun üzerine yürümüştü. Kanlar akmıştı. Diğer yandan ise Muaviye, olmadık hileler olmadık ihanetler, cinayetlerle çıkıyordu karşısına. Ali’nin(a.s) yüreği kan ağlamaktaydı ümmetin elinden."

 

Bu fikre sahip olan bir siteyi biz desteklemeyiz. Sitenizin adresini silmiyor ve açtığınız başlığı kaldırmıyorum ki, ehl-i beyt sevgisi diyerek sahabe düşmanlığı yapanların hâlini kardeşlerimiz görsün ve bu yalanlara kanmasınlar. Şiilikte Hazreti Aişe validemizi (hâşâ) kafirliğe kadar götüren sapık bir inanış vardır. Yukarıdaki ifadede neden bu intibayı veren bir fikir var? Size tavsiyem bu sapık fikirleri desteklememeniz ve linkini verdiğim kitabı okumanız.

 

Saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm.

 

Reyhan arkadaşımız gayet güzel bir şeklide değinmiş fakat bir iki kelam da ben etme gereği duydum.

Evvela daha net söylemek isterim ki, Siteniz Şia'ya kayan değil tamamen Şia'yı temsil eden bir site olmuş ki, bu inanca mensub olduğunuzdandır bunu normal karşılıyorum.

Normal karşılamadığım şey ise; bu sitede böyle başlık açmanızdır.

Bu bize yani EHL-İ SÜNNET VEL CEMAAT'A uymaz.

Bizler İmam-ı Azam Efendimizden biliriz ki; Ehl-i Sünnet mezhepleri;

1-Hanefi,

2-Maliki,

3-Hanbeli,

4-Şafii olmak üzere tabiini yeryüzünde kalan 4 hak mezhebi tanırız.

 

bunun dışında Şia, İmamiye, Caferiye gibi mezhepleri (ki bu üçüde muhteviyat olarak birbirinin kopyasıdır fakat ne hikmetse farklı isimler kullanılmaktadır) Ehl-i Bidat kabul etmişizdir.

Fıkıh ilminin usulünde ciddi ayrılıklarımız vardır.

Ehl-i Sünnet mezheplerinin fıkıh usulünde metodoloji;

Kur'an-Sünnet (Hadis)-İcma ve Kıyastır.

Ehl-i Bdat mezhebi olan Şia'da;

Kur'an-Sünnet (Hadis; sadece Ehl-i Beytin rivayet ettiği Hadisler)-İcma-Kıyastır.

Bizde İçtihat kapısı açıktır ve vefat eden Müçtehidlerin içtihadları ile amel ederiz.

Şia'da da İçtihad kapısı açıktır fakat ölen Müçtehidin (Şia'da bu müçtehid'e İmam deniliyor) içtihadı ile amel edilmez ve bu inanç, İmamları Masum yani günahsız kılmıştır. Vatikandaki, Papa gibi yani.

Şia'yı Ehl-i Bidat kabul etmemizin de sebepleri buralardan başlar ki; bu sebepleri daha da sıralayabiliriz ve sizlerde bunları biliyorsunuzdur eminim.

 

Bu sebeptendir ki, Ehl-i Sünnet inancının hakim olduğu apaçık meydanda olan bu sitede böyle başlık açmanızı bir kendini bilmezlik, bir terbiyesizlik vesikası olarak addediyorum...

 

Bu başlığa kısaca değinip bir kaç kelam etme gereği duymamda, bu başlığı açıp okuyup, bu konu hakkında fazla bilgi sahibi olmayan kardeşlerimizin kafalarının karışmasına mani olabilme arzumdan kaynaklanmaktadır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Açıklamalar için Allahu teala razı olsun. Ehl-i bidat'in çizgilerini, renklerini bilen insanlar, onların yazılarını gördükleri, okudukları, inceledikleri anda teşhis koyabiliyorlar. Reklamı yapılan site ehl-i sünnete değil, ehl-i bidate hizmet ediyor. Tabi Tarık kardeşimin de zikrettiği gibi konuyu açan üye de bu fikriyatta olduğu için bunun beyanını yapması kendi çapında normaldir. Bir şeyi merak ettim. Konuyu açan üye acaba Üstad Necip Fazıl'ın Hazret-i Muaviye'ye, şiiliğe, aleviliğe bakışını biliyor mu? Herhalde bilse gelip burada konu açmazdı. Ben de bu üyeye acizane Üstadın Hz. Ali / İlim Beldesinin Kapısı kitabını okumasını tavsiye ederim. Mevzuyla alakalı olduğu için forumda gördüğüm bir konunun linkini de vereyim:

http://www.n-f-k.com/nfkforum/index.php?showtopic=1413

Selamletle.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Siteyi inceledim.Şia olduğu belli.Şia bozuk bir fırkadır, Sahabe düşmanlıgında had safhadadırlar.Ama ey Ehl-i Sünnet kardeşlerim.İbn-i Teymiye ve yoldaşları zahirilerden gelen fikirlere aldanıp Şiaya benzememek için ehl-i beyti anmayı bırakmayalım, her salevatta her sohbette analım, çünkü 2. emanet ehl-i beyttir, şuan vehhabi-selefi zihniyetin etkisiyle ehl-i sünnet müminler Ehl-i Beyti anmayı bıraktılar, eskiden nasıldı bakalım Barbaros Hayreddin Paşanın Rahimehullahi Teala sancağına(bir zülfikar-ı şerif üstelik üç başlılanmış Allahu Teala Muhammed Aleyhisselam ve Ali Aleyhirrıdvanı simgeliyor, yani velayet yolunda feyzin geliş noktalarını.Üstünde ise pençe-i Al-i Aba"Aleyhirrıdan" var.Yani şu muskalarda gördüğümüz 5 parmaklı el.Efendimiz Aleyhisselamı Fatımetüzzehra Aleyharrıdvan Anamızı,Ali Aleyhirrıdvanı, Zineteynul Arş(Yunus Emre Kuddise Sirruh'un ifadesiyle arşın çifte küpeleri) Hasen ve Hüseyn Aleyhimarıdvan efendilerimizi simgeleyen şiilerin çok kullandığı işaret.İlk gördüğünüzde selefi vahhabi etkileriyle şia sanıcaksınız Barbarosu.Ama oda ne!Etrafında 4 tane hilal var.Her birinin içinde 4 halifemizin Aleyhimürrıdvan efendilerimizin ismi yazıyor.İşte arkadaşlar Ehl-i SÜnnet budur.Şiilere uymayalım, Ama vahabi-selefilerin etkisindede kalmayalım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

''Kısacası yukarıda işaret edildiği üzere Ehl-i Beyt İmâmlarının bu mezheplerin dayandıkları temelin (kıyas)'ın batıl olduğunu açıkladıklarını nazara alarak ve bizzat söz konusu mezhep İmâmlarının bile, kendi görüşlerinin hak olmayacağını itiraf etmelerini göz önünde bulundurarak şöyle deriz: Dört mezhep haktır demek din adına büyük bir pervasızlıktır. ALLAH bizleri büyük yanılgılardan korusun. ''

 

Malum siteden alınmıştır.

