Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

rabia BDG

Editor
  • Content Count

    227
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by rabia BDG


  1. Nurettin Şirin'i ben de tanımıyorum, itikadı ne yöndedir nasıldır bilmiyorum, fakat bahsi geçen yazısında, konuya vakıflığını kendi itikadıyla sınırladığını düşünüyorum..

    Bu itikadî bozukluğu olan kimselerin ve fikirlerinin , ülkemizde Milli Görüş hareketi içinde / Milli Görüş hareketinin sağladığı imkan ve vasıtalarla tanındığını, nerden çıkarmış.. Böyle bir sonucuna nasıl varabilmiş ?

     

     

    Malesef, teşkilat ve dernek çatısı altında çok şuursuz kişiler var, bilerek yahut bilmeyerek çok fazla yanlışa sebebiyet veriyorlar.. Bunların olmadığını inkâr edemeyiz, fakat aynı çatı altında Ehli Sünnet itikadı sağlam bir çok kardeşimiz de var.. Öyleyse, şahıslardan yola çıkarak, Milli Görüş teşkilâtını ve derneğini çerçevelemenin bir mânâsı yok..

     

    Kureyşi kardeşim de konuda belirtmiş,

    Ali Haydar Efendi hazretleri, Mehmed Zaid Kotku hazretleri ve (sanırım Muhammed Sami hazretleri olacak) bir Allah büyüğünün daha işareti ve teklifi ile Erbakan Hocamız siyasete atılmıştır..

     

    Necmettin Erbakan Hoca'nın siyasete dâhil olmadan önce icâzet aldığı hocalar Ehli Sünnet itikadındandır, zamanımız İslâm âlimlerinin hemen hepsinin ictihadından hocamızın itikâdının Ehli Sünnet itikâdı olduğu da sabittir.

    • Like 1

  2. Üstâd'ın bu eserini birkaç defa okudum.. Gerek mâhiyeti gerek tesiri müthiş..

     

    Üstâd'ın bu romanı, roman endişesinden çok, bir ideali anlatma şuurunu taşımaktadır.. Her satırı kuvvetli teşbihlerle donatılmıştır..

     

    İnişli çıkışlı bir hayatın tasavvufla düzene sokulması, şeriât-tasavvuf bütünlüğünün sık sık vurgulanması, İslâm'ın kadına bakış açısıyla küfür zihniyetinin bakış açısının farklılığı.. yine Doğu-Batı karşılaştırılması..

     

    Bilmiyorum, hâlâ okumayanlar var mı.. gerçekten okunması gereken eserlerdendir.. vesselâm.


  3. Üstad ne diyor, 'İslâmiyeti bildiğimizi sandığımıza, halbuki tek bilmediğimiz şeyin İslâmiyet olduğuna ; yegâne felâketin de bilindiği sanılan bir şeyin tekrar gözden geçirilmesine mâni olan o meşum kayıtsızlık ve o ahmak istiğnadan doğduğuna inanıyoruz..'

     

    İslâmiyeti en derin ve en mahrem noktalarıyla bilmeye memuruz.. Ancak bu memuriyeti yerine getiremeyen kimse

    'Her şeyi dine bağlamayın..' diyebilir, bu nasıl bir kayıtsızlıktır ?.. Hayatımızı İslâmiyete göre tanzim ve tertip etmeliyiz.. Her hareketimizin Allah(c.c) rızasına yönelmesi gerekirken, bize küçük görünen bazı mevzularda bile İslâmiyetin bakış açısından uzak düşmek, insana zarar verir.. Zirâ, parça, bütünün habercisidir..

     

    Bir de şu mezhep konusu.. Mezhepsizlik,dinsizliğe köprüdür.. İtikâdı düzgün olmayan müslümanın, ibâdetleri boşa gider..

    Önce itikâdı düzeltmek lazım..

     

    Allah(c.c) bizi Ehl-i Sünnet itikâdından kıl kadar ayırmasın.. vesselâm..


