Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Toti-i Zari

Sivil
  • Content Count

    222
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by Toti-i Zari


  1. Aşık Kuloğlan'ın Notu:Youtube'da Niyazi-i Mısri Azizimizin Kuddise Sirruh Derman Arardım derdime şiirinin müziksiz İlâhîsini ararken onu hem söyleyen hemde geniş tasavvufî bilgisiyle bir arının polenlerini toplaması gibi bir bal misali şerh eden Bayram Hoca'yla tanıştım.Resmen o güzel sesine o içinde olduğunu sadece ve sadece sesinden anladığım Allah-u Teala'ya ve Ariflere olan aşkına âşık oldum.Ne yazıkki öğrendiğimce geçen sene Camiide şehid edilen hoca bu zât imiş, çok ama çok üzüldüm böyle büyük bir tasavvuf insânını kaybetmek yerin üstünde hem insân bedenli olup aynı zamanda insân olanları ve bu nadîde yurdu ağlatmıştır.Allah-u Teala rahmet eylesin, tamda Mürşidimi buldum demiştim :)

     

     

     

     

     

    Şehit Bayram Ali Öztürk Rha. Kimdir ?

     

     

     

    Fatih'te İsmailağa Camii'nin Alimlerinden emekli imam Şehit Bayram Ali Öztürk, 1952'de Trabzon'nun Of İlçesi'nde doğdu. Çocukluğu Adapazarı'nda geçen Öztürk, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu.

     

     

     

     

     

     

    Şehit Bayram Ali Öztürk, 1952'de Trabzon'nun Of İlçesi'nde doğdu. Çocukluğu Adapazarı'nda geçen Bayram Hoca, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. Farsça, Arapça, Osmanlıca, İngilizce ve Fransızca bilen Bayram Hoca, hukuk eğitimi de aldı. Büyük İslam alimlerinden İmam Rabbani'nin mektuplarından oluşan 'Mektubat-ı Rabbani' kitabını ezbere bilen ve her pazar sabahı İsmailağa Camii'nde sohbet veren Şehit Bayram Ali Öztürk'ün bir oğlu, iki de kızı bulunuyor.

     

    Bayram Hoca, muhakkik, muttaki bir ilim adamıydı. “Büyük hocalardan” ders okumuştu. Yıllarca Mahmud EfendiHz. Sadreddin Yüksel, Halil Günenç ve Mehmet Savaş gibi kudema bezmine ahirde gelen allamelerin ilim halkalarında bulunmuştu.

     

    Bayram Hoca’nın ibare ve ifade vukûfiyeti ilim ehli tarafından takdirle karşılanırdı. “Kem aletle kemâlât olmayacağını” bilenler, Onda ders okumayı Allah Teala’nın bir ihsanı olarak telakki ederlerdi.

     

    Muhterem Mahmut Efendi Hz.öğrencileri arasında Ona ayrı bir alaka gösterirdi. Yıllarca ders olarak okuttuğu İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Mektubat”ını okuyup, şerhetme görevini Ona vermişti. Sultan Selim Camii’nde Pazar sabahları, namazdan sonra akdedilen sohbet programının bir bölümünde gür sesi ve geniş müktesebatıyla yıllarca mektupları tercüme ve şerh etti. Bir ara haftanın her günü sabah namazlarından sonra İsmailağa Camii’nde de “Mektubat” dersleri vermişti.

     

    Bayram Hoca, İmam-ı Rabbani Hazretleri’nden bahsederken kendisini, Onun adını ağzına almaya layık görmez, ismini telaffuz etme yerine “Sultan” kelimesini kullanırdı. Mektubat derslerinde zamanla o derece uzmanlaştı ki bir çok hocanın okumaya dahi cesaret edemediği mektupları kürsüde şerhetti. Bu yönü “Mektubatçı Bayram Hoca” diye tanımasına yol açtı.

