Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
ÇIĞ

Ali Şerıatı "kevir'den"

Recommended Posts

Gözleri bulut rengindeydi, yok, melekût rengindeydi, atmosfer, kurşuni ilksizlik sabahı rengindeydi, ruh... Rengindeydi. Haaa! Anladım; gözleri tümüyle ruh rengindeydi, ruh ne renktedir? Ruh mu? Bilmeyecek ne var?

Ruh tümden ne renktedir, ne renktedir... Onun gözleri rengindedir.

Buğu ne renktedir? Onun gözleri renginde değil midir? Gözleriyle düş kuruyor, gözleriyle düşünüyor gibiydi, gözlerinin bir yerler gördüğünü sanmıyorum.

 

 

Ben şimdi düşlemimde bir odağa dalmışım, gözlerim durgun bir delinin gözleri gibi gizemli bir korku içinde göremez olmuş, kıpırdamaz olmuş, açılıp kapanmayı unutmuştur.

Yanılmayasınız, bunlar birilerine ilişkin söyleyerek duymasını istemediğimiz sözlerden değildir, yok, bunlar bir şey değil, buna benzer söz çoktur, çok da değersizdir, herkesin böyle sözleri olur, birilerine, bir seslenilene söylenecek sözlerden söz ediyoruz biz, ondan başkasına söylenemeyecek, ondan başkasına söylenememesi gereken, bununla birlikte onunda

duymaması gereken sözler, yüce, güzel tatlı sözler bunlardır, seslenilenin bile namahrem olduğu sözler!

 

Bu nasıl söz? Bu nasıl seslenilen?

Bulunmadıklarında bulunduklarından daha çok "var olan" kimseler! Yer yer duymamaları gereken sözlerin seslenileni olan kimseler bunlardır işte, kendileriyle hep konuşur durumda olduğunuz kimseler bunlardır, güzel sözlerimizi de bunlara söyleriz hep, duymalarını istemediğimiz sözleri, hep yazıp ta göndermediğimiz mektupları da bunlara yazarız.

Özgün sözler, "duyulmak" için söylenen sözler değildir, "söylenmek" için söylenen sözlerdir. Özgün yazılar "okunmak" için yazılan yazılar değildir, "yazılmak" için yazılan yazılardır.

 

Kuşlara benzer duygular. Nereden gelir bilinmez. Kâh çığlık çığlıktır, kâh sesleri işitilmez. Bağrında güneşler tutuşmuyorsa selamlayıp geçerler seni. Kuşlar soğuk iklimi sevmez.

Aşk sevenin içinde varolan bir güçtür. Kendisini sevgiliye çeker. Oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. Seveni sevilene götürür. Aşk, sevgiliye egemenliktir. Oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.

 

Birden içime şu korkunç soru düşüvermişti: "Ben hangiyim?"

Ruhunun bu kaygıyı duyumsayabilecek oranda büyük, geniş olduğunu düşünüyorum. Kişinin kendini kendi içinde yitirmesinden daha korkunç ne olabilir? Kişinin kendi içinde... ne desem?.. Kendisiyle iç içe olmuş, kendilerini kendisi gibi göstermiş... Yabancılar olmasından daha büyük bir yıpranış olabilir mi? Şimdi ben kim olduğumu bilmiyorum... ne korkunç!

 

İçine bir yeraltı su geçidi gerek senin

İğretilere kapın açılmasın diye senin

Evin içinde bulunan bir su testisi bile

Dıştan gelen bir ırmaktan iyi senin için

Çok ilginç! O var iken görmüyordum, o çağırıyor iken işitmiyordum... Ben görmeye başladığımda o yoktu... Ben işitmeye başladığımda o çağırmıyordu... Soğuk, duru bir pınar, senin karşında coşmakta, çağırmakta, inlemekteyken, sende suyun değil, ateşin susuzluğunu çekiyor iken, pınarın kurumasıyla birlikte, pınarın, senin susuzluğunu çektiğin o ateşten boşalıp buğulaşarak boşluğa uçmasıyla birlikte böylece ateşin, çöle saldırarak onu kendi içerisinde eritmesiyle, yerden ateş bitip, gökten ateş yağmasıyla birlikte senin ateşin değil suyun susuzluğunu çekmeye başlaman, sonra da varoldukça senin yokluğunun üzüntüsüyle eriyen kimsenin yokluğunun üzüntüsüyle bir yaşam boyu erimen ne üzücüdür!

 

"Var olmak", dar, karanlık bir hücredir; kapısı ölüm, penceresi yaşamdır, pencerelerini bulmamış olanlar ya da yalnız "var olmak"la yetinecek ölçüde "az" olanlar ile bu "az olmak" tan biraz çok olmaları ya da çok duruma gelenler intiharın kurtarıcı yardımıyla, kapıyı açar, kurtuluşa doğru kaçarlar.

 

"İnsan" olma "bilme" ile gerçekleşmektedir. Bunun en yüce belirginliği de kendini bilmedir. "Kendini bilme "ne rastlantısal olarak, ne de daha önceki bir kararlaştırma ile ve ne de gaybi ilham, kalbi duyumsama veya iç ışıması ile olur. Başkası (L'autrui) ile yürüttüğü ilişkilerinden yola çıkarak insan, "ben" (Lemoi)e ulaşmaktadır. "Başka" olanı tanımakla ve duyumsamakla "kendisi"ni keşfetmektedir.

 

 

 

 

 

************

 

 

 

 

Bu

 

kitap,

Sartre'ın deyimiyle

şiir

sözcüğün Farsça anlamıyla da

gazel

yaralı bir göğsün

göğüs kanamaları

ile

çölsel bir ruh un

dağınık yakarmaları ıdır.

Bu çöl,

benim dünyam

olduğu gibi benim yüreğimdir dir

 

de...

benim yabancı kendim

benim tutuşmuş ekinsiz yaşantım...

özetle benim yaşamöykümdür.

Bu "varlık"ın susuz, gizemli, eriyen, bekleyen,üzülen... çölüdür.

Bu sözlerin okuyucusunun,

kendisini

"seslenilen" olarak

 

düşünmemesi gerekiyor.

Bu sözler seslenilensizdir.

Onların "görücüsü", "arayıcısı" olması gerekiyor.

Sözcükler ve kavramları

"okuma"ması gerekiyor.

"Cümleleşmiş",

"sözcükleşmiş" anlamları,

duyguları "duyumsaması",

 

 

"tatması", "koklaması" gerekiyor.

Bir "mektub"u "okuduğu" gibi değil,

bir "serüven"i gördüğü gibi...

okuması gerekiyor.

 

Birden içime şu korkunç soru düşüvermişti: "Ben hangiyim?"

Ruhunun bu kaygıyı duyumsayabilecek

 

oranda büyük, geniş olduğunu düşünüyorum. Kişinin kendini kendi içinde

yitirmesinden daha korkunç ne olabilir? Kişinin kendi içinde...ne desem?..kendisiyle iç içe olmuş, kendilerini kendisi gibi göstermiş...yabancılar olmasından daha büyük

 

bir yıpranış olabilir mi? Şimdi ben kim olduğumu bilmiyorum...ne korkunç!

 

 

 

 

**************

 

 

 

 

 

 

aşk, görme engelli bir coşku, görmezlikten kaynaklanan bir bağdır. oysa sevgi, bilinçlice bir bağ; apaçık, duru bir görmenin sonucudur. aşk genellikle içgüdüden su içer, içgüdüden kaynaklanmayan başka bütün olgular değersizdir. oysa sevgi ruhun içinden doğar, bir ruhun yükselebileceği bütün yerlere, sevgi de onunla birlikte doruğa tırmanır.

 

aşk, gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renklerde gözlenmekte olup, ortak nitelik, durum ve görünümler taşır. oysa sevgi her ruhta kendine özgü bir albeni taşır. ruhun kendisinden rengini alır. ruhlar da içgüdülerin tersine kendilerine özgü ayrı ayrı renk,tırmanış, boyut, tat ve kokular taşıdığından; ruhların sayısınca sevgiler olduğu söylenebilir.

