Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
cerrah

Akp, -“kürt Meselesi” De Dahil- Bu ülkenin Herhangi Bir Problemini çözebilir Mi?

Recommended Posts

RTE=AKP, -“Kürt meselesi” de dahil- bu ülkenin herhangi bir problemini çözebilir mi?

Oğuz Gürses

 

 

141052.jpg81916.jpg

 

İktisadî problemleri ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını çokuluslu Batılı şirketlerin yağma ve talanına sınırsızca açarak...

 

Türkiye nüfusunun en az yüzde 95’ini oluşturan Sünnî müslümanların kızları ve kadınlarının eğitim-öğrenim ve çalışma haklarını fiilen ortadan kaldıran Türban meselesini AYM’ye “ebediyyen” yasaklatarak...

 

Anayasa değişikliği meselesini TBMM’nin yetki alanından çıkarıp AYM’nin insafına terkederek...

 

Kıbrıs meselesini ada’yı Rumlara terkederek...

 

Azınlıklar meselesini, AB’nin her istediğini aynen kabul ederek ve Batı Trakya’da’ki Türk azınlığınının meselelerinin mukabil olarak çözülmesinden hiç sözetmeden...

 

Nasıl çözdüler(!)se...

 

Şimdi de birdenbire Kürt meselesine el attılar...

 

Kürtler için ne kadar “ah-vah-eyvah” desek az gelir...

 

***

 

Bir meselenin çözümü için ilk şart samimî çözme niyeti/iradesi, ikinci şartsa o meseleyi doğru kavramak ve doğru tanımlamaktır...

 

Doğru kavramadığınız7tanımlamadığınız bir meseleyi doğru çözemezsiniz...

 

Yanlış bir tanımlamadan yola çıkarak atacağınız her adım meseleyi i daha karmaşıklaştırır... Kangrenleştirir... Kördüğüm eder...

 

CHP zihniyeti ve O’nun silahlı kanadı gibi davranan bir kısım Kemalist-laik generaller uzun yıllar bırakın Kürt meselesini, Kürt diye ayrı bir kavmin varlığını bile inkâr ettiler... Onlara göre bu ülkede yaşayan herkes Türkt’ü.. Türk olmanlar da ya kendini Türk hissederek Türkleşecekler veya pılıyı pırtıyı toplayıp ülkeyi terkedeceklerdi...

 

TC’nin yarı resmî yayın organı olan Hürriyet gazetesiesinin logosu’nda yayınlandığı ilk günden itibaren “Türkiye Türklerindir” yazarken...

 

Laik/Kemalist generaller vatan savunması için emirlerine verilen bu ülkenin evlâtlarına, yine vatan savunması için emirlerine verilan bütçeleri kullanarak bu ülkenin neredeyse her karışına “Ne mutlu Türk’üm diyene” diyen şövenist sloganlar yazdırırken... Ve kendi aralarında “en iyi Kürt ölü Kürttür” diye konuştukları Ergenekon Davası delilleri arasında açığa çıkmışken..

 

Bu topraklarda ayrı bir kavim halinde yaşarlarken, bu topraklara sonradan gelmiş Türklerle birlikte bin yıldır İslâm kardeşliği içinde kendi dilini ve kültürünü muhafaza ederek yaşayagelmiş Kürtlerin, aslında “birer dağ Türk’ü olduğu ve onların karda yürürken çıkardıkları kart kurt gibi sesler sebebiyle Kürt olarak isimlendirildikleri” komik safsatası yıllarca TC’nin resmî Kürt tarifi olarak her platformda dillendirilirken...

 

Kürtçe konuştu... Kürtçe Türkü söyledi... Kürt’üm dedi diye insanlar gözaltına alınıp işkence edildikten sonra çıkarıldıkları mahkemelerde “bölücülük” sebebiyle ağır cezalara çarptırıırken...

 

İlköğretimdeki çocukları her sabah “Tüüürküüüm, doooğruyuum...” diye başlayan paganist/şövenist dualar etmeye zorlarken...

 

Kemalist- laik TC aslında hep “Kürt açılımı” yapıyor ama bunun adını böyle koyamıyordu?

 

CHP ve Kemalist-laik generallerin bu “Kürt açılımı” sonunda Kürtleri, dağa çıkarttı...

 

Kürtler dağa çıkınca TC bunlardan “üç buçuk eşkiya... Belini kırdık... Kafasını kopartık... Eşkiya son çırpınışlarını yapıyor... Yakında kökleri kazınacak” filan diye bahsetmeye başladı.. Ama netice: Onbinlerce ölü, onbinlerce yaralı... Her taraf kan revan... Güneydoğudan Batı’ya doğru milyonluk göçler... Bu ülkenin dağlarında ise halâ binlerce gerillâ...

 

Bu defa da Özal “Eee tabii her şeyin temeli iktisadîdir... Bölgeler arasındaki farklılığı gidermek için oraya daha çok yatırım yaparak(=bazı Kürtleri parayla satın alarak), Eğitime önem vererek(=Kürt çocuklarını asimile etmeye çalışarak), Mezralara kadar elektirik götürüp Köylülere bedava Televizyon ve bilgisayar dağıtarak(=ahlâki ve kültürel erozyonu hızlandırarak)” filan diyerek çözmeye çalıştı... Bu “açılım” da akan kana çare olmadı...

 

RTE=AKP, 7 yıldır iktidarda... 7 yıldır DTP’nin randevu talebine cevap bile vermedi, 7 yıldır DTP’lilerin elini sıkma nezaketini bile göstermedi.. 7 yıldır dağlar kan revanken kılı bile kıpırdamadı.. Ama bir gün kafasına saksı düşmüş gibi Ahmet Türk’e kucağını açıp “Gel seninle bi açılım yapalım” dedi...

 

Bu “açılım” AB-D’nin işi değil de, RTE=AKP’nin işiyse “7 yıldır aklın nerdeydi be birader?” demezler mi adama?

 

Bu son “açılım”ın ilk hedefi PKK’yı ve DTP’yi parçalayarak birbirine düşürerek tasfiye etmek gibi görünüyor...

 

Buna ek olarak bölgedeki AB-D çıkarlarına bilerek veya bilmeyerek engeller çıkaran CHP ve MHP’yi çözümsüzlüğün müsebbibi olarak göstererek onları da aynı akıbete mahkûm ederek bir taşla birden fazla kuş vurmak niyetleri de var gibi...

 

Ancak MHP’den beklemedikleri sertlikte bir karşılık görünce RTE yine ipin ucunu kaçırıp küfür ve hakaretlere başladı...

 

Artık biliyoruz ki RTE’nin dengesi en çok “iş üstünde” yakalandığında bozuluyor!

 

1 Mart tezkeresini hatırlayın... Suriye sınırındaki mayınlı arazileri Yahudilere peşkeş çekerken yakalandığındaki fevrî, ipe sapa gelmez, dün söylediğini bugün inkâr eden, sinirli, ağzı bozuk hallerini hatırlayın...

 

Ve bir de bu “açılımın” bir ABD projesi olduğunu delilli ispatlı söyleyen Devlet Bahçeli’ye ettiği şu lâflara bakın:

 

-"Ellerine bir kağıt almış dolaşıyorlar. ABD'nin bir projesidir diye. Bunu ispat ederlerse biz herşeye varız. Ama ispat edemezlerse alçaktırlar, namussuzdurlar."

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin cevabı da şöyle:

 

-"Barış ve kardeşlik projesi gibi sahte etiketler bu gerçeği saklayamamaktadır. Bu projenin ABD'nin stratejik hesaplarının bir gereği olduğu ABD yetkilileri ile Barzani ve Talabani'nin beyanlarıyla sabittir. Haddini aşarak altından kalkamayacağı sözler söyleyen ve çukurda siyaset yapan Başbakan Erdoğan'a bu gerçeği hatırlatırız."

 

Burada küçük bir hatırlatma: İspat hukukunda, “hayatın olağan akışına uygun olan” diye bir kavram vardır... Bu kavram özellikle “ispat külfeti” ve “ispat külfetinin yer değiştirmesi” bakımından önemlidir.. İspat hukunda genel kural “herkes iddiasını ispatla mükelleftir.” Ancak “hayatın olağan akışına uygun olan” bir iddiayı ayrıca ispat etmek gerekmez; yani bunun aksini ispat karşı tarafa düşer... Bu çerçevede iki liderin söylediklerine kısaca bakacak olursak...

 

Devlet bahçelinin “bu bir AB-D projesidir” demesi (“hayatın olağan akışına uygun” olduğu için) yeterliyken bir de RTE’nin “bir kâğıt” diye nitelediği bir belgeyi göstererek iddiasını ispat ettiği anlaşılıyor...

 

Halbuki RTE=AKP’nin bizzat kendisinin bir AB-D projesi olduğuna dair o kadar çok belge bilgi ortada dururken, yaptıklarının ABD projesi olduğu iddiası “hayatın olağan akışına uygun olduğundan” ayrıca ispatı gerekmezdi...

 

Bu projenin AB-D projesi olmadığını ispat yükü RTE=AKP’ninken, muhatabından ispat istemek “uyanıklık” değilse nedir?

 

RTE=AKP’nin nasıl bir AB-D projesi olduğunun ispatına dair belge ve bilgilerin çoğu geçmiş sayılarımızda mevcut; dileyen arşivlarden bulur... Ama yandaki sayfada Ayvalık Kuvayi Milliye Grubu’nun hazırladığı “100 AKP Gerçeği” başlıklı yazıdan da bunu okuyabilirsiniz.

 

Efsanevî Irak direniş karşında tutunamayan İşgalci ABD Irak’tan kaçıyor... İşbirlikçileri Talabani ve Barzani can derdine düşmüşler; ABD’nin yakasına paçasına sarılarak “Biz n’olcaz?” diye böğürüyorlar... ABD de “sizi TC’nin şefkatli kollarına emanet edecem merak etmeyin” diyerek bu “açılım” dalgasını başlatıyor...

 

Yani RTE=AKP’nin bu “açılım”ı bir nevi “Alavere dalavare Türk-Kürt mehmet ABD çıkarları için nöbete” durumu...

 

RTE’de bu “durum”da suçüstü yakalandığı için kontrolünü kaybederek çileden çıkıyor...

 

***

 

Bunu ['Açılım' değil, 'kamuoyu çalışması'] olarak niteleyen Nuray Mert haklı: AB-D, RTE=AKP ve yandaş medya aracılığıyla çok yönlü bir kamuoyu çalışması yapıyor... Olabilirleri ve olamazları gözlemliyor... Direnç noktalarını, bunların aşılıp aşılamayacağına bakıyor... Bu yüzdende ortada henüz “paket/yol haritası/mahiyet/muhteva” yok... “Açılım”ın kapsamı bu “kamuoyu çalışması”na göre belirlenecek...

 

Deniz Baykal bunu farkettiği için bastırıyor: “Nedir kardeşim sizin yapmak istediğiniz şey?” RTE=AKP’de tık yok... Sadece kem küm... Danışman Ömer Çelik “Ya henüz ortada bir şey yok, sadece dinleyip not alıyoruz. Kapsam daha sonra belirlenecek” diyerek bu durumu ağzından kaçırıyor...

 

Ee, ortada bir şey yoksa, olmayan bir şey etrafında bu telaş, bu koşuşturma, bu velvele de ne?.

 

Medyada okuduğum en aklıbaşında yorumlardan biri Serdar Akinan’a ait:

 

[İşaret fişeğini kim ne zaman attı... Ne oldu da biz, bir anda, 'Kürt açılımı' içinde kendimizi bulduk?

Karakollar basılırken, şehit cenazeleri şehirlerimize onar onar gelirken gözyaşı dökmeyenler; Kürt sorununun varlığını, siyaset yaptıkları sürece fark etmeyip, sırf konjonktür öyle gerektirdi diye ön saflarda yer tutan mide bulandırıcı politikacıların kuş beyinleri mi çözümün çerçevesini akıl etti diye düşündüm. Elbette ki hayır...

