Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

onüç

Admin
  • Content Count

    500
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    8

Posts posted by onüç


  1. 1.si atatürkün bu sözü söylediğini nerden bilelim uydurmadığın ne malum.ispat isteriz

    2.si kanuni çöküş devrine dahil değildir.osmanlı tarihini okumanı tavsiye ederim.

    3.üsü ''devletinin yönetim şeklini başkalarının istekleri doğrultusunda şekillendirmemiştir'' sözü tamamen cehalet örneği.tanzimatı meşrutiyetleri hatırlatır ve derim ki üstaddan biraz oku.hiç olmazsa ulu hakanı oku.bütün sorularının cevabını alacaksın.

     

    BİLGİ SAHİBİ OLMADAN FİKİR SAHİBİ OLMA (YALIM)

     

     

    esselamu eleyküm

     

    1.(a) ben atatürk demedim m.kemal dedim

    ( b ) bu söz elbette vecizdir "benden öncekilere söveceksiniz diyemeyecek kadar zekidir m.kemal"

    ancak şuda bir gerçekki yürütülen tüm organizasyonlar öncelikle osmalıdan halkı soğutmak ve zamanlada ondan nefet ettirmek üzre kuruluştur

    neden?

     

    I-t.c. ilk kurulduğu yıllarda bile hatta üzerinden 80 yıl geçmiş olmasına rağmen osmanlının en kötü zamanına denk değildir

    o dönemde osmalının yaptıığı uluslar arası icararatların hiçbirine bugün bile yaklaşabilmiş bile değiliz

     

    bir örnek:

    Abdülhamid Han dönemi osmanlının en zayıf dönemlerinden biridir kuşkusuz

    fransada bir tiyatro Efendimiz H.z. Muhammed (s.a.v) 'i tenkit ve küçük düşürücü bir oyun düzenler

    oyun daha sahneye çıkmadan yönetime bir haber gelir Ulu hakandan

    bu

    "-biletler satılmış üdahale edemeyiz" cevabını geri getirir

    Ulu Hakan ikinci ve daha sert bir telgrafla oyunun oynanmasını durdurur

    ama inantıcıdır tiyatro iyi hazırlanmış ve büyük para yatırmış

    ingiltereye gider

    oyun hazırlıkları başlar

    bunun istihbaratınıda alan Abdülhamid Han orayada bir telgraf çeker

    ve sözün kısası oyun ingilteredede sahne alamaz

     

    bir kurtuluş savaşı verdik

    ve sözüm ona sürekli ilerliyoruz

    şuan bile

    devletin bir desteklediği

    "-Kim daha kötü (aslı böyle değil ancak ben kullanmak istemedim bu keimeyi) çizecek Hz. Muhamme(s.a.v) 'i " yarışmaları düzenleniyor biz ise devlet olarak hiç evet HİÇ birşey yapamıyoruz

     

    II-kurulan devlet eğer istenilen yada halkın beklediği düzeyde değil ise bunu ona kabul ettirmenin iki yolu vardır

    bir: etrafındakileri gösterip "bak biz onlardan daha iyiz" demek

    iki: önceki kendi halini gösterip "bakın şimdi daha iyiz" demek

    birincisini yapması mümkün değildi çünkü yeni oluşmuş devletler dışında t.c.den daha kötü durumda olan çok az sayıda ülke vardı

    ikncisini yapmasını tek yoluda tarihin kötülüklerini büyültüp güzelliklerini saklamak bunu yapmak

    yinede halkı soğutamayacaktı doğal olarak yalanlar empoze edildi

     

    bir örnekde bunun için:

    (çok fazla uzatmamak adına)

    Abdülhamid Han'a üstadın ULU HAKAN dediği şahsa kim hangi dönemde KIZIL SULTAN dedi kim buna sessiz kaldı

    vakıfahmetozısık kardeşimizin veridği örnekleri hatırlatmama gerek bile yok

     

    III-

    bunların hepsini yok saysak bile herşeyden öte hilafetin kaldırılması başlıbaşına bu ecdada küfürdür

    hilafet neden kaldırılmıştır

    neden m.kemal önceleri halife olmak istemiş lakin sonradan halifeliğin kaldırılması gerektiğini savunmuştur

    neden halifelik (diğer birçok reformunda bu şekilde olduğu açık....) değil demokrasi krallığında ötesinde despot bir dikta le kaldırılmıştır

    bu;

    "kendi yönetim şeklinizi sizin kimi yönettiğini kendiniz seçeceksiniz" denilmiş bir halka söylenen en büyük yalandır

    bu halkı aldatmak hiçe saymak değilde nedir

     

    sonuç olarak ;

    hilafetin kaldırılması İngiltere kralının emri ve isteği üzerine olmuş bir hadisedir

    kendi sömürgelerini elinde tutmak için bu sömürgeleri için kaygı duymak istemediği bir osmanlı yada t.c. içindir

     

     

     

    velhasıl;

    m.kemal en kötü osmalı padişahı kadar asla olamamış ve malesef koca coğrafyadan kalan küçücük bir yere sıkıştırıldık (misak-ı milli) ve onuda elimizde kuruluşumuzdan sonra tutamadık

    elbette nasıl yaşarsanız o şekilde yönetilirsiniz ancak şuda bir gerçekki

    bir insanın eli yoksa yada kullanılamayacak kadar hastalıklı ise o kişi başarılı olabilir

    aynı şekilde yağı gözü kulağı dili

    ama aynı kişinin hastağı beyninde ise (zihinsel özürlü) diğer uzuvları mükemmel vaziyette olsa bile ne kendine nede çevresine fayda sağlayabilir

    türkiye cumhuriyeti tüm uzuvlarıyla mükemmel değildi elbette belki artık yaşlı adamda değildi gençti ama kolu bacağı gözü yaralıydı bunların tedavisi zaman isteyecekti

    ancak malesef hiç biri bu ülke insanını ZİHİNSEL ÖZÜRLÜ olması kadar etkilemeyecekti...

     

    2-kanuni üstada göre osmanlının içine düşen ifak tohumlarının (en azından saray için) ilk padişahıdır kanuni örneğim onun içindir

     

    3-1. cevabımın III bölümünde bunu açıkladım halifeliğin kaldırılması beraberinde laikliği getiriştir haifelikle birlikte laiklik düşünülemezdi

     

    tavsiye ettiğiniz kitaplar için teşekkürlerimi sunuyorum

    öncelikle ULU HAKAN'ı en az 4 kez okudum

    tarihimi ise samimiyetine güvenmediğim bir diktanın kitaplarından öğrenmedim öğrenmeye niyetim yok [zaten bu reejim gerçekten samimi lsa fikirleri güçlü olsa savunulmaya değer olsa tüm arşivleri açar ve milli mücadeleyi m.kemali inönüyü k.karabekiri ( tabii ona düzenlenen komployu ) kubilay hadisesini izmir suikastini vs. vs. vs. saymakla bitmeyecek onlarca hadiseyi kendi halkıyla paylaşır tartışmaya açar gerçekler günyüzüne çıkar yani eğer m.kemal hakkaten iyi biriyse bile ve ben bunun böyle olmadığını düşünüyorsam bunun sebebi yine kandisi ve geliştirdiği eletiriye tahammül edemeyen düşünce akımıdır, kapalı ve tartışmasız üslubudur ]

     

    son olarak eğer kabul edersen benimde sana bir kitap tavsiyem olacak

    malumunuz üzre böyle ilahlaştırılmaya çalışılan bir m.kemal ülkesinde bu tip kitapları bulmak zordur

    ancak herşeye rağmen okumanızı şiddetle tavsiye ederim

     

    TAHA İSLAM

    ZİRVEDEKİ MANKURTLAR

    BİRİKİM YAYINLARI

     

    emin olun okuduklarınıza inanamayacaksınız

    ve bunların tamamının KANITlarıyla birlikte sulması bildiğiniz bir çok şeyi kökten değiştirecek

     

    saygılarımla


  2. Vakit

    M. Emin Kazcı

    [email protected]

     

     

     

    Kadınların günü var ama...