 

aşk, kimlikle ilişkisiz değildir. dönemlerin ve yılların ilerleyişinden etkilenir. oysa sevgi; yaş, zaman ve kişiliğin ötesinde yaşar. onun yüksek yuvasına günün, çağın eli yetişmez.

 

aşk, her renkte, her düzeyde, somut güzellikle bağlantılıdır. schopenhauer'ın deyişiyle: "sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin." oysa sevgi, ruhun içine öyle bir dalgınlıkla dalar; ruhun güzelliklerine öyle tutulup kendinden geçer; somut güzellikleri bambaşka bir biçimde görür. aşk; tufan, dalga, coşku niteliklidir. oysa sevgi durgun, dayanıklı, ağırbaşlı, arılıkla dolup taşar bir durumdadır.

 

aşk, uzaklık ve yakınlığa göre değişir. uzaklık uzun sürecek olursa azalır. ilişki sürecek olursa değerini yitirir. ancak korku, umut, sarsıntı ve acı çekmenin yanı sıra "görüşüm-uzaklaşım"la diri, güçlü olarak kalabilir. oysa sevgi bu durumları bilmez. dünyası başka bir dünyadır.

 

aşk, bir yönlü bir coşkudur. sevgilinin kim olduğunu düşünmez. "öznel bir özcoşu"dur. işte bu yüzden hep yanlışlık yapar. seçimle hızla sürçer. ya da hep bir yönlü kalır. yine de yer yer benzeşmeyen iki yabancının arasında bir aşk kıvılcımlanır, olay karanlıklar içinde geçip birbirlerini görmedikleri için ancak bu yıldırımın düşüşünden sonra onun ışığında birbirlerini görebilirler.

 

oysa sevgi aydınlıkta kök salar. ışığın gölgesinde yeşerir; büyür. işte bu yüzen hep tanışıklıktan sonra ortaya çıkar. gerçekte başlangıçta, iki ruh birbirinin yüzünde tanıma çizgilerini okur. "biz" oluşları ise "tanışım"dan sonra olur, iki ruh, iki kişi değil daha sonraları; birbirlerinin söz, davranış ve konuşma biçiminden yakınlığın tadını, yakınlığın kokusunu, yakınlığın sıcaklığını duyumsarlar. işte bu konaktan sonra birden, iki yoldaş kendiliklerinden sevginin uçsuz bucaksız çölüne ulaştıklarını, sevginin karartısız açık göğünün başlarının

 

üzerinde sere serpe serilmiş olduğunu, "inanış"ın aydın, arı içtenlikli ufuklarının kendilerine açıldığını, tatlı okşayıcı bir esintinin hep başka göklerin, başka ülkelerin yepyeni esinlerinin iletileri ve başka bahçelerin güzel, gizemli çiçeklerinin kokularının birlikteliğinde oyuncu, tatlı, şen bir sevgi ve albeniyle kendisini hep bu ikisinin yüzüne, başına vurduğunu... kendi gözleriyle görürler.

 

aşk, çılgınlıktır. çılgınlık ise "anlayış" ile "düşünüş"ün bozulmuşluk ve yıpranmışlığından başka bir şey değildir. oysa sevgi tırmanışının doruğunda, beyin ötesini aşar, anlamayı ve düşünmeyi de yerden çekip, doğuşun yüksek doruğuna götürür.

 

aşk, sevgilide içinin çektiği güzellikleri yaratır. oysa sevgi, içinin çektiği güzellikleri sevgilide görür, bulur.

 

aşk, büyük güçlü bir kandırmacadır. oysa sevgi; sonsuz, salt, dosdoğru, içten bir doğruluktur.

 

aşk, denizin içinde boğulmaktır. oysa sevgi, denizin içinde yüzmektir.

 

aşk, görme duyumunu alır, oysa sevgi, verir.

 

aşk, kabadır, şiddetlidir. bununla birlikte dayanıksız, güvensizdir. oysa sevgi, tatlıdır, yumuşaktır. bunun yanı sıra dayanıklı, güven içindedir.

 

aşk hep kuşkuyla bulunur. oysa sevgi, baştan başa kesin inançlıdır. kuşkuya yer vermez. aşktan içtikçe kanarız, sevgiden içtikçe susarız. aşk korundukça eskir. oysa sevgi yenilenir.

 

aşk, sevenin içinde varolan bir güçtür. kendisini sevgiliye çeker. oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. seveni sevilene götürür. aşk, sevgiliye egemenliktir. oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.

 

aşk, onun baskısı altında kalabilmek için sevgiliyi belirsiz, kimliksiz olarak ister. aşk, kişinin bencilliği ile alım-satımsal, hayvansal ruhun bir çekiciliğidir. kendisi kendi kötülüğünün bilincinde olduğu için de onu bir başkasında görünce ondan nefret eder, ona kin besler. oysa sevgi, sevileni sevgili, değerli olarak ister.bütün gönüllerin de kendisinin sevdiği için beslediğini , beslemelerini diler. sevgi, kişinin Tanrısal ruhu ve Ahurasal doğasının bir çekiciliğidir. kendisi kendi doğaötesi kutsallığını görebildiği için onu bir başkasında görünce onu da sever. kendisine tanış, yakın bulur.

 

aşkta, rakip sevilmez. oysa sevgide, "köyünün tutkunlarını kendi özleri gibi severler." kıskançlık aşkın özelliğidir. aşk, sevgiliyi kendi lokması olarak görür. bir başkası onun elinden kapmasın diye hep acılar içinde kıvranır durur. kapması durumunda ise ikisine de düşmanlık beslemeye başlar. sevgiliden nefret edilir.

 

sevgi ise inançtır. inanç ise salt bir ruhtur. sınırsız bir sonsuzluktur. bu gezegenin türlerinden değildir.

 

aşk, doğanın kementidir. doğadan almış olduklarını kendi elleriyle geri verip; ölümün aldıklarını aşkın oyunlarıyla ellerinden bıraksınlar diye başkaldıranları yakalar. oysa sevgi, kişinin doğanın gözlerinden uzak, kendi yarattığı, kendi ulaştığı, kendi "seçtiği", bir aştır. aşk, içgüdünün tuzağında tutsak olmaktır. oysa sevgi, isteklerin baskısından kurtulmaktır. aşk, bedenin görevlisidir. oysa sevgi, ruhun elçisidir. aşk, kişinin yaşama dalıp güncel yaşamla oyalanmasına yönelik büyük, aşırı bir "bilinçsizlendirim"dir. oysa sevgi, yabancılıktan dolayı yabansıllıktan doğma, kişinin bu pis, gereksiz yabancı pazar içerisindeki, korkunç özbilincidir.

 

aşk, tat aramaktır. oysa sevgi, sığınak aramaktır. aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. oysa sevgi, "yabancı bir ülkede dildaş bulmak"tır.

 

aşkın yer değiştirdiği olur. soğuduğu olur. yaktığı olur. oysa sevgi; yerinden, sevdiğinin yanından kalkmaz. soğumaz, kızgın değil; yakmaz, yakıcı değil.

 

aşk, kendinden yanadır. bencildir, kendisi için ister. kıskançtır. sevgiliye tapar, onu kendi için över. oysa sevgi, sevilenden yanadır, sevilencildir. sevgili için ister.

 

kendini sevdiği kişi için ister. onu onun için sever. kendisi ortada değildir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

... 'o' bir şehid, 'o' bir şahid! buyrun vaktinde etmiş olduğu bu duaya bizlerde 'amin' diyelim..

 

'Ey güçlü Rabbim!

Senin ayetlerine küfredenler, senin peygamberlerini yalanlayıp haksız yere öldürenler ve adalet, eşitlik istemek için ayaklanan kullarını öldürenler hâlâ yeryüzünde egemendirler. Müjdelediğin azabı onlara ulaştır!!' (amin)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allahü Teâlâ'yı puta benzeten Ali Şeriati

Konu: İranlı sosyolog, İslamcı, sözde mücahit, bazılarının öve öve bitiremedikleri, göklere çıkarttıkları Dr. Ali Şeriati'nin bir kitabındaki çok vahim bir yanlış hakkındadır.