Süreç bir tasarımın ürünü.

Bakın Amerikalı Türkiye uzmanı Henry Barkey bir süre önce 'Kürt açılımı' üzerine konuşmuş.

Dört ayaklı bir çerçeve sunmuş.

1. Anayasada, vatandaşlık tanımını daha kapsayıcı hale getirecek biçimde bazı revizyonlar yapılması gerek.

2. Kültürel reformlarla ilgili olmak zorunda. Yani Kürtçe yayın, eğitim olmalı... Siyasetçiler Kürtçe siyasi konuşma yapmalı.

3. İktidarın bir kısmı yerel yönetimlere devredilmeli.

4. Silah bırakması için PKK'ya yönelik bir tür af veya başka bir açılım ortaya konulmalı.

Tanıdık geliyor mu?

Şimdi dünkü gazetelere bakalım... Aydınlarımızın meselenin halline yönelik beyanatları bire bir örtüşüyor.

Konuşun ve konuşalım... Gene ve ısrarla söylüyorum... Samimiyetle...Soğukkanlılıkla...

Oysa zemin kaygan... Vıcık vıcık... Ne MHP'nin 20 yıl önceki tutumu ve söylemi ile bu sorun konuşulabilir.

Ne CHP'nin muğlak ifadeleri ile...

ABD tasarımı bir plan, bu süreçte işe yaramayacaktır.

Tersine içinden çıkılamaz bir yere sürükleniyoruz. ]

 

“Kürt meselesi” çözülürse sıranın “müslüman meselesi” ne geleceğini umarak ["Devlet" herkesle barışmak zorunda. Kürtlerle barıştığı kadar İslam'la da barışmak zorunda.] diyen İbrahim Karagül ise dereyi görmeden paçayı sıvayanlar kervanına katılıyor... Kardeşim İbrahim, Kürtler meseleleri için canlarını ortaya koydukları, evlâtlarını kurban etmeyi göze aldıkları ve savaştıkları için, meseleleri en azından “çözülecekmiş gibi yapılıyor”... Müslümanlarsa peşin peşin teslim olmuşlar... Hiç kimseye, hiçbir problem çıkarmıyorlar... Onları kim, niye kaale alsın, adam yerine koysun da meselelerine el atsın? Sen önce bunun cevabını düşün...

 

Bütün bu yazdıklarımızdan bizim çözüm karşıtı olduğumuz sanılmasın...

 

Aksine, biz Bu ülkede, İslâm alerminde ve dünyada kimin ne meselesi /problemi varsa hepsini çözmeye talip ve hazır bir dünya görüşünün bağlısıyız...

 

İddiamızı ispata dair 100’ lerce ciltlik “Büyük Doğu İbda Kütüphanesi” raflarda ilgilisini bekliyor... Samimi olan açar okur... Ama madem konu “kürt meselesi”dir, öyleyse İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu’nun “Bütün Yönleriyle Kürt Meselesi” (*)başlıklı muhteşem röportajı 1992 yılından beri bu meselenin samimî olarak çözümünü istiyenlerin gözlerinin önünde duruyor... Çözüm anahtarıysa, çözüm anahtarı, yol haritasıysa yol haritası...

 

Bu röportaj her ne kadar “Kürt meselesi” etrafında gerçekleştirilmişse de, bakmasını bilenlere Türkiye’nin diğer problemlerinim/meselelerinin nasıl kavranacağı ve nasıl çözülebileceğinin ipuçlarını da taşıyan bir ders kitabı/kılavuz/rehber olabilecek nitelikte... Ondan birkaç satırla yazımızı noktalayalım:

 

“Umumi hüküm şudur: Kemâlizm ve Kürt meselesi, meselenin kendine mahsus şartları gözönünde tutulmak üzere, Kemâlizm ve Türk meselesinden ayrı değildir... Kemâlizm'in İslâm düşmanlığı, Kürt ve Türk halkının müştereken yaşadığı bir hâdisedir!.. Şunu bilhassa gözönünde tutmak lâzımdır: Batı dünyası için aslolan, hilâfetin tasfiyesi ve İslâm dünyası içinde İslâmî bir dirilişin engellenmesiydi... Nedir hilâfet?.. İslâm birleşmiş milletlerini temsil eden bir müessese... (..)Aşağılık bir devrin propogandasına göre ayarlanmış bir tarih yerine, gerçek bir tarih ilmi ve tarih felsefesi ortaya konulmadıkça, günün ruhî ve sosyal meselelerine gerçekçi bir yaklaşım mümkün değildir... Bu çerçeve içinde, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra kurulan düzenin kademe kademe İslâm düşmanlığı çehresini göstermesine nazaran; şayet Türkiye Cumhuriyeti şu veya bu sebeble kurulmasaydı, Anadolu harekâtı öncesi sözkonusu olan Kürt devleti kurulması gündeme gelecek, bugün Türkiye Cumhuriyeti'nin Ortadoğu'da yüklendiği rolün düzeni, kademe kademe Kürdistan'da gerçekleştirilecekti... ”

 

* Salih Mirzabeyoğlu, Adımlar /-1984'den 1996'ya-, İBDA Yay., İstanbul 1997, s. 130-184

 

Baran dergisi'nden

Kaynak: http://entellektuel.s4.bizhat.com/viewtopi...tellektuel#2300

Share this post


Link to post
Share on other sites

rte DEĞİL, Recep Tayyip Erdoğan. akp DEĞİL, Ak Parti.

Ak partiye oy kaybettirme çabalarınız boşunadır. Ak parti oy kaybediyorsa bu sayın başbakanımızın bazı şeyleri hesaba katmamasındandır. ne olursa olsun ak parti Türkiyedeki tüm partilerden iyidir! mhp=chp zaten. saadet desen oyu yok. en iyisi ak parti. kürt açılımı kafamı kurcalasa da oyum yine ak partiye olacak. yıpratma/karalama kampanyalarından Nefret Ederim!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ağaç kesilirken o kadar ağlar ki

Derler:Zaten eninde sonunda kesilecektin bu kadar harap neden ediyorsun kendini?

Ağaç cevap verir:

Gücüme giden kesilmem değil,sapı benden ona ağlıyorum...

Al işte !

Reisi Cumhuruna bir dua, bir destek yerine yanlışı ilk evvel kendi insanı yaparsa ,

açılımları bırak bu ülkede hiç bir halt hallolmaz.

Akıllıyız diye geçinenler de devlete reis oldular, hangisi başörtüsü veya da herhangi bir sıkıntısını,problemini çözdü de ülkenin,akp çözüm varken gözardı etti!?..Hatta ülkeyi az kalsın (Ergenakon) satacaklardı!! O zaman şu ses yükseltmeye çalışanlar neredeydi!!!

Kimsenin elinde sihirli değnek yok! Bir anda değiştirebilimek mümkün bile değil, geçmişin yanlışlarını,(yanlışlarını diyorum)çünkü geçmiş reisi cumhurlar az hata içinde değillerdi ve ülkeyi ne durumdayken ne hale getirdiler, şimdi ahkâm kesmek kolay! İsterseniz siz olun da devletin başında, bakalım görelim, neler yapabilecek, becerebileceksiniz!!

Aha hendek aha da deve!!

 

Ülkemin huzurunu,yönetimini beğenmeyen zavallı gruplar var ya

Sadece acıyorum!!!!!!!!!!!!!!!

 

Akp ci değilim,lakin haksızlığın karşısında dilsiz şeytan hiç değilim!!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

şu an en iyisi Ak parti, senelerce bizleri uyutmuşlar, oynan oyunları ortaya çıkarması ve gençleri bilinçlendirmesi bile yeter, artık bu millet oyunlara gelmez.. Allah tayip erdoğan ı her türlü kötülükten korusun, başımızdan eksik etmesin

Share this post


Link to post
Share on other sites
şu an en iyisi Ak parti, senelerce bizleri uyutmuşlar, oynan oyunları ortaya çıkarması ve gençleri bilinçlendirmesi bile yeter, artık bu millet oyunlara gelmez.. Allah tayip erdoğan ı her türlü kötülükten korusun, başımızdan eksik etmesin

 

Siyaset denince "fikir" denince neden gözümüz "parti" lerden başkasını görmez ?

 

Necip Fazıl hakkında "bırak o mhp'liyi" diyen adam'dan bahsediyoruz...

 

Ufukları; yürekleri , nefesleri çözüme, çözümlemeye yetmez.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Siyaset kötüler arasında en az zararlısını seçmektir. Neye hizmet ettiği belirsiz medyasıyla, yıllardır tvlerde görmekten bıktığımız meymenetsiz suratlı yedidenyetmişe insanlarıyla eğer akp ye karşı bilincli bir karalama kampanyası uygulanıyorsa ki yıllardır uygulanıyor, benim oyum akp nindir....

Share this post


Link to post
Share on other sites
Siyaset denince "fikir" denince neden gözümüz "parti" lerden başkasını görmez ?

 

Necip Fazıl hakkında "bırak o mhp'liyi" diyen adam'dan bahsediyoruz...

 

Ufukları; yürekleri , nefesleri çözüme, çözümlemeye yetmez.

 

Siyaset denince gözlerimiz partilerden başkasını görmüyorsa bu büyük bir hatadır, fakat partileri hiç görmüyorsa bu daha büyük bir hatadır. Evet siyaset yapmanın tek yolu partileri kullanmak değildir. Fakat partisiz siyaset de mümkün değildir, çünkü somut siyaseti partiler yapar. Siyaset yapmak derdindeki diğer kurum ve kişilerin de tek yapabileceği, partileri etkileyerek ve yönlendirerek siyasete dahil olmaktan ibarettir. Devrim bile yapsanız, adına ister parti, ister akıncı teşkilatı, hatta isterse terör örgütü veya cunta filan deyin; siyaseti bir organizasyon halinde yapmanız gerekir. Ben de bugünün şartlarında, umudumu mutlaka parti müessesesinin dışındaki çalışmalara da bağlamakla beraber, bu ülkenin kurtuluşunu Ak Parti iktidarının devamında görenlerdenim. Bazıları bunu başkalarında görebilir - malum beşer şaşar ( :) ) -, meselemiz bu değil. Meselemiz, 'partisiz siyaset yapılabilir' döviziyle kendi hülyalarına yol arayanların ezbere düştükleri bir hatanın altının çizilmesi... Üstad partisiz siyaset yaparken, partileri yönlendirme gayretindeydi; bu hakikati hiç kimse reddedemez.

 

İkinci mesele de Recep Tayyip Erdoğan'ın Muzaffer Doğan diye bi adama Üstad için 'Bırak şu MHP'liyi' dediğini ifade eden aktüel Akıncı(!) geyiği.

 

Hadise ne? Çok yakın bir zamanda Anadolu fikir hamurunu yoğuran kanaat önderlerini sayarken ağzına Necip Fazıl ismini almayı hazmedemeyen Erbakan'ın ekibinden Muzaffer Doğan diye bir ilçe belediye başkanı; adının anılması sitemizde isabetle hoşgörülmeyen bir yayın organına röportaj veriyor ve organın bağlı olduğu elemanın sırtını şöyle etraflıca bir sıvazladıktan sonra, konuşmanın sonlarına doğru Erdoğan'ın böyle bir söz söylediğini aktarıyor. 1992-1994 yılları arasında Muzaffer Doğan nâm şahıs Üstad adına kültür merkezleri filan açıyormuş da bunu gören Erdoğan, 'Abe Muzaffer, bırak şu MHP'liyi, bu kadar da üstüne düşme şu adamın' diyesiymiş.