 

Ayrıca 'din felsefesi' lafzını nasıl buluyorsunuz? Felsefe ve din... Halbuki 'din felsefesi' lafzını açıklayabikmek için, felsefeyi tanımlamak gerekir ve sonra tanımladığımız felsefe sınırları içinde dini veya dinleri açıklamak gerekir. Bu da İslam'ı Laikliğe onaylatmak gibi bir şey olur. Ondan sonra gelsin İslam sosyalejisi, İslam piskolojesi falan filan...

 

Malum sitede 'Din Felsefesi ' diye bir başlık gördüm ve fakat içeriğini gezmedim. Üye olmak gerekiyormuş... İçeriğini bilemiyorum, sadece başlık üzerine yazdım bunları.

 

''Bu hadisi Ebu Nuaym başka bir senetle de nakleder; bu ikinci nakilde şöyle der: İmâm Cafer Sâdık Ebu Hanife'den sordu ki: "Adam öldürmek mi daha büyüktür (büyük günahtır) yoksa zina mı? Ebu Hanife, adam öldürmek, diye cevap verdi. İmâm dedi ki (Öyleyse neden) ALLAH Teala adam öldürmede (adam öldürmenin ispatında) iki şahidi yeterli bilmiştir; ama zinada dört şahit istemiştir. Yine İmâm Cafer Sâdık sordu ki "Namaz mı daha önemlidir yoksa oruç mu? O namaz diye cevap verdi. Bunun üzerine İmâm şöyle dedi: "Öyleyse neden kadın hayız (adet) olduğu zamandaki orucunu kaza etmesi gerekir, ama namazını kaza etmesi gerekmez? Yazıklar olsun sana kıyas nasıl doğru olabilir? ALLAH'tan kork ve dini kendi görüşünle kıyas etme."

Yine malum siteden...

 

Bu nasıl olur?

 

Üstad 'Başbuğ Velilerden 33' eserinde der ki:

''İmam-ı Azam hazretleri de, Cafer-i Sadık hazretlerinin ders halkasına girenlerden... Koca mezhep kurucusu, irfan ışığını, batın nuruyla beraber Cafer-i Sadık'tan süzerken, onun yürüttüğü altun silsile kolundan olmayarak, Maruf Kerhi hazretlerinden de gönül sırlarını alıyordu.

(...) Şiilerden bir grup da, ondan geldiğini ve onu belirttiğini vehmettikleri bir fırka halinde hakikatten ayrılıp 'Caferi' diye bir mezhep kurtular.''

 

Evet, size bir şey söyleyeyim mi?

Hakiki Cafer-i Sadık Dört Mezhep kurucusuyla birlikte, bizim gönlümüzde. Ayrıca, Cafer-i Sadık'ın takipçileri Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbani gibi büyük şahsiyetlerden hangisi sizi kabul eder? Hiç biri...

 

Selam ve dua ile...

 

Not: Yukarıdaki alıntılar bana giran geldi...

 

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın arkadaşlar...

 

İnternet siteleri, forumlar; bilgi paylaşmak amaçlı kurulur. Biz bu siteyi bunun için kurduk. Ve internet mecrası için uygun gördüğümüz reklam teaserımızda da belirttiğimiz -belirtmeye çalıştığımız gibi- insan olarak hepimizin hakkı batıldan ayırmak gibi bir sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk doğrultusunda hür irademizle görüş beyan etmemiz haktır. Özlük hakkıdır. Buradan hareketle reklam teaserımızı silmediğiniz için sizlere teşekkür ederim. Benim fikrime göre bu bir erdemdir.

 

Sizlerin belirttiği görüşlere gelince sizleri; bu konuda özgürce fikirlerinizi beyan edebileceğiniz bir platform olduğunun garantisini verdiğimiz www.welayet.com sitesine davet ediyoruz. Bu sitede hakaret dışında hiçbir gerekçe için mesaj silinmeyecektir. Ve aynı gerekçe dışında hiçbir üye banlanmayacaktır. Herkese özgürce fikirlerini beyan etme hakkı verilecektir.

 

En büyük erdem bilgiyi bölüşmektir. Bölüşülen bilgi hakka hizmet eder...

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın Ehl-i Beyt,

 

Öncelikle edebli ve saygılı üslubunuz için teşekkür ederiz. Dediğiniz gibi internet siteleri ve forumlar bilgi paylaşmak amacıyla kurulur lakin her sitenin ve forumun da bir mefkûresi vardır, bağlı olduğu ölçüler, değerler, zeminini, fikriyatını teşkil eden bir sistem vardır. Dini muhtevalı sitelerin kimisi ehl-i sünnet, kimisi vehhabi, kimisi şia vs. eksenlidir. Edebiyat çerçeveli siteler ya bizim gibi İslam’ı seven, İslam’a hizmet etmiş edipleri, mütefekkirleri baz alır, kimisi de solcu, komünist, ateist yazarları tanıtmayı amaçlar. Ve bu sitelerden bazıları her fikirden insanı kendi bünyelerine davet etseler de (yani özgür bir platform sunsalar da ), sitenin ana fikriyatı savunulmaya devam eder. Biz de site olarak edep ve saygı çerçevesinde her türlü fikrin (kurallarla yasaklanmış birkaç konu hariç) beyan edilmesine bir şey demeyiz. Ancak beyan edilen fikirden sonra bağlı olduğumuz İslam ölçüsüne göre de o fikrin hakikat dairesinde hangi konumda olduğunu açıklarız, aynen bu başlıkta olduğu gibi. Biz bağlı olduğumuz ehl-i sünnet itikadını biricik yol kabul ediyor ve doğru yolun sapık kollarından olduğunu bildiğimiz diğer bozuk itikatları desteklemiyoruz. Bir sitenin, her türlü fikrin özgürce beyan edildiği bir yer olması bizim için kıymet ifade etmez. Önemli ve hakiki manada ruh imar edici olan şekil, özgürce paylaşılan fikirlerin biricik ve hakiki yol olan ehl-i sünnete uygun olup olmadığıdır ve sitenin bu yapı içinde hak ve batıl kutuplar arasında gidip gelen düşünceleri hak olan yola yöneltebilme amacıdır. Site özgürlükçüyse ve her kafadan bir ses sistemlerinde olduğu gibi yanlış olan da doğru olan da devamlı tartışılıp duyuyorsa, bu boşa zaman harcamaktan başka bir şey değildir. Her şey İslam’ın doğru yolu olan ehl-i sünnet itikadına göre konumunu belli eder ve ehl-i sünnet dışı her şey hatalıdır, zararlıdır, faidesizdir. Bizim sitemize şia itikadına göre Hazreti Muaviye’ye çirkin ithamlarda bulunulan bir yazı eksense, öncelikle yönetim ve işin aslını bilen üyelerimiz tarafından işin ehl-i sünnete uygun olan şekli anlatılır, yazılanların sapıklığı vurgulanır ki meseleye vâkıf olmayanlar bu ithamların hatasını, sapıklığını anlasınlar. Ama siz, site olarak ehl-i sünnet dışı bir yolda olduğunuz için, sitenizde bu tarz paylaşımlara bir reddiye yazmazsınız. Sitemizde sapık Mustafa İslamoğlu için de bir başlık var mesela. Amaç, M. İslamoğlu’nun sapık fikirlerini tarafsız bir şekilde insanlara sunmak değil, onun sapıklıklarını anlatmak ve insanları bu zehirlerden haberdar etmektir. Şu halde, siteniz özgür bir platform olsa da, hür iradeye önem verse de, temelinde şiayı desteklediği için bizlerin orada alabileceği tek şey, paylaşılan yazılarda şianın sapıklıklarını net bir şekilde görmekten ibarettir. “En büyük erdem bilgiyi bölüşmektir. Bölüşülen bilgi hakka hizmet eder” demişsiniz. Bilgi, hakikate, ehl-i sünnete uygunsa o bilgiyi paylaşmak hakka hizmet etmektir. Yoksa diğer türlüsü hizmet değil, cinayet olur. Sitenizden hazreti Muaviye’ye yönelik iftiralar içeren bir yazıyı okuyup da o yazıya inanan, itikadı bozulan bir insanın vebali kime gidecek? Siz hatalı olanı sunduktan sonra doğru ve hak olanı da anlatmalısınız ki, hakka hizmet edebilesiniz. Tabi sizin açınızdan o yazılar hak olduğu için yaptığınız iş de hizmet oluyor gene sizin açınızdan. Bizim için değildir. Biz ehl-i beyti elbette ki canımızdan çok severiz, aynen diğer sahabe efendilerimizi, ehl-i sünnet itikadında olan islam alimlerimizi ve ehl-i sünnetin sev dediği herkesi sevdiğimiz gibi. Ki gerçek ehl-i beyt sevgisi, ehl-i sünnet itikadındadır. Tıklayıp okuyalım: Ehl-i Beyt'in Fazileti