     

    Bayram Hoca “Mektubat” dışındaki kitapları okutma noktasında da “müşarun bi’l-benan/parmakla gösterilen” bir ilim adamıydı. Zira İstanbul medreselerinde takip edilen klasik eserlerin yanı sıra doğu-batı medreselerinde okutulan bir çok kitabıda okutmaktaydı. Yıllar önce Arapça kitap satan bir dükkanda karşılaştığım bir öğrencisine “hocanız akaitte ne okutuyor?” diye sorduğumda talebesi şöyle demişti: “Said Ramazan el-Buti’nin Kübra’l-yakîniyyâti’l-kevniyye’sini henüz bitirdik, nasip olursa Seyyid Şerif Cürcani’nin Şerhu’l-Mevakıf’ine başlayacağız.” Ne oldu, başladılar mı, başladılarsa ne kadar devam ettiler bilemiyorum. Fakat bildiğim bir şey var ki o da bu devirde Şerhu’l-Mevakıf gibi kitapları okutabilecek hocaların sayısının iki elin parmaklarını geçmeyeceğidir.

     

    Bayram Hoca etraflı bir literatür bilgisine de sahipti. O, neyi, nerede bulabileceklerini araştıran hoca ve öğrencilerin müracaat kaynağıydı. Ömrünü kitaplara vakfeden muasır bir İsmail Saib Sencer’di. Devlet kütüphanelerinin bir çoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. Buna rağmen durmaz, sık sık Sultanahmet’teki İrşad Kitapevi’ni ziyaret ederdi. Kitapevinde Onunla birkaç defa karşılaşmıştım. Yeni gelen kitaplara iştiyakla bakar, ilgisini çekenleri bir tarafa ayırırdı. Orada bulunan diğer kitap taliplileri, eserlerle alakalı istifsari sorular sorduklarında sözü alır, kitabın muhtevasından, tab’ eden yayınevlerine kadar ayrıntılı bilgiler verirdi.

     

    Bayram Hoca iyi bir vaiz olmasının yanı sıra tahkik ehli bir ilim adamıydı. Seçiciydi; her bulduğu kitabı okutmaz, her gördüğü meseleyi anlatmazdı. Bu yüzden muhatapları sözlerini senet gibi güvenilir kabul ederdi. Söylenmesi gereken hakikatleri anlatmaktan da çekinmezdi. Bu yüzden son yılları hayli sıkıntılı geçmişti. Takdir belgeleriyle onurlandırılması gerekirken cami cami sürüldü.

     

    Bir gün Fatih’te ikibinden fazla kişinin hazır bulunduğu bir camide teravih öncesinde vaaz ediyordu. O geceki konuşmasında Osmanlı Devleti’nden bahsediyor, Çanakkale başta olmak üzere diğer cephelerde tahakkuk eden Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve selem)in manevi yardımlarını anlatıyordu. Konuşurken ifadeler boğazında düğümleniyor, belli bir süre sonra kendini toparlayıp gür sesiyle “Cemaat! Bu topraklara sahip çıkın!” ifadesini tekrar ediyordu.

     

    Ulemanın kıt olduğu nasibsiz bir asırda yaşadığından omuzlarında büyük sorumluluk taşımaktaydı. Eşine az rastlanır bir ilim ve gönül eriydi. Büyük adamdı. Dünyaya “elveda” derken de büyük adamlar gibi gitti.

     

    Kitapseverler, müşkili olan öğrenciler, vaazlarını takip eden cemaat Bayram Hoca’yı unutamayacak. Daha şimdiden özlediklerini söylüyorlar. “Sultan buyuruyor ki” deyişini, kürsüdeki celalli sesini, müeddep duruşunu, en zor metinleri rahat bir şekilde çözüşünü, siyonizme kafa tutuşunu ve istikametini özleyecekler…

     

    Bayram Hoca etraflı bir literatür bilgisine de sahipti. O, neyi, nerede bulabileceklerini araştıran hoca ve öğrencilerin müracaat kaynağıydı. Ömrünü kitaplara vakfeden muasır bir İsmail Saib Sencer’di. Devlet kütüphanelerinin bir çoğundan daha büyük bir kütüphaneye sahipti. Buna rağmen durmaz, sık sık Sultanahmet’teki İrşad Kitapevi’ni ziyaret ederdi.