 

Birincisi son dönemde Ergenekon çanakçılığı da dahil olmak üzere yemediği pislik kalmayan ve artık kendilerinden tiksindiren 'gelenekçi' Milli Görüş camiasının; bugün hükümete saf hakaret ederek, başbakanın ve partisinin adını açıkça ve tescilli haliyle yazmayı midesine yediremeyen bir dergide, derginin ne olduğu malum fahri liderini okşamak için konuşurken söylediği sözü ben inandırıcı bulmuyorum, şahsen yalan olduğunu düşünüyorum. Kaldı ki röportajın ilk kısmında, Erdoğan'a güzelcene sallanıyor olduğu halde bu müthiş olayın sonlara bırakılmasını da 'Bir ok attım, kebap oldu' kabilinden kabul ediyorum. Hani 'du bi yalan geldi aklıma, şunu da sıkıştırayım' tarzından. Yoksa bu kadar sansasyonel bir lafın, sıkıcı bir röportajın sonuna bırakılacağına, söyleyen kim olursa olsun inanmak pek kolay değil. Kaynağı güvenilir bulmuyorum. Derginin fahri liderinin askerleri de, Erbakan müridleri de sallamayı pek sever.

 

Bu benim şahsi kanaatim, hadi diyelim ki mesele doğru.

 

Evvela bu sözü Başbakan başka bir amaç gütmeden söylediyse bu onun o dönemde ne kadar kazma bir adam olduğunu gösterir, evet. Bunun hiçbir tevili olamaz. Fakat hem Üstad'ın oğlunun belgesel çekimleri esnasında başbakanı diğerlerinden ayıran ve ona müteşekkir davranan tavrı ve konuşmaları, hem 28 şubatın hemen ardından çıkarılan bir şiir albümünde Üstad'dan iki şiir alıntılanması, hem de belediye başkanlığı ve başbakanlık döneminde yapılan referanslar, çalışmalar ve nisbeten Üstad'ın anılmasındaki rahatlama böyle bir tavrın saçmalığının kendisi tarafından da kavrandığını ispatlıyor. Ben bugün, vaktinde milli görüşün gazıyla böyle bir laf eden bir şahsın -ki o bile bence doğru değil- hala aynı düşünceyi taşıdığını sananların zekasından şüphe ederim. Üstad'ı tam manasıyla kavramış bir insan değildir, bu doğru; fakat bugün hala 'o adam MHP'li, o yüzden bırakalım gitsin' diye düşündüğünü sanan adama neremle güleceğimi söyleyemem. Üstad üzerine yeterince düşülmediği doğru, özellikle Kültür Bakanlığının katledilmesiyle bu gibi çalışmaların önünün de bir basiretsizliğin eseri olarak kapatıldığı reddedilemez bir hakikat evet. Fakat bunun sebebinin bu olduğunu sanana, bırakın insanı, eşekler bile güler. 'Milli görüş gömleiğini (ne menem bir elbiseyse artık) çıkardı' diye eleştirilen bir adamın, sırf milli görüş taassubuyla ortaya koyduğu bir saçmalığı sürdüreceğini sananı Türk doktorlarına emanet ederim. Ayrıca röportajdaki bir mesele de hayli komik, Muzaffer Doğan, Erdoğan'a belediye başkanlığı döneminde Üstad için yaptığı çabaları 'ee ne oldu?' diye sorasıymış da Erdoğan da 'Canım karıştırma, siyaset' diyesiymiş. Erdoğan'ın İBB başkanlığı yaptığı dönemle bunun 2-3 sene öncesinin şartları çok farklı değildi, hatta kaseti doldurduğu sırada 28 Şubatın ceeremesini milletçe çekmekteydik ki böyle bir dönemde, nisbeten daha rahat olan 92'lere göre Üstad'ı savunma işinin, siyasi ahvaldeki bir değişimin neticesi olarak sadece siyasi bir sevdayla gündeme getirilmesi hiç de inandırıcı değil. Böyle bir şey olduysa (ki hiç ihtimal vermiyorum) yanıldığını itiraf edememe halindendir belki de. Hem siyaset için de olsa Üstad'ın gündeme gelmesi hayırlara vesile olabilecek bir iştir, yeter ki bu fırsatı bizler iyi değerlendirelim. Başbakanın bugün Üstadı sevmekte olduğuna kalıbımı basarım. Kaldı ki M.Doğan ve ağzı salyalı dergi çevrelerinden de Üstad'a daha layıktır.

 

Sonracığıma...

 

Bir insanın 15-20 yıl önce Üstad hakkında söylediği iddia edilen bir sözle, onu tamamıyla yok saymak da doğru değil. Bunu bir N.F.K hastası olarak söylüyorum, tarafınızda ne kadar makbul olduğunu bilmiyorum ki bilmek benim için de önemli değil zaten. 15-20 yıl öncesinde söylenen bir söz, bırakın o kadar yılı bugün bile söylenmiş olsa, önemli olmakla beraber yegane kriter sayılamazdı, kaldı ki değiştiği apaçık meydanda olan bir adam için, hiç sayılamaz. Tayyip Erdoğan'ın tasvip etmediğimiz yanları var elbette. Fakat bu, onun bu ülkenin bir gün rahat nefes alabilmesi için mecburi bir insan olduğu hakikatini değiştirmiyor. Malesef idealler dünyasında, ütopya devletinde yaşamıyoruz. Akıllı olmamız ve mevcut içinde en iyisine koşarken kızıl elmamızı hedeften ayırmamamız lazım. Şu halde Allah basiretini arttırsın, onu başımızdan uzun yıllar eksik etmesin ve doğru adımlarında muvaffak kılsın... Bu ülkeyi pisliklerden, kadrolaşmış kuduzlardan ve aptal çanakçılardan en yakın gelecekte ancak bu iktidar temizleyebilir, hal böyleyken ve bu şans ele geçmişken akılsızlığın lüzumu yok.

 

Demokratik açılım dediklerini de Kürtleri genel olarak pek sevmemekle beraber destekliyorum, gelin sataşın, ben buradayım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Denklem kuralım,mantık üretelim,ne yapalım ne edelim sonuç aynı.Bu ülke ya Ak Parti,ya da yallah emperyal sömürülme kuşağı.

 

Ak Parti,rahat bıraksanız,nefes alışından kravatına kadar eleştirmeseniz,vekilinin yedi sülalesinden 4.derece akrabasının türbanına takmasanız,gümüş yüzük taktı diye yobaz demeseniz etmeseniz eylemesiniz yapacağını yapacak da susmuyorsunuz ki.Milli Görüşçü'sünden Bozkurtçusuna,Kemalistinden Ulusalcısına,Komünistinden Anarşistine,Çingenesinden Kürdüne,Türkçüsünden b.kçusuna kadar ateşle barut misali nice kesim el ele vermiş Ak Parti'ye taş atmakla meşgul.

Moda oldu zaten,çıkıp da başbakanı tasvip etmedim,Arınç akıllı olsun,Ak Parti ateşe gidiyor diye vızıldamak.

(Sırıtarak İsmet Paşa edasıyla 27 Mayıs hatırlatmaları yapmak da tercih ediliyor.)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mesele BD nin bir fikriyat olarak , bir bütün olarak benimsenmesi...

 

Partilere payanda yapılmaması...

 

Akparti yarın batar da Numan Kurtulmuş yükselirse,

 

Ya da BBP, MHP yükselirse;

 

O parti başkanları da ruhsuz şevksiz

 

İki Necip Fazıl şiiri patlatırlarsa

 

İşte yeni kurtarıcımız mı diyeceğiz ?

 

(Irak ortada)...

 

Yoksa;

 

Doğru-yanlış

 

Tartışılabilir

 

Büyük Doğu'dan bir bütün olarak beslenen

 

Başyücelik için kitaplık çapta üretim vermiş

 

Bedel ödemiş/halen de ödemekte olan hadi isim de vereyim

 

/Yasak olsa da -neden yasak o da ayrı mesele-/

 

EDIT takipçilerinin

 

Eserlerini , kitaplarını okumamız ve bunun üzerine çalışmamız

 

Gerekmez mi ?

 

Neden okuyalım ? Ne gereği var ? Değil mi ?

 

Adamlar BD diyor, Üstad diyorş başyücelik diyor...

 

Var mı başka diyen ?

 

Yanlışları varsa okumadan nasıl buna karar vereceğiz ?

 

Yok illa da okumam araştırmam önyargısı ile

 

Hareket edecek isek

 

BD diyen Başyücelik diyen başka alternatif

 

Kitaplık çapta fikriyatları gösterin de biz araştıralım...

 

Parti ile ehveni şer ile "hayr" ı sürekli ertelemeyelim.

 

Meseleyi bireylerin atmasyoncu! yapılarına kadar indirgemeyelim...

 

Fikriyatın samimiyeti eser ve bedel ile belli olur.

 

Bunları tartışalım.Pardon, tartışmayalım, okuyalım, takip edelim yeter...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bilmem ki mevzuuna nereden başlasak, zaman şeridini hangi noktadan itibaren ilerletsek!?!

İlk BMM’sinde malumunuz üzere iki gurup bulunuyordu. Daha doğrusu 1.grup teşekkül edince, buna bir tepki olarak 2. grup ortaya çıkmış oldu. Esasında bu gruplaşmaların kendini daha yeni yeni göstermeye başladığı dönemlerde olacak, bir ‘’Nisab-ı Müzakere Kanunu’’ çıkarılmıştı mecliste. Bu kanunun ihtiva ettiği anlam ise mevcut azanın yarıdan bir fazlasıyla toplanıp hazır azanın yarıdan bir fazlasıyla kanun çıkarma imkânı sağlıyordu. Bu kanunun çıkarıldığı devirde meclis aritmetiğine bakıldığında, ölenlerle ve iştirak etmeyenlerle 400 civarında üyeye sahipti meclis. Şimdi bu sayısal verilere göre 400 üyeli bir mecliste 200 üye hazırsa toplanma sayısına ulaşılmış oluyor. O halde 200 kişinin yarısının bir fazlasıyla yani 101 kişi ile de kanun çıkarılabiliyordu. ‘’Nisab-ı Müzakere Kanunu’’nın çıkarılmasının gerekçesi ise, bazı üyelerin vazife ile meclis dışında bulunmaları ve dolayısıyla kanun çıkarmada karşılaşılan müşkülat gösterilmişti. İşin tam burasında bazı kaynakların aktardığına göre bu kanun çıkarıldıktan sonra hocaların çoğu nasihatçi ve harp etmek istemeyen askerleri ikna için sağa sola dağıtılmış ve böylece ikinci grubun meclisteki sayısı azaltılmıştı.

Bu kanunların ortaya çıkardığı imkânlar ile M. Kemal ‘’Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyeti gurubu’’nu kurmuş ve bunu mecliste bir parti haline getirmişti. Söylenene göre meclisi feshetme yetkisi bile varmış bu grubun. 2. grubun bu hali protesto beyannameleri aslında hukuksal bir garabeti su yüzüne çıkartıyor. ‘’Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyeti’’ni onun taşra şubelerine tanışmadan yani bu mesele için karar alınacak bir kongre toplamadan bir nevi parti haline getirilişini eleştiriyordu beyannameler. Hatta bu partinin içinde ayrıca bir grubun olduğu ve bu grubun diğer mebuslara baskısı olduğu biliniyordu.

Her şeye rağmen yine de 2. grubun tasfiyesi işine girişilmiş ve bunun için meclisi yenileme kararı alınmış. İnkılâp kararlarının seri bir şekilde alınması için ‘’dikensiz bir gül bahçesi’’ gerekiyordu. 2. meclis için yapılan seçimlerde ise bürokrasinin baskısı malumdur. Öyle ki, bu vaziyeti şu hadise açıklar niteliktedir:

‘’ O zaman intihabat vilayetlerde ayrı ayrı yapılıyor ve kaza merkezlerine bile birer ikişer gün fasıla ile müntehib-i saniler rey veriyorlardı. Bugünki gibi bütün memleket bir anda ve bir günde meb'us seçimi yapılmıyordu. İlk intihab için Kelkit Kazası'na emit verildi. Süvari, seyyar jandarma taburu kaza merkezini iahata ederek (kuşatarak) tabur kumandanı bir müfreze ile ayrıça belediye dairesini çevirip kendisi de içeri girdi.