     

    İnsanlar, günlük hayat içinde bildiklerini okumayı pek severler ama çeşitli günler ihdas ederek bazı konularda güya ne kadar “duyarlı” olduklarını kanıtlamaya çalışmaktan da geri durmazlar.

    Bugün idrak ettiğimiz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü de böyle bir şey.

    -

    Dünya Kadınlar Günü, ilk kez 1800’lü yıllarda New York’taki bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma şartları elde etmek için greve giden kadın işçilerin fabrikaya kilitlenmesi ve daha sonra çıkan yangından kaçamayarak feci şekilde can vermeleri üzerine gündeme geldi.

    1977 yılında da BM tarafından tüm dünyada kutlanması kabul edildi.

    Peki o günlerden bu günlere kadınlar açısından ne değişti?

    Hiç. Sadece kadını ezmenin ve sömürmenin araçları daha modern, daha sofistike hale getirilip güncelleştirildi.

    -

    Kadın hâlâ taciz ve tecavüze uğruyor... Kimileri kadınlara uygulanan şiddeti sadece Türkiye gibi az gelişmiş ülkelere has bir özellik zannederler ya da şiddeti salt bir eğitim sorunu olarak görmeye/ göstermeye çalışırlar.

    Oysa araştırmalar hem “eğitimli” şiddetin “eğitimsiz”den, hem de gelişmiş batı ülkelerindeki şiddetin az gelişmiş ülkelerden daha az olmadığını hatta daha fazla olduğunu ortaya koyuyor.

    Yine BM’nin yaptığı bir araştırmaya göre, günümüzde dünyadaki toplam işlerin yüzde 66’sı kadınlar tarafından görülüyor, buna rağmen kadınlar, dünyadaki toplam gelirin yüzde 10’una, dünyadaki toplam mal varlığının ise sadece yüzde 1’ine sahipler.

    Kadınlar işyerlerinde ucuz emek deposu olarak görülüyor. Kadınlar terfi etmek veya fazla maaş almak için erkeklerin ödemediği bedelleri ödemeye zorlanıyor. Kadın bedeni ticarette, medyada, sanatta, hülasa her yerde insafsızca sömürülüyor.

    Kadınlar sadece cinsiyetleriyle değil, bazen sırf giyim kuşamları nedeniyle bile, birçok yerde ayrımcılığa maruz bırakılıyor.

    Sözde feminist görünen birçok akım bile, son tahlilde erkeklerin belirlediği, hatta teşvik ettiği tuhaf zeminlerde yürütülüyor.

    Kadınlar, güya kurtarılmaya çalışıldıkça daha çok eziliyor, daha çok sömürülüyor.

    Bazen düşünmüyor değilim;

    Kimse kadınları kurtarmaya kalkmasa, kim bilir belki de daha kolay kurtulacaklar!..

    -

    Bugünkü kıssalarımızı günün mana ve önemine uygun şekilde seçelim bari.

    Kadıncağız eve her gelişinde eline televizyon kumandası ya da gazete alan ilgisiz kocadan bıkmış.

    Bir akşam gene yemeğini yer yemez eline gazete ve kumanda aletini alan eşine seslenmiş:

    -Konuşmamız lazım, sorunlarım var.

    Koca, başını gazeteden kaldırmadan cevap vermiş:

    -Merak etme, yakında AB’ye giriyoruz, o zaman tüm sorunlar çözülecek!

    -

    Bir kadın okuyucumuzun gönderdiği e-maile göre, kadınları günlük aile hayatı içinde en çok sinirlendiren tavırlar genel olarak şunlarmış:

    -Gizemli havalara bürünmeleri: Sorularınıza asla net cevap vermezler. Sanki insanlığı kurtarmakla görevlendirilmişlerdir.

    - Tartışmaya üşenmeleri: Hele de haksızsalar ağızlarını bıçak açmaz!..

    - Tartışmanın ortasında çekip gitmeleri: “Seninle bu şekilde konuşamam” der ve ne şekilde konuşulacağını da belirtmeden kapıyı vurur giderler.

    - Dalga geçme ve alaycılıkları: Siz konuşmanızın en içli yerindeyken “Senin terapi vaktin geldi” ya da “Bugün Prozac hapını almadın mı?” diye alay edip sinir bozarlar.

    - Aşırı önlem almaları: Güya kavga çıkarmamak adına bol bol yalan söylerler. örneğin, “Arkadaşlarla gezmeye gittik” yerine “İşyerinde toplantı vardı” derler. Siz gerçeği öğrendiğinizde ise, “Hayatım, sana söylesem kavga çıkardı, üzülürdün” derler.

    - Ağlama karşısındaki duyarsızlıkları: Siz ağlarken onlar, “Bu haline gerçekten dayanamıyorum, ne zaman büyüyeceksin acaba, altmışına gelince mi?” demeyi tercih ederler.

    - Akraba ayrımcılıkları: “Senin akrabaların…” diye başlayan konuşmaları ne kadar da gıcıktır!.

    -

    Bu da kadınlardan yakınan bir erkek mailinden:

    Ah bu kadınlar; iltifat edersin “yalan” derler. İltifat etmezsen “angut” derler. Sen arkadaşlarınla buluşursun, “ihmal” derler, kendileri toplanınca “bizim kızlar” olur. Giyimine biraz dikkat etsen “ne haltlar çeviriyorsun” olur, dikkat etmezsin “zevksiz adamın teki” olursun. Her istediğini yaparsın “kişiliksiz” derler, karşı koyarsın “anlayışsız” olursun.

    -

    Bir futbol hakemi ile evli kadıncağız, despot kocasından çok çekmektedir. Sürekli kavga, dayak, kötü söz!..

    Bir gün kocasının idare edeceği bir maça gider. Stadın kapısında rastladığı oğlu “Keşke gelmeseydin anne” der, “Maçta hakemlere çok söverler.”

    “Biliyorum” der kadın, “Fırsat bu fırsat, ben de içimi dökmeye geldim!”

    -

    Kadının biri yolda eski bir lamba bulup ovunca karşısına malum cin çıkmış:

    “Benden bir tek dilek dileme hakkın var. Söyle, hemen yerine getirilecektir.”

    Dünyanın ahvaline her gün pek üzülen kadıncağız, “Dünyadaki bütün savaşlar bitsin ve barış olsun. Herkesin karnı doysun ve işi olsun” deyince cinin yüzü asılmış:

    “Sen de fazla abarttın. Ben o kadar yetkisi olan biri değilim ki! Daha mütevazı bir şeyler dile.”

    Bir süre düşünen kadın “Peki” demiş, “Ben, şöyle hayırlı, dürüst, karısıyla saatlerce konuşsa bile bıkmayacak, evine her gün çiçek getirecek, ev işlerine sürekli yardım edecek, futboldan hoşlanmayacak, beni, annemi ve akrabalarımı çok sevecek sadık bir koca istiyorum!”

    Cin, derin bir şekilde içini çekmiş:

    “Uzatsana şu kahrolası dünya haritasını!”

    Kadın-erkek, herkese iyi bir hafta sonu dileklerimle efendim…


  3. neden m.kemalle aynı değil abdülaziz yada kanuni...

     

    belki onlardan daha fazla görünürde çalışmış memleketimiz için

    ancak bu yozlaşmanın baş müsebbibi kendisidir

     

    hiç bir padişahımız ingiltere kralından emir almamıştır

    devletinin yönetim şeklini başkalarının istekleri doğrultusunda şekillendirmemiştir

     

    hiç biri

    "-benden öncekilere küfredeceksiniz" dememiştir


  4. insan hep

    doğruları değil yanlışları da

    iyileri değil kötüleride

    güzelleri değil çirkinleride

    görmeli

     

    görmeliki

    sadece

    doğru olmak için değil yanlış olmamak için

    iyi olmak için değil kötü olmamak için

    güzel olmak için değil çirkin

    olmamak içinde çalışsın

     

    not:

    y.özdilden böyle bir yazı açıkcası şaşırttı


  5. `Demir ağlarla ördükleri kendi kafaları be azizim!´

     

    2002118841406237619_rs.jpg

     

     

     

    Başörtüsü konusundaki 'aykırı' sesler üzerine, traji-komik tespitler.

     

     

     

     

     

     

    Çocukluğumdan hatırlarım. Fatih'te postane binasının önündeki telefon kulübelerinden memleket hasreti giderirdi civarda yaşayanlar. Telefon kulübelerine bir avuç dolusu jetonla girenler, jetonların bitmesini müteakip ellerinden itibaren üşümeye başlarlardı yeniden. Ahizeden gelen son sesin yarıda kalmasıyla boğazlar düğüm düğüm olur, ele avuca bakılır, Fatih'in soğuk sokaklarında buğulu gözlerle eller cepte yitilip gidilirdi en azından bir sonraki telefon görüşmesine kadar. Telefon kulübesinin dışındaki kuyrukta bekleşip duranlar, içeridekinin görüşmesinin uzamasını anlayışla karşılar, sıranın kendilerine bir an evvel gelmesini ümitlenirlerdi. İşte bu yüzden olsa gerek telefonların ahizeleri hiç mi hiç soğuma fırsatı bulamazdı. Kimi anasıyla, babasıyla konuşurdu, kimi yavuklusuyla. Kimi öğrenciydi mesela Hukuk Fakültesi'nde, kimi de Sofular'ın kebapçılarında komi... Kimse ötekinin kimliğiyle ilgilenmez, öteki berikinin neliği üzerine kafa yormazdı. Maksat aynıydı aşağı yukarı; memlekettekilerle hasret gidermek! Bu maksat etrafında gecenin en acımasız saatlerine kadar toplaşılır durulurdu kulübelerin önlerinde.

     

    Zaman zaman Kürtçe konuşulduğunu duyardık kulübelerden. Ola ki densizin biri duyar da bir tatsızlık yaşanır kaygısıyla telefon ahizeleri iyiden iyiye ağza yapıştırılır, mümkünse diğer elle ağız kapatılırdı. Ama karşı taraftaki anasının kulakları ağır işitince ne yapsın çocuk? Anasını kıracak değil ya. Verirdi Kürtçeyi PTT'nin köhnemiş kablolarına, tadından yenmez konuşmalar yaşanır giderdi. Yasaktı o devirlerde Kürtçe konuşmak, bilen bilir. Resmi kıyafetli biri geçse kulübenin önünden, bir postacı görünse köşeden, zabıta hızlı adımlarla seyretse durağın arkasındaki yoldan, ya da mesela takım elbise giymiş sıradan bir vatandaş kulübe civarında görüş alanına girse Kürtçe konuşan delikanlının kulübeden bir süre ses gelmezdi. Kürtçe yasaktı çünkü.

     

    Kürtçenin yasak oluşunun da bazı gerekçeleri vardı elbette resmi ideolojinin kara defterinde. Bölücülük, dilde birlik, birbirine benzemeyenleri aynileştirme kaygısı, zaten sistemce ötekileştirilmiş olanları konuşmalarını dahi engelleyerek kekemeleştirme azmi v.s. v.s. v.s. Sonra ne oldu peki. Kürtçe yasak olmaktan çıktı. Ne oldu? Bölündük mü? Birbirimize mi girdik? Mahalle baskısı mı kurdular üzerimizde? Türkçe konuşan bizler kendimizi Kürtçe konuşmadığımız için ezik mi hissettik? Birden bire Kürtçe konuşmaya mı başladık? El cevap: Hayır! O günün yasakçıları, o günlerdeki yasağın ne kadar anlamsız olduğunu, şimdi yapayalnız kaldıkları ihtiyar odalarında, buruşmuş elleriyle kavradıkları çay bardaklarını güç bela ağızlarına götürmekteyken kendilerine itiraf ediyorlardır herhalde.

     

    Başörtüsü yasakçıları da artık ezber cümleler kurmanın ötesinde bir şey söyleyebilecek durumda da değiller hani. Yasakçıların gerekçelerini hemen hepimiz şöyle bir çırpıda sayabiliriz, öyle değil mi? ‘Başörtüsü takan takmayana karşı vicdani baskı unsurudur'dan, ‘başörtüsü siyasi bir simgedir'e kadar... Son zamanlarda bu söylemlerin yanına ‘yeni şeyler söylemek lazım cancaazım' düsturundan hareketle yeni şeyler ekleme girişimleri oldu bazılarının. ‘Başörtülerinin altından kulaklık yardımıyla kopya çekerler bunlar' dedi rektör olacak herifin teki. Bakın bu diğerlerine nazaran daha çok dikkate alınacak bir yasak girişimidir. Bunun elle tutulur bir yanı var hiç olmadı. Bu ifadesinden ötürü sayın rektörümüzü tebrik ediyorum ve laik cumhuriyetimizin yetiştirdiği bu büyük adamlarla sırf bu önemli cümlelerinden ötürü gurur duyuyorum. "Oh be, bu adamlar ezber cümleler dışında cümle kurmaya da başladılar sonunda" demekten de kendimi alamıyorum.

     

    Anlamsız cümlelerini mahkemelerde gerekçeli karar haline getirerek yasakçılığa soyunanlara Kürtçenin yasak olduğu dönemlerdeki savlarını hatırlatmalı tam da şimdi. Birinde devletin üniter yapısından endişe ediyorlardı ötekinde cumhuriyetin laiklik ilkesinin yok olmasından. Bu yasak da öyle ya da böyle kalkacak. Şimdi geriye dönüp baktığımızda telefon kulübesinde sesini kısarak konuşulmuş yılların boşa harcanmış yıllar olduğunu fark ettiğimiz gibi, başörtüsünün de yasak olduğu yıllara ileriden baktığımızda kim bilir nasıl güleceğiz acı acı. O tarihlerde, "İnanamıyorum ya, adam başörtüsünün altından kopya çekerler serbest olmasın demişti ya..." dediğimizde kopuverecek kahkaha.

     

    Bunların en delikanlıları Ahmet Necdet Sezer ne demişti bir hatırlayalım; "Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar konulabilir." Başörtüsü ile sorunları tam da bu noktadandır işte. Gerisi işin fasasıdır fisosudur... Bu uğurda Türkan Saylan gibileri de "Bizim istemediğimiz bir şeyin Türkiye'de olması mümkün değil." diyecek kadar edepsizleşebiliyorlar. Bunların demir ağlarla ördükleri kendi kafaları be azizim! Bunlar birbiriyle asker ağzıyla konuşuyorlardır muhtemelen; örneğin kaç kişi olduklarına dair nüfus sayımı yaptıkları cep telefon numaralarının tasnifi için biri şu cümleyle talimat veriyor da olabilir; "Türkan!..Say lan kaç kişiyiz!"

     

    (Jerfi Qazaq - Gerçek Hayat)

     

     

     

     

    http://www.habervaktim.com/haber1.php?id=9380


  6. Bu mantık işleyişine uygun olarak : “Bu yazar şiiri de,Bodler’i de ,Necip Fazıl’ı da anlamaktan uzak,küt bir kavrayış sahibi,ama değerli bir üniversite hocasıdır!” denilebilir.

     

    Oscar Wilde’ın bir tesbitini,yazarla ilgili olarak uyarlayalım.Bu kadar küt anlayış ve kasıtlı görüşlere,ancak Türkiye’de üniversite hocası olarak ulaşılabilir!..

    bak buna katılıyorum işte :)

     

     

    “Göklere açılan kartal”

    selam olsun sana


  7. gardaşım/A.Rahim KARAKOÇ

     

    Ellerin yurdunda çiçek açarken

    Bizim ile kar geliyor kardeşim.

    Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?

    Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.

     

    Güzel olmuş sıra sıra söğütler,

    Dağ ardında unutulmuş şehitler.

    Hürriyete seymen giden yiğitler,

    İki gidip bir geliyor gardaşım.

     

    Üç aylık bebekler tutldu taşa,

    Düşmanlar geriden eyler temaşa.

    Yaratan böylesin vermesin başa,

    Zor geliyor, zor geliyor gardaşım.

     

     

     

    selam saygı ve dua ile

×
×
  • Create New...