Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

müznib

Editor
  • Content Count

    471
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    16

Posts posted by müznib


  1. 1.Ben Ülkücü değilim, Türk Milliyetçisiyim, TÜRKÇÜyüm.

    2.Erbakan Hocan ne yaptı acaba her yanı Komunistler çevirmişken bay Türkçe Katleden?Sen herhalde dilini ve özünü inkâr edenlerdensin.Dilinin sonunda tek heceliler haric "d" harfinin bulunmadığını bu yüzden halkın "veliahT" dediğinden haberin vardır, ama "Efendim, elin tikisi "ok, bye, naptınz, mrbz" yazıyor, bizde "veliahD" yazacağız, biraz cooool pardon şahaneengiz olsun hesabı" diyenlerdensin sanırım.

    Bu Türk yurdunu milliyetçiler size bırakmaz.Çanakkaleye en fazla asker gönderen Türk OCağıydı, sizin kafadakiler yüzünden PKK ele geçiyriyor devleti yine savaş çıkarsa yine en fazla kanını akıtan milliyetçiler olur.Komunistlere bırakmadığı gibi.N.Fazıl'ın vefat etmeden önce MHp'ye kayıtlı olduğunuda bilmiyorsun.Herhalde Erbakan hocanız bilmeyide yasaklamıştır.Ma'lum Evliya diye inanıyorsunuz ya.Maazallahu Teala çarpar marpar.

     

    ibniss'e gelince;

    Sen pek yazma arkadaş.Takma Adın beni tahrik ediyor :D

     

    Çobansız sürüyü kurt kapar. aman dikkat ülkücü değilim diyorsun milliyetçi türküm diyorsun iyi güzelde bu nitelikler mhp çatısı altında mevcut yoksa sen kaçakmısın :D

     

    Dilimin özüne şu cevabı vermek istiyorum iyi oku !

     

    Hamid ve Hamit:

     

    Latin harflerinin kabulüyle birlikte isminin "Hamit " diye yazılmasına müthiş tepki gösteren şair Abdülhak Hamid'in: "Ömrümün sonunda ismimin sonuna bir de' it' taktılar" dediğini Biliyor musunuz?

     

    (Kısakürek, Necip Fazıl; 1001 Çerçeve, Toker Yay., İst/1968 )

    Üstad Necip Fazıl'ı takip ettiğin için bunu örnek verdim. belki "r" vitesini burada çalıştırırsın ..

     

    Çanakkale açıklamana gelince konuyu epeyce saptı ama şöyle izah edicem basitçe.

    senin tek tabanca türkçülüğün o zaferi kazandırmadığını yoksa bilmiyormusun hala? Akif'e kulak ver yok kesmez diyorsan bence sen bi sus! ..

     

    ha şunuda bi okursan belki beyin hücrelerin seni delaletten gerçeklere yönelmeni hedefler.

     

    Nurdan Zülmete:

     

    Batılı sömürgeci ülkeler tarafından vatanımızın dört bir yandan kuşatılarak Türk milletinin kaderinin tayininin söz konusu olduğu İstiklal Savaşı'nın o kan kokulu günlerinde :

    "Her çehre bize yabancı,

    Bari Sen bir parça acı. Süründürme altın tacı,

    Bize yardım et Ya Rabbi!..."

    diyerek Kabe'ye yönelip Rabbine yalvaran şair Kemaleddin Kamu'nun, savaş sonrası Cumhuriyet döneminde ise:

    "Ne örümcek ne yosun

    Ne mucize ne füsun Kabe Arab'ın olsun

    Bize Çankaya yeter..."

    dediğini Biliyor musunuz?

     

    (Apuhan, Recep Şükrü; İhanetin Türküsü, Timaş, İst/1986 )

     

     

    Evet biliyorum MHP ye kayıtlıydı hatta parti kimlik kartını ben taksim meydanında görmüştüm. oldumu ? güldürmekten vazgeç üstad erbakan hocaya destek vermişdir. lakin üstad tavizi sevmeyen bir mütefekkirdi nitekim insan sevdiğine kızar sevdiğiyle münakaşa eder. ha üstad son zamanlarında desteğini çekmişte olabilir. sorun yok o üstad ile erbakan hoca arasında. mektuba gelince.

     

    Üstadım Erbakan hocama bu mektubu ve birkaçda söz söylemiş diye, ben Üstad'dan vazmı geçicem ki Hocamız vazmı geçmiş/geçtimi ki? yada üstad haksızdı, Hocamız haklıydı diyerek burada kendi kelimelerimle onlarımı tartışacam..

     

    Bak kardeşim. Ben İslam Çatısı altında kim varsa onun yanındayım bunu iyi bil.

     

    Evliya diye inandığımız yok. Allah diyenin ayağından öpüyoruz sağdece biz.

     

     

     

     

     

     


  2. Basmacı bişi daha diyebilirmiyim. tamam site herkez gibi sanada, bizede açık lakin üstad yaşıyor olsaydı siz burada olamazdınız.

     

    buradanda site yöneticilerine sesleniyorum hala bu zatı neden konuştururuyorsunuz üstad yıllarca mahkeme salonlarında bu kafataslarıyla mücadele etmedimi ?


  3. Dava ne?

     

    Türkçülük ne??

     

    Kişi, kavmini sevdiği için suçlandırılamaz..

     

    ......ARap'ın Acem'e; Acem'in Arap'a üstünlüğü yoktur..

     

    Şu iki hadis-i şerif ne anlatmakta, neye bastığından bi haber yaşayan "basmacı"

     

    Ben Enver Paşa ile olan alakana değil de, sıradan olsun olmasın bir Mümin'e çatmana çatıcam müsadenle..

     

    Nedir bu Erbakan düşmanlığın??

    Erbakan, İslam Birliği derken, başında Türk demeyi mi unuttu da sen bu kadar kendisi ile düşman oldun. Şu TÜrklük davası da nedir?

    Eğer, saf-kan Türklere bi empatin varsa, şimdiden saygıyla önümde eğildiğini görüyor ve seni inancım gereği ret ediyorum.

