Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

kılıçkıran

Editor
  • Content Count

    88
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by kılıçkıran


  1. Heyhat!...Demek ki kelamımızın ömrü sıcak betona düşen yağmur damlası kadarmış.Niye anlamamak da ısrar ediyorsunuz.Bakın şu cümlemi üzerine basa basa söylüyorum: Büyük Doğu'yu ve Üstad'ı Felsefe ölçüsünde değerlendirmekten vazgeçmedikçe değil hayatın bir şubesi olan eğitimden hiç bir şube üzerinde konuşamayız ve ittifak edemiyiz.Yani Büyük Doğu'yu Büyük Doğu yapan Büyük Doğu'nun ruhu olan temel prensiplerin üzerinde tamlık şartına malik bir ittifaktan bahsediyorum.Bize şöyle gelseydiniz vaziyet değişirdi:"Ben meselelere Felsefi bir zaviyeden bakan biriyim.Her oluş ve buluşun ancak felsefe mihengine vurularak halledileceğine inanıyorum.Şimdi,meseleleri İslam ve İslam hikmetleri zaviyesinde ele alan siz Büyük Doğu'culara eğitim hususunda bir sual yönelteceğim..." gibi bir yaklaşımda bulunsaydınız biz de size cevaben eğitim meselesini Büyük Doğu ölçüsünde teferruatlı olarak ele alabilirdik.Ama hem Büyük Doğu'cu olduğunuzu söylüyorsunuz hem de Üstad ve Büyük Doğu'nun Felsefi bir cihetten mühümsenmesini istiyorsunuz.Büyük bir tezat...Üşenmiyorum tekrar ediyorum.Büyük Doğu'cu her meselenin künhü olan yukarıdaki dört temel mesele üzerinde yüzde yüz ittifak içindedir.Biz de sizinle bu temel ruhi prensipler üzerinde ittifak etmedikçe sizinle hiç bir mesele üzerinde meşveret ve istişare edemiyiz.Şunu idrak edelim;ne benim ne sizin ne de bir başkasının Üstad'ı ve Büyük Doğu'yu felsefe mihengine vurarak kıymetlendirmeye hakkı yoktur! Üstad,Büyük Doğu ve Büyük Doğu'nun toplum ve devlet üzerinde ki görüşleri ancak ve ancak ebedi arayışın adı olan mücerret fikrin eşya üzerinde hükmünü icra edici hikmet ölçüsünde değerlendirilir.Buradaki her sözümüz ince imbiklerden süzülüp, Üstad'ın ruhuna ve Büyük Doğu külliyatına sığınılarak söylenmiştir.Ve hiç bir sözümüz Üstadım ve davasıyla çelişmez.Bilakis her sözümüz ondandır.Öyle olduğu halde hale bir vehim içerisindeyseniz bile tevafuk eseri bu foruma iktibas edilmiş olan "Batı Tefekkürü Ve İslam Tasavvufu"'na ait bu bölüm bile başından beri anlatmak istediğim fikrimin tasdiki ve Büyük Doğu'da erimişliğimin isbatıdır.(enaniyet sahibi ithamlarını nazar-ı itibare almıyorum) Eğer Üstadıma ait bu bahsi okuduktan sonra yine aynı sözlerle "ben gerekli cevabı alamadım"diyeceksiniz sizin hala bir şekilde yukarıdaki yazılarımızı anlamadığınız kanaatine varacağım. Tekrar,ısrarla üzerine basarak söylüyorum:"Büyük Doğu Felsefe ölçüsünde kıymetlendiril-emez."Hem biz yukarıda sizin dediğiniz gibi "felsefe ve fikir arasındaki bir ilişki"den bahsetmiyoruz.Felsefe ve Hikmet ilişkisinden ve Büyük Doğu'nun hikmet üzerine bina edildiğinden bahsediyoruz. Fikir hepsine malik ihata edici yani kuşatıcıdır.Büyük Doğu hiç bir meselenin kıymet hükmünü felsefi bir açıdan koymaz;yalnızca hikmet...Eğitim de dahil...


  2. BİR ÖNCEKİ SUALE CEVAP:

     

    Parti bahsine de Üstad'ımızdan iktibaslar yaparak kısa ve süratli bir şekilde temas edeceğim.

     

    1970 yılında Necmettin Erbakan'ının Milli Nizam Partisi'ni kurduktan sonra Büyük Doğu nizamnamesine ve Üstad'ımıza olan teveccühünü partinin kuruluş aşamasında şu şekilde dile getirmişti;"mümkün olsaydı da dilekçemize Büyük Doğu İdeolocya Örgüsünü bağlayıp verseydik"sözüne mukabil basiretiyle istikbali bir film realitesinde gözler önüne süren üstadımız şu şekilde soru muhtevalı bir cevap verir; Bu Parti, bu davayı yürütebilecek ve topyekün dünyaya hakim, ezelle ebed arası her an yeni bir sistem halinde eşya ve hâdiselere tatbik gücünü gösterebilecek midir?.." Ve Milli Nizam Partisi’nin de malum inkisarlarından sonra Üstadımız “Parti” mefhumu üzerine nihai ve muazzam kanaatını açıklar: "Bizim partimiz yoktur ve olamaz!.. Ancak birtakım "ehven-i şer" hesaplarımız olabilir ki, o da ölümü peşinen kabullenip zahmetsizini aramaktan başka birşey olamaz!.. Bizim dâvamız ucuzlukla halledilir nesnelerden değildir." Üstad’ımız burada kısaca bizim asla bir partimizin olamayacağından ve ancak ehven-i şer olanı,yani kötünün içinde iyisini seçme gibi bir temayülümüzün olabileceğinden,fakat bu temayülümüzün de zaten ölüme mahkum olmuş biri için ölümün çeşidini seçmek gibi mesabesinde olduğunu anlatmak istiyor ve davanın dayanak sınıfını ve istikbalini muhafaza edici kadroyu İdeolacya Örgüsün’de işaret ediyor: " İslâm inkılâbında ise sınıf, insan topluluklarının şu veya bu menfaat, imtiyaz ve tasallut hırsına bağlı hizip teşekküllerine değil, bütün insanlığı kuşatan üstün insan vasıflarının merkezinde toplanacağı kitlelere dayanır. Öyleyse, İslâm inkılâbında sınıf, bellibaşlı farikaların kendisini cemiyet içinde sınırladığı zümreleri değîl kitlelerin, bütün insanlık çapında mayasını tutturacak örnek şahsiyet kadrosunu murat eder. Bu kadronun da bellibaşlı bir sınıf ismi vardır: Gerçek ve üstün münevverler aristokrasyası..." Paragraftan da anlaşılacağı üzere Üstadımız başta parti olmak üzere bu davanın dayanak sınıfının asla birbiri üstünde kendi nefsine imtiyaz gözeten dar,miskin ve bayağı hiçbir sınıfın olamayacağından bizim mutlak daynak sınıfımızın “Gerçek ve üstün münevverler (entelektüeller) aristokrasyası”olduğundan bahsetmektedir.Üstadımızın bu görüşüne Büyük Doğu külliyatında sıkça rastlamak mümkün.Zaten bizim de yukarıdaki yazımızda yirmi dokuz harf üzerinden midemize kramplar getirerek anlatmaya çalıştığımız üstadın bu paragrafından başkası değildi.Ne yalan söyleyeyim “Bozkurt”kardeşimizin bu son sualini okuyunca biraz şaşırdım.Çünkü yukarıdaki yazımızın zaten bütün bir muradı Üstad’ımızın tabiriyle “münevver aristokrasya” moda ve şahsımızın tabiriyle de“entelektüel kadro”olduğu ve bu kadronun da asla bir partisinin olamayacağı…Ancak ehven-i şer olur; O’nun olurunun da zaten ne olabileceğini Üstadımız yukarıdaki cümlesinde izah ediyor.Efendim,peki münevver aristokrasya neden Partileşemez ve ya Neden Parti mefhumuna karşıyız? Diye bir sual gelecek olursa O’nun cevabını da birçok kez okuduğumuz “Gençliğe Hitabe”de bulmak mümkün…

     

    Son olarak “Bozkurt” kardeşime bilhassa teşekkür ediyorum,böylesine hayati bir sual üzerinde bizleri düşündürdüğü için.

     

    Her birimizin o” münevver aristokrasya”zümresine kamil ölçüde dahil olabilmemizi temenni ediyorum.

     

    Muhabbetle…


  3. Eğitim de dahil bütün iş ve oluşları bünyesinde toplayan kainat çapındaki gayenin dışarıdan içeriye (muhitten-merkeze) belki de milyar üstüne milyar defa katlanıp öz belirtici bir yumak halinde kudretini yukarıdaki temas ettğimiz dört ana şubenin tecritinden (ayrımından) ve bu davaya muhatatapların yine aynı ölçüde bunlara bedahat(şüphesizlik ötesi inanış) halinde inanışından aldığını söyleme mecburiyetindeyiz.Yani Fikir,Nizam,Hikmet ve Felsefe...Bu dört şube ve bu dört şubenin belirttiği mana üzerinde ittifak etmedikçe aşılabilecek hiç bir yol;sistemleştirelecek hiç bir oluş yoktur.Bilhassa Hikmet ve Felsefenin aynı kafadan çıkıyor olmasına mukabil alınla ense arası gibi bir zıddiyet içerisinde olduğununun bilinmesi gerekiyor. Ancak bu biliş sonrası derin bir nefes alıp eğitim üzerinde tahlil,teşhis ve terkip yoluna gidebiliriz.Elhamdülillah öyle bir muazzam fikriyatın içindeyiz ki;üstün bir hendeseyle çizilmiş ve her noktası belirtilmiş bir mimari plan gibi bize sadece o noktalar arası mesafeyi en doğru bir şeklide çizmek ve A noktasından B noktasına giden yolu C noktasında birleştirmemek düşüyor.Öyleyse A ile B arasındaki noktayı en doğru bir şekilde birleştirmek ancak islam hikmetleriyle olur.Bu arada,böylece eğitim üzerindeki görüşlerimiz ve teşhisimiz de yazımız içerisinde vücut bulmaya başladı.Kısaca saf tefekkür ve "hayret makamı" ölçüsüne dayalı ve buradan ferdi, fikir caddesine çıkarıcı İslam Hikmetleri'nin refakat ettiği eğitim sistemine muhtacız.Burada hikmetten kastımız yukarıda ki yazımızda da temas ettğimiz gibi herşeyin künhüne-özüne inmeye çalışmanın;ilm-el yakin mutlak iradeyi bildikten sonra aynel yakin'e ulaşmanın adı olduğuna göre,bu ulaşma çabası içerisinde çağımızda ruha hakim müsbet (pozitif ) ilimlerin de doğru ellerde nasıl kıymetleneceğini ve insanı tasallutu altına alan bir canavar olmaktan çıkıp en ileri seviyede fakat hakim ruhun emrinde iyi ve güzel namına verimleşitireleceğini uzun boylu yazmaya gerek duymuyoruz.

    Fakat şu asla yanlış anlaşılmasın biz felsefenin varlığını reddetmiyoruz.Sadece müstehak olduğu makama koyuyoruz,metodoloji olarak seçmiyoruz ve "varlık zıttıyla kaimdir" düsturuna göre hikmetin muazzam aynasında felsefeyi temaşa ediyor ve bir ibret vesikası olarak önümüze seriyoruz.Ve felsefe de dahil hiç bir şeye kayıtsız kalamayız.