 

Aynı zamanda Jandarma kumandanı, Kaymakam Vekili tedbir alarak o da Belediye Dairesine dahil oldu. Müntehib-i saniler de tamam olduğundan Belediye Reisi Hacı ALeddin Bey merhum ayağa bakarak:

''Büyük misafirlerim, biz şimdi meb'us intihabına başlayacağımızdan, sizlerin belediye dairesinden lütfen çıkmanızı rica ederiz.

Arzu buyrulu ise, yanımızdaki ufak odada otururuz'' demesi üzerine, süvari binbaşısı ile Kaymakam Vekili olan Jandarma Kumandanı:

''Biz buraya intihabı yaptırmak için geldik, intihab bizim yanımızda yapılacak ve her müntehib-i saninin yazdığı veyahud yazdıracağı pusulaları göreceğiz. Hükemet'in istedikleri adamlardan başka hiç kimseye rey verilemez'' dediler.

 

Açık ve sarih tehdid karşısında Belediye Reisi Hacı Alaeddin Bey merhum:

''Efendiler biz elimizdeki intihab kanununda sizlerin bulunacağına dair hiçbir kayıd yoktur ve halk da kendi vekiline kendisi seçeceğine ve buna karışanların ağır cezalara çarptırılacağına dair maddeler de vardır.

Hükümet istediğini yapacaksa, daha bu ahaliyi aylardan beri köylerinde niçin tedirgin edip, bu mahsul zamanı yerlerinden oynattınız. Kaza idare Meclis kararı ile yapılır, biterdi. Biz de bu eziyetlere katlanmazdık. Ben sizi burada bırakamam. Elimdeki kanun da bunu emrediyor.''

Binbaşı ve Jandarma kumandanı:

''Biz emir aldık. Müntehib-i saniler Hükümet'in gösterdiği zevata reylerini verecek. Vermedikleri tadirde biz verdirteceğiz. Başaka münakaşa istemez'' diyerek kesip atarlar. Bunun üzerine Hacı Alaeddin Bey:

''Madem ki böyle emir aldınız. Böyle arzu ediyorsunuz. Bizler de kaza namına meb'us intihabına iştirak etmiyoruz ve çıkıyoruz. Sizler de istediğiniz gibi oturabilirsiniz.'' Deyip

bütün müntehib-i sanilerle beraberbelediye dairesini terkederek, kasaba içerisine dağılırlar.

 

Kadirbeyoğlu Zeki Bey'in Hatıralarından...

 

O zaman gerçekleştirilen seçim sisteminden bahsedersek:

Bu yıllarda seçim iki dereceli yapılıyordu. Halk doğrudan mebus yani milletvekili seçimine iştirak edemiyordu. O yüzden halk kendi adına mebus seçecek müntehibi sanileri seçebiliyordu.

 

Her kazada bulunan belediye dairelerinde, halkın seçtikleri müntehib-i seniler toplanır ve bu Kazanın istediği mebuslar belirlenir. Daha sonra bütün kazaların toplamı ile vilayetin meclise göndereceği vekiller belirlenmiş olur.

 

Lütfen dikkat edin. Jandarma kumandanı aynı zamanda Kaymakam Vekili... Ve seçimlere karışıp kendi istedikleri adamları seçtirmeye çalışıyorlar, üstelik bir yerlerden emir aldıklarını da gizlemiyorlar. Hakimiyet Milletin ne de olsa...

 

Ha bu arada bu seçimler 1. Meclisten sonra ikinci meclis için yapılıyor. E birinci ile ikinci meclisin aynı olmadığını hep deriz ya... ‘’

 

Evet, şimdi gelelim günümüze…

Ben TBMM’sini iki dağ arasına hapsedilmiş durgun ve kokuşmuş bir suya benzetiyorum. TBMM’sini ihata altına alan dağlar, onun kımıldamasına daha baştan engel olmaya çalışır nitelikte planlanmış. Niyet neyse amelde beşinden gelir. Bu dağları Üstad çok güzel bir dille ortaya koymuştur aslında:

 

'Bazı devlet müesseselerinin ilmi ve fikri hüviyetlerinde müstakil ve politika tesirinden azade kalmaları için demokrasi rejimlerince her yerde kabul ve tatbik edilegelen muhtariyet usulü, bizde, sınır tanımaz bir baş kaldırma vesilesi olmuştur. Muhtariyet üstü muhtariyet makamı Anayasa Mahkemesi başta olarak, Danıştay, Radyo ve Üniversite vesaire...

Anayasa Mahkemesi kendisini bizzat ''vazı-ı kanun'' yerine koyar. Danıştay doğrudan doğruya ''icra-yı hükümet'' rolüne kalkışır. Radyo idaresi söz vitrinine dilediği eşyayı dizer, Üniversite ise dokunulmazlığını, kendisinin her şeye dokunmakta serbest olduğu manasına alır ve kimse çıkıp da bunlara had ve hudud denilen şeyi anlatamaz, mahiyet ve derecelerini öğretemez.'

 

Ya şu müthiş tespite ne demeli? Yine Üstad:

 

‘’KANUN FUHŞU:

 

Miladi 64 den 314’e kadar geçen 250 yıl, İseviler hesabına, zalimlerden birinin gidip öbürünün geldiği ve zaman zaman sahnelerin (Neron) unkilere yaklaştığı korkunç bir imtihan çığırı oldu. Bu defa, fiili zulümde en vahşi hayvanları geçen insanlar, hareketlerini kanunlaştırmaya, kanuni alçaklığa düşmek gibi yalnız bir nevi insana mahsus bir felakete vücut vermeye başladılar. (Neron) un (İnstitutum Neronianun) isimli kanunu, İseviliğe, öbür dinlere tanınan hakları redderken, bir müddet sonraki kanunlar ve bunların tatbik şekilleri hiçbir mahluka reva görülmemiş bir cinayet belirtti. Yeni imanı, kanunla ‘meş’um ve mecnun’ ilan ettiler. İkinci asır nihayetine kadar kendi putlarını ve kahramanlarını korumak gibi bir tasaları yokken, Üçüncü asırda, putlaştırdıkları eski (Ogüst) ve Roma putlarına İsevileri zorla sadakate sürüklemeye kalktılar ve bu yolda vicdanlara hükmedici kanunlar çıkartmaktan çekinmediler. Kanunu ve hâkimi o türlü fuhşa zorladılar ki, eskiden beri mevcut, halk arasında kargaşalık çıkaranları ölüme kadar götüren ( Coercitio ) kanunun, kargaşalıkla ilgisiz İsevilere karşı kullandılar. İlk asırların bu huyu, Yirminci Asırda kendisine hala bazı tecelli mekânları bulmakta değil midir?

 

O günlerin:

 

‘– İseviliğe izin yoktur!’

 

Şeklindeki kanun formüliyle, bazı devirlerin:

 

‘– Allah ve ahlaktan bahsetmek yasaktır!’

 

Fermanı arasında ne far vardır?

 

Şu fark vardır ki, bu ruh ve fikir vahşetini, Romalı, hidayete girmemişken gösterir; öbürleri ise hidayetten çıktıktan sonra…’’

 

Biz bir darbe anayasası ile yönetiliyoruz. Hatta bu yasayı yapanları yargılamamız için anayasal bir hüküm bile vardır. Yök, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi, HSYK ve pek çok olan özerk kurumlar… Evet, bunlar meclisin etrafını çeviren yüksek dağlardır. İsterseniz yüzde 99 olun bir şey değişmez ve siz karar çıkartamazsınız meclisten. Mesela bir anayasa kitapçığı alın elinize ve okuyun bakalım ne göreceksiniz? Anayasa Mahkemesi üyelerini kim seçer, Danıştay, Yargıtay ve Sayıştay üyelerini kim seçer? HSYK’nın yapısı nasıl oluşturulmuştur? Bütün bu saydıklarımın hepsi birbirlerini seçerler ve meclis burada herhangi bir tasarrufa malik değildir. Üstelik iş bu minval üzere olduğu halde bunların yaptıkları hatalarda meclis sorumludur. MGK, YAŞ, Askeri Yargı… Bitmez garabet…

 

Şöyle bir benzetme yapalım:

Bir ehram düşünün… Tepe noktasıyla zemini oluşturan dört noktasını birbirine bağlayan hatların bu türden bürokratik setlerden oluştuğunu varsayın. İşte bu hatların çerçevelediği iç hacminde de millet olduğunu kabul edin. Evet, bu benzetmede de olduğu gibi sizi ve sizin temsilciniz olan meclisi çerçeveleyen bu hatların dışında hareket etme şansınız yok…

 

CHP’nin umdeleri olan altı ilke anayasaya sonradan girdi. Tıpkı laiklik gibi… O yüzden Türkiye’de kurulacak olan bütün partiler demokrasinin gereği olan fikir hürriyeti içerisinde hangi fikri savunursa savunsun, bu CHP’nin altı ilkesine bağlı olmak zorunda. Bu bir anayasal hükümdür. O yüzden Üstad, CHP ile DP arasında bir muvazaanın olduğunu belirtir mesela… Günümüzde de MHP ile CHP arasındaki akıl almaz benzerliğe bir bakın!

 

Mesela mevzuuna bir başka açıdan yaklaşalım. 1982 darbesinden 2 yıl sonra şekillenen siyasete bir bakın! O zaman Demirel’i daha iyi tanırsınız… Aslında insanların eğilimlerine göre bu siyasi partileri bir satranç tahtası üzerine yerleştirdiler ve hamleler yaptılar… Bu tahtanın üzerine milliyetçilerden, solculara, ulusalcılardan muhafazakârlara ve daha pek çok kesimi içine alan bir yelpazeyi saçtılar ve başladılar hamleleri yapmaya. Dikkat edin ki bütün inisiyatif hamle yapan ellerde. Hiçbir şeyden habersiz bu kesimleri oluşturan bireyler eğilimleri oldukları fikri akımların ihtiva ettiği bir parti çatısı altına yönlendiriyorlar. Böylelikle bu kitleler, hakiki direksiyonunun hamle sahibinin elinde olduğunu bilmeden ve oluşturulan bu partiler vesilesiyle kontrol altına alınıyorlar. Bu siyasi partilerin çoğunun liderlerine bir de bu gözle bakarsanız, Demirel’i, Yılmaz’ı, Çiller’i, Baykal’ı, Ecevit’i daha iyi anlarsınız. Onlarda bu kitleleri kontrol altında tutan liderler ama, hamle yapan değil, hamleye tabi liderler.

 

Evet, bütün bu olanlara nazaran Erdoğan’ın işi zor! Bu ülke için Erdoğan bir çıkış yolunun başlangıcı olabilir belki de, kim bilir?

 

Daha çok şeyden bahsederdik ama, uzun oldu!

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Körler görmese de yıldızlar vardır" Mevlana

 

herkesinde fikri kendine

 

başka Türkiye yok ve AKP den başka Türkiyeyi kalkındıracak parti yok şimdilik.. Allah Tayip Erdoğana nasip etti bu görevi de..

Share this post


Link to post
Share on other sites

barani gönüldaşımın dediği gibi fikir deyince aklımıza hemen neden bir parti geliyor.burası üstadın, büyük doğunun bir forumu ve herkes bilir ki mspli gençler mhpnin seminerlerine katılan üstadın önünü keserek üstad yuvaya diye tempo tutmuşlar, üstad ise: 'üstad yuvadır' demiştir.

hangi partiye oy verirsek verelim üstadın fikriyatında buluşmalı ve o fikri mensubu olduğumuz yada oy verdiğimiz partinin fikri haline getirene kadar çalışmalıyız.

 

ben üstadı tanıdıkça, onun da dediği gibi şuanda bizim fikrimizi yürüten bir parti yok.