    İlim Hayinesiydi,son derece mütevazi bir kişiliği vardı.

     

    Onun yokluğu bizler için büyük kayıp, zira onun gibi korkusuzca, göğsünü gere gere şeriat, hakikat diye haykıran osmanlı aşığı nadir bulunur.

     

     

     

    Ona,Sohbetlerine, bize verdiği öğütlere sahip çıkalım...

    Allah(c.c ) bizi onun Şefaatine nail eylesin.(amin )


  2. HOcam bunu Üstad Seyyid Abdulhakim-i Arvasi Kuddise Sirruhtan naklederek diyor, hem bu fikir değil Hanefi Alimlerinin ictihadıdır, çünki görüceğiniz her hanefi fıkıh kitabında tüm hanefi müctehidlerinin dişi vücudunun dışı saydıklarını okuyabilirsiniz.Yapılacak şeyi söyledik hayatta bir kez olsun Taklidi içinden geçirmek.Bu arada fıkhî mevzûlarda fikir diye birşey söz konusu değildir, nakil söz konusudur.Saygılarımla...


  3. ben anlamadım öyle örtünenlerden nasıl AKP'yi sorumlu tutuyorsunuz.adamların ne suçu var herkes istediği gibi örtüyor.demokrasi mevzuuna gelince.eğer kurallarına uyuyorsan sana verdiği hakları değerlendirmek zorundasın.demokrasinin ömrünü doldurduğu bir gerçek olsada eğer şu an için değiştiremiyor ve kurallarına da uyuyorsan sana veriği hakları İslam'a en faydalı şekilde değerlendirmek zorundasın.yoksa bu ülke CHP ye kalır.en azından onları durdurmak işin dahada kötüleşmesini engellemek için oy kullanmak zorundasın.ama kurallarına uymazsan bir şey diyemem.

    Hocam anlatmak istediğim particilik yapmaz yerine talebelerinin sayısını milyonlara çıkarmaya çalışırdı, şuanın en lazım olan şeyi olan genişçe bir ehl-i sünnet akide kitabı yazardı.Ya'ni bir âlimin yapacağı şeyi yapardı.


  4. Hanefide diş vücudun dışı sayıldığından dişi örten bir şey olunca alimlerin dediğince gusül olmuyor, bunun için mezheb taklidi gerekiyor Hanefiye en yakın mezhebte Maliki olduğundan Maliki mezhebi taklid edilmeli.Bizzat ÜStadın Üstadı Seyyid Abdulhakim-i Arvasi Kuddise Sirruh hazretleri buyuruyor bunu.Üstadda Şafii taklid edilmeli diyor, ama Hanefiyle arada çok fark olduğu için bu zor gelebilir.Taklidde şöyle olur:

    Malikiyi taklid edeceğimiz için ömr-ü hayatta bir kerelik içimizden gusulde malikiyi taklide niyyet eyledim denilir.(Bir def'aya mahsusstur.)

    Sonra Gusulle Namaz Abdesti ve namaz kılındığından şu hükme dikkat etmelidir(Hanefiden tek farkı budur)

    Elin avcu cinsi uzva değmemelidir, çünki Malikide bu abdesti bozmaktadır, birde uzuvları uzun ara vermeden yıkamalıdır.

    İşte yapılıcak şey bundan ibaret, başka hiçbir şey değil, ömürde birkez Malikiyi taklidi kalpten geçirmek ve abdestliyken avcu cinsi uzva değirmemek ve abdestte uzuvlar yıkanırken uzun aralar vermemek.