    Demek ki yukarıdaki dört ana şubenin eğitimle direk irtibatlı olduğu,hatta eğitimin içinde eridiği güneşin varlığı kadar yakın bir gerçek.

     

    Sevgili kardeşlerim kütüphenelik çapındaki bu meseleyi tekrar ele alışımızın ana sebepleri yazımızda da mevcut olup,bazı anlaşılmayan yerlere tekrar açıklık getirmek istedik.Bu sefer asıl meramımızın anlaşılacağını ümid ediyorum.Bu bahsi açan sevgili kardeşimin de fikirlerini bekliyor; ayrıca siz kardeşlerime yakışır vakarlılığı göstererek meseleyi tatlıya bağladığınız için de teşekkür ediyorum.Ne güzel...

     

    Muhabbetle…


  4. Fikir: Eskimeyen,solmayan,pörsümeyen hep yeni ve güzelin peşinde,kemiyet,mekan ve zaman üstü bir gidişin ve arayışın adıdır.

    Nizam:Bu gidiş ve arayış yolu üzerine düşen verimlerin cemiyet ve madde planına nakşedilmesi işidir.Ama asla mekanın bulduğu fikrin tam verimi olmayıp;fikir mekan şartlarından önce var olan ebedi ve müstakil bir gidişin adıdır.Yoksa mekan fikrin mutlak durağı ve icra sahası değildir.

    Hikmet: O'ndan ve nebilerden sonra beşerin en üstünü Hz. Ebubekir'in mübarek ağızlarından dökülen "Allah'ım hayretimi artır"kelamınının ta kendisi olup iç cihetiyle eşya ve hadiselerin künhüne vakıf olabilme;dış cihetiyle de duvarda yürüyen karıncanın bile akibetini düşünüp teftiş ve murakebe altına alabilme gayreti olup İslam ölçüsünde gösterme işidir.Muazzam bir akıl ve kalb irtaibatını kurabilme ölçüsü...

    Felsefe: "Hayret"ten ziyade eşyayı "şaşkınlık" içerisinde ya büsbütün aklı veyahut da ruhu nehyederek anlama ve birbirini tekzib etme işidir.Bizde ki-hikmetteki-"hayret"makamıyla Felsefede ki "şaşkınlık"makamının arasındaki fark şu kadar ki;biri eşyanın ardındaki mutlak iradeyi bildikten sonraki hali.Bu biliş sırasıyla ilm-el yakin (İlmen idrak),aynel yakin (idrakten sonra Allah'ın nuruyla görüş) ,Hakkel yakin (fena hali,Hak'ta kayboluş,bedahat);diğeri ise eşyanın ardındaki iradeyi ve nereye irca edeceğini bilemeyişten kaynaklanan hal.Ve gayet öznel ve ferdi ruh kamaşmalarından tezahür eden Felsefenin realitede cemiyet nizamına ve vicdanına tatbik edilebilir hiç bir nizamnamesi yoktur.Platon'un "Devlet" yapısı önümüze bir model olarak sürülse de bu ideal devlet ve adalet nedir? Sorgulamalarının ötesine geçmez.

     

    Toplu Hüküm: Bizde kısaca felsefe yoktur bizde hikmet vardır."İslam felsefesi " değil,İslam hikmetleri;Bizde fikir hikmetle irtıbatlı olduğu için "Üstad'in Felsefesi" değil,Üstad'ın fikirleri.Esasen deryada katre mesabesinde ehemmiyeti olmasına rağmen neredeyse en önemli çözüm olarak gördüğünüz "Üstad'ın felsefe kitaplarında da okutulması"Onun tanınmasından ve BÜYÜK DOĞU'nun idrak edilmesinden ziyade,Üstadın ve Büyük Doğu'nun fasit ve ütopik bir dairede telakki edilmesine ve hep bu gözle bakılmasına yol açacaktır.Son günlerde kasıtlı olarak Üstadımızın "Büyük Doğu Örgüsü"nün (ideolacya Örgüsü) sürekli realiteden ve nizamname hüviyetinden çıkarılıp felsefi ve ütopik bir görüş mecrasına çekilmeye çalışılıyor olması da demenki görüşümüzün bir isbatıdır.Mahalle ağzıyla Hüseyin Üzmez gibiler işin gırgırında ola dursunlar,münevver çevrede bu elem verici manzarayı görebilen ve yırtınan bir tek Mustafa Miyasoğlu hocamız ve belkide bir kaçtane yanık kafa var.Bunla alakalı Miyasoğlu hocamıza ait bir yazı forumumuzda da olsa gerek.

     

    Bir sitem ve rica: Üstad ve Büyük Doğu'yla tanışmış olmasıyla bile kendi emsallerinin ve yaşıtlarının arasında belli bir seçkinliği olan Sevgili genç kardeşim her ne kadar umumi olarak söylemiş olsada bu forumda yazmış olması hasebiyle bizi de muhatap alıcı "meseleyi yaftalıyoruz;işin edebi yönüne tıkanıp kalıyoruz,bir kaç söz yazıyor,şiir yorumladık mı?"gibi sözleri bizi üzüntüye sevketti.Maalesef kardeşimizin şahsında da müşahede ettim ki yazılarımızın/yazıların çoğu okunmuyor(istisnalar var),okunsa da sathi geçiliyor.Şahsımıza hiç bir liyakat payı biçmeden,hakikatın ifşasının zaruri olduğu yerde tevazununda yapılamayacığına göre söylüyorum.Sevgili kardeşimizin "Üstad'ı felsefi açıdan incelemeliyiz"den kastettiği "hikmetler dairesinde fikirlerini tehkik etmeliyiz" namına forum sayfamızda dahi yeri gelince fikir cihetinde ne ölçüde yırtındığımızı sırf çabamızın onda bir mesabesindeki yazılarımızı okusa dahi anlayabilirdi.Hem de satıhçı,dar,sığ ve hasis ideolijerdeki gibi sadece tenkit ve teşhis değil,teşhis ve tedavi metoduyla hareket ettiğimizin ve bunun da bir BÜYÜK DOĞU metodolojisine münhasır olduğunun bilinmesini,bilhassa bunun bilinmesini istirham ediyorum.Bu farkımız çok mühim.Belki şahsımız üzerinde "enaniyet sahibi" kanaati uyanabilir.Lakin biz şahsımızda tecelli eden güzellikleri asıl sahiplerine,çirkinlikleri de kendimize mal ettikten sonra ne söylenirse söylensin;sırf Üstad'ımın talebesi ve Büyük Doğu'yu idrak etme makamında olduğumuz için bile yazılarımızın kitaplık çapta ve fikir yüklü olduğunu söyleme mecburiyetindeyiz.Son olarak Büyük Doğu'ya muhatab olma liyaketiyle üstün bir idrak gayretinin ve kafa sancısının semeresi olan yazılarımızın tekrar tehkik edilmesini sevgili kardeşimden ve O'nun gibi genç ve heyacanlı kardeşlerimizden rica ediyorum.Üstad'la yeni tanıştığını söyleyen kardeşime de tanışıklığının devam etmesini diliyor,okumadıysa ve kifayeti de var ise "ideolacya Örgüsü"nü ve "Batı tefekkürü ve İslam Tasavvufu" isimli kitaplarını okumasını tavsiye ediyorum.

     

    not:Yazımız bütün bir yönüyle Büyük Doğu'ya muhatab bir şahsa düşen azami incelik ve nezaket ölçüsüne bağlı olup,hiç bir polemik unsuru taşımamaktadır. hususi yapım itabarıyla muhatabım benden çok küçük dahi olsa "siz"diye hitab ederim.Bu da karşımdaki birinden "sen" diye hitab edilmesine tahammül edemediğimin bir alametidir.


  5. Eyvallah sevgili kardeşim ve fikirdaşım.Eseri taktim eden bir keyfiyete malikse,eseri idrak eden iki keyfiyete maliktir.Müessir eserinde kendini görürken,eseri okuyan ve idrak eden hem müesseri hem de kendini görür.Öyleyse eserde gördüğünüz güzellik ikinci keyfiyete bağlı olarak kendi güzelliğinizdir güzel kardeşim.Sizden de Allah razı olsun.Sizinle aynı istikamete başkoymak şahsım için bahtiyarlıktır.

     

    muhabbetle...


  6. NEDAMET

     

    İçten içe helozon helozon;

    Kabuk bağlayan inatçı kütük

    Şeytan mimarisine kolon kolon,

    Uzandıkça ruhu emen sülük

     

     

    Kurtuluş köyünü gösteren okları,

    Bir bir çevirir dalalet yoluna

    ....................!

    Kafatasında nedamet tokmakları,

    Çalar da dönemez halis kulluğuna

     

     

    Yedirir;ateşte eriyen camı,

    Kahpe! Günahı,sevab zannına,

    Öz elimle verdirir cezamı,

    Nefs; beş duyunun çirkin aşkına

     

     

    Bir yay gerip bırakmalı,

    Şu nefsin delinmez çadırına

    İncecik bir nur yağmalı,

    Hayatımın tam;tam ortasına!


  7. “PKK ile aramızda mesafe koyamayız”diyor.İşkembe beyinli,Yahudi’nin emzirdiği örgütün siyasi zemindeki genel başkanı...Nerede söyleniyor bunlar? T.C’nin kalbinin attığı yerde yani Ankara’da…İstiklal Marşımızın söylenmediği,koruma görevlilerinin PKK’lı örgüt üyeleri gibi giyindiği APO denen hayvanın posterlerinin asıldığı ”Cudi dağı’nın sıcaklığıyla selamlıyoruz sizleri”şeklinde pankartların açıldığı DTP olağan kongresinde yaşandı bütün bunlar.Söyleyin be hey “ordu görev”e çığırtkanları! Eğer aynı cihette mukaddesat ve milliyet divanesi üç beş tane gencin bir meşveret icabı toplanmalarından hasıl olan ılık bir nefes ağırlığındaki manevi hava karşısında ne yapardınız! Tankları,panzerleri kapıya dayar ,borazanlığınızı yapacak olan P..Ç medyayla da en ağır terörist muamelesine tabi tutardınız değil mi?!!

    Ve...Ve daha ilkokul çağında ki benim öğrencilerim hiçbir suni zorlamam ve hususi bir gayretim olmadan kıpır kıpır tertemiz yüreklerinden gelen bir coşkuyla “Teşekkür ederim Allah’ım”isimli çocuk şarkısını söyledi diye şahsımı ihtar yağmuruna,öğrencilerimi de manevi baskı altına tutarsınız ve bunu da T.C adına kazanılmış bir zafer sayarsınız öyle mi?

    Ve zaferinizin ardından;

    Öğrencilerim:(canlarım)

    - Öğretmenim müzik dersinde “Teşekkür Ederim Allah’ım” şarkısını söyleyelim mi?

    Ben:

    - Şeyy… Hayır çocuklar…

     

    Öğrencilerim:

    - Ama neden öğretmenim?

    Ben :

    - (meselenin izahına takatim kalmadığı halde yutkunurak ve ağlamaklı bir vaziyette) Büyüyünce anlarsınız çocuklar…Dünyası renkten,sesten,ışıktan ve oyundan muhtelif paklık ve duruluk sembolü çocuklara ne ifade eder “yasak” kelimesi.

