Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

serdengeçti

Editor
  • Content Count

    609
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    2

Posts posted by serdengeçti


  1. Bu büyük kalemin üstad hakkındaki sözleri,hayranlık verecek nitelikte...her kelimesi o kadar incelikle seçilmiş ki ben aralarında kayboldum desem abartmış olmam heralde.Üstadın ardından duyulan hüznü daha güzel dile getirilemezdi diye düşünüyorum.burada aralarından bazılarını alıntı yapmak istedim fakat bir ayrım yapamadım.Tamamını almam gerekecekti.Zaten yüreği büyük insanlar birbirlerini çekememezlik gibi birşey akıllarının ucundan geçirmezmiş.


  2. Değerli kardeşim!

     

    Ben de senin gibi (malesef ) siteye fazla girememekten muzdaribim. Ama ne kadar zamanım olmasa da yine de senin gibi gönül dostlarımın sorunlarına herzaman vakit ayırırım. :(

    Şimdi sadede gelelim. Başlangıç olarak ölümü korkulacak birşey gibi algılamamalı.Düşünürken de hep güzel olarak gözümüzde canlanmalı.biz çok iyi bilenlerdeniz ki dünya bize zindan...Bu zindan çıkıp esas yurdumuza girdiğimiz kapı ise ölümdür.Hak sevdalılarına göre ölmek zifaf gecesi sevgiliyle hasretin noktalanması ve vuslatmış.Rabbim senin iki ileri bir geri de olsa onun yoluna baş koyup çaba gösterdiğini görmüyor mu.Bilakis "ŞAH DAMARINDAN BİLE YAKIN "KULUM BENİ NASIL BİLİRSE BEN ONU ÖYLE KARŞILARIM" buyurmuyor mu.Onun için artık müsterih ol seni senden çok seven ve düşünen o yüce sevgiliye teslim ol .biraz uzun oldu ama napim azcık gevezeyim galiba ama böyle bir konuda yazılacak o kadar şey beynime hücum ediyor ki...İnşallah yardımcı olabilmişizdir.Sürçi lisan ettiysek affola diyerek sözlerimi bitiriyorum...

    selam ve dua ile...

     

    ÖLÜM BUDUR PERDE ARKASINDAN HABER

    HİÇ GÜZEL OLMASAYDI ÖLÜRMÜYDÜ PEYGAMBER


  3. Evet...Marifet o putları kıra kıra hakka yürümek...

    gönlümüzü o yüce sultanın mekanına dönüştürmek....

    Manevi hicretin hem talibi hem sevdalısı olmak...


  4. Öncelikle aramıza hoşgeldiniz diyerek sözlerime başlamak isterim.

     

    Yazınız için görüşlerimi acizane söylemek gerekirse çok hoş bir havası olduğunu söyleyebilirim.Sohbet tarzında ve duyguların açık olarak ifade edilmesi çok güzel olmuş.Baştan sanki bir sevgiliye hitaben yazılmış hissine kapıldım sonlara doğru süpriz oldu.Ne diyelim Allah sevenleri ayırmasın!bundan sonra da böyle güzel çalışmalarınızı bekliyoruz.


  5. İşte o yüce şahsiyetlerde en ufak bir kıskançlık,ayrımcılık,menfaat gibi şeylerden eser yok.Onlar o büyük kapıdan içeri her türlü basitlikten sıyrılıp girmişlerdir ve birbirlerine bağlıdırlar.İnşallah onların ardından gelenler de onları örnek alıp ümmet şuuru ile kenetlenirler .


  6. Kader ve Esrarı

     

     

    Kâinatta; zerreden kürreye, habbeden kubbeye, "mikro" ve "makro" âlemden istikbâldeki "normo" âleme kadar, bütün hâdiselere zaman, mekân, şekil ve sebep tâyin olunarak en ince teferruatı ile tesbît edilen kader ve vakti gelince icrâ olunan kazâ programı, ilâhî ihtişâma lâyık bir azametle hükmünü sürdürmektedir.

     

    Allâh Teâlâ, varlıkları bir kaderle yaratır ve o kaderle yürütür. Hayat yollarındaki hâdiselerin izleri, hakîkatte kader çizgileridir. Ay, güneş, yıldızlar, nebâtlar, insanlar, hayvanlar vs. bütün varlıkların seyri, bu kader programı muhtevâsındadır. Dalından düşen bir yaprak dahî bu programdan hâriç değildir. Şâyet varlıklar kader programına tâbî olmasaydı, kâinâtta büyük bir anarşi meydana gelirdi.