     

    Bir kaç gündür şurada yaptığın İttihat-Terakkicilik oyunu niçin?

     

    Abdülhamid Han'ın; o maceraperest adam ve takımı için; "Devleti 10 sene idare etsinler, sonra bir asır idare etmiş gibi sevinebilirler" sözü, üstün görüşü ile hayranı olduğun kişinin tamamı ile boş olduğunu ortaya sermiyor mu?

     

    Almanya'dan, ülkeye gelen uçaklarda, "Enver'in Ülkesi'ne" ibaresini ne ile açıklayacaksın?

     

    Menşeinin ne olduğu belli olmayan; yahut sen gibi hayale kapılanlar tarafından yazılanlar, ile bizleri nasıl etkileyeceksin..

     

    Hayranı olduğun kişiler, girdikleri kanları bu dünyada canları ile ödediler; lakin yarın ne ile savunacaklar?? Sen kendini kurtar ve duygularını onlarla kirletme

     

    böyle güzel imza atma bilgisine sahip değilim. müsadenle gadam bu sözlerine aynen imza atıyorum. alnından öperim senin gibi kardeşlerimi Eyvallah! gadam ..


  4. Değerli Erbakan Hocamıza en başından, en sonuna kadar kişiliksiz ve mesnetsiz konuşanlar bu sözlerim size.

     

    siz varya çakma müslümanın tam odak noktası oluyorsunuz. sizler camii'de kalsın iman diyen küfür yobazlarısınız! bugün erbakan hocayı adeta şeytan taşlar gibi taşlayanlar sözlerim size!

     

    Bugün İslam aksiyon kazanmışsa ve bugün İslam azcık Camii'den çıkmışsa ve bugün şu satırları şurada rahat yazabiliyorsak bilinizki bunun temelleri taaa Üstad Necip Fazıl ve Erbakan Hocamız sayesinde ehemmiyet kazanmıştır. sizler kimsiniz bilmiyorum sanıyorumki erbakan hocayı taşlayanlar olsa olsanız ülkücüler yani turancılar yani kavmiyetçiler sizlersiniz.!

     

    Milli görüş gençliği bu ülke evladının manevi dünyasına ışık saçmıştır. birisi demiş defalarca baş değişti sen komedi makinasımısın yoksa şaklabanmı efendi!

     

    Kaç yıldır parti kapanıp açılmıştır kaç yıldır yılmadan bu İslam sancağını bu ülkede yürüten tek siyasi partidir.

     

    size soruyorum mhp etiketi ve üç hilal damgasından başka kuruluşunuzdan bu güne bu millete bu gençliğe ne bıraktınız..

     

    durun hemen söyleyeyim ülkü ocaklarınızı evet eroinman, gaspçı, hapçı, kopuğu o çatının altında bir bardak çay ile ana babasına göstermediği saygıyı reis dediği kişiuye gösteren gençliği bıraktınız!

     

    yada durun daha söyleyeyim Bir Türkeş birde bahçeli dayatmacı diktatörlüğünüz sayesinde daha bahçelinin önüne rakip çıkanları dahi hazmedemiyorsunuz.! sizler hem diktatör hem ırkçı faşist hemde islamı daha doğru düzgün kavramaktan yoksun itikadı bozuk çakma müslümanlarsınız!

     

     

    size iki cümle ile sözümü noktalayacağım. bu tam sizin lugatınıza uygun kanısındayım!

     

    İt ürür kervan yürür ......

     

    Hadii oradan ...

    (Erbakan Hocamız sizin gibilere defalarca yedirtmişti bu lafı. afiyet olsun koca midelerinize!)

     


  5. Kıymetli Üstad , Abdülhakim Efendi Hazretlerinden aldığı büyük firaseti ile Erbakan denilen din bezirganının kimlere hizmet ettiğini görmüş ve kumaşının kalitesini işaret etmiştir.Anlayabilenlere ne mutlu.

     

    Pek Muhterem Erbakan Hocamıza böyle bir ithamla "Erbakan denilen din bezirganının" yanaştığın için sana şu soruyu sormak isterim!

     

    Hangi davanın hizmetkarı yada kölesisin?

     

    Sen varya kölede olamazsın; çünkü onların birgün hür olma ihtimalleri vardır. Sen asıldanda asıl ahmaksın!

     

    Terbiyesiz adam Arvasi Hz.leri ve Üstadımızı ağzına alarak burada bu çirkin sözü sana yedirirmiyim hiç ahmak seni ..

     

    Bu sözleri sana ta manevi gücümün kudretince söylediğimi ifade ediyorum!.


  6. İstanbul'da ilk kim Müslüman oldu?

     

    UAOdKRac.jpg

     

    İslami kaynaklara göre, Hz. Peygamber Herakliyus ile birlikte Bizans’ın Konstantıniyye’deki baş papazı Autocrator’a (Arapça Dugâtur veya Bugâtur olarak okunur) bir mektup gönderdi. Dugâtur’un İstanbul’da büyük bir kilisesi vardı.

    Kiliseye imparator ve Bizans’ın üst düzey yetkilileri gelir, Dugâtur’dan dua alırlardı. Sahabe-i Kiram’dan Dıhyetü’l Kelbi Bizans İmparatoru’na mektup getirdikten sonra baş papaza uğrar ve Hz. Muhammed'in ona verdiği mektubu teslim eder. Dugâtur, Dıhyetü’l Kelbi’nin getirdiği mesajı okuduktan sonra ona “Bana Kur’an’dan bir sûre yazın” dedi.

    Kelbi ona bir sûreyi yazdı. Dugâtur’da “Bu, bildiğimiz Allah’ın kitabı” dedi ve Müslüman oldu ama bunu süre gizledi. Daha sonra Müslüman oluşunu duyuran Dugâtur’a büyük tepki gösterilir. Hıristiyanlığa dönmese için baskılar yapılır ancak o bunu kabul etmez.