 

Kitabın ismi, "Muhammed'i Tanıyalım" (İslâm Nedir-III) Ankara 1988.

 

Kitabın Farsça orijinalinin adı "İslam Şinasi Meşhed-III"

 

Yukarıda adı verilen kitabın 151'inci sayfasının 2'nci paragrafını aynen aşağıya alıyorum:

 

"Allah gerçek bir "Janus" (78). İki çehreli Allah! Yahova çehresi, Teus çehresi, iki seçkin ve çelişik sıfatı! "Kahhar" ve "Rahman". Yahova gibi "müntegem" (intikamcı), "müstebit", cebbar, mütekebbir ve "şedidül-ikab", "kibriya arşı"na yaslanmış, melekût örtüleriyle örtülü, yeri, "ötede ve her şeyin üzerinde", alttaysa mutlak saltanatı söz konusudur. Aynı halde Teus gibi "Rahman", "Rahim", "Rauf", "Gafur" (79)dur. Yeryüzüne inerek insanla, topraktan olan "Halifesi, akrabası"yla dostluk bağı kuruyor. Onu "kendi yüzüne benzer" bir yüzle gösteriyor. Onu kendine benzer yaratacağı müjdesiyle müjdeliyor. Öylesine insanla samimi ve dost oluyor ki ona "şah damarından daha yakın olduğunu açıklıyor... Not: (78) Janus, Yunanın iki çehreli tanrısıdır. Geçmiş ve geleceği bilen."

 

Ali Şeriati "Allah gerçek bir Janus..." diyor. Yani kemal sıfatlarla sıfatlı, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allahü Teala'yı iki çehresi olan bir Roma putuna benzetiyor.

 

Öyle bir benzetiş ki, başına gerçek sıfatını ilave ediyor. Yani mecazi manada bir benzetiş değil, te'vili yok...

 

Ehl-i Sünnete göre, Allahü Teala'nın on dört sıfatından biri "Muhalefetün lilhavadis"tir. Yani Allahü Teala yaratılmışlardan, Kendisi dışındaki varlıklardan hiçbirine benzemez.

 

Allahü Teala'nın benzeri, eşi, ortağı, naziri, oğlu, kızı yoktur.

 

Ali Şeriati'nin yukarıya aldığım paragrafındaki, Allahü Teala'yı bir puta benzetme zındıklığını Tevhide inanan hiçbir Müslüman kabul etmez. Ehl-i Sünnetten olsun, Şia'dan olsun, başka bir mezhepten olsun...

 

Allahü Teala'yı bir puta benzetmek, bir Müslümanın yapacağı iş değildir.

 

Ali Şeriati'nin "İslam Şinasi" kitabı yayınlandığı vakit, İran'daki ve Irak'taki Şii ulemadan nicesi onun bu gibi bozuk fikirlerine karşı çıkmıştı.

 

Türkiye'deki bazı İslamcılar Ali Şeriati'yi neredeyse kutsal bir mücahit, örnek alınacak ve idealize edilecek büyük bir model haline getirmişlerdir.

 

Ortada gerçekten üzücü, şaşırtıcı, kahredici bir durum vardır. Adam Allahü Teala'yı bir puta benzetiyor, benzetirken de "gerçek" sıfatını kullanarak parmağını gözümüze sokuyor ve birtakım Müslüman kardeşlerimiz, onu büyük ve örnek bir Müslüman, bir mücahit, bir aydınlatıcı, peşinden gidilecek bir fikir önderi olarak görüyor ve gösteriyor.

 

Ali Şeriati'nin Türkçeye tercüme edilen kitaplarında (abartmıyorum) binlerce dinî hata bulunmaktadır. Bunların bir kısmı tercüme edilirken çıkartılmaktadır, yukarıda aldığım paragrafı herhalde sakıncalı görmediler ki, çıkartmamışlar.

 

Ortada hem Ehl-i Sünnet ve hem de Şia açısından utanç ve hacalet verici bir manzara vardır.

 

1. Ehl-i Sünnet, İslamcı literatürdeki bu gibi fahiş, küfre götürücü yanlışları görmüyor. Bunları red, cerh ve tekzip etmiyor.

 

2. Bir kısım Şia ise, Allahü Teala Hazretlerini bir puta benzeten bu eserleri İslamî yayın diye sergiliyor.

 

Diyanet İşleri Başkanlığının kontrolü altındaki büyük yayınevlerinde Ali Şeriati'nin kitapları peynir ekmek gibi satılıyor. Ortada iki şık var:

 

1. Ya Diyanet sattığı kitapları kontrol etmiyor,

 

2. Yahut Ali Şeriati'yi İslamcı bir yazar kabul ediyor ve kitaplarını satmakta bir sakınca görmüyor.

 

Ali Şeriati konusunda son derece müsamahakâr olan Diyanet, Hatemü'l-fukaha ve Fahrü'l-muhaddisîn merhum Ahmed Davutoğlu Hoca'nın "Din Tahripçileri" adlı kitabını raflarında bulundurup satmıyor. Çünkü bu kitapta, kendisini müctehid ilan etmiş Prof. Hayrettin Karaman'a yöneltilmiş çok haklı ve uyarıcı tenkitler vardır.

 

"Allah gerçek bir Janus..." ibaresi acaba kitabın Farsça orijinalinde yok da, Türkçe tercümesinde mi sokuşturuldu, sorusuna şu cevabı veririm:

 

Bendenizde kitabın Farsça orijinalinin o sayfası var, "Allah yek Canus-i hakiki est! Hüdai ba du çehre..." (.% 82)..." diyor. Tercümeye lüzum yok. Hakiki kelimesini biz de kullanıyoruz.

 

Ali Şeriati'nin hayranları, bu gibi tenkitleri insaf ve adaletle karşılamıyor, yöneltenlere hakaret ediyorlar.

 

"O bir mücahittir... O bir şehittir..." diyorlar. Yahu mücahit ve şehit olmak, İslam'ın sahih Tevhid akidesine aykırı küfür sözleri söylemeye hak kazandırır mı?..

 

Diyanet İşleri Başkanlığı Fetva Heyeti, Ali Şeriati'nin "İslam Şinasi=Muhammed'i Tanıyalım" kitabının Türkçe tercümesinin 1988 tarihli baskısının 151'inci sayfasındaki "Allah gerçek bir Janus..." sözü hakkında Türkiye Müslümanlarını aydınlatmalıdır. Bir Müslüman, bir muvahhid böyle bir söz söyleyebilir mi? Söylerse ona ne lazım gelir? Bu söz bir küfür sözü değil midir? Hiçbir şeye benzemeyen Allahü Teala hazretlerini bir Roma putuna benzetmek büyük bir sapıklık değil midir? Müslümanların böyle kitapları okumaları caiz midir?

 

İmkânım olsa, Caferî ulemasına da bu konuda (saygıda kusur etmeksizin) sorular yöneltmek isterim. Şiî-Caferî mezhebine göre, Allahü Teala'ya "gerçek bir Janus" demek caiz midir?.. Sanırım ki, onlar da kesinlikle caiz olmadığını beyan edeceklerdir.

 

Diyanet İşleri Başkanlığı, acaba tenezzül buyurup soruma cevap lütfedecek midir? Ederlerse bu sütunlarda yayınlayarak halkımıza duyuracağım.

 

"Muhammed'i Tanıyalım" kitabının bir özelliği de şu: Kitapta Resulullah Efendimizin ismi yüzlerce defa geçiyor, bir keresinde bile başına "Hazret-i" konmamış, yine bir kere bile salât u selam getirilmemiştir. Resulullah Efendimize salât ve selam getirmek farzdır. Zamanımızda nice inançsızlar bile, Efendimizin ismini yalın olarak kullanmıyorlar, başına Hz. koyuyorlar.