  4. Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin yasa değişikliği yapıldığı fakat buna rağmen derslere alınmadığımız dönem, İLKAV çalışanları ve İLKAV başkanı Mehmet Pamak, yanımızda bize destek olmuştur.. O zorlu süreçte, İLKAV'ın desteğiyle ve düzenlediği 'başörtüsü' panelleri vesilesiyle bir çok kardeşimiz derslere girmeme kararı aldı.. Anayasa mahkemesi tarafından karar reddedilene kadar- ve reddedildikten sonra İLKAV bünyesindeki hukukçular yanımızda, bize yol gösterdiler.. Bilemiyorum ama, ne demek istediğinizi pek anlayamadım .. İLKAV, Özgür-Der ,Mazlum-Der gibi özgürlük için mücadele eden bu kuruluşlardan neden rahatsız olduğunuzu çözemedim ..

     

    Verdiğiniz bağlantıya da göz gezdirdim, bir şey göremedim.. Belki de gözden mi kaçırdım.


  5. Necip Fazıl Enstitüsü’nü kim kurabilir? Bu düşünce yeni mi dillendirilmiştir? Bunu 1983’te kim ifade etti?

     

    Üstad Necip Fazıl 1983 Mayıs’ında vefat ediyor ve Mavera Dergisi Temmuz ayında, üstadın vefatından bir ay geçmesine rağmen bir özel sayı hazırlıyor üstadla ilgili. Özel sayının ismini de “Necip Fazıl’a Rahmet” koyuyor Mavera ekibi.

     

    İşte Mavera’nın o sayısı elimde. Sararmış sayfaları birer birer çeviriyorum. İsimlere bakıyorum; kimler ne yazmış, kimler şiir ithaf etmiş üstada. Üstadın başka dillere çevrilen şiirlerine göz gezdiriyorum. Anlamadan okuyorum bir iki İngilizce çeviriyi. Kendisiyle yapılmış söyleşilere bakıyorum; hepsinde üstadın o bildiğimiz duruşu, kıvrak zekalılığı, dehası, esprisi…

    Halının başladığı yerde ona takıldı ve sendeledi. İçim eziliyordu.

     

    Sonra Cahit Zarifoğlu’nun üstadla ilgili yazısı dikkatimi çekiyor. Zarifoğlu, bir bayram günü iki araba dolusu insanla üstadın evine ziyarete gidişini anlatarak başlıyor yazıya. Herkesin o andaki algısı neye yoğunlaşır bilemiyorum ama Zarifoğlu’nun algısı üstadın en küçük bir hareketini bile sayfalar dolusu anlatacak kadar açık. Bana inanmıyorsanız kendiniz görün: “Ayağında terlikler vardı ve çok ağır ilerliyordu. Adımlarını yerden kaldırmadan adeta sürükleyerek atıyordu. Halının başladığı yerde ona takıldı ve sendeledi. İçim eziliyordu.”

     

    Evet, içi ezilen Zarifoğlu’dur. Onun bu tavırları bana hep Ah Muhsin Ünlü’nün “menşei cam çocukların haysiyetiyle” mısrasını hatırlatır.

     

    Kimsin?

     

    Sonrasında yine Zarifoğlu’nun deyişiyle korkunç bir şey olur. Üstad, Zarifoğlu’nun kulağına hızlı, emredercesine, fısıldayarak ‘kimsin’ diye sorar. Zarifoğlu, ‘Cahit’ deyince üstad o zaman arkadaşlarının nasıl olduğunu sorarak devam eder. Diğer misafirleri de sesinden tanır üstad ve hal hatır sorar. Şöyle der Zarifoğlu: “Gözlerinin bu kadar zayıfladığını bilmiyordum.”

    NFK: Kapıma güm güm vuran sendin!

     

    Zarifoğlu’nun yazısı bu bayram anısından başlayarak savruk diyebileceğimiz şekilde üstadla ilgili başka konulara da girer. Bunlardan biri de, üstadın Ankara’ya geldiği günlerden birinde Zarifoğlu’na hitaben, “Evvelki yıl, zifiri karanlık bir gece yarısı, yağmurlu-fırtınalı bir havada, üzerine iki köpek de durmadan hırladığı halde, güm güm kapımı vurup, saçın, üstün, başın perişan ve meczup, adeta yakama yapışarak ‘beni sen mahvettin’ diyen şahıs değil misin” deyişidir. Zarifoğlu, “değilim” diyerek cevap vermiştir. Ancak ortamda bulunanlar Zarifoğlu’nun böyle bir şey yapacağına ihtimal verdiklerinden ve üstadın o kesin tavrından ötürü bu ‘değilim’ lafına pek de itibar etmemişlerdir.