 

Saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın reyhan,

 

Ahlak, edep ve tezkiye gibi kavramlar biz müslümanların vazgeçilmez düsturu olmalıdır. Hiç şüphe yoktur ki; bu kavramlar takvayı ve zühdü tamamlar ve buna göre insanlar Allah katında değerlenir veya değersizleşir. Buradan hareketle bana teşekkür ettiğiniz konu benim için bir iltifat değil, varmak istediğim gaye/menzil için bir zorunluluktur. Hiç şüphesiz varmak istediğimiz noktada Allah rızasıdır. Ayrıca bu konu sizin güzel görüşünüzdür. İnş. cümlemiz ehli beyt ahlakıyla ahlaklanıp Allah rızasına erenlerden oluruz. (Gönülden Amin!)

 

Ama mesajınızda belirttiğiniz bazı hususlara elden geldiği kadar polemik yapmadan değinmek istiyorum.

 

Hepimizin bildiği gibi dünya hayatı bir imtihandan ibarettir. Dinimizin temel felsefesi bunun üzerine kuruludur. Seçenekleri ve maslahatı Allah belirler, kul seçer... Ve bu seçime göre imtihanın sonucu belli olur. Ve kul seçtiğinden birinci derecede sorumludur. Buradan hareketle internet başına geçen kullanıcıda aynı şekilde seçeneklerinden birinci derecede sorumludur. Seçimini doğru deliller üzere temellendirip temellendirememek internet kullanıcısının sorunudur. Bu konuda hakkıyla araştırma yapmak ya da yapmamakta aynı şekilde internet kullanıcısının sorunudur.

 

Biz; ideal bir site yönetiminin bırakın bir mezhebi, bir inanç sistemini bile kurumsal olarak benimsememesi gerektiği görüşünü savunuyoruz. Dolayısıyla hür iradesiyle internet başına geçen kullanıcının sadece mezhepsel anlamda değil, en temel inanç unsurları hakkında da bazı şeyleri sorgulamaya ihtiyacı olabilir. Bu anlamda site yönetimi sadece teknik anlamda hizmetçidir. Bu hizmetçiliği yapabildiği anlamda da değerlidir veya değersizdir. (Bu teknik işçilik içine hakaret ve paralelindeki konular girer bunu da belirtmekte fayda görüyorum...)

 

Dünya bizler için sadece mezhepsel ayrışmalar anlamına gelmemekte... Bizlerde diğer insanlar gibi severiz, sevmeyiz, hata ederiz, başarırız, başaramayız, hırslanırız, öfkeleneriz, aşık oluruz v.s... Ama hakkı batıldan ayırma noktasında birinci dereceden sorumluyuz. Olayı bu minvalden başka bir şekilde değerlendirmek hata olabilir. Dikkat etmek lazım.

 

Sonuç olarak; site yönetimleri özel görüşleri, mezhepsel tercihleri açısından diğer üyelerle eşit olmalıdırlar. Zaten internet dünyası fikirlerin güzelce çarpışması anlamında fıtrata daha uygun bir yapıya sahip olduğu için; fikirler, mezhepler, görüşler anlamında çok seslilik, tekdüze olmaktan daha evladır bizlerce...

 

Fikirlerimizi çarpıştırmaktan asla korkmamalıyız. Çünkü fikirlerin çarpışmasından gerçekler ortaya çıkar.

 

Selam ve Saygıyla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın Ehl-i Beyt,

İnsanların, yaptıkları tercihlerden sorumlu olmaları; insanlara hatalı, bozuk, sapık fikirlerin de sunulmasını mâzur göstermez, meşrû kılmaz. İçkiyi içen kadar, içkiyi üreten de suçludur. Bir hayra, bir iyiliğe sebep olanın onu yapmış gibi sevap alacağı, kötülüğe sebep olanın da onu işlemiş gibi günah kazanacağı malûmunuzdur. Sitenizdeki yazılar insanların itikadını bozacak niteliktedir. Bu yazılar sizlerin vesilesiyle yayıldığı, okunduğu için, yazıyı okuyup da onlara inananların kendi tercihleri kadar, sizlerin de vesile olması sizin adınıza kötülüktür. Demokrasi mefhumunun mahiyetine uygun olarak ve bir filozof gibi düşünüyorsunuz. Biz böyle düşünmüyoruz, sebeplerini yukarıda yazmıştım, gerekli açıklamayı yapmıştım. Bizim için felsefe ve sizin felsefî metoda uygun görüşünüz; doğruyu bulmanın değil, boyuna aramanın ve hataların içinde debelenmenin yolu. Ayrıca "dinimizin temel felsefesi" ifdesinin de hatalı olduğunu belirteyim. Dinde felsefe değil hakikat olur. Sitemize gelmişken Üstadın felsefe mevzuundaki yazılarını ve "Batı tefekkürü ve İslam Tasavvufu" adlı eserini ve hatta "Doğru Yolun Sapık Kolları" kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.

Site yönetiminin tarafsız olması gerektiği fikrinize de Üstadın bir vecizesiyle mukabelede bulunayım:

" Tarafsız diye bir kelime yoktur. Hakikatin taraflısı olmaya “tarafsızlık” diyoruz. "

Son olarak da söyleyeceğim şu ki, fikirlerin çarpışmasından gerçekler değil sadece toz duman ortaya çıkar. Gerçek ve doğru yol (ehl-i sünnet) ortadadır, ona uyan da saadete kavuşacaktır.

Saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hani diyorum, şu itikad meselesini de tartışmaya açsak mı? Veyahut şöyle karıştıralım mikseri ve diyelim; Dört mezhep imamı temel itikad mevzuularında ayrılığa düşmemişler. O halde onları sımsıkı tutan ölçüler, ah bu ölçüler ki, onların, fikirlerini felsefi bir ortamda dile getirmelerinin önüne bir set çekti. O istikbali karartılan fikirlerde midenin asit salkınında heba olup bilmem nerelere şöyle bir yuvarlandı. Amma ve lakin, Matemetiğin bile felsefesinin olduğu bir dünyada dine de felsefe elbisesi geçirenler, midenin bu asit salgınından kurtuldular. E sonra?.. Kuran ve Hadis onlardan sorulur oldu. O zaman temel itikad mevzuuları da çağlara göre farklı farklı endamlara bürünüverdi.