     

    Bizanslılar, İstanbulluları etkilemeye başlayan Başpapaz Dugâtur’u cezalandırmak için öldürür ve yakarlar. Ailesinden bazıları ve onun sayesinde Müslümanlar olanlardan bir kısmı uzun yıllar Müslümanlıklarını gizlerler. Birçok İslam kaynağında Dıhyetü’l Kelbi’nin başpapaz Dugâtur’a teslim ettiği mektup’ta şunların yazılı olduğunu kaydeder.

     

     

    İşte o mektup:

     

    “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla! Ey duğatur (autocrator?..) Piskopos! Allah’ın selamı iman eden üzerine olsun! Bu (sözün) devamı olarak bil ki Meryem’in oğlu İsa saf ve temiz Meryem’e nasib edip verdiği (indirdiği) Allah’ın Ruhu ve kelimesidir. Bana gelince ben, Allah’a İman eder, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve Esbat’a vahyolunana ve bize indirilene inanırım. Aralarında hiç bir fark gözetmeksizin Musa, İsa ve diğer peygamberlere ulaşan vahye iman ederim. Biz o Allah’a teslim olmuşuz. Selâm hidayete tâbi olanlara.

     

     

    Konuyla ilgili rivayetlerin geçtiği kaynakların bir kısmı: Ebu Nu'aym, Muntekâ, v. 31/b-32/a; Said bin Mansûr, Sünen, ikinci kısım, no: 2479, Heysemi, Mecmau'z-Zevâid, 5/306, 308'de Taberanî'den, Bezzâr ise Keşfu'l-Estâfdan (2/44, yazma) nakleder. İbn Hacer, İsâbe, üçüncü kısımda, dâd harfinde.

     

    Ayrıca konunun geçtiği bazı yabancı kaynaklar Caetani, 6/50 (ikinci altyazıda); A. Sprenger, c. 3, s. 266 (birinci altyazı); Viriginia Vaga Rivista degli Studi OrientalL 10(1923), s. 87-109.

     

    Kaynak : Timeturk

    Alıntıdır...


  7. şimdi ümmetçilik milliyetçilik tartışmalarında bence en çok dikkat edilmesi gereken nokta bu.Allahın rasulu döneminde de hiçkimse ırkını saklamıyordu.bilal habeşi selman el farisi diye isim alıyorlardı.ama hiç biri bir müslüman kardeşi sıkıntıya düştüğünde ona yardım ederken ırka bakmıyordu.ceza verilirken ırka bakılmıyordu.o zaman ümmet vardı.ama şimdi denildiği zaman milliyetçilik islama aykırı bırakın bu işleri o zaman ümmetçi olmak için de ümmet lazım.ve maalesef şu anda ümmet yok.bırakın farklı islam ırklarını aynı ırktan insanlar bile zorda kalana yardım ederken şahsını düşünüyor adalet kavramı zayıflamış.

    sonuçta bizden istenen yüce Allahın ipine tutunmaktır.buna tutunduktan sonra ve ümmet olduktan sonra ama gerçekten ümmet olduktan sonra türkün kendi geleneğini sürdürmesi arabın ingilizin kendi geleneğini sürdürmesi ayrılık yapmaz.aksine bir kültür zenginliği oluşturur.

    birliği islamda aramak lazım.kuran ve sünnette.gelenek görenek ırkta değil.ne ırkı reddetmek lazım ne ırka tapmak lazım.

    Allahın selamı üzerinize olsun

     

    İyi güzelde kardeşim Seyyid Ahmet Arvasi "Türk İslam birliği" adı altında kitap yazmadımı, ülkücülerin fikir babası değilmidir? millet enver paşa yada ziya gökalp bilir ama aslında seyyid ahmet arvasi değilmidir. kimse ırkını saklasın demiyorki! ama türk islam birliği diye tutturursanız bu birlik ancak Türk'lerin içinde barınacağı bir "türk islam birliği" olur. bir yunanlı veya bir arap yada bir japon gelip iltihak edermi ?

     

    yalnız bu birliğinin adı "islam birliği" olursa bu çatının altına her müslüman millet gelir seninle ittifak içerisinde olur. tıpkı Erbakan Hocamızın D8 sonrası D60 ve D160 gibi .

     

     

    Selam ve Dua ile ..


  8. Evet devrin meşhur türkologları "Türkçe Ezan, Türkçe Kur'an" naralarıyla yeni inkilaplar üstüne inkılaplar yapmış ve bu mazlum Ehl-i Sünnet vel cemaat olan müslüman milletide girdapa sokmuş idi. çok şükürki Rahmetli Menderes nur içinde yatsın son noktayı koydu.


  9. Sarıkamıştan sonra Azerbeycanı ve Tüm Kavkasları Rus hakimiyetinden kurtaran Türkistanın(Azerbeycandan Dogu Türkistana kadar olan bölüm) 9 eyaletinin 5'ini sınırlı imkanlarla yine Ruslardan kurtaran Enver Paşaya hakaret eden benim gözümde kıpkızıl Vatan Hainidir!

    Sarıkamışın ahirinde yaptıkları zaten Sarıkamıştaki hatasını kapatmağa yetti.'5 yalın kıçlı eriyle mitralyözlerin üstüne atlayrak o kanları ödedi o....

    Harf Devriminie gelince.Osmanlı imlasının Türkçenin ünlülerini barındırmadığı beliiyken ve okunması o kadar zorken hala savunuluyorsa burada bir kasıt var demektir.Enver Paşa Doğu Türkistanlıların yaptığı gibi Arab harflerine Türkçe harfleri eklemeğe çalıştı, çoğu hecesi kapalı ve uzun olan Arab dilinin alfabesiyle Asya dili olduğundan doğal olarak çoğu hecesi açık ve uzun hece barındırmayan Türk dilini yazınca harfler ayrılıcaktır.Buyrun aynı dil ailesinden Japoncadan bir cümle, yazalım bakalım İslâm harfleriyle:

    Takao Kinomiya

    طاقااو كينومييا

    Çok birleşik oldu değil mi?

    İslam harflerinin bu durumuyla (ıslahla düzeltilebilir, fakat estetiğinden vaz geçmek zorunluluktur)Türk diline uymadığı su götürmez bir gerçektir.Enver Paşa Hazretleri"Allahu Teala Rahmet Eylesin" yapılması gerekeni yapmıştır.