 

akparti: 2002 seçimleri öncesinde başbakan erdoğanın ben milli görüş gömleğini çıkardım ben artık değiştim dediğini unutmamak gerekir, aynı başbakan 2007de ise miting meydanlarında bu ülkenin müslüman cumhurbaşkanı seçtirmiyorlar diyerek miting alanlarında naralar atmış, dtp ile mhp meclise girerse kavga çıkar, ama dtp girmezse onlar dağa çıkar.dtp girsin mhp girmesin diyebilmişti.

 

akparti 2002 seçimlerinde yüzde 34,43 oy 10.848.704 seçmenle 365 milletvekili çıkarmıştı.şimdiki meclis başkanımız m.ali şahin o günlerde başörtüsü yüzde 2nin meselesi demiştir.

 

akparti 2007 seçimlerinde 46,58 oy 16.327.291 seçmenle 341 milletvekili çıkarmıştı.mhpnin de desteği ile yök kanununda değişiklik yapmak istemiş ama anayasa mahkemesi engellemişti.

 

yerel seçimler öncesinde başbakanın davosta yaptığı çıkış bile sp yükselişini tam olarak engelleyememişti.

seçimler sonrası yökte alınan bir kararla katsayı problemini akparti çözmüştür.bugün 340 milletvekili + 1 cumhurbaşkanı ile istediği bütün sorunları çözebilir.bunu herkes çok iyi biliyor.

 

birde bir arkadaş mhp=chp demiş seçim öncesinde herkes böyle diyordu hatta i.melih gökçek mhp verilecek oy chpye gider o oy haramdır demişti.

 

seçimlerden sonra başörtüsüne destek verdiği için emekli askerler tarafından parti binası önüne çelenk koymuşlar bu seferde fosilleşmiş laik çevreler mhp akpartinin koltuk deyneği demişti.aynı mhpye mayın temizliğinde mayınları israil temizleyip oraya 49 yılllığına topraklarımızı işgal etmesin demiş,azerbaycan ve ermenistan olayları sırasında akpartiye muhalefet yapınca yine chp=mhp diyenler olmuştur.

 

aynı tepkiyi sp de verince bu sefer eski mücahit kadrolar erbakan hocaya bile ergenekoncu diyebilmişlerdi.

 

tabi burda mhpninde,spninde yanlışları vardır. bence en büyük yanlış mhpnin 3 hilalli bayrağa sahip olmasına rağmen güneydoğudan istenilen oy oranını alamamış olmasıdır.düşünülüp tartışılması gereken konular bunlardır.

 

ama bir partiye oy verip onun hatalarınıda görmemezlikten gelemeyiz...fikrimiz siyasi partilerin üstünde olmalıdır. inş. bir gün büyük doğucu genç kardeşlerim gerçekten iktidar olur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad Hazretlerini ve Büyük Doğu'yu tanıdığımdan beridir ne partileri ne şaklabanlarını ne de birtakım İslami hareketleri sevebildim. Benim inancım şudur ki Büyük Doğu Davası tam bir davadır ve basa basa söyliyeyim tamdır. Sevemememin sebebi de Tam'ı bilmemdir. Tam'ı bilen eksiği n'etsin değil mi?.. Ülkücülük, Milli Görüş, Bilmemne Hareketi, AK Parti, Kara Parti, Milleyet Partisi, Halk Partisi, Selamet Partisi, Obuşu Partisi beni hiç tatmin etmiyor. Allah bu topraklarda Üstad'ı anlamayı ve cemiyet ve devlet nizamında ona uymayı nasip etsin. Müslümanları da ''yapacağız-edeceğiz'' safsatalarıyla kandıran müslüman isimli birtakım tipleri rezil etsin. Üstad bize İslami Nizamı gösterdi. 50 senelik metodunu da biliyoruz. Biz de Büyük Doğu Gençliği olarak o kapıya yöneleceğiz. Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Necip Fazıl şiiri okuma meselesini gündeme taşıyan sizsiniz. 'Bırak şu adamı' sözünü ben atmadım ortaya, şiir mevzuu o iddianın sağduyu sahibi insanlarca artık geçerli sayılamayacağına dair gösterilebilecek ispatlardan sadece birisiydi. İki Necip Fazıl şiiri okumak bir grubu tamamıyla aklayamayacağı ve ona ümit bağlanmasını sağlayamayacağı gibi (bunun aksini söylemedim zaten), başından sonuna kadar Necip Fazıl diyip 'amuda kalkanlar'ın dedikleri de onlara ümit bağlanmasını ve kıymet atfedilmesini gerekli kılmıyor. 'Mevlana da Mevlana' deyip, bilerek veya bilmeyerek ulvî mananın ırzına geçenlerin izdüşümünü pek ala Üstad'da da izlemek mümkün. Ak Parti iktidarını sadece Necip Fazıl şiirleri sebebiyle destekleyecek kadar küçük bir çapımız yok, bizi ilk argüman protokolünden 15-20 yıl önce söylendiği iddia edilen bir sözü kalkan yaparak mesele çözmeye çalışanlardan ayıran da budur. Kaldı ki sayılan 3 parti veya diğerleri güçlenir de bu denli iyi niyet ve vizyon sergileyebilirse onlar da desteklenir, yalnız ele geçen şansı hülyalara emanet etmek manasızlıktan da öte aptallıktır. Bu kadar yaklaşılmışken, bu şans ele geçmişken çanakçılar, hayalperestler (bakın asla ideal sahipleri demiyorum) ve dar vizyonlular yüzünden bunu da kaybedersek bu memlekete yazıklar olsun, daha ne diyeyim bilmiyorum. Kızıl elmanıza zıplayacak kuvvetiniz yoksa tırmanmayı bileceksiniz, yoksa necaset çuvalı gibi yere yapışırsınız, bu da sizin şahsi hamasetinizi kabartmaktan gayri hiçbir işe yaramaz. Önümüzdeki 10 yılın çok önemli olduğunu ve Ak Parti'nin çökmesinin bu ülkeyi aynı telin müzisyeni Bahçeli'yle Baykal'ın kucağına atacağını unutmamak gerek. Bunun, 'Erdoğan hiç eleştirilmesin' manasına geldiğini sanmayacaksınız, di mi?

 

Bedel ödemek de bir kişiye hizmetin hakkının verildiğini tek başına ispatlamaz, ancak sığ bir bakışla 'vay bee, adam Necip Fazıl dediği için hapiste, aman Tanrım' dedirtir o kadar. Ben de atıyorum, şeriatçi, mücahid bir Mustafa Kemal portresi çizip sağda solda bunu anlatsam, bunun uğrunda kurulan yarı dağınık-yarı bağlı teşekküllere öncülük yapsam nefret ettiğim bu sistem beni de içeri atacaktır. Fakat bedel ödemekle M.Kemal'e değil, kendime hizmet etmiş olurum. Bazı kanaat öndercikleri için hapis yatmak ve işkence görmek bir karizma vesilesidir malum. Katlanılır yani buna.

 

İsteyen istedeiğini okusun fakat her istediği yerde okumasa iyi olur. Farklı ve bana sebebi meçhul olsa da gayet isabetli bir taktir uyguluyor yöneticiler. Birbirimize karşılıklı baş belası olduk nerdeyse [ :) ] ama yine de takdir makamındayım. Büyük Doğu diyenleri, İdeolocya diyenleri okumaktansa direk İdeolocya'yı okumak daha doğrudur. Önce İdeolocya'yı okumalıyız ki istismarlardan ve yalancı bir heyecanla gaz veren tiplerden paçamızı kurtaralım. Üstad'ı okumak insanın zihnini geliştirir. Onu anlamak için ise, birazcık kalburüstü olanların tefsircilere ihtiyacı yoktur.

 

@Dokuz safak:

 

Davanın Recep Tayyip Erdoğan'ın şahsıyla hiçbir temel ilişkisi sözkonusu olamaz, bunun aksini de kimsenin iddia ettiğini sanmıyorum. Fakat bu davanın en kısa zamanda muvaffak olabilmesi için de doğru şekilde yol alan bir Ak Parti'ye MUHTACız. Yapıcı değil, yıkıcı olan eleştirilerle de ancak kendi ayağımızı kurşunlamış oluruz. Muhalefetten imara geçebilmeye bu kadar yaklaşmışken, bir sürü kuduzla mücadele halindeki bu adamların başını bari biz rahat bırakalımn, el insaf be!

 

Katsayı sorunu çözüldü evet, ama bunun çözülebilmesi için yıllar geçti. Pat diye olmadı bu işler. Kaldı ki bunun daha muhtemelen Danıştay safhası olacak. Yökteki kadrolaşmanın tamamlanmasıyla bu karar alınabildi, sizin yaşadığınız ülkeyi bilmem ama bu ülkede sadece 340 millet vekili ve 1 cumhurbaşkanı ile hiçbir iş yapılamıyor. Erbakan, Refah-yol'u kurmadan önce Aytunç Altındal'la yaptığı röportajda da bu meseleye değinmişti ki haklıydı. Yargısı var, medyası var, derin devleti var, askeri var. Sen bir gün cumhurbaşkanlığını ve meclisi ele geçirince Başyücelik'i ilan eder, bize de haber verirsin, keyfimize bakarız, valla süper olur.

MHP'nin gazıyla Anayasa mahkemesini ele geçirmeden başörtüsü problemini çözmeye çalıştılar, neticeyi hatırlamak zor olmasa gerek. Bu problemi ve katsayı sıkıntısını, şimdi sırasıyla rektör ve YÖK kadrolaşmasıyla aşmaya çalışıyorlar ve neredeyse de başardılar. Yıldız Teknik Cehennem'i, benzetmek gibi olmasın, başörtüsü özgürlüğü açısından rektör değişiminden sonra Cennete döndü. Aha olup biteni Mürid anlatsın. Mühim mevkiilerin kafi ağırlıkta ele geçirilmesi, bürokrasi içinde tepeden inme bir hamle yapma imkanınız olmadığına göre, iş yapabilmek için mecburidir. Anayasayı değiştirmek dahi, aleyhteki tonlarca yapının köstekleyici tavrının susturulmasını gerekli kılar. Öyle pis bir ülkede yaşıyoruz ki, askerden adalete, medyadan oturmuş bürokrasiye kadar her tarafta kemalistler canavar gibi bir kadro ağı kurmuş. bundaki bir amil yıllar yılı kemalist diktatörlüğün bilfiil hüküm sürmesiyse, diğer bir amil de odun gibi davranmayı şiar edinmiş, etliye sütlüye dokunmayan; idealsiz, fikirsiz ve aptal müslümanların yıllar süren kış uykusuydu. Bugün ele geçen şansı da kıldı tüydü diyerek elden kaçırmak için elinden geleni yapan da bizim müslümanlar, trajikomik değil mi? Bu ülkenin baştan sona arınması, ayıklanması, kuduz sürüsünden temizlenmesi gerekiyor. İhtilalle, tepeden inme hamlelerle becerebiliyorsanız buyurun becerin! Ama yok böyle bir imkan, ordu deseniz size düşman, adalet organları deseniz kafanızı koparmak için fırsat kolluyor. Ee, o halde sabırlı olup şartları olgunlaştıracaksınız. Yoksa ilk hamlenizde kafanıza odunu yer, salya sümük ağlaya ağlaya defolur gidersiniz ve sizinle beraber bu ülke yıllar kaybeder (for example Feb 28, 97).

 

Bu arada bir parantez de Hilmi Özkök için açalım, aklıma geldi sadece, mevzuyla alakası yok. Allah bu adamdan razı olsun. Eğer o olmasaydı şairane isimli darbelerin önü kesilmeyecek ve azdıkça azan bir güruh ülkenin namusuyla gönül eğlendirmeye malesef devam edecekti. O adam bu ülkeye ilahi bir lütuf olmuştu. Gelin görün ki Özkök giderken, Özkök başta olduğu zamanlarda gıkını bile çıkaramayan faşist gazetelerinin birisinde Özkök'e bol bol hakaret ediliyordu. Yok arkadaş, eşek akıllansa bir kısım milliyetçi akıllanmaz. Ahahahah :D İstanbul yerel seçimlerinde Topbaş gibi bir adama karşı Kılıçdaroğlu denilen içi nefret dolu bir CHP dinozoruna abanan MHP'lileri, ağızlarıyla kuş tuttukları gün affedeceğim.