 

Yok yok, ben en iyisi dört mezhep imamından ayrılmayayım. Beni bir noktaya mıhlamayan bir nizam olmayınca, işte böyle saçmalayıveriyorum. Olsun, ben bu sabit notadan da derinliklere kulaç açarım, nede olsa!

 

Reyhan kardeşime selamlarımı yolluyorum, efendim. Ehli Beyt'in de efendiliği için teşekkürler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Esselamü Aleyküm.

 

Değerli arkadaşlar.

 

Şahsım adına; EHli Beyt isimli kişiye teşekkür falan edemeyeceğim. Efendilik falan hikaye, zat-ı muhterem o kadar kibar ise eğer, bu sitede böyle bir başlığı neden açıyor ki?

 

Ben hala;Ehl-i Sünnet inancının hakim olduğu apaçık meydanda olan bu sitede böyle başlık açmanısını bir kendini bilmezlik, bir terbiyesizlik vesikası olarak görüyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

tarık kardeşim bence böyle yapmamalıyız ama. reyhan gayet güzel bir şekilde söylenmesi gerekenleri söylüyor. Ben senin samimiyetini ve hislerini taktir ediyorum, ama bunları tam şu anda ve bu şekilde beyan edersek karşı tarafın bizden veya burdan öğreneceği varsa bile onun yolunu kesmiş olabiliriz. Bence bu arkadaşımız da söyleyeceğini söyler, biz de söyleriz, ortada söylenecek yeni birşey kalmayınca herkes işine devam eder.

 

Ayrıca ben kendi adıma (kesinlikle tarık'a muhalefet olsun diye değil) böyle seviyeli bir tartışma okuma şansı bulduğum için iki tarafa da çok teşekkür etmek isterim.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Sayın reyhan,

 

Ahlak, edep ve tezkiye gibi kavramlar biz müslümanların vazgeçilmez düsturu olmalıdır. Hiç şüphe yoktur ki; bu kavramlar takvayı ve zühdü tamamlar ve buna göre insanlar Allah katında değerlenir veya değersizleşir. Buradan hareketle bana teşekkür ettiğiniz konu benim için bir iltifat değil, varmak istediğim gaye/menzil için bir zorunluluktur. Hiç şüphesiz varmak istediğimiz noktada Allah rızasıdır. Ayrıca bu konu sizin güzel görüşünüzdür. İnş. cümlemiz ehli beyt ahlakıyla ahlaklanıp Allah rızasına erenlerden oluruz. (Gönülden Amin!)

 

Ama mesajınızda belirttiğiniz bazı hususlara elden geldiği kadar polemik yapmadan değinmek istiyorum.

 

Hepimizin bildiği gibi dünya hayatı bir imtihandan ibarettir. Dinimizin temel felsefesi bunun üzerine kuruludur. Seçenekleri ve maslahatı Allah belirler, kul seçer... Ve bu seçime göre imtihanın sonucu belli olur. Ve kul seçtiğinden birinci derecede sorumludur. Buradan hareketle internet başına geçen kullanıcıda aynı şekilde seçeneklerinden birinci derecede sorumludur. Seçimini doğru deliller üzere temellendirip temellendirememek internet kullanıcısının sorunudur. Bu konuda hakkıyla araştırma yapmak ya da yapmamakta aynı şekilde internet kullanıcısının sorunudur.

 

Biz; ideal bir site yönetiminin bırakın bir mezhebi, bir inanç sistemini bile kurumsal olarak benimsememesi gerektiği görüşünü savunuyoruz. Dolayısıyla hür iradesiyle internet başına geçen kullanıcının sadece mezhepsel anlamda değil, en temel inanç unsurları hakkında da bazı şeyleri sorgulamaya ihtiyacı olabilir. Bu anlamda site yönetimi sadece teknik anlamda hizmetçidir. Bu hizmetçiliği yapabildiği anlamda da değerlidir veya değersizdir. (Bu teknik işçilik içine hakaret ve paralelindeki konular girer bunu da belirtmekte fayda görüyorum...)

 

Dünya bizler için sadece mezhepsel ayrışmalar anlamına gelmemekte... Bizlerde diğer insanlar gibi severiz, sevmeyiz, hata ederiz, başarırız, başaramayız, hırslanırız, öfkeleneriz, aşık oluruz v.s... Ama hakkı batıldan ayırma noktasında birinci dereceden sorumluyuz. Olayı bu minvalden başka bir şekilde değerlendirmek hata olabilir. Dikkat etmek lazım.

 

Sonuç olarak; site yönetimleri özel görüşleri, mezhepsel tercihleri açısından diğer üyelerle eşit olmalıdırlar. Zaten internet dünyası fikirlerin güzelce çarpışması anlamında fıtrata daha uygun bir yapıya sahip olduğu için; fikirler, mezhepler, görüşler anlamında çok seslilik, tekdüze olmaktan daha evladır bizlerce...

 

Fikirlerimizi çarpıştırmaktan asla korkmamalıyız. Çünkü fikirlerin çarpışmasından gerçekler ortaya çıkar.

 

Selam ve Saygıyla...

 

Bu yazınız İmamiyye(Ceferiyye)den çok buram buram modernist dindarlık kokuyor.Ne demek sorgulamak! Din beyindemi oluyorki sorguluyacagız! DÎNİN YERİ KALPTİR!Sorgulayanın Îmanı zedelenir, çünkü bilmeden imanı kalpten alıp beyne koymaya çalışıyordur o GAFİL! Neden Efendimiz Aleyhisselam Şeytan düşünce verince Allahı anın demiştir?Niye açın sorgulayın, felsefe yapın İslam feylesofu İbn Rüşd olun dememiştir?Mesela benim Meşrebim Muaviye Radıyallahu Anh'a bu arkadaşlar gibi Hazreti demeye uymuyor, yapamıyorum, olmuyor.Ama biri gidip Aişe Anama, Hz.Eba Bekre Hz. Ömere Hz. Osmana asker arkadaşı gibi seslense(bu lafım şiileredir) tepem atıyor yanımda silah olsa vurucak gibi oluyorum.Şimdi gidip sorgulayayım mı sayın İbn Rüşd? Ben kalibmdeki imanımla iyiyim, onu beyne akla koymaya çalışmam....

Share this post


Link to post
Share on other sites

İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:

Hz. Ali, Ebu Bekri Sıddıkın halifeliğini seve seve kabul etmişti. Bunu herkes iyi bildiği için, (İstemeyerek kabul etti) demekten başka söz bulamadılar.