     

    Zarifoğlu ise bir tarih vermesini istemiştir üstaddan. Amacı Sarıkamış’ta askerlik yaptığı günlere ait bir tarih söylemesidir üstadın. Böylelikle Zarifoğlu o kapıyı kendisinin yumruklamadığını kanıtlamış olacaktır. Ama üstad bir tarih vermez. Ve o odadaki herkes üstadın bahsettiği kişinin Zarifoğlu olduğunu düşünür.

     

    NFK Enstitüsü mümkün mü?

     

    Zarifoğlu, üstad Necip Fazıl ile ilgili anılarını aktardığı yazısına, ta o zamandan, önemli bir tespitle son verir. O tespit de bugün hâlâ özlem ve ciddiyetle beklediğimiz bir Necip Fazıl Kısakürek Enstitüsü’dür. Ama burada da ciddi bir uyarı yapar Zarifoğlu; böyle bir enstitüyü, Necip Fazıl’ı gerçeği ile, esas misyonu ile kavramış kişiler kurmalıdır. Yoksa onu bir kıyısından tanımakta ısrar edenler tarafından değil…

     

    http://www.dunyabizim.com/images/news/14111.jpg

     

    ...

     

    Dünya Bizim


  6. Üstad'ın zamanında olduğu gibi,günümüzde de onun dâvasını gölgelemek,perdelemek ve hatta fikirlerini basite indirgeyerek - sadece bohem hayatın içinden yükselmiş bir şâir olarak tanıtmak gâyretinde olanlar var.. Büyük Doğu,bir fikir ve düşünce hareketidir,hem sanat hem düşünce anlamında büyük bir mekteptir..

     

    Bugün okullarımızda/üniversitelerde verilen edebiyat eğitimde Üstad Necip Fazıl'ın sadece şiiri vardır ; o bile nadir.. Fikir hayatı,dâvası.. Necip Fazıl'ın Anadolu'yu sarsan muazzam konferansları.. Büyük Doğu mecmuası ve düşünce çerçevesi.. bunlardan hiç bahsedilmiyor.. Sadece bohem hayatın derinliklerinde bir şâir.. ki şiirlerinin derinliğine bile inemeyip, kabuktan tanımlanan, bohem hayatın mahsulü mistik bir şâir..

     

    Üstad'ın anlamak/anlatmak gerekir.. vesselâm.


  7. Zamanımızda örtü, bir hayli şekil değiştirmiş manasını yitirmişsede ben de şu kanaatteyim ki; bir kadın kendi beyninde itikadını sağlam tutsa, zennediyorum ki karşı cinslerin hiç birisi, bu ahlakı üzerinde değil, beyninde yaşayan insana edepsizlik etmekten hâyâ edeceklerdir.

    Elbette ki örtüyü hakkı ile ifa edenler çoğunluk da olsa ,ne ahlak çöker, ne aile kavramı ortadan, kalkar ne de bu curcunalar olur.

    Ben inanıyorum ki ;kadın olsun erkek olsun kendini islam şuurunun kuralları ile irşad etseler, hiç bir mesele kalmayacak.

     

    Konu dâhilindeki yorumları genel itibariyle okumadım.. Şöyle bir göz gezdirdim..

     

    Yorumunuz güzel.. vesselâm.


  8. O’NU SEVDİĞİMİ SANMIŞTIM

     

     

    Uçmak ne ki, yerde leş arıyorsa gözler! İşte akbabalar da uçuyor gökte kara lekeler bırakarak. Var mı uçabilen kalbinin üstünde! Tayy-ı mekân edene itibar ediyorlar ne tuhaf! Ya su üstünde yürüyenlere ne demeli; balıkları denizde yürütmüyor mu Allah!

     

    Var mı yürüyebilen kalbinin üzerinde! Ah kolay mı O’na ulaşmak! 1200 sene önce bir derviş aşkın yağdığı bir sahrada soruyor Rabbine: “Nasıl ulaşırım Sana!” Cevap bir mızrak gibi saplanıyor göğsüne: “Nefsini bırak!” O nefis ki, üç sınıf insanla Rabbi arasına kalın perdeler geriyor: “Zühdüyle kendini aldatan zâhid, ibadetiyle başkalarını hor gören âbid, ilmiyle oyalanıp haktan kopan âlim!”

