Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Vakıf Ahmet

Editor
  • Content Count

    605
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    7

Posts posted by Vakıf Ahmet


  1. uyuşturcuularında katı olanlarını sarhoş etimycek kadar almak mubahtır....

     

    Yönetim İstifa.Yönetim İstifa.Yönetim İstifa. :)

     

    Babalarkulu, ezel kadar eski, ebed kadar yeni olan dinimize yenilik getiriyor (!) '' Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. '' Başka söze ne hacet. Bu vesileyle içkiyle ilgili ulaşabildiğim Hadis ve Ayetleri vereyim.

     

    Şeytan, şarap ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan) vazgeçtiniz değil mi? (Maide, 90)

     

    Şarhoşluk veren her şey içkidir ve her içki de haramdır. (Müslim, Eşribe, 75. (Hadis no: 2303) )

     

    Allah'a ve Ahiret gününe inanan, içki bulunan sofraya oturmasın. ( Tirmizi, Edeb, 43 (Hadis No: 2801) )

     

    Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır. Ebu Davud, Eşribe, 5. (Hadis No:3681). Tirmizi, Eşribe, 3 (Hadis No: 1865)

     

    İçkiden sakının. Çünkü içki, bütün kötülüklerin anasıdır. (Neseî, Eşribe, 44.)


  2. İŞ VE İDARE ÖLÇÜSÜ

     

    Garpten öğrendiğimiz <<milletler layık oldukları hükümetlere ererler>> hikmetinin, her şeyde olduğu gibi, aslını ve ruhunu görünüz. Alemde hiçbir söz, bu hikmeti, bu sade ihtişam içinde canlandıramaz:

    77-Bulunduğunuz hale göre idare edilirsiniz.

     

    Kötü devlet büyüğünün zarar derecesi:

    79- Bir adam, isterse Süreyya yıldızından yeryüzüne kadar düşsün; tek, halkın işlerinden birini üzerine almasın...

     

    Şu kelam mucizesinin 1300 yıl sonra yüzde yüz intibak derecesine bakınız:

    80-Devlet başı, yahut onu temsil eden bir vali, hacet sahiplerine, zayıflara ve çaresizlere kapılarını kaparsa, Allah da onlara af ve lutuf kapılarını kapar, onlar da kendi havetlerini, zaaflarını, çaresizliklerini arz edemez olurlar.

     

    Aynı mucize:

    81-Hıyanetler içinde ekber ve azam olanı, bir valinin, idaresine memur olduğu halk içinde ticaret etmesidir.

     

    Devlet büyüklerinin sade nefsaniliklerine hitap etmek, dalkavukluk, hoşa gitmek sanatının - bugünün dünyasında tek geçerli akçedir - hükmü:

    82-Allahın gazabını çekecek işler ve sözlere devlet reisinin hoşuna gitmeye çalışan, Allahın dininden dışarıya çıkar.

     

    Ve şu hikmetteki hudutsuz isabet ve sonsuz hakikat karşısında ağlayalım:

    83-Halkın hoşnutluğunu çekecek daha üstün vasıftakiler dururken, bir ehliyetsizi selahiyet mevkiine getiren, Allaha, Peygamberine ve bütün müminlere hiyanet etmiştir.

     

    Memurun, hakkından çok veya az kazanmasındaki facia; ve ezeli ve ebedi ölçü sırrı:

    84-Biz birini bir işe memur ettiğimiz zaman, onu gerektirdiği kadar doyururuz; bundan ötesi felakettir.

     

    Dağların saklandığı gün, iğne ucu kadar bir şey saklamaktaki korkuyu biliyor muyuz?

    85-Biriniz bir işin başına geçtiği zaman bizden iğne ucu kadar bir şey saklarsa, o sakladığı şeyle Kıyamet günü eli ayağı bağlanır.

     

    Ne kadar doğru olduğunu anlamak için, söylendiği andan itibaren 1300 yıl beklemiş olmak gereken ulvi ölçü:

    86-Zalime, dayandığı batıl sebepler yolunda hakkı iptal etmek için sözle ve işle yardım edenler, Alahın ve Resulunun zimmetinden düşmüşlerdir.

     

    Aynı ulvi ölçü:

    87-Devlet büyüğünü, Allahın yasak ettiği işler üzerine teşvik ve teyid edene, Allah, kıyamet günü, İlahi intikam karşısında boş yere çare ve tedbir aratacaktır.

     

    Adam kayırmada her şeyden evvel şahsi dostluk ve şahsi menfaat düsturundan başka birşey tanımayan devirler, her şeyden evvel liyakat ve ehliyet hikmetinin şu azamet mikyasına dikkat etsinler:

    88-Salah ehli olanlar, müslümanların işlerine el attıkları zaman dini düşünerek ağlamayınız; fakat işleriniz ehil olmayanların eline verilince ağlayınız!

     

    Üstün müslüman, başa geçmek hususunda nefsinde meyil taşımayandır:

    89-Bir müslüman için başa geçmek arzusunda hayr yoktur.

     

    Ve işte aldığımız emir; ve sözün altın olduğu yer:

    90- Ya hayrı söyle, ya sükut et!

     

    Bizim kendisine itaat edeceğimiz, hak ve hakikate bizden fazla itaat edendir:

    91-Allahın emirlerine karşı gelmek mevzuunda, hiç kimseye itaat yoktur.

     

    Ne kadar üstün olursa olsun, mahlukun emirlerini sınırlayan çerçeve:

    92-Halik'a karşı masiyet yolunda, mahlukun emrine baş eğmek yoktur.

     

    Devlet büyüklerinin hırs ve nefsaniyet mesajcısı sefil yaradılışlara şu ölçüyle bakacaksınız:

    93-Medihçilerin, dalkavukçuların yüzüne toprak saçınız!

     

    Bizim cemiyetimizde, bir fitneyi körüklemek ve herşeyi büsbütün bozmaktan daha korkunç birşey yoktur:

    94-Müslümanlar arasına fitne girince, tahtadan bir kılıç edinmeye bak!