  5. Dünden beri girmiyordum şuan girdim, hocam siz kafa iyi mi geldiniz foruma?Ben kime cevap yazdım?Humeyni Kızılbaşını(Ki kitaplarında sahabeye söven biridir) Ümmetin Lideri diye gösterip, te bilmem nerelere cevaz veren, reformcu İslamoğlu'nu Üstad kabul eden nedâmet rumuzlu üyeye cevâp yazdım.Ona ve Üstadına Adeta Taşlama olsun diye Klavyeylede o şiiri yazdım, 1 beytinide ebcedle şifreledim.Senle alakası vssi yok!Eminimki sende Humeyni Kızılbaşı ve İslamoğlu reformcusuna karşı birisindir, anlamadan dinlemeden gelip bana laf ediyorsun, benim senle sorunum yok reformcu ve kızılbaşı destekliyenle sorunum var sende ordan bitip bana laf ediyorsun, bi konuyu kavrayıp cevap yazaydın keşke, neyse.Bu arada Abdal terk-i dünyâ yapmış sadece koyun postu kisve ve teberden başka bir şeyi olmayan devamlı göç eden derviş demektir, Aslı arapça olup Ebdâldir, sonra manası meczûb dervişe dönüşmüş bu yıllardada(15.yy'ın sonları) Alevî(O zamanki isimleriyle Sorkhserân veya Bâtıniyân) tarikatlar tarafından sahiplenilmiştir.Şeksizde şüphesiz demektir.


  6. Bu tevil bâtînî olur, Ehli Sünnet Âlimleri bu şekil te'vili yasak etmişlerdir.Kıyamet Alametlerine olduğu gibi inanılmalı demişlerdir.Hem bu şekil te'vil etmekle Yaşar Nuri gibi zevâtın Ebabil Kuşlarının attığı Siccil taşlarını sıtma mikrobu olarak yorumlama gibi kuru akılcılık değilde nedir?Bunlar olağanüstü hallerdir, aklımız almıyorsa niye gidip te'vil ediyoruz ki?O zman Nuh Aleyhisselam tufanınıda haşa tevil edip mezopotamyada olmuş küçük çaplı bir tufandır, Sümerlerin Ur-Uruk Şehirleri üstünde olmuştur(Bizaat aynı mantıkla yazılmış aynı güruhun bir kitabında geçiyor) da diyelim?Neyse biz şahsî yorumları bırakıp Ehli Sünnetin Alâmeti olan Nakille bu işi sonlandıralım:

    Kıyamet alametlerinin tevili

     

     

    Sual: Bazı kimseler, hadislerle bildirilen, güneşin batıdan doğmasını, Dabbe-tül-arz denilen hayvanın, çıkıp elindeki mühürle, bu Müslüman, bu kâfir diye mühürlemesini, Hazret-i Mehdi’nin, Hazret-i İsa’nın ve Deccal’ın gelmesini tevil ediyorlar. (Bu kadar açık şeyler, harikulade haller, imtihana aykırıdır. O zaman herkes Müslüman olur) diyorlar. Hiçbir İslam âlimi, kıyametin büyük alametlerini böyle tevil etmediğine göre, bunların tevilleri yersiz değil midir?

    CEVAP

    Elbette yersizdir. Mucize ve keramet, harikulade bir haldir. Peygamber efendimizin bin kadar mucizesi görülmüştür; ama yine de, Ebu Cehil gibiler inanmamıştır. İsa aleyhisselamın da, birçok mucizesi olmuştur. Körleri iyi etmesi, ölüleri diriltmesi gibi mucizeleri görüldüğü halde, 12 kişiden başka, iman eden olmamıştır. Bu 12 kişi de, mucize gördükleri için değil, Peygamber olduğuna inandıkları için, iman etmişlerdir.

     

    Evliya-i kiramdan da, binlerce kerametler zuhur etmiştir. Bunları gören gayrimüslimlerden, iman etmeyen çoktur. Demek ki, mucize ve keramet gibi olaylar, imtihanı bozmuyor. Üstelik kıyamet alametleri görülünce iman edin denmiyor ki, aksine imtihan müddetinin bittiği, bundan sonra imanın kabul edilmeyeceği bildiriliyor.