Hz. Ebu Bekir, halifeliğe layık olmasaydı, Hz.Ali onu istemez, benim hakkımdır derdi. Nitekim, Hz. Muaviye'nin halife olmasını kabul etmedi. Kendisi halife olmak için uğraştı. Halbuki, Hz. Muaviye'nin ordusu, kuvveti çok idi. Bu yüzden çok kimselerin ölmesine sebep oldu. Böylece güç durumda hakkını istediği halde, hakkı kendinde görseydi, Hz. Ebu Bekir'den istemesi daha kolay idi. Seçilmesini ister ve hemen seçilirdi. Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir'i seçtiğini bildirip biat ettikten sonra, minberin önünde oturdu. Sonraki konuşmalarda, Halifenin suallerine tesirli cevaplar vererek Halifeyi destekledi. (Reddi Revafıd)

 

 

Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri aynı kitabında, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan'ın üstünlüklerini gösteren hadis-i şerifleri ve hilafetlerini uzun uzadıya bildirdikten sonra, buyuruyor ki:

İmam-ı Ali şehid olunca, imam-ı Hasan müslüman kanı dökülmemesi ve rahat etmeleri için hilafeti bırakmak istedi. Hz. Muaviye'ye teslim etti. Onun emirlerine tâbi oldu. O günden itibaren Hz. Muaviye'nin hilafeti hak ve sahih oldu. Bu suretle, Server-i âlemin haber vermiş olduğu, (Bu benim oğlum seyyiddir. [Yani büyüktür] ALLAHü teâlâ, onun ile, müminlerden, iki büyük fırka arasını bulur. [Yani barıştırır]) hadis-i şerifinin manası meydana çıktı. Görülüyor ki, imam-ı Hasan'ın tâbi olması ile, Hz. Muaviye, İslamiyet'e uygun halife oldu. Böylece, müslümanlar arasındaki bütün anlaşmazlık sona erdi. Tabiin ve Tebe-i Tabiin ve dünyadaki bütün müslümanlar, Hz. Muaviye'yi halife olarak tanıdı. Server-i âlem, Hz. Muaviye'ye, (Halife olduğun zaman, yumuşak ol veya güzel idare et!) buyurdukları gibi, diğer bir hadis-i şerifte, (İslamiyet değirmeni, 35 sene veya 37 sene devam edecektir) buyurdu. Peygamber efendimizin çarh, yani dolab buyurmasının sebebi, dindeki kuvveti ve sağlamlığı bildirmek içindir. Bu müddetin otuz senesi dört halife ve imam-ı Hasan ile tamamlandıktan sonra, geri kalan beş veya yedi senesi, Hz. Muaviye'nin hilafeti zamanıdır. (Gunyet-üt-Talibin)

 

Mevahib-i ledünniyye ikinci cildinde, Resulullahın gelecekte olacak şeylerden verdiği haberleri bildirirken diyor ki:

İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, Hz. Muaviye'ye, (Benden sonra, ümmetimin üzerine hakim olursun. O zaman, iyilere iyilik et. Kötülük yapanları da, af eyle!) buyurdu. Yine İbni Asakir bildiriyor ki, Resulullah, (Muaviye, hiç mağlup olmaz) buyurdu. Hz. Ali, Sıffin muharebesinde: Bu hadis-i şerif hatırıma gelseydi, Muaviye ile harp etmezdim, dedi.

İmam-ı Beyheki diyor ki, Hz. Ali buyurdu ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki:

(Ümmetimden bazı kimseler meydana çıkacak, Eshabımı kötüleyeceklerdir. Bunlar, müslümanlıktan ayrılacaklardır.)

ALLAHü teâlânın Kur'an-ı kerimde (Hepsine Cenneti vaad ettim, ben onlardan razıyım, onlar da benden razıdır) diye methettiği eshab-ı kiramın hiçbirine dil uzatılamaz. Fasık ve kâfir denilemez. Bu yüzden Hz.Ali kendisiyle savaş eden müslümanlar için buyurdu ki:

(Kardeşlerimiz bize asi oldu. Bunlar, kâfir veya fasık değildir.)

İmam-ı Şafii hazretleri de, (ALLAHü teâlâ, ellerimizi, bu kanlara bulaşmaktan koruduğu gibi, biz de, dilimizi tutup, bulaştırmayalım!) buyurdu.

 

 

 

İmam-ı Nevevi onun hakkında şöyle demiştir;

"Hz. Muaviye, Hudeybiye günü müslüman oldu. Müslümanlığını anne ve babasından gizli tuttu. Hz. Peygamber (a.s.v)'le Huneyn savaşında bulundu. Hz. Peygamber (a.s.v)'e gelen vahyi yazan katiplerden biriydi."

 

 

Nitekim Şeyh İbn-i Hacer, Savaik adlı kitapta der ki;

"Hz. Muaviyenin Hz. Ali ile çekişmesi, içtihad yollu yapılan bir çekişmedir. Bilindiği gibi, içtihad yapan bir müçtehid içtihadında isabet ederse iki sevap, isabet edemezse bir sevap alır. Burada Hz. Ali içtihadında isabet ettiği için iki sevap, Muaviye içtihadında hata ettiği için bir sevap almıştır."

 

 

İmam-ı Rabbani (k.s) 251. mektubunda şöyle demiştir;

"Bu mesele de en doğru ve sağlam yol, Hz. Peygamber (a.s. v)'in arkadaşları arasında cereyan eden hususlarda susmaktır ve onların çekişmelerinden konuşmamaktır."

 

İmam Muhammed, Siyer-i Kebir isimli eserde Hz. Peygamber (a.s.v)'in şu Hadis-i şerifini rivayet etmiştir.

"Ashabım hakkında Allah-u Teala'dan korkun! Onları hedef edinmeyin. Kim onları severse, muhakkak beni sevmiş olur ve kim onlara eziyyet ederse, bana eziyyet etmiştir." (Tırmizi)

 

 

Abdullah ibni Mübarek hazretleri buyuruyor ki:

Hazret-i Muaviye, Resulullahin yanında giderken, bindiği atın burnuna giren toz, Ömer bin Abdülaziz'den bin kere efdaldir.

 

Ikinci binin müceddidi imam-i Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:

Hazret-i Muaviye'nin yanılması, Resulullah'ın sohbeti bereketi ile, Veysel Karani'nin ve Ömer bin Abdülaziz'in doğru işlerinden daha hayırlı oldu. Bunun gibi, Amr ibni As'in yanlış bir işi, o ikisinin şuurlu işinden daha üstün oldu.

 

Din-i Islamin en büyük âlimlerinden Ibni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:

Şüphe yoktur ki, Hazret-i Muaviye Sahabe-i kiramın nesep itibariyle büyüklerindendir. Peygamber Efendimize nesep ile ve nikah ile çok yakın ve mahremleridir. Server-i âlem, Onun hilm ve sehasını meth ve sena buyurdu. Onda İslamiyet, sohbet, nesep, nikahla akrabalik şerefleri toplanmıştır ki, bunların her biri, Cennette Resulullah'ın yanında bulunmaya sebep olan şereflerdir. Bunlara hilm ve ilim ve Halifelik şerefleri de katılınca, kalbinde az bir safa ve sidki ve salahi ve imanı ve izanı olan kimse için artık bu hususta fazla anlatmaya lüzum kalmaz.