     

    Ve hele nihayetinde bir bakın,içinde bulunduğu gençlik çağını ve inşallah bütün ömrünü aziz Türk milletine,Türk Töresine ve Türk’ün sırtını verdiği ruh köküne vakfetmiş bu gayenin en basit ferdi bana yapılan muameleye,bir de bakın T.C’nin başkentinde gövde gösterisi yapan Terör örgütüne karşı lakaytlığa…

     

    Vicdan ve izan sahibi bu ülkede yaşayan herkese seslenmiyorum,haykırıyorum;Laik,Kemalist,Ülkücü,Turancı,Mukaddesatçı,İslamcı ,Sosyalist,ateist,hümanist veya hiçbir şeyci vs…İnsani payda noktasından hepimizde mevcut olan adalet mihengine vurun meseleyi…Ama bir kere yapın bunu,bunu hiç yapmayanlar!!!…O zaman Ak ve kara bütün bu ideolojilerinizin üzerinde bir yerde yüreklerinizden süzülüp “kara”lık kendi mecrasına “beyazlık”lık da kendi mecrasına akacaktır.

     

    Not: Yukarıdaki zikrettiğimiz çocuk şarkısı bugün TRT stüdyolarında bile terennüm ediliyor.

     

     

    Hariçten anlayanlara saygı,siz gönül dostlarıma da muhabbet yüklü selamlar..

     

     

    İkinci bir not:Mevzu başlığını "HAYKIRIYORUM!" şeklinde Türkçe yazdığım halde "haykiriyorum!"şeklinde ingilizce karakterli çıkmış.O kadar önemli değil lakin başlığı da yeniden düzenleyemiyoruz.


  8. Evet sevgili kardeşim,şu an linkler çalışıyor ve dinleyebiliyorum.Ayrıca,Mehmet Kısakürek ve muhterem hocamız Miyasoğlu'nun katıldığı bu sohbet gerçekten muhtevalı ve entelektüel bir mikyasta olmuş.Çok zevk aldım.Ha bir de unutmadan sevgili kardeşim bu linklere Akra FM üzerinden de ulaşabilrsiniz.Anasayfada "AKRA FM ÖZEL" sütünunda...

     

    saygı ve muhabbet...


  9. Akra FM'in Sevgili Büyük Üstad'ımızı yad etmek maksadıyla hazırladığı birbirinden güzel programlara aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz.Bu arada Akra FM'de bu kıymetli ve hususi çalışmalarından dolayı teşekkür ediyoruz:

     

    *<span style='color:blue'>Necip Fazıl Kısakürek Özel Sohbeti</span>

    Merhum Prof. Dr. M. Es’ad Coşan Hocaefendinin 14 Mayıs 1992 tarihinde Fırat Kültür Merkezinde yapmış oldukları konuşma

     

    *Necip Fazıl Kısakürek Özel Söyleşisi

    Üstadın oğlu Mehmet Kısakürek ve şair ve yazar Mustafa Miyasoğlu’nun katılımlarıyla gerçekleşecek programımız da üstadın hayatı, şiirleri, fikirleri ve eserleri anlatıldı.

     

    *Erenler Kervanı Necip Fazıl Kısakürek Özel

    Program da üstad Necip Fazıl’ın hayatı ve fikir dünyası anlatıldı.

     

    *Şen Haneler Necip Fazıl Kısakürek Özel

    Üstad Necip Fazıl’ın şiirleri ve onu anlamak.

     

    *Genç AKRA Necip Fazıl Özel programı

    Üstadın fikir yapısı ve gençlere sağladığı açılımlar aktarıldı.

     

    *Tarihten İzler Necip Fazıl Kısakürek Özel

    Üstad Necip Fazıl’ın hayatı ve şiirlerinden örnekler dinleyiciye sunuldu.


  10. Kuşatıcı ve kucaklayıcı dünya görüşümün yanında "nefret" kelimesini terennüm etmek hoş değil,lakin meselenin şahsi kanaat bakımından büsbütün ifşası için zururi olarak başta söylemeliyim ki şu "arabesk" denen iğrenç müzikten nefret etmekle birlikte protest,klasik batı müziği,rock ve çok seçkin olmakla birlikte ezgi ve tasavvuf müziği dinliyorum.Bir de fondan garip garip inilti sesleri gelen güya zikirli ilahileri hem bedi,hem de fikri açıdan tasvip etmiyor;o tür ilahi(!)leri söyleyenleri de samimi bulmuyorum.Umumiyetle cahil muhafazakarların sevdiği ve hatta tabulaştırdığı bir müzik türü...Varlık mefhumuna muhatap olan ne varsa hepsine muhatap olan B.D musiki de de saf tefekkür ve sanat'ın icrası noktasında müdaheleci ve muhataptır.Bu meselede tafsilatlı bir şekilde işlenmeli...

     

    Dinlediğimiz yerli sanatçılar:

    Uğur Işılak,Ömer Karaoğlu, Eşref ziya,M.Göğebakan,Hasan sağındık,M.Emin Ay,M.Demirci


  11. Bu meseleye “BÜYÜK DOĞU” kategorisi altında “Üstün Buluş”,”Üstün Buluş’a Doğru” makalelerimizle ve forum sayfasının muhtelif yerlerinde temas etmiştik.

     

    Her meseleye şamil bu meseleyi hassasiyeti bakımından liyakatsizlik korkusu içerisinde göğsümü yumruklarcasına tekrar ele almak mecburiyeti ve memuriyeti doğsa da fazla bir tafsilata germeden hülasa süzgecinden geçirelim:

     

    • Evvela Üstad Necip Fazıl Türk milletinin idrak melekelerinin,kültür birikiminin ve tefekkür ve sanat telakkisinin üstünde ve önünde entelektüel bir şahsiyettir.Bu yüzdendir ki Üstad’ın fikir sancısına ancak soylu ve cins kafalar gürühu muhatap olabilmiş; konferanslarında dahi binlerce halkın olmasına rağmen Üstad’ın kürsüsünden ötelere uzanan fildişi rengindeki maverai,bedii,mücerret ve ulvi fikir caddesinden geçerken Halk ancak O’nu bayram yerindeki sloganik ve resmi seronimi kalabalığı şeklinde alkışlar ve kompeti yağmuru altında uğurlayabilmiştir.Halkın içerisinden süzülüp de Üstad’ın o mücerret ve ulvi caddesini fark edebilen ve o caddeye çıkabilen çok az kişi olmuştur.Ve buna mukabil Üstad’a “sizi anlamıyoruz biraz halka inin” deme hafifliğinde ve gafletinde bulunanlar da hiçbir zaman kafa sancısı çekemeyen ”keleş başımı yoramam” diyen Demirelci ve mideci ayak takımı olmuştur.İlk hüküm:Büyük Doğu’nun idrak edilememesinde ki de birinci saik avamcılıktır.(kuru ve muhtevasız halkçılık)• Halk kesret (çokluk) halinde şahs-i manevi olarak bir vahiddir,ferttir.Devlet yapılanmasının içerisinde doğan ve yaşayan hareket halinde ve bu hareket esnasında da manevi olarak yıpranan ve mütemadiyen korunmaya ve tedaviye muhtaç bir olgudur.Öyleyse halk bugün olduğu gibi kendi reçetesini karalayan ve yine kendini ilacını seçmeye memur edilen bir ferttir.Tedaviye muhtaç olan da halk,ilacını yazan da yine halk…Halbuki halk, tabip mesabesindeki ehliyetliler (entelektüeller) elinden çıkan reçetelere tabi olmalı ve halk burada da verilen ilaçtan müspet bir netice alması noktasında da idealize edilmelidir.Yani ilacın prospektüsüne büyük bir rikkat ve sadakatle uyarak ana gayeye irca edilmeli.Demek ki halk bu noktada şekli kaymış bir fert olmaktan çıkıyor,hem de bu vazifesiyle birlikte (pasifize) olmuş toplum yapısından kurtulup ruhunda da en büyük aksiyonu gerçekleştirmiş oluyor.İkinci hüküm:Halkın ne istediğinden ziyade neye muhtaç olduğu bilinmeli ve o minvalde fikirler üretilmelidir.• Büyük Doğu Üstad’ın şahsında remzleştirdiği gibi asla ve asla avamcı değildir.Büyük doğu “ey halkım,benim halkım”,”ezilmiş halkım”,”halk ne derse o”,”Halka inmeliyiz” gibi gayet hafifmeşrep arabeskvari his sömürüsü bir anlayışa kesinlikle tenezzül etmez.Büyük Doğu eşya ve hadiselerin künhüne vakıf olabilme gibi bir mücerred gaye içerisindeyken bile yine eşya ve hadiseleri teftiş ve murakabe altına alma noktasında da gayet realisttir.Öyleyse Büyük Doğu’yu kimler anlayamaz;Büyük Doğu’yu,fikirden,tefekkürden,estetikten anlamayan,nefsinden bir kıl bile çekememiş,cırtlık sesiyle de “cihad,şeriat isterik(!)” diye nara atan din istismarcısı taş kafalı bir Teymiyeci,Abduhçu,Humeynici ve tasavvuf düşmanı asla anlayamaz.Büyük Doğu’yu hiçbir ruhi,tarihi,fikri ve harsi birlikteliğimiz olmadığı halde,kim olduğu,kime hizmet ettiği bile bilinmediği halde kendi öz ruhlarına ve iliklerine kadar kendilerinden olan Üstad Necip Fazıl’ı bile tanımayıp Üstad Ladin(!) diyen kıytırık İslamcılar asla anlayamaz.Büyük Doğu’yu;burnuna kazara bir kitap tozu bile kaşmamış,hamasetci,gösterici,slogancı işkembe beyinli “asacağız,keseceğiz,çakallar,ya sev ya terk et”gibi satıhçı posa bir milliyetçi asla anlayamaz.Büyük Doğu’yu İslam deyince milletini inkar eden bir soysuz;millet deyince de Ümmeti lağveden bir nasipsiz asla anlayamaz.Büyük Doğu’yu “ben halk için varım”diyen bir politikacı ve destekçileri“masaya yumruğunu vuracaksın”diyen bir antifikirci,duvar dibine bevleden tükürükçü bir külhanbeyi;”ben acıların çocuğuyum”diyen bir arabeskçi;”ben sevdim mi adam gibi severim”diyen bir şair(!);Yarası gocunan ve sağa sola çifte atan eşek gibi takım tutup,etrafı yıkan meşin kafalı bir futbol takımı taraftarı Büyük Doğu’yu asla ve asla anlayamaz,ve bunların bu meşrep üzerine Büyük Doğu’ya iştirak etmeleri de beklenemez.Bu saydıklarımızın hepsi avamcı bir görüşün semereleri olup örnekleri çoğaltılabilir.

     

    Son Hüküm:

    • Büyük Doğu’nun anlaşılamamasında ki ana saikler yukarıdaki temas ettiğimiz hususlar olup;Büyük Doğu’nun da kesinlikle “halka inmeliyiz”gibi bir divaneliğe teveccüh etmeyeceğine göre,tek çare entelektüel bir kadronun oluşumu ve dairesinin genişletilmesidir.Ancak bu dairenin genişlemesi nisbetinde halk idealize olacaktır.Kalbur kalbur kainatı eleyen yanık bir kafaya sahip olmak bin tane halkı murakabe altına almaktan daha eftal olup;bütün sırrın yukarıdaki Halkın ne istediğinden ziyade neye muhtaç olduğu bilinmeli ve o minvalde fikirler üretilmelidir. cümlesinde saklı olduğunu söyleme makamındayız.


  12. Muhterem kardeşim fikir-sancısı,film izlemek gibi bir alışkanlığım olmasa da,mesele sevgili üstadımızın eseri olunca ben de merak etmiştim bir ara...Filmleri bulmak için küçük yollu bir araştırma yapmıştım ama muvaffak olamadım.Fakat kanal 7'de Üstadımızın mümin-kafir(diyalog) isimli eserinden uyarlanmış olan "inanan-inanmayan" adlı filmi bir kaç defa seyretmiştim.Yine kanal 7'de de "Siyah Pelerinli Adam"ı da iki defa izleyebildim.Bu filmler hep ramazan ayına isbet etmişti."Kavanozdaki Adam"filmini de çok küçük yaşlarda TRT1'de izlemiştim.Ama biraz korkmuştum.Kavonoz içindeki beyin benim dimağıma bayağı bir işlemişti.Gerçekten bu filmlere ulaşabilsek çok güzel olacak.

     

    Bu arada avatarda ki resminizden belli ki Uğur Işılak'ı seven birsiniz.Evet ben de iyi bir Uğur Işılak dinleyicisiyim.Uğur Işılak Üstadımızı örnek alan müstesna bir sanatçıdır.

     

    selam,dua ve muhabbetle...


  13. Evet,Allah'sız eşkiyanın dışarıda gezdiği bir devirde yine bir fikir adamı fikri temsilen hapse gönderildi.Ve ben şu anda tazyikli bir öfkenin tezahürüyle var gücümle klavyeye abanıp uzunca bir yazıya niyetlenmiştim ki öfkemi boğazımda yıldırımı zabdetmeye denk bir çabayla düğümleyip,yutkunduktan sonra yazmaktan vazgeçip mesele,günlerdir haykıran,yırtınan Abdurrahman dilapak'ın gördüğü menfi noktaya doğru gidiyor.Ve biz de bu haykırışları kendi uslübumuzla forum sayfasına nakletmiştik.TEKRAR DİKKKAT!..Evet yeni TMK (Terörle mücadele kanunu) ağızları dikmeye,beyne kelepçe vurmaya geliyor! Günlerdir Vakit Gazetesinin köşesinde haykıran bu adama kulak verelim.Eygi yeni TMK ile yargılanmadı ama;bu dah beter günlerin alameti.Bakın Dilapak son yazısında ne diyor" Siz de bir terörist olabilirsiniz!"

     

    Bu arada Şevki Eygi "halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği"iddiasıyla yargılandı.Yargılanmasına sebebeb ise "'Gayret ve hamiyet kalmadı' ismimli yazısıydı.


  14. OYUMU HİÇ BİR TAKIMI TUTMADIĞIM YÖNÜNDE KULLANDIM.FAKAT,ÜSTADIMIZIN HAYATIN BÜTÜN MÜSBET ŞUBESİNİ KUCAKLAYICI BİR MİKYASTA ELE ALDIĞI BÜYÜK DOĞU-İDEOLACYA ÖRGÜSÜ'NDE DE TEMAS ETTİĞİ GİBİ SPOR,SADECE HAKİM RUHA TABİ OLAN BEDENİN SIHHATİ VE İSTİKRARI AÇISINDAN LÜZÜMLU BİR MÜESSESE.TABİKİ BU LÜZUMLULUĞUNDA BİR ÇOK USUL VE KAİDELER MANZUMESİNDEN VÜCUT BULACAĞI MUHAKKAK.HİÇ BİR ZAMAN TOTO,LOTO,BAHİS GİBİ MİLLİ KUMARA ŞAMİL OLMAYACAK.LÜZUMUNDAN FAZLA İTİBAR GÖSTERİLİP,İNSANIN ASIL HİLKAT GAYESİNİN ÜSTÜNDE BİR MEVKİİYE OTURMAYACAK.HİÇ BİR ZAMAN MİLLİ VE İÇTİMAİ BİR REKABET SAHASINA DÖKÜLÜP İDEALİZE EDİLMEYECEK.HASLI KÜFÜRLERİN HAVADA UÇUŞTURULDUĞU SOYTARILAR VE İŞKEMBE BEYİNLİ AHMAKLAR GÜRUHUNUN İNSİYATİFİNE VE SELAHİYETİNE BIRAKILMAYACAK.SPOR,ANCAK BUNDAN SONRA VE BU KAİDELER İÇERİSNDE MÜESSESELEŞEBİLİR VE CEMİYETİN AZİZ RUHUNA TABİ TUTULABİLİR.

    SPORA BU KIYMET NAZARIYLA BAKIP DA TAKIM TUTAN GÖNÜLDAŞLARIMIZI TENZİH EDEREK SÖYLEYEYİM Kİ;DAVAMIN RUHUMA DÜŞÜRDÜĞÜ ŞAHSİ BİR TELAKKİ,NEREDE TUTTUĞU TAKIMI METHEDEN,ARABESK DİNLEYEN,DİZİ FİLM ANLATAN,"ÇAKALLARA ÖLÜM","YA SEV YA TERKET" DİYE SLOGAN ATAN KABUKÇU VE EZRBERCİ MİLLİYETÇİ(!) GÖRSEM AKLIMA HEP HİÇ BİR KAFA SANCISI OLMAYAN GÖBEKLİ,SİVRİ UÇLU AYAKKABISININ ÖKÇESİNE BASAN,BOĞAZI ZİNCİRLİ,GÖMLEĞİNİN ÜÇ DÜĞMESİ DE AÇIK,AFEDERSİNİZ SAĞA-SOLA TÜKÜREN VE BULDUĞU DUVAR DİBİNE BEVLEDEN MAGANDA TİPLER AKLIMA GELİYOR.

     

    "ÜSTÜN BULUŞ" İŞÇİLERNİN VASITASIYLA SPORUN DA GERÇEK MEVKKİİNİ BULACAĞI GÜNLERİN ARİFESİNDEYİZ İNŞALLAH.

     

    SAYGILAR...


  15. İlk bakışta sadece dikkatleri celbetmek için atılmış sloganik ve muhtevasız bir yazı gibi görünebilir,lakin Dilapak yine güzel bir çalışma yapmış ve Türkiyede sinek hacmi kadar olan fikir ve ifade Hürriyetine AKP(a-ke-pe)'nin yeni TMK'da nasıl da darbe indirdiğini ifşa etmiş.Birde "fikir ve düşünce hürriyetinin önündeki engelleri kaldıracağız"iddiasıyla geldikleri halde.Dilapık'ın aşağıdaki bahsettiklerinin ilaveten şunu da eklemek gerekir.Bu tasarı geçerse "üstad'ın ideolacya örgüsü'nden ve Büyük Doğu'dan bahsetmek,neşir veya broşüşür yoluyla medhetmek ve bu minvalde bu dünya görüşüne istinaden dernekler,fikir kulüpleri vs. kurmak da terör suçuna giricek ve 22 yıla kadar hapis istemine tabi tutulabilecek.İlk başta bir paranoya veya şaka gibi geliyor ama ne yazık ki gerçek!

    Bunlar ne yapmaya çalışıyor,birileri bunlara dur demeli.Halkın umrunda da değil ki,adı üzerinde "halk"hiç bir kurtuluş selahiyetine mazhar olmayan kuru yığın.Halkın elinden yeter ki ekmeğini alma.Halk ne yapsın fikri düşünceyi! Allah'ım kurtar fikrimizi şu avamın ve avamcıların elinden!

     

    --------------FİKİR SOYLU MÜNEVVERLER VE MÜNEVVER NAMZEDLERİ LÜTFEN OKUYUN AŞAĞIDAKİ YAZIYI!-------------

    -----------------------------------------------------------------------------------------------

    Dün kaldığımız yerden devam edelim...

    Yarın da devam edeceğiz. Bu konuda geçmiş yazıları okumak için www.habervakti.com’a bakınız.. Gelişmeleri www.sntenna-tr.org’dan izleyiniz.. Bu taslak, terörle mücadelede kolluk kuvvetleri ve yargının elini güçlendirmiyor. Bu taslak, terörü göstererek, terör bahanesi ile yargı ve kolluk kuvvetleri marifeti ile toplumu susturma, bastırma, caydırma amacı güdüyor. Bir başka deyimle bu yasa bir “TAKRİR-İ SÜKÛN” yasasıdır.

    3. Madde, YÖK’ü protestodan tutun da, Güneydoğu'daki olayları protestoya kadar her şeyi terör kapsamına alıyor.. Çocukları yapmışsa, babaları da cezalandırılıyor.. Her türlü yazı, görüş açıklama, pankart, bildiri yayınlama ve eylem terör suçu kapsamına alınıyor.

    Nazi Almanyası ya da Mussolini İtalyasına dönüş bu.. Bu düzenlemeler, yasanın amacı ve muhtevası ile bağdaşmamaktadır. Bu yasa, terörü hedeflemekten çok, “devlet terörüne kılıf hazırlama”ya dönük bir komployu hatırlatmaktadır..

    4. Madde, TCK'daki cezaları yarı oranda artırma hükmünü getirmektedir.. Bu şekli ile TCK'daki cezaların üst sınırı aşılabilecektir. Yani herhangi bir dini, ideolojik, politik ya da etnik hareket, derhal terörle ilişkilendirilerek, cezalar olağanüstü artırılabilecektir. Bu durum, suçta ve cezada kanunilik ilkesinin ihlalidir. Suçlunun kimliği, suçun cezasının artırılmasına sebeb olacak şekilde bir düzenleme sözkonusudur.

    Zaten bir suçun üst sınırı, o suçun en ağır hali için getirilmiş bir kural olup, burada yasa marifeti ile linç anlamına gelecek şekilde, üst sınırın aşılması kuralı getirilmektedir. Eğer ceza az ise, ana metinde üst sınırın artırılması gerekir. Burada özel bir amaca ve suçlunun kimliğine göre farklı bir kriter getirilmektedir. Bu şekilde; hedef seçilen bir kişi, basit bir sohbet toplantısından dolayı ya da bir gençlik kulübüne bilgisayar bağışladığı için 22.5 yıla kadar hapis istemi ile yargılanabilir ve teröre fon/maddi kaynak sağlamaktan malvarlığına el konulabilir.. Zekat, fitre ve bağışlarınızdan dolayı, bu taslak geçerse hayatınız kararabilir!

    5. Madde'ye gelince.. Burada basın için ağır hükümler getirilmektedir. Mesela; herhangi bir ilin ya da ilçenin savcısı, herhangi bir gazete ya da dergi, radyo ve TV'yi kapatma kararı verebilecek ve 48 saat içinde hazırladığı dosyayı mahkemeye intikal ettirecektir.. Mahkeme ise, 4 gün içinde karar verecek.. Bunun anlamı; sonuçta kapatma kararı kaldırılsa bile, bir haftaya kadar herhangi bir yayın organı kapatılabilecektir.. Eğer mahkeme de uygun görürse, 15 gün ile bir ay arası kapatma cezası verilebilecektir.. Terörün amacına hizmet ettiğine hükmedilen herhangi bir resim, karikatür, pankart fotoğrafı ya da bir haber, yorum kapatma sebebi sayılabilecektir.. Mesela; İskilipli Atıf’ı övmek ve güzel bir resmini basmak bile bu maddeye göre terör suçu sayılabilecektir.. Che Guevera ya da Deniz Gezmiş'in güzel bir resmini basmak da terör suçu kapsamına girebilir bu maddeye göre. Başörtülü bir çocuk resmi de! İrticaya destek verdiğine hükmedilen bir yazı da terör suçu sayılabilecektir..

    Basına uygulanacak para cezası ve mahkûmiyet de büyük ölçüde artırılmaktadır bu taslak ile. Hani eleştiri ve görüş açıklama, şok edici bile olsa suç sayılmayacaktı?.. Tasarının bu maddesi, yürürlükten kaldırılan propagandayı suç sayan 8. Madde'yi de böylece geri getirmektedir.

    6. Madde ile; örgütün ve amacının propagandasını yapan kişi 1 yıldan 3 yıla kadar cezalandırılır hükmüne ilaveten, bir de bunun basın yolu ile işlenmesi halinde yarı oranda artırılacağı hükmü getirilmektedir.. Esasen Norm Hukuka göre, Basın ve STK sözcülerinin genişletilmiş eleştiri hakkı ve kamu otoritelerinin artırılmış tahammül yükümlülükleri olmasına rağmen, iktidar kendi seçmenine ve uluslararası taahhütlerine ters düşerek inkâra sapmakta, iddialarından rücû etmektedir.. Bu durumda sormak gerek: Ne oldu da bir kez daha gömlek (mi) değiştirdiniz, sırtınızdaki bu üniforma ne?

    Bu madde ile her türlü gösteri ve pankart terör suçu sayılıyor.. Yeşil irticanın sembolü olduğu için, mesela, bir zamanlar Hasan Aksay'ın bir konuşmasında “İnşallah, Maşallah, Allah Allah.. Fesübhanallah, Allah'a şükür, Allah nasip ederse gibi, çok fazla ‘Allah’ dediği için” hakkında dava açılmasına benzer bir şekilde, Vakit Gazetesi çok fazla yeşil renk kullandığı için, irticanın amacına hizmet etmekten toplatılmasına karar verilebilir. İrtica sembolü olarak evinde ve işyerinde ya da derneklerde Kelime-i Tevhid yazılı flama ve pankart taşıyanlar, irticanın amacına hizmetten 1 ile 3 yıl arasında mahkûm edilebilir..

    İşte tam da yerine denk geldi, buraya şimdi Erdoğan'ı iktidara taşıyan şiiri oturtmak gerek. Hani Romen Diyojen, “Yıktırayım Kâbe'yi/Yaktırayım Kur’an'ı/Şarka gelen görmesin/Minareli kubbeyi!” deyince; Alparslan da cevap veriyordu: “Minareler süngü/Kubbeler miğfer/Camiler kışlamız/Allahuekber!”

    Hey gidi günler hey! Nereden nereye! Hangi hakla, hangi mutabakatla!

    Başörtüsü ile ağzını kapatan ya da peçeli çarşaflı kadına gelen ceza da 1 yıldan 3 yıla kadar hapis! Sarığa, cübbeye de bu ceza verilebilecek.. 6. Madde'nin ‘a’ fıkrası buna amir. Örgütün amacına yönelik afiş, pankart, döviz her şey suç. Cezası 1-3 yıl. C fıkrasına göre ise, örgüte üye kazandırmaya yönelik faaliyetler kapsamında, dergi aboneliği, sohbet toplantısı bile terör suçu olacak.. Tasarının dördüncü fıkrasında ise; bu faaliyetlerin vakıf, parti, oda, dernek gibi yerlerde işlenmesi halinde iki katına kadar artırılması öngörülmektedir.. Yani katmerli suç/suçun temerrütü ya da suçun suçu kapsamına sokulmaktadır..

    Bu yasa ile, başörtüsü üreticisi firmalar bile terör suçu, terör propogandası ve teröre fon sağlayan kuruluşlar kapsamına alınabilir..

    Unutmayın, (gülmeyin) size şaka gibi gelecek ama, slogan attığınız iddiası ile veya rozetiniz ya da gümüş yüzüğünüz bile sizin terörle ilişkilendirilmenize yol açabilir.

    7. Madde: Bu madde ile, Vakit'in de manşetinden duyurduğu gibi, bu maddenin yasalaşması halinde STK'lara yapılacak her türlü yardım faaliyetleri duracak, zekat ve fitreleriniz yüzünden bile terör örgütü ile ilişkilendirilip hapse girebilecek ve malvarlığınıza el konulabilecek. Bu madde ile, bilerek ya da bilmeyerek, doğrudan ya da dolaylı bir şekilde her türlü yardım, teröre yardım ve fon sağlamak kapsamında değerlendirilebilecektir.. Terör örgütünün maddi ve manevi cebri karşısında çaresiz insanlar bu şekilde terörün kucağına itilmiş olacaktır. Bu da terör örgütlerinin elini güçlendirmekten başka işe yaramayacak ya da terörle hiçbir ilgisi olmayan insanları terör listesine yazarak, terörün yaygınlaşmasına sebep olacaktır..

    Bu madde, Guantanamo maddesidir. Kurban derisi bağışınızdan dolayı, terör örgütüne fon sağlamaktan yargılanabileceksiniz.. Burada terörist denilen kişi, her zaman eli silahlı kişi değil, yani tetik çeken değil, tesbih çeken kişi de olabilir..

    Eğer bu felaketlerin başınıza gelmesini istemiyorsanız, şimdiden tedbirinizi alın.. Ey siz iktidar sahipleri! Sözünüze sadık olun, vekâletinize ihanet etmeyin. En azından birilerinden korktuğunuz kadar Allah'tan korkun.. Zulm ile âbâd olunmaz.. Birilerinin sizi çardağın deliğinden aşağı süpürmesinin hesabını yapıyorsanız, bir gün sandığın deliğinden aşağı süpürülebileceğinizin de hesabını yapın..

    Evet, bu konuya yarın da devam edeceğiz.. Selâm ve dua ile...

     

    Abdurrahman DİLİPAK (Vakit Gazetesi)


  16. Tekrar söylüyorum; bu yasa “Terörle Mücadele Yasası” değil, “Terör Yasası”. Bu yasa ile DGM’ler geri dönüyor ve Türkiye tümü ile ve süresiz “Olağanüstü hal rejimi”ne tabi tutuluyor. Bu yasa, Türkiye Cumhuriyeti'nde İstiklâl Mahkemeleri'nden sonraki en kötü yasa teklifidir.. Tasarı, hukukun temel ilkelerine, hukuk tekniğine de aykırıdır.. Böyle bir tasarı, bir aklıselimin ürünü olamaz!

    Bu tasarı, Adalet Bakanlığı'nın değil. Bakanlar Kurulu'nda tasarıyı imzalayanların da yasanın içeriğinden tam olarak haberdar olduklarını sanmıyorum..

    Bu yasa, hiçbir toplumsal mutabakatın da ürünü değildir.. Bu yasa, 28 Şubat günlerinde ağlayarak imzalanan belgelerden çok daha ağır ve yöntem olarak çok daha kaba bir üsluba sahiptir..

    Lütfen bu yasayı geri çekin. Okumak, anlamak, düşünmek için zamana ihtiyacınız var. Lütfen en azından alt komisyona gönderiniz. Eğer bu yasa geçerse, iki cihanda da insanların elleri yakanızda olacak.

    Bu yasa ile dostlarınızın ayağına pranga vuruyor ve sizi istemeyenlerin eline silah veriyorsunuz.. Harakiri ettiğinizin farkında mısınız beyler! Allah'tan korkun da, önünüze gelen ya da gelecek olan şu yasa tasarısını bir okuyun ve atıfları bir inceleyin, vicdanınıza danışın. Tebbet yeda’nın tehdidindeki sırr-ı maneviye muhatap olmayın.. Biz “Yandık dedikçe, boğmaya kan göndermeyin”, Mehmed Âkif'in deyişiyle! Cellatlarınızı alkışlamayın, kendi cehenneminize odun taşımayın.. Vekâletinize ihanet etmeyin!..

    Abdullah Gül’ün, böyle bir yasayı nasıl savunduğunu anlayamıyorum.. Erdoğan'ın ısrarının arkasındaki sırrı da anlamış değilim.

    Bu tasarı yasalaşırsa, bu yasaya evet diyenleri affetmeyeceğiz.. Elbet bir gün sandık kurulur, o zaman sizden hesap soracağız.. “İstenmeyen adam” ilan edeceğiz sizi.

    Herkesin yaptıklarının ve yapması gerekirken yapmadıklarının ve söylediklerinin, söylemesi gerekirken söylemediklerinin hesabının sorulacağı bir gün vardır.. Bu yasa geçerse ve bunun sonuçlarından zarar görenlerin hesabının sorulacağı bir gün vardır.. Dilerim o eller, yed-i beyza olur. Ateşe uzanan eller değil..

    Bu yasa, hukuka karşı suikasttir.

    Bu yasa ile ilgili kaygılarımı, önümüzdeki günlerde madde madde ele alarak açıklamaya çalışacağım. Lütfen, tanıdığınız avukatları harekete geçirin. Mediayı harekete geçirin, STK'ları harekete geçirin. Söz konusu olan; haklarınız, malınız ve can güvenliğinizdir. Ve şu an Türkiye'nin en önemli sorunu budur.. Bu yasa bir darbe yasasıdır. Darbeciler bile böyle bir yasayı Meclis'ten geçirmeye cesaret edemezler!

    Bu yasa; 2005 sonunda geçirilmek istenen, sonra geri çekilen yasanın, kapsamı ve şiddeti artırılmış kötü bir kopyasıdır. Akıl, vicdan ve insaf sahibi biri bu yasayı onaylayamaz.

    Bu yasa, hakka hukuka dayanmıyor. Bu yasanın arkasında hiçbir mutabakat yok.. Bu yasa hakkında kimsenin doğru düzgün bilgisi de yok..

    Öncelikle ve hemen işin başında belirtmek isterim ki; bu yasa kamuoyundan gizli, derin müdahaleler sonucu hazırlanmıştır ve yangından mal kaçırırcasına bir oldu bitti şeklinde Meclis'ten geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu katılımcı, çoğulcu, şeffaf, milli egemenlik tezine davalı siyaset anlayışının tersine bir tutumdur.. Cüneyt Toraman'ın da haklı olarak işaret ettiği gibi, yeni yasa daha önce geri çekilen eski tasarının kapsamı genişletilmiş, şiddeti artırılmış şekli, daha da ağır ve hukuk dışı hükümler içeren kötü bir kopyasıdır. Bu yasa ile tüm demokratik kazanımların tersyüz edilmesi, örtülü bir şekilde DGM’lerin yeniden ihyasını hedeflemektedir. Bu yasa, darbe yapmadan darbe yetkilerinin kullanılacağı bir ara rejim dönemini hatırlatmaktadır.. Bu tasarı, 28 Şubat dönemindeki düzenlemelerden daha ağır hükümler içermektedir.

    Yeni tasarı, kamuoyuna olduğundan daha farklı bir şekilde sunulmuştur. Ağu, altın tas içinde bala karıştırılarak sunulmak istenmektedir. Çiçek’in iddia ettiği gibi, “Terörle mücadele için bu yasa zorunlu” değildir.. Abdullah Gül’ün yeni yasa ile gözaltı süresinin uzatılmayacağına ilişkin açıklaması ise, hukuki açıdan kıymeti harbiyesi olmayan bir açıklamadır; çünkü bu konu Anayasa ile düzenlenmiştir ve bir Anayasa hükmü yasa ile değiştirilemez. Kaldı ki; gözaltı süresi, Terörle Mücadele Yasası ile değil, Ceza Muhakemesi Kanunu ile ilgili bir konudur.

    Dikkatlerden kaçmaması gereken bir diğer husus da; eski ve yeni Terörle Mücadele Yasa tasarısındaki yasaklar, Dönmezer'in hazırladığı TCK tasarısında yasalaştırılamayan hükümlerdir.. Kapıdan kovulan metinler bacadan indirilmeye çalışılmaktadır.. Aynı defolu mal, etiketi ve ambalajı değiştirilerek yeniden sunulmaya çalışılmaktadır.

    Toraman’ın dikkat çektiği şu hususu da dikkatlerinize sunmak istiyorum: Bu tasarı özel şartlar altında gündeme gelmiştir.. Şemdinli olayı, arkası arkasına patlayan bombalar ve 500 kişilik bir terör grubunun bölgeye sızdığı iddialarına dayandırılarak ABD'nin Irak'ı işgal ettiği asker kadar askerin bölgeye sevkedilmesi, bu tasarının görüşülmesi ile aynı zamana denk gelmiştir. Bu yasa aynı zamanda Şemdinli davasındaki tutuklu sanıkların serbest bırakılması için adrese teslim hükümler içermektedir.

    Bu tasarının daha sonra açıklayacağım gibi PKK ile ilgisi yoktur. PKK gösterilip, belli merkezlerce hedef seçilen herhangi bir kişi ya da kurumun tasfiyesi için düşüldüğü kanaatini uyandıran gizli birtakım düzenlemeler içermektedir. Bu yasanın hedefi; derin güçlerin hukuk dışı tasarruflarını koruma altına almayı, inanç, fikir, örgütlenme ve ifade, basın özgürlüğünü baskı altına almayı amaçlamaktadır.. Bu yasanın tek amacı, demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altına alınma çabasıdır.

    Ve bu tasarı, terörü tetikleyecek düzenlemeler içermektedir. Bu yasa ile aklı başında herkes potansiyel terörist muamelesi görebilecektir.. Bu yasa ile terör örgütü mensubu olmayanları bile terör örgütü mensubu/üyesi olarak değerlendirmek mümkündür. Herhangi bir işaret ve sembol, bir başörtüsü bile, bir pankart, terörle ilişkilendirilebilecektir. Bu yasanın hedefi sadece tetik çekenler değil, tesbih çekenlerdir.

    Herhalde bir hafta bu konuyu yazacağım. Yeni yasanın hukuk dışılıklarını tek tek örnekleri ile gözler önüne sermeye çalışacağım.

    Lütfen herkes kendi bölgesinin milletvekilini arasın ve bu kötü planlara alet olunmaması konusunda uyarsın. Milletvekillerinin ailelerini, eşlerini, dostlarını, yakınlarını arayın ve parti örgütlerine baskı yapın.

    Susmayın, sustukça bir gün sıra size de gelecek ve o zaman çok geç olacak..

    Selâm ve dua ile..

     

    Abdurrahman Dilipak (Vakit Gazetesi)


  17. Ne bahitayarlık böylesine ulvi bir kaynaktan oluk oluk beslenen üstadımızın ve Büyük Doğu'nun manevi ellerinden istifade edebilmek...Üstadımızın dediği gibi iyilik ve güzellik namına üzerimizde tecelli eden ne varsa onlara;ne kadar çirkinlik ve adilik varsa da şahsımıza aittir.

     

     

     

    Kabuğu meyvesinden kat kat dolgun bedenim,

     

    Pörsümeden potanda erit beni efendim

     

     

    "Keremli yüzlerin nazarlarına görünen",

     

    Yakmaya yetti nazarın beni bir resimden

     

     

    Ökçenizden küçük ben bir cüceyim efendim,

     

    Muradım bu devlet ayağınızdan öpeyim


  18. Bakanlık seviyesindeki bu kara şeytan'ın Türkiye'ye her zaman ki gibi Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı seviyesinde niye geldiği belli.Kafası karışık bir hükümeti ve yine kafası karışık bir devleti,itikati fesatlık ve kargaşalık menbaı olan İran'la yüz yüze getirmek ve nihayetinde de Türkiye bunun derdine düştüğü bir vakitde,marksist-leninst ve Allah'sız PKK bu hengameden yararlanarak A.B.D ye bile gerek kalmadan Doğuda Çoktan Sözde Ermeni-Kürt Devleti'ni (Allah korusun) kurmuş olacaklar.Bence zannedildiği gibi A.B.D'nin Türkiye üzerindeki hesaplarını gerçekleştirme noktasındaki stratejisi çevreden merkeze değil de bilakis,yukarıdaki bahsettiğimiz unsurları devreye sokarak olduğu yerden,yani Türkiye üzerinden gerçekleştirmek. Zaten dikkat edilirse A.B.D'nin B.O.P'un tatbiki için düşündüğü 22 devletin içerisinde bu projeyi uygulama noktasında pilot olarak seçtiği iki ülkeden biri Türkiye diğeri ise Mısır...A.B.D'nin reformist uşağı mısır devlet başkanı Hüsnü Mübarek...Her ne kadar A.B.D'nin bu reformist kuklasına karşı ihvan-ı Müslüm hareketi gibi muhalif bir ses yükselse de,öküz sesi yanında arı sesi mesabesinde...Kısacası A.B.D'nin,dikdatör ve reformist uşağı mübarek'in devleti yönünde bir sıkıntısı yok.Mısır ateşli bir aşık gibi mahşukuna çoktan hazır B.O.P için...Şimdi sıra ve asıl büyük hamle A.B.D için Türkiye...Bir hususu atladık.O da A.B.D'nin Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirici en mühim saiklerden biri de reform du,dinde reform hareketleri...Bu hareketlerin semeresine de özellikle son günlerde sık sık temaşa etmek mümkün...Örneğin Ulusal din'ciler...Türk'e göre,sadece Türk için ve Türkçe yeni bir islam dini modeli...Bu şüphe götürmez bir gerçek,A.B.D'nin reform hareketlerinin en önemli bir parçası...Aslında bu A.B.D için mahrem bir sreteji değil,bilakis yakın zamanda Türkiye'de yapılan NATO zirvesinde Bush bunları alenen söylemişti.İslam dinin yenilenmesi gerektiğini,modern çağa ve zamana uygun olarak telakki edilmesi gerektiğini,bunun da B.O.P'la çözüleceğini söylemişti ve hiç bir şekilde bir kaç bilinçli yazar haricinde tepki görmemişti...Hasılı ve hasılı Allah yardımcımız olsun.


  19. Evet sevgili kardeşim,Üstad'ımızın üstün basiretinden neşet eden o mısralar adete Demirel'e biçilmiş kaftan.Demirel aynı demirel.Ben neyden korkuyorum biliyor musun kardeşim? Bu adam yine siyasete geri döner de-ki bu günlerde öyle görünüyor-bu halk,yani demir kafa zihniyet yine buna oy verir.Dua edelim de bu adam yine bu saf milletin başına çoraplar örmesin.Gerçi hangisi örmüyor ya.Bu da ayrı bir bahis.Üstad'ımızın dediği gibi bizim asla partimiz,pırtımız olamaz ama hiç olmassa bu davadan hisse alan bir parti bile nazarlarda yok gibi...

     

    muhabbetle....


  20. Sayın Karahasanoğlu,Demirel gibi midesinden konuşup laiklik adı altında tahakküm yapan güruha karşı güzel bir cevap vermiş:

    --------------------------------------------------------------

    Bu adama cevap verilmez ama, işte insanı mecbur ediyor!

    Bahsettiğim adam, SüleymanDemirel!

    Yeni yetişen nesle, yuvarlak konuşma konusunda kötü örnek olan kişi!

    Adam gibi adam olma yerine, her devrin adamı olmayı öneren, hayatıyla da bunu yaşayan yuvarlak adam!

    TBMMBaşkanı BülentArınç’ın, 23 Nisan sebebiyle yaptığı konuşmadaki tesbitlerine, sözümona cevap vermeye kalkışmış: “Laiklik mi diyorsunuz? Neresi tartışılacaksa gelin tartışalım. Müslümanlığın en iyi uygulandığı ülke Türkiye. İslam'ın bütün şartları yerine getiriliyor. Kim bunlara mani? Bu, 'Laik Türkiye'den ne şikâyetin var?' sorusunu sormaya yetmez mi? Yeter. Sayın Arınç veya başka birisi, laikliğin nesinden şikâyetçiyse onu söylesin.”

    SayınArınç açık açık söylüyor; “Türkiye'de rejim sorunu değil, bu rejimi sahiplenme sorunu var”, “Laikliğe karşı çıkan yok. Ancak günün şartlarına uygun yorum farklılıklarını ortadan kaldırmak gerekir” diye.

    Ama bu adam hâlâ “Laikliğin nesinden şikâyetçiyse onu söylesin” diyebiliyor!

    Sayın Arınç adına konuşmaya tabii ki yetkim yok. Zaten Demirel de, “...veya başka birisi” diye ortaya soruyor. O herkese sorduğuna göre, ben de kendisine burdan söylüyorum işte.. Öyle bir tane iki tane değil, yerim dolana kadar dökeceğim, şikâyetçi olduğum konuları...

    Eğer Demirel’in de nefesi yetiyorsa, buyursun cevaplasın bakalım..

    1) Bu ülkede,Anayasa Mahkemesi, laikliği gerekçe göstererek, üniversitede öğrenim gören kızların başını örtmesine engel oluyor! Duymadıysanız duyunuz, 45 senedir bu ülkenin tepesinde duran muhterem! İki kulağını birden aç. Yine duyamıyorsan kulaklarını temizlet de dinle..

    Ben işte, bu başörtü yasağından şikâyetçiyim. Laikliğin böyle bir uygulaması olamayacağını söylüyorum. Buyur cevabını ver; “Laiklik, başörtüyü yasaklar” de bakalım, diyebilirsen. Diyemezsin, çünkü anında alacağın cevabı da bilirsin: “Laikliğin hakim olduğu Fransa’da niçin üniversitede bu yasak yok? Avusturya’da niçin yok?..”

    2) Bu ülkede, laiklik gerekçe gösterilip, memurların başlarındaki örtü, görev başında iken yasaklanmıştır. Bu da yetmemiş, okula gidip gelirken dahi, öğretmenlerin başlarını örtmeleri yasaklanmıştır. Buyur fötrlü baba, söyle bakalım, laikliğin neresinde, insanların dinî inançlarının yasaklanması yazıyor?! Ben ve Türkiye’nin % 80’i işte bundan da şikâyetçi bay Demirel!

    3) İmam Hatipli öğrencilerin maruz kaldıkları uygulama da, laiklik gerekçe gösterilerek yapılmaktadır. “Dinî eğitim görenler, ancak İlahiyat’a gidebilir” demek, dinini bilen avukat, dinini bilen doktor olmasın demektir. Dinini bilenlere yapılan ayrımcılıktan da şikâyetçiyim.. Anlamazlıktan gelme Sayın Demirel! Sen de Arınç gibi, aynı uygulamadan şikâyetçiydin. Hatırla bakalım, 1991 seçimleri öncesinde “Dinini bilen avukat, dinini bilen doktordan bu ülkeye ne zarar gelir?” sözü senin değil miydi? Dün şikâyetçiydin, bugün bilmiyor numaralarına yatıyorsun.. Utanmadan!

    4) “Kurban derisini cami derneği toplar, THK’nın göbeği şişmiş muhteremi gelir, jandarma vasıtasıyla el koydurur.” Laikliğin bu uygulamasına da karşıyım ben, bay Demirel!

    5) Cuma namazına gitmek isteyen memura izin verilemeyeceğini söyleyen, oruç tutan memurun sabah erken gelip, akşam erken gitmesi uygulamasını iptal edip, vatandaşın sokaklarda iftar etmesine sebep olan laiklik uygulamasından şikâyetçiyim.

    Tek tek bunları yazarak bu işin içinden çıkamayız.

    İşin temelinde, ben, laikliğin senin gibi yuvarlak adamlar çıkarmasından şikâyetçiyim sayın Demirel!.

    Dini siyasete alet edenlere meydan veren uygulamasından şikâyetçiyim.

    Seçim meydanında Kur’an öpüp, koltuğa oturunca, daha önce öptüğü o kutsal kitabın hükümlerinin yürürlükten kaldırılmasını isteyebilenlere alkış tutturulmasından şikâyetçiyim.

    Laikliğin neyinden şikâyetçiymişim?

    Söylüyorum işte; ‘İbadetler yasaklanabilir’ diyen zata bir gün önce destek verip, ertesi günü pişkin pişkin, ‘Laikliğin nesinden şikâyetçisiniz?’ diye sorabilen siyasetçiler çıkarmasından şikâyetçiyim.

    Kendisi yetmemiş gibi, banka hortumcusu yeğeninin bile, “Ben cebimde sürekli Kur’an-ı Kerim taşırım” diyerek dini istismar etmesine fırsat verdiği için şikâyetçiyim.

    Laikliğin, insanların gözlerini kör etmesinden şikâyetçiyim. Kulakları sağır etmesinden şikâyetçiyim. İnsanları dilsizleştirmesinden şikâyetçiyim.

    Baksanıza, her gün laiklik gerekçe gösterilerek yüzlerce, binlerce defa tekrarlanan haksızlıkları görmezden gelip, “Nesinden şikâyetçisiniz?” diye soruyorsunuz hâlâ!

     

    Ali Karahasanoğlu (Vakit Gazetesi)


  21. Bu günün her türlü sınai ve zirai tekniğini elinde bulunduran,teknolacyanın en üst merhalesine oturmuş;ruhta ve manada kısır,maddede hakim garbın;diğer bir ifadeyle,maddeyi ve manayı müstehak olduğu mevkilere koyamayıp,maddeyi ruhuna değil de,bilakis ruhunu maddeye köle eylemiş batı adamının bir zaman gelip de bu kemiyet(madde) şubeleri üzerindeki hakimiyetinin tatminkarlık noktasına ulaşacağı;buna müteakip dışarıya doğru bedeni huzur ve sıhhat,içeriye doğru ruhi maraz ve illet tohumları döken bu saltanatın aç bıraktığı ruhlarının,açlığını avaz avaz ilan edeceği,az da olsa var olan dini,milli ve insani hasletlerinin topyekün bir putpel edasıyla temelinden burcuna yere çakılacağı;bedeni sıhhatine nisbet içeride biriken türlü türlü manevi hastalıkların bir volkanizma şeklinde kendini dışarıya atacağı;nihayetinde,maddede ki inkişafın ve şatafatın ruhi ihtilaçlara ve yıkıntılara inkilap edeceği;artık bu noktadan sonra güya var olan huzuru yitiren batı milletinin,ruhundaki açlığı bastırmak için de şöyle bir mistizmin,metafizik,edebiyat,mitoloji ve felsefe havasını teneffüs ettiktan sonra bu küçük ziyafetin zaten aç olan ruhlarının açlığını daha bir kamçılayacağı ve en nihayetinde,hiçbir alanda hakikat ve huzur bulamayan batı adamının kendisini birden,tamamiyle hem dini hem insani ve hem de içtimai ahlak teamüllerinin dışında şekillenmiş”hudutsuz hürriyet”telakkisi içinde bulacağı mukadder olmuştu ve oldu da!

     

    Batı tefekkürünün kaymak tabakasından tutunda en alelade avama kadar melankoli derecesinde bağlandıkları”hudutsuz hürriyet”telakkisinin anlayışının ve yaşayışının muhtevası şundan ibaret;

     

    En azametli metropol şehirlerinden en girift sokaklarına kadar tezahür eden ve sırf ekonomik kazanç da gütmeyen sadece hayvani duyuları,hazları ve arzuları topyekün fantezileri tatmin edici alenen yapılan fuhuş;buna istinat ahlaksızlığın(güya hudutsuz hürriyet anlayışının)dozunu biraz daha artırıcı;içki,kumar esrar-eroin müptelalığı.

     

    Yine hürriyetin var olan bütün sistemler,inançlar,realiteler ve yaşayışlar dışında olduğuna inanan bu millet devamlı hayatın uç noktalarında yaşamayı tercih etmiştir.Fırsatını buldukları vakit,göz kapaklarının yer çekimine karşıdayanabileceği son an’a kadar çılgınca eğlenceler,partiler…Yapabilecekleri en sıra dışı,tehlekeli ve lüzumsuz oyunlar ve müsabakalar...Muayyen bir mekanda toplanıp belirli zaman zarfında,hayatlarını bütün aleme teşhir eden yarışmaşlar…Ve daha niceleri…

     

    Bütün bunlara mukabil,hiçbir ahlak kaidesinin kabul etmeyeceği bu menfi ve sufli hürriyet anlayışının kendi kanun ve yasaları çerçevesinde meşru gösterilme arzusu-ki bunu da büyük bir ölçüde başarabilyorlar.

     

    Bunun en bariz örneği;bir insanın ne derece hayvandan da aşağı düşebileceğini teşhir edercesine Lut kavminin helakine sebep olan livata fiili batı aleminin adeta şahsi hak ve özgürlük nişane olmuştur.Bu sapıkça fiilin batı aleminde neredeyse alenen yapıldığı”kişi hak ve özgürlükleri”alanında meşru bir zemine oturduğu ve hatta evlenme ve boşanma gibi imtiyazlarda dahi medeni kanunlardan istifade edebildikleri herkesçe malumdur.Bununla da kalmayıp şahsi özgürlüklerin önünden bir tabu daha yıktıkları zannıyla bu iğreti ve iğrenç icdivaçlarını da resmedercesine kutlamaları cabası.

     

    Hasılı batı adamının yıktığı her ahlaki kaidenin üzerine de”hürriyet”yazması kat’i bir laboratuar teşhisine de lüzum görmeden,şunu gösteriyor ki,muhakkak bu hengame değişmediği müddetçe”hudutsuz hürriyet”görüşünün ruhlarına kattığı hezimet,bir gün maddelerine de sirayet edip yine yükselteceğini sandıkları hürriyet,ruhlarının refakat etmediği bedenlerini,aksine nüksederek ense köklerinden yakalayıp kündeye getirecektir.

     

    ***

     

    Batıdan aldığımız küçük bir kan nuftesi üzerinde yine küçük çaptaki hürriyet anlayışıyla alakalı tahlil ve teşhisimizden sonra dikkatlerimizi doğunun merkezine;yani Türkiye’ye çevirirsek;TÜRK VE HÜRRİYET kelimesi yan yana geldiği vakit,kalpten dile aniden ve teraddütsüzce düşen;klişeleşmiş,yerli yerinde kalmış,hamaset yüklü ilk cümle”Türk esaret kabul etmez!”bu kesinlikle doğru fakat anlayışta,anlatışta ve sebepler manzumesinde eksik.

     

    Kısaca geçelim.Bir kısım kimsenin anlayışıyla Türk,sadece batı milleti gibi mekan ölçüsündeki(yukarıda bahsettiğimiz) hürriyete ehemmiyet vermez.Mekan ölçüsündeki hürriyete de kayıtsız kalmadan bilhassa zaman,yani ruh ve akide hürriyetini asli ve birinci prensip sayar.

     

    Zaman,ruh ve akide hürriyetinden kasıt şu;

     

    İki kelimeden muhtelif fakat bütün sahte hürriyet mülahazalarını bertaraf edici insanlığı hakiki makamına çıkarıcı,kula kulluktan kurtarıcı tek cümle; ”Hakk’a teslimiyet” işte bu iki kelime Tanzimat’tan sonraki inişli-çıkışlı devirlerimiz ve özellikle şu andaki manzaramız müstesna, bozkurt mizaçlı Aziz Türk milletinin hürriyet telakkisi olmuştur.

     

    Bir de şu an ki manzaramıza bakarsak;biz ne batı gibi madde hakimiyetine erişebildik,ne de muhteşem devirlerimizden kalan ruhu koruyabildik.İlimde yarım ruhta yarım…Ne iyi gidip iyi gelebiliyoruz;ne de fena gidip fena gelebiliyoruz.İkisinin ortasında gafletli bir seyir…

     

    Hey hat! Biliyoruz ki,batının tıpkısı,fakat sayıca azı bir kesim de var ki bunlara elit kesim veya mutlu azınlık diyoruz.Bunların vazifesi de batıda ki yabani hürriyet telakkisinin Türkiye şubeliğini ihya etmek.Ve bunlar gibi mutlu azınlık dairesine girememiş;orta halli,muhakkak saffetli ve temiz ve mahsum bir kısım cemiyetimiz de var ki;Üstad Necip Fazıl’ın üslubuyla,kendilerini garbın kavanozdaki kokuşmuş “hürriyet”reçelini camından yalamaya memur etmiş antientelektüelite.Yani avam…

     

    Hürriyet nidası atan bu birinci güruhun batıyla aynı,bir yönüyle de farklı;daha doğrusu değişik bir üslupta ki anlayışı şu;

     

    Kendi boyunlarını,her yönü ve şubesiyle nefsin,şehvetin,hayvani arzularının kemendine takmayı hürriyet;kullarına,hayvandan ayırıcı en üstün meziyetleri ve ahlakı,diğer hiçbir mahlukatında bulunmayan aklı ve ruhu ihsan eden ALLAH’a karşı kulluğu da esaret saymalarıdır.Bunun da hasılı şu;

     

    “Hudutsuz hürriyet telakkisi”ne tabi olanlar,asıl tutsaklığı ve esareti nefislerine köle olmakta yaşıyorlar ve bunun üzerine de hürriyet yaftasını yapıştırıyorlar.

     

    Şüphesiz ki,bütün insanoğlunu ister menfi,ister müsbet yöne sevketsin hudutsuz hürriyet anlayışına müptela eden birinci ve muhakkak sebep Yüce Allah’ın insan fıtratının ta merkezine yerleştirdiği sonsuzluk,ölümsüzlük ,tükenmezlik düşüncesidir.

     

    Hakikaten bütün beşeriyet;hangi dine veyahut dinsizliğe mensub olursa olsun,muhakkak ki hepsinde bir beka düşüncesi mevcuttur.Bu sebepledir ki yukarda bahsettiğimiz iki ayrı ve zıt kutuplu hürriyet anlayışının arasında zaruri olarak;

     

    1) Sadece maddi hakimiyete ve mekan ölçüsüne kayıtlı hürriyet,

     

    2) Hem maddeyi hem mekanı hem de ruhu kuşatıcı hakiki hürriyet

     

    diye iki tasnif vücut bulmuştur.

