Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

HİÇ

Editor
  • Content Count

    948
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    92

Posts posted by HİÇ


  1. Allah-u Teala şuanki hükümetimizi daim kılsın inşallah.

     

    samimi duygularına inanıyorum kardeşim lakin böyle bir sistem içerisinde, sistemin bünyesinde bulunan bir organın devamlılığı için dua etmek doğru olur mu bilemem. müslüman kişi insan yapımı sistemlere rağbet etmez, bunların sürekliliği için de talepte bulunmaz. Üstadın ayasofya hitabesinde geçen şu cümleleri aklıma geliyor. "Allahu Teala bu millete öteki dünyadan evvel hesap gününü açmayı nasip eylesin. Bu hesap Allah düşmanlarından sorulacak, Cenabı Hak görmeyi nasip eylesin. Asıl mühimi Cenabı hakkın kanunlarının hüküm sürdüğünü görebilmeyi bizlere nasip eylesin...


  2. 1923'ten beri ülkeyi tek başına idare eden Cumhuriyet Halk Partisi, bu seçimle iktidarı Demokrat Parti'ye devretti, ülkede bayram havası esti. Tek parti döneminde yaşanan sıkıntılar ise hala zihinlerde tazeliğini koruyor.

     

    Sivas'ın Şarkışla ilçesinde oturan 74 yaşındaki Hasan Hüseyin Bağcı ile eşi İnayet Bağcı (74) tek partili dönemini anlatırken adeta o günlere gitti, Hasan Bağcı, çektikleri sıkıntıları anlatırken gözyaşlarına hakim olamadı.

     

    "HAYVAN VE BUĞDAYLARI KAÇIRIP SAKLARDIK"

     

    kullanMenderes döneminde 30 ay askerlik yapan Hasan Hüseyin Bağcı, "Üzerimizden öyle bir ağırlık, baskı vardı ki Menderes döneminde yeniden doğmuş gibi olduk. Bizlerden alınan öşür vergileri o kadar ağırdı ki harmanımızı kaldırdığımızda buğdayı ölçerlerdi, kendilerininkini alıp giderlerdi. Bize de ne kalırsa. Onu da genelde alamazdık. Bizler de hayvanlarımızı, buğdaylarımızı kaçırıp saklardık, yoksa kışın aç kalırdık." dedi.

     

    "ASKERDEN ÇOK ÇEKTİK, ÇOK DAYAK YEDİK"

     

    Babası ve amcasının 2. Dünya Savaşı'na katıldığını söyleyen Bağcı, o dönemde özellikle askerin köylü üzerinde çok baskısı olduğunu vurguladı. "Köye gelirlerdi, başında takkesi olan varsa onu başından alıp yırtarlardı, takanı döverlerdi. Bıçak taşımak bile suç sayılıyordu. Karakola alıp ölesiye dövüp getirip köyün önüne atıyorlardı, kimse sesini çıkartamıyordu. Askerden çok çektik, çok dayak yedik. O zaman okuma yazma yoktu. Tek öğrendiğimiz Kur'an-ı Kerim'di. Onu da 'askerler geliyor' deyince saklardık. Bulduklarında yırtarlardı, yakarlardı. Okuyanları ve okutanları dayaktan geçirirlerdi, aç susuz nezarethanelerde bırakırlardı." diye konuştu.

     

    "ASKER TÜRKÇE EZAN NÖBETİ TUTARDI"

     

    Hasan Hüseyin Bağcı, tek parti döneminde ezanın Türkçe okunduğunu, insanların korkudan camiye gidemediğini anlattı. Bağcı, "Cuma günleri jandarma camide nöbet beklerdi ezan Türkçe okunuyor mu diye. Çok sıkıntılar çektik çok." dedi, gözyaşlarına hâkim olamadı. "Rabbim o günleri bize tekrar yaşatmasın." diyerek dua etti.

     

    İNSANLAR AÇLIKTAN OTLA BESLENİYORDU

     

    Eşi İnayet Bağcı ise tek parti dönemi hakkında annesinden duyduklarını şöyle anlattı: "Tek pati döneminde ot topladığını, buğdayın olmadığı dönemlerde arpa unu ile otu birleştirip küçük ekmekler yaptıklarını ve sadece o ekmeklerle açlıklarını giderdiklerini bize anlatırdı. Şimdi bolluk zamanı, halimize şükür."

     

    "ERKEK ÇOCUKLAR ELBİSE BULAMAZ ENTARİ GİYERDİ"

     

    kullanO yılları Erzurum'un ücra köylerinden Taşkesen’de yaşayan Ataullah Taşkesenlioğlu (82), kumaş sıkıntısı çekildiği için kız ve erkek çocuklarının aynı entarileri giydiğini söyledi. Tek parti döneminin baskıları ile yaşadıkları yokluğu sesi titreyerek anlatan Taşkesenlioğlu, jandarma korkusundan ahırlarda gizli gizli Kur'an-ı Kerim okuduklarını anlattı. Köy imamı olan babasının bir gün unutkanlıkla başında kavuk ile camiden çıktığını, eve giderken jandarmalar tarafından yakalanıp 15 gün Hasankale'de hapis yatırıldığını anlattı.

     

    “EKMEĞİ OLAN PARMAKLA GÖSTERİLİRDİ”

     

    Yaşlı ve yorgun bedenini dinlendirdiği koyun yününden doldurulmuş yer minderinde oturan Ataullah Teşkesenlioğlu, 1940'lı yıllarda en çok ekmeğin yokluğunu yaşayıp hissettiklerini anlattı. Taşkesenlioğlu, ekmeği olanların parmakla gösterildiğini belirtti. Şimdiki gibi bütün evlerde ekmek bulunmadığını dile getiren Taşkesenlioğlu, şöyle devam etti: "En çok gıda maddelerinden ekmek bulunmazdı. Bir kere ekmek bulundu mu her şey varmış gibiydi. Bal olsa bile ehemmiyeti yoktu, yağ da bulunmazdı. Ekmek bulundu mu herkes o kişiyi parmakla gösterirdi, 'ağa' derlerdi. Köy beylerinde ekmek bulunurdu. Şimdiki gibi her evde yoktu." Günlük yaşamın yoksulluk içinde çok güç ve ağır geçtiğini söyleyen Ataullah Taşkesenlioğlu, ekmeğin karne ile ve çok az dağıtıldığına vurgu yaptı: "Günlük idare zordu. Ekmek hep karne ile satılıyordu. Bir aileye, mesela 8 kişi varsa 4-5 ekmek verilirdi. Gidip kaymakamlıktan ya da mahalle muhtarı veya fırından alınırdı, fazla ekmek yoktu."

     

    “YA VERGİ YA DA YOLDA KAZMA KÜREK İŞİ”

     

    Anadolu halkının yokluk ve yoksulluğu iliklerine kadar yaşadığını ifade eden Ataullah Taşkesenlioğlu, özellikle köylerde kara sabana koşacak öküz bulamadıklarını anlattı. İnek, koyun ve keçilerden 'kamçı parası' adı altında vergi alındığını belirten Taşkesenlioğlu, "Hayvanlardan çifte koşulacak koşu öküzü herkeste yoktu. Onun dışında hayvanlardan koyundan, keçiden vergi alınırdı. O kamçı parasına o zaman 'yol parası' derlerdi. O yol parasını vermeyenler en az 20 gün bir ay yol yapımında çalışırdı. Şoseler hep insan gücü, kazma gücü ile yapılırdı. Ya 20 gün çalışacaktın ya da yevmiye verecektin. Koyun parası o zaman bir liraydı. Keçiler 60- 80 kuruştu. Hemen hemen bir keçi vergisiyle bir insanın vergisi de 80 kuruştu. Bir insanın vergisiyle bir keçinin vergisi aynıydı kamçı parası olarak." dedi.