 

 

 

ve daha birçok örnek...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Sayın Ehl-i Beyt,

İnsanların, yaptıkları tercihlerden sorumlu olmaları; insanlara hatalı, bozuk, sapık fikirlerin de sunulmasını mâzur göstermez, meşrû kılmaz. İçkiyi içen kadar, içkiyi üreten de suçludur. Bir hayra, bir iyiliğe sebep olanın onu yapmış gibi sevap alacağı, kötülüğe sebep olanın da onu işlemiş gibi günah kazanacağı malûmunuzdur. Sitenizdeki yazılar insanların itikadını bozacak niteliktedir. Bu yazılar sizlerin vesilesiyle yayıldığı, okunduğu için, yazıyı okuyup da onlara inananların kendi tercihleri kadar, sizlerin de vesile olması sizin adınıza kötülüktür. Demokrasi mefhumunun mahiyetine uygun olarak ve bir filozof gibi düşünüyorsunuz. Biz böyle düşünmüyoruz, sebeplerini yukarıda yazmıştım, gerekli açıklamayı yapmıştım. Bizim için felsefe ve sizin felsefî metoda uygun görüşünüz; doğruyu bulmanın değil, boyuna aramanın ve hataların içinde debelenmenin yolu. Ayrıca "dinimizin temel felsefesi" ifdesinin de hatalı olduğunu belirteyim. Dinde felsefe değil hakikat olur. Sitemize gelmişken Üstadın felsefe mevzuundaki yazılarını ve "Batı tefekkürü ve İslam Tasavvufu" adlı eserini ve hatta "Doğru Yolun Sapık Kolları" kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.

Site yönetiminin tarafsız olması gerektiği fikrinize de Üstadın bir vecizesiyle mukabelede bulunayım:

" Tarafsız diye bir kelime yoktur. Hakikatin taraflısı olmaya “tarafsızlık” diyoruz. "

Son olarak da söyleyeceğim şu ki, fikirlerin çarpışmasından gerçekler değil sadece toz duman ortaya çıkar. Gerçek ve doğru yol (ehl-i sünnet) ortadadır, ona uyan da saadete kavuşacaktır.

Saygılarımla

Sayın reyhan,

 

Müsadenizle anlatmak istediklerime sizin vermiş olduğunuz örnek üzerinden devam edeyim...

 

Vermiş olduğunuz örnekte iki eylem var.

 

1- İçki içmek...

 

2- İçki üretmek...

 

Hepimizin bildiği gibi içki içmekle içki üretmek arasında fark vardır. Bu fark; bu iki eylem arasındaki ceza farkınıda beraberinde getirir. Çünkü takdir edersiniz ki bu iki eylem bambaşka eylemlerdir. Birincisi; ilk önce bireysel olarak önemlidir. İçtiğinizde toplumsal anlamda bir zarar unsuru olabilirsiniz ama olmayabilirsiniz de... (Toplumsal anlamda bir zarar unsuru oluşturmadan içki içmenizde dinimize göre haramdır...) Ama ikinci eylem direk toplumsal bir suçtur. Ama suçun toplumsal olması fertlerin içtikleri içkiden içki üreticilerinin sorumlu olduğu anlamına gelmez. İçki içenler önlerindeki içki içmeme seçeneğinin yerine, içki içme seçeneğini seçerek bu anlamdaki imtihanı bizim inanışımıza göre kaybetmişlerdir.

 

Ama bu bizim inanışımıza göredir!

 

Madalyonun diğer yüzüne gelince...

 

Eğer bizler hristiyan olsaydık bu örneğe nasıl bakacaktık?... Yani şarap içmenin ve üretmenin mübah olduğu bir inanışımız olsaydı durum nasıl olacaktı? Bunu hiç düşündünüz mü?

 

İçki üretene ürettiği içkinin yanlışlığını ispat edebiliyorsanız bataklığı kurutmuş olursunuz. Ama sizin bataklığı kurutmanız bile hiçbir zaman içki içeceklerin artık içkiyi bir daha içmemek üzere bırakacakları anlamına gelmez.

 

Çünkü...

 

Bir ülkede içki üretmek yasak olsa bile içmek isteyen kesinlikle içer... Dolayısıyla;

 

İçki içmek eyleminin cezası farklı olduğu gibi tezkiyesi de farklıdır... Aynı; içki üretme eyleminin cezasının ve tezkiyesinin farklı oluşu gibi...

 

Önemli olan neticedir... Siz bunu ispat edebiliyor musunuz?

 

(Sizin adınıza ben cevap vereyim müsadenizle...)

 

-Evet edebiliyorum!

 

Biz de bu cevaba karşılık diyoruz ki:

 

Buyrun o zaman baş köşe misafiri olarak davetlimizsiniz... www.welayet.com

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın Ehl-i Beyt,

 

Vermiş olduğum örnek, insanın kişisel tercihlerinden sorumlu olmasının yanında, insanı kötülüğe sevk eden kişilerin de üzerlerine almış oldukları vebali anlatmak içindi. İçki içmeyi tercih eden insan günaha giriyor, çünkü özgür iradesini içmekten yana kullanıyor. Peki içki üreticisi içkinin içilmesine sebep olduğu halde, yani içkiyi talep eden bir kişinin talebini karşılamasına rağmen sütten çıkmış ak kaşık mı olacak? Burada mesele, suç dereceleri ve alacakları cezanın boyutu değil. İçki kötüdür, haramdır ve içki içenlerin günah kazanmasıyla birlikte, içilmesine sebep olan da günahtadır.

 

“Ama suçun toplumsal olması fertlerin içtikleri içkiden içki üreticilerinin sorumlu olduğu anlamına gelmez.” İçki üreticisi, içilmesi haram olan içkiyi üretmeyi tercih ettiği için suçludur, içilmesine sebep olduğu için de ayrıca suçludur. Günah olan bir işin yapılmasına sebep olan da suçludur, hadis-i şerif buna işaret ediyor: (Kötülüğe delalet eden (yol gösteren) onu yapan gibidir.) [Deylemi]

 

Bu durumda siz, “fertlerin içtikleri içkiden içki üreticilerinin sorumlu olduğu anlamına gelmez.” diyemezsiniz. Bu mantığınıza göre, fuhuş gazetesi albümü neşredenler, o gazetedeki rezil resimlere bakanlardan sorumlu değildir. Bin türlü müstehcen yayın yapan kanallar, bunların izlenmesine sebep oldukları için sorumlu değildir. Böyle diyebilir miyiz? Diyemeyiz. Göz zinası yapan kadar, yapılmasına sebep olan da, yapılması için ortam ve neşriyat hazırlayan da suçludur. Suç toplusal veya kişisel olsun, eğer bir insanın kötülük yapmasına sebep olan bir iş yapılıyorsa, işin yapan kadar, işin yapılmasına yol gösteren de suçludur.

 

Kötülüğe sebep olanın da suçlu olmasının, kötülüğü bizzat işleyenin suçunu ortadan kaldıracağını söylemiyorum. İçki üretenler de haram veya helal üretim yapma tercihinden birini seçmiş oluyorlar ve bu tercileri aynı zamanda başka insanların da içki içmesine sebep olduğu için cürümleri katlanarak artıyor. Bütün bu kelamın varmak istediği nokta, internet kullanıcısına sorumluluk yüklerken, kullanıcıya kötülük ve menfilik sunanları es geçmenizin hatasını anlatmaktır. Bu mevzuda yeteri kadar açıklama yaptığım için bu meseleyi kendi adıma noktalıyorum.

 

Hristiyan telakkisine nasıl bakacağız, demişsiniz. Su-i misal, emsal olamaz. Biz değerlendirmeyi bin türlü sapıklığın içinde gezinenlerin bakış açılarına göre yapmıyoruz. Tek ve hakiki gerçek olan İslam üzerinden yapıyoruz. İsrail’e göre de yaptığı katliam haklı, doğru ve Allahın razı olduğu bir iştir. İçki üreticisine göre de içki üretip insanların hizmetine (!) sunması iyi bir iştir. Yanlış yapanın, yanlış yapılmasına sebep olanın böyle düşünmesi, onun vebalini ortadan kaldırmaz.

 

Davetiniz için teşekkür ederim ama başımı kaşıyacak vaktim olmadığı için davete icabet edemeyeceğim.

 

Saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Konuya dahil olmak gibi bir niyetim yoktu ama, bir kaç söz söylemek istedim. Şayet sahabe efendilerimizi, ehl-i beyti ve bu silsileyi izleyen şahıslar konuşuluyorsa çok dikkatli ve titiz olmak zorundayız. Hatta mümkünse ''ihtilaflı'' konularda budur veya şudur gibi kesinlik hükmü vermemeliyiz.

 

Hz.Muaviye'ye ileri-geri konuşmak, Hz.Aişe anamızı -haşa- suçlamak gibi durumlara Allah bizi bulaştırmasın ve lal etsin derim.

 

Bize düşen Hz.Ali (kv) efendimizle, Hz.Aişe anamızı kendi inanç eksenimizde ve yüreğimizde barıştırmak/ayrı gayrı tutmamaktır. Böyle bir ayrılığa, eksen dışına çıkmaya ve inananlar arasında asırlardır devam eden/ettirilen nifak projelerine dur demeliyiz ve geleceğe bakmalıyız.

 

Hatalar olur, eksikler olur ama; bu hatayı ve eksikliği yaptığı söylenen/iddia edilen (Hz. Muaviye gibi) ashab-ı kiram hakkında nefsimize ve kendi şahsi ölçümüze göre hüküm vermek olmaz ve olmamalı derim.

 

Söylediklerimin konuyu başlatan ve dahil olan şahıslara yönelik olmadığını da ayrıca belirteyim. Tamamen genel bir dilek ve temennidir.

...

 

ALİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dün Balıkesirde bir Hataylı ile tanıştım. Kendisi Arap Alevisiymiş. Konuştuk dertleştik. İki soruda rengini belli etti. Hz. Osman ve Muaviye aleyhinde öyle hadisler söyledi ki çenem dizime düştü diyebilirim.

Aman ya Rabbi!!!

Nasıl oluyorda sahabeye böyle iftiralar atılabiliyor!

Bu ne gaflettir ki biz o fena olayları kendi bozuk nefsimizle yorumluyoruzda hükmü rahatlıkla basabiliyoruz. Bu noktada Ali kardeşime katılıyorum.

Eğer şiilerin bozuk ve kokmuş nefsi o zaman yaşasaydı ve sahabe mayası bu bozuk nefsle yoğrulmuş olsaydı eyvallah derdim.

Dehşet içindeyim!

Allah'ın huzurunda Hz. Osman ve diğer efendilerimiz davacı olmassa ben olacağım. Cehennemin dibine gitsinler!!!

YAŞASIN KÖTÜLER İÇİN CEHENNEM!

Ancak ufak bir parçam da aman ıslah olsun diyor. Evet;

Allah ıslah eylesin (amin)

ıslah eylesin (amin)

ıslah eylesin (amin)

ISLAH OLMAYACAKLARSA İFTİRALARI İÇİNDE KAHREYLESİN!!! (amin)

Share this post


Link to post
Share on other sites
İmam-ı Rabbani (k.s) 251. mektubunda şöyle demiştir;

"Bu mesele de en doğru ve sağlam yol, Hz. Peygamber (a.s. v)'in arkadaşları arasında cereyan eden hususlarda susmaktır ve onların çekişmelerinden konuşmamaktır."

Elimde olsa dil avına çıkar bu iğrenç tiplerin dudaklarını dikerdim.

Gözlerimi kör ediyor, kulaklarımı deliyor SAHABEye yapılanlar. Ne güzel demiş İmam-ı Rabbani Hz.

Vesselam gönüldaşlar.

Share this post


Link to post
Share on other sites
(Kötülüğe delalet eden (yol gösteren) onu yapan gibidir.) [Deylemi]

Sayın Reyhan;

 

Bu hadisin müzakere ettiğimiz konu hakkında, sizin anlatmaya çalıştığınız doğrultuda bir delil teşkil edebilmesi için fakihlerin içki üreticilerine; ürettikleri içkiyi içen şahısların hepsinin hak ettikleri had cezasını veriyor olmaları lazımdı. Ama hepimizin bildiği gibi, böyle bir durum asla olmamıştır. Dinimizde içki içenin ve üretenin cezaları ayrıdır. Bu hadis, olayın vehameti doğrultusunda delil teşkil eder haklısınız. Ama iki fiil ayrı fiillerdir. Zaten bu herkesin takdiridir.

 

Ayrıca;

 

Konu eğer bizim açımızdan yaptıklarımızın vehameti ise bunu bize ispat etmeli ve Asr Suresinde Rahman ve Rahim olan Allah'ın buyruğuna kulak vermelisiniz...

 

"And olsun insanlık hüsran içindedir... Ancak iman edenler, salih amel işleyenler ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna..."

 

İşte biz sizi bu amaçla sitemize davet ettik ve daha önceki mesajlarımızda da belirttiğimiz -belirtmeye çalıştığımız- gibi site yönetiminin herhangi bir mezhebi dayatma veya bu mezhebe kurumsal anlamda bağlı olma gibi bir durumu söz konusu değildir. Biz bu duruma karşı çıkıyoruz. Olmaması gereken bir durum olarak görüyoruz bu durumu. Bu sadece Ehli Beyt Ekolü için değil, Ehli Sünnet Ekolü içinde geçerlidir. www.welayet.com sitesinde herhangi bir mezhep mensubu meşru ölçülerde ama dilediği gibi görüş beyan edebilir. Bizim sitemizde herhangi bir inanç önderine, herhangi bir inancın veya ekolün kutsal saydığı hiçbir şeye hakaret edilemez. Bu durumun sanal ortamın doğal yapısına aykırı olduğunu düşünüyoruz.

 

Mesela;

 

Herhangi bir üye, herhangi bir ekolün görüşünü taşıyan bir topluluğa sanal ortamda "dudaklarını dikerdim" şeklinde bir tabir kullansa ne olur, kullanmasa ne olur? Olayın realitesi açısından ne değişir? Veya bu şekilde bir tavırla yanlış olduğu düşünülen o topluluk için ne ispatlanmış olur? Hakka ve sabra davet edilmesi, emri bil maruf nehyi anil münker yapılması gerekirken bu şekilde ne ispatlanmaya çalışılabilir ki?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın Ehl-i Beyt,

Ehl-i sünnet itikadında, ehl-i sünnet dairesin dışında kalan bütün itikadlar bozuktur. Benim yapmış olduğum değerlendirme de tabii olarak bu minval üzeredir. Siz elbette ki kendi istediğiniz yoldan gitme hakkına sahipsiniz. Bütün kullarına bu hakkı veren zaten Allahu teala hazretleridir. O yüzden bu noktadan sonra benim için söylenecek başka bir şey kalmıyor. Yüce Allah, bütün Müslümanlara, bütün insanlara razı olduğu doğru yolu nasip eylesin.

Saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Bizim amacımız milleti tartıştırmak değil, aydınlık bir nesil yoğurmaktır. Dolayısıyla tartışmak bizim için ancak bir araçtır, bizim amacımız kendi bulduğumuz hazineyi diğer insanlarla paylaşmak ve diğer hazinelerden de payımızı alabilmek yönündedir. Bu sebeple yönetici kadrolarını robotik bir misyon içerisine hapsetmeye çalışan düşüncenize kıymet vermiyor ve hatta bunu komik buluyorum. Biz, en azından bu site içerisinde herkesin her istediğini söyleyebildiği bir sokak meydanı veya mahalle kahvehanesi değil, ihtiyacını hissettiğimiz bir ruh fırını oluşturmak niyetindeyiz ve devlet başkanlarının devletleri yönetirken sahip olduklarına, yahut lateşbih şirket sahiplerinin şirketlerini belli bir doğrultuda yönlendirirken başvurduklarına benzer bir aktif tavır taşımak durumundayız, zira bir misyon doğrultusunda hareket ediyoruz, fikirsiz ve amaçsız değiliz. Bir temamız, bir hareket amacımız var. Soru işaretini ünlem işaretine dönüştürebilmek yegane hedefimizdir. Temel 4 yöneticilik fonksiyonu arasında kontrol etmenin (controling) yanı sıra yönetmek, yönlendirmek (leading) gibi aktif bir yön de vardır ve bu keyfiyetten yoksun bir yönetim bir gölgeden ibarettir. Biz bir gölgelik değil, bir irfan yuvası hazırlamak niyetindeyiz ve bu yuvanın kadrosu, yöneticisinden üyesine kadar birbirini tamamlayan, manen destekleyen ve geliştiren bir dinamik içerisinde hareket eder. Herkes birbirine öğretir, herkes birbirinden öğrenir ve her an kendini düzeltmeye bakar.

 

Biz merkep hürriyetinin üstünlüğüne inanmıyoruz. Curcunanın değil, hakikatin ardından yürümekten daha üstün ne olabilir? Bizim bir duruşumuz ve tarafımız var, hakikat yolunda yürümeye inşallah sonuna dek devam edeceğiz. Fikirleri alınmış gayriinsani varlıklar olmadığımız gibi, inançlarımıza hizmet edebilmek için açtığımız bu sitede teknik hizmetkar olmaktan ziyade inançlarımızın hizmetkarıyız. Nasiplenmek isteyen, hazinesinin zekatını vermek isteyen herkese kapımız açık. Fakat hoşnut kalmayanlara hoş görünmek gibi popülist bir mecburiyet de hissetmiyoruz. Hiçbir kaygı ve fikir hakikatten üstün olamaz.

 

Dünya hayatı bir sınav, evet, ama öyle bir sınav ki birbirimize kopya vermemiz tavsiye ediliyor. Peygamberler niçin var ki? Zaten inandığımız bir hakikati paylaşmak üzere açtığımız bir web sayfasında, insanların bizce doğru olanı, yani Ehl-i sünnet'i, uyanışı, derinliği, dünya ve sanat görüşlerini bulmasına yardımcı olmak mecburiyetindeyiz. Zaten kafası karışmış olan insanlara bir konuda yardımcı olabilmekten daha büyük bir nasip olamaz. Unutulmamalıdır ki koskoca sosyoloji ve psikoloji ilimlerinin en temel istinat noktalarından birine göre kişilerin tercihlerini belirleyen en önemli faillerden birisi de çevredir, bu sebeple çevre olabildiğince uygun hale getirilmelidir, çevreyi uygun hale getirmek de mesuliyetlerimiz arasındadır. Emr-i bil mağruf ve Nehy-i anil münkeri bize tavsiye eden dinimizdir, haksızlığa karşı takınmamız gereken tavrı tasvir ederken olabildiğince aktif ve katılımcı olmamızı salik veren de bu dinin güneş peygamberidir. Hal böyleyken ev sahibinin evindeki olumsuzlukları, ülke yöneticisinin ülkesindeki yolsuzlukları görmezden gelmesini savunurcasına yöneticileri gayr-i insani denetim mekanizmaları şeklinde tasvir etmenize katılmıyorum. Kendi sitenizde bunu uygulayabilirsiniz elbette, bizi bağlamaz. Fakat bu konuya yazılan her mesajın sitenizin adını taşıyan konunun güncellenmesi manasına geldiğini ve konunun başladığı noktadan tamamen farklı bir mecraa girdiği halde, sanki inatla sürdürüldüğünü hoşnutsuzlukla teşhis ettiğimi belirteyim. Konuya belki de konuyu güncellemek için yazılan her mesaj gönderildiğinde, konunun ana sayfadaki aktif konular arasında belirmesi artık bir üye olarak da tahammül sınırımı aştı. Eminim ki üyelerimizn kahir ekseriyeti de benimle aynı fikirdedir. Site reklamınızı yapmadan başka bir konuda devam etmeniz daha iyi olurdu. Bir tanıtımın da belli bir itidal noktasında kalması, kabak tadı vermemesi gerekir. Sitenizi tanıttınız, konunuz silinmeyecek.

 

""Fikirlerin çarpışmasından gerçekler ortaya çıkar"" gibi beylik klişelerin altı o kadar boş oluyor ki... Fikirleri çarpıştırmadan analiz etmek, beraberinde getireceği sükunetin akl-ı selimi ile çok daha isabetli neticelere ulaştırır. Çarpışmaları ise güçlü olan kazanır, haklı olan değil.

 

İki suçun derecesindeki eşitlik, cezaları kemmiyet hesaplamalarına göre değil, keyfiyete göre veren İslam hukukunda aynı cezanın verilmesini mecburi kılmaz. Cezaların farklı oluşu da içki içenin günahında, üreticinin de vesileliğinden kaynaklanan bir kabahati olmadığını göstermeye kafi değildir. Bu hadisin kastettiği mana, üreticinin de içkiyi içen kişiyle aynı fiili işlemekten kaynaklanan bir cezaya çarptırılması gerektiğini değil, onun girdiği günahta kendisine yol hazırladığı, yardımcı olduğu için mesuliyeti belki de aynı derecede paylaştığını anlatıyor olmalıdır (En doğrusunu elbette Allah bilir). İslam'a göre kişi davranışlarının yalnızca kendine hitap eden yüzüyle değil, diğer insanları ilgilendiren kısmıyla da mes'uldür ki dış tesirlere karşı çoğu zaman müdafaasız olan insan tabiatına en uygun tutum da budur. İslamiyet fıtratla çelişmez, fıtratı ihya etmeye bakar ki her kişinin İslam'a yatkın doğması da bu hakikatle paraleldir. Toparlayalım, diğer görüşlerin sahipleri bizi meşru dairede, kabak tadı vermeden ikna edebilir fakat biz, hakikati bulmanın herşeyden önce bir nasip mevzuu olduğunu da hesaba kadarak, öğrenmeye ve öğretmeye açığız. Elbette ki istinad noktamız, burayı oluşturmadan önce ve oluşturduktan sonra, belki de büyük iç buhranlar neticesinde erdiğimiz ehl-i sünnet hakikatidir.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...