 

(Teşekkür: Ali Şeriati'nin İslam Şinasi adlı kitabının, içinde yukarıda bahis konusu edilen vahim ve fahiş yanlış bulunan sayfasının fotokopisini lütf edip gönderen Dr. Rashaad bey dostumuza teşekkür ediyorum...)

 

14 Şubat 2011 / Mehmet Şevket Eygi/ Milli Gazete

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaşlar bu Janus sizin bildiğiniz januslara benzemiyor. Bakınız aşağıdaki arkadaş Eygi Hocamıza ne hoş, ne tatmin edici bir reddiye yazmış. Bunları bilmek lazım, Şeriati'yi tekfir eden "din mafyası"ndan olmamak lazım. Bu arada orijinal bir tabirmiş. Evet bunu sevdim, evet din mafyasıyız! Ve bu gibi adamları da her zaman avlayacağız. Ever avcıları da avlayan avcılar vardır. Rabbim ehl-i süünnet kaleleri başımızdan eksik etmesin. Buyrun okuyun.

 

"Din Mafyası" Şeriati'ye Saldırmaya Devam Ediyor

 

“Müslümanlar kendi aralarında Kur'an'ın ve Resulullah'ın ortaya koyduğu hukukla bir ilişki geliştirirler. Kendilerini bu hukuka bağlı hissetmeyen ve sadece ellerindeki gücü/kafa sayısını/imkanları kullanarak insanlar üzerinde egemenlik kurmaya çalışan güç odakları da İslami kesimin derin devletidir. Geleneğimizde "İlim ahlakı" olarak ta tanımlanan hukuku hiçe sayarak kendilerinden farklı düşünen başka Müslümanları "sapık" "ajan" "yeşil komünist" vb. yaftalamalarla insanlar gözünde küçük düşürmeye, karalama kampanyaları düzenlemeyi mübah gören bu mafyatik yapılanmalar her alanda otoritelerini hissetirirler”. Demiştik “İçimizdeki Ergenekonlarla Ne Zaman Yüzleşeceğiz?” başlıklı makalemizde…

 

Gelin görün ki içimizdeki ergenekonlar din üzerinden para mal makam kadın ve servet sahibi olanlar ,Yeşil saraylarında göbeklerini büyütüp ona buna din satanlar dinin de mafyasını kurdular. Din mafyası da kendisine göre egemenlik bölgeleri ilan edip haraç aldığı korkuttuğu sindirdiği bölgeye adım atan herkesi yok etmeye karalamaya alışıktır. Din Mafyasının şiisi, sünnisi ve daha sıralanabilecek envai çeşidi vardır…

Mafya ahlaktan değil güçten beslendiği için her ne kadar ahlak satsa da kendisinde bu özellikten bir nebze bile yoktur…

 

Bu ümmetin derdiyle dertlenen evlatlarına sabah akşam yatıp kalkıp hakaret iftira ve karalama yapmayı ibadet zanneden bu cehalet çetelerinin hedeflerinden birisi de Doktor Ali Şeriati…

 

Kendi ülkesindeki Din mafyalarından çok çeken Şeriati vefatının üzerinden yıllar geçmesine rağmen halen boy hedefi haline getiriliyor. Merhumun düşüncelerini analiz edip seviyeli bir eleştiri getirmekten aciz olan mafya babaları ve kalemşörleri ancak iftira ve çarpıtmayla “gözden düşürme” yöntemine sımsıkı sarılmışlar…

Bunlardan iki örnek verelim…

Birisi Kanlı Cuma olarak bilinen olayın azmettiricisi Mehmed Şevki Eygi…

Ülkesine gelen ABD’nin 6. Filo gemisini protesto eden gençlere karşı kitleleri saldırmaya çağıran bu beyefendi, Ehl-i Kitap(!) Amerika’nın safında yer almaktan utanır mı bilmeyiz ama, yazılarında kışkırtıcı ve azmettirici görevine devam ettiğini söyleyebiliriz.

 

ALLAH PUT DEĞİL AMA…

 

Eygi bir makalesinde Dr. Şeriati’yi ele almış…

Bakınız Bay Eygi ne diyor: “Bundan yirmi beş sene kadar önce Şeriatî’nin meşhur ve hacimli kitabı İslam Şinasî’nin Türkçe tercümesini okurken, bir sayfasında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Yazar aynen şöyle diyordu: “Allah gerçek bir Janus’tur...” Janus’un mânası nedir? Ansiklopedilere bakınca, bunun iki çehreli bir Roma putunun adı olduğunu öğreniyordunuz. Bir Müslüman Yüce Allah’ı nasıl olur da bir puta benzetebilirdi? Üstelik de “gerçek Janus” diyor. Yani tevili mevili yok”

Bayımız, Şeriati’yi anlamadığı, biraz dahi olsun Dinler tarihi ve mitoloji’deki sembolik dili de bilmediği için Şeriati’nin iki ciltlik kitabından cımbızla bir cümle çekip onu küçük düşürebileceğini sanıyor. Aslında Eygi’nin bu gayri ciddi ve saygısız tutumu Şeriati’den çok kendi okuyucusuna…

 

Eygi okuyucusunu koyun yerine koyup aptal muamelesi yapıyor…

Oysa aklı başında herkes bir yazarın tek bir cümle ile itikadı bozuk, zındık,dinsiz vb. şeylerle itham edilemeyeceğini bilir. Aklı başında herkes aha da buldum işte! Naraları atmak yerine ne demek istedi? Diyerek sakince araştırmaya devam eder…

Şeriati Dinler tarihi ve mitoloji üzerine çalışan öğrencilerine yine Dinler Tarihinin dili ve sembolleriyle ve teşbihlerle İslam’daki Allah tasavvurunu anlatmaktadır. Konuşmasının başında Yahudiliğin Tanrı tasavvurunun merhametten yoksun ve sadece “adalet”i içeren bir tasavvur olduğunu Hristiyanlığın Tanrı tasavvurunun ise adalet içermeyen ve sadece “merhamet” içerikli bir tasavvur olduğunu uzun uzun uzadıya anlattıktan sonra İslam’ın Tanrı tasavvurunun hem Merhamet/Rahmet hem de Adaleti içeren iki yönlü dengeli bir tasavvur olduğunu ifade eder. Roma mitolojisinde “Janus” olarak İki Başlı/İki yönlü olarak sembolize edilen Dengeli merhametli ve adaletli Tanrı tasavvuru ile İslam’ın merhametli ve adaletli Tanrı tasavvurunun ise Dinler tarihi açısından benzerlik teşkil ettiğini bir Dinler tarihçisi olarak tespit eder. Eygi’nin seviyesi bu Dinler tarihi analizini algılayabilir mi bilmiyoruz ama durum bundan ibarettir. Yoksa Hacc’ı, Dine Karşı Din’i yazan birinin aksini söylemesi muhaldir…

 

CÜBBELİ: NERELERE GİDEYİM BEN YAV!

 

Milli Gazete Yazarı Eygi bunları yazar da minberler susar mı? Janus Manus Gavurca bir laf! diyerek homurdanan bir Molla Kasım var karşımızda...

Bir tane bile Ali Şeriati kitabı okuduğuna inanmadığım Cübbeli(?) Ahmet Ünlü isimli bir vaiz de Eygi’nin iftiralarını tekrarlıyor.

“Büyük Dinsiz” Ali Şeriati’yi övdüğü için önce Sibel Eraslan’a çatıyor fitneci ilan ediveriyor ardından da “nerelere gideyim ben yav!” diye feryat ederek Minber Showunu sonlandırıyor…

 

Bakınız: http://www.videoislami.com/view/4400/al-erat-hakkinda

 

Hadi bir zındıklık ta ben işleyeyim de İncil de bir ayet nakledeyim:

Vay halinize ey din bilginleri ve Ferisiler, ikiyüzlüler! Cennetin kapısını insanların yüzüne kapıyorsunuz; ne kendiniz içeri giriyor, ne de girmek isteyenleri bırakıyorsunuz! (Matta 23:13-14)

 

Bülent Şahin ERDEĞER

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aslen şiî olup şiîlerin bile tasvip etmediği Ali Şeriatî diye biri var. Birileri, Peygamberimiz örnek olarak yetmezmiş gibi onu örnek bir şahsiyet gibi göstererek, müslüman gençlerin zihinlerini onun bozuk fikirleriyle doldurmak peşinde. Bu gayretkeşlerden biri de malesef Mustafa İslamoğlu…

Allayıp pullayarak gençlere sundukları Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e bile hakaret eden bir zındık. Bu yazımızda, onu kendi sözleriyle daha yakından tanıtacağız. Tanınmalı ve hangi derekelerde olduğu bilinmeli ki, onu yüceltenler de tanınmış ve bilinmiş olsun.