    Ben Enver Paşanın Trablusgarp dağlarında yırtık -pırtık kıyafetlerle açlıktan perişan halde savaştığı resimlerini gördüm.Onlar vatan için kanlarını akıttılar.Bu yazarın koltuğundan yazmasına benzemez bir ideal için kanını ortaya koymak.

     

    Şu makaleyi bi baştan sona okusan keşke bilmiyom ki neresini okudunda böyle bi yorum yapabildin!

     

    Sen sarıkamışta doksanbin askerimi sefül perişan hale getirip şehit olmasına neden olan enver paşayımı kahraman gösteriyorsun. yada Trablusgarp o kaybedilmiş Trablus/Fizan topraklarınımı! bana enver deme! bana turancılardan bana türkologlardan bahsetme! bana "müslüman türk" de senin elini değil ayağını öpeyim. şimdi enver paşanın mezalimliklerini buraya sıralamakmı lazım?

     

    yazara gelince evet oda tıpkı senin ve benim gibi! oturduğu yerden yazıyor. ama senin gibi kafatası ile değil vicdanı, kalbi ve aklı ile yazıyor .


  10. MESCİD İ AKSA’DA 55 YIL NÖBET TUTAN ASKERİMİZ

    Ekrem ŞAMA

     

     

    Kudüs!..

    Mescid i Aksa!..

    Yine kan, yine gözyaşı, yine tecavüz.

    Siyonist Yahudi tam 100 yıldır zulme doymadı. Bugünlerde yine olanca zalimliği ile tecavüzü tekrarlıyor. Güya Mescid i Aksa’yı yıkacak, yerine Salamon Heykeli dikecek.

    Mescid i Aksa Allah’ın yeryüzündeki ikinci evi. Kendisi ve havalisi mübarek kılınmış bir mahal. Müslümanların ilk kıblesi. Üç mukaddes şehrimizden üçüncüsü.

    Müslümanlar ve Mescid i Aksa!..

    Osmanlı ve Mescid i Aksa!..

    Türk milleti ve Mescid i Aksa!

    Türk askeri ve Mescidi Aksa!..

    Ne anlam ifade eder?

    Tarih konuşsun mu?

    İşte buyurun:

    Tarihçi merhum İlhan Bardakçı anlatıyor:

    Mescid i Aksa’da 55 yıl nöbet tutan Türk Askeri!

    Mevki Kudüs. Mekân Mescid i Aksa, tarih 21 Mayıs 1972 Cuma. Ben ve gazeteci arkadaşım rahmetli Said Terzioğlu, İsrail Dışişleri rehberlerinin yardımı ile bu mübarek makamı dolaşıyoruz.

    Kudüs Kapalı Çarşısı’nda rüzgar gibi dolanan entarili kahvecilerin ellerindeki askılara çarpmadan biraz yürüdünüz mü, önünüze çıkan kapı sizi Mescid i Aksa’nın önüne kavuşturur. Mirac mucizesinin soluklanıldığı ilk Kıble’mize yani... Hemen oracıkta, ilk avlu vardır ki, hâlâ bizim lâkabımızla anılır. "12 bin şamdanlı avlu" derler oraya. Yavuz Sultan Selim 30 Aralık 1517 Salı günü Kudüs’ü devlete katmıştır da, ortalık kararmıştır. Yatsı namazını o avluda kılar. Kendisi ve bütün ordu beraber. Şamdanları yakarlar. Tam 12 bin şamdan... O isim oradan kalmadır. Sekiz on basamaklı geniş merdiveni adımladınız mı, o mukaddes Mescid’in bağdaş kurduğu ikinci avluya ulaşırsınız.

    Onu o merdivenin başında gördüm. İki metreye yakın bir boy... İskeletleşmiş vücudu üzerinde bir garip giysi... Palto?.. Hayır, kaput, pardösü veya kaftan?.. Değil. Öyle bir şey işte.

    Başındaki kalpak mı, takke mi, fes mi? Hiçbirisi değil. Oraya dimdik, dikilmiş.

    Yüzüne baktım da, ürktüm. Hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi. Yüz binlerce çizgi, kırışık ve kavruk bir deri kalıntısı.

    Yanımda İsrail Dışişleri Bakanlığı Daire Başkanı Yusuf var. Bizim eski vatandaşımız. İstanbullu.

    -Kim bu adam?

    Dedim.

    Lâkaydi ile omuz silkti.

    -Bilmem.

    Diye cevap verdi.

    -Bir meczup işte. Ben bildim bileli, yıllardır burada dururmuş. Çakılı gibi, hâlâ duruyor ya... Kimseye bir şey sormaz. Kimseye bakmaz, kimseyi görmez.

    Kan mı çekti nedir?

    Nasıl, neden, niçin halâ bilmiyorum. Yanına vardım. Türkçe,

    -Selâmün Aleyküm baba!

    Dedim.

    Torbalanmış göz kapaklarının ardında sütrelenmiş gibi jiletle çizilmişçesine donuk gözlerini araladı. Yüzü gerildi. Bana, bizim o canım Anadolu Türkçemizle cevap verdi:

    -Aleykümüsselam oğul!..

    Donakaldım. Ellerine sarıldım, öptüm öptüm...

    -Kimsin sen, baba?

    Dedim.

    Anlattı ki, bende size anlatacağım.

    Ama evvelâ biliniz. O canım Devlet çökerken, biz Kudüs’ü 401 yıl 3 ay 6 günlük bir hakimiyetten sonra bırakırız. Günlerden 9 Aralık 1917 Pazar günüdür. Tutmaya imkân yok. Ordu bozulmuş, çekiliyor, Devlet, zevalin kapısında. İngiliz girinceye kadar geçen zaman içinde yağmalanmasın diye oraya bir artçı bölük bırakırız. Âdet odur ki, kenti zapteden galip, asayiş görevi yapan yenik ordu askerlerine esir muamelesi yapmaz.