     

    Ah her hastalığa deva buldum da, şifa bulmadı nefsim! Otuz sene halatın bir ucundan o, bir ucundan ben çektim! Cehennemle cennet arasındaki bu yarış sürerken, sarsılan ellerimden kan damlattım ben. Sonunda bir örsün üstüne serdim de nefsimi on iki sene dövdüm çekiçle kıvılcımlar saçarak. Ve bir gün gömleğinden sıyrılan bir yılan gibi, buruş buruş benliğimi bıraktım rüzgârlara. Akbabalar başka diyarlara uçtu. Nasihat istedi benden bir adam. O gün sadece iki kelime, iki safkan Arap atı gibi fırladı ağzımdan: “Göğe bak!”

     

    Horasan şehrinin Bistam beldesinden Bâyezîd-i Bistâmî, 103 üstadın eleğinden geçti yedi deryayı bir yudumda içebilmek için. Devir ilk mutasavvıfların devriydi ve Yahya b. Muâz haber gönderdi Bistâmî’ye, “Burada biri var, sevgi kadehinden öylesine içti ki bir daha susamadı.” Bistâmî, habere haberle karşılık verdi:

    “Burada bulunanlardan biri de yedi deryayı bir yudumda içtiği halde hâlâ dudaklarını açarak ‘Daha yok mu?’ diye soruyor!” Allah’tan başka her şey bir aldatmacaydı. Hakk’a erdiklerini sananlar yoldaydılar henüz. Varılabilir mi O’nun künhüne, O ancak O’nunla biliniyorsa. “Ey sen ki bensin!” demek kimin haddine!

    Ruhî miracına talip oluyorsa her kim, işte merdivenler: Tevhid, marifet, muhabbet, sekr, fenâ, îsar ve melamet. Bâyezîd-i Bistâmî gibi itiraf etmek gerek: “Binlerce makamı geride bıraktıktan sonra gördüm ki; Allah’ın mânâsında değil lâfzındayım… Aşkın yağdığı bir sahraya açıldım; zemini ıslanmış; burada ayaklar kara batar gibi aşka batmaktadır.”

     

    Tek başınayken bile O’nun huzurunda olduğunu düşünerek dizüstü otururdu Bâyezîd-i Bistâmî.

    Temizdi; ömrü boyunca bir kez sokağa tükürmemişti. Velilik sırrının edebe aykırı davrananlara emanet edilmeyeceğine inandığından, “büyük” diye nitelenen bir zâtı ziyaretten son anda vazgeçmişti. İnsanları, “Allah’ım! Beni cehenneme at ve vücudumu o kadar büyüt ki artık cehennemde başka birine yer kalmasın!” diyecek kadar, hayvanları, Hemedan’dan aldığı hardal tohumlarına karışıp Bistam’a gelen karıncaları Hemedan’a geri götürecek kadar aşkla severdi. Fakat insanların etrafında toplanıp ona iltifat etmelerinden hoşlanmazdı hiç. Bir seferinde onları yanından uzaklaştırabilmek için orucunu bozmak zorunda kalmış, bir başka seferinde insanların gözünde değerini düşürecek sözler sarf etmişti. “Kiminle dost olalım peki?” diye soranlara verdiği cevap şuydu: “Hasta olduğunda seni ziyaret eden, hata yaptığında tövbeni kabul edenle!” Sûretler değil sîretler önemliydi. Kalbi Allah’tan başka her şeyden boşaltmadan nasıl kul olunabilirdi! Nice ibadetler vardı ki, âfetler gizliydi içinde. “Yapılan ibadetlerde öyle âfetler vardır ki, o ibadeti yaptığınızda fazladan bir günah işlemenize gerek kalmaz,” derdi Bistâmî.

