Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

SİTARE

Sivil
  • Content Count

    170
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by SİTARE


  1. HAK YOLUNDA BAĞRI YANIK YOLCULAR

     

    Hak yolunda bağrı yanık yolcularız.Yollar ki, her zaman insanlarla doludur.Fakat insan her zaman yolcu değildir.

     

    Bizim yolculuğumuz ebedi bir yolculuktur...Bizler ebedi yolcularız!...Önü, sonu olmayanın,bitmeyenin, tükenmeyenin,göçmeyenin,çökmeyenin yolundayız!...Hak yolunda bağrı yanık yolcularız...

     

    Biz bu yolda cefayı sefa, mihneti nimet bilen insanlarız.Bu yol, çetin bir yoldur...Bu yol sürülerin aktığı, vasıtaların rüzgâr gibi gelip geçtiği asfalt yollardan değildir!...Bu yol kıldan ince kılıçtan keskindir.Öyle, her kişinin kârı değildir bu yolda yürümek...Er kişinin kârıdır, bizler er kişileriz...

     

    Allah'a giden bütün yollar, şer kuvvetler, kötü niyetliler tarafından tutulmuş.Bunu biliyoruz.Şerirler, zorbalar,zalimler,türlü maskeler,türlü sıfatlarla karşımıza durmak, bizi can evimizden vurmak istiyorlar.İnkılap diyerek, yirminci asır diyerek,ilim diyerek,teknik diyerek vurmak istiyorlar...

     

    Onlar ne derlerse desinler,biz durmayacağız...Yürüyeceğiz...

     

    Bu yolda yürürken istiklalimizden,istikbalimizden,hürriyetimizden her şeyimizden olacakmışız!...Hapishanelere düşecekmişiz...Eyvallah!...Eyvallah!...Hepsine, hepsine razıyız!...Biz ölümü göze almış insanlarız!...Ölümden ötesi var mı?"Urganda ölüm, yorganda da..." diyoruz!...Biz bu yolun,delisi divanesi, bu işin hastasıyız...Biz hak yolunda bağrı yanık yolcularız...

     

    Yıllardır ve yıllardır, bizden olmayanların yüzünden ağzımız yandı,yüreğimiz yandı,başımız yandı,tabanımız yandı..Yandık gittik kül olduk!...

     

    Aslı olduk,Kerem olduk,sıtma olduk,verem olduk!...Yıllardır ve yıllardır, onlar yediler,biz baktık,onlar dediler biz dinledik!Onlar yaşadılar, biz inledik!...

     

    Yıllardır yıllardır, din için,iman için,canımızı cananımızı,bütün varımızı verdik.Onlar suyun öte tarafından geldiler:"Bu vatanı biz kurtardık,bu milleti biz yarattık"dediler...Sustuk...Hakiki yaratıcıya sığındık.

     

    Ne kadar öldürürlerse o kadar yarattık, ne kadar yıktılarsa o kadar yaptık,ne kadar batırdılarsa o kadar kurtardık dediler...

     

    Biz hakiki kurtarıcıya sığındık.

     

    Biz hep sustuk.Ağzımızda dilimiz var,demedik...Onlar nutuk çektiler!Biz dert çektik,çile çektik!İçlendik,dertlendik!Aslı olduk, Kerem olduk, verem olduk...Derdimizi kimseye dinletemedik!Meramımızı kimseye anlatamadık!..."Yemen" olduk,çimen olduk,"Kore" olduk,yara olduk,"Fizan"olduk,ozan olduk.

     

    Ne milletmişiz, biz de bilemedik?!...

     

    Biz bu sırra eremedik.İyi bir gün göremedik...İçin için ağladık,yanık yanık söyledik...Kederimize kaderimiz dedik...Sustuk!...

     

    Fakat sabrın da bir sonu vardı.Artık konuşuyoruz.Konuşacağız.Susmayacağız.Garip ve dertli Anadolu'yu dile getireceğiz.Biz onun davasıyla davalandık,sevdasıyla sevdalandık.Biz ondan bir parçayız.Artık bu aziz vatanı, bu garip milleti soysuzlara, dinsizlere,imansızlara teslim edemeyiz...

     

    Soygunculara,vurgunculara istismar ettirmeyiz!...

     

    Azimliyiz,kararlıyız!...