     

    Bu paragraf ve bu paragrafla birlikte bütün söylediklerimizi bir noktada birleştirip hülasa süzgecinden geçirirsek;

     

    Birincisine mensub olanlar(mekan ve madde hürriyetine)bilhassa Yüce Allah’a ve Yüce Allah’ın iman şartlarına da inanmadıkları için(özellikle bahsimizin muhatabı hürriyeti de kucaklayıcı bizdeki beka,ahiret inancı) bütün dünya mekanına sahip olsalar ve hatta muhal farz ,yıldızlara çıkacak kudrete malik olsalar dahi her zaman zaptedilmeye,esarete,ölüm gerçekliğinin içinde sapık tesellilere teveccüh etmeye mahkumdur.

     

    İkincisi yani Allah’ın boyasıyla boyanmış;hem madde hem de mekan hürriyetinin lüzumunu da idrak etmiş;kalbindeki ölümsüzlük şuurunun varlığını müjdeleyici ve teyit edici imanın uçsuz bucaksız ülkelerinde keşfine çıkmış,nefsine esir düşmekten öte bir esaret korkusu yoktur.Ola ki bedeni bir arşın mekanda tutsak edilsin,o yine de dıştan gelen hiç bir tahakküme aldırmadan içindeki ,yine kimsenin müdahale edemediği hudutsuz iman ülkesinde gezer.Bilir ki o’nun hürriyet mülahazası sadece dünyada ve dünyaya kayıtlı değildir.O’nun hürriyeti dünya ile ebediyet aleminin yolu üzerindedir.

     

    Evet,artık kalbinin rotasını imana çevirememiş;hakiki hürriyet akidesini idrak edememiş insanlar,elleri şakaklarında,balçıkla sıvanmış vücutlarını önce kurutup,sonra pul pul dökerek balçıklardan arındıracak,nihayetinde de halis insan cevherini ortaya çıkrarcak bir güneşin zuhur edeceği günü beklemektedir.

     

    İllaki yine de huzuru sadece mekan hürriyetinde arayanlara ise son söz;

     

    Tahakkümle “hürüm”demeye zorlanan bir insan hür olamaz.

     

     

     

    Kasım 2003


  22. Pek yazı iktibas etmek adetim olmasa da aşağıdaki Dilipak'ın yazısı şu can sıkıcı gündemi özetleyici mahiyette...

    -----------------------------------------------

     

    “Ya bu krizi güdersiniz, ya da bu kriz sizi bu vadiden aşağı yuvarlar..”

    Ya siz krizi kontrol altına alırsınız, ya da bu kriz sizin işinizi bitirir.

    “Kuzu” hiç inandırıcı değil. Açıklamaları bir hukuk adamı ciddiyetinden uzak.. Gerçekçi de değil. Bu tür açıklamaların sahipleri bu işten zarar görürler. Kuzular, böyle giderse kurtlar sofrasına yem olmaya devam eder.. Aynı dereden su içen kuzu, kurttan şikâyetçidir. İlk kez Kuzu, kendini Kurt’tan kurtarmak isteyen çobana karşı kurt’u savunmaktadır.. Bazen sükût, sözden değerlidir.. Mecbur bırakıldığınız bir şeyi savunmak, size hiçbir şey kazandırmaz.

    Geçmişin acı tecrübelerini yaşayan biri böyle konuşamaz.. Biz bunu daha önce de, 28 Şubat öncesinde de yaşadık.. Biz terör ve irtica lobisini iyi biliriz! Bu süreçte kim ne söylüyor, bakacağız. Dikkat buyurun; bu sözler ya korkaklığın, ya cesaretin, ya da gizli kimliklerin deşifresi mahiyetinde olacaktır. Zor zamanda sözlerini eğip bükenleri, sessiz kalanları bir köşeye not edin.. Mediaya, STK sözcülerine, partilere, milletvekillerine bakın. Seçim günü, sandığa giderken ona göre oy verirsiniz! Tıpkı tezkere günlerinde olduğu gibi; milletvekillerinin anne, baba, kardeş, eş, evlad, hala, dayı, amca, teyze, enişte, arkadaş, bacanak, iş ortağı kimseyi boş bırakmayalım ve yerel mediayı, partileri, STK'ları harekete geçirelim.. Unutmayın, haksızlıklar karşısında susanlar dilsiz şeytanlardır. Susmayın, sustukça bir gün sıra size de gelecek!

    Bu terör yalanı ve bahanesi ile özgürlükleri askıya alma komedisinin kokusu çıktı artık.. Korkudan insanların sesi çıkmadığına bakmayın, mızrak çuvala sığmıyor. İrtica da, terör de bir oyun, bir yalan.. Hem de Baykal’ın “Kimsenin başörtülülere müdahale ettiği yok, başı açıklar tehdit altında” yalanı kadar yalan. Kurt kuzuyu yemeye karar vermiş, bahane üretiyor.. Çoban da kurttan korkusundan ses çıkartmıyor..

    Şu Van Savcısı'nın başına gelenlere bakın.. Önce Adana Savcısı, şimdi Van Savcısı.. Sen misin fişlemeci Van Üniversitesi Rektörü hakkında dava açan! Sen misin Şemdinli sanıkları hakkında iddianame hazırlayan!.. YÖK kükredi, ardından Genelkurmay, ardından Çankaya.. Ardından hükümete baskı yaparak Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'nı istifa ettirdiler. Ardından CHP, Şemdinli Komisyonu'nu çalışamaz hale getirdi; ardından Adalet Bakanlığı Van'a müfettiş gönderdi; ardından HSYK toplandı ve savcıyı görevden aldı.

    Genelkurmay Başkanı, Büyükanıt, Sezer konuşunca madem bu yargıya müdahale olmuyor, biz de görüşümüzü açıklayalım.. Ortada Şemdinli olayından daha vahim bir durum var. Bundan sonra hangi savcı, yolsuzluk yapan ya da darbeye teşebbüs eden bir asker hakkında dava açar?.. Kim Masonlara dokunmaya cesaret eder?..

    Hükümet çevreleri, istihbarat örgütleri www.ulusalihanet.com'daki iddiaların farkındalar mı?.. Bana göre Van Savcısı'nın, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'nın başına gelenler bile, iddianamedeki iddiaların gerçekliği için yeteri kadar delil oluşturmaya yetiyor da artıyor bile.. Ne yani, şimdi Erdoğan ve Aksu'yu oradan indirip yerine Van Savcısı'nı Başbakan ya da Adalet Bakanı, Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'nı İçişleri Bakanı mı yapmamız gerekiyor? Gerekirse gün gelir bu da olur! Eğer bir şiir okumanın ödülü Başbakanlık'sa, Van Savcısı daha fazlasını yaptı. Onu Sezer'in yerine Cumhurbaşkanı yapalım..

    İddianame ideolojikmiş! Peki, RP'yi kapatan başsavcının iddianamesindeki “Habis ur” deyimli yorumlar ideolojik değil mi idi? Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu neden bir işlem yapmaya gerek görmedi?..

    İşte asıl hukuk devletini, adalet duygusunu yok eden ve hemen hemen devletin birçok kurumuna metastas yapan “Habis ur” burada gizli.

    Bu işte Van Savcısı saygınlığını yitirmedi, saygınlığı yitirenler başkaları.

    Hatırlayın, 28 Şubat öncesinde de Başbakan'a “Pezevenk” diyen general hakkında dosya hazırlayan Emniyet İstihbarat Daire Başkanı da görevden alınmıştı..

    İçişleri Bakanı, Mason locasındaki Paşakay olayı ile ilgili yolsuzluk iddialarını soruşturabilir mi? Gücü yeter mi, cesaret eder mi? İslâmi gıda sertifikası düzenleme çalışması yapmak isteyen GİMDES’e ihtarname göndermek kolay.. Çünkü onlar zenci, onlar parya.. Beyazlara gücünüz yeter mi?

    Bana göre, asıl terör bu. Adalet ve hukuk duygusunun siyasette, bürokraside ve toplumda yara alması... Bunun da sebebi, rejimi koruma iddiası ile yapılan darbeler.. Meclisi, partileri, tüm kurumları kapatan darbeler. Ama, sırtını ABD'ye dayayan “Our boys/bizim çocuklar”ın gerçekleştirdiği her darbeden sonra tek Mason locaları açık kaldı ve ilk kurulan geçiş hükümetlerinin üyelerinin üçte ikisi buralardan seçildi. İşte “Derin sır” burada gizli.. Bugün olup bitenler de farklı şeyler değil.. “Çardaktaki delikten aşağı süpürülmek ve Domuzlara yem edilmek istenen bir iktidar”ın dramını izliyorsunuz, hepsi o kadar.. “Milli İrade” işte böyle ayaklar altına alındı.. Sokaktaki terörün arkasındaki terör de bu. Bu, terörler doğuran bir terör. Terörlerin anası burada gizli. Darbelerin anası da burada gizli. Mafya, bu derin terör güçlerinin gayrimeşru çocuğu..

    Erdoğan, terörü Diyarbakır'da değil, Ankara'da arasın! Daha ağır yasalar, daha fazla güvenlik gücü, daha fazla kan, daha fazla gözyaşı ile terörü önleyemezsiniz.. Ağır yasalar, koruması öngörülen değerlere zarar verir.. Haddinden fazla şiddet, gayedeki hikmeti yok eder.

    Adalet yoksa, barış da yok. Eğer savcılar ve hakimler, barolar kendi onurlarını korumak için bedel ödemeye hazır değillerse, bu ülke çok fazla ayakta kalmaz. Adalet mülkün temelidir..

    Bu olaylar karşısında STK'lar susmamalı. CHP'nin içindeki akıl ve iz’an sahibi kimseler ya da parti örgütleri, bu darbe şakşakçılığına pirim vermemeli.. Basın bu cinayet karşısında sessiz kalmamalı.

    Karanlık bir oyun oynanıyor.. Türkiye üzerinde emelleri olan güçler, bu krizi kullanacaklar. Bu gidiş hayra alâmet değil. Durdurun bu rezaleti.. Eğer ipin ucu bir kaçarsa, yarın, sonuçları itibarı ile “Keşke tarihte 2006 diye bir yıl hiç olmasaydı” diye sızlanacağınız günler uzak değil..

    Terörle Mücadele Yasası konusunda tasarıya destek veren Anayasa Komisyonu ve Adalet Komisyonu başkanlarını kınıyorum. Son gelişmeler karşısında dik duruşundan dolayı Ersönmez Yarbay'a ve Abdullah Çalışkan'a, görevden alınan Van Savcısı ve Emniyet İstihbarat Daire Başkanı'na teşekkür ediyorum.

    Ha! Unutmadan, Ferhat Sarıkaya'nın ihracı ve TMK konulu basın açıklaması ile ilgili olarak 24 Nisan'da saat 11.30'da Sultanahmet Adliyesi önünde Hukukçular Derneği'nin basın açıklaması var efendim. Haksızlıklar karşısında sessiz kalanlar ve zalimlerin himayesini kendileri için ikbal vesilesi sayanlar dışında, hukuka ve adalete saygı duyan herkesi bekleriz. Selâm ve dua ile...

     

    Abdurrahman Dilipak (Vakit Gazetesi)

×
×
  • Create New...