    Anlattı, dedim ya. Gerisini tamamlayayım.

    -Ben, dedi, Kudüs’ü kaybettiğimiz gün buraya bırakılan artçı bölüğünden...

    Sustu. Sonra, elindeki silahın namlusuna sürdüğü fişekleri ateşler gibi zımbaladı:

    -Ben, o gün buraya bırakılmış 20. Kolordu, 36. Tabur, 8. Bölük, 11. Ağır Makineli Tüfek Takım Komutanı Onbaşı Hasan’ım...

    Yarabbi. Baktım, bir minare şerefesi gibi gergin omuzları üzerindeki başı, öpülesi sancak gibiydi...

    Ellerine bir kerre daha uzandım. Gürler gibi mırıldandı:

    -Sana, bir emanetim var oğul. Nice yıldır saklarım. Emaneti yerine teslim eden mi?

    -Elbette, dedim, buyur hele...

    Konuştu:

    -Memlekete avdetinde yolun Tokat Sancağı’na düşerse... Git, burayı bana emanet eden kumandanım Kolağası (Önyüzbaşı) Musa efendi’yi bul. Ellerinden benim için bus et (öp). Ona de ki...

    Sonra, kumandanı olduğu takımın makinelisi gibi gürledi:

    -O’na de ki, gönül komasın. Ona de ki, “11. Makineli Takım Komutanı Iğdırlı Onbaşı Hasan, o günden bu yana, bıraktığın yerde nöbetinin başındadır. Tekmilim tamamdır kumandanım. Dedi” dersin.

    Öleyazdım.

    Sonra yine dineldi. Taş kesildi. Bir kez daha baktım. Kapalı gözleri ardından, dört bin yıllık Peygamber Ocağı ordumuzun serhat nöbetçisi gibiydi. Ufukları gözlüyordu. Nöbetinin başında idi. Tam 55 yıl kendisini unutuşumuzdaki nadanlığımıza rağmen devletine küsmemişti.

    İlhan Bardakçı’nın anısı burada bitiyor.

    İşte Türk askeri!

    İşte Kudüs ve Mescid i Aksa anlayışı.

    Ey Yahudi! Kendine gel. Zulmü bırak. Orası kimsenin malı değil. Sizin hiç değil. Orası Müslümanların kutsal mabedi. İyi bil ki, Müslüman değişmedi. Yine gereğini yapar.

    Kendine gel!


  11. Diziler

    Tarık Danişmend

     

    Yıllardır beni rahatsız eden; fırsat buldukça çesitli ortamlarda zaman zaman dile getirmeye çalıştığım bir konuya değinmek istiyorum bugün.Televizyon daha doğrusu DİZİLER…

     

    Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı Star-1, ilk adıyla, İsviçre’den ülkemize yayın yapan Magic Box, Cem Uzan ile Ahmet Özal ortaklığında, 1989 yılında kurulmuş ve yaklaşık bir yıllık deneme yayınının ardından 5 Mayıs 1990’da sürekli yayın hayatına geçmiştir. Sonra onu Flash TV, TeleON, SHOW TV gibi kanalların açılışı takip etmiştir.

     

    Bu tarihe kadar Türkiye’mizde yayın yapan tek kanal, daha cok askeriyenin emir ve denetiminde olan resmi TRT televizyonudur. Özel kanallar yayın hayatına başlayınca, yayıncılık yeni bir iş sektörü olduğundan ve bir ön hazırlık yapılmayıp yeterince eleman yetiştirilmediğinden haliyle kanallar arasında rekabet ve çalışanların yüksek maaşlarla transferi baslamıştır, tıpkı spor klüplerini andırır şekilde. Yayın içeriği hususunda ise ekranları başındaki seyircileri kapmak, reytingleri tavan yapmak, sırf cepleri doldurmak adına bizim kültüre uyup uymadığı hiç düşünülmeden, hiçbir değeri gözetmeden herşey mübah anlayışıyla yabancı yayınları aynen aktarmalarına göz zumulmuştur. Örneğin meşhur Brezilya dizileri gibi…

     

    1994 yılında her ne kadar resmi bir denetleme kurumu olan Radyo Televizyon Üst Kurulu, kısaca RTÜK, kurulmuş olsa da yukarıda belirtiğimiz gibi temelde hazırlıksız bir geçiş olduğundan bu devlet kurumunun uyarı ve kapatma cezaları bu sınır tanımayıp değerleri yıkan yayınları kontrol ed(e)memiş, çoğu özel kanallar, daha doğrusu medya patronları, mantar misali yeni türemiş zengin birkaç aile, buldukları kanun boşluklarını kötü kullanıp kısa sürede kendilerini, daha seyretme kültürünü tam edinenemiş olan halka benimseterek tabiri caizse “Halk seyrediyor, ben de yayınlıyorum” anlayışıyla kendi aralarında bu toplumun ahlaki düzleminde bir ekonomik yarışa, pastanın en büyük dilimini kapma savaşına girişmişlerdir.

     

    İlk yıllarda, ithal pembe diziler ve önemli futbol müsabakalarıyla seyirci ekran başına çekilmeye çalışılmış sonra magazin proğramları da devreye sokulmustur. Böylelikle istisnasız her evin başköşesine diskolar, meyhaneler, gazinolar, futbol sahaları kurulmuştur. Büyük şehirlerdeki evlerden tutun da anadolunun en ücra köşesindeki herhangi bir köydeki herhangi bir eve kadar bu yıkımdan hemen hemen her ev payına düşeni almıştır. Eğitim ve öğretim kurumlarıyla ailelerin çocuk yetiştirme hususundaki donanımlarının eksikliklerinden dolayı daha gece klübünün adını duymayan gençler ve televizyon seyretme bilincine sahip olmayan aile bireyleri bu fırtınaya kendilerini çok çabuk kaptırmışlardır. Tıpkı bulanık suda saklı timsahın göremeyip onun üzerine basarak suyun karşı tarafına geçmek isteyen birinin biraz sonra olacak olanlardan habersiz olduğu gibi, öyle hazırlıksız, öyle ani ve öylesine tehlikeli bir oyunun içinde bulmuşlardır kendilerini…