     

    ŞEHRE GİDEN ÖDÜNÇ PALTO İSTERDİ

     

    Elbise bulamadığı için bir kız gibi entari giydiği yılları anlatan Taşkesenlioğlu, "Çoğusu bir tane entari giyerdi ortada köy içinde. O zaman biz de köylerde yaşıyorduk. O köy sokaklarında onunla gezerdik. Kızlarla, erkek çocuklarının arasında giyim bakımından fark kalmamıştı. Benim giydiğim entariyi, benim bacım, kardeşim giyerdi. Komşulardan şehre gidenler varsa çocuğun entarisini ister veya babanızın paltosunu isterdi, şehre gidip gelmek için. Birbirlerinin sırtındaki paltoları emanet alıp giderlerdi şehre. Korucuk, Keyvank varlıklı köylerdi. Bu köylerdekiler şapkalarını temin ederdi. Bazen kendileri kalın kumaştan yapar önüne terek koyarlardı şapka biçiminde." diye konuştu.

     

    “SARIK SEBEBİYLE 15 GÜN HAPSE ATTILAR”

     

    Ataullah Taşkesenlioğlu, köy imamı olan babasının bir gün cami çıkışında başında unuttuğu kavuğu sebebiyle jandarma tarafından yakalanıp Pasinler'de 20 gün hapis yatmasını hiç unutamıyor. Taşkesenlioğlu, bu olayı şöyle anlattı: "1941, 42. O zaman babam camide namaz kıldırmış dışarı çıkar. Ayağını atar caminin kapısının önüne. Dağ köylerinden gelen iki üç jandarma, o sırada 'hoca, hoca' diye sesleniyor. Babam dönüyor. ‘Bir dakika gelir misin? Haydi düş önümüze Hasankale'ye gideceğiz’. Babam ‘suçum ne’ diyor. Jandarmalar, ‘başındaki kavuk yetmiyor mu suçuna? Babam da diyor ki ‘Camiden çıkınca mihrapta başıma örttüğüm kavuk bu. Namaz kıldırıyordum, mihraba bırakıyordum, dışarı çıkarken başımda unutmuşum dalgınlıkla çıkmışım.’ Babamı bir kavuk yüzünden 15- 20 gün içeri attılar.”

     

    "MENDERES DÖNEMİNDE İNSAN OLDUĞUMUZU ANLADIK"

     

    "Biz ne gördüysek, insanlık, iyilik namına 1950'de gördük. İnsanlık, ilim, irfan varmış. Herkes ilmine, irfanına sahip olmalı. Bunları Menderes zamanında öğrendik. Allah onu rahmetiyle şad eylesin." dedi, seksen iki yaşındaki Taşkesenlioğlu. Türkçe ezan okumaları ve Arapça Kur'an-ı Kerim okumamaları için tek parti döneminde aralarında babasının da bulunduğu köy imamlarına yazılı belge verildiğini belirten Ataullah Taşkesenlioğlu, "Bütün köy imamlarının hepsine bu belge elinizde olacak diye dağıtırlardı. Bu belgeyi okurduk. Belgenin içinde, ‘ben, Arapça ezan okuyacağım, Arapça Kur'an okutmayacağım’ gibi 4- 5 mühim madde vardı. Çoğu bunu bilmezdi o zamanki imamların. Latin harflerini okur yazarlığı yoktu. Babam Kurnuç köyünde imamdı. Kendi öğrencilerinin köyleriydi burası. Kurnuç’ta camide yabancıların olmadığı zamanlarda cami içerisinde müezzin Arapça ezan okurdu. Ardından namazlar kılınırdı." şeklinde konuştu.

     

    "GİZLİ GİZLİ KUR'AN OKUNURDU"

     

    Tek parti döneminde Yüce Yaradan'ın kelamının gizli gizli ahırlarda okunduğunu ifade eden Taşkesenlioğlu, şunları kaydetti: "Kur'an hep gizli okunurdu. Şimdiki gibi çarşı pazarda hoparlörlerden camilerde okunan Kur'an sesleri duyulmazdı. Taziyelere giderdik 'Rızaenlillah fatiha' denir o ölünün ruhuna bağışlanır çıkardık. O zaman biz çocuktuk. Bizim hocamız Hafız Seyfettin Efendi bize Kur'an dersi verirdi. Kur'an dersini hep gizlice yapardık. Köylerde ve şehirlerde hocaefendiler çoluk çocuk cahil kalmasın diye gizli yapalardı. Biz de medresedeyken jandarma bastı. Pencere kenarında bir makat (köylerde içi toprak dolu üzeri tahta döşeli bir nevi kanepe) vardı. Makat üstüne fırladık, Kur'anları dışarı attık. Dışarıda kimse yoktu. Kadınlar peştemallarına bunları doldurarak kaçtılar. Kadının bir tanesi kaçarken ayağı kaydı veya jandarmanın tutması sonucu yere düştü. Peştemalının eteğindeki Kur'anlar yere dökülürken gördüm. Biz içerideydik, camlar kapandı. Jandarmalar geldi hocamıza olmayan hakareti yaptılar, dövme yoktu. Çocuklar, hepimiz orada olduğumuz için her halde jandarmalar yanımızda dövmek istemediler."

     

    YOLDA EKMEĞİN YARISINI YER EVDE DÖVÜLÜRDÜK

     

    kullanDenizli'de Milli Şef İsmet İnönü'nü dönemini yaşayan 85 yaşındaki Mehmet Necip Işık, vatandaşların kendisinin insan olduğunu Adnan Menderes döneminde gördüğünü söyledi. Sena Kablo Yönetim Kurulu Başkanı olan Işık, Babadağ ilçesinde arazi az olduğu için tarlalarının olmadığını ve çok ekmek bulma sıkıntısı çektiklerini ifade etti.

     

    Ekmek, gaz ve şekerin karneyle verildiği dönemde şehirden şehre un getirip götürmenin yasak olduğunu hatırlatan Işık, "Herkes memleketinde ne varsa onu yiyecek. Geceleri Uzunpınar köylüleri hayvanlarla un getirir Babadağ'da handa sabaha karşı satarlardı. 20 kilo un 1 liraydı." dedi.

     

    Çarşıdan karneyle aldıkları ekmekle doymadıklarını belirten Işık, şöyle devam etti: "Yetmezdi. (Kendi yaptıkları ekmekle) takviye eder, öyle idare ederdik. Ekmek önemliydi. Biz üç kardeş karne ekmeği almak için çarşıya giderdik. Karnenin arkasına mühür vurulurdu. Gelirken acıktığımız için yarısını yerdik. Babam evde 'neden ekmeği yediniz?' diye döverdi. Günde kişi başına bir ekmek verilirdi."