     

    Kalbini gözleriyle meşgul etmeyen fakat kelimeleriyle sorguya çeken bir dervişti o. Tanıdıkça yeterince tanımadığını, andıkça yeterince anmadığını, sevdikçe yeterince sevmediğini, istedikçe yeterince istemediğini düşünmeye başlamış, “O’nu zikrettiğimi, O’nu bildiğimi, O’nu sevdiğimi ve O’nu istediğimi sanmıştım! Sonunda anladım ki, O’nun kullarını hatırlayışı benim zikrimden fazladır, O’nun kullarını bilişi, benim O’nu bilişimden fazladır, O’nun yarattıklarına olan sevgisi benim O’na olan sevgimden fersah fersah ötededir. Ve O’nun beni isteyişi benim O’nu isteyişimden fazla olduğu içindir ki, ben O’nu sevebildim, O’nun rızasını isteyebildim!” diye feryat etmişti.

     

    Ah bir de şaşkınlığı vardı ki kırlangıçlar gibi coşkuyla tavaf ediyordu Kâbe’yi. Hallac’ı, Şiblî’yi, Harakânî’yi, Senâî’yi, Câmî’yi, Attar’ı, İbnü’l-Arabî’yi ve Mevlânâ’yı peşine takıp aşk ülkesine göç ediyordu: “Ben ki sana muhtaç bir kulum ey Rab! O halde seni sevmemde bir gariplik yoktur. Asıl sen hiçbir şeye ihtiyacı olmayan yüceler yücesi bir Melik iken beni seviyorsun ya, işte buna hayret ediyorum!”

     

     

    A. Ali Ural


  9. Yetim

     

    Denize bakan evlerden birinde

    Yaşasaydım isterdim yine de

    İsterdim,bir hikâyenin yetimi olmak

    Yürürdüm insanlara bir ferahlık olarak,

    Varmazdı sormaya kimsenin dili ;

    Kim bıraktı yetimi ?

     

    Şimdi soruyorum ,aramız nasıl ?

    Herkes biliyor bunu,yine de sır ;

    Beni bilenler yere yakın yürüyor

    Kuşlar ölüyor beni,toprak söylüyor

    Dikkatle dinliyor kitaplar bile.

     

    Koştum yetiştim kendime...

     

    Geçerken dünyanın bir kenarından,

    Bir şey gördüm de

    Çok güzeldi,kıyamadım bilmeye..

     

    İbrahim Tenekeci


  10. Saygı Duruşu

     

    Sen böyle güzelken bana söz düşmez

    Bakma,şiirler yazdığıma.

     

    Senden korkuyorum,budur güvencem.

    Vardı,şimdi yok,o gençken...

     

    Bir şaşkınlığım ben,âdemden kalma.

    Demiştin ama :

    Ateş olsa ısıtmaz kendini

    Dünya...

     

    Bakıyorum kırlara,halden anlamak için ;

    Kuşların uçuyor,çiçeklerin açıyor,

    Yeni gelinlerden ta eskisine

    Herkesin içinde bir sevgili yaşıyor !

     

    İbrahim Tenekeci


  11. O vakte kadar tahayyülünü dahi kuramadığımız bir düşünce sistemini aksiyon hamlesiyle bütünleştirmiştir, ortalığa hakim sürüye galip cüce şahsiyet/sizlere karşı hep Hakk'ı savunmuş, düşmanlarını yıldırmış, CHP zihniyetine- "boyalı basın" diye tâbir ettiği medyaya karşı mücadele etmiş, bu mücadele de hapislere düşmüştür.. Davayı bugünlere taşıyacak olan gençleri yönlendirmiş, dağınık hâlimize bir rota tayin etmiş /sistemli ilerlememize vesile olmuştur...

     

    En önemlisi ise, Üstad, tek parti döneminde Matbuat Umum Müdürü imzasıyla bir genelge yayınlanarak resmen "Allah ve ahlaktan bahsetmenin yasak" sayıldığı bir ortamda hakkı tebliğ etmiştir.. "Allah" demiştir, cesurca,keskin bir tavır ile kalemi hep O'nun rızasına yönelmiştir.. Kendisi şair ve tiyatro yazarı olarak her türlü resmi desteğe ve iki yüksek okulda hocalık imkânına sahipken, o halka zulmeden bir sistemin okul kitaplarına girmeyi önemsemeyerek, zindanlara düşmeyi tercih etmiş, geçici zevkleri elinin tersiyle çevirmiş ,sadece hakkı söylemiştir..

     

    Ah Üstad'ım.. Rabbim senden razı olsun..

    ...

×
×
  • Create New...