Şeriatî’nin MUHAMMED KİMDİR isimli kitabına bakıyoruz. Görelim bakalım, Mustafa İslamoğlu’nun öve öve bitiremediği bu mahlûk, İslâm büyükleri hakkında neler yazmış. Başlıyoruz. Bismillah:

1- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in diliyle övülen ve ashabın en büyüğü olan Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (Radıyallahü anhüm) hakkındaki iftiraları şöyle:

“Ebûbekir… ihtiyar, yumuşak, her işi basite alan birisidir. Tehlike dolu toplumsal, siyasal mesuliyet, böyle bir ruhsal yapıyla bağdaşmaktan daha ciddi ve önemlidir.”

“Ömer… yenilikçilik özelliği yoktu… düşünce açısından zayıftı… itikadî ve fikrî bir mevzu sözkonusu olduğunda çok güçsüz görülüyordu. Kendisi de devamlı düşünsel alandaki hatalarını itiraf ediyordu.” (s: 317)

Osman… görüş açısı dünya görüşü dar ve zayıf birisidir. Peygamberle yaptığı işbirliği sırasında kimse onun en ufak bir üstün ve fevkalâde iş yaptığını görmemiştir. İslâm’ın öz ruhunu, derinliğini, sınıfsal yönelimini hissedememiştir. İslâm’ı, “şiarlar” ve İslâm rehberini “şiarları yücelten”den başka bir şey olarak niteleyemiyordu. Servet ve süse, kavmine ve kendine düşkünlüğü, büyüklere ve altına, güç ve kan sahiplerine saygıda bulunma, onun ruhunda o kadar güçlüdür ki, onun ahlâkî bağı, İslâm’dan daha çok cahiliyeye yakın ve iç içedir. En büyük tehlike, tehlikeli ve güçlü Beni Ümeyye hanedanına mensup oluşudur. Kuşkusuz O’nun böyle bir ruhsal yapı ve görüş açısıyla, bu uyanık, layık İslâm maskesi takmış güçlü düşmanların elinde bir “sadık uygulayıcı”dan başka bir konumu olmayacaktır. (s: 318)

2- Bir gurup ashabı Hazreti Ali (Radıyallahü anh) aleyhinde olmakla suçlayıp sonra Hazreti Ebûbekir (Radıyallahü anh) Efendimiz’e şöyle dil uzatıyor:

“…bu grupla Ebu Bekir’in cahiliyedeki özel ilişkisi tamamen belirgindir.”

“… Ebu Bekir bu gizli grubun seçkin şahsiyetidir.”

Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) güya arap köleleri serbest bırakmak için şöyle bir tavsiyede bulunmuş:

“Allah bize bir çok acem köle bağışladığı için, arabı köle olarak kullanmak gerekmez.”

Bu iftiradan sonra lafı dolandırarak, Hazreti Ebûbekir Efendimiz’i câhiliyenin eksik terbiyesiyle suçluyor:

“…bunlar gibi düşünce ve duygusundaki birçok zaaf noktaları, İslâm’dan öğrendiği üstün faziletlere karşılık, geçmişteki terbiye etkilerini hatırlatıyor.” (s: 321)

3- Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’a karşı gizli bir grup oluşturulduğunu anlattıktan sonra, bu hareket içinde olanları –ki bunlar başta Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) olmak üzere Aşere-i Mübeşşere’den olan zatlar oluyor- bu grubun tavrını şöyle ifade ediyor:

“Ali’ye karşı beslenen kinler.”

4- Sıra geliyor Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e dil uzatmaya. Güya Peygamberimiz Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’ın üstünlüğünü açıklamayıp susmuş:

“Muhammed’in Ali hakkındaki sükutu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır.”

Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i suçlamaya devam ediyor:

“Acaba Muhammed, ….Ali’yi kollamayacak mıdır? …sükutuyla …o acımasız tarihin eliyle paymal etmiyecek midir?”

“…nitekim öyle de oldu. Onu tarihte en kötü adam olarak tanıttılar.” (s: 322)

Bu da tarihe iftira. Tarihte Hz. Ali Efendimiz en kötü adam olarak mı tanıtıldı?

5- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) cennetlik olduğunu müjdelediği zat hakkında kullandığı ifadeye bakın:

Abdürrahman bin Avf …mal severliği süse düşkünlük huylarını, câhiliyeden kendisiyle birlikte taşımaktadır. “Menfaat” ile “hakikat” onun gözünde ayrılmaz bileşik ve birbirinden ayırt edilmez bir olgudur. (s: 323)

6- Meşhur Gadir Hum hadisesini anlatırken, tarihe iftira ediyor: “ashab Ali’ye biat etti” diyor. (s: 323)

Bu yalanı söylemekle farkında olmadan öyle bir açık veriyor ki, demeyin gitsin. Bi kere Gadir Hum hadisesi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) zamanında olmuştur. Peygamberimiz hayattayken Hz. Ali’ye biat edilmesi bahis mevzuu olur mu hiç!

7- Resulüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hastalığı anında sefere çıkmak üzere olan Üsâme ordusundan bahsederken şöyle diyor:

“Ebûbekir ile Ömer sıradan asker idi. Bu mesele onların ağrına gidip, açıkça Üsame’nin komutanlığına itirazda bulundular.” (s: 324)

Bu söz bir acem yalanı olup gerçek tamamen tersidir. Üsâme Hazretleri genç ve tecrübesiz olduğu için başka bir kumandan tayininin daha uygun olacağını söyleyenlere Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh); “Ben, Resûlüllah’ın tayin ettiği kişiyi kumandanlıktan alamam” diye cevap vermiştir. Hatta Hz. Üsâme at üzerinde olduğu halde kendisi yaya olarak onu Hazreti Resûlüllah’in tayin ettiği kumandan olarak uğurlamış, Üsâme (Radıyallahü anh) bundan sıkılıp ata onun binmesini isteyince de; “Allah yolunda birazcık da bizim ayağımız tozlansa ne olur” diye cevap vermiştir.

8- Vefatından önce herkese hakkını vermek isteyen Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle söylediğini yazıyor:

“Ey halk, kimin sırtına kırbaç vurmuşsam… kime küfür etmişsem…” (s: 329)

Hâşâ, Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i başkalarına küfür eden biri olarak gösteriyor.

9- Hazreti Ömer’in, Ashâb-ı kiramın diğerleri gibi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yolunda canını feda etmekten çekinmeyeceğini bütün müslümanlar bilir. Ama Ali Şeriatî, Peygamberimiz’in ömrünün son saatlerinde bir şeyler yazmak istemesi üzerine, Hz. Ömer’in Peygamberimiz hakkında şöyle söylediği iftirasını yapıyor: “Bu adam savsaklıyor.” (s: 333)

10- Bütün tarihlerin yazdıklarına göre, Peygamberimiz, başı Hz. Aişe validemiz’in göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etmiştir. Şeriatî ise tarihe yalan bir not düşerek bu son hali şöyle anlatıyor:

“Ali, Muhammed’in başını göğsü üzerine aldı.” (s: 336)

Görüldüğü gibi, kitap boyunca Hazret kelimesini kullanmamakta ısrar ediyor.

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Değerli okuyucular! Ali Şeriatî’nin bir de Hac isimli kitabı var. Bir de ona göz atalım.

