Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

barani

Sivil
  • Content Count

    126
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by barani


  1. Bir Sünni Muaviye'yi Nasıl Sever?

     

    74271.jpg

     

    Kültür Eski Bakanımız ve Ahmet Yesevi Vakfı Başkanı Namık Kemal Zeybek Aşura konuşmasında "Tarihi gerçekler ortaya koyulduğu zaman şu görülür ki, Sıffin Savaşında savaşanlar Müslümanlarla münafıklardır." dedi.

     

    26 Aralık Cumartesi günü gerçekleştirilen Evrensel Aşura Matem Merasimi'nde Kültür Eski Bakanımız ve Ahmet Yesevi Vakfı Başkanı Namık Kemal Zeybek şunları söyledi:

     

    "Bismillahirrahmanirrahim

     

    Değerli dostlar, biraz önce yerimde heyecan içinde otururken bir kardeşim yanıma yaklaştı ve dedi ki; siz Televizyonda bir şiir okumuştunuz, o şiiri ne zaman okumuştunuz ve şiirin adı neydi? Televizyonda şöyle okumuştum şiiri: Benim adım Namık Kemal. Babam Namık Kemal hayranı bir öğretmen, benim adımı da öyle koymuş.

     

    Namık Kemal vatan şairi ama vatan ne? Namık Kemalin tanımladığı vatan ne, nedir bu vatan, neyi söylüyor bu adam? Bak neyi söylüyor:

     

    Git vatan, Kâbede siyaha bürün.

     

    Bir kolun Ravza-i Nebiye uzat;

     

    Bir kolunu Kerbelada Meşhede at,

     

    Kainata o heyetinle görün.

     

    Evet dostlar, bizim vatanımız buydu Namık Kemal bu şiiri yazdığı zaman. Ama bizim vatanımız zaten hep budur. Vatan nedir? Vatan bir milletin oturduğu yer ise, bir de bir milletin ruhunun var olduğu, oturduğu yer var, iste bizim ruhumuzun var olduğu bir yer de Kâbe ve Kerbela ve Peygamber Efendimizin tertemiz Ravza-i Mutahara.

     

    Kerbelaya ben böyle bakıyorum. Tarih içinde bir şeyler oldu. Hz Peygamberin Risaletine ve görevine karşı olan Ümeyyeoğulları zorla, hileyle Peygamberin kurduğu devleti ele geçirdiler. Şimdi Emeviler deyince işi bir doğrultmak lazım. Benim bir avukat arkadaşım, geçen sene bir cenazede karşılaştık ve dedi ki; ya hayret dedi, ben seni dinliyorum ve görüyorum, ben aslında Muaviyeyi sevmeliymişim ama Aliyi daha çok seviyorum. Dedim ki; sen niye Muaviyeyi sevmeliymişsin? Dedi ki; ben Sünniyim ya.

     

    Eyvah dedim, sen Sünniyi böyle mi anlıyorsun? Bir Sünni nasıl Muaviyeyi sever, eğer seviyorsa bu Sünnilik midir? Sen her namazda, namazdan sonra Allahumme salli alaseyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammed demiyor musun? Peki kime selam yolluyorsun? Peki kiminle ilgili olarak Allahtan dilek istiyorsun?

     

    Muhammed (a.s) ve onun aliyle, Ehlibeytiyle ve onun ıtriyle ilgili değil mi? Demek ki namaz kılan insan namazda ne dediğinin, söylediğinin farkında olsa bir sorun kalmayacak. Biz namazda Ehlibeyte selam yolluyoruz.

     

    Kardeşime dedim ki sen Hanefi misin? Evet dedi Hanefiyim. Peki adına Hanefilik mezhebinin kurulduğu Ebu Hanifenin Ümeyyeoğulları Emevi saltanatıyla ilgili fetvasını biliyor musun? Burada Sünni kardeşlerimiz bulunmakta, Şii kardeşlerimiz zaten çoğunlukta, Alevi Bektaşi kardeşlerimiz de bulunmakta. İnsan kardeşlerimiz de bulunmakta, neticede hepimiz insanız. Ama şunu söyleyeyim: Bakınız, İmam Zeyd Emevi zulmüne karşı kıyam etttiği zaman Ebu Hanifiye soruldu, ne dersiniz diye? Ve cevap olarak dedi ki; Zeydin kıyamı Dedesi Muhammedin (s.a.v) Bedir Savaşı kadar mukaddestir. Bütün Müslümanlar yardımcı olmalıdırlar. Ama efendim, siz gitmiyorsunuz dediğimiz zaman; ben iki bin dinar gönderdim. Malımla cihada katkıda bulunuyorum. Eğer üzerimdeki emanetleri verecek birisini bulursam, gidip ben de savaşacağım. Peki o zaman Ebu Hanifenin yolundan gittiğini iddia eden Hanefiler nasıl olur da Ehlibeytçi olmazlar Ebu Hanife Ehlibeytçi iken?

     

    Tarihi gerçekleri yerli yerine oturttuğumuz zaman, işte biraz önce büyük tarihçimiz İlber Ortaylı zaman olsaydı tabii çok gerçeği ortaya koyardı ama tarihe böyle bir ışık tuttu ve tarihi gerçekler ortaya koyulduğu zaman şu görülür ki Sıffin Savaşında savaşanlar Müslümanlarla münafıklardır. Dolayısıyla Şii-Sünni ayrımının Sıffinle de bir ilgisi yoktur. Efendilerim, değerli dostlarım, Muaviye saltanatı ele geçirdi, oğlu kafir Yezidi de Müslümanların hükümdarı olarak zorla kabul ettirdi. Yezidin yaptıklarının niye konuşalım? Hayır, dün olmuş gibi konuşmalıyız ki yarın yeni yezitlikler olmasın.