     

    Her sanat eseri, sanatkârının kudret ve imkânına göre vücûd bulur. Meselâ bir ressam tablosunu, bir hattat hat eserini, kendi irâde ve kâbiliyetine göre oluşturur. Allâh -celle celâlühû- da, kâinâtın yaratılışından yok oluşuna kadar orada sergileyeceği kudret akışlarını, bir san'at hârikası olan insandaki sır ve hikmetleri, diğer canlıların doğumundan ölümüne kadar sâhib olacağı husûsiyetleri ilâhî irâdesiyle ezelde takdîr ve tesbît eylemiştir.

     

    İşte kader, ilâhî irâdenin mahsûlü olan bu tanzim keyfiyetinin adıdır. Bu hakîkati Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmelerde şöyle ifâde buyurur:

     

    "Biz her şeyi bir ölçüye göre (kader ile) yarattık!" (el-Kamer, 49)

     

    "Yeryüzünde vukû bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allâh'a göre kolaydır." (el-Hadîd, 22)

     

    Kısaca Allâh Teâlâ'nın, henüz olmamış hâdiseleri evvelden bilip tertiplemesi ve levh-i mahfuzda tesbît etmesi "kader"; tesbit ettiği şekilde sırası geldikçe tahakkuk ettirmesi de "kazâ"dır.

     

    Cenâb-ı Hakk'ın, meydana gelecek hâdiseleri daha gerçekleşmeden "ilim" sıfatıyla bilmesi, ulûhiyyetinin muktezâsıdır. Zaman ve mekândan münezzeh olması cihetiyle Allâh'ın, bu bilgiye sahip olması pek tabiîdir. Zîra bizim için kader ve kazânın kavranmasını güçleştiren şartlar, O'nun için mevzubahis değildir.

     

    Kâinâtta her şeyin ilâhî bir kalemin çizgisine göre meydana geldiğine inanmak zarûrîdir. Kader, îmanın altı şartından en mücerredi olmasına rağmen, aslında herkesin ittifakla kabullendiği bir gerçektir. Bu hususta inançsız insanlar bile, dâimâ kendi güçlerinin üzerinde bir kudretin te'sîrini "alın yazım" diyerek itirazsız kabul ederler. Hatta inkarcıların "şansım yâver gitti" yahut "tâlihim küstü" şeklindeki ifâdeleri, her insanın dolaylı da olsa, şuuraltında kader gerçeğini tasdik ettiğini göstermektedir.

     

    Ancak nasıl ki görmeyen bir insana renk târif edilemezse, dünyâ âleminden aldığı intibâlarla düşünen, zaman ve mekan kaydına tâbî bulunan beşerî idrâkle de, kazâ ve kader gibi yüksek keyfiyetlerin sırrına lâyıkıyla erilemez. Bu durum, insanların tahammül edemeyecekleri sırlara vâkıf olarak huzursuzluğa düşmelerini engellemek gibi bir hikmete mebnîdir.

     

    Hakîkaten Cenâb-ı Hak, kaderi bütün mahlukâtı için meçhul kılmış, onun kazâ hâline gelmeden önce bilinmesini -âdetâ- imkansızlaştırmıştır. Bu sahada ancak Cenâb-ı Hakk'ın ledünnî ilim verdiklerinin bir nebze nasîbi olabilir.

     

    Allâh'ın sonsuz merhameti îcabı, kaderin meçhul kılınması ve bilinememesi, insan müfekkiresinin önünde aşılmaz bir duvar gibi durmaktadır. Ancak yine de O'nun lutfu sâyesinde bu engelin aşılıp duvarın ardının seyredildiği bâzı müstesna durumlar da vardır ki, bunlardan biri sâdık rüyâlardır. Gerçekten sâlih kişilerin rü'yâlarında gördükleri geleceğe dâir haberlerin doğrulandığı çok görülmüştür. Bunlar "levh-i mahfûz"dan onların kalblerine akseden pırıltılardır.

     

    İnsanoğlunun müsbet veya menfîye, hayır veya şerre yönelik işleri yapıp yapmamaya dâir tercih kullanma salâhiyetine "cüz'î irâde" denir. "Küllî irâde" ise, yalnız Hak Teâlâ'ya mahsustur. Bu sebeple kul için mutlak hürriyet imkânsızdır. Doğmak, ölmek, ömür süresi, cinsiyet, milliyet, kâbiliyet gibi insanın müdâhale edemediği hususlar, kader-i mutlak muhtevâsına dahildir. İnsanoğlu, zarûreten tâbî olduğu bu fiillerden mes'ûl değildir.

     

    Cenâb-ı Hak, kuluna verdiği imkânlar nisbetinde onu mes'ûl kılar. Bundan dolayı insanın irâdesi dışında meydana gelen fiillerde, ne mükâfât ne de mücâzât vardır. Nitekim oruçlu bir kimsenin irâdesi dışında, unutarak yeyip içmesi orucu bozmaz ve bu sebeple herhangi bir cezâ tahakkuk etmez.