     

    Magazin proğramlarının tutması ve halkın onu ahlaki bazda kabullendiğinin sezilmesinin ardından, akıllara “Brezilyalılar dizi yaparda biz yapamaz mıyız?”, “Neden yerli dizi değil de yabancı dizi” yaftaları yapıştırılarak doksanlı yılların bitiminde bir sonraki ve asıl safha olan ahlakı çökertme, aile birimini dinamitleme safhasına geçilmiştir. Gece klüplerinde adlarına sanatçı denilen bu kültüre yabancı, bir o kadar da bu kültürden bihaber yetişmiş olan bir takım belirsiz insanların yaptığı şeyler artık aile bireyleri arasında yaşanan normal şeylermiş gibi dizilerin konularını teşkil eder olmuştur. Örneğin; bu geleneğe ait çay, kahve ikramının yerini kadehler almış, ilişkiler; şehvet, kadın, erkek, aldatma, ihanet, dolandırma, kandırma kokar olmuş ve namus mefkuresi ayaklar altına alınarak, zinanın adı ‘kaçamak’, ‘çıkmak’ olmuştur. Yıllarca bu yaşananlara “seyirci “ olan ve “seyirci” kalan yetkililer, anneler, babalar magazin ve dizilerle büyüttükleri çocukları, ekranlarda görüp, onlarla büyüdüklerini uygulamaya geçince dizlerini dövmeye baslamışlar fakat çok geç kalmışlardır. Bir kere ocaklarına ateş düşmüş, yuvaları yangın sarmış; alevler başını alıp gitmiştir. Evlilik, evciliğe dönüşmüştür.

     

    Böylelikle savaş meydanlarında yenilmeyen bir milletin torunları bir siyah kutunun içinde can çekişir duruma düşmüştür. Kale içten fethedilmiş; değerini bilmediği „değerleri” çalınıp onu ayakta tutan ahlak gibi en ulvi hazinesini kaybeder olmuştur.


  12. HARF DEVRİMİ FACİASI

    Ekrem ŞAMA

     

     

    7621_146610622751_589592751_2500407_3849121_n.jpg

     

     

    Yok yok heyecanlanmayın!

    Savcılar da el ovuşturmasın!

    Devrim kanunlarına konu olan harf devriminden bahsedecek değilim. Harf devrimi deyince hemen aklımıza 1928 tarihinde Atatürk’ün yapmış olduğu harf devrimi gelmektedir. Aslında o bir ilk değildir. Başka harf devrimleri de vardır. Bunlardan birini ele alacağım. Bu devrimden 14 yıl önce yapılmış olan ve facialara sebep olan bir harf devrimi…

    Yıl 1914… İttihat ve Terakki iktidarının Osmanlı Devletine tam hakim olduğu bir yıl. Birinci dünya savaşının ayak sesleri duyuluyor. İktidar içinde de bir tartışma vardır:

    “Osmanlı’nın kullanmakta olduğu İslam Alfabesi’nin değiştirilmesi…”

     

    Çeşitli görüşler vardır. Drekt latin alfabesine geçilmesi gerektiğini savunanların yanında, kullanılmakta olan alfabenin ıslah edilmesi ve Latin alfabesine geçiş için ara bir alfabenin uygulanmasını savunanlar…

    İkinci görüş ağır basmış olmalı ki, esaslı bir hazırlık bile yapılmadan tüm kamu kuruluşlarına ve orduya bir genelgeyle harf devriminin yapıldığı, yeni alfabe ve yazım kurallarının şöyle şöyle olacağı ve aksine hareket edenlerin şu kadar cezaya çarptırılacağı emredildi. Emredilen yeni alfabe şu yenilikleri getiriyordu:

    Alfabede öteden beri kullanılmakta olan harfler kullanılmaya devam edilecek. Ancak hareke kullanılmayacaktır. Bunun yerine e sesi vermek için elif, i sesi vermek için y ve ü sesi vermek için vav kullanılacaktır. Harfler hiçbir şekilde birleştirilmeyecektir. Her harf müstakil olarak yazılacaktır. Tıpkı latin harfleri ile yazar gibi…

    Bir anda her şey karmakarışık oldu. Kamu kuruluşlarındaki curcunayı bir tarafa bırakalım. Harıl harıl savaşa hazırlanan orduda tam bir karmaşa yaşanmaya başladı. Çünkü, istihbarat raporlarından tutun da, iaşe emirlerine kadar, günlük harekat emirlerinden tutun da, hukuk metinlerine kadar her şey bu esasa göre yazılacaktı. Eski yazı şekli zinhar kullanılmayacaktı.

    Doğuda 3.Ordu’da görev yapan Yarbay Şerif (İlden) Bey’in de hatıralarında yazdığı gibi, yeni alfabeyle yazılmış bir sayfalık bir metini çözmek ve anlayabilmek için ciltlerce metin yazmak ve çalışmak gerekiyordu. Bu da saatleri hatta günleri alıyordu.

    Bir istihbarat raporu almışsınız ve bu çok acildir. Ne yazdığını anlayabilmek ve hemen gereğini yazışmalara geçirmek icap ediyor. Ama bunu çözmek bile saatler alıyor. Belki diğer yazışmalarda vakit kaybı önemli olmayabilir ama, bu günün diliyle “İvedi” “Çok İvedi” “Yıldırım” “Harekat Yıldırım” işaretini taşıyan acil yazışmalarda büyük faciaların doğmasına sebep olmuştur. Çünkü istihbarat bir ordunun olmazsa olmazıdır. İstihbaratı yavaşlatıcı hareketler ise facialara sebep olabilir. Hele ki fiilen bir savaş söz konusu ise…

    İşte facialardan bazıları:

    Birinci dünya savaşlarının ilk muharebeleri Ruslara karşı Erzurum Köprüköy ve Azap muharebeleridir. Kasım ve Aralık 1914 de bu muharebelerde ordumuz galip gelmiştir, Ruslar püskürtülmek üzeredir. İstihbaratın yavaşlamış veya kesilmiş olması sebebiyle hezimete uğradığımız zannedilmiş ve gece tipide geri çekilme emri verilmiştir. Tipi sebebiyle yollarını kaybeden askerlerimiz firari muamelesi görmüş ve bir çoğu kurşuna dizilerek cezalandırılmıştır. Kazandığımız muharebeler kaybedilmiştir.

    Aynı anlarda Rus Çarı kendi askerlerine moral vermek için bu cepheyi ziyarete gelmektedir. Geliş esnasında geceleyin bölgede bulunan müfrezelerimizin avucuna düştüğü halde, neyin ne olduğu anlaşılamadığından elini kolunu sallaya sallaya yoluna devam etmesine müsaade edilmiş oldu. Halbuki ele geçirilseydi, belki 1.Dünya savaşının kaderi bile değişebilirdi.

    Sarıkamış Harekatı’nda tüm olumsuz şartlara rağmen Enver Paşa’nın verdiği emir gereği, düşmanın arkasını çevirmek için dağları aşmaya çalışan birliklerimiz, istihbarat zayıflığı sebebiyle birbirleriyle savaşa tutuşmuşlardır. 4 saat süren çarpışma neticesinde binlerce askerimiz şehit olmuştur.

    Yine istihbarat eksikliğinden dolayı, o tarihteki Erzurum yakınlarında bulunan Rus birliklerinin gerçek sayısı anlaşılamamıştır. Rusların bu bölgedeki birliklerinin daha kalabalık ve silah olarak da daha güçlü olduğu zannedilmiştir. Doğru istihbarat bilgileri alınabilseydi, belki de Sarıkamış Harekatı’na lüzum görülmez, cepheden taarruzla Rus ordusu mağlup edilebilirdi. Ya da bu taarruz birkaç ay geciktirilerek, 80-90 bin askerimizin donarak şehit olmasıyla sonuçlanan o büyük facia ordumuza yaşatılmazdı.

    Neyse ki bu hevesten vazgeçilmiş, kısa süre sonra sebep olduğu facialar görülmüş, alfabe yeniden eski şekline getirilmiş yanlışlık bu şekilde düzeltilmiştir.

    Okuduğunuz gibi 1928 tarihli Harf Devrimi’ne hiç dokunmadım. O tarihten önce İttihatçıların lideri Enver Paşa tarafından, ham bir hevesle orduya cebren uygulatmaya kalkışılan altyapısız bir harf devriminin sebep olduğu facialardan sadece bir iki tanesini hatırlattım.

    Altyapısı oluşturulmadan girişilecek her bir yeniliğin benzer facialara sebep olacağını hiç unutmamak gerekir. Her zaman emir demiri kesemeyebilir. Hazırlık ve zamanlama çok önemlidir.

     


  13. Pek Değerli, Pek Aziz ve Pek Muhterem Hocam Feyzullah Birışık bu güzel yazıyı okadar içten yazmışki saygısızlık babında olmazsa şu aciz yorumu yapmakta kendimi ehl-i görüyorum.

     

    Uğur Dündar 'ın şekli şemaline bir bakan zati kalbinin ziftlendiğini ve islam adına bir noktanın varlığı kadar hizmetinde bırakın olmayı, yıldızlar kadar küfrettiği yıllardır tarafımızca analiz ediliyor. ona bu tür yazılar bilmemki Hidayet nasip edermi ? ...

     

    Bir hikaye ;

     

    Günün birinde bir adam varmış ve her cenazenin arkasındaN "yuh" diyormuş. derken ahali halkı iyice sinirleniyor! ama yaşı gereği saygısızlık yapmakta istemiyorlarmış ve bir karar alıyorlar diyorlarki öldüğünde bizde onun cenazesinde "YUH" diyelim. derken o kişi ölüyor ve cenazesi sırası ahali halkı "yuh"alamaya başlıyor. ve birden tabutun gıcırtısı ile kalkıp diyorki eğer bende diğerleri gibi gittiysem benide "yuh"alayın. işte hikayemiz böyle o kişi pek muhterem birisiymiş.

     

    Lakin; şimdi bu uğur dündar denilen şahsiyet! şahet ölmeden önce yaptıklarından dolayı tevbe istiğfar edipte Allah'a yönelmezse sizce bu bir "yuh"ayıda hak ediyormu bence etmiyor. bunun hakkı Hakk'ın hakkı ..

     

    Allah(c.c.)'ın selamı üzerinize olsun ..


  14. Uğur Dündar’a İslam Nasıl Anlatılmalı?

    Feyzullah Birışık

    30/09/2009

     

     

    Sevgili uğur bey;

     

    İslam dairesinin dışında kalanlar İslam’ın güler yüzünü görmekten mahrum olurlar… Müslümanların giyim ve ibadetleri daire dışındakilere sevimli gelmeyebilir… Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur… Müslüman’ca yaşamayan insanların hayat tarzı, yemesi, içmesi ve özel zevkleri Allah’ın hudutlarını çiğnediği için bizlere pek sevimli gelmez…

     

    Bizlerin ibadetleri, hele de gençlerin ibadetleri sizleri çok yönlü huzursuz eder… Allah’ı ve kanunlarını hatırlatacak her ibadet ve giyim tarzı sizlere batar… İster istemez tepki gösterirsiniz… Bu tepkinizi ben çok normal karşılıyorum… Gencecik öğrencilerin cemaatle namaz kılmaları neden batmasın ki size! Onların heykellerini dikecek haliniz yok tabii.

     

    Aynı yaşlardaki gençlerin alkol komasına girmeleri bizleri çok üzüyor… Buradan şu sonucu çıkarıyoruz: ‘ Bizlerin hayat tarzı sizlere batar. Sizlerin hayat tarzı bizleri üzer… Bizlerin üzüntüsü İslam’ın güzelliğini anlatamamak ya da yaşantımızla sizlere örnek olamamaktır…

     

    Sizlere İslamı kim, nasıl anlattı bilmiyorum ama size tavsiyem islamı sonradan Müslüman olmuş bir almandan, bir yunanlıdan öğrenmeniz… Onlar hem yaşantılarıyla hem de anlatımlarıyla kafanızı karıştırmadan islam’ın güzelliğini sergilerler…

     

    ,,,

     

    Uğur Bey:

     

    Kutlamış olduğunuz ramazan bayramı, bizim… Yayınladığınız iftar-sahur zaman dilimi, bizim… Reyting rekorları kırdırdığınız hocanız bizim kitaplarımızdan faydalanıyor… Haberlerini yaptığınız ve kıldığınız cenaze namazları bizim… Sizin camiadan ölenlerin eşlerinin kabristanlarda başlarını örttükleri başörtüsü bizim…

     

    Çelişkili bir hayatın tam ortasındasınız…

     

    Ekran ve şöhret insanın kendine gelmesine ve ‘niçin yaratıldım?’ sorusunun gündeme gelmesine engel olur… Yerinizde olsam çamlıca tepesine çıkar Allah’ın ayetlerini okurum… Allah denizleri yararak giden gemilerden bahsediyor; o ayeti izlerim… Kanatlarını çırpan kuşlardan bahsediyor; kuşlara bakarım… Allah’ın izniyle esen rüzgâra ve yine Allah’ın izniyle düşen yaprağa bakar ölümü tefekkür ederim…

     

    ,,,

     

    Yüzünüze yapılan makyaj sizi aldatmasın uğur bey! Yaşlanıyorsunuz… !

     

    Bir gün sizin de ölüm haberiniz alt yazıdan geçecek… ‘Gencecik çocukların namazına kızan uğur Dündar azıcık bir kalabalığın önünde musalla taşına kondu’ denecek… Cansız bedeninizin hemen yanında Allah’u ekber sesleri kulağınızı çınlatacak… Düşünebiliyor musunuz Uğur Bey sizin camia Allah-u Ekber! Diyecek! Hem de dört defa!

     

    Allah-u ekber! Nidaları altında iki seksen uzanmışken musalla taşına, kabrindeki haşereler hazırlık yapacaklar… Bu günler çok uzaklarda değil Uğur Bey! Sessiz ve sakin bir ortamda bunları iyi düşünün… Çıkın çamlıca tepesine ya da gidin avrupaya, önünüze çıkan ilk batılı müslümana dininizi sorun ve deyin ki:

     

    ‘ Niçin İslam’ı seçtiniz? Niçin Yüce Allah’ın dinine boyun eğdiniz? Neden batılı kalmak varken İslam dini! ‘

     

    Hayat çok kısa Uğur Bey! Ölüm meleği gelmeden önce bunları iyi düşünün… Bir vatandaş olarak sadece kısa bir hatırlatmada bulunmak istedim o kadar…

    Alıntıdır ..


  15. Hay MaşaAllah Üstadım nede güzel ifade buyurmuşlar gönlünüze ve gönüllere Rahmet ve Hidayet. Allah(c.c.) razı olsun. sanırım bu çakma müslümanlığın arka saflarındayım bende :) . yalan yok! çakmak çakar gibi kendimi bir dipsizliğe çakıyorum Allah(c.c.)'ım sen Hidayet! Hidayet! Hidayet!


  16. arkadaşlar ben sizlere katılıyorum emin olun. lakin diyanet nereye bağlı devlete devlet ne ile yönetiliyor laiklikle' ülkenin kurucusu niteliğindeki kişi kim Mustafa kemal malesefki gayet normal yani ... Din kültürü kitaplarımızda bile bizler onu işledik Cuma hutbesinde onlar söylenmiş çokmu? merak etmeyiniz hepsi tek tek düzelecek "bataklıkta çiçekde açar çünkü"


  17. Normaldir kardeşim.Medya talimatlarla hareket eder.Şuan duruk olması gerekiyor demekkine.

     

    Aynen katılıyorum ..

     

    Şöyleki ;

     

    Arkadaşlar beni yanlış anlamayınız! hangimizin içi yanmıyor yada Sayın Başbakanımızın, yada CumhurBaşkanımızın hele hele Devlet Bakanımız Sayın Bülent Arınçın yada Meclis Başkanımız Mehmet Ali Şahinin içi yanmıyormu eminimki hemde ne yanıyor! ama arkadaşlar şuna emin olunki "Fırtına öncesi sessizlik" bu ... Üstadımızın dediği gibi "İslam Alemi muazzam bir zuhur bekliyor" çok yakındır hiç bir kavim zalimliğiyle ebedi bir varlığı elde edememiştir hele hele Allah indinde lanetli bir kavim asla! onlar sonunu hazırlıyorlar...

     

    Kabeyi yıkmaya gelen ebrehe

     

    Abdülmuttalib, "Biz onunla savasmak istemiyoruz, buna gücümüz de yetmez. Orasi Beytullah'tir, eger korursa O (Allah) Harem'i korur" dedi; develerini görüsmek üzere Ebrehe'nin yanina vardi. Abdülmuttalib'e iyi davranan ve önce onu takdirle karsilayan Ebrehe, Abdülmuttalib develerini isteyince söyle dedi: "Seni ilk gördügümde gözüme büyük bir sahsiyet olarak görünmüstün. Ama sen Kâbe'nin korunmasini isteyecegin yerde develerinin pesine düsünce gözümden düstün." Abdülmuttalib, "Ben develerin sahibiyim. Kâbe'nin de sahibi var, O onu korur" dedi.

     

    Allah (c.c.) oradaki Mücahid kardeşlerimizin yar ve yardımcıları olsun. (amin)


  18. Hepsi çok iyi çok güzel insanlar yalnız şu kavmiyetçilik, ırkçılık yada "kafatası milliyetçilikleri" yokmu! bunu nasıl benimsiyorlar ben anlamış değilim. hakikaten çok garip hele hele ben Ehl-i Sünnet yaşıyorum diyen bir ülkücü dediğinde dahada garibime gidiyor...

     

    demekki her Kul'a nasip olmuyor nasiplenmek ..

     

    Mevlam Hidayet nasip etsin ..

×
×
  • Create New...