Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Ü.Y.

Editor
  • Content Count

    416
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    5

Posts posted by Ü.Y.


  1. "İşte Fethullahçı komiser!!"

    Taraf (manşet; 04.04.08)

    Taraf, AKP'nin kapatılması aleyhinde demeçler veren Olli Rehn'i kast ediyor.

     

    Kendisine küfür edilse, belki de o küfrü şu sıfata tercih ederdi.

    Bu, tanımak ve inanmakla alakalı bir şey, sanki..

     

    dualarla..


  2. fenerbahçe takımını tutan insanlara şaşıyorum açıkcası.

    nasıl böyle bi takımı tutabilirlerki.. :graduated:

     

    Aman sözlerinize dikkat edin, çarpılırsınız :)

    ..

    Fenerbahçe'yi tebrik ediyorum. Fakat ortaya koydukları futbolu beğenmedim diyebilirim.

     

    Artık önümüzdeki maçlara bakıyoruz. :)


  3. Eser : 55 / Din Ve Tasavvuf / 608 sh.

     

    << Eserimi...

    Her yıldızla her yıldız arası yollar ve yönler kadar çok ve dolaşık...

    Dünya yolları ve yönlerinden...

    Biricik ulaştırıcı yolu ve eleştirici yönü bana gösteren...

    Otuz yaşımdan sonraki hayatıma temel atan...

    <<Altun Halka'nın asrındaki en büyük kutbu...

    Efendim, irşad edicim, can kurtarıcım...

    Esseyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nin yüce ruhaniyetine ithaf ediyorum...>>

     

    26 Mayıs1972 / N.F.K

     

    ...

     

    <<Tefsir, Hadis, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, <<BAŞLANGIÇ>> yazısında da belirtildiği gibi, sadece iman sahiplerine hitab edici, hiçbir akli teftiş, tespit ve ispat gayretine düşmeyici, mutlak <<doğru>> üzerine hissi ve reessüri bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir; ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, sanat eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selahiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak inanmış ve teslim olmuş sanat tavriyle sokulmaktan başka çare yoktur>> N.F.K


  4. Dervish kıskandın değil mi böyle güzel, mübarek bir rüyanın içinde yer edinemediğin için.. Hem niye kıskandın anlamıyorum, Trradomir abi gibi dikkate alınmamak mı istiyorsun? : ) E istiyorsan sorun değil.. Ayrıca sen sanıyor musun ki Trradomir abi senin gazına gelecek? Değil mi Trradomir abi?

     

    Peki ya siz ne düşünüyorsunuz NFK-Fan ; siz de pek üzülmüşe benzemiyorsunuz ama neyse =)

     

    Şimdi şöyle bir durum var. Evimizde 2 dizüstü, 2 masaüstü bilgisayar var. Yalnız, kullanılabilir bilgisayar sayısı 1.. :graduated: O da şuan ellerimde. Beni dünyamdan ayırmanızı istemiyorum. Bilmem anlatabilidim mi.. :)


  5. Efendim, bu gece forumu ve sevgili siz dostlarımı rüyamda gördüm :graduated: Sizlerle de paylaşmak istedim.. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki bu ilk değil.. Daha önce de bir kaç kez görmüştüm. Neyse sözü çok fazla uzatmak istemiyorum, ufaktan ufaktan başlıyorum..

     

    Saat 02.00'ı gösteriyordu. Dedim Ümran bu gece erken yat, sabah da erken kalk. Eh, yattık.. Sağa dön, yok. Sola dön yok. Otur, yok. Kalk su iç, süt iç, çorba iç yat, yok. Tam dalıyorum, sineklerin saldırısına uğruyorum vs. Saat 07.16'yı gösteriyordu ki yatağı yorganı toplayıp salona götürdüm. Minicik koltuğa kurulup kapatım gözlerimi.. Aman Allah'ım o ne kapanıştı öyle.. Forum karşımda duruyor.. Aktif kullanıcı sayısı 50. Her başlıktan insan fışkırıyor. Yorumları okumaktan gözlerim yoruluyor. Ama keyifler yerinde. Herkes çok mutlu.. Ben daha çok Duyurular bölümüyle ilgileniyorum. Orada da Serdengeçti, Nevbahar, Reyhan, BDG, Cihat var. Gırgır - şamata aldı başını yürüyor. Arada Trradomir kızıyor, oradan admine sesleniyor her zamanki gibi.. Ama tabii kimsenin onu taktığı falan yok :) ahahah :)

    Yazıları keşke anımsayabilsem.. Maalesef hiçbirini hatırlayamıyorum.

     

    Öyle güzel bir rüyaydı... :)

     

    Dualarla..


  6. Sancaktar kardeşim, "Onu sadece bir şair olarak görmemek gerekir; tiyatroları, nesirleri, romanları, hikayeleri, anıları, kalem kavgaları, bir devre ışık tutmaktadır." diyor.. Bence sonuna kadar dinlemeliydiniz.. Tabii genel olarak baktığımızda, Üstadın biraz daha şairlik yönünü ele almışlar.. Eksiklik olarak görülebilir mi bu.. ? Evet belki.. Çünkü dosya, biyografi başlığı altında..

     

    Yine de hoş bir çalışma olmuş.. Beğendim.. Paylaşan arkadaşa teşekkürler..


  7. Fransız ressam Martine Logeay'ın, İstanbul ve Anadolu'ya yaptığı geziler sırasında tuvale yansıttığı sulu boya resimlerden oluşan "Bir Fransız'ın Türkiye'deki Gezi Notları" adlı sergi, Küçükayasofya Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nde açıldı

     

    Eminönü Belediye Başkanı Nevzat Er, serginin açılışında yaptığı konuşmada, Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nde bir yabancının farklı bir bakış açısıyla yaptığı eserlerden oluşan sergiyi açtıklarını söyledi.

     

    Fransızlar ile dostluğun Kanuni Sultan Süleyman'a kadar dayandığını belirten Er, bu tür etkinliklerle var olan dostlukların yeniden canlandığını ifade etti.

     

    Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi'nde bugüne kadar birçok sergi açtıklarını anımsatan Er, bu serginin çok daha anlamlı olduğunu, tarihi bir bölgenin belediye başkanı olarak bu sergiye ev sahipliği yapmaktan büyük mutluluk duyduğunu dile getirdi.

     

    Fransız ressam Logeay ise bu serginin Eminönü'nün Kadırga semtinde açılmasının kendisi için çok önemli olduğunu belirtti.

     

    Türk ve Fransız kardeşliğinin gelişmesi için bu sergiyi açtığını ifade eden Logeay, Türk-Fransız Derneğinin düzenlediği geziler kapsamında Türkiye'nin birçok şehrini gezdiğini ve bu gezilerin kendisine ilham verdiğini kaydetti.

     

    Logeay'ın, Türkiye ziyaretlerinde yaptığı 60 sulu boya eserin yer aldığı sergi, 17 Ağustosa kadar açık kalacak.

     

     

     

    123799.jpg

     

    123798.jpg

     

    123797.jpg

     

    123796.jpg

     

    123795.jpg


  8. Of, ne haliniz varsa görün... ! :) Bir öğretmen adayı olarak, okul aşığıyım.. İtirazı olan var mı ??

     

    Benden bu kadar gençler... Sanmayın ki kazandınız.. Tarafımda olan arkadaşlara güveniyorum.. :graduated:

     

    Selam ve dua ile..


  9. Olmaz elbette.. Biz ki yazının, ateşin, kılık kıyafetin vs. Adem ile geldiğini kabul ediyoruz.

    Bunları sonradan doğmuş medeniyetlere nasıl mâledebiliriz? Belgesini de öne sürmemize rağmen, kabul etmiyorlar. Çünkü onlarda da bir kabulleniş, bir inanış var. Şimdi her iki durumda da denilebilir mi, "tarih objektiftir"..? Taş Devri saçmalıklarıyla küçüldük, küçülüyoruz.. Onlar apayrı zaten..

     

    Ama bağnazlık ile ilgili tesbitleri gayet güzel ve de yerinde.. Ezberci sistemi devirmeye çalışan sistemleri dört gözle bekliyoruz.

    • Like 1

  10. Bu saçmalıkları yanıtlamaya nereden başlasam acaba.. :)

     

    Bir kere şu Yunun düşmanı Almancıya soruyorum, Allah aşkına nedir şu yazı aralarındaki "Thanks Comrade"? Neyin özentiliği bu.. Amerikan-İngiliz eğitmenlerin hakimiyetinden olsa gerek.. Değil mi Dervişş??

     

    Peki ya "Viva BBOA , Viva BBOA!!" naraları atan "La Historia Me Absolvera" diyen marksist kokulu herifin ve sözlerinin canım forumda ne işi var... Tarih senin nereni aklasın be Castro yavrum? Baktım biri Kızıl Dereli, biri de Latin topraklarından çıkmışçasına salınıyor, e ben de Yunan sıkıştırıvereyim araya dedim. Hakkı yok mu.. Bükemediğin eli öpeceksin kardeş..

     

    Peki ya adles'e ne demeli.. Bir o yana, bir bu yana.. Nıck nıck.. Co-'lar burdan size sesleniyorum. Davanız için kararlı insanlar seçin lütfen.. :graduated:

     

    Hıyarın turşusu demiş ki "sosyalizmde paylaşım vardır".. Ne paylaşım ne paylaşım.. Çıkar peşinde koşmaktan başka yol alacağınız yok sizin. Cepleri dolduruyorsunuz madem, oraya ufak bir delik açın da birazı aksın. Sonra şişkinlik hazımsızlık yapmasın.. :)

     

    Bunlar saçmalıkların manifestosudur.

     

    Okulsuz toplum olmaz... İlim beş sokak ötenizde olsa, gidip alacağınız yok.. Vah vah vah..


  11. İşte ilcege, sizi Dervishle bir uzay düldülüne bindirip, bilmem kaç milyon ışık yılı yıldızına uğurlayacağız. Bakın bu mümkünmüş..Kampanyanızı orda başlatmanız, daha münasip olur. Ne dersiniz.. :)

     

    Müthiş bir yazı.. Müthiş müthiş müthiş.. Çok teşekkür ediyorum, böyle bir yazıyı bizimle paylaştığınız için. Bırakın sayıları rakamlarla bile aram kötüdür. Yine de kendi çapımda bir bir takım hesaplamalar yaptım... Bizden 1450 ışık yılı ötede bir yıldız olsa, oradaki bir meraklı gözlemci, Arabistan yarımadasına çevirdiği teleskobu ile “gerçek” olarak, İki Cihan Serveri'nin (SAV) annesini, babasını görürdü herhalde.. 1437 ışık yılı ötedeki bir yıldızın gözlemcisi olsaydı şayet, Kutlu Doğumu görürdü. Her zamanki gibi doğru (!) hesapladıysam eğer :graduated:

     

    "Ümran gel seni götüreyim, ama bir şartla ; canını istiyorum" dese, tereddüt eder miydim... Bir saliselik görüntüsüne kurban olayım O'nun..

     

    Allah razı olsun..


  12. Evet adlesciğim hep destek tam destek.. !

     

    Eureka! eureka! Bunları MÖ'ye gönderelim.. Ne dersiniz, orada da mı çağ dışı kalırlar :) Selda biz bunları ütopyalarıyla baş başa bırakalım bence.. Uğraşıp, çırpınsınlar biraz ; bir uğraşları olmuş olur hiç olmazsa.. Ahaha :graduated:


  13. 1902'de Kaliforniya'nın Salinas kasabasında doğdu. Çocukluk ve ilk gençlik yılları boyunca yaz tatillerini civar çiftliklerde çalışarak geçirdi. Henüz on dört yaşındayken yazar olmayı aklına koyan Steinbeck, eserlerinin çoğuna mekan olarak seçtiği Salinas vadisindeki bu çiftliklerde, kırsal kesimlerdeki zorlu hayat şartlarına ilişkin ilk izlenimlerini edindi.

     

    1919 yılında Stanford Üniversitesi'ne girdiyse de, altı yıl süren üniveriste öğrenimi boyunca , sadece yazarlık kariyerinde kendisine yararlı olacağını düşündüğü derslere katıldı. Yine de aynı dönemde, hem okul masraflarını karşılamak hem de hayat deneyimlerini geliştirmek amacıyla tezgahtarlık, ırgatçılık, duvarcılık, marangozculuk, laborantlık gibi pek çok işte çalıştı.

     

    1925 yılında okulu bıraktı, yazar olarak kendini kabul ettirmek umuduyla New York'a gitti. Ne varki pek kısa süren bir gazetecilik deneyimi dışında, yazılarını yayınlatmayı başaramadı ve 1926'da Kaliforniya'ya döndü. Bunu izleyen iki yıl boyunca, Lake Tahoe'da bir sayfiye evinin bekçiliğini yaptı. Yılın sekiz ayı karlar altında kalan bu ıssız yerde ilk eserini kaleme aldı. 1929'da basılan ilk romanı Altın Kupa, edebiyat çevrelerinde fazla ilgi görmedi. Bunu Cennet Çayırları Ve Bilinmeyen Bir Mahalle, Steinbeck'in yazarlık kariyerinde bir dönüm noktası oldu. Böylelikle edebiyat eleştirmenlerince gelecek vaat eden büyük bir yetenek olarak kabul edilmiş oluyordu. Yukarı Mahalle 'yi, Kaliforniya'da yaşam mücadelesi veren işçi sınıfını konu alan, her biri birer şaheser olarak kabul gören Bitmeyen Kava, Fareler ve İnsanlar ve 1940'ta Pulitzer Ödülü kazanan Gazap Üzümleri izledi. Diğer belli başlı eserleri arasında Ay Battı, Sardalye Sokağı, İnci, Cennetin Doğusu, Tatlı Perşembe, Pippin IV'ün Kısa Süren Saltanatı, Mutsuzluğumuzun Kışı, Bir Savaş Vardı sayılabilir.

     

    1962 yılında Nobel Ödülünü kazanan Steinbeck, 1968 yılında öldü.

     

    RK


  14. Asyam, Safranbolu'da turizmi iyi oturtmuşlar. Özellikle merkezdeki evler turizme açık..(Birinci fotoğrafta görüldüğü gibi.) Otel olarak hizmet verenlerin, dükkan kurarak (helvacı-lokumcu-şekerlemeci) geçim sağlayanların sayısı bir hayli fazla. Bankaların, PTT'lerin uyumu bozmamak için bu mimariyi kullandığını görüyoruz. Tabii evlerde yaşayanlar var. (aşağıdaki fotoğraflarda görebilirsin.)

     

    Orada insanların birbirleriyle olan ilişkileri çok hoş. Küçük tur ayarlamıştık.(45 dk) Adam, bir yandan bizi bilgi deryasında yüzdürürken, bir yandan da kapı önlerindeki teyzelere selam verip onlarla sohbet ediyordu. :graduated: Gidip görülmesi, yaşanması gereken yerlerden biri diye düşünüyorum.

     

    img1140xk6.jpg

     

    img1132gm8.jpg


  15. KOŞ

     

    Bir doktor, üç hemşire dokuz saattir uyuyan genç kızın uyanmasını bekliyordu. Bu bekleme esnasında biri, kızın açılan üstünü örtüyor; biri ateşini ölçüyor; biri aynanın karşısında patlayan dikişlerini tedavi edip kıza küfürler savuruyor, diğeri ise büyük bir dikkatle kızı inceliyordu… Dokuz saat öncesi…

     

    “Alo diyemeden eline tutuşturulan kalemle bir adres yazmış, kâğıdı hemen görevlilere vermişti. Aynı anda birçok hastayla ilgilenen genç doktor biraz sonra hastaları kontrole gidecek… Sinir nöbeti geçiren bir hastaya iğne yapmaya çalışırken giriş kapısından gelen sesleri işitmiş, “işte bir tane daha..” diye mırıldanmıştı.

     

    - Koş, sen de koş… Herkes koşuyor, ben bu gece uyuyacağım ahahah =) dilsizim…

    - Sus dedim sus SUS, çarpacağım ağzına!!

    - Ali! deliyle deli olma, tut şu kızın kolunu adam gibi..!

     

    Ali, yarılan kaşının verdiği acının siniri ile kızın kollarını tutuyor, tutarken de tırnaklarını kızın kollarına batırıyordu.