     

    Allâh Teâlâ, imtihana tâbî ve mes'ûl bir varlık olması sebebiyle insan nefsine, fısk ve takvâ esaslarını koymuş; irâdesini her iki tarafa da serbestçe kullanabilmesi husûsunda, kendisine tercih hakkı tanımıştır. Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmede; "Allâh her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef kılar..." (el-Bakara, 286) buyurduğu vechile, insanoğluna tâkatinden fazlasını yüklememiştir. Lâkin her insanı tâkati kadarından da mes'ûl kılmıştır. Tâkati olduğu hâlde îcâbını yerine getirmeyip suçu kadere yüklemek, kişinin gaflet ve cehâletinin eseridir.

     

    Cenâb-ı Hakk'ın her oluşta irâdesi bulunmakla birlikte, rızâsı sadece hayırdadır. Bir hocanın gayesi, talebesinin başarılı olup sınıf geçmesidir. Talebe çalışmaz ise hocanın yapacağı bir şey yoktur. Yine bir doktorun vazîfesi de, hastasını şifâya kavuşturmaktır. Hasta, verilen reçeteyi tatbîk etmez ise, gelişen menfî neticeden kendisi mes'ul olur. Doktora herhangi bir cürüm isnad edilemez.

     

    Bir kimsenin kötü bir yola düşüp de: "−Ne yapayım, kaderim böyle imiş!" demesi, ancak gafletinin muktezâsıdır. Namaz kılmak isteyen bir kimseye Cenab-ı Hak, kılma sebeplerini ihsân eder; kılmak istemeyenlere de mânî sebepler vererek kıldırtmama tecellîsinde bulunur. Dolayısıyla insanın kadere bühtân ederek kendisini mâzur göstermek istemesi, hak ve hakîkate karşı işlenen bir haksızlıktır.

     

    Âyet-i kerîmelerde Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

     

    "Şüphe yok ki Allâh zerre kadar haksızlık etmez..." (en-Nisâ, 40)

     

    "Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allâh birçoğunu da afveder." (eş-Şûrâ, 30)

     

    Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh- da, âdetâ bu âyetlerin tefsîri sadedinde, irâde-i cüz'iyyeleri nispetinde insanların mes'ûl olduklarını ve suçu kadere yıkmamak gerektiğini Mesnevî'sinde şöyle ifâde eder:

     

    "Eğer sana bir diken batmış ise, bil ki o dikeni sen dikmişsindir! Şayet yumuşak ve latîf kumaşlar içinde isen, o kumaşı da sen dokumuşsundur!"

     

    Gözün görme, kulağın da işitme tâkati belli bir mesâfeye kadardır. O mesâfeden uzak olanı görmek ve işitmek imkânsızdır. Bunun gibi kazâ ve kaderin de lâyıkıyla idrâki, beşerî tâkatin üzerindedir. Çünkü bizler hâdiseleri sebep ve bahânelerle bilip çözmeye çalışırız. Onun ardındaki hikmeti ekseriyetle idrak edemeyiz. Nitekim kazâ ve kaderin sırrını soran birine Hazret-i Alî -radıyallâhu anh:

     

    "O mevzu, derin bir deryâdır!" buyurmuştur.

     

    Zekâsına güvenip o denizde yüzmeye çalışanların pek çoğu, ya kulun hiçbir irâdesi olmadığını savunan "cebrîler", ya da her hususta mutlak bir irâde sâhibi olduğunu iddiâ eden "kaderciler" gibi, bâtıl girdaplarda döner dururlar. Nihayet o dipsiz ve sahilsiz denizde boğulurlar. Akıl ve idrâkin tükendiği böyle bir noktada, teslîmiyetle gönül âleminde bir miktar mesâfe daha kat etmek mümkünse de, bu işin sırrını mutlak mânâda çözebilmek mümkün değildir. Bunu kavrayıp haddini bilmek ve ötesini zorlamamak, kâmil bir kulluğun îcabındandır.

     


  7. Evcil hayvan beslemek..

    --------------------------------------------------------------------------------

    Sayısız güzelliklerden ve tatlı nimetlerden biri olan kuşları Kur’ân-ı Kerim nasıl anlatıyor?

    “Gökle yer arasında Allah’ın hükmüne boyun eğerek uçan kuşları görmezler mi? Onları havada tutan Allah’tan başkası değildir. Îman eden bir topluluk için şüphesiz bunda deliller vardır.”1

     

    “Görmedin mi, göklerde ve yerde olanlar ve kanat vuran kuşlar Allah’ı tesbih eder. Onların hepsi ibadetini de bilir, tesbihini de. Allah ise onların işlediklerini hakkıyla bilir.”2

    Kur’ân, kuşlardan sadece kuş oldukları için bahsetmiyor. Onları gökyüzünde kimin tuttuğunu, kimin emri altında hareket ettiklerini dikkatimize sunuyor. Yaptıkları hareketlerin, çıkardıkları seslerin mânâsız ve başıboş olmadığını, her birinin kendine göre bir ibadet ve tesbihinin bulunduğunu anlatıyor. Kısaca, milyarlarca kuştan her biri Allah’ın varlığını ve birliğini ilan eden ilâhî bir mektuptur.