 

Neyse, şurayı bir toparlayalım: Madem ki herşeyi tepeden inme bir hareketle çözemiyorsunuz, madem ki onlar bu safhada kadrolaşmış ve size adım attırmıyor, siz de kurbağayı yavaş yavaş ısıtacaksınız. 4-5 yıl öncesinde bu katsayı kararının alınması mümkkün olabilir miydi? Anayasayı doğru düzgün bir şekilde değiştirebilmek için de, en hayırlı zamanı kollamak gerek. Geri vitese takıp firar edecek yahut tankın altında ezilecek bir yerde değil, işi tam bitirecek noktada bu hamle yapılmalı. tıpkı diğer tüm adımlar için de geçerli olduğu gibi... Bu sürecin akamete uğramadan devam edebilmesi için de, 10 yıl kadar Ak Parti hükümetinin, hem de tek başına devam etmesi gerekiyor. Kurttan kuzudan medet umulamayacağı her fırsatta göz önüne geliyor zaten. Ak Parti hükümeti Erdoğan'ın karizması için değil, bu ülke için devam etmeli ve yanlış yaptıkları noktalarda en doğru şekilde eleştirilirken, her yaptıklarına da bilip bilmeden muhalefet olunmamalı. Şu bir gerçek ki tüm teferruatları bir tarafa bırakırsak, bu davanın dallarından ziyade çekirdeğinin muvaffakiyete yaklaşabilmesi için Ak Parti iktidarı gerekli bir araçtır. 'Vay efendim çiftçiyi aç bıraktı, vay efendim anamız ağlıyor' falan diye zırlayanların anaları mezuniyet törenlerinde üniversite kapılarından giremeyince, 'Ak Parti bu ülkenin ekönömisini mahvetti' palavrasının ne kadar malayani olduğunu görüyorlar. Bu ülkede onlara insan muamelesinin bile yapılmadığını fark ediyorlar.. Kim ne derse desin bugün için Ak Parti, diğer tüm partilere göre, içinde bulunduğu şartlar ve sahip olduğu kadro açısından büyük bir velinimettir. Bunu göremeyen de hem kör hem fod... Tamam tamam şaka :)

 

Mesaj çok uzadı, buradan sonrasını kısa tutayım:

 

Milli Görüş gömleği lafından tiksiniyorum. Nedir bu yahu, Üstad'ın sürekli bazı gazeteler için kullandığı -afedersiniz- adet bezi teşbihi aklıma geliyor, ne olmuş yani milli görüş gömleğini çıkardığını söylemişse? Böyle demek insanı küfre mi götürür? Bunun dışında 'DTP ve MHP kavga eder...' diye başlayan söz,, Melih Gökçek'e atfettiğiniz 'MHP'ye giden oy haramdır' ifadesi ve Muzaffer Doğan'ın röportajının yayınlandığı dergiyi takip ettiği söylenen Mehmet Ali Şahin'in ağzından çıktığını iddia ettiğiniz sözler için sağlam bir kaynak göstermelisiniz. Söylediğiniz bir laf kesile biçile tamamen farklı bir şekil alabilir, hatta o söz düpedüz uyduruklanmış da olabilir. Kaldı ki bunların hepsi şizofrenleştiren saçma teferruatlar. Kimsenin ülkeyi satacağı ya da tutup Apo'yu meclise sokacağı yok, 'Bu şeriatçiler muktedir olursa hepimizi keser' diye üç buçuk atan CHP'li şebekten aklımızla farkımızı ortaya koyalım bizahmet arkadaşlar.

 

Ak Parti bir dava değildir, bir davanın gerçekleşebilmesi için bugün eldeki en uygun araçtır. Onu bu gözle görmek gerekir, fazlası değil.

 

Ali NFK efendi, senin akl-ı selim ile, uslu uslu fikrini anlatarak yapıcı bir mesaj yazdığını da görecek miydik yahu? Oh my god, something makes me tremble! :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

trradomir :)

 

Bu güzel açıklamaya el sıkışmaktan başka cevap olamaz :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Başlığa bak hizaya gel.

 

Açılım adı altında gelişen süreci desteklemediğimi bir başka konuda dile getirmiştim. Lakin bu hakedene hakkını vermeye mani midir. Hayır tabi ki.

Bunun içindir ki başlığı açana at gözlükleriyle mutlu bir yaşam diliyorum.

 

Laf ola beri gele.

Share this post


Link to post
Share on other sites

http://www.akpgercegi.com/mehmet-ali-sahin...-kesimin-sorunu

 

http://www.havadis.net/haberdevami.asp?haberID=7232 özlem türkönenin başörtüsü ile ilgili sözleri

 

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=575411 ali bulaçın bir yazısı...

 

akparti elbette güzel şeyler yapmıştır biz yapmadı demiyoruz ama yapamadığı şeylerde var eleştirmek onların hatalarını görmelerini sağlayacaktır.unutmamak gerekir ki islamiyeti dava edinmiş diğer partilerde vardır.akparti iktidar diye 10 yıl daha bekleyelim sonra herşey çözülür diyemeyiz.bu zihniyet tek partili milli şef inönü iktidarlarını bize hatırlatır.

 

keşke akparti kendisine oy vermediğini bilip islamiyeti dava edinmiş olan kişileri bile bürokraside yandaşım değil diye sürmeseydi.ben milli eğitimde bunun çok örneğini gördüm.adam sp veya mhpli ama mukaddesatçı görevinide gerçekten iyi yapıyorken keşke görevlerinden alınmasa.işte parti yandaşlarını değilde gerçekten dava adamları önemli yerlerde olsalar...

 

ermenistan açılımı,kıbrıs açılımı,başörtüsü açılımı,teğet geçti açılımı,şimdide kürt açılımı pardon demokratik açılım inş bu sefer başarır inş islamiyet adına güzel şeyler yapar ancak hangi açılımı yapmaya kalksa açılım ülke menfaatlerine malesef aykırı oldu (***başörtüsü hariç,o davada sonuna kadar destekliyorum akpartiyi,gerçekten çözeceklerse***)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Partinin ümmetini değil, ümmetin partisini inşa etme yolunda umuyoruz ki güzel adımlar atılıyor olsun.

 

Bu çok iyimser oldu, devam edeceğim.

 

Misal, rektör zımbırtılarının ayıklanması en makbul adımlardan biri. En azından şimdilik ‘İçeride kabinimiz var hanımefendi, türbanınızı orada çıkarabilirsiniz’ şeklinde hayli nezaket kokan güvenlik görevlileri türemiş Beyazıt’ta... Buna da şükür mü? Eylem sarhoşu adamları görene kadar bilmiyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

bu gidişle kürt sorunu değil şu ülkede herhalde türk sorunu olacak

insanların inançlarına zincir vurulursa hertürlü sonucu beklemek lazım yegane kurtuluş reçetesi islama sarılmak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Linkleri inceledim, Mehmet Ali Şahin burada sadece 'önceliğimiz değil' diyerek siyasi bir hamle yapmakla kalacağı yerde tutup saçma sapan bir yüzde de vermiş. Yaptığı büyük bir hata olmakla beraber, Ak Parti iktidarının başörtüsü problemini ortadan kaldırmak gibi bir amacı olmadığı fikrine bu saçma sapan lafa bakarak ulaşmak da o nisbette cehalettir, kendi eşleri başörtülü olan insanların bu sıkıntıyı halletme amacı taşımadığını düşünmek safdillik olur. Sadece bu mesele yüzünden parti kapanıyordu, yÖK ve rektörler eliyle çözülmeye çalışılan problemlerin başında da bu geliyor. Nihayetinde de İHL'lerin önünün tekrar açılması sağlanacak inşallah. Kısacası 'Başörtüsü bizim önceliğimizdir' demek, şerait mucibince kurbağayı yavaş ısıtması gereken bir iktidar için kesinlikle mantıklı olmazdı, fakat Şahin de burada zırvalama pahasına fazla lüzumsuz konuşmuş. Özlem Türköne'nin sözünde ise bir mana arızası yok, tartışma programlarında ne kadar yeteneksiz olduğunu gördüğümüz bu kadın orada art niyetli olmadan bir laf söylemiş ve mal bulmuş mağribiler hemen tepki göstermiş. Bildiğin Türköne işte, damarı yakalayayım derken ipi elinden kaçırmış.

 

İslamiyeti dava edinmiş birçok partinin mevcudiyeti, onların bu istikrarı yakalayabilmesini ve akıllı bir şekilde, muvaffakiyetle sürdürebilmesini mecburi kılmıyor. İçinizde yaşadığınız şartları iyi tahlil edemezseniz, birilerinin gazına gelip eldeki bu şansı bizzat siz tüketirseniz yine siz kaybedersiniz, biz kaybederiz. Hem geçmişleri, hem bugünleri, hem de halkın o partilere bakışı bugün için onları Ak Parti'yi yıpratma maşası olma potansiyeline kavuşturdu. Varlıkları lüzumsuz demiyorum, çünkü somut siyaseti yaparak denge verecek farklı partilerin de var olması gerekiyor; yalnız 'onlar da Müslüman, hadi gidek de onlara verek bari' diye 80-90 yılda bir gelen bir şansı toplumca harcamanın da bir lüzumu yok. Şu anda her biri çözüm üretecek, ülkeyi rahatlıkla idare edecek çoğunluğa ulaşmaktan çok uzak. İyi valla, ben yarın bir parti kurup %12 filan oy alayım, CHP ve MHP'yi mecliste kol kola iktidara taşıyayım, sonra da mücahitliğimle ve seçim zaferimle(!) şişeyim. Bu kadar kolay mı kazanıldı YÖK? Çankaya'yı kolay mı aldık ellerinden? Balık olmadığınıza göre başka bir ülkede yaşıyorsunuz zahir. Bir kere 22 temmuz seçimlerinden önce de, 29 mart yerel seçimlerinde de CHP ve MHP'nin iktidar hırsı için kol kola yürüdüğünü gördük. 70'lerde Üstad Erbakan'ın ağzına tükürürken, bunun sebeplerinden en önemli ikisi; iktidarda CHP'ye yoldaş çanağı tutulması ve iktidar hırsı sebebiyle çoğunluğu elinde tutan AP'ye karşı CHP ile beraber kol kola yıpratma çalışmaları yürütülmesiydi. Pozitif yöndeki istikrarı bozmanın hiç lüzumu yok, ülke aydınlığa çıkmamışken teferruat hükmündeki paranoyalardan dolayı bu iktidar batarsa ceremesini yeniden bu millet çeker. İsmet paşa benzetmesinde ise özür dilerim ama düpedüz saçmaladığınızı söylemek zorundayım. Ne alaka şimdi? Biz burada Ak Parti dışındaki alternatiflerin işi rezil edeceğinden ve dolayısıyla kuduz kadroların ayıklanabilmesi için yaklaşık 10 yıl gerektiği hakikatinden bahsediyoruz, siz bunu İslami açıdan en mide bulandırıcı, en zararlı işlerin yapıldığı bir dönemle hiçbir benzetme yönü belirtmeden müsavi göstermeye çalışıyorsunuz. İsmet Paşa'ya benzemeyelim diye ülkeyi İsmetçi kafanın diktasına malak gibi emanet edelim isterseniz, bu sizi daha memnun edecek gibi duruyor. Hükümete çakacağım diye kendinizi kaybetmeyin Allah aşkına! Birisi de gelip Ak Parti iktidarını istikrar yönünden Hz. Ömer devrine benzetsin de tam olsun bari. Neden anlamıyorsunuz? Bugün Ak Parti'nin muhafazakar camiada iktidar mevkiinde alternatifi olabilecek tek bir parti vardır, o da MHP'dir ki hem mHP Ak Parti'nin aldığı desteği alarak tek parti iktidarının rahatlığını asla yakalayamaz, hem MHP içerisindeki ofsayt adamlar Ak Parti'nin idealsizlerinden çok daha baskın, hem MHP kadrosu Ak Parti'nin çekirdek kadrosu kadar mukaddesatçı değil (ulusalcı çizgiye daha yakın) ve hem de MHP 70'lerin Erbakan'ına dönmüş bir siyasi çizgi arzediyor. Kemalist kadro sessiz sedasız tasfiye olurken, basit hesapları devreye sokarak, yine aslî hedef yolunda bütünleşemeyeceksek yazıklar olsun bu ülkenin yaşadığından habersiz basit Müslümanlarına!