     

    Zaten, kıyametin büyük alametleri görüldükten sonra iman etseler de, imanları kabul edilmeyecektir. Yani bunları tevil etmek çok yersizdir. İmtihan bittikten sonra, doğru cevapları açıklamak niye imtihana aykırı olsun ki?

     

    Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

    (Rabbinin bazı âyetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış olana, [o günkü] imanı fayda vermez.) [Enam 158]

     

    Âyet-i kerimede bildirilen alametlerden üçünü, Peygamber efendimiz şöyle açıklıyor:

    (Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman ederse de, imanı fayda vermez.) [buhari, Müslim]

     

    (Şu üç şey ortaya çıkınca, iman etmemiş veya imanından hayır kazanmamış olana, imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccal ve Dabbet-ül-arz.) [Tirmizi]

     

    Tevil edenlerin maksadı, güneşin batıdan doğması, Deccal’ın ve Dabbe’nin çıkması değildir. Maksat, Hazret-i Mehdi’nin ve Hazret-i İsa’nın gelmesini inkâr etmektir. Kendilerinin ileri sürdüğü kimselere Mehdi demektir. Böyle tevil etmeyince, kendi adamlarının Mehdi olduğuna başkalarını inandıramayacakları için, bu yola sapmışlardır.

     

    Yanlış teviller

    Sual: Kıyametin büyük alametlerinden olan güneşin batıdan doğmasını, İslamiyet’in batıdan yayılacağı, Dabbet-ül-arzın ise, Aids hastalığının virüsü olduğu şeklinde tevil caiz midir?

    CEVAP

    Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

    (Rabbinin bazı âyetleri [alametleri] geldiği gün, önce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış olana, [o günkü] imanı fayda vermez.) [Enam 158]

     

    Bir hadis-i şerifte, bazı alametlerden üçü şöyle açıklanmaktadır:

    (Şu üç şey ortaya çıkınca, iman etmemiş veya imanından hayır kazanmamış olana, imanı fayda vermez: Güneşin batıdan doğması, Deccal ve Dabbet-ül-arz.) [Tirmizi]

     

    Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:

    (Şu alametler çıkmadan kıyamet kopmaz: Güneş batıdan doğar, üç yer batar, İsa iner, Duman, Dabbet-ül-arz, Deccal, Yecüc Mecüc ve Aden’den bir ateş çıkar.) [Müslim]

     

    Konumuzla ilgili bir hadis-i şerifin meali şöyle:

    (Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman ederse de fayda vermez.) [buhari, Müslim]

     

    Avrupa Müslüman olunca, iman fayda vermez mi? Güneşin batıdan doğması aklen de, ilmen de mümkündür. Tevile ihtiyaç yoktur. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır. Başka yörüngeye girer. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olarak görülür.

     

    Aids hastalığına da, Kur'an-ı kerimde bildirilen hayvan olduğunu söylemek yanlıştır. Dabbet-ül-arzın, aynı zamanda konuşan bir hayvan olduğu âyet-i kerimede bildirilmektedir:

    (O söz başlarına geldiği zaman, [Kıyamet alametleri zuhur edince], onlara yerden bir hayvan çıkarırız, bu hayvan, onlara, insanların âyetlerimize kesin bir iman etmemiş olduklarını söyler.) [Neml 82, Tefsir-i Kurtubi]

     

    Bu hayvanın konuşması aklen de caizdir; çünkü Allahü teâlâ hayvana konuşma sıfatı vermeye kadirdir. (Sevab-ül kelam fi akaid-il İslam)

     

    Dabbet-ül-arz hakkında birçok hadis-i şerif vardır. (Feraid-ül fevaid), (Muhtasar-ı Tezkire-i Kurtubi), (Megaribüz zaman) ve (El kavlül muhtasar fi alamatil Mehdil muntazar) isimli kitaplardaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:

     

    (Dabbet-ül arzın deve ayağı gibi dört ayağı ve kuş gibi kanatları vardır. Başı öküz başına, kulağı fil kulağına, kuyruğu ise, koç kuyruğuna benzer.)

     

    (Dabbet-ül arz, asa-i Musa ile mümine dokunur, alnına “Cennetlik” yazılır, yüzü nurlanır. Kâfire, mührü Süleymanı vurur, “Cehennemlik” yazılır, yüzü simsiyah olur.)

     

    (İnsanlar, bu hayvandan kaçarlar. Kimi ondan korkarak namaza durur. Hayvan bunun yanına gelir, “Ey kişi şimdi mi namaz kılıyorsun” diyerek yüzünü damgalar. Böylece müminler kâfirlerden ayırt edilerek tanınır.)

     

    Güneşin batıdan doğması

    Sual: Hadis-i şerifte bildirilen kıyametin büyük alametlerinden birisi de Güneşin Batı’dan doğmasıdır. O zaman tevbe kapısı da kapanıyor. Bugün bilim adamlarına göre Güneş’in batıdan doğabilmesi için dünyanın bir an için durması, sonra da ters yönde dönmeye başlaması gerekiyor ve bu da fiziken imkânsız bir olay. Buna göre Güneşin Batı’dan doğması, Batı'da bulunan Avrupa’nın Müslüman olması demek değil midir?

    CEVAP

    Kesinlikle değildir. Allah için imkânsız diye bir şey olur mu? Bunu yapacak olan Allahü teâlâdır. Allah yapamaz denir mi hiç? Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarıp başka yörüngeye sokamaz mı? Dönüşü değişince, Güneş batıdan doğmuş olarak görülür.

     

    Peygamber efendimiz, o hadis-i şerifi Arabistan’da söylemiştir. Arabistan’a göre, Batı, Avrupa değildir, Afrika’dır. Afrika Müslüman olacak dense, biraz daha az yanlış olur. Türkiye’ye göre Avrupa Batı’dadır. Asya’ya göre de Türkiye Batı’dadır. Her ülkenin batısında başka bir ülke vardır. Batı’nın Müslüman olması demek, bütün dünyanın Müslüman olması demektir; çünkü batıda olmayan tek ülke yoktur. Dünya yuvarlaktır. Bu tevilin ne kadar mantıksız olduğu meydanda değil mi?

     

    Hadis-i şerifte, (Güneş Batı’dan doğunca tevbe kapısı kapanır, iman edenin imanı fayda vermez) buyuruluyor. Şimdi, yukarıdaki saçma tevile göre, Afrika veya Avrupa yahut bütün dünya Müslüman olunca, tevbe kapısı niye kapansın ki? Tevbe kapısı kapalı, iman edene imanı fayda vermiyor, bunlar nasıl Müslüman olacak? Öyle ya ötekine tevil bulan buna da bir kulp takar. Peygamber efendimizin hadisleri bulmaca bilmece gibi değildir. Müteşabih olanlar hariç, hepsi anlatıldığı gibidir, (Ben elma dersem, sen muz anla) cinsinden değildir.


  7. Kısa bir uyarı yapayım: Şeyhul Ekber Muhyiddin İbn Arabi hazretleri Fusûsun başına ve çok kitaplarına bizim makâmımıza gelmeyen bunları okumasın buyurmuşlardır, ayrıyetten Şerhleri dahi tam anlaşılmaz füsûsun, Üstad NFK anlatır:Bir gün AbdulHakîm-i Arvasi Hazretlerine füsûsun En bilinen Şerhi olan Bosnevî Şerhini getirmişler.Bakınız bir Şerh.Okumuşlar buyurmuşki anlıyamamış.Ya'ni füsûs öyle bir deryâki anlamak Muhyiddin İbn Arabi Kuddise Sirruhun dediği gibi ancak onun makâmında olanlara mahsustur, ayrıyetten tahrif edilmiş Fusûs ve Fütuhât kitapları meydânda çok dolanmaktadır, alimler bunları bildiriyorlar.Özellikle ArapYarımAdasında Şamda vsde bulunan çok fazla Tahrif edilmiş Füsûs bulunmaktadır.Muhyiddîn Hazretlerinin çok kitabına bu yapılmıştır.Çünki Zat-ı Alileri 500ü geçkin eser kaleme almışlardır.Ama hemen şunu belirtelim feyz almak için 1 fatiha 3-7 veya 11 İhlas-ı Şerifeyle muradınız kadar salavat okuyp ruhlarına hediye edip sünnet üzere giyinip resimsiz ve tenha bir mahalde Kıble İstikametine dönüp anlamaya çalışmadan bilinene muhalif gibi gözüken kısımlarını sekr sözü veya yanlış keşf veya gizli bir manalı olarak düşünerek okumak hem uygun hemde çok ama çok faydalıdır, sabah namazının ardından ve gece(gece alaturka saate yani İslam saatine göre gece yarısıdır) bu şartlara riayet ederek okursanız tahkîkî yani delilli bir şekilde faydasını görüceksiniz.Bu şartlarda en günahkar dahi feyzi hissetmektedir, bu fakir kul ibrkaç kere başka bir zatın kitabını deniyerek bu feyzi tatmış sonra korkudan bırakmıştır, çünkü vefât etmiş zâtların feyzleri çok keskin olmakta resmen kalbe çatlıyacak hissi vermektedir.


  8. Aleviler İslam Dünyasını Kaosa sürüklemiş Hasan Sabbahın Türkmen Mü'ridlerinin soyundan gelen kişilerdir.İsimlerini önce Sorkhserân(kızılbaş) sonra Alevi olarak değiştirmelerinden bu yanada müslümanları mahv etmektedirler.Osmanlıda yaptıkları Şeriat düşmanlıkları, Padişahlara cinsel iftiralar, İttihad ve Terakkinin bir numaralı üyeleri olup İslam Akidesinin temellerinden Hilafete düşmanlık etmeleri, Hurufi vb Batıni inançları Mevlevi(!) lere bile sokmaları, herşeye hatta Sünni Mevlanaya bile sahip çıkmaları, Osmanlının en zor anında hiç işleri yokmuş gibi Hüsniye denen Sahebenin çoğuna kafir diyen kitabı bastırıp yaşlı alevi bayanlarla köy köy hane hane dağıtmaları(nenelerinizin evlerini karıştırın bulucaksınız), İslâm Şeriatının Remzleri Kadılarla dalga geçmeleri, Haşa İmam-ı Azama Ehli Beyt düşmanı demeleri, Cumhuriyet sonunda Aleviliği bırakıp dîn düşmanı ideolojilere geçip çoçuklarına Deinz,Mahir,Ulaş bilmemne gibi /edit isimlerini vermeleri, 1400 senedir tüm mü'mineler tarafından örtülmüş çarşafa resmen hakaret etmeleri buna örnektir.


  9. Cevabınız sükût olmuş konuyla alakasız binlerce şey söylemekten ibâret kalmış, iftirâ mı ettim yoksa Hakkı bmı söyledim?Size bizzat yazıdanda delil getirdim ama olmuyor işte, büyüklerin en güzel koku olduğunu söyledikleri gül kokusunu çalınınca(ki bu kokunun ilm-i ervahtada yeri büyüktür oda bizde kalsın) sözde muhafazakarlar bile bu ne be! derler burdaki olayda onun misali.Sağlık olsun ne diyelim...


  10. Afgan Cihadını Mahveden Suudi Arabistandan para ve silahlarla Cihada güya katılan İhvan-ı Müslimin(Seyyid Kutubun örgüt) değil mi?Cihadın sonunda Ehli Sünnet Üstelik İmamı Rabbani Kuddise Sirruh'un torunu bir zat devlet başkanı olmuşken onu deviren İhvan-ı Müsliminden biten Taliban değil mi?

×
×
  • Create New...