     

    Bütün dünyaya her zaman ve mekanda şu ölçüyle bakınız; halka rehberlik etmek isteyenin ne olduğunu hemen anlarsanız:

    95-Halka öğüt veren, yol gösteren insan, ya emirdir, ya memurdur, yahut da riyakarın biri...


  3. Mevdudi ve Seyid Kutuba olan sempatiniz nedeniyle yazdıklarına şek ile baktım. Anında Kur'an-ı Kerim'in açıklamalı mealine baktım

     

    Bakara Suresi 189. ve 195. Ayette başka konular mevzubahis olduğu için 190. Ayetten başlayarak yazıyorum.

     

    190. Size karşı savaş açanlara, siz de Allah yolunda savaş açın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.

     

    191. Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden sizde onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaşa açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kafilerin cezası böyledir.

     

    192. Eğer onlar (savaştan) vazgeçerlerse (şunu iyi bilin ki) Allah gafur ve rahimdir.

     

    ---193. Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.---

     

    194. Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakilerle beraberdir. ''(1)''

     

    1. Resulullah (s.a) hicretin altıncı yılında umre yapmak maksadıyla Mekke'ye doğru yola çıkmıştı. Mekke yakınlarındaki Hubeydiye'ye gelince müşrikler Mekke'ye girmelerini önlediler. Orada çetin münakaşalar oldu. Sonunda İslam tarihinin en mühim hadiselerinden biri olan Hubeydiye Antlaşması yapıldı. Bu antlaşmada yer alan maddelerden birine göre, Müslümanlar Harem-i Şerif-i ziyaret etmeden geri dönecekler, ertesi sene aynı haram ayı içinde Mescid'i ziyaret edip umre yapacaklardı. Müşrikler bunu başarı saydılar. Allah, müslümanları ertesi sene aynı ayda Mescid-i Haram'a getirdi. Böylece haram ay haram aya karşılık oldu.

     

    İslam hukuna göre saldırıya ancak misliyle mukabele edilir, aşırı gitmek suçtur. Bütün harplerde önce insanlar dine çağrılır. Müslüman olmayı yahut cizye vermeyi kabul etmeyenlerle savaşılır.

     

    Kaynak : Kur'an-ı Kerim Açıklamalı Meali. Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları

     

     

    Dini mevzularda yorum yaparken, yargıda bulunurken, yazı yazarken vs. en derin rikkatle hassasiyet göstermek ve konunun ehemmiyetini setretmemek vazifemizdir.

     

    '' Bakara Suresi 193. ayet, yeryüzünde din tamamen Allah'ın oluncaya kadar (onlarla) savaşılmasını müslümanlara emrediyor. '' demişsiniz. 190. ve 193. Ayet'e bakınız. Niçin savaş açılacağı ve nasıl savaşılacağı Bakara Suresi 190. ve 193 Ayetlerde bildirilmiş. Siz, gayri müslimlere her durumda savaş açılması lazım manasında söylemişsiniz. Elbette cihad edilecektir. Bunu çevreleyen çizgilerin arasını aşmamak, manasına gem vurmamak lazım. Ayetlerin hepsini okuyunca kolaylıkla anlaşılıyor.

     

    '' Sizce bugün Din Allah'ın mı? '' lafzı, sorusu yanlış anlamalara sebebiyet verebilir. Müphem akıllının birisi, inancı zayıf olan vs. bu soruyu okusa vehme sürüklenerek '' Din kimin acaba? '' '' Allah'ın değil mi? Diyor yoksa'' gibi suizana düşebilir. '' Din Allah'ın mı?'' lafzı yerine '' Hak dine riayet ediliyor mu? '' gibi lafızlar hakikati daha açık çerçeveler.

     

    1. de yazıyor. Bu ayetler o vakayla alakalı olarak bildirildiği anlaşılıyor. 1'in ikinci paragrafını okuyunca yazılanlar hakikatle ifşa ediyor.

     

    Tefsire falan kalkışmadım, sakın yanlış anlaşılmasın, zaten açıkça yazıyor. Bir yanlış vardı, yanlışı ayette yazanlarla açıkça gösterdim.

     

    '' Müslümanlar dini yeryüzünde Allah'a has kılmak için savaşıyorlar mı? '' diye soru sormuşsunuz.

     

    Ben bu soruyu '' Müslümanlar cihad ediyor mu? diye anlıyorum. Bunu uzun uzun konuşmak gerekir. Cihada gönül verenlere müsait ortam var mı? Bu nasıl yapılacak? Tarihte nasıl yapıldı? Biz nasıl müslüman olduk? Cihad edenlerin bağlı oldukları var mı? Varsa kim? Cihad etmek için devletimizin yardımı da lazım mı? Laik ülkeden nasıl destek alınabilir? Ülkemizde sapık yoldakileri düzeltirsek, diğer ülkeleri daha iyi anlar mıyız? Ülkemiz savaşla cihad edemez, biz sözle, gönülle, sebatla bu işi hakkıyla icra edebilir miyiz? Önce Şiileri, Vahabileri, Selefileri düze çıkarıp, birlik içinde mi cihad etmeliyiz? Acaba Afrikadaki adama müslümanlık anlatılmamışsa üzerimizde hakkı var mı? Bunlar ve bunlara benzer sorularla bu soru hakkında malumat sahibi olabiliriz. Bu konuda Alimlerin yorumlarıyla aydınlanabiliriz.


  4. Hiymen diye çizgifilm vardı, hatırlarsınız. Çocukken Hiymeni çocuk ruhumla özdeşleştirmiştim.Benim de oyuncak kılıcım vardı, kılıç evde,sokakta,çarşıda uyku hariç bütün zaman ve mekanda sırtımdaki elbiseyle sırtımın arasındaydı. Fırsat buldukça '' Gölgelerin gücü adına '' nidasıyla çeker, hısmıma gösteriş yapardım ama kimseye saldıramazdım, çocukken kimseye zarar veremezdim, çünkü akıllı, uslu çocuktum. Apartmanın kapıcısını çok severdim, yönetici kapıcıyı fırçalıyordu, bu olaya şahitlik eden ben, aşk ile kapıcının önüne kendimi siper ederek, kılıcımı '' Gölgelerin gücü adına '' nidasıyla yöneticiye çektim, sinirden kıpkırmızı vaziyette ki adamı anında neşe tufanına kaptırmıştım. Uzunca süren kahkasının ardından, benden özür de diledi, kapıcıyla olan münakaşını nihayete de vardırdı. İş bilenin, kılıç kuşanandır :)

     

    Top oynadığımız muhit o adamın balkonunun ve ev duvarlarının mihverindeydi. Plastik topumuz bu adamın balkonuna düştü, her zamankinin aksine topu vermedi, balkona çıkıp çocukların gözü önünde topu bıçakla patlatmış ve çocukları azarlayıp oradan kovmuş. Sen misin bunu yapan, o sıralar düdüğüm vardı, sokağa çıkar futursuzca öttürürdüm. O adamın evinin dibine düdüğümle beraber kamp kurdum, mütemadiyyen düdüğü öttürüyordum. Yaşlı amca camdan çıkıp '' sus '' dedikçe, muzip çocuk gülüşüyle gözlerininin içine bakarak düdüğe üfledikçe üflüyordum. Nihayet dede müdaafayı bırakıp aksiyona geçerek, beni kovalamaya başladı. 10 metre kovaladıktan sonra '' heh heh heh '' diye kesilip öksürüğe yakalandı. Iraktan müşahede ederek dedeye ''yakalayamazki yakalayamazki ''diyordum dede pes edip evine döndü. İki gün boyunca dede cinnet geçirsin diye, düdüğümün nağmeleriyle dedeye unutulmaz şarkılar besteledim. Camdan çıkıp bana '' namussuz velet... '' dediğini bile hatırlıyorum. Anneme beni şikayet etmiş, annemin terlik merasiminden sonra düdük ve dededen ebediyen vazgeçtim :)

     

    Yokuştan aşağıya bisikleti sürüp kavisli yolu dönüp muvaffak olacaktım. Birinciyi denedim kaldırıma çarptım, yere düştüm kollarım yüzüldü, devamındaki muvaffak olmaya sevk edici fiillerim yaraları zaruri kılıyordu. Kaç kere o köşeyi döneceğim cehdiyle yere düşmüştüm. Yaralar mühim değildi, eninde sonunda oradan döneceğim çocuksu bedahat duygumla elzemdi. Son tecrübem de bisikletin pedalını var kuvvetimle çevirerek, köşeyi dönemeden süratle kaldırıma çarparak havaya uçtum. Yüzüstü yere yapışmıştım, burnumun derisi hem soyulmuş hem de burnumdan oluk oluk kan akıyordu, sanırım sol gözümün altı da soyulmuştu. Yüzüstü yerde öylece kaldım. Mahalledeki çocuklar etrafımda çeper oluşturmuşlardı. Ta ki annemin koşa koşa yanıma gelip eve götürene kadar yerde yüzüstü kalmıştım. Elim, kolum, yüzüm hep kan içindeydi. Böyle anıları unutmak muhaldir.

     

    Mahallede ki çöplük yanıyordu, Ali adlı çocuk '' çöpte taş var, patlayacak '' demişti. Taşın patlayacağı vehmine kapılarak hepimiz o mekandan uçar adımlarla uzaklaşmıştık :)

     

    Bu anlattıklarımın hepsi 5,6,7,8 yaş civarıdır.


  5. DEVLET BÜYÜKLERİ

     

     

    Ölçülerin ölçüsü:

    51 - Allah'ın en sevdiği cihad, cevr ve zulmü temsil eden devlet büyüklerine karşı doğruyu söylemektir.

     

    Ölçülerin ölçüsü:

    52 - Devlet büyüğünün hediye kabul etmesi kazançların en habisi, kaza mevkiindekinin rüşvet alması da küfürdür.

     

    Ölçülerin ölçüsü:

    53 - Allah, hayır murad ettiği devlet büyüğüne sadakatli bir yardımcı verir: O da, büyüğü bir şeyi unutunca hatırlatır ve hatırlananın yapılmasına yardım eder.

    Allah, hayrını murad etmediği devlet büyüğüne de kötü bir yardımcı verir; o da, unutulanı hatırlatmaz ve hatırlananın yapılmasına yardım etmez.

     

    Ölçülerin ölçüsü:

    54 - İşler ehliyet sahibi olmayanlara verilince artık Kıyameti beklemek lazımdır.

     

    Ölçülerin ölçüsü:

    55 - Allah, hayrını murad ettiği kimseyi, halkın ihtiyaçlarına merci kılar.

     

    Ölçülerin ölçüsü:

    56 - Ceza ölçülerini müslümanların üzerinden mümkün olduğu kadar uzak tutunuz! Bir müslüman sanık üzerinde suçsuzluk delilleri bulur bulmaz hemen onu serbest bırakınız! Ve biliniz ki, emir selahiyetinde olanların af yoliyle hataya düşmesi, ceza yoliyle hataya düşmesinden çok daha hafiftir.

     

    Ölçülerin ölçüsü:

    57 - Bundan sonra ümmetimden şu üç hale korkarım: Birincisi, başındakilerin cevr ve zulme sürüklenmesi... İkincisi, yıldızlara ve batıl şeylere inanmaları...

    Üçüncüsü, kaderi yalanlamaya kalkmaları..

     

    Ölçülerin ölçüsü:

    58 - Allaha itaat etmeyen kimseye itaat olunmaz.

     

    Ve ölçülerin ölçüsüyle beraber istikbali keşif bakımından mucizelerin mucizesi:

    59 - Halkın içine öyle bir fitne ve fesat zamanı gelecektir ki, o zaman, dinin muhafazası için sabretmek, avuç içinde ateş parçasını gizlemekten farksız olacaktır.

     

    Gerçeklerin en keskini:

    60 - Allahın gazabı dört sınıf insana karşıdır. Mal uğruna yemin eden tüccar, kibir gösteren fakir, zina peişinde koşan ihtiyar, zulme bağlı devlet büyüğü.

     

    Doğruların en parlağı:

    61 - Kıyamet günü azapta halkın en üstünü, zulmedici devlet büyükleridir.

     

    Emirlerin en üstünü:

    62 - Uzağa ve yakına, Allahın ceza ölçülerini tatbik ediniz; Allah için yapacağınız işde, hakkınızda söylenecek sözler sizi durdurmasın.

     

    Duların en güzeli:

    63 - Allahım; ümmetin işlerini üzerime alıp onları zorluk ve acılık getiren kimseyi sen de zorluğa ve acılığa düşür!

    Ümmetimin işlerini alıp onlara kolaylık ve tatlılık getiren kimseyi, sen de kolaylık ve tatlılıkla lutuflandır.

     

    Sırların en derini:

    64 - Allah, bu dini, zalim bir devlet büyüğüyle de destekler.

     

    Hikmetlerin en incesi:

    65 - Bu din ileride, Allah indinde nasibi olmayan büyüklerin vucudiyle de kuvvet bulur.

     

    Vaadlerin en mesudu:

    66 - Allah, ümmetime, yenilemek vazifesiyle, her yüz sene başında bir insan gönderir.

     

    Kötülüklerin en iğrenci:

    67 - Millet büyüğü, halka kötü zan besler, halktan şüphe eder, halkı suçlu görmek isterse onu fesada sürüklemiş olur.

     

    Faciların en büyüğü:

    68 - Müslümanların hazinesini haksızlıkla kullananlar ve nefsleri uğrunda harcayanlar, Kıyamet günü ateşdedirler.

     

    Dikkatlerin en yamanı:

    69 - İdare başındakine en yakın kimse, daima korku ve helaktedir; meğer ki Allah onu korusun...

     

    Şahıs, aile, cemiyet, devlet, en küçükten en büyüğe doğru topyekun ölçü:

    70 - Hepiniz çobansınız; hepiniz muhafaza ve idare altındaki unsurlardan mesulsunuz! Başınızdaki devlet büyüğü çobandır; muhafaza ve idaresi altındaki

    unsurlardan mesuldur! Erkek çobandır; karısının ve çocuğunun güdümünden mesul... Kadın çobandır; kocasına ait evin güdümünden mesul... Hizmet sahipleri çobandır; efendilerine ait kıymetlerin güdümünden mesul... Hülasa hepiniz çobansınız; hepiniz muhafaza ve idareniz altındaki unsurlardan mesulsünüz!

     

    Bu işin iyileri bu halde olursa:

    71 - Halkın işlerini düzene koymak için başa geçenlerin halinden size haber vereyim mi? Birincisi, bu kadar ağır bir mesuliyet üzerine aldığı için

    kendisine çatacak; ikincisi acı acı pişman olacak; üçüncüsü, ceza günü azabı yüklenecektir.

     

    Artık bu işin kötülerini sormayın:

    72 - İdaresi altındakileri aladatan devlet büyüğü ateştedir.

     

    İşte vazifemiz:

    73 - Üç kişiyi kötülemekte suç yoktur; günahlarını ve ayıplarını alenileştiren adam; zulm ve cevr ehli devlet büyüğü; dinde yenilik icad edici şahıs...

     

    Şaşmayan Hikmet:

    74 - Başınızdakilerin iyileri şunlardır ki, siz onları sevdikçe onlar da sizi sever, siz onlara yardım ettikçe onlarda size yardım eder; başınızdakilerin kötüleri de

    şunlardır ki, siz onlardan nefret ettikçe onlar da sizden nefret eder, siz onlara lanet ettikçe onlarda size lanet eder.

     

    Devlet reisliğinde mücerret kıymet:

    75 - Devletin başı, yeryüzünde Alllahın gölgesidir; ona bağlılık gösteren Allaha bağlanır, ona ihanet eden de Allaha ihanet etmiş olur.

     

    Ezeli ve ebedi hakikat:

    76 - Sizden evvel gelen ümmetlerin helak sebebi şudur ki, aralarında bir kuvvetli hırsızlık yaptığın zaman ona el sürmezler; aynı işi bir zayıf yağınca da cezaya çarptırırlardı.


  6. Nevruz kutlamalarını haber kanallarında izledim. Eline Pkk, Dtp nerde alçak bayrak varsa alan gelmiş, bir tane Türk bayrağı yok.. Kürtler Nevruz'u milli bayramları bilip, ne olduklarını ifşa ediyorlar, karakollara saldırıyorlar. Yaptıklarını gavur yapmaz, it sürüsünden daha kıymetsizce uluyorlar . İnsanın kanına dokunuyor yaptıkları, nahak yere ayrımcılık çıkarıp bizi düşmanlığa tetikliyorlar, sonra bizi dışladılar deyip ortalığı velveleye veriyorlar. Hangi selim akıl sizle Nevruz'a katılır, katılırsa neler olur! Sözüm hainlere elbette, Kürtlere değil. Hem Nevruz İslami kökenli değil. Aleviler de apayrı önem veriyor Nevruz'a. Belki bu yüzden içtimai manada ehemmiyet arz etmiyordur.

     

     

    Osmanlı zamanında Orta Asya'dan gelen değerlerimizi unutturmamak, milli berbaberlik vesaire için resmi olarak kutlanmış. Hala Türkmen devletlerinde kutlanmaktadır. Doğu da Afganistan, Hindistan ve tüm Türk devleterinde kutlanıyor. Bunu fırsat bilip siyasi çıkarlarımızı öne alarak, tarihi, milli, kültürel, dini bağlarımızı kuşatıcı şekilde gerekli olanı yapabilirdik. Ama o zihniyet nerede ? Ülkemizde birlik için Nevruz önemli fırsat, Alevisi, Türk'ü, Kürdü vesaire topyekun biraraya getirilebilir.

     

    Batı'nın çıkartması Yılbaşını içki, dans, tarihte görülmedik rezillikle kutlanıyor. Yanılmıyorsam 1932 yılında resmi hüviyet kazanmış. Çocuklarımıza batının ilmini değil de medeniyetini aşıyalım, o zaman muasır medeniyete ulaşırız (!) Üstad ne güzel söylemiş, Batı hudutsuz çirkini güzelleştirme, biz hudutsuz güzelliği çirkinleştirme yolundayız.


  7. Kalk Yiğitim!

     

    Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı...

    Parçalandı bir kıtanın toprakları,

    Aslan payını aslan olmayan aldı...

    Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı.

     

    Tulgalı, tulgasız başlar alayı...

    Kanadlı, kanadsız kuşlar...

    Aşılmamış dağlar, çıkılmamıs yokuşlar...

     

    Dağları, tasları akar sulariyle

    Şu tanıdık toprakta

    Bir büyük dünya parçası

    Fatihini aramakta.

     

    Dünyayı ahretten ayıran

    Duvarları yık da gel,

    Ay doğar gibi, gün doğar gibi

    Şu kıpkızıl ufuktan çık da gel!

     

    Kalk yiğitim, yine dağ başını duman aldı.

    Parçalandı bir kıtanın toprakları;

    Aslan payını aslan olmıyan aldı...

    Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı.


  8. Alparslan Türkeş dualarla anıldı

     

     

     

    MHP lideri Bahçeli ve oğul Türkeş, Alparslan Türkeş'in kabrine memleketi Pınarbaşı'dan getirilen Türk bayrağına sarılı toprağı serpti, kırmızı beyaz karanfiller bıraktı.

    04 Nisan 2008 15:26

    Yazı boyutunu büyütmek için

    Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) merhum Genel Başkanı Alparslan Türkeş, ebediyete intikalinin 11. yılında mezarı başında düzenlenen törenle anıldı.

    Merhum Türkeş'in Beşevler'de bulunan anıt mezarı sabah saatlerinden itibaren Türkiye'nin çeşitli ilerinden gelen binlerce MHP ve Ülkü Ocakları mensuplarıyla doldu. Anma töreninde Kur'an-ı Kerim okunarak, dualar edildi.

     

    Törene MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve MHP yöneticileri de katıldı. MHP lideri Bahçeli, Türkeş'in kabrine memleketi Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinden getirilen Türk bayrağına sarılı toprağı serpti. Mezara kırmızı beyaz karanfiller bırakarak, bir ibrikten su döken Bahçeli, dua ettikten sonra törene katılanlara hitap etti.

     

    Milli başarıların yüreği milleti için yanıp tutuşan, bu uğurda cefa çekmeyi göze alan ve inançlarını sadakatle savunan büyük insanların mücadelesinin eseri olduğunu belirten Devlet Bahçeli, toplumların tarihi başarılarını kırılmaz çizgilerinin işareti olan yüksek iradeye ve sarsılmayan inanca sahip bu insanların liderliği altında yakalayabildiklerini söyledi.

     

    Bahçeli, "Bu itibarla 1900'lü yılların başından bugüne, Türk milliyetçiliğine gönül vermiş dava adamlarının arasında en önemli mevkii, kuşkusuz merhum Türkeş Bey'e aittir. O, milliyetçilik tarihinin önemli bir bölümüne yakından tanık olmuş, varlığı ve aksiyonu ile bu mücadeleye yeni ve farklı bir anlam ve kuvvet kazandırmış bir tarihi şahsiyettir. Türklük için verdiği mücadele hayatında karşılaştığı engellere rağmen dava ve devlet adamlığının bütün hasletlerini göstererek, her ortamda metanet ve sükunetini korumasını bilen bir ülkü adamıdır. Ne yolundan bir an için dönmüştür ne de ülküsünden en küçük bir taviz vermiştir. Bu milleti karşılıksız seven dava arkadaşlarının her zaman en başında, ömür boyu dimdik ve gerekirse yalnız başına yürümesini bilmiştir" dedi.

     

    Merhum Türkeş'in geleceği okuyabilen liderliği, stratejik düşünce derinliğinin Türkiye ve Türk milliyetçilerinin düşünce dünyaları için kılavuz olduğunu vurgulayan Bahçeli, "Gerek yaşadığı dönemde ve gerekse vefatından sonraki küresel gelişmeler, onun teşhislerini hep haklı çıkarmıştır" diye konuştu.

    Gençlik yıllarında başlayan mücadele hayatının bir fani için rastlanmayan istikrar ve dik duruşla asla kesintiye uğramadan son nefesine kadar sürdüğünü ifade eden Bahçeli, şöyle devam etti:

    "Milliyetçilik, onun siyaset yeteneği ile yalnızca aydınlara hitabeden bir değer olarak kalmamış, buna ilave olarak sürekli büyüyerek Anadolu'daki yüz binlerce ailenin ocağında sağlam ve emin bir zemin bulmuştur. Türk milliyetçiliği onun rehberliğinde halkla kucaklaşmış, yetiştirdiği nesillerle de gelecek kuşaklara aktarılan dinamik bir güç haline gelmiştir."

     

    Merhum Alparslan Türkeş'in iki büyük eseri olduğunu söyleyen Bahçeli, "Birincisi Türk siyasi hayatında milliyetçiliğin yegane politik gücü olan Milliyetçi Hareket Partisi; ikincisi ise üzerine titrediği, büyük umutlar beslediği ve geleceği emanet ettiği ülkücü Türk gençliğidir. Bu iki anıt eser, milliyetçileri ve ülkücüleri, toplumun herhangi bir ferdi olmaktan çıkarmış, onları bir kimliğe, bir aidiyete ve bir sevdaya yönelterek siyasal şahsiyet kazandırmıştır. Bu eserleri, merhum Başbuğumuzun liderlik ve

    teşkilatçılık yeteneklerini göstermesi bakımından istisnai bir değere ve örnek alınacak bir öneme sahiptir ve unutulmaları, ihmal edilmeleri asla ve asla mümkün değildir" diye konuştu.

     

    "Ne üzücüdür ki, vefatının 11. yılında bir ömür, tüm varlığı ile mücadelesini verdiği büyük Türk milletinin esenliği ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bekası bugün tehdit altına girmiştir" diyen Bahçeli, Türkiye'nin sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel bir buhrana adım adım sürüklendiğini savunarak, "Bunlardan daha da vahimi ise Türk milleti, bin yıllık kardeşliğini sorgulama ve sadakatini sınama noktasına kadar itilmiştir. Bu gerçekler Milliyetçi Hareket Partisi'ne ve ülkücü gençliğe bugün daha büyük sorumluluk yüklemekte, milletimizin geleceğinde söz sahibi olabilmek için daha fazla inisiyatif alınmasını kaçınılmaz hale getirmektedir" ifadesini kullandı.

     

    Milliyetçilerin Türkeş'in sağduyulu siyasetini izleyeceğini, içte ve dışta yazılmış hiçbir senaryonun Türk milletinin kardeşliğini bozmasına izin vermeyerek devletin önüne konan tuzaklara düşmesini, gösterecekleri basiret ve dirayetle mutlaka önleyeceklerini belirten Bahçeli, "Şüphe yok ki, bizim için bu konuda da, geçmişte yaşanan buhranlarda gösterdiği soğukkanlılık ve yapıcı fikirleriyle eşsiz bir rehber olan merhum Türkeş Bey'in yeri ve önemi çok büyük olacaktır" şeklinde konuştu.

     

    1113371xe9.jpg

     

    Kaynak: http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=310865


  9. ESKİ MALAZGİRT MARŞI

    Bir Cuma sabahı, Allah’a karşı

    Malazgirt’te ellidörtbin er

    Ellidörtbin er, ellidörtbin er

    Söylemişler en güzel marşı.

     

    Allahü ekber, Allahü ekber

    Allahü ekber, Allahü ekber

    Allahü ekber, Allahü ekber

    Allahü ekber, Allahü ekber.

     

    Rast


  10. Üstad'ın İman ve İslam Atlası adlı eserde, Edep adlı bölümde, Sigara başlığın altında şunları yazmıştır

     

    SİGARA

     

    Çocuklar içemez, delikanlılar büyüklerinin yanında tellendiremez, memur amirinin yanında dudağında taşıyamaz; derste, bazı toplantı yerlerinde, ciddiyet ve hürmet belirtici yerlerde kullanılamaz, bazı hallerde ayıp, umumiyetle de hafiflik belirtir bir nesne... Bu çok yaygın nesnenin dini hükmü nedir?

     

    Ne haram, ne mekruh, sadece mübah, içilmesiyle içilmemesi arasında fark olmayan havai bir şey...

     

    Sağlığe tesiri, kokusu, melekleri tacizi, israfa kaçtığı gibi indi kıyaslar yersiz... Sıhhate dokunmak derecesini hazakatli müslüman hekim ve içenin kendisi tayin eder, eğer dokunuyorsa bırakılması gerekir; böyle vaziyetlerde insana tuz ve su, şeker bile haram olmaya kadar gider. Dini hüküm ise emin kaynaklara dayanarak gösteriyor: Tütün zatiyle ve öz keyfiyetiyle mübahtır; ve gerisi ille yasak arayanların, kendilerini müçtehit sanmasından ibarettir. <<İçen mi, içmeyen mi makbul? >> denilse, elbette ki, selim akıl <<içmeyen makbul!>> hükmünü vermekte tereddüt etmez.

     

    (İndi kıyaslar yapmanıza gerek yok, haram, mekruh vs. konularda son söz budur.)


  11. En son Can Dündar'ın ''Sarı Zeybek'' kitabını okudum. Hoca vizede soracaktı, mecburiyetten okudum, hiç tavsiye etmem.

     

    O kitaptan önce Tarık Buğra'nın Küçük Ağa kitabını okudum. Milli şahlanışımızı, her yönüyle Osman'lı beyefendisi diyebileceğimiz, Hoca Efendi'nin ( Fethullah Gülen değil :) romanda ki hayali kahraman ) her ne kadar istemese de şartların Osmanlı'dan kopmak gerektiğini, iman ve vatan aşkının verdiği sadaketle her şeyinden vazgeçip, ağa olması ''Küçük Ağa'' olmasını; yazar yalın ve akıcı diliyle, Kurtuluş Savaşı öncesi dönemi tüm çıplaklığıyla anlatmış. Okunması gereken kitaplardan, Tarık Buğra'nın kitapları gerçekten okunmayı hak ediyor. Seciyetsiz yazarlara verilen önemin sebebiyle ne kadar gölgede bırakılsa da bizim ona hak ettiği değeri vermemiz gerekiyor.

     

    Küçük Ağa'dan önce Üstad'ın İman ve İslam Atlası eserini okudum. Üstad'ın en başta okunacak kitaplarından biri, dinimizle ilgili temel bilgileri (ki hepimizin üzerine farz ) müşahhas zemine oturtarak bizim için o dev eseri inşa etmiş. Anlatmak istediğim; çoğu alan da olduğu gibi Üstad temeli atmış, yeni ufukların peşinden koşmayı bize bırakmış. Bu kitabı okuduktan sonra dinimizle ilgili malumatımızın hayli artacağından eminim. Kefen'den tutun meste, mestten tutun İhrama kadar en ince ayrıntılara kadar yazılmış. Üstad'ı bilip de bu kitabı okumayan kendine yazık etmiş olur.Yıllardır bize vermek istediğini bu kitapta toplamış. Kitabın başın da iki beyit her şeyi anlatıyor:

     

    Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hal oldu!

    Sonunda bana kalan, yalnız ilmihal oldu!

     

    --------------------------------------------

     

    Kalmadı bu dünyada benim ne işim ne kavgam;

    Eserimi verdimse, artık ölsem de ne gam!


  12. valla bende okumak isterdim ama osmanlıya ihanet eden üstüne üstlük israile kendi toprağını satanların bunu hakettiğine inanıyorum.

     

    Yazdıklarının ötesini berisini düşünüyor musun? Osmanlı'nın son döneminde orda faaliyet gösteren misyonerlerin sayısı, Osman'lı devlet memur, askerinden daha çoktur. 1. Dünya Savaşı sırasında Mekke, Medine'nin asayişinden sorumlu komutan, Cemal Paşa'ya üst üste haber gönderiyor, elimde ki kuvvetlere 1000 yada 2000 tam hatırlamıyorum asker takviye ederseniz, isyancıların ateşi alevlenmeden söndürürüz diyor. Sağolsun Cemal Paşa, takviye kuvvet göndermiyor. Sonrasını biliyorsundur.

     

    Hem o zamanın Arap topraklarında yaşayanların, büyük bir kesimi Bedevi. Cumhuriyet'in başlarını düşün, toplumun % 70'inden fazlası tarımla uğraşıyor. O günün Arap dünyası da öyle. Tüm bedahatiyle ortadadır ki; Arap toplumu asli özünü unutmuş, misyonerlerin 100, 200 yıllık planları yani dinlerini değiştirmek değil yozlaştırmakla muvaffak olmuşlardır. Tıpkı bizim toplumumuzun medeniyet diye yozlaştığı gibi. Çöl de hayatını sürdüren, dış dünya da yaşayan bedeviye ''sattı'' demek haksızlık olur. Sattırdık mı desek acaba?

     

    Araplar bizi sattı telaffuzu, hem bizi ''Araplara karşı soğutmak'', hem de çaktırmadan ''Araplar böyle bakın müslümanlarda böyle'' oyununa gelmektir. Anlayacağın sen o turşuyu da naneyi de gözünü kapatıp yemişsin. Hadi senin dediğin gibi diyelim, şimdi yaşayan masum insanların ne suçu var. Onlar müslüman bunu aklına sok.


  13. Serdengeçti, sonradan bu mısraları;

     

    Şol Asya'nın ırmakları,

    Akar Türklük deyu deyu!

     

    Şu şekilde değiştirmiştir:

     

    Şol Asya'nın ırmakları,

    Akar Allah deyu deyu!

     

    Kitapta Türklük yazıyor ama sonradan değiştirmiştir.

     

    İlk okuduğumda afallamıştım. Serdengeçtşi'nin, MHP ile olan ilişkisini, Türklükle ilgili görüşlerini biliyordum ama yine de öyle oldu.Serdengeçti'yi tanımayan birisi, Yunus'un ''Şol Cennetin Irmakları'' şiirine inat Türklüğü savunuyor zannedebilir. Bence Yunus'un şiirinden esinlenerek yazmıştır, Yunus'a tezatlık olsun diye değil. Hem ırmak nasıl Türklük diye akabilir. Her nefes alıp verdiğimizde Allah'ı zikretmiyormuyuz. Her nefes alışımızda Türk'üm demiyoruz. Bir de Serdengeçti gibi büyük bir insanın ''Allah'' lafzı dururken, ''Tanrı'' kelimesini kullanmasını bana yanlış geldi. Çocukluğumdan beri bu sözden nefret ederim. Üstad, İman ve İslam Atlası kitabında ''İsim'' adlı bölümde şöyle diyor:

     

    Kaydettiğimiz gibi Arapça da dahil, her dildeki sıfat ve delalet dairesi isimler, başta müslümanların kullandıkları İlah, Rab, Mevla, Hüda, Yaradan, Tanrı gibi adlar bulunmak üzere birer zahidi tasdik ve tevhid işareti olmaktan ileriye geçemez ve Allah adının yerini tutamaz. Hele <<Tanrı>> kelimesi İslam'dan önceki Türkçe'de <<Tanyeri>> kökünden geldiği ve güneşe tapmayı ifade ettiği için, mücerret İlah manasında olsa bile put kokusu vermekten uzak tutulamaz.


  14. Kısakürek: Yani... Alelâdeliklerden, filanlardan, taklitlerden, şunlardan bunlardan hiçbir zaman doymadım. Hemen keşfettim, hemen yaldızı döküldü... İhlâs, samimiyet, gayrî kabil-i taklittir. Bir hali vardır ki adamın, bellidir. Taklidi kabil olmayan bir yere gelir iş... Bir gün, bir uzvun kesilmesi yahut hayatın tehdidi şekliyle... “Kelime-i küfür”den bahsediliyordu. Bunu söylemeye mecbur olursa adam, ne olur? “Eğer böyle bir ciddî tehlike varsa, kelime-i küfri lisânen söyleyin, kalben mümin kalmaya ruhsat-ı şer’iyye vardır... Ruhsat... İzin vardır. Amam söylemeyen şehid olur” deyince, bendeki şeye bakın ki, edepsizlik derecesine varıyor şımarıklığım, dönüp: “Efendim böyle bir halde ben ne olurum?” dedim. Böyle, Eflatun, Sokrat’ı tarif ederken “Arslan gibi başını çevirdi” der. Öyle bir arslan gibi çevirdi başını bana: “Sen şehid olursun” dedi...

     

    Bu lûtfu da bana ihsan etti. Nitekim demin, B. Toprak burda mıydınız demin?... Süleyman burdaydı... Onunla gittiğimiz zaman, B. Toprak’a, “Sende anlıyorsun ki, nasibin yokmuş!” dedi. Doğrudan doğruya yüzüne... Valla... Allah’ın Rızası yolunda gidelim de kalabalık içinde gidelim ziyanı yok... Öncüsü, artçısı yok bu işin... Bir gün İmâm-ı Rabbânî Hazretleri okunuyor huzurlarında... Herkes gûyâ dinliyor. Döndü dedi ki: “Ah, biz de gûyâ İmâm-ı Rabbânî’yi okuyoruz, değil mi?..." "Ne kadar gaflet halî!"

     

    (Türk Edebiyatı Dergisi – Necip Fazıl Özel Sayısı- Temmuz 1983 S. 117) Yapılan röportajda Üstad konuyla alakalı bunları söylemiş.


  15. ASLAN MEHMETÇİK

     

     

    Sen benim başyazım, alın yazım, baş tacımsın...

    Bu nefer seni daha yakından tanıdım!..

    Seninle yattım, seninle kalktım...

    Mektuplarını okudum,

    Gözlerinin içine baktım...

    ...

    Senin tasan, benim tasam,

    Senin kaderin, benim kaderim oldu.

    Ne çare sana doymadan ayrıldım.

    Sana hiç doyum olur mu?

    Benim sessiz sedasız sabırlı Mehmedim...

     

    Varlığımızın esasıs sensin...

    Dirliğimiz birliğimiz sensin...

    Sen olmasaydın biz olur muyduk?!..

    Sen ölmeseydin biz kalır mıydık?!..

     

    Şu alev alev yanan ocaklar,

    Şu dalga dalga sancaklar,

    Şu köyler, şu bentler, şu bucaklar,

    Seni tanır, seni arar, seni söylerler...

    Fakat sen hep susarsın!..

    Ölürsün, gülmezsin!..

    Gidersin, gelmezsin!..

     

    ''Bura Yemen'dir,

    Yolu çimendir,

    Giden gelmiyor

    Acep nedendir?!..''

     

    Nedendir bilinmez!..

    Gidilir gelinmez!..

    Verilir alınmaz!..

     

    Bu hal böyledir Mehmedim!..

    Dert insanı söyletir Mehmedim!..

     

    Sen göklerin direği,

    Sen gönlümüzün cümle dileği,

    Sen Türk'ün bükülmez bileğisin...

    Dün Yemen'de idin, bugün Kore'de!..

    Söyle bana asıl yerin nerede!..

     

    Sen tarihi meydanlarda yazan,

    Sen talihini meydanlarda deneyen,

    Sen gönüllerde, sen göklerde gezen ersin!..

    Allah - millet - vatan için

    Her zaman, her yerde seferbersin!..

     

    Sen teplerinden ahiret ve mahşerlerin göründüğü

    Allahuekber dağlarından kendi mukkadderini gördün.

    Peygamberlerin Tanrılarından nida bekledikleri,

    Uçsuz bucaksız çöllerde,

    Sina çöllerinde

    Nice savaşlar verdin!..

     

    Tarih sana hayran,

    Cümlemiz sana hayran...

    Sen cengi düğün, ölümü bayram bilirsin!

     

    - Nereye düğün mü var, bayram mı var?

    Yoksa vatan mı dar?

    Nereye gidiyorsun nereye?!..

    Kore'ye!..

    Bir bahar günü, hayatın baharında...

    Çok, çok uzaklara

    Gidiyorsun!..

     

    Sarı yüzlü, çekik gözlü

    İnsanlar diyarına...

    Doymadan baharına

    Gidiyorsun!..

    Benim garip, benim dertli, benim mahzun Mehmedim

    Gittin:

    Kore'yi de bizim için bir vatan ettin...

    Anavatan gibi, Anadolu gibi...

    Çünkü orada sen varsın...

     

    Çünkü ''Kore'' topraklarında senin kanın var...

    Senin bastığın her yer bize vatandır Mehmedim.

    Düşmanı sen getirdin dize Mehmedim.

     

    Bu bahar Kore dağlarında esen yellerde,

    Bu bahar Kore ovalarında akan sellerde

    Dalga dalga sen varsın!..

    Açan çiçeklerinde al al,

    Yeşil yapraklarında yol yol

    Sen varsın Mehmedim

    Sen varsın!..


  16. TÜRKLÜĞÜN İLAHİSİ

     

     

    Şol Asya'nın ırmakları,

    Akar Türklük deyu deyu!

    Ol mübarek toprakları,

    Kokar Türklük deyu deyu!..

     

    Burçlarında al sancaklar,

    Hür göklerini kucaklar,

    Daima tüter ocaklar,

    Tüter Türklük deyu deyu!..

     

    Şahin yuvası belleri,

    Şehit kanından gülleri,

    Cuşa gelmiş bülbülleri,

    Öter Türklük deyu deyu!..

     

    Kırılsın artık halkalar,

    Vurulsun leşte kargalar,

    Bahr-ı Hazar'da dalgalar,

    Atar Türklük deyu deyu...

     

    Yabancılarda yurdumuz,

    Devasız kaldı derdimiz,

    Altaylarda bozkurdumuz,

    Gezer Türklük deyu deyu!..


  17. BÖYLE GEÇER GÜNLERİMİZ

     

    Evim-barkım, malım-mülküm,

    Hem müslüman, hem de Türk'üm

    İşte budur benim ülküm

    Diye geçer günlerimiz...

     

    Yapamadım edemedim,

    Falan yere gidemedim,

    ''Dedi'' dedin, ''Dedi'' dedim

    Diye geçer günlerimiz...

     

    Yazacaktım, çizecektim,

    Her tarafı gezecektim,

    Düşmanları ezecektim

    Diye geçer günlerimiz...

     

    Alamadım, veremedim,

    Postu yere seremedim,

    Muradına eremedim

    Diye geçer günlerimiz...

     

    Biz geçmeden bu dünyadan,

    Bu hayalden, bu rüyadan,

    Senden-benden,şundan-bundan

    Derken geçer günlerimiz

     

    Serdengeçti, durma söyle,

    Biraz da sen gönlün eyle,

    İşte şöyle, işte böyle

    Geçti gitti günlerimiz...


  18. UMMAK NE GÜZEL ŞEY

     

    Beklerken hayırlı bir haber nur topu yardan,

    Rüzgar esiyordu yine bir başka diyardan.

    Yıllar artık bana veremez oldu teselli,

    Zira onu bulmak bir hayal oldu belli.

    Duydum ve üzüldüm onu almıştı melekler;

    Gönlüm ona hala gelecekmiş gibi bekler.

    ............................................

    Eyvah... Şu geçen kim, şu gelen sevgili kimdi?

    Ummak ne güzel şey hele şimdi, hele şimdi.

     

    Hadımköy, 24 Eylül 1949


  19. Mukaddes emanetin dönmez davacısı olarak verdiği çileli mücadelesiyle bir döneme adını yazdıran, büyük simalardan biri olan şairler sultanı Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in, hayatı boyunca bir çok defa yargılandığını...

     

    Savunduğu fikirlerinden dolayı çıkmış olduğu bu mahkemelerin birinde hakimin kendisine nasihat ederek: ''Bak dostum! Seni bundan böyle bir daha huzurunda görmeyeceğim değil mi? ''Demesi üzerine Necip Fazıl'ın hayretle:

    '' Hayrola hakim bey yoksa istifa mı ediyorsunuz? diye nükteli bir karşılık verdiğini...

     

    Kaynak: Tarih Şuuruna Doğru 3 - İbrahim Refik

×
×
  • Create New...