 

Yok o açılımı yok bu açılımı diye eleştirme taklidi yaptığınız meseleler bu memleketin yıllardır çözemediği kronik baş belalarıdır. Bugüne kadar hep havladık, hep negatif tutum sergiledik. Bu çalışmalar yüzünden bu parti vatan haini ilan ediliyorsa, bugüne kadar bunları ülkenin önünde bir engel olarak tutan ve 25 yıldır 40 bin vatandaşımızı katleden kafasızlar duble vatan hainidir. Madem bu tabiri kullanmak bu kadar ucuzladı, biz de kullanalım bari. Gerçi günlük politika işine pek girmek istemiyorum, bunlar daha tartışmalı ve fikir ayrılığının daha hoş görülebileceği ikincil ehemmiyetteki konular. O yüzden geçmek en doğrusu.

 

Parti'nin bürokraside yaptıklarını tasvip etmek mümkün değil eğer anlattıklarınızın somut delil ve haksız sebepleri varsa. Bunlar doğruysa, bu sebepten dolayı parti en doğru şekilde tenkit edilmeli ve gerekirse de mevkiini yitirecek derecede ciddi (oy kaybına uğratılmaksızın hizaya sokulmalı. Partinin, bazı mevkiilere atama yaparken kendine yakın olanları tercih ettiğinden bahsediyorsanız bunu herkes yapar, bu normaldir. Diğerlerinin ekmeğine dokunuyorsa buna karşı yapıcı tavırlar alınmalı. Yalnız bu -malesef- teferruat halinde kalması gereken hal sebebiyle takınacağımız; bizlerin, çocuklarımızın, torunlarımızın hala kemalistlerin elinde, öz vatanında parya kalmasına yol açacak fevri ve nefsani tavırların vebali, bu kadar geniş düşünemeyip kendi partilerine besledikleri sevgi sebebiyle basiretsizce davranan mukaddesatçıların üzerine olur. Az sabır be arkadaşlar, cefakarlık, özveri bilmem ne dendiğinde mangalda kül bırakmayanlar şimdi tam da Kemalistlerin istediğini büyük bir zevkle yapıyor. Kaldı ki önceki iktidarlara nazaran neredeyse her açıdan çok daha rahatız, bunu reddeden nankörün acımam suratına tükürürüm. Şu ülke düze çıktıktan sonra atın Ak Parti'yi çöpe. Kimse partinin kara kaşına kara gözüne aşık değil burada. Ak Parti'yi yegane siyaset mercii olarak kabul eden bir partizanla da konuşmuyorsunuz. Ama iki dakika Müslüman basireti gösterin, iki dakika diş sıkıp şu ülkede bazı şeylerin rayına girmesine izin verin, bu kritik zamanda ülkenin yeniden askeriyede, yargıda, bürokraside ve medyada kadrolaşan dinozorların kucağından alınması için biraz samimiyet, hatta fedakarlık gösterin. Yaşadığımız çağın önemini hissedin Allah aşkına. Hataların eleştirilmesi, partinin ardından desteğin çekilmesini gerektirmiyor. Biz burada 'Ak Parti ne derse odur'cu şakşakçılardan değiliz. Fakat en basitinden bir ergenekon hadisesi bile tek başına şu iktidarı ayakta tutmalı. Olup bitenlerden haberiniz mi yok, partiniz sizi iktidar hırsının verdiği basiretsizlikle mi dolduruyor, idraki çetrefil... En kısa zamanda neticeyi ilk vechesiyle devşirmek ve devam eden bir normalleşme (düzelme daha sonra gelecektir) sürecini baltalamamak için, BUGÜN AK PARTİ'YE MECBURUZ! Yüzde yetmişe varan kemmiyetini bir keyfiyet vahidinde toplayamayan bu muhafazakar millet için, bugünkü şans bir daha zor bulunur.

Share this post


Link to post
Share on other sites

‘’Bu kadar kolay mı kazanıldı YÖK? Çankaya'yı kolay mı aldık ellerinden?’’

Sayın Trradomir, elbette dedikleriniz çok doğru. Hatta Necip Fazıl’ın DP’yi hangi gaye uğruna desteklediği malumumuz. Ve bana göre Demokrat Parti etliye sütlüye pek dokunmayan, Üstadın da dediği gibi aslında CHP ile muvazene halinde bir parti olduğu halde, AK Parti biraz daha gayeye yakın duruyor.

 

Acaba Çankaya’yı ellerinden aldık mı, daha doğrusu Çankaya’yı asli yerine oturtabildik mi? Bana göre tam anlamıyla değil… Tabiî ki bu da bir aşama, o ayrı bir mevzuu… Bakın Cumhurbaşkanı’nın görevlerinden biri nasıl belirtiliyor anayasada: ‘’Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Askerî Yargıtay üyelerini, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.’’ Şu ifadedeki ‘üyelerini seçmek’ tabirine dikkat… Yani önünüze servis edilen şahısların arasından seçebiliyorsunuz.

 

Bu vaziyeti daha somut hale büründürmek için anayasaya tekrar bakalım:

 

‘’Yargıtay üyeleri, birinci sınıfa ayrılmış adlî yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir.’’ Burada Çankaya ismi geçmiyor bile…’’ Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekili, Yargıtay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından gizli oyla belirleyeceği beşer aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından dört yıl için seçilirler.’’ Başsavcı ve vekilini ise söz konusu kurumun seçtikleri kişiler içinden seçebiliyor Çankaya…

Danıştay’a gelirsek durum biraz daha farklı iken aslında değişen pek bir şey yok. ‘’Danıştay üyelerinin dörtte üçü, birinci sınıf idarî yargı hâkim ve savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; dörtte biri, nitelikleri kanunda belirtilen görevliler arasından Cumhurbaşkanı; tarafından seçilir.’’ Burada oluşturulan üye yapısında ise çoğunluk Çankaya’nın ellinde değil. ‘’Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri ve daire başkanları, kendi üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla dört yıl için seçilirler.’’ Başsavcı ve vekilinde ise Çankaya’nın bir etkisi yok…

 

Şimdi gelelim HSYK’ya… ‘’Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir.’’ Burada da Çankaya’nın önüne sürülen kişiler arasında HSYK’nın üyeleri seçtiriliyor. Üyelik yapısında çoğunluk ise yine Çankaya’da değil. Böylesi bir yargı yapısında millet temsilcilerinin yani, hükümetin izine ancak rastlayabiliyoruz. O da kurul başkanı ünvanı verilen Adalet Bakanı… Ama müsteşarı ile sadece iki kişi, hoş müsteşara da ne kadar güvenirsiniz. İşin garip tarafı ise daha henüz Yasama Organı’nın izine rastlayamadık.

 

Burada dikkadinizi çekmek istediğim bir nokta daha var. Yargıtay ve Danıştay üyelerini neredeyse HSYK seçmekte… HSYK üyelerini de yüzde 90’larda Yargıtay ve Danıştay belirliyor. Görüyor musunuz kapalı devreyi…

 

Şimdi birde Anayasa Mahkemesine bakalım…

‘’ Anayasa Mahkemesi onbir asıl ve dört yedek üyeden kurulur.

Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asıl üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asıl üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asıl ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer.’’ Burada da Çankaya sadece iki asıl üyeyi seçebiliyor. Esasında istisnasız bütün adaylarda HSYK’nın etkisi çok açıktır. ‘’Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir hâkimin veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.’’ HSYK’nın görevlerine dikkat… Burada ‘birinci sınıfa ayırma’ ifadesine dikkat… Adli ve idari yargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme görevi ayrı dikkat edilmesi gereken bir durum. Bu ifadeler demek istiyor ki, ben HSYK olarak bir eleğim… Dolayısıyla bütün üyelerin geçtiği elek burası oluyor ve bu süreçte milli egemenlik etkisi hiçbir şekilde yok. Ben bunları anladım…

 

Askeri yargıya, YÖK’e, YAŞ’a, MGK’na ve daha pek çok şeye değinmedik bile… Yani köklü bir anayasa değişimi gerekli…

 

Ha birde vakaya başka bir açıdan bakalım…

 

 

D.Mehmet Doğan - Vakit 2009-05-19

 

________________________________________

“Cumhuriyet ilân edin...”

 

19 Mayıstan altı ay sonra, 27 Kasım 1919’da İngiliz Temsilcisi Yarbay Rawlinson Erzurum’da Kâzım Karabekir’e “cumhuriyet idaresine geçin, İstanbul’u başkent olmaktan çıkarın, ingilizler size yardım edecektir” diyordu. Osmanlı Devleti’nden vaz geçmek anlamına gelen bu sözün o zaman kabul edilebilir bir teklif olmadığını, Kâzım Karabekir’in ifadelerinden anlıyoruz. Altı asırlık köklü Osmanlı Devleti’nden ve onun Türkiye’yi aşan güçlü etkilerinden vazgeçmek, o zamanın asker-sivil aydınları tarafından yutulabilir bir hap değildi.

1918’in Ekim ayında Almanya, Avusturya ve Osmanlı Devleti İngilizlerle müttefiklerinden mütareke talebinde bulunmuştu. Osmanlı Devleti, 30 Ekim’de Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. İttihatçı önde gelenleri İstanbul’u terk etmiş, yerine Mustafa Kemal Paşa’nın da teklifiyle Ahmet İzzet Paşa hükümet kurmuştu. Kabine’de Kemal Paşa’nın Padişah’a teklif ettiği bazı yakın isimler de yer almaktaydı. Bunlar arasında Rauf Bey de vardı. Mütareke’yi imzalayan Bahriye Nazırı Rauf Bey’dir. Mütareke’yi imzalayan heyeti Padişah kabul etmek istemedi. Kabul ettiğinde de onlarla konuşmadı!

Mondros’u imzalayan hükmet bir ayını doldurmadan istifa etti! Tarihin hızlı yazılma anlarıydı.

Dünyanın en muktedir gücü İngiltere 19. Yüzyılın sonundan itibaren, Osmanlı Devleti’ni yıkmak ve hilafeti yok etmek için gizli-açık faaliyetler yürütmekteydi. 1. Dünya savaşının İngiliz literatüründeki adlarından biri bu yüzden “Türk veraset savaşı”dır. Türk imparatorluğu, Osmanlı yıkılacak ve mirası İngiltere ve müttefikleri arasında paylaşılacaktı... Savaş sürerken bu paylaşımı etkileyen önemli bir hadise cereyan etmiştir: Mirastan yüklü bir hisse alacak olan Rus Çarlığı, Bolşevik ihtilaliyle yıkılmıştır. Batının kendi içinden bir alternatif çıkmıştır. Kapitalizm karşısında artık komünizm yeni bir çatışma ekseni meydana getirmektedir. Türkiye’nin kaderini etkileyen önemli hadiselerden biri budur.

İngilizler, Osmanlı devletini yıkmak ve hilafeti ortadan kaldırmak istemekte, fakat sömürgelerde, bilhassa Hindistan’da yükselen müslüman tepkileri dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin merkez topraklarında türklere de bir pay vermek mecburiyetini duymaktadır. Bu onların tabiriyle “küçük ve etkisiz bir ulusal devlet” olacaktır.