    Kâinata ve varlıklara bu gözle bakan insan, onlardaki güzelliklerden Cemîl ve Lâtif olan Cenab-ı Hakka gidecektir.

     

    Evet, kuşlar birer nimet. Başta Rabbimizi tanımamıza vasıta olan bir nimet. ötüşleri ile şakımaları ile zikirlerini haykıran bir nimet. Rengârenk tüyleri, uçuşları ve duruşları ile birbirinden güzel manzaralar sergileyen bin bir nimet...

     

    Bilhassa şehir hayatının kendine has tarzı itibariyle bu nimetlerden yakinen istifade edemeyen bazı kimseler kanarya, bülbül, muhabbet kuşu ve papağan gibi kuşları sesleri ve süsleri maksadıyla evlerinde besliyorlar. Burada o hayvanlara bir zulüm söz konusu olmaz. Zaten bu kuşlar kafeste yaşaya-bilecek yapıdadırlar. Ciddi bir besleme ve bakıma tâbi olduklarından bir zarara uğramış olmuyorlar.

     

    Nitekim Asr-ı Saadette bu meseleye ışık tutan bir hâdise de vardır. Sahabe-i Kiramdan Enes bin Mâlik’in küçük kardeşinin küçük bir kuşu vardı. Bir seferinde Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu çocuğu gördüğünde, “Kuşcağıza ne oldu?” diye sormuştu.3

    Bu ifadeden de kuş beslemenin mübah sayıldığı anlaşılmaktadır.

     

    Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. şöyle ki: Kuş sevgisi, merakı, hobisi günümüzün büyük bir kısmını almamalı, ibadetimize engel olmamalı, bizi asıl vazifelerimizden alıkoymamalı, işi mâlâyaniyata, boş meşguliyete götürmemelidir.

    Akvaryum için de aynı şeyler geçerlidir. Birbirinden güzel balıkların yüzüşlerini seyretmek insana birçok mânâları hatırlatacaktır. Balıkların dışında diğer deniz hayvanları da aynı kategoriye tabidir.

     

    Evde kedi beslemek caizdir ve bir sakıncası yoktur. Hatta bazı durumlarda gerekli bile olabilir. Bediüzzaman gibi bazı alimler bunların çıkardığı mırmırların "Ya Rahim, Ya Rahim" şeklinde bir dua olduğunu söylemektedirler.

     

    1 Nahl Sûresi, 79.

    2 Nur Sûresi, 41.

    3 ibni Mâce, Edeb: 2.

     


  8. İlk öğretim çağlarındayken yani küçücük ufacıkken top oynayıp acıkmışken bir uyarlama yapmıştım ve tüm okula yayılmıştı.Şimdi sizlerle burada yıllar sonra ilk defa gündeme getirmekten gurur duyuyorum.

     

    BİZİM SINIF MARŞI

    Türkçe içimde bir hoş

    Sosyal bana yabancı

    Matematik deyince

    Başlar karnımda sancı

     

    Sözlü korkulu rüya

    Yazılı büyük acı

    Hangi kapıyı çalsam

    Karşımda coğrafyacı

     

    Yıllar boyu okudum

    Okumakla bitmedi

    Notlarımın toplamı

    Otuzbeşi geçmedi

     

    Sözlü korkulu rüya

    Yazılı büyük acı

    Hangi kapıyı çalsam

    Karşımda coğrafyacı


  9. Onun için Farketti

    --------------------------------------------------------------------------------

    Yazı yazmak için okyanus sahillerine giden bir yazar, sabaha karşı kumsalda dans eder gibi hareketler yapan birini görür.

     

    Biraz yaklaşınca , bu kişinin sahile vuran denizyıldızlarını, okyanusa atan genç bir adam olduğunu fark eder. Genç adama yaklaşır:

     

    - Neden denizyıldızlarını okyanusa atıyorsun?

     

    Genç adam yanıtlar;

     

    - Birazdan güneş yükselip, sular çekilecek.

     

    Onları suya atmazsam ölecekler. Yazar sorar;

     

    - Kilometrelerce sahil , binlerce denizyıldızı var.

     

    Ne fark eder ki?

     

    Genç adam eğilir, yerden bir denizyıldızı daha alır, okyanusa fırlatır.

     

    - Onun için fark etti ama...

×
×
  • Create New...