     

    - Koş, sen de koş… Herkes koşuyor, ben bu gece uyuyacağım ahahaha =) dilsizim…

     

    Merdivenleri koşarak inen doktor, sesin geldiği tarafa bakıp güldü… Kaşı yarılan Ali ne kadar sinirli. Kızı tutarken arkadaşı Ali’yi sakinleştirmeye çalışan Hasan ne kadar çaresiz. Hergün onlarcası getirilen bu hastanenin kapılarını açıp kapatan görevliler ise ne kadar sıradan bakıyorlar bu gidip gelişlere…

     

    Ve nihayet beş kişi kıza gömleği giydirmiş, yatırmışlardı… İğne vurulduktan beş dakika sonra derin bir uykuya dalan kıza, şimdi daha dikkatli bakıyordu. Bembeyaz yorgun bir yüz… Kaşları sanki kalemle çizilmiş. Kirpikleri ömrü gibi kısa… Saçları uzun ve dalgalı… Pembe dudakları hep ısırılmış, yaralı…

     

    Kızın gözlerini aralamasıyla doktor ve diğer üç hemşire hareketlendi. Gözler defalarca açılıp kapandıktan sonra, tek tek dört adamın yüzüne baktı. Ara ara yanıp sönen bir ışık, boyasız duvarlar, demir parmaklıklar, sert bir yatak…

     

    Doktor yemek getirmesi için Hasan’a seslenip, diğer hemşireleri yolladı. Kendisi de sakinleşen kızın gömleğini çıkarttıktan sonra odasına gitti. Asu, etrafına mana kazandırmaya çalışırken gözleri koridorun karşısındaki parmaklıkların ardında olan genç adama takıldı. biri başında, diğeri koltuğundan aşağıya sarkan ellerin sahibi olan bu genç adam koltuğunu kurulmuş oturuyordu. Onun hemen sağ tarafındaki odada, otuz yaşlarında bir kadın birbirine doladığı çarşafı kollarında “yavrum” diyerek okşuyordu. Elli beş yaşlarındaki bir kadın da diğer bir odada aynaya bakıp saçlarıyla oynuyordu. Elindeki kalemin ucunu dudaklarına temas ettirerek, “kırmızı dudak, kırmızı dudak!” deyip yerinde hopluyordu.

     

    Yemeği getiren hasan, soğukkanlılıkla içeri girdi.

     

    - Yemek saati..

    - Ben bu gece uyuyacağım..

     

    Geldiğinden beri aynı cümlelerle konuşan bu kıza çok acımıştı.

     

    - Tamam, yemeği yiyelim; benim de uykum var, ben de uyuyacağım.

    - Herkes koşuyor…

    - …..

    - Sen de koş…

    - Aç bakalım ağzını.

     

    Kız ağzını açmıyor, karşıda koltukta oturan genç adamı süzüyordu.

     

    - Hadi ama bak ne kadar lezzetli.

     

    Hasan kızın, karşı parmaklıklarda kalan çocuğa baktığını fark edip:

     

    - O da birazdan yiyecek, ama önce sen.

     

    Asu, masadaki tepsiyi alıp parmaklıklara doğru yürüdü… Ayakta bir süre elinde tepsi bekledi ve çömelip tepsiyi parmaklıkların arasından geçirmeye çalıştı. Geçiremeyince, tabakları tepsiden alıp teker teker itmeye başladı. Uzatabildiği kadar uzattı ve geri dönüp yatağına oturdu. Genç adam şaşkınlıkla yerdeki tabaklara bakıyordu. Hasan ise oturduğu yerden kalkmış, tabakları toplamaya başlamıştı. Genç adamın kapısını açmış, tepsiyi oraya bırakmıştı.

     

    Gece bitmek bilmiyordu. Asu, yorgana sıkı sıkı sarılmış, masaya bakıyordu. Sessizlik hâkimdi hastanede. Bütün deliler uyuyordu… Uykusunda konuşanlar oluyordu bazen. Bazen ağlamaklı bir ses “gitme…” diyordu çatlak duvarların ardından. Ali, hastanenin koridorlarında turluyordu. Alaycı bir ifade ile “Koş ali sen de koş, herkes koşsun… Ha bu deli kız uyusun, aman uyusun…

     

    Gecenin aksine kıyamet kopuyordu şimdi hastanede. Kimi zıplıyor, kimi dans ediyor, kimi ağlıyor, kimi zırlıyor… Asu, gözlerini sabaha delilerin kahkahalarıyla uyandı… Yataktan bir hamleyle kalkıp ortama ayak uydurarak arkadaşlarını alkışlamaya başladı…

     

     

    - Koşşş, sen de koş… Herkes koşuyor, ben bu gece uyuyacağım ahahah =) dilsizim… diyor orada tıkanıyordu… Dilsizim derken, sanki devamını getirecekmiş gibi uzatıyordu son harfi.

     

    Bütün bu delilerin arasında biri vardı ki, hiç konuşmuyordu. 3 4 senedir buradaydı ve bu zamana kadar tek kelime etmemişti. Doktorlar onu, şartları daha iyi olan bir odaya almak istemişlerdi. Fakat hastanenin imkânları kısıtlı olduğu için onu burada bırakmak zorunda kalmışlardı. Bu yarı akıllı, Asu’nun dikkatini ilk günden itibaren çekmeyi başarmıştı. Özellikle Asu, genç adam yemek yemeden önce katiyen ağzına lokma koymuyor, önce onun yemesini bekliyordu…

     

    Altı ay geçmişti burada. Doktorlar her zamanki gibi yeni hastalara hoş geldin diyor, iyileşenleri uğurluyordu.

     

    Hasan odasına giderken, hastaların ne yaptığına bakıyordu. Hızla yürürken Asu’yu masada oturmuş ellerini incelerken gördü. Durdu… İyice sessizleşen Asu’nun durumu pek hayra alamet değildi. Artık hiç gülmüyor, hiç konuşmuyordu… Bir ay önce bir gece çığlıklar atarak uyandırmıştı herkesi… Bir şeyler söyleyecek gibi oluyor, tıkanıyordu. Doktorlar, Asu’da beliren bu nöbet karşısında ne yapacağını şaşırmıştı. Ali, elini ağzına götürerek kızı susturmaya çalışırken, Hasan arkadaşının bu yaptığının doğru olmadığı söylüyor onu odadan uzaklaştırmaya çalışıyordu… Diğerleri ise iğneleri hazırlıyordu… O haykırış dolu gecenin ardından Asu, bir daha hiç konuşmadı…

     

    Herkes yorgundu bu gece. Herkes yatmış, kimseden çıt çıkmıyordu. Hasan ışıkları kapatıp odasına kapandı. Ali sigarasının dumanında boğulmaya mahkum etmişti kendisini.. Doktorlar hastaların son durumunu konuşmak için bir odada toplanmış, bazı kararlar alıyorlardı.

     

    Doktorlardan biri yüzünü buruşturmuş “yanık kokuyor” demişti. Diğer doktor onu onaylamış, ayağa kalkmıştı. Kapıyı açtı ki her yer cayır cayır yanıyor… Doktorlar uyuyan hemşireleri uyandırarak, hastaların kapılarını açmaya koyuldular... Deliler uyanmış, ortalık bir anda cehenneme dönüşmüştü. Herkes demirlere yapışmış bağırıyordu. Asu tedirgin gözlerle izliyordu hadiseyi… Ve sabırsızlıkla bekliyordu kapısının açılmasını. Artık alevler büyüyordu. Doktorlar ve hemşireler hastalarla beraber kendilerini dışarı atmıştı. Bir tek Ali kalmıştı hastanede… Ali, Asu ve Asunun Asu’nun komşusu olan genç adam… Genç adam da Asu gibi demirlere tutunmuş çıkarılmayı bekliyordu. Ali, sessizi çıkarttıktan sonra koşarak gitti. Genç adam ile Asu göz göze geldiler. Bir süre böyle kaldıktan sonra Asu demirleri sallamaya başladı… Genç adam, kıza son kez bakmış:

     

    - Ben senin yerine de koşacağım… Diyerek alevleri arkasına almış, koşarak uzaklaşmıştı.

     

    Asu, onun arkasından bakarak, hüzünle:

     

    - Koş, sen de koş… Herkes koşuyor, ben bu gece uyuyacağım… Ve dilsizim artık konuşuyor.

     

     

     

    Not: Dostlar... Size güzel bir haber vereyim :) "Koş" ile : ) m r a n başlığı altındaki berbat yazılarıma son veriyorum... Mutlu sonlarla başlayıp, kötü bir son ile bitirmek istemezdim elbette. Ama olması gereken buydu.. Düşük cümlelerim, yanlış yazdığım sözcüklerim için ve bunları düzeltmediğim için özür dilerim... Yazdıklarımı ikinci defa okumaktan hoşlanmadığım için bunlara kayıtsız kalıyorum.

     

    :graduated: Bir gün başka hayatlarda karşılaşacağımıza inanıyorum.

     

    Hoşçakalın.

×
×
  • Create New...