Osmanlı sonrası dünyanın oluşumu için bütün aktörler hareket halindedir. Osmanlı merkez yönetimi, padişah ve zaman zaman değişen kabineler, İstanbul işgal altında olduğu için, ingilizleri de dikkate alan bir gelecek için çalışmaktadır. İstanbul’un yapamadığını, Anadolu’da kalan vatandaşlar ve silahlı güçler yapabilir. Mustafa Kemal Paşa, hem Çanakkale’de kazandığı şöhret, hem de Almanya seyahatinde Vahidetdin’le kurduğu yakın ilişki yüzünden, İttihatçı öndegelenlerin İstanbul’u terk etmelerinden sonra etkili bir aktör adayı haline gelmiştir. Nitekim hem Mütareke’yi imzalayan İzzet Paşa kabinesinin kurulmasında rolü olmuştur, hem de kabine istifa ettikten sonra İzzet Paşa, Kemal Paşa’yı İstanbul’a davet etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın 13 kasımda İstanbul’a geldikten bir gün sonra, İngiliz istihbaratı ile ilişkileri bilinen gazeteci Ward Price ile görüşmesi Lord Kinros’un verdiği ilginç bir bilgidir. Ertesi gün cumadır, cuma selâmlığından sonra Sultan Vahidetdin, Paşa’yı kabul eder. Paşa’nın İstanbul’da bulunduğu müddetçe Padişah’la en sık görüşen kişiler arasında yer aldığı bilinmektedir.

Osmanlı Devleti’nin merkez topraklarının, Anadolu’nun konuşma zamanıdır... İşte böyle bir zamanda, hem Harbiye Nezareti, hem Sadrazam Damat Ferit, hem Padişah, Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesinde ittifak ederler. Bu uzlaşmanın altyapısını, İttihatçı önderlerin İstanbul’u terk etmeden önce kurdurdukları gizli Karakol Cemiyeti oluşturmuştur. İngilizlerin de Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçmesini onayladıkları bilinmektedir. (1978’de SBF Yayınları arasında çıkan bir doçentlik tezinde, bir İngiliz dışişleri görevlisinin Mustafa Kemal’i ingilizlerin Anadolu’ya gönderdiği iddiası yer almaktadır. Bkz. Ömer Kürkçüoğlu, Türk İngiliz İlişkileri, sf. 143)

Asıl mesele şudur: Yunanlılar Anadolu’da tutunamayacaktır. Peki, Osmanlı Devleti’nin merkez toprakları bundan sonra ne olacaktır? Osmanlı Devleti’nin, yüzyıllar boyunca bulunduğu coğrafî alanda söz sahibi olacak bir siyasî oluşuma fırsat verilecek midir?

Yazımızın başında zikrettiğimiz, acı ilaç, yani Osmanlı Devleti’inden ve onun tesir sahasından vazgeçmek, Millî Mücadele’nin başında sözkonusu değildir. Nitekim Ankara’da faaliyete geçen Meclis’in adı başlangıçta Türkiye Büyük Millet Meclisi değil, sadece Büyük Millet Meclisi’dir. İlk Meclis, etkili bir İslâm siyaseti takip eder. Osmanlı hinterlandı ile ilişkiler sürdürülür. Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta güçlü Kuva-yı Milliye teşkilatları vardır. Şeyh Ahmed Senusî, Acemi Paşa gibi Türk olmayan güçlü aktörler Büyük Millet Meclisi’nin etki sahasını genişletmeye çalışırlar...

Netice olarak, yeni Türkiye’nin yönetici kadrosu Yunanlıları mağlub ettikten sonra acı ilacı içmeye razı olur!..

 

Evet, yukarıdaki gariplikleri bir de bu yazıyla birlikte okursak, hangi düşüncelere dalarız aceb?..

Trradomir iş çok derin, bunu sen de çok iyi biliyorsun ama, bu anlamda AK Parti’nin işi çok zor. Bütün bu seksen doksan yıllık süreci AK Parti’ye yıkamayız. Yine bu parti önderliğinde ülkenin tüm kesimlerini bu zor işin altına davet etmek gerekir. Açıksa olayların farkında olduğunu gösterdiğin için sevinçliyim.

 

Daha neler var, neler…

 

Kolbastıya da fazla takılma...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Fikirsiz parti taraftarlığı. AKP ye dediğinizde nefislere dokunuyo ve hemen polemik. çerez çemberlek işleri bile eline yüzüne bulaştırdı geçin bunları. gerçek anlayış ne. Ne sanıyorsunuz ergenekoncuları RTE mi aldırdı? komik olmayın lütfen. ben sözüne bakmam icraat lütfen. hep asılsız dış ölçüler, RTEyi neden seversiniz sorusunu bi sorun kendinize, neden? yahu saçından topuğuna adam israil kokuyor görülmüyomu bu? AKP dediğin ne? neyi temsil ediyo o vekillerin seçilme kriterleri ne? akp misyonu ne vizyonu ne? KOCAMAN Bİ KARMAŞA.içinde ne ararsanız var; en baba pkk lısı, en paragöz yalakası, en büyük hamyobazı..... başka hükümetlerin en art niyetli düşünceleriyle bile yapamayacaklarını AKP yapıyor.Ne oldu ne olacak? bakın asker kuzu kuzu, yök sizde, çankaya sizde, meclis sizde..... heryer herşey sizde ne oldu ne oluyor? olan pkk yıu bitirmek değil kürt açılımı yapmak, olan israile eşşeklerin bile yuh diyeceği bi şekilde güneydoğudan toprak vermek, olan amerikanın tam uşağı olduğumuzu obamanın ağzından çıkan herşeyi yapmakla ispatlamış olmak, olan ne? yahu bu adamlar samimi olsa ne olacak anlayış enteresan zaten. onun dava dediği ayrı benim dediğim ayrı.

 

EVET AKP DP den daha önde doğrudur. çünkü DP beceriksizdi aynı zamanda, ondan çok fazla zararıda olmadı.Ama Akp öylemi işlerine geldimi aslan kesiliyolar.mesele de islam olunca kurbanlık kuzular.İSLAM NAMINA BU KADAR OYA VE GÜCE RAĞMEN KAYDE DEĞER NE YAPILDI. O KADAR SATMALARA VE AVRUPANIN AŞŞAĞILAMASINA BOYUN EĞİLMESİNE RAĞMEN EKONOMİK OLARAK MEMLEKETİ HAZIR YİYİCİLİKTE SON HADDE GETİRMEKTEN GAYRI ÜRETİCİLİK ADINA NE YAPILDI. 3 KURUŞ ÇALIP BÜYÜK FELLERİ ÇEVİREMEYENLER BUNLARDAN İYİ DEĞİL Mİ?

Büyük doğunun ne olduğunu süslü cümlelerine değil kanına emzirmiş olanlar, gerçek dava adamlarıyla ucuzlarını çok iyi ayırt edebilirler.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın Eşref

Hadi diyelim doğrudur dediklerinizin tümü,hadi destek de olalım size,sizinle birlikte tüm kötü yönlerin hepsine bir ağız olalım ,burda amaç akp çığırtkanlığı da değil,ülke adına kim kâr ettirdi, kim zarar onlarıda dökelim masaya.Haklıya haklı haksıza haksız..

Hadi sizin dediğiniz gibi gerçekten hiçbirşey yapamıyorlar,yapmıyorlar,yalakalar,bilmem neler,işe yaramazlar,yatıyorlar akşama kadar vs....

 

E mübarek tek sual

Bu adamlar ne halta yedi senedir hükümetin başında?......

Share this post


Link to post
Share on other sites
Fikirsiz parti taraftarlığı. AKP ye dediğinizde nefislere dokunuyo ve hemen polemik. çerez çemberlek işleri bile eline yüzüne bulaştırdı geçin bunları. gerçek anlayış ne. Ne sanıyorsunuz ergenekoncuları RTE mi aldırdı? komik olmayın lütfen. ben sözüne bakmam icraat lütfen. hep asılsız dış ölçüler, RTEyi neden seversiniz sorusunu bi sorun kendinize, neden? yahu saçından topuğuna adam israil kokuyor görülmüyomu bu? AKP dediğin ne? neyi temsil ediyo o vekillerin seçilme kriterleri ne? akp misyonu ne vizyonu ne? KOCAMAN Bİ KARMAŞA.içinde ne ararsanız var; en baba pkk lısı, en paragöz yalakası, en büyük hamyobazı..... başka hükümetlerin en art niyetli düşünceleriyle bile yapamayacaklarını AKP yapıyor.Ne oldu ne olacak? bakın asker kuzu kuzu, yök sizde, çankaya sizde, meclis sizde..... heryer herşey sizde ne oldu ne oluyor? olan pkk yıu bitirmek değil kürt açılımı yapmak, olan israile eşşeklerin bile yuh diyeceği bi şekilde güneydoğudan toprak vermek, olan amerikanın tam uşağı olduğumuzu obamanın ağzından çıkan herşeyi yapmakla ispatlamış olmak, olan ne? yahu bu adamlar samimi olsa ne olacak anlayış enteresan zaten. onun dava dediği ayrı benim dediğim ayrı.

 

EVET AKP DP den daha önde doğrudur. çünkü DP beceriksizdi aynı zamanda, ondan çok fazla zararıda olmadı.Ama Akp öylemi işlerine geldimi aslan kesiliyolar.mesele de islam olunca kurbanlık kuzular.İSLAM NAMINA BU KADAR OYA VE GÜCE RAĞMEN KAYDE DEĞER NE YAPILDI. O KADAR SATMALARA VE AVRUPANIN AŞŞAĞILAMASINA BOYUN EĞİLMESİNE RAĞMEN EKONOMİK OLARAK MEMLEKETİ HAZIR YİYİCİLİKTE SON HADDE GETİRMEKTEN GAYRI ÜRETİCİLİK ADINA NE YAPILDI. 3 KURUŞ ÇALIP BÜYÜK FELLERİ ÇEVİREMEYENLER BUNLARDAN İYİ DEĞİL Mİ?

Büyük doğunun ne olduğunu süslü cümlelerine değil kanına emzirmiş olanlar, gerçek dava adamlarıyla ucuzlarını çok iyi ayırt edebilirler.

asıl senin ki fikirsiz saldırı.gaye muhalefet.büyük doğu ismini filan da araç olarak kullanıyorsun.israile güneydoğudan hangi şehir verilmiş.söyle.

 

islama gelince kuzu oluyorlar demişsin.siyaaset ilmini bilmediğin açıküstadın islama azıcık olsun hizmet etmek istidadında olan herkesin arkasında durduğunu bilmezmisin.büyük doğu diyorsun.o zaman sen bana şunu açıkla.üstad neden islamdan bahsetmekten çekinen menderese sonuna kadar destek oldu da.heryerde islam,şeriat diye bas bas bağıran erbakanı islama zarar vermekle suçladı.

 

 

çünkü herşeyin bir usulü var.yaptığı iyi şeylerden bahsetmemişsin.belkide farketmedin.zaten gaye de bu farkettirmeden yapmak.RTE dediğin adam geldiğinde imam hatip liselerinde kuran dersi dışında başörtüsüyle durmak yasaktı.geldi.şimdi ne oldu.imam hatipi geçtik üniversitede yasağı kaldırmanın kapısına dayandık.şimdi yüzsüzlük edip diyeceksin.onların yüzünden sonsuza kadar yasaklandı.derim ki bu yasaklanma onlaın iradesi dışında gerçekleşmiştir.onlar izin veren kanunu çıkararak kendilerine düşen görevin o anki kısmını yapmışlardır.

peki başka bir siyasetçi varmıydı bu yasayı çıkarabilen.hayır.

 

 

ebede kadar yasaklatma mevzuuna gelince.o işin mühendisi erbakan. o kadar bangır bangır bağırmasa bugün akp bu kadar baskı altında olmazdı.ve ülke çok daha iyi yerlerde olurdu.

 

artık hakikati gizlemeye çalışmayın.siz abdulhamid devrinde olsanız.şeriat isterüz diye ayaklananlar arasında baş köşeyi alarak şeriata en büyük zararı verirdiniz.şimdi yaptığınız gibi.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...