     

    Yezidin yaptığı sadece Kerbela değil, Mekkeyi taşa tutturdu, Kâbeyi yıktırdı. Müslümanların üç gün kanlarını ve ırzlarını helal ettirdi. Medinede babası belli olmayan nesil meydana geldi. Böyle bir adam Yezid. Dolayısıyla, elbette ki biz Yezitten bahsedeceğiz. Gerçek Müslümanlığı Allahın gönderdiği Peygamber (a.s) bize tebliğ ettiği ve ondan sonra da Ehlibeytin ve Ehlibeyt İmamlarının en doğru kaynaktan bilerek, dosdoğru anlattığı Müslümanlığı yüreklerimizde yaşamak için bize bu olay lazımdı ve Kerbelanın sırrı buradadır. Elbette Hz. Hüseyin seferine çıktığı zaman Medineden Mekkeye ve sonra Iraka çıktığı zaman olacak her şeyi biliyordu. Kendisine nerede şehit edileceğini, kanın nereye döküleceğini kucağında kimin öleceğini ve orada kimlerin öleceğini biliyordu zaten. Orada kendisiyle gelmeye niyet edenlere bunları söylüyordu ama o bir sefere gidiyordu, muazzam ve mukaddes bir sefere gidiyordu. Bu seferde zulme karşı, İslamı saptırıp saltanat aracı yapanlara karşı, münafıklığa karşı gerçek İslamın uğruna şehit olma seferiydi. O öldü ve içimizde dirildi. Hüseyin içimizde yaşıyor. Eğer Hüseyini içimizde yaşatamıyorsak biz gerçek Müslüman olamayız. Zaten gerçek Müslüman olabilmek için Hüseyin bizim yüreklerimizde yaşamalı ve bizlere rehber olmalı.

     

    Evet, o yüzden söz doğrudur; her yer Kerbela ve her gün her an Aşuradır, yılda bir defa değil. Biz buradan aldığımız inancı, değerli büyüklerimizi, bu toplantıyı düzenleyenleri, Hüccetül İslam Selahattin Beyi ve başkalarını dinleyerek inancımızı tazeleyeceğiz. Ve biz zerrelerimizde Kerbelayı yaşayacağız. Yüreklerimizin derinliklerinde de Hüseyin ve Ehlibeyt sevgisini yaşayacağız. Gerçek Müslüman olmanın yolu budur. Allah bizi gönderdiği son Nebinin yolundan ve onun gönderdiklerini en doğru şekilde bize anlatan onun Ehlibeytinin yolundan ve Hüseyin sevgisinden ayırmasın. Var olun."


  2. <br />Boşuna bunlarla kafamızı yormayalım.Bunlar hangi dinin mücahitleri ki.Ya karısı da resmen şov yapıp oraya buraya çıkıyor.Sanki kocası önemli bir misyonu yerine getirmiş gibi.Onlar bu dini kurtarıyorum derken iyice batırıyorlar.Yazık !!!<br />
    <br /><br /><br />

     

    Nasıl da kestirip atmışsın...

     

    O "şov" dediğin, o "hangi din" dediğin sadece senin vehimlerin...

     

    Sizler istemeseniz de o"şov" lar devam edecek, o "istişhad eylemleri" devam edecek...

     

    "Biz" bu dini "batıracağız", siz "kurtarın" bakalım, gücünüz yetiyorsa...

     

    ...

     

    İşte Mutasım Sana Geldi!

     

    -Defne Bayrak-

     

     

    Bundan tam 1169 sene önce yani 838 senesinde Rumların eline esir düşen bir kadın, Rum askerlerden bir tanesinin kendisine tokat atması üzerine Ey Mutasım diye feryat eder! Kadının bu feryadını duyan bir atlı, hemen Mutasıma giderek durumu haber verir. Peki Halife Mutasım ne yapar?! BMyi acil toplantıya mı çağırır?! AİHMsine mi başvurur?! İslam ya da Arap Birliğinden bir kınama bilrdirisi mi ister?! Orta Çağın İslâm Halifesi elindeki bardağı bir yudum dahi içmeden kenara bırakarak savaş sarığını giyer ve 70 bin askerle taarruza geçer. Bu kadının esir tutulduğu Ammuriye Kentini 6 ay kuşattıktan sonra fetheder ve kadına giderek şöyle der: İşte Mutasım sana geldi!

     

    Ya Sabrinler, Abirler, Fatımalar seslerini kimlere duyuracaklar?!

     

    Tarih: 14.12.2004, yer: tüm dünyanın skandallarına tanık olduğu Ebu Greyb Hapishanesi. Sadece kardeşi mücahit olduğu için Amerikan askerlerince tutuklanan Fatıma defalarca tecavüze uğradıktan sonra, Erdoğanlara, Hüsnü Mübareklere, Kral Abdullahlara değil, döşekleri toprak, örtüleri gök, yastıkları da klaşnikof olan Irak mücahitlerine sesini şu mektubuyla duyurmuştu:

     

    Allah yolundaki mücahit kardeşlerim, biz Ebu Greybdeki kız kardeşleriniziz

    Benimle burada 13 bekar kız daha var ve herbirimize hergün herkesin önünde çığlıklar arasında tecavüz ediliyor. Elbise ve namaz elbisesi giymemizi yasakladılar. Bir kardeşimiz, Amerikan köpeği tarafından tecavüze uğrayıp şiddetli bir şekilde işkenceye maruz kaldıktan sonra kafasını duvara vurarak intihar etti.

     

    Ben Allah yolundaki kardeşiniz Fatıma; size diyorum ki; Allahtan korkun... Dışarıdaki tanklarını, uçaklarını bir tarafa bırakın ve bize; Ebu Greyb Hapishanesine yönelin, bizleri onlarla beraber öldürün, yerle bir edin. Bizleri onlara bırakmayın. Bizi öldürün ki; belki rahatlarız. Bizi öldürün ki belki rahata kavuşuruz.

     

    Fatıma, Ebu Greybde şehit oldu. Diğer kardeşlerimize ne olduğunu ise sadece Allah biliyor. Fatımanın mektubu ellerine geçen mücahitler, kızkardeşlerinin intikamını almak için tam 15 operasyon düzenlediler.

     

    Abir de Amerikan Demokrasisinin Kurbanı Olmuştu!

     

    Gelelim herkesin hatırlayacağı Abire! 14 yaşındaki Abir, Irakın Mahmudiye Kasabasında yaşıyordu. Muhakkak ki o da savaşın ortasında ölüm endişesi taşıyordu. Ama bir gün gözleri dönmüş Amerikan askerleri tarafından ırzına geçileceği, ardından da ailesi ile beraber yakılacağı herhalde hiç aklından geçmiyordu. Maalesef 12 Mart 2006 tarihinde kuduz hayvanların bile yapamayacağı bu vahşetin kurbanı oldu.

     

    Iraktaki bu insanlık dışı suçlara bir yenisi de geçtiğimiz Pazartesi günü yani 19.02.2007 tarihinde eklendi. Ancak bu sefer failler, her zaman duymaya alıştığımız Amerikan askerleri değil, bazılarının hala kardeşlerimiz diye kabul ettirmeye çalıştıkları Irak hükümetine bağlı subaylardı! Ne zamandan beri kardeş kardeşinin ırzına geçer oldu? Yoksa yeniden Cahiliye Devrine mi döndük?!

     

    Sabrin El-Cenabi, Irak İçişleri Bakanlığına bağlı sözde Düzeni Koruma subaylarınca başkent Bağdatın güneyinde yer alan El-Amil Mahallesindeki evi basıldığında yakalandı.

     

    Sabrin El-Cenabi, Düzeni Koruma subaylarından bir tanesi tarafından da tecavüz esnasında kameraya çekilerek bu olaydan birilerine bahsettiği taktirde kasetin dağıtılacağı yönünde tehdit edildi. Sabrin, sadece kocası Sünni camilerin kapılarında bekçilik yaptığı için bu cezaya çarptırıldı! Cezaya çarpanlar ise demokrat hükümetin koruma bekçileri! Ya da diğer bir deyişle Şii kardeşlerimiz!!

     

    Müslüman Alimler Heyetinden Kınama

     

    Iraktaki Müslüman Alimler Heyeti, yayınladığı bir beyanla bu toplu tecavüz skandalını kınadı. 19.02.2007 tarihinde yayınlanan beyanda, Irak Hükümeti Kuvvetlerinin Pazar sabahı Yeni Emniyet Projesi ismi altında, El-Amil Mahallesindeki Ebu Bekir Sıddık Camiinin çevresini kapsayan bir saldırı hamlesi başlattığı, bu hamle dahilinde de evlere baskınlar düzenlenerek mahalle halkının değerli zinet eşyalarının gasp edildiği belirtildi.

     

    Beyanda ayrıca toplu tecavüze uğrayan Sabrin isimli evli Sünni Müslüman bayanın rahminin yırtıldığı ve şu anda ölüm kalım arasında olduğu açıklandı. Sabrin El-Cenabi ayrıca bazı subaylar tarafından da dövüldü.

     

    Sünni Divan Vakfı da Irak Hükümetine bağlı Düzeni Koruma birliklerince gerçekleştirilen bu rezaleti kınadı. Divan Vakfı tarafından yayınlanan beyanda Abirden sonra ikinci kere cürüm işlendi. Bugün de başka bir Iraklı kadının hürmeti ayaklar altına alındı. O da Sabrin El-Cenabidir ifadelerine yer verildi.

     

    Bu skandalları sayarak sanırım bitirmemiz mümkün olmayacak. Neden diye soracak olursanız, biz daha Sabrinin üzüntüsünü üzerimizden atamamışken bu kez de Telaferden 11 erkek ve bir de kız çocuk annesi Türkmen asıllı Vacide Muhammed Emin (40) isimli bir başka Sünni kardeşimiz televizyon kameralarının karşısına çıkarak ağlamaya, başına gelenleri anlatmaya başladı. Onun başına gelen de tabi ki aynı bela idi. Onu da tecavüz esnasında kameraya çektiler, oğullarına saldırdılar hatta küçük kızlarına da tecavüz etmekle bile tehdit ettiler!

     

    Peki demokratik Irak Hükümetinin laik başbakanı Maliki Beyin bu skandallara tepkisi ne oldu acaba ?! Kasap Maliki, Amerikanın yönetimi altındaki İbni Sina Hastanesinin tıbbi raporlarıyla Sabrinin tecavüze uğradığı kesinleşmiş olmasına rağmen, -tecavüzleri teşvik edercesine- subaylarını temize çıkararak onları ödüllendirdi. Demokrat, uygar, çağdaş Amerikanın adamı, keşke bu kadarla kalmış olsaydı!

     

    Tecavüzü Kınadı İşinden Oldu!

     

    Bir de Sabrinin, içişleri bakanlığına bağlı Düzeni Koruma Birimi subaylarınca evi basıldıktan sonra tutuklanıp, toplu tecavüze uğramasını kınayan Sünni Vakıf Başkanı Ahmet Abdulgafur El-Samerainin görevden alınmasını emreden bir karar da çıkarttı. Sanki vakıf başkanı, çok susamış da su içmiş birini kınamıştı!! Tabi ki böyle bir adım atacaktı Maliki. Çünkü Sünni Vakıf Başkanı, kınama beyanında bunun gibi daha birçok Sünni kadının hatta Sünni cami imamlarının tecavüze uğradıklarını ancak skandal korkusuyla başlarına gelenleri sakladıklarını da vurgulamıştı. Bir başka ifadeyle Sünni Vakıf Başkanı El-Samerai artık tehlike arzetmeye başlamıştı!!!

    Gerçekten bizim burada sayın Malikiye diyebileceğimiz ancak Saddamın idam sehpasında kelime-i şehadet getirerek Rabbine yürümeden hemen önce Sadrın adamlarına sarfettiği sözlerden başkası olamayacak:

     

    Bu mu erkeklik?!

     

    Ya sözde kardeşleri tarafından tecavüze uğrayan, tek suçları Aziz ve hamid olan Allaha iman etmek olan din kardeşlerimizin sözleri kimlere ve ne olacak?!

    Onlar da herhalde bugün tüm Müslüman ülkelerde salgın hastalık gibi yayılmış; demokrat, laik, çağdaş liderlere seslenmektense gerici, Orta Çağlıya seslenmeyi tercih edeceklerdir.

     

    Yani:

     

    Neredesin Ey Mutasım!

     

    Bugün Halife Mutasım yoksa da Irakın Mutasımları var. Herbiri iman dolu yürek taşıyan, din kardeşlerini özkardeşlerinden ayırtetmeyen Mutasımlar! Sabrini kamera karşısında ağlarken, çaresizlikten koluyla yüzünü kapatmaya çalışır vaziyette, bıkkınlığı gözlerinden okunur halde gören ve bunun intikamını almaya ant içen Mutasımlar!

     

    Iraktaki direnişçi mücahit gruplar, ırzlarına yapılan bu saldırının intikamının alınacağını açıkladılar. Irakın bilinen en güçlü direniş gruplarından Irak El-Kaide Örgütünün lideri Ebu Hamza El-Muhacir, bir ses bandı aracılığıyla, Telaferde tecavüze uğrayan kız kardeşimizle eğer evli değilse - 20 gencin evlenmek istediğini duyurdu. El-Muhacir ayrıca Sabrine tecavüz haberinin yayıldığı ilk 10 saat içinde intikam almak için 50si El-Cenabi Aşiretinden (Sabrinin kendi aşireti) olmak üzere 300 Iraklı mücahidin istişhadi operayson yapmak için başvurduğunu açıkladı. Öte yandan yine en büyük direnişçi gruplardan bir diğeri olan İslami Ordunun lideri de en kısa zamanda intikam alınacağını vurguladı. Artık ak koyunun kara koyundan ayrılma vakti gelmiştir. Herkes hangi safta yer aldığına bakmalıdır. Siz Mutasım mısınız yoksa Rum askerleri mi? Siz kızkardeşlerinin gözyaşlarını silmek isteyenlerden misiniz yoksa onlara tokat atmayı tercih edenlerden mi?

     

    Ey Mutasım diye feryat eden boyunları bükük yetimler!

    Feryatlarınızı duydular ama içlerinde yok ki Mutasımlar!

    Anlar mı ki Müslüman kızların derdinden Erdoğanlar!

    Ah içimiz sızlar... Nerede o yaraları saranlar!

    Neye yarar ki tahtlardaki o esir krallar!

    Altından zincire vurulmuş çağdaş kullar!

    Onlar ki toprak olmuş Mutasımdan daha cansızlar!

    Taşlardan daha ruhsuz, iblisten daha vicdansızlar!

    Şaha kalktı atlar coştu kılıçlar! Geldi torun Mutasımlar yıkıldı ikiz burçlar!

    Dayan Bağdat dayan geldi Selaheddinler.. geldi Halitler!

    Sabahını getirecek o kara bayraklı mücahitler!

     

    Ruhun şad olsun Ey Yiğit Mutasım!

    Yaşasın tüm Mutasımlar!

     

    BARAN


  3. CIA' i Vuran Direnişçinin Türk Eşi

     

    defne.jpg

     

    CIA ajanlarını Kabilde merkez karargahta üzerindeki bombaları patlatarak öldüren Humam Halil'in eşi Baran dergisi yazarlarından Defne Bayrak konuştu.

     

    Afganistanın başkenti Kabilde haberalma merkezine sızarak üzerindeki bombaları CIA ajanlarının yanında patlatarak 7 ajan ve 20 kadar işgalci askeri öldüren direnişçi Humam Halil'in eşi Baran Dergisi yazarlarından Defne Bayrak Anadolu Ajansına açıklamalarda bulundu.

     

    Defne Bayrak eşinin Afganistana tıpta uzmanlık alanında okumak üzere bir üniversiteye kayıt amacıyla yola çıktıgını söyledi. Çocuklarının eşinin şehadetinden henüz haberleri olmadığını söyleyen Defne Bayrak eşi ile Türkiyede üniversitede okurken tanışdıklarını ve eşine karşı büyük bir sevgi ve saygı beslediğini ifade etti. Evinde taziye ziyaretlerini kabul ettiğini bildiren Bayrak, ifadesinde geçen eşine dair sarfettiği ''Şehidlik'' kelimesi ile alakalı eşinin şehid olup olmadığını soran muhabirede kimin şehid olup olmayacağını en iyi Allahın bileceğini söyledi. Defne Bayrak Büyükdoğu-İbda çizgisinde yayın yapan Baran dergisinin yazarları arasındaydı. Genelde müslüman coğrafya ve Arap dünyası ile alakalı analizlerde bulunan Bayrak'ın bir çok makalesi ve araştırma yazısı bulunuyor.

     

    yuruyusonline


  4. GELECEKTE İHTİLÂL/ Necip Fazıl KISAKÜREK

     

    Anadolu Haber

     

     

     

     

    Artık (monarşi-krallık idaresi) diye basit hedeflere karşı bir ihtilâl mevzuu kalmamıştır.Bunlar son Afrika ve Anadolu cenubundaki memleketlerde görülen mini ihtilâllerle ortadan kalkmıştır.Ortada birkaç mostralık ülkeden başka da “melik” veya “kral” ünvanı altında bir örnek yoktur.

    Fakat fecinin fecisi ve günden güne modalaşmakta şu hal vardır ki,eski “melik”lerin yerine,hemen hepsi asker,diktatörler ve onların (oligarşi-hizip idaresi) tipleri geçmiştir.Sadece,ellerine silah emanet edilmiş olmanın imtiyazından faydalanarak (monarşi)lerini deviren ve (oligarşi)lerini kuran bu tipler,Afrika’nın şimalinden başlayarak Asya’nın Anadolu cenubu,Akdeniz kıyılarını yalayan ve oradan Basra körfezine doğru uzanıp Mezopotamya’yı içine alan ve Pakistan’a kadar ulaşan,zelzele hattına benzer bir şerit üzerinde,sefil,komik,fikirsiz,çilesiz,mazi ve istikbal murakabesinden yoksun,en sığ plânda taklitçi ve yafta bilgilere dayalı bir ihtilâlcilik oyununa rejisörlük etmektedir.

     

    Öz nefsinin gafili olduğu kadar,taklide yeltendiği Batının da cahili bu tipler,hakikatte,Doğu âlemini Batı kültür emperyalizmasına ezdirmiş,türlü ülkelerde türlü örnekleri yaşayan mücerret bir küfür modelinin aynı kalıptan dökülme maketleridir ve istikbâlin ihtilâlleri bakımından başlıca hedefi teşkil etmek mevkiindedir.Batının madde terakkileri önünde kendisine yeni bir ruh arama buhranına düştüğünden habersiz ve bu feci buhranın 19’uncu asır ortalarından başlayıcı seyrinden bilgisiz bu tipler,kolayca başardıkları ihtilâlleri,muazzam bir ideolocya plâtformasına dayalı,en zor bir ihtilâl şekline devr ve tazmin etme borcundadırlar.Bunlar,hem büyük mütefekkir eksikliği sebebiyle asırlardır içinden,hem de son asırda bedavacı mukallitler vasıtasıyla dışından çökertilen Doğu âlemini, iki dünya arası mahsup sırlarına âşina,yepyeni,şahsiyetli ve bütün insanlığa aradığı muvazeneyi vaat etmekte liyakatli bir nesle bırakmak zorunun kılıcı altındadır.Yıktıkları bîçare idarelere karşılık ülkelerini çaresiz kılan bu (engizisyon) rahipleri,karşılarına çıkarılacak,atom bombası gücünde bir Doğu (Rönesans)ı hareketiyle büyük ihtilâl dâvasının istikbâlde Şark bölümünü ihtar ediyorlar.

     

    Eserimiz ideolocya esasları üzerinde derinleşmeyen,bu noktayı öbür kitaplarımıza bırakan ve doğrudan doğruya (aksiyon) dâvası üzerinde bazı (ideolojik) izlerle yetinen bir terkip belirttiği için istikbâlin ihtilâllerini,bir gebeye dışından bakarcasına böylece mevzulandırıp bir de Batı dünyasına kısa bir göz atalım:

     

    Bugün Batının,Türkiye ile beraber en fazla korkması gereken ihtilâl,beklenmedik bir anda ve her yerde patlak vermesi mümkün bir komünizma hareketidir.Böyle bir davranışa Avrupa’da en müsait ülke olan Fransa,bilmelidir ki, 2 asırdan 14 yıl eksiğiyle kendisinin getirdiği,asıl kıvamını daha önce İngiltere’de bulan ve en son Amerika’da ocaklaşan demokrasi ve liberalizma artık tabiî ömrünü tamamlamıştır ve kendisini medenî sanan dünya,bizzat kendi madde keşiflerinin (otomat) kölesi haline geldikten sonra,yeni baştan maddeye tahakkümünü sağlayabilecek yeni bir nizam ve ruha erememiştir.

     

    O halde;

     

    O halde,onun,menfî tarafından en korkacağı,Ortaçağ barbar akınlarından farksız bir komünizma istilâsı ise,müspet tarafından ümit bağlayacağı şey de, (Hitler) ve (Mussolini)nin berbad ve maskara ettiği bir ruhçuluk ve mâneviyatçılık hamlesidir.Bu hamlenin hedefi de,yatalak demokrasi,hasta liberalizma ve zabıtasız kapitalizmadan başka bir şey olamaz ve tek düşmanı komünizma olduğu halde,onunla mecburî bir hedef iştiraki belirtse bile sahte ve gerçek arası incelikleri belirtici bir iş ve mâna (kriteryum-kıstas)ına erişebilir.

     

    Bu da inancıyla (materyalist),fakat mizacıyla (mistik) Rusya bir tarafta;inancıyla (anti materyalist),fakat hayatı ve mizacıyla (materyalist) Amerika öbür tarafta;zıt veya zıtlıkları içinde aynı,iki kutba karşı Avrupa’nın bir “Haçlılar” kıyamına kalkması yönünden düşünülebilir.

     

    Görülüyor ki,istikbalin büyük hareketleri,artık,parça ve ucuz ihtilâl sınırını aşmış ve hem içeriye,hem dışarıya doğru, kıt’a ihtilâl ve inkılâbı çapına ulaşmıştır.

     

    Bahsimizi ve eserimizi yine ihtilâl sanatının manivelâsına ait hükümlerle nihayetlendirelim:

     

    Evet ihtilâl bir sanattır,fakat “sanat için sanat” değil de,yüce bir gaye için sanat...Son zamanların maskara ihtilâllerinde,büyüğünü yapamamanın tıknefesliği içinde iş, “sanat için sanat”ı da en pespaye derecesine düşürmüştür. Her şey “Yapabiliyorum ya;yapayım da görsünler!” den ibaret...

     

    Bu işin büyüğü,ulvîsi,münezzehi nasıl olur?

     

    Günümüzün madde ve ruh şartlarına göre “olamaz!” gibi bir şey...

     

    Dâvanın ideal ve (ideolojik) cephesini Doğu ve Batı yönlerinden kitap başlıkları halinde ortaya döktük.İş şimdi ameliye sahasına dökülünce,yine temas etmiş bulunduğumuz mesele çıkacaktır;

     

    HALK İHTİLÂLLERİ,SİLAHLARIN BUGÜNKÜ TERAKKİSİ ÖNÜNDE TARİHE KARIŞMIŞTIR VE HİÇBİR İHTİLÂL, ONA ORDU KARŞI ÇIKTIKÇA YAPILAMAZ!

     

    Bu hükmü bir mütearife bedahatiyle kabul edince,kendi kendisine şu riyazî hükme varmak gerekiyor:

     

    ORDUYU KAZANMADAN İHTİLÂL BAŞARILAMAZ!

     

    Orduyu kazanmaya çalışmaksa her yerde ve her kanunda suçtur ve daima ilmî zaviyeden belirtelim,bir ihtilâl zümresinin gözünde suç diye bir hürmet ve riayet mevzuu olmasa bile “cürm-ü meşhut” dedikleri cinsten “suçüstü” yakalanmayı gerektirici bir iştir.Buna da hiçbir ihtilâlci zekâsı yanaşamaz.Orduyu (direkt) tesir yollarıyla devşirmek mümkün olmayınca,uzaktan ve suç tarafı (kamufle-örtülü) fikirlerle elde etmeye çalışmak kalıyor.Bu da,bir “mücerred”in yavaş yavaş telkini olarak “müşahhas”a intikal ettirilip ettirilemeyeceği meçhul ve neticesi kefaletsiz bir tarz...Ordu,subaylar heyeti demek olduğuna göre onların tek tek ruhlarını işgal ve sonra bu ruhları demetleyip harekete kalbetmek,ancak merkezden muhite doğru bir cazibe yolu açmakla kalır,nazariyeden ileriye geçemez ve mutlaka muhitten merkez istikametinde gelecek bir dış tesirle birleşmesi iktiza eder.

     

    Bu dış tesir de gençlikten başkası olamaz.

     

    Gençliği;her memlekette nüfusun yirmide birinden eksik olmayan okur-yazar gençliği,öğrencisi ve öğretmeniyle büyük gençliği kuşatabilmek lazımdır.

     

    Bütün bu ilmî izahlardan sonra işte,son yıllarda komünistlerin memleketimizde takip ettikleri usulleri daha yakından görüyor ve anlıyorsunuz.

     

    Ruhu,maddesi,diyalektiği,nefret ve aşk hedefleriyle kuşatılacak ve teçhizatlandıracak bu gençliğin,ilk (aksiyon) farikası da,gayet hareketli,seyyar,seyyal,çevik,gözükara ve hudutsuz fedakâr olması...

     

    Yazıklar olsun ki,bu hassaları da,vatanımızın ruh köküne bağlı gençlikte değil,Moskova reçeteleriyle iş gören komünistlerde buluyoruz.

     

    Şimdi bizim gençliğimize ait bir hususiyeti mühürleyelim:

     

    Bizim gençliğimiz,Büyük Doğu fikir dokuma tezgâhının 32 yıllık çileli çalışmaları neticesinde artık dâvayı her kutbuyla kavramış,üstün ideâle varmış,onun geleceğe doğru muazzez dölünü hazırlama yoluna girmiş ve olanca faaliyeti kanun çerçevesinde ruh nakkaşlığından ibaret kalmış bir sınıftır ve bugün Türkiye’yi birdenbire avlama teşebbüslerine en sağlam mâni,bu gençlik olduğu gibi,Türk vatanı üzerindeki bin yıllık hakkını ilân etmek vazifesi de yine onundur.

     

     

    Bu gençlik ihtilâl yapmaya değil, dâvasını ve milletini korumak için onun nasıl yapıldığını bilmeye memurdur.

     

     

     

    İHTİLÂL (Büyük Doğu Yayınları-İst-1976)’den


  5. OSMANLI'DA İKTİSAT VE AHLAK- Prof. Dr. Mehmet Genç------------------KONFERANS-------------------

     

     

    Osmanlı'da İKTİSAT VE AHLÂK

     

    Prof. Dr. MEHMET GENÇ - Bilgi Ün. Öğretim Üyesi

     

    TARİH: 10 OCAK PAZAR 2010

     

    Saat: 16.00

     

    Yer: Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi

     

    İstiklâl, Tünel, Beyoğlu/ İstanbul

     

    [email protected]

     

    --------YENİDEVİR HUKUKÇULAR DERNEĞİ--------

     


  6. Özel Kuvvetler

     

     

     

    -Seher vakti yola düşenlerin hikayesidir bu

     

     

    Öyle halkı kin ve düşmanlığa sevk eden değil. Hele şehirleri hınç denizinde boğan, yerin yedi kat altına çapraz sorgu kuran, yok ettiğinin naaşı başında timsah gözyaşları döken hiç değil.

    Bilmediği diyarlara yalınayak koşan bizden Özel Kuvvetlersiniz.

    .

    Haçlının bağrıÖzel Kuvvetlerndan sökün ettiniz. Manşı geçip Frenk diyarında, Zorluklar aşılmak için! dediniz, dosta düşmana

    Alplerden, Aliyanın Ülkesine baktınız, uzun uzun Olimpos Dağında sahte ilahlara meydan okudunuz.

    Eski Kıta, utançla karışık bir imrenmeyle uğurladı, sizi. İpsala karşıladı, beş yüz yıllık selamla. Üzümü damıtıp şarap sıkan adamların arasından sıyrılıp Silivriye kavuştu konvoyunuz.

    Kırklareli, Tekirdağ geride kalmıştı. Artık ne kırk kaldı, ne yedi, ne üç Ölgün bakışlı sarhoş bedenler apışıp kaldılar, bir anda!

    Bunların zoru ne?

    Filistine, Gazzeye yolculuk!

    İngiliz mi, ne var aralarında!

    Onlar bizden Müslüman!

    ..?!

    Eyüp bağrına bastı, Ensari kucakladı, Fatih az öteden nemli gözlerle bakakaldı. Fetih sürüyordu, döneceklerdi ve Roma yakındı.

    Kocaelinde heyecan doruktaydı. Nasıl olmasın ki! En çok, işçi kentler anlardı; emeği, özgürlüğü, alın terini, göz nurunu

    Fabrikalar kampanayı çalarken bir elinde levye, diğeri yumruk olmuş; işgali izlemişti, renkli ekranın ardından.

    Sakarya kırk yıldır alışıktı, bu ana. Yeşili Filistin, beyazı Gazze idi, Sakaryanın. Sevgi sel oldu, Kutlu Yolcuları karşıladı, Kutlu Kent!

    Düzcenin bir adı Kafkas! Tanıdık bir dava idi, Düzceyi Dağıstandan koparan,Boluyu Ahıskadan!

    Ankara bir an olsun kaldırıp başını; yönetmelikten, tüzükten, KHKdan, adam markajından cılız bir ses verdi hürriyet aşığına!

    Konya, Altı Eylülü hatırlar; yirmi dokuz sene evvelki! Meram, Ramallah olmuş, Karatay, Cenin Bir de Selçukludan gelir, Gazze kardeş kent çağrısı!

    Adana, göç alır. Beladan kaçan, töreden kaçan, kandan kaçan yüz binler, sığınır varoşlara.

    Sessizce alır yol Osmaniyeye, bir daha en gür sesle!

    ..

    Şehre hakim olan ses, çığırtkanın tekidir:

    Onlar bizi arkadan vurdu. Şimdi tutup, yardım mı edelim Filistine?

    Seni beni arkadan vuran, Şerif Hüseyinin artıkları. Ya on üç milyonun günahı?

    Demezler mi adama? Irakta, Afganistanda gelecek yıl yazılacak tarih kitapları:

    Türkiye, bomba yüklü Coni uçaklarına yakıt ikmali yaptırdı. Havalandı ölüm makinaları, Konyadan, Adanadan

    İndi tepesine Celalabadın, Kerbelanın, Bağdatın!

    Tecavüzcü geldi, bebek katili geldi, esrarcı geldi. Bastı necis ayaklarıyla Peygamberler Diyarına! Mekke Şerifinin üç beş bin adamını, doksan yıl dilinize doladınız.

    Ya milyonların sessiz kalarak onayladığı melanete ne demeli!

    İşte sana beş asırlık bir ayrılık daha!

    Şerri hayra çevir. Başarsın bu kez, uzanan kardeş eli!

    .

    Antep, acılı kent! Bölüşür ekmeğini, bölüşür gözyaşını, bölüşür geleceğini, ortak kaderini, çaresiz kederini

    Kilis, Hamanın öz gardaşı. Şamın on beş asırlık sırdaşı. Yolcular iki nefeslik bir soluklanmayla kalkarlar, oradan.

    Düşerler, Selahaddinin toprağına. Kale gibidir Selahaddin. Bedeniyle burada, ruhuyla burada Selam sana Kudüs Fatihi! Selam esenlik yurduna!

    Hamadan dumanlar yükselir, sene Seksen İkiden. Nusayri bir vahşettir. Topla ve yok et! Esadın mesleğidir.

    Küllerinden doğan bir kenttir Hama. Adı lanetle anılır, Baaşçı diktatörün. Irkçı, ırkçıdır. Dili farklı, rengi rengarenk olsa da

    Asimilenin öbür adı, Ürdün. Suret-i haktan görünüp, milyon Filistinliyi üç kuruşa mahkum eden Şerif Hüseyinin neslinden Şerif Hüseyin.

    Hedef saptırıp adam aldatan, o da yetmedi adam eksilten Şerif(! )

    Gitti bu dünyadan, lakin bir adı kaldı, ihanetle yazılan

    Akabeye varınca konvoy, bir telaş alır Mısırın Ramsesini. Açık oy gizli tasnifle sandıkları patlatan(!), oyalar Telavivin aşkına, merhem taşıyan konvoyu.

    Benna, Kutub, Udeh şehitlerle beraber.

    Nasır, Sedat, Mübarek Şaronlarla beraber.

    .

    Sivaslı Orhanla, Sadık!

    Bugün yarın, buluşacaksınız Gazzeyle!

    Sakın, Yardıma geldik! demeyin. Olsa olsa yardım alınır, güç alınır, Gazzeden. Bedeni engelli, yüreği engel tanımayan, başı arşa değen Yasinin çocuklarından.

    Elektrik yok, su yok, gaz yok, ilaç yok, sargı bezi yok, sabun yok, çarşı yok, pazar yok..

    Direniş var, özgürlük var, onur var, haykırış var, sabır var, şehadet var, cennet var

     

    Tarık Sezai KARATEPE


  7. Bizim milletimiz hala bazı şeylerin farkına varamadı,at gözlüklerini çıkaramadı.Onların bu yaptığı terbiyesizliğin tek amacı var ortalığı karıştırmak,insanları sokağa dökmek...Bunlar ne ki; tarih boyunca ne küfür dolu provakasyonlar icat edildi edilmeye de devam edilecek.Eğer varsa bir rahatsızlığınız müslüman türk evladına yakışacak bir şekilde hukuki yollardan çözüm ararsınız.Ama müslümanları sokağa dökmek,fitne fesada zemin hazırlatacak hareketler malesf onların ekmeğine yağ sürmekten öteye bir sonuç çıkarmayacaktır.Bırakın havlasınlar...Vesselam..

     

    Birisi sizin validenize ve kerimenize yahut bacınıza hakaret etse hukuki yollardan mı çözüm ararsınız ?


  8. Bir büyükdoğu cu olarak Hakan Albayrak'ın şii-sünni kardeşliği ve Irak'taki olaylar konusundaki yaklaşımını benimsemiyorum.

     

    Ehli Sünnet vel cemaat'in şiiler hakkındaki görüşü bellidir. Onlar her devrin haini olarak, geçmişte Osmanlıya karşı Venedik ile, Batı ile işbirliği yaptıkları gibi, günümüzde de hiçbir cihad-mücadele bölgesinde savaşmamışlardır. Aksine, AFganistan ve Irak'ta açıkça Batı ile işbirliği içindedirler.

     

    Bir Hakan ALbayrak furyasıdır gidiyor, her ağıza bal çalıyor, Akp ye çalıyor, Fettulh Gülen /cilere çalıyor, hiç Necip Fazıl Fikriyatından bahsetmediği halde "bizimkiler"i bile etkiliyor.

     

    Soralım Humeyni nasıl ? Büyük imam! ona göre!...

     

    Kendinden olandan kaçıp / görmezden gelip, bidat sahibine iltifat etmek bu olsa gerek...


  9. Danıştay - Yargıtay...

     

    "Ilımlı islam" geliyor, Amerikancı islam geliyor diye bas bas bağırırsınız.

     

    İslam düşmanlığını kimselere vermezsiniz.

     

    Aslında derdiniz anti amerikancılık olsaydı, ABD den nefret edenlerin en yoğun olduğu ülkemizde halkın maneviyatına tavır almazdınız.

     

    Dersimde kestiler , akıttılar onca kanınızı, göz yaşınızı...

     

    Ama o "dün"dü.Kapadınız gözlerinizi...

     

    Mühim olan sünni islam'ı hatırlatan herşeyi ezmekti...Bu uğurda batıcı laiklerle harekert ettiniz.

     

    ...

     

    O zaman monşerler...

     

    O zaman ate/alaviler...

     

    Zırlamanın alemi yok !

     

    Amerikancı islam BOP çu islam seve seve gelecektir...

     

    Siz sahtekar olduktan sonra...

     

    Siz sahte anti emperyalist, sahte bağımsızlıkçı, -hakikatte Allah düşmanı- olduktan sonra...

     

    ***

     

    Bu halk daha çooookkk AK Partiye oy verir.

     

    Dışı mümin içi "demokrat" abd'ci islam! hayırlı! olsun...


  10. 56.jpg

     

    DAR DÜNYA

     

    Otur da bir yana baharı seyret,

    Angaryayı delen bakış hülyada

     

    Bul kendine sıkıntı içinde huzur;

    Dalsın iç gözlerin sanki rüyada.

     

    Yoksa geçer günler ama yıpratır;

    Çalışır göründük (10 gün) eğri kayada

     

    Yeşille kırmızıyı seçemez gözüm

    Bu bahar da kaybettiydik kurrada.

     

    Gösterişte biz geçince acemi,

    Generaller sarhoş oldu "Hurra" da.

     

    Askerlik bu mu be odun kafalar,

    Kumandanı selamlar semada.

     

    Çiftçiler hür çobanlar hür çevremde

    Bıktı bundan binili de yaya da

     

    Eratın öz adı "eşşoğlueşşek!"

    Subay çingeneyi geçti hayada...

     

    Disiplin arzumu yeneyim dedim,

    Al teskere de Ali getirme yâda...

     

    Kara alçak deniz yüksek ufukta,

    Nefesim tıkandı kıyı ovada.

     

    Geniş ol diye de sağlık verirler;

    Ne yapıp ta sığamadım dünyada!..

     

    1968


  11. En aşağı 50.000 müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.

     

    Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi... Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşı -sında sigara içilmesi... Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... Annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve hala topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum... Ve buna benzer daha neler, daha neler!..

     

     

    Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî idam karari verecektir?

     

    Elâzığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk... Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlanndaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlama ya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor:

    "- Sizi de onun yanına götüreceğiz!"

     

    Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarının yanına gönderilmişlerdir.

    Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor:

    "Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!"

     

    Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınları gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak'a, bana, 1944 yılında, Eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen Amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)

    Yusuf Cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüvviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber, kurşunlanıyor.

     

    Hozat'ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım... Bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel Amerika'ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesi Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü'nün iki çocuklu karısı Şirin Hatun'la evlenmiş, Hozata gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığına müracaat ediyor. Muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar.

     

    Muamele biter bitmez "Seni Hozat'tan çağırıyorlar!" diyerek, onu, mahfuzen yola çıkarıyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.

    Zavallının zevcesi Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmiş ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor:

     

    "- Yetişin, evimize eşkiya girdi!.."

     

    Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.

    Bu arada Hozat'ın Zımbık köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak, bir vak'a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor. Öldürülen kadınlar arasında biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirtip büyütüyorlar ve ona "Besi" adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşımaktadır.

     

    (24 yıl evvelki Büyük Doğu 'lardan)

     

     

    Hozat'ın Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elâzığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyle, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı âkıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.

     

    Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır.Vaziyet birden haber aliniyor.

     

    Cocuklarin oldurulmeleri emriveriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız mâsumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet en kara yüzlü çingenelerden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor.

     

    Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmustur.

    Celâl Bayar'ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak'in Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularimizin hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.

     

    Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.

     

     

    SON DEVRiN DiN MAZLUMLARI

    NECIP FAZIL KISAKÜREK

     

    (Son Devrin Din Mazlumlari, Büyük Doğu Yayınlari 10. basim, Nisan 1990, adlı kitabının DOGU FACİASI bölümünden aynen alınmıştır.)


  12. GELDİ

     

    Dünyanın dibinin kaynadığı gün,

    Payitahta Sultan cihâna geldi.

     

    Gelmiyordu saraylara cins konuk,

    Tevâzû içinde bu hâna geldi.

     

    İslâmı sanatla sunmaktı gâye,

    Şâirlik yazarlık bahâna geldi.

     

    Velveleye verdi bütün ruhları,

    İmanlar yeniden imâna geldi.

     

    GİTTİ

     

    Herkes bataklıkta debelenirken,

    Nur'u karanlıktan soydu da gitti.

     

    İyi gider, kötü kalırmış yurtta,

    Fikir'de en seçkin boydu da, gitti.

     

    Söylemedik bir gerçek bırakmadı,

    İslâmı sanatla oydu da gitti.

     

    Söz bitti duymadı sağır vicdanlar,

    Kalemi-defteri koydu da gitti

     

    Ali NAR

×
×
  • Create New...