     

    "YOL VERGİSİNİ ÖDEYEMEYEN YOLDA ÇALIŞTIRILDI"

     

    İnsanların Adnan Menderes döneminde rahatladığını ifade eden Işık, "Menderes geldikten sonra insanlar insan olduğunu gördü. Değer verildiğini gördü. Halk rahat yaşamaya başladı." diye konuştu. Tek parti döneminde her aileden alınan 6 liralık yol parası vergisini ödeyemediği için angarya olarak yollarda çalıştırıldığını anlatan Işık, "Yol parası isterlerdi. Halk ödeyemezdi. Bekçi veya jandarma gelirdi. Yol parasını isterdi, vermezlerse yola götürürlerdi. 6 gün çalıştırırlardı. Günlük bir liraya. 6 lira büyük paraydı. Herkes veremezdi." ifadelerini kullandı

     

    "MEMURLAR MAAŞLARINI ALIYOR ŞAHANE YAŞIYORDU"

     

    Babasının 18 yaşında askere gidip 30 yaşında askerden geldiğini, bir çok cephede çarpıştıktan sonra 12 yıl sonra askerden geldiğini anlatan Necip Işık, dedesinin maddi durumu o zamanın şartlarına göre iyi olmasına rağmen yılda ancak bir kez baklava yiyebildiğini söyledi. Işık, "Dedemin durumu iyiydi. Bayram namazından çıkınca komşularını, cami cemaatini yemeğe davet ederdi. Biz dahi çok kişi baklavayı orada yerdik, senede bir defa. Çok kıtlık vardı. Memurla halkın durumu ayrıydı. Memurlar maaşlarını alıyorlar şahane yaşıyorlardı. Vatandaşlar bu ayrımı 'Atam kalkta bak İsmet'ine, ikiye ayırdı milletine' derlerdi." dedi.

     

    "HOCALARIN EVLERİNİ BASARLARDI"

     

    Tek parti döneminde Kur'an'ı Kerim öğreten ve öğrenenlere yapılan baskılardan da söz eden Işık, şunları kaydetti: "Jandarma Kur'an kurslarını, şikayet olmasa bile bilhassa hocaların evlerini basarlardı. Çocukları dağıtırlardı. 'Neden okutuyorsun, yasak olduğunu bilmiyor musun?' Ben Kuran'ı Kerim'i 50 yaşından sonra öğrendim. Bizim küçükler, sonra rahatladığı için onlar öğrendiler. Bizim zamanımızda çok sıkıydı."

     

    ÇANAKKALE'DE CAMİYİ MOTOR TAMİRHANESİ YAPTILAR

     

    kullanTek partili dönemde çocuk olan 82 yaşındaki araştırmacı yazar Mehmet İhsan Gençcan, 1939 yılından sonra özellikle ibadet yerlerine karşı bir savaş başlatıldığını söyledi.

     

    14 Mayıs 1950'de tek parti dönemine veda eden Türkiye'nin çileli dönemlerini bugün bile hatırlamak istemediğini belirten astsubay emeklisi Gençcan, o dönem Çanakkale'de bulunan bir caminin askerler için konaklama, bir diğerinin de motor tamirhanesi yaptırıldığını kaydetti.

     

    CAMİDE TAMİRCİLİK YAPAN KİŞİ BAŞKAN SEÇİLDİ

     

    Tamirhaneye dönüştürülen Tıflı Camisi'nin o dönemki imamının mübarek bir zat ve aynı zamanda ismi medyada sıkça anılan Tümgeneral Hıfzı Çubuk'un büyük dedesi olduğunu hatırlatan Gençcan, şöyle devam etti: "1308 yılında yapılmış olan Tıflı Camisi, çocuklara dinî eğitim verilen bir yerdi. Bugün Aynalı Çarşı'nın yanında bulunan cami, eğitime kapandıktan sonra Atatürk'ün ölümünün ardından, tek parti döneminde tamirhane olarak kullanıldı. O zamanlar orada kamyon motorları tamir edilirdi. Hattâ o dönem o tamirhaneyi işleten zat, daha sonra belediye başkanı seçildi. Tıflı Camisi, 1950 yılından sonra bugünkü halini aldı. İlk hocası da İstanbul'dan Çanakkale'ye yerleşen ailelerden, lakabı 'Pamuk Hoca' olan, bugün ismi medyada sıkça geçen Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgenarel Hıfzı Çubuklu'nun büyük dedesidir. Yani Çubuklu'un babası Remzi, onun babası Mehmet, onun da babası Pamuk hocadır. Mübarek bir zat olan Pamuk hocanın çok büyük hizmetleri olmuştur."

     

    CAMİYİ MATEMATİK ÖĞRETMENİNE SATTILAR

     

    Diğer zarar verilen ibadethanenin Dizdar Camisi olduğunu belirten Mehmet İhsan Gençcan, şunları söyledi: "Çanakkale Savaşı sırasında hasar gören ve tadilatı yapılmayan Dizdar Camisi, tek parti döneminde ahır olarak kullanıldı. Minaresi sağlam olan caminin yeri, 1946 yılında satıldı. En enteresan olay ise o dönemde, bugünkü Değirmenlik Sokak dediğimiz yerde çıkan büyük bir yangındı. Sokağın hemen köşesinde Molla Yakup Camisi vardı. Yangında bu caminin küçük bir kısmında hasar oldu. Bunun üzerine cami kapatıldı. Bir süre sonra o camiyi, matematik öğretmeni Gülseren Hanım'a sattılar. Biz 1941 yılında, Kur'ân öğrenmek için camiye gidiyorduk. Daha sonra din dersi almak yasaklandı ve bizi dağıttılar. O dönem hocamız Gökköylü hocaydı. Onun sayesinde derslerde bir hayli ilerlemiştik ama kısmet olmadı. Aynı yıl eğitime son verdikleri Fatih Camisi'ni, 2. Cihan Harbi'nde bol miktarda asker geldiği için konaklama yeri olarak kullanmaya başladılar. Öyle kullanış ki her türlü melanet, pislik yapılıyordu. Mesela cami içinde ateş yakılıp ayakkabılarla giriliyordu. Burası camilik vasfını kaybetmişti. Fatih Camisi, 1950 yılından sonra bugünkü halini aldı."

     

    "MENDERES GELİNCE BAYRAM SEVİNCİ YAŞANDI"

     

    kullanTek parti döneminde taş kırarak yol yapımında çalışan Ramazan Büyükkeskin (86), "66 yıl önce Korkuteli'nden Antalya'ya 2 günde giderdik. Şimdi 45 dakikada gidiyoruz. " dedi.

     

    Antalya'nın Korkuteli ilçesinde yaşayan eski Demokrat Parti (DP) delegesi Ramazan Büyükkeskin (86), Milli Şef döneminin zor şartlarını hiç unutamıyor. Tek parti döneminde yol açım ve yapım çalışmalarının insanların bilek gücüyle yapıldığını belirten Büyükkeskin, Antalya-Korkuteli arası yol yapımında 11 ay balyozla taş kırarak çalışma yaptığını ifade etti. Adnan Menderes'in, DP'yi kurduktan 4 yıl sonra 14 Mayıs 1950'de tek başına iktidara gelir gelmez insan gücüyle yol yapım çalışmalarına son verdiğini belirten Büyükkeskin, yol yapım çalışmalarının iş makineleriyle yapılmaya başladığını kaydetti.