Kitap, Ejder Okumuş tarafından tercüme edilmiş. Elimizdeki 2. baskı Şûrâ Yayınları’na ait. Nisan 2001…

4. sahifede “Yayıncının Notu” olarak şu cümleler göze çarpıyor:

“Bu kitap, Şehid Ali Şeriatî’nin bizzat gözden geçirip ilâveler yaptığı ve “Öğretmen Şehid Dr. Ali Şeriatî’nin Eserlerini Derleme Bürosu”nun külliyat arasında yayımladığı Farsça son Hacc baskısının tam çevirisidir.”

Demek ki neymiş? Ali Şeriatî bu kitabı bizzat kendisi gözden geçirmiş. Aşağıda madde madde verilecek bilgileri lütfen bunu bilerek değerlendiriniz.

1- Daha başta zehirini kusuyor. Diyor ki: “Ve yine biz, aynı yöntemle, İslâm mezhepleri arasında bir mukayese yapsak, İslâm dâhilinde bulunan Şia’yı, dinler arasında İslâm’ı nasıl görüyorsak öyle görürüz.” (s:

2- Şeriatî’nin, Hac hakkındaki şu ifadesine bilhassa dikkat: “Ve Hacc: Müslümanlar arasında her yıl tekrar edilen en çirkin, en mantıksız eylem!” (s: 9)

Bu söz üzerine biz de diyoruz ki, bu sözün sahibi en alçak en rezil insan…

3- Müslümanları şöyle suçluyor: “Kur’an’ı yok edememiş kapatmışlardır. “Kitab”ı “teberrük edici şey” haline getirmişlerdir.” (s:11)

Açıkça, müslümanları Kur’an’ı yok etmek için uğraşmakla suçluyor. Teberrük/bereketlenmek kötü bir şeymiş gibi, Kur’an’ı teberrük edilen şey haline getirmekle suçluyor.

4- Bakın hacda tavaf eden Müslümanlara nasıl hakaret ediyor:

“Yemenliler, saçları perişan ve pis, gözleri çökmüş, bellerine ip bağlamışlar, her biri mezardan çıkmış tıpkı bir hortlak gibi. Ve siyahlar; iri, uzun boylu ve kazık gibi, dudaklarını köpük bürümüş…” (s: 71)

Bu sözler, bir Müslümanın din kardeşleri hakkında söyleyeceği sözler olamaz. Onların görüntüleri böyle olsa bile bu ifadeler kullanılamaz. Öbür taraftan hacda, kötülükler görülmez, gizlenir, iyilikler anlatılır.

5- İmanî bakımdan uygun olmayan öyle benzetmeleri var ki, aşağıda da göreceğiniz gibi, bu teşbihlerin her biri en hafifinden insanın imanını sarsar. Yazının fazla uzamaması için bunları kısa değerlendirmelerle verelim:

a- Hacer Vâlidemiz’den câriye diye bahsederek şöyle diyor: “Allah, Afrikalı siyah bir câriyenin evinde.” (s:49) Allah, -hâşâ- Hz. Hacer’in evindeymiş.

“Allah, dünyanın kalbi, varlığın mihveridir.” (s:50) Allah –hâşâ- dünyanın kalbiymiş.

c) “Allah ve insanlar/topluluk bir cihette, bir saftalar.” (s:50) Allah –hâşâ- insanlarla aynı saftaymış.

d) “Allah’ın çevresinde tavaf yapıyorsun.” (s: 54) Kâbe’ye Allah diyor. Hâşâ! Tavaf Allah’ın çevresinde yapılıyormuş.

e) “Vay be! Bu tevhid …seni Allah’la diz dize oturtuyor. …Allah’ın benzeri olarak görüyor. “ (s:56) Allah’la diz dize oturmak, Allah’ın benzeri olmak… Bu benzetmelerin insanı ne hale getireceği ehlince malum.

f) “İlâhî özün, içinde, Allah’ın ruhu girdaptan doğup başını kaldırıyor. Nereden? Allah’ın elinin sağ elinin altından.” (s: 59)

Altı çizili yerlere dikkat. g) “.. sa’y et. Fakat çember çizerek değil, çembersel çaba, değirmen eşeğinin sa’yi gibidir, kısır döngüdür, sonuçta başa dönersin. Böyle bir şey, “abes”, “anlamsız”, içi boş daire, içeriksiz, hedefsiz: Tıpkı sıfır gibi.” (s: 67)

Sa’y ile tavafı karıştırıyor. Sa’y istense de zaten çembersel yapılamaz. Değirmen eşeğinin sa’yi gibi diye bir benzetme yapanın kendisi eşekten aşağı olmaz mı!

Kâbe’nin etrafında yapılan tavafı da sıfır olarak görüyor.

h) “Ey insan! “Allah’ın ruhu”! (s:80) Burada insana, “Allah’ın ruhu!” diye hitap ediyor.

i) “Ey hacı, yolun sonunda Allah seni beklemekte…” (s: 91) Bu söz de sâfî küfrî bir benzetme…

j) Müzdelife’den Mina’ya hareket edecek hacıları, yıkılmaz bir duvara benzettikten sonra şöyle diyor: “Bu çelik duvarı dünyada yıkabilecek hiçbir güç yoktur. İbrahim ve Muhammed dahi yıkamaz.” (s: 106)

Görüyor musunuz hâinliği!.. Böyle bir duvarı yıkmayı hedeflese hedeflese ancak kâfirler hedefler. İbrahim (Aleyhisselâm) ile Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i bu çelik duvarı yıkmak istiyor gibi gösteriyor. Bu çelik duvarı yıkma cürmünü Hz. İbrahim’e ve Peygamberimiz’e yüklemek ise, olsa olsa imansızlık alâmetidir.

k) “Ki sen, tek bir “varlık”sın: Kendi “mahiyet”ini kendin yaratmalısın.” (s: 112) Allah’a ait olan yaratmak kelimesini insana izafe ediyor.

l) “Savaş İbrahim’in içinde, Allah’la İsmail arasında savaş.” (s: 119) Eh, bu artık sapıklığın dik âlâsıdır.

m) “Hâtemül Enbiya dahi kendini korumasaydı sarsılabilir düşebilir, yaptıklarını heba edebilirdi. O bile şirkten masum değildir!” (s: 129)

Değerli okuyucular. Peygamberler hakkında bu ifade kullanılamaz. Çünkü peygamberler Allah tarafından korunmakta olup şirke düşmek şöyle dursun sıradan günah işlemekten bile uzaktırlar. Böyle sözler, ancak imansız ağızlardan çıkar.

6- Ali Şeriatî’nin cahilliklerine gelince:

a) Haccın başlangıcını zilhiccenin 9. günü olarak anlatıyor. (s: 79)

Halbuki hac, Zilhiccenin 8. günü başlar.

“Âdem doğduğu zaman” (s: 84) diyor

Hazreti Âdem doğmamış, topraktan yaratılmıştır… c) “Hacta ilk hareket Arafat’tan başlar” (s: 86) diyor.

Yanlıştır. Hac Mina’dan başlar.

d) Şeytan taşlamak için toplanacak taşları şöyle tarif ediyor: “Cevizden daha küçük, fıstıktan daha büyük” (s: 101)

Yanlıştır. Doğrusu şöyle: Nohuttan büyük, fındıktan küçük.

Milyonlarca hacı cevizden küçük taşlar toplasa Mina’da taş dağı meydana gelir.

f) “Demek Allah için insan kurban etmek yasak oluyordu. Oysa geçmişte bu, yaygın bir dinî gelenek ve ibadetti.” (s: 135)

Dinî gelenek derken hak dini kastetmektedir. Oysa hak dinde insan kurban etmek gibi bir gelenek ve ibadet yoktur.

g) “Şimdi her şey sona erdi. Nerede? Mina’da!” (s: 146)

Yanlış. Hac Mina’da bitmez. Çünkü daha ziyaret tavafı yapılacaktır.

h) “Bugün Zilhiccenin onu. Kurban Bayramı, Hacc sona erdi.” (s: 146)

Yanlıştır. Taşlama devam etmektedir.

i) “Bu üç günde (bayramın üç günü) Mina bölgesinden dışarı çıkmak yasak! Ka’be’yi tavaf için bile geceleyin dışarı çıkmaya hakkın yok.” (s: 147)

Bu da ancak zır câhillerin düşeceği bir yanlış. Böyle bir yasak yok.

7- Şeriatî’nin Hac kitabında bazı mübârek isimler geçiyor.

Meselâ:

Harun kelimesi 1 defa,

Peygamber kelimesi (Peygamberimiz kastedilerek) 3 defa,

Musa kelimesi 4 defa,

Ali kelimesi 5 defa,

Hüseyin kelimesi 6,

Hacer kelimesi 9 defa,

Muhammed kelimesi 10 defa,

Âdem kelimesi 21 defa,

İsmail kelimesi 90 defa,

İbrahim kelimesi 131 defa geçmektedir.

Buna rağmen hiç birini “Hazret” kelimesiyle anmıyor. Hiç birinde “Hazret” kelimesi veya “Aleyhisselâm” da yok…

Ali Eren

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaşlar bu Janus sizin bildiğiniz januslara benzemiyor. Bakınız aşağıdaki arkadaş Eygi Hocamıza ne hoş, ne tatmin edici bir reddiye yazmış. Bunları bilmek lazım, Şeriati'yi tekfir eden "din mafyası"ndan olmamak lazım. Bu arada orijinal bir tabirmiş. Evet bunu sevdim, evet din mafyasıyız! Ve bu gibi adamları da her zaman avlayacağız. Ever avcıları da avlayan avcılar vardır. Rabbim ehl-i süünnet kaleleri başımızdan eksik etmesin. Buyrun okuyun.

 

"Din Mafyası" Şeriati'ye Saldırmaya Devam Ediyor

 

“Müslümanlar kendi aralarında Kur'an'ın ve Resulullah'ın ortaya koyduğu hukukla bir ilişki geliştirirler. Kendilerini bu hukuka bağlı hissetmeyen ve sadece ellerindeki gücü/kafa sayısını/imkanları kullanarak insanlar üzerinde egemenlik kurmaya çalışan güç odakları da İslami kesimin derin devletidir.

 

...

 

Ben mi yanlış okuyorum yahu, bu ne tezat?

 

BKZ1

BKZ2

 

(Naklettiğim iletiye verdğim rep kasdi olmamıştır)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Sayın mütereddid rumuzunuzu bu denli benimsemiş olamazsınız. Şurada tezad nerede, tenakuza düştüğüm husus ne, bu bir çelişki midir? Bakınız hani sizin marijinal müslüman başlığından öykünüyorum, illa (!) kullanmak zorunda mıyım, sahi ironi diye bir kelime vardı. Bunu anlayamadan beni burada kendi kendisinin çelişiğinde boğulmuş bir ergen olarak mı yaftaladınız? Ben nerede ne yazdığımı, hangi prensiplere tabi olduğunu gayet iyi bilen biriyim. Şurada o asalak yazarın Janus'a nasıl bir kefen biçmeye çalıştığını, kendince güya Eygi Hocam'ı alt ettiğini sanan bir yazıyı paylaştım. Başına da ufak bir paragraf ilişitrdim.Tiye aldım, alaya aldım, kafaya aldım. Daha şerh etmemi ister misiniz?

 

Verdiğiniz linkler aleyhime bir delil teşkil etmemiştir.

 

Kasdi dediğiniz umarım kazara demek istediniz. Yoksa o rep'in manası hoşunuza gidersedirr, yani yazanla mutabaksınız demektir.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Mesele şimdi anlaşıldı.. İyi de güzel kardeşim, madem 'ironi'me 'öykün'dünüz, lutfen -bir lütuf olarak- rica ederim, düzgün öykününüz. Misal, ünlem güzel bir çözüm. He illa orjinal olsun derseniz, mezkur konudaki mesajlarımın birer çıktısını alıp incelediğinizde, rumuzumun kendi şahsına münhasır-özgün- taktik ve stratejilerini; nüans ve teferruatlarını -azıcık zor da olsa- farkedip onlardan faidelenebilirsiniz.

 

Bu arada rumuz -orjinaldir kendileri, taklitlerinden sakınınız.- demişken.. Ne münasebet efendim, o beni 'benimse'miştir.. Rica ederim.. Yakışmak, elbiseye yakışır, yaraşır; -bez parçasıdır, kullanılıp atılır- kabuğa yahut kabına göre şekil almak da su karakterine.. Elbiseye yakışmak da nesi.. Aşkolsun. Ha profilime kendi fotoğrafımı iliştirdiğim zannına varıp onu rumuzumla ilişkilendirdi iseniz -ki hak veririm, hakikaten örtüşüyor- mesele başka. Hoş görülebilir.

 

Son olarak.. Her ne kadar 'kazara' kullanmış bulunduğumu düşünseniz de, 'kasdi' kelimesin,i kasden, kasdî, kasıtlı olarak kullandığımı üzülerek söylemeliyim. Demek ki yazılan mesajla 'mütabık' değilmişim.

 

Velhasılı kelam; -fetva verme ve şerh etme zevkinden mahrum edeceğim ama- vaziyetiniz anlaşılmıştır. Teşhis biraz geçikmiş de olsa, tedavide esas olan kararlılıktır. Takdir ediyorum. 'Nerede ne yazdığını gayet iyi bilen biri' olsanız da, bir dahakine azıcık daha dikkatli olup reçetenizi tatbik eder iseniz tedavi en kısa sürede cevap verecektir inşallah.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bilir misiniz muhatabını fikri açıdan alt edemeyeceğini anlayınca bulduğu gedikten laf sokmaya, sırtını yere getirmeye azm eden ve bunu artık fikrin çemberinden atlayıp, bizzat zatın şahsına yönelik yapmaya çalışan kuru akıllılardan her zaman uzak durdum.Wuww Şinasi bu cümlemi okusa idi, noktalama işaretlerini ben ne diye icat ettim diye kafama kitap fırlatırdı. Evet, anladığım kadarıyla ki bu çok zor oldu tahmininiz üzre, reçete falan bana hasta demek istiyorsunuz. Sizi reddediyorum. Öykünmek ve de çıktı kelimelerini yanyana getirdiğimde de inanın yine sorun yaşıyorum, zağar seviyenize inemiyorum. Ben şurada güzelim bir konuya katkı sağlamışım illa da Nurettin Yıldız başlığında yediğiniz golün rövanşını alma kantındasınız. Ne kadar çocukça. Fikrin erdemi bu değildir efendim. Doğru ve de haikat karşısında dut yemiş bülbül yahut önüne kırmızı et konan kanarya gibi susup üstüne üstlük bir güzel rep vermelisiniz. Her yorlu yordamı da benden beklemeyin ama.

 

Bu arada resmen kendinizce altına (!) koyarak hicvettiğiniz arkadaşın durumuna düştünüz, nermiş ameller ünlemlere göreymiş. Bu böyle miydi yahu bakınız takıldım şimdi. Gülme forum arkadaşına gelir başına ya. Çünkü tenkidçi açıdan bana bakıyorsunuz ve de baktınız ki zahiren tezad var anında beni mıhlamaya çalıştığınız. Bingo! Aslında Tursil de olabilir.

 

Rica ediyorum bir dahakine mesajlarıma kafanızı avaboya soktuktan sonra bakın, zira soğuk su adamı zinde tutar. Şimdi n'olunuz mevzuyu daha fazla dağıtmayınız.

 

vaziyet 2'ye 0

Share this post


Link to post
Share on other sites

"yediğiniz gol"

 

Aha da mesele burda başlıyor işte. Merd-i kıptî şecaat arzederken...

 

Ağzınıza sağlık; en başından beri bunu isbata çalışıyorum zaten: Siz gol atma çabasındasınız. Tirübün meselesi.. Bu sufli -bayağı- duygu da, ardını önünü düşünmeden midenizdeki incileri dökmenize sebep oluyor. Bir de oturup fikirden, erdemden bahsetmek..

 

Edebi edepsizden öğrendim diyor ya..

 

Güzel kardeşim, ne alt edilecek, laf sokulacak, sırtı yere getirilecek birisiniz ne de ben buna çabalıyorum. Böyle ucuz, üç kuruşluk emelleriniz olabilir lakin başkalarını da -herkesi hırsız sanan hırsız misali- kendiniz gibi vehmetmeyiniz.

 

Hiçbir ağırlığı olmayan hamasi cümlelerle zafer naraları, sevinç çığlıkları atmak.. Mutlu olduğu şeye de bakın siz. -"Aaa bak beni dövdün" önermesini duyup ayakları yerden kesilen veled psikolojisi..

 

İşte benden üç teşhis -tanı- daha.. Amma yok, bu sefer reçetem yok size. Kanseriniz o denli ilerlemiş ki, tedavi kabul etmiyor. Hem nedir bu yahu, karnı bozulan, bir tarafı ağıran, kurdu olan bizi buluyor. Burası devlet hastanesi mi kardeşim

 

Ağzınızdan irin damlıyor. Gidiniz göz göz iltihap olmuş yaralarınızı, aknelerinizi temizleyiniz ondan sonra muhatap bekleyiniz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aman bayram bayram irin mirin fene çarptınız ha. Edepsizlikmiş. Ben muradınızı gayet iyi çözdüm. Siz histerik bir hal içinde davrandınız, bakınız kendiniz dediniz, en başından ispata çalışıyorum zaten, bu nasıl cümle, siz kim oluyorsunuz ki, bana oynuyorsunuz, ispat ne? Ne oldum ben şimdi, şecaat arz ederken tribüne oynayan, bakınız ben de düşünebiliyorum öyleyse varım millet! Demeye çalışan ezik ergen mi? Ahh asıl siz psikolojinizi ortaya seriyorsunuz. Burada kimilerini ezerek egosunu doyuran, iki kallavi laf etti mi kendini adam sandıracak, fikirden fersah fersah uzakken fikir adamı pozu verecek insanlardan /ki size rastlayana kadar böyle birine rastlamadım/ biri değilim. Ben yazı paylaştım geldiniz tenakuz falan, yok sonra hasta, reçete, meseleden ayrılıp şahsına nişan aldınız. Evet bu da diğer başlıktaki mağlubiyetinizin eseriydi. Az çok psikoloji bilirim. Şimdi rica ediyorum dediğim gibi dallandırıp budaklandırmayın, öfkeyi gayet iyi kullanırım ve bu hafiflemiş hali.

 

Daha fazla şahsıma ait eleştirilerinizi sürdürürseniz, merhamet denen hasseyi unutacak ve de banlanma pahasına lafımı sayacağım haberiniz olsun. Bu ne tehdit ne de argo sözün emaresi sadece mesele dairesinden çıkmasın, sizi daha fazla muhattap almak zorunda kalmayayım diyorum ama şiddetle paçalarımdan çekiyorsunuz. Sizin gibilerinin terakkisi nedir biliyor musunuz, dereke, dereke! Yani sıfıra yükselme! Benim yazılarıma gelip rep bile vermeyin Allasen. Lütfeniniz başka kapıya. Benim sinirlerimi hoplatmayın. Münazaraya severim ama sizin yaptığınız mahalle ağzı. Iykk asalet denen kelimeye hasretim!

 

Emelim sizi, yerin dibine sokmak, sizi kaleye gömmek, yuhhalatmak, ilk onbire alınmamanız, priminizin ödenmemesi evet evet evet ben kötüyüm!

 

Arkadaşım tahteş'şuurun şizofren olmuş senin. Bana diyeceğine siz bir reçete aramaya davranın bence.

 

Eygi Hocam görüyor musun nelerle uğraşıyor benim ender beynim?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Arkadaşlar, konuyu asıl mecraından saptırarak, birbirinizi rencide etmek adına kişisel hakaretlere meydan vermeyiniz. Konu seviyeli bir münazara çizgisinden çıktığı için ikaz ediyor, bir sonraki mesajlarınızda bu ikazımı gözardı etmeniz halinde, konuyu kilitleyeceğimi belirtmekde fayda görüyorum.

 

Saygılarımla.

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Arkadaşlar, konuyu asıl mecraından saptırarak, birbirinizi rencide etmek adına kişisel hakaretlere meydan vermeyiniz. Konu seviyeli bir münazara çizgisinden çıktığı için ikaz ediyor, bir sonraki mesajlarınızda bu ikazımı gözardı etmeniz halinde, konuyu kilitleyeceğimi belirtmekde fayda görüyorum.

 

Saygılarımla.

 

İTİRAZ

 

Yukarıdaki alıntının punktosunu kalınlaştırdığım "birbirinizi rencide etmek adına kişisel hakaretlere meydan vermeyiniz" cümlesindeki "-iz" kişi ekinin ifade ettiği 2. çoğul şahıs zamirine itiraz makamındadır.

 

1) İtiraf edeyim ki, şu meşhur mezkur konudaki ilk mesajı okurken diğer birkaç arkadaş gibi ben de o şaşkınlığı yaşamış, bir üye ismine bir mesaja bakarak ancak bir süre sonra manzaranın farkına varmıştım. Daha sonra 'İroni'yi göremeyen arkadaşlara da hak vermiş, "Aslında siteye dışarıdan ulaşanlar da hesaba katılarak, konunun başına büyükçe br parantez, içerisine de ünlem işareti koyulabilirdi" cümlem ile de bunu ifade etmiştim.

 

2) Hiçbir genel geçerliği olmasa da şahsi kanaatim şudur: Sadece harf, kelime ve cümlelerin yan yana dizilişinden mana çıkartıp birbirimizi anlayabildiğimiz bir forumda, yanlış ve eksik anlaşılmalara, gönül kırgınlıklarına (bu ve mezkur konuda da örneğini gördüğümüz üzre) meydan vermemek için, üstü kapalı, 'ironik' yazıların maksatları bir şekilde belli edilmelidir. Hatta forum kurallarına (yoksa) dahil edilmeli, yöneticiler de bu tür mesajları düzeltmeyi vazife bilmeli.

 

3) On mesaj yukarıdaki iletideki, hiciv olduğuna dair hiçbir aşikar emaresi bulunmayan 'ironi'yi farkedememek bedbahtlığına düşerek, iletinin sahibi olacak zatın düştüğünü zannettiğim tezad hakkındaki şaşkınlığımı -yedi mesaj yukarıda- dile getirmiş bulundum.

 

4) O iletinin sahibi olacak zatın, meselemizi vuzuha kavuşturan imâlı cevabındaki "illa (!) kullanmak zorunda mıyım" istihzasına cevaben; anlaşılabilir olmak için illa "(!)" kullanmak mecburiyetinde olmadığını, en azından yazıda (yazı biçmini değiştirmek, konuşma çizgisi koymak v.b.) ufak tefek farklılıklar da yapabileceğine işaret için, 'reçete' den kinayeyle, mezkur konudaki örneği bulunan iletilerimi misal verdim. (Dileyen göz gezdirir, hak verir)

 

5) Ters yahut -daha yumuşak ifadesiyle- marjinal cevaplar verme alışkanlığını sürdüren bu zat-ı muhteremin, benim bu espirili iletime verdiği edepten yoksun ileti mahiyeti olmayan diğer iletilerinin tahlilini size bırakıyorum.

 

 

Hakaret nedir, rencide etmek nedir, "zağar" ne demektir, sabır ne demektir, "seviye" nedir, kimdedir, kimindir;

takdirinize bırakıyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

 

İTİRAZ

 

 

Reddedilmiştir!

 

Biliyor musunuz, tabi bilmiyorsunuz; sizde hukukçuluk oynar gibi bir hava var. Daha fazla uzatmak istemiyorum zira bırakın kafamın patlamasını lağımlar bile patlayabilir.

 

Bu mesajdan sonra hiçbir şekilde cevap vermeyeceğim. Zira fikrin ehemmiyetini bu denli ucuz bir meseleyle gölgeleyecek değilim

 

nokta

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...