     

    "Hak yolunda Bağrı Yanık Yolcular",Yeniden Serdengeçti Dergisi,sayı:I,(Ankara 2007) s.8


  2. Selamlar,

     

    Konuyla ilgili bir yazı:

     

    HOCALI SOYKIRIMI

    1992 yılının Şubat ayının 25'inden 26'sına geçen gece, Azerbaycan halkının tarihine kara harflerle yazıldı.15 yıl önce Ermeni işgalcileri çağdaş dünyanın gözleri önünde Hocalı da soykırım yaptılar.Bu katliam insanlık tarihine yazılmış kanlı faciadır.Hocalı katliamında 613 insan hayatını kaybetti.Onların arasında 106 kadın,63 çocuk,70 yaşlı bulunuyordu.1275 sivil esir alındı.Bu esirlerin 150'sinden ise hala haber alınamıyor.

    Bu soykırım neticesinde onlarca aile bütünlükle yok edildi,sivil insanlar acımasızca, gaddarlıkla katledildi.Ermeni faşistleri,insanların derilerini diriyken soymuş,gözlerini çıkarmış,esirleri akıllara durgunluk veren,kendilerine has usullerle işkenceler vererek öldürmüşlerdir.

    Uluslararası hukuka göre,Hocalı'da yapılanlar önceden hesaplanmış olan ve etnik ayrımcılık gözetilerek bir ırkın mensuplarının top yekun veya kısmen katletmek niyeti ile gerçekleştirilen,gerçek bir soykırım cinayetidir.Ermeni silahlarının sivil insanlara karşı uyguladıkları bu hunharca katliam ve Vandalizm,bütün insanlar tarafından soykırım olarak kabul gören suçlarla aynı düzeyde ele alınmalıdır.

    BM'nin Baş Meclis'inin 9 aralık 1948 tarihli 260(III) no'lu kararı ile onaylanmış ve 1961 yılında yürürlüğe girmiş olan soykırımları önlenmesi ve soykırım suçlularının cezalandırılması ile ilgili yasada, soykırım cinayetinin tanımı açık şekilde yapılmıştır.

    Söz konusu yasayla belirlenen ve soykırım cinayetinin tanımı açık şekilde Ermenistan'ın Azerbaycan'a tecavüzü sırasında vuku bulmuştur.Bu işgalci ülke uzun yıllardır dünya insanlarının gözü önünde kendi terör siyasetini uyguluyor.Oysa uluslararası hukuk normlarında, BM'nin ve AGİT'in prensiplerine göre, devletlerin sınırlarının dokunulmazlığına saygı duyulmalıdır.Toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının ihlal edilmesi ise kesinlikle yasaktır.BM Güvenlik Kurulu Azerbaycan'ın işgal edilmiş topraklarının kayıtsız şartsız boşaltılması talebi ile dört karar çıkarsa da işgalci Ermenistan bu kararları hala gözardı etmektedir.Bugün küreselleşmekte olan dünya şöyle bir gerçekle yüz yüzedir:"Cezasız kalan cinayet,yeni cinayetlere neden olmaktadır".Tarihte bunun örneklerine rastlamakta mümkün.1905-1907 ve 1918 yıllarında Ermeni silahlı kuvvetleri ve terör teşkilatlarının Azerbaycanlılar'a karşı yaptıkları kanlı eylemler, tıpkı Türkiye'de ve Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde Türklere karşı yapılan terör saldırıları gibi, yakın tarihimizin sayfalarını oluşturmaktadır.

    "Denizden denize büyük Ermenistan" hayaline kapılarak komşu devletlere karşı toprak taleplerinde bulunan, hatta Türkiye'ye karşı toprak taleplerini madde şeklinde Anayasasına bile yansıtan Ermenistan,dünyanın ve uluslararası birliğin vurdumduymazlığından da yararlanıyor.

    Biz inanıyoruz ki, bütün insanlığın, öncelikle ise en ağır günlerinde daima Azerbaycan'ın yanında olan kardeş Türkiye halkı, Hocalı soykırımını asla unutmayacak, masum insanlara karşı yönelen ve insanlık tarihine kara bir leke olarak düşen bu kanlı cinayeti her zaman lanetleyecektir.

     

    Emil Alekberov,"Hocalı Soykırımı",Yeniden Serdengeçti Dergisi,sayı:I,(Ankara 2007)s.29-30


  3. Selamlar,

     

    Eee bi tane listede ben çıkarayım bari :)

    En Aktif:Serdengeçti

    En Alçak Gönüllü:Reyhan

    En Ciddi:Abdülhamid abi, saygılar...

    En Çalışkan:Reyhan

    En Düzenli:Cihat

    En Geyik:trradomir ve AcHarTavE

    En Gıcık:?

    En Gizemli:?

    En Gözü Kara:trradomir

    En Havalı:trradomir

    En İçten-samimi:serdengeçti ve nevbahar

    En İlginç:?

    En İyi Avatar:Reyhan

    En İyi İmza:hafakan

    En İyi Nick:isyanlı sükut

    En Karizmatik:NFK-Fan

    En Komik: trradomir ve AcHaRTavE(Ya çok güldürüyorsunuz beni :) A.R.O)

    En Kültürlü:NFK-Fan

    En Popüler:trradomir

    En Sakin:NFK-fan

    En Sevilen:AcHaRTavE

    En Uçuk:AcHaRTavE

    En Yardımsever:NFK-Fan

     

    Dua ve muhabbetle...


  4. Peruk bile yasak: Üniversiteye kafa ile girmek de yasaklansın!

     

    Başörtüsü yasağı nedeniyle peruk takan öğrencilere Gazi Üniversitesi "dur" demiş: Fakülte binalarının girişindeki "görevliler" öğrencilerin saçlarını kontrol ederek perukla içeriye girmek isteyenleri engellemişler!

     

    Türban yasağı faşizminin hangi boyutlara vardığını gözler önüne seren bu "Peruk Avı" Ankara'daki Gazi Mahallesi'nde cereyan etmiyor; yasakçı rektör Prof. Kadri Yamaç'ın üniversite mahallinde/"Gazi"de yaşanıyor...

     

    Şimdi şöyle bir düşünün: Türban zaten yasak, üstüne bir de akıllara ziyan peruk yasağı...

     

    Bir yerden sonra bu da kesmeyecektir, yasakçıları...

     

    Mutlaka uyanacaklardır: "Eyvah, bu öğrencilerin kafası içeriye giriyor" falan diyeceklerdir...

     

    Bakalım Rektör Kuvvetleri "bu yaman soruna" nasıl bir çözüm bulacaklar, göreceğiz...

     

    28 Şubat döneminde Nur Serter'in "İkna Odaları" Mahallesi'nden geçmiştik...

     

    Peruk yasağını da Kadri Yamaç'ın "Gazi Üniversitesi Mahallesi"nde görmüş olduk...

     

    Her iki mahalle de YÖK derebeyliğine bağlıdır: YÖK Komutanı Erdoğan Teziç "zaptiye zap zap, raptiye rap rap" kıvamındaki görevine geldiği zaman ne demişti?

     

    Hatırlayalım: "-Aslında bir polis memuru sokaktaki bir türbanlı kadına kimlik sorduğunda orası o anda kamusal alan oluverir!"

     

    Adı bende kalsın "şöhretli" bir emekli orgeneral de üç yıl kadar önce etrafındakilere şöyle sesleniyordu:

     

    "-Aslında laiklik sokaktaki türbana, hatta evdeki türbana bile karışmalı; ama Türkiye'nin şartları buna müsait değil!"

     

    O orgeneralin nasıl bir Türkiye arzuladığını "ulusalcı devreleri"nin "Darbe Günlüğü"nde okuduk: Muhtıralardan fal tutmuşlardı; ne çare ki, darbenin kapı kolu ellerinde kalmıştı...

     

    Artık devir onların devri değildi; gün gelmiş "hesap" dönmüştü: Türkçesi, Sam Amcalarını kaybetmişlerdi...

     

    Şayet bilmiyorsa; peruk yasağı emrini veren "türban yasakçısı rektör" de öğrenecektir, bu kaçınılmaz gerçeği!

     

    ***

     

    Teknik direktör Mustafa Denizli bir gece ansızın telefonla katıldığı canlı yayında "Türbanlılar İran'a gitsin!" diye efelenmişti...

     

    Kaderin garip cilvesi: Gün gelmiş, türbanlılar değil de Mustafa Hoca gitmişti, İran'a...

     

    Sonra ne mi oldu? Denizli son birkaç yıldır İran'ı çok ama çok yanlış tanıdığımızı her fırsatta döne döne anlatıyor, ekranlarda...

     

    Böyle bir örnek pişmiş aşa su katabilirdi: Muhtemelen bundan dolayı Egemen Medya geleneksel "Öcü İran" muhabbetini bir kenara bırakıp bu sefer "Malezya" çalıştı...

     

    Resmen çamur attıkları Malezya'yı ağızlarına laik sakız yapıp üstüne günlerdir "mahalle baskısı" gözbağcılığını ekleyenler -bu milletin "yıllanmış laikçi baskı"nın muhatabı olduğu gerçeğini asla unutturamazlar...

     

    Egemen Medya'nın imza attığı "mahalle baskısı" antetli yoğun Psikolojik Harekat'ın ardından ne oldu, peki?

     

    Hafta başında Şişli'de üçü erkek ikisi kız beş kişilik bir grup, başörtülü bir hanıma saldırdı: Önce sözle taciz etmişler, ardından da hızlarını alamayıp türbanlı kızın başını açmaya çalışmışlar...

     

    Hadiseye tanık olan Fenerbahçe Kulübü Disiplin Kurulu Başkanı Avukat Tuncer Erdoğan ise barbarlara müdahale ederek başörtülü kızın kurtulmasını sağlamış...

     

    "Şişli" ne yana düşer usta?

     

    Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur'da mıydı, Şişli: Yoksa Tahran'ın göbeğindeki bir ilçe miydi?

     

    Peki ya "Gazi Üniversitesi" hangi başkenttedir? Tamam, şimdi hatırladım: "Çıkarın peruklarınızı Laiklik'ten yazılı yapıcam!"

     

     

    Tamer Korkmaz

    (Zaman Gazetesi)

    28 Eylül 2007, Cuma


  5. Benim manevi inkılap çerağımdı...

     

    Rahmetli Üstad Necip Fazıl Bey ile tanışmadan önceki hayatımın hal-i pür melalini anlatarak satırları ve SÜTUN'umu doldurmak istemiyorum. Pusulasız bir gemi gibi nereye, niçin, ne zaman, nasıl gideceğini bilmeyen benim gibi 1940 doğumlu nesilden bir parça idim. Çok mazbut, inançlı, maneviyatçı bir ailenin, aynı özellikleri taşıyan ve yaşayan bir ferdi idim. Buna rağmen "yaşanmaya değer bir hayat"ın çelişkisiz (tezatsız) normlarından uzaktım. Daha doğru, net ve kesin bir ifade ile "dava şuuru"ndan mahrum, yaşıyordum. Çok başarılı bir talebelik hayatından sonra, "Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü"ne asistan olarak girmiş, ümitle, şevkle, gayretle "ilmi alan"da çalışıyordum.

     

    Dünyam sadece iki boyutlu idi: Sağcılar ve solcular... Bu tasnifte "sağcılar" arasında olduğumun şuuru ve bir o kadar da rahatı içinde idim. Sağcıların da, solcuların da kendi içlerinde tam bir "aşure çorbası" olduklarını bilmiyordum.

     

    O yılların (1963-64-65'lerin) en ciddi milli meselesi "KIBRIS" idi. (Kanaatimce Kıbrıs aynı ciddiyetini koruyan milli bir meselemiz olmakta devam ediyor.) "Kıbrıs'ın Dünü, Bugünü ve Yarını" isimli bir konferans vermek için Gaziantep'e çağrılmıştım. Haftalarca çalıştım, okudum, araştırdım. Muhtevalı bir konferans hazırladım. Gaziantep Ticaret ve Sanayi Odası binasının üst katındaki geniş bir salonda, seçkin bir kitleye son derece ilmi bir konuşma sundum. Bizi davet eden aziz hemşehrim Halit Ziya Biçer Bey, Ankara'ya hemen dönmez, bir gün daha beklersem, ertesi gün akşam Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in konferansında da bulunma fırsatını elde edeceğimi söyledi. "Necip Fazıl Kısakürek" ismi çocukluğumda (rahmetli) babacağımın dilinde dolaşan ve bu güzellikte hafızama nakşolmuş bir isimdi. Ama kesinlikle tanımadığım gibi, o zamanlarda sinsice iftira ve yalan kusan "müfteri medya"nın, Necip Fazıl'ı ikiyüzlü, iki karakterli (evinde Amerikan bar olan; ama İslam'ı istismar eden bir kişi gibi) tanıtmış olmaları sebebiyle bu isme ürkek, çekingen ve soğuk bakıyordum.

     

    Ertesi akşam, şehrin en büyük sinemasında ön sırada yerimi aldım. İki bin kişilik muhteşem bir kalabalık salonda idi. Program başlamasına yakın bir ara Halit Ziya Biçer Bey geldi yanıma... "Yazgan Bey, Necip Fazıl Üstad'la tanışmak istersen gel... Makine dairesinin yanındaki odada.." dedi. İstek ve şüphe arası karmaşık bir duygu ile kalktım. Beraberce Üstad'ın olduğu odaya girdik. Halit Ziya Bey:

     

    - Efendim, size Mustafa Yazgan Bey'i tanıştırmak için getirdim. Kendisi TODAİE'de asistandır. Hemşehrimizdir diye takdim etti. Üstad (rahmetli) dudağında anlatılmaz güzellikte bir tebessüm, nezaket ve zarafetle:

     

    - Çok memnun oldum. Buyurun Mustafa Bey. Şöyle yanıma lütfen. Nasılsınız?. diye başlattığı diyaloğu, çarpıcı sorularla devam ettirdi. O an, "müfteri medya"nın bütün itham ve iddialarının çöktüğünü, bu zarafet ve incelik içinde birinin kesinlikle mükemmel bir insan olduğunu hissettim.

     

    Ruhlarımız kucaklaştı. Manen elini öptüm.

     

    Konferans saati gelmişti. "Vakit tamam Üstadım!" dediler. Kalktık. Bana döndü:

     

    - Mustafa Bey! Beni siz takdim edeceksiniz! dedi.

     

    Bir an şaşırdım. Hissettirmeden toparlandım.

     

    - Emredersiniz efendim! Benim için şeref ve saadettir! dedim. Beraberce salona indik. Tezahürattan sinema salonu yıkılacak sandım. Perde arkasına geçtik. Işıklar yandı. Perde açıldı. Üstad yine: "Buyurun Mustafa Bey!." dedi. Mikrofona yürüdüm. Onu kavradım. Tam 32 senedir her mikrofonu kavrayışımda, benim manevi inkılabımın çerağı olan o aziz insanı hatırlarım. Fezalar dolusu rahmet diliyorum.

     

    Mustafa Yazgan 26 Mayıs 1997

     

    (Zaman, arşiv)


  6. Kasiyere Fiyat Dersi...

    Abimiz deri, yarım bot ve koyu kahverengi ayakkabıyı alıp kasaya yanaşıyor...

     

    Kasadaki bayan botları poşete koyarken, sayın abimizde soruyor:

     

    "43 lira değil mi?..."

     

    Kız, "Ne münasebet" der gibi bakıyor ve "Bunlar orijinal deri...İndirimli fiyatı 180 lira!..."

     

    Abimizin bitiş cümleleri, kızcağızın kopuş anına denk geliyor;

     

    "-Olur mu hanımefendi, altında "Size 43" yazıyor..." :) :) :lol:


  7. Çok teşekkür ederim arkadaşlar.Ne diyeceğimi bilemiyorum, çok şaşırdım.Sadece Mustafa Armağan'la ilgili değil şaşırmam bir cemaatin liderinin de üstad'ın bir eseri hakkında -eseri okumadan- yaptığı yorum.Acaba neye dayanarak üstadı bu şekilde eleştirdi.Çok ilginç.

    Demekki herkesin her dediğine fazla güvenmemek lazım.Yanılgıya düşmemek için daha çok okumak gerekiyor, bunu bir kere daha müşahede ettim.(Tabi neyi, nasıl okuduğumuzda önemli...)

    Dua ve muhabbetle...


  8. Selamlar,

    Reyhan kardeşim paylaşımınız için teşekkürler.Bu kitabı okumuştum.Abdülhamid Han'ı en güzel yönleriyle anlatmış.Ben de okumayan arkadaşlara tavsiye ederim.(Mustafa Armağan'ın Zaman Gazetesindeki yazılarını da takip ediyorum).

    Fakat "Mustafa Armağan ismine bir mim koyma" konusuna kafam takıldı. Neden Mustafa Armağan ismine bir mim koyuyoruz?Değerli fikirlerinizin düşünce ve his dünyama etki edeceğinden eminim.Bu konuyla ilgili görüşleriniz benim için önemli.

    Dua ve muhabbetle...

×
×
  • Create New...