     

    "EN LÜKS YİYECEĞİMİZ EKMEK ARASI SOĞAN VE PEYNİRDİ"

     

    Büyükkeskin, "Tek parti döneminde çok fakirlik ve sıkıntı çektik. Ayağımıza giyecek ayakkabı yoktu. Ayağımda lastik çarıkla 11 ay yol açımında çalıştım. 66 yıl önce Korkuteli'nden Antalya'ya 2 günde giderdik. Şimdi ise 45 dakikada gidiyoruz. Balyozla yol açım çalışmalarında çalıştığım günleri hiç unutamıyorum. Çok terlememize rağmen bir ay hiç banyo yapamadık. En lüks yiyeceğimiz ekmek arası soğan ve peynir. Menderes iktidara gelince el gücüyle yol yapım çalışmasına son verdi. Tek parti döneminde ürettiğin mahsulün yüzde 50'den yukarısını devlet vergi olarak alıyordu. Yaz sıcağında öküz arkasında dövenle dönerek buğday tanesi çıkarmak zor. Çıkardığın buğdayların çoğu da vergi olarak gidiyordu. Allah o dönemleri bir daha yaşatmasın bu millete. Menderes, iktidara gelince çok sevindik. Yol açımı için iş makineleri gelince sevincimizden bunlar Menderes'in develeri diyorduk. " diye konuştu.

     

    Menderes'i ilk defa yakından 5 Ocak 1956'da Antalya Dokuma Fabrikası'nın temeline ilk harcı dökerken gördüğünü belirten Büyükkeskin, 27 Mayıs 1960 askeri darbe sonrası Menderes ve 2 bakanının idam edildiği haberini radyodan gözyaşı içinde öğrendiklerini kaydetti. Keskin, Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun idam edildiği haberinin duyduklarında babasının ağlamaktan gözlerinin kıpkırmızı olduğunu belirtti.

     

    "İLK EZANI HOCA GÖZYAŞLARI İÇİNDE 15 DAKİKADA ZOR OKUDU"

     

    Korkuteli halkının, ezanın yeniden Arapça okunma sevincini bir birine sarılarak gözyaşı içinde kutladığını belirten Ramazan Büyükkeskin, ezan kararıyla Menderes'in Anadolu insanının gönlünde taht kurduğunu kaydetti. Tek parti dönemindeki 18 yıllık ezan yasağının, 16 Haziran 1950 yılında ramazan ayının başlanılmasına bir gün kala kalktığı bilgisini veren Büyükkeskin, minareden 'Allah'u Ekber' sesini duyan halkın cami avlusu etrafında toplanarak gözyaşı döktüğünü kaydetti. Büyükkeskin, "Minarelerde ezan hep 'Tanrı uludur, Tanrı uludur' diye okunuyordu. Menderes, iktidara gelir gelmez ezan 'din dilinde' okunacak dedi. İlk ezanı camiden hoca gözyaşları içinde 15 dakikada zor okudu. Cami etrafına toplanan kalabalığı da ağlattı." dedi.

     

    "İBADETHANELER BUĞDAY AMBARI OLARAK KULLANILDI"

     

    kullanÇorumlu 77 yaşındaki Bahattin Altıkardeş, tek parti döneminin canlı tanıklarından. Kur'an kurslarının kapatılması, ezanın Türkçe okunması, camilerin buğday ambarı olarak kullanılmasına kadar hemen her şeye şahit olan Bahattin Altıkardeş, o karanlık günleri hatırlamak dahi istemiyor.

     

    Tek parti döneminde yaşananları anlatırken gözleri dolan Bahattin Altıkardeş, "O dönemler gerçekten bu milletin yaşadığı en zor dönemlerdi. Ezanı Türkçe okunması, camilerin kapatılması. Bunları kabul etmek çok zordu. Salatü selam dahi Türkçe söyleniyordu. Hatta camiler yıkılıp arazisi vatandaşa satılıyordu. Bir şey vardı o zamanlarda emre itaat diye. Biz de öyle yapmak zorunda kaldık.'' dedi.

     

    JANDARMADAN KAÇARDIK

     

    O dönemlerde Çorum'daki 10 kadar ibadet yerinin depo olarak kullanıldığını belirten Altıkardeş, Çorum merkezde bulunan Abdibey Camii'nin buğday ambarı olarak kullanıldığını, bir camininde yıkılarak yerinin vatandaşlara satıldığını söyledi. Kadınların mahalle aralarında Kur'an öğrettiğini söyleyen Altıkardeş, 'Jandarma geliyor, polis geliyor' denildiği zaman kaçtıklarını dile getirdi.

     

    ASKER NE DERSE O OLUYORDU

     

    Altıkardeş, "Kur'an kurslarında Arapça kitap bulundurmak yasaktı, büyük cezaları vardı. Kur'an dışında ne yazı ne de kitap bulunduramıyorduk. Zor dönemlerdi. Şimdiki gibi ne özgürlük vardı ne demokrasi. Asker ne derse o oluyordu. Tek parti dönemi Türkiye'nin acı geçmişi. Ben o dönemi yaşayan biri olarak size diyorum ki 'yaşadığınız dönemin değerini bilin, şükredin' ki dininizi yaşayabiliyor ibadet edebiliyorsunuz. Camileriniz kapatılmıyor, ibadetiniz engellenmiyor aksine ibadet edebileceğiniz ortam sağlanmaya çalışılıyor. Camiler yapılıyor iş imkanları veriliyor halinize şükredin.'' diye konuştu.

     

    CİHAN

     

    http://www.haber7.com/haber/20110514/Tek-partili-yillari-gozyaslariyla-anlattilar.php


  3. "Erkekler kadınlar üzerinde kavvamdır."(yönetici ve koruyucudur) Nisa sûresi 34. âyete geçen hafta başlamıştık. Kaldığımız yerden devam ediyoruz, âyet bitene kadar inşallah.

     

    Kadın erkeğin evde reisliğini, yönetici ve koruyuculuğunu kabul ettikten sonra ne olacak? Doğal olarak evin reisine saygılı olacak. Âyet şöyle devam ediyor:

     

    “Saliha kadınlar gönülden itaat ederler.” Allah (c.c) "İyi kadınlar kocalarına itaatli ve saygılıdırlar." buyuruyor.

     

    Tüylerimizi diken diken eden bir emir. "Kocaya itaat" Bu iki kelime yan yana geldiğinde biz kadınları çok fazla rahatsız ediyor. Allah'a itaat "tamam" seve seve başım üstüne; ama kocaya itaat "olmaz." Oysa kocaya itaat Allah(c.c) ın emri olduğu için aslında Yaradan'ına itaat etmiş oluyor kadın.

     

    Sevgili peygamberimiz de pek çok Hadis-i Şerif ile kadının kocasına itaatinin önemine dikkat çekiyor.

     

    "Kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur ve kocasına itaat ederse, cennete girer." buyuruyor bu hâdis-i Şeriflerin birinde.

     

    Öyle kaçılmak isteniyor ki bu âyeti kerîme'nin emrinden, âyet inkar edilemiyor fakat bu âyeti destekleyen bazı Hadis-i Şerîfleri inkar noktasına gelebiliyor kadınlar.

     

    " İnsanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına secde etmesini emrederdim."

     

    Mesela bu hadisi şerifi pek çok kadın "sahih değildir" diyerek kabul etmiyor. Oysa Hadis-i Şerîf sahih, kaynakları da sağlam. Riyazussalihin' de aldığım Hadis-i Şerîf kaynak olarak Tirmizî Radâ 10; Ebu Davud Nikah 40; İbni Mace Nikah 4 te yer alıyor.

     

    Buradaki secde kelimesinin tabii ki Allah'a secde etmekle alakası yok. Peygamberimiz bu Hadis-i Şerif'le ailede mutluluk için kadının kocasına saygı duymasının ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiş.

     

    “Ne yani, şimdi biz kocalarımıza itaat edeceğiz, onlarda bizi paspas gibi ezecek mi?”

     

    Allah’a karşı ne kötü bir zan. Rabbim kadının ezilmesini ister mi? Yaradan’ımız kadının kocasına itaatini emretmişse elbette pek çok da hikmetler vardır. Kadına itaat emredilirken, erkeğe de ezme kadını hakkı verilmemiş. Karşılıklı haklar var.

     

    Bakara 228. Âyeti Kerîme'de:

     

    “Erkeklerin kadınlar üzerinde ma’ruf (meşru olan) hakları olduğu gibi, kadınlarında onlar üzerinde hakları vardır. Yalnız erkeklerinki onlara göre (aile reisliği ve görevleri bakımından) bir derece fazladır. Allah mutlak galiptir hüküm ve hikmet sahibidir.”

     

    Kadına kocasına itaat emredilmiş fakat kadını ezmek için değil korumak için. Kadın kendinden güçlü yaratılmış erkeğin karşısında ancak ona yumuşak davranarak kendini koruyabilir. "Yumuşak ipeği en keskin kılıç bile kesemez."

     

    İtaatten ne anlamlıyız?

     

    “Kadın erkeğin her istediğini yapacak, erkek emredecek kadın ezilecek.” Böyle anlayanlar var. Ben böyle anlamıyorum. Benim erkeğe itaatten anladığım, “Kadın kocasına saygısızlık etmeyecek, onunla mücadeleye girmeyecek, erkeğin ailedeki otoritesini kabul edecek.”

     

    Kadın istediklerini kocasına tatlı tatlı yaptırabilir. Kadın yine itaat etmiş olur. Kadının sözleri önemsiz olacak, kadının istedikleri yapılmayacak diye bir şey yok. Kadının erkeğin karşısına dikilmesi, bağırması çağırması, kavga etmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın psikolojisini düşündüğünüz zaman bu tavır, öncelikle duygusal yaratılmış kadını yorar, yıpratır.

     

    Fakat günümüzde maalesef ki kadınların çoğu, erkeklerle mücadele etmeyi bir maharet zannediyorlar. Erkeğe itaat bir geri kalmışlık gibi addediliyor. Bu da aile kurumuna ciddi zararlar veriyor. Sonuç kadınlar mutsuz, erkekler kırgın.

     

    Erkekler sert yaratılmışlar, fakat kaba değil. Arada çok büyük bir fark var. Günümüz kadını erkeğin sert tabiatını, filmlerdeki romantizm sosuna batırılmış erkeklere bakarak kabalık olarak yorumluyor ve erkeklere kızgınlık besliyor.

     

    Biz kadınlar, bir şey işimize gelmezse içimizi rahatlatmak için çıkış yolları ararız.

     

    Allah’ın emrini inkar edemeyeceğimize göre ahrete kadar kendimizi oyalayacak sebepler bulmamız lâzım ki iç sesimiz bizi dürtüp rahatsız etmesin.

     

    Bulmak isterseniz bahane tükenmez: “İtaat etmiyorsam sebebi var canım. Allah bu kocaya itaati emretmemiştir herhalde. Bu adam geçmişte bana şöyle şöyle haksızlık yapmıştı. İlmî ehliyeti yok. Namazını ancak kılıyor. Gelsin peygamberimiz gibi bir erkek ona itaat edeyim.”

     

    Allah(c.c) âyette "İyi kadınlar, iyi erkeklere itaat ederler." buyurmuyor. İtaat edilmesi gereken erkeklerin vasıfları sayılmamış. Kadının koca olmasını kabul ettiği erkek itaati hak etmiş oluyor bu durumda.

     

    Kadın ya kocasına itaat edecek ya da onu koca olacak vasıflarda görmüyorsa boşanacak. “Hem yaşarım hem de adamı adam yerine koymam, süründürürüm” gibi üçüncü bir alternatif dinimizde yok.

     

    Pek çok dindar kadın kocasını beğenmiyor, takvalı bulmuyor. Kimi kocasının nafile oruç tutmamasından, kimi televizyona bakmasından, kimi müzik dinlemesinden, kimi kocasının çok kitap okumamasından dolayı dertli.

     

    Kocalarını kendileri kadar asil bulmadıkları için onları basit zevkleri olmakla suçlayıp aşağılayan ve kocalarından daha fazla ibadet ettikleri için de kendilerini pek bir takvalı ve saliha hanım zanneden kadınlar çok.

     

    Oysa Allah (c.c) "Sâliha hanımlar kocalarına gönülden itaat ederler." buyuruyor. "Kocalarını kendilerinden aşağı görürler." demiyor.

     

    Kadınlar bildikçe öğrendikçe koca beğenmemeye başlıyorlar. Erkekler işle güçle uğraşırken kadınların bilgi edinmek için pek çok kaynağı var. Televizyonda pek çok konuda uzman kişiler çıkıyor, pek çok konu konuşuluyor. Geçenlerde bir teyze gördüm, televizyonda şifalı bitkilerle ilgili program izlemekten konuya epeyce vâkıf olmuş etrafına tavsiyelerde bulunuyordu.

     

    Sonra internet var, kitaplar var ve kadınların okumak için zamanları var. Ayrıca sürekli seminerler, konferanslar düzenleyen belediyeler, vakıf ve dernekler var. Buralara da kadınlar daha çok katılıyor.

     

    Bilgi güzel bir şey. Fakat her güzel şeyin düşmanı vardır. İlmin düşmanı da kibirdir. Şeytan da âlimdi fakat ilminin getirdiği kibir ile Allah’a isyan etti ve rahmetten kovuldu.

     

    Materyalist bir çağda egolarımız sürekli dürtüldü için en çok kendimizi beğenir olduk. Kibir insanları Allah’ın rahmetinden ve insanların gönlünden kovduran, gözden düşüren en tehlikeli huydur. Kibir şeytanın en sevdiği günahtır. Kibir, gurur ve inatla da yakın kardeştir. Sakınmak lâzım. Kibir konusunu kitaplardan çok okumak lâzım.

     

    Velev ki erkek bilgi, zenginlik, eğitim gibi konularda kadından daha geride olsa bile mademki Rabbimiz aileye yönetici olarak seçmiş, her hal-u kârda kadın kocasına itaatli ve saygılı olmak zorundadır.

     

    Teşbihte hata olmaz derler, üniversite mezunu bir çalışanın ilkokul mezunu diye patronunu beğenmeyip istediklerini yapmaması, isyankar olması mümkün müdür?

     

    Ya orda çalışmayacak ya da patron olarak onu kabul ediyorsa saygılı olacak.

     

    Çalışan kadın iş yerinde patronuna gayet saygılı, onun eğitimini sorgulamıyor. Maaşını alabilmek için patronun emirlerini yerine getiriyor ve kendini ezik falan hissetmiyor. Fakat aynı kadın eve gelince kocasının iki sözüne tahammül edemeyip saygı sınırlarını aşıyor.

     

    Allah’ın emrine karşılık, patronun parası daha öne geçebiliyor maalesef. Halbuki eşi de ailenin maddi manevi sorumluluklarını taşıyor.

     

    Bizden önceki nesilde erkeğe saygı vardı; fakat bu gönülden bir saygı değildi genellikle. Kadınlar erkeklerden korktukları için zoraki saygı duyarlardı. Erkek düşmanlığının üzerine güzel bir saygı inşa etmek zaten zordur. Kadın kocasının karşısında konuşmaz; ama bunu kendine dert eder, içinde biriktirir. Mutfağa gitse, çocuklarına kocasının ardından konuşur, çocukları babasına düşman eder, komşuya gider, kocasını çekiştirir. Ezik psikolojisi içinde yaşar.

     

    Oysa Allah zoraki bir itaatten bahsetmiyor. Gönülden yapılacak bir itaat istiyor. "Gönülsüz aş ya karın ağrıtır ya baş."

     

    Allah (c.c) bu ayette saliha kadınları “kanitat” olarak vasıflandırmıştır. “Kunut” severek isteyerek itaat üzere olmak, demektir. Zoraki, hoşlanmayarak, içinde sıkıntı duyarak ara sıra yapılan bir ita­at değil, tam aksi isteyerek, severek, içinden gelerek itaat edilmesi Rabbimizin emridir.

     

    Bu da ancak nefsine tapınmayan ve Allah'ın rızasını isteyen mü'min hanımlar için mümkündür. Çünkü evin reisini erkek olarak Allah(c.c) tayin etmiştir. Sonuçta kocaya itaat Allah (c.c) itaattir.

     

    Âyeti Kerîme itaat emrinden sonra şöyle devam ediyor:

     

    “Hem de Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri gizlide de (kocalarının olmadığı yerde de ırzlarını ve kocalarının mallarını) koruyanlardır.”

     

    Kadınlar, namuslarını ve kocalarının mallarını korur, kocalarının sırlarını ifşa etmez ve kocalarıyla kendileri arasında gizli halleri başkasına anlatmazlar. Allah’tan korktukları için kocaları olmadığı zaman bile onların haklarını korurlar.

     

    Maalesef ki günümüzde itaatin tam aksi eşitlik davası ile karı koca arasında mücadele körükleniyor. Ne de olsa bir toplumu yıkmanın en iyi yolu aileyi yıkmaktır. Biz de bu tuzaklara çok çabuk düşüyoruz. Bir türlü mutlu olamıyoruz.

     

    Oysa elimizde Yaradan'ımızın mutluluk reçeteleri var, daha niçin mutsuzuz ki? Kadınlar için ilaç biraz acı gibi görünüyor; ama o ilacı almadan şifa mümkün değil.

     

    Sema Maraşlı - Haber 7

    • Like 4

  4. MUHTEREM ÖMER MUHAMMED ÖZTÜRK'ÜN SÖZLERİ

     

    *Allah (c.c.); kendi yolunda bulunan kulunu imtihân eder, ama mahrûm etmez.

     

    *Kimin istikâmeti daha düzgün ise o Allah (c.c.)’ya daha yakındır.

     

    *Sabırla muâmele hayırlı neticeler getirir.

     

    *Vazîfemiz Allah (c.c.) demek, kullara da Allah (c.c.) dedirtmektir.

     

    *Dünya muhabbetinin kalbini sarmış olduğu kimseler ancak fâiz alıp verebilir.

     

    *Toplumun temeli tesettüre dayanır.

     

    *Aile reisinin temel görevlerinden ikisi tesettüre uymayı sağlamak ve eve helâl rızık getirmektir.

     

    *Bu dünyada (nefs ve hevâsına uyarak) yaşama hakkını kullanan kimse, âhiretteki yaşama hakkını kaybetmiştir.

     

    *Müslümanın tatili iş değişikliği yapmaktır. Müslüman böylece dinlenir.

     

    *Şerî’at, tarîkat; zikir ve fikir hepsinden maksad; ahlâkı güzelleştirmektir.

     

    *Ta’zîm ile yapılan ibâdet kişiyi Allah (c.c.)’nun zâtına yaklaştırır.

     

    *Peygamberlerden sonra insanların en akıllısı Hz. Ebûbekir (r.a.)’dir. Çünkü Nebî (s.a.v.)’in yolunda her şeyini fedâ etmiştir.

     

    *Bir tek bilen vardır. O da Nebî (s.a.v.)’dir. Söylenen söz ancak O (s.a.v.)’in sözüne uyuyorsa muterberdir.

     

    *Edebe riâyet etmezsen yıktığın yaptığından fazla olur.

     

    *Edebi zâyi’ edersen, İslâm’ı muhafaza edemezsin.

     

    *İslâm taharet-i kâmile (tam bir temizlik) dînidir.

     

    *Para cepte olabilir, kasada olabilir; ama kalpte olması câiz değildir.

     

    *İslâm’ın propagandaya ihtiyacı yoktur. En güzel propaganda onu sünnete tam olarak uyarak yaşamaktır.

     

    *İslam aksiyon dîni değildir, amel dînidir. Allah ve Resûlü emreder ve biz yaparız.

     

    *Bir meclisin (oturumun) câiz olabilmesi için bir şey öğrenmek veya öğretmek şarttır.

     

    *Oldum demek öldüm demektir.

     

    *Tecrübe para ile satılan bir şey olsaydı bütün paranızı verip almanızı tavsiye ederdim.

     

    *Hacca umreye para ile gidilmez, duâ ile gidilir. Yani ihlas ile dua edene maddi durumu müsait olsun veya olmasın Allah bir kapı açar.

     

    http://www.ramazanoglumahmudsamiks.com/menu9_02.php


  5. haberi okuyunca kendimi kötü hissettim. Nur yüzli İskilipli Atıf Hocam başta olmak üzere pekçok müslümanın idam edilmesine sebep olan, islam düşmanı bir adamın adını bir parka vererek ölümsüzleştirmek Üstad Necip Fazıl ın tabiri ile "küfür kuduzu" CHP zihniyeti ile açıklanabilir. Allahu Teala şerlerinden ümmeti muhammedi emin eylesin.

     

     

     

     

     

     

    Ankara'da CHP'li Yenimahalle Belediyesi, İskilipli Atıf Hoca başta olmak üzere birçok alimin idam fermanını imzalayan İstiklal Mahkemesi Başkanı Ali Çetinkaya'nın ismini bir parka verdi. Yenimahalle Belediye Meclisi'nin 4 Mayıs 2011 tarihli toplantıda Belediye Başkanı Fethi Yaşar'ın verdiği önerge gündeme alınarak Ali Çetinkaya'nın isminin bir parka verilmesi kararlaştırıldı. AK Partili meclis üyeleri karara itirazda bulundu. İtiraza rağmen Fethi Yaşar, Komisyon Raporu'nu yazıldığı şekliyle oylamaya sundu ve oy çokluğuyla kabul edildi.

     

    MHP SESSİZ

     

    Kararın çıkmasının ardından AK Parti meclis üyelerinden bir kaç kişi Yaşar ile görüşerek, Ali Çetinkaya'nın TBMM'de tartıştığı Halit Paşa'yı kendi tabancasıyla vurarak öldürüldüğünü hatırlattılar. Yaşar'ın ise "Eli titremeden tam alnının ortasından vurdu. Atatürk'e laf söyleyen adamlar hak eder bunu" karşılığını verdiği öğrenildi. Kararın çıkması sırasında Belediye Meclisi'nde büyük bir tartışma yaşanırken, MHP'lilerin tarafsız kalmayı tercih ettiği görüldü. Selçuklu Vakfı Genel Başkanı Eyüp Gökhan Özekin, farklı bir CHP'li olarak gördükleri Fethi Yaşar'ın kendilerini hayal kırıklığına uğrattığını söyledi.

     

    PAKSÜT'E UZANAN İLGİNÇ AİLE

     

    'Kel Ali' veya 'Cellat Ali' olarak bilinen Ali Çetinkaya'ın bir diğer özelliği Ergenekon soruşturması kapsamında ifade veren Anayasa Başkanvekili Osman Paksüt'ün de dedesi olması. 'Kel Ali'nin oğlu Emin Paksüt ise 27 Mayıs sonrası Anayasayı hazırlayan komisyonun başkanvekilliğini yapmıştı.

     

    YENİ ŞAFAK

     

    http://www.haber7.com/haber/20110511/CHPden-Kel-Ali-adina-park.php


  6. Avrupa'ya giden insanlar arasında asimile olmadan dinini yaşayabilenlerin oranı düşük olsa gerek. O toplum yapısı içerisinde imtihan da zor. Ülkemiz de dinimizi yaşamakta zorluk çekerken oraya ve oranın şartlarını düşününce işleri daha zor. Muhakkak güzel örnekler vardır. Allah ın izniyle dünyanın dört bir yanında da kıyamete kadar olacaktır lakin Avrupa veya Amerika da müslümanların yozlaşması had safhadadır.

     

    İslam dini en güzel yaşayarak tebliğ edilir, yazıda da belirtildiği üzere. Biz ah biz bir adam olabilsek,dinimizi yaşayabilsek dünya önümüzde diz çökecek... Allah yaşayıp yaşatmayı nasip eylesin...

     

    Futbol uzaktan takip ettiğim ama tsavip etmediğim bir spordur. Tek kelimeyle uyuşturucudur. Bunu zaten konuşmaya bile gerek yok. Üstadımızın da bu mevzularla alakalı 3 adet çerçeve yazısı mevcuttur. İspanya karalı general franco 30 sene halkını dikdatörlükle yönetmiş ve halktan kendisine neden bir isyan gelmediği sorulunca benim 3F formülüm var demiştir. Fado(müzik), Fiesta(eğlence), Futbol. ve diyor ki ben halkı yüzbinlik beşiklerde uyuttum diyor. (Bernebeu, Neu Camp). Nuri artık hangi amaca hizmet eder bilemeyiz. Temenniler güzel inşallah öyle olur...


  7. KALBLERİ ÖLDÜREN SEKİZ HASTALIK

     

    İbrâhîm b. Edhem (k.s.)'a şöyle denildi: "Neden biz Allah'a duâ ediyoruz da Allah bizim duamızı kabul etmiyor. Oysa Allâhü Te'âlâ 'Bana duâ ediniz! Sizin duanızı kabul edeyim' buyurmuştur" (Bakara s.186) İbrâhîm b. Edhem (k.s.) cevâb olarak 'Çünkü sizin kalbleriniz ölüdür de ondan' dedi, Acaba kalblerimizi öldüren nedir?' diye soruldu. O da şöyle cevâb verdi: 'Kalblerinizi öldüren sekiz haslettir:

     

    1- Siz Allah (c.c.)'nun hakkını biliyorsunuz, fakat yerine getirmiyorsunuz.

     

    2- Kur'ân'ı okuyorsunuz; fakat onun emirlerini tatbîk et­miyorsunuz.

     

    3- 'Biz Hz. Peygamber (s.a.v.)'i seviyoruz' diyorsunuz; fakat Sünnetine göre amel etmiyorsunuz.

     

    4- 'Ölümden korkarız' diyorsunuz; fakat ölüm için hazır­lık yapmıyorsunuz.

     

    5- Allâhü Te'âlâ 'Muhakkak şeytân sizin için düşmandır, Bu bakımdan siz de onu düşman edinin' (Fâtır s. 6) buyur­muştur. Siz ise günahlar hususunda şeytâna uyuyorsu­nuz.

     

    6- 'Biz ateşten korkuyoruz' diyorsunuz; oysa bedenleri­nizi ateşte helak ediyorsunuz.

     

    7- 'Biz cenneti seviyoruz' diyorsunuz; oysa cennet için hiçbir amelde bulunmuyorsunuz.

     

    8- Yataklarınızdan kalktığınız zaman, ayıplarınızı sırtını­zın arkasına atıyorsunuz. Halkın ayıplarını getirip önünüze seriyorsunuz. Böylece Rabbinizi gazaba getiriyorsunuz! Acaba durum böyle iken Rabbiniz sizin duanızı nasıl kabul edecektir?

     

    (Hüccetü'l-İslâm İmâm-ı Gazâli (k.s.), İhya; Ulumiddin, 4.c.)

     

    Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz buyurdular ki:

    "Demir paslandığı gibi, kalbler de günahla paslanır. Kalblerin cilâsı ölümü çok hatırlamak ve Kur'ân-ı kerim okumaktır." (Beyhâki)

     

    10 Mayıs, Mevtana Takvimi

     

    www.mevlanatakvimi.com

    • Like 1

  8. İşte şimdi zokayı yuttum dedim mi demedim mi? Tabii ki hayır!

     

    Evvela şol yukardaki yazının, dolu dolu, samimi ve de katıksız bir müslümandan çıktığı zahirdir. Takdir ettim kardeşim. Herbir cümlesine, noktasına ve dahi virgülüne saygım var, alınlarından öpüyorum! Bana fikir ver, ağzımdan lokmamı al. Bu ne bakkal edebiyatı demeyiniz, fena duygulandım.

     

    Buradan yazdıklarınıza ihtilaf etmediğim sanırım aşikar. Üstad tabii ki her daim lafı tam kitabın ortasından der, hele İslam'da dini meselelerde zerre tavize ve de müsamahaya tahammülü edemez! Eğri işlerden, ucuz hesaplardan hazzetmez. Al benden de o kadar! Ee ne diye konuşuyorsun o zaman? Sabır efendim geliyorum.

     

    Şimdi geçenlerde bir eserde rastladım, Üstad merhum Özal için diyor ki; "Sakin ola ki Turgut'u zahirine bakıp da yıpratmaya kalkmayın!" "Takunyalı başbakan"ım benim, rahmetliyi çok severim mekanı cennet olsun. Haa durum ne, "zahirine bakarak" şimdi bu politika, siyaset dedikleri meret zor iş. Şimdi Bağış kalkıp, afbuyurun, "gavuristanın sayın kardinali, bakınız dininiz sahih değil, hatta taptığınız şey de sizi duymuyor, ama bana halis kalple bir dua et, bak siyasetten anlıyorsun, fena zordayız abi." dese, O zaman ne kadar bu kaygan zeminde söz sahibi olur, ne kadar saygınlık kazanır. Dedim ya, stratejik davranmak zorunda. Yoksa, bir eğilmenin, tokalaşmanın,espri yapmanın; dini, diyaneti sattığı şeklinde anlamamak lazım. E ben, bu iş takiyyeli diye, benim imanımı "gaydırır" diye kenara çekileyim, o şekilsin, beraber çekileleim, kimlere kalacak bu iş? O anguslara mı? Şimdi burada benim zaviyemin, bakış açımın genişliği sanırım sizi rahatsız etti. Hayır efendimiz, emin olunuz yüzüm güler, elim yazar, ama onların yüzlerine şöyle ayakkabımın izini çıkartmak isterim yahut sol bekten ayağına bir tekme falan. Ama biz bu işi "one minute" ile daha felsefik davranmakla da hallederiz ve "fransız kalırlar". Bunu artık dünya kamuoyunda söz sahibi olmak, at oynatmak için yapmak zorundasınız. Yoksa düdüğü Netanyahu, Sarkozy, Medmedev bilmem ne içi boz politikalanın sünepe, kokuşmuş hoşaf adamlarına bırakırsan, öttür borunu öttür kalksın artık kazanlar.

     

    Üstad'ın bir diğer cümlesi yine merhum Özal için; "Turgut, tankın paletleri gibi olmalısın. Hem hızlı yol almalı hem de araziye uymalısın." Acaba buradaki arazi bizim TOKİ arazileri mi? Yanıt zor olmasa gerek. Şimdi buradan anlayacağımız nedir nedir? Bir pergel gibi ayağını dinî, şer'î hususlarda beton gibi, demir gibi sabit kılacaksın diğeriyle tüm dünyaya hükmedeceksin, her alanda, her dalda. Bu nasrani olsun, ibrahimi dinin adamı olsun, kamboçyalı olsun. Bakınız ayrımına varınız, bu dinler arası diyalogla yakından uzaktan ilişkilendirilmemeli, onları "bir gece ansızın" boğazlayacağım zaten. Benim üzerinde durduğum, politik, siyasi tutum. Sonrasında Orta Doğu'nun tüm müslüman ve de Türkmen devletlerinin borazanlığını, gonk vuruculuğunu yapmak var. Yani benim bakış zaviyem budur. Eğer ki, boyunlarına geçirdikleri gravat hakikati söylemelerine engel olacaksa birinci dereceden ben onları yalnız bırakır ve de vetomu, muhtıramı basarım zaten. Umarım vermek istediğimi anladınız.

     

    Bu arada, misalini verdiğiniz Ulu Hakan'ın Theodor Herzl ile yüz yüze görüşmesi ve de huzurundan kovması meselesi meşhur bir galattır. Ulu Hakan kesinlikle kendisiyle yüzyüze görüşmeyi kabul etmemiş daim teklifleri resddetmiştir. Sarayında çok yakın bir adamının aracılığıyla haber ulaştırmış Herlz. Yani Vahdettin Engin'in "Pazarlık" eseri böyle diyor, benden demesi. Bu durumda da ufak bir mantık yürütecek olursam, Sultan'ım Hakan'ım, Cennet Mekan'ım en muazzzam ve de keskin çizgilerle kararlılığını ve de tutumunu koymuş ortaya. Ama adamların niyeti alışveriş değil ki kardeşim, gelip toprağımızda devlet kurmayı kuruyor, sinsi it! Tövbe, tövbe. "Milleti olmayan vatan, vatanı omayan millete verilmeli"ymiş! Bakın yine tüylerim diken diken oldu. Tamam sakinim.

     

    Diyeceğim, oradaki mevzu farklı. Biz burada hak çizgide, siyaset ve politika sahasında Türkiye'ni ve de müslüman devletlerin sesini daha gür çıkarmak için biraz maske takmaktan bahsediyoruz. Bunu kabullenemiyorsanız benim sualimin yönünü değiştirmem gerekecek, siyasette bir müslümanın rolü ne olmalı? Ya da bir farklı zaviye ile AB'ye girmeli miyiz?

     

    Benim elimdeki fikirlerim bunlar kardeş. Şimdi ne dersin?

     

     

    Yazının en başında saymış olduğun hususlara layık oluruz inşallah. Allah razı olsun...

     

    Üstad ne demiş; "İnsan başı ile fara kafasını birbirinden ayıran en önemli özellik fikir öfkesidir". İnsan fikriyle vardır, düşüncesiyle vardır. Temelde din başlı başına bir fikirdir bir tercihtir. İslamı kabul etmiş biri fikir olarak da İslama göre düşünür, düşünmek zorundadır. Bunun aksi samimiyetsizliktir. Cevaplamam icap eden hususları elimden geldiğince özet geçerek cevaplamaya çalışacağım.

     

    Öncelikle siyaset. Bu mevzu ile alakalı bir kaç sayfalık bir yazı yazmayı düşünüyorum. üstadın tabiri ile zihnimde protoplazma halinde dönen duran cümlelerden bazılarını buraya aktaracağım. en temelde demokrasi eski yunana dayanan bir fikirdir. Demos ve kratos kelimelerinden oluşur. Halk idaresi manasına gelir. İslam bize Hakkın idaresinden bahseder. Bu minvalde insan yapımı hiçbir sistem bizim sistemimin olamaz ve bizi hedefe ulaştıramaz. Müslümanın ölçüsü hem birey olarak hem toplum olarak islamdır. Metod önceden de vurguladığım gibi peygamber efendimiz sav in metodudur. O sav neyi ne şekilde yapmışsa bizim için o mevzu ile alakalı davranışımız ve hareketimiz O sav in yaptığına uygun O sav in yaptığı gibi olmalıdır. Şimdi temelde siyasetin amacı ipleri elde tutma fikri. Bu teklif efendimiz sav müşrikler tarafından yapıldığında "güneşi sağ elime ayı sol elime verseniz ben bu hak davamdan vazgeçmem" cevabını aldılar. Başa geçme ile çözüm gelmez. Çözüm islamı yaşama ile gelir, dine sarılma ile gelir. Bunun haricindeki bütün yollar çıkmaz sokaktır, belli bir noktadan öteye geçemez. Üstad Türkiyenin Manzarası isimli kitabında parti ile alakalı; "bizim partimi yoktur ve olamaz ancak bazı ehveni şer hesaplarımız olabilir ki bu da ölümü peşinen kabulleniğp zahmetsizini aramaktan başka birşey değildir. Montajı yapılmamış ve her an yapılmaya hazır makine parçaları gibi fert fert olabiliyor muyuz ona bakalım" Olayın hülasası budur.

     

    Maske takmak mevzusuna gelince bunun örneği var mı ki tarihte? Kendini gizleme, tam olarak rengini belli etmeme. Şöyle var can korkusu mevu bahis olduğundda bu yapılabilir ve yapılmıştır da. Bunun haricinde makam mevki kazanmak, söz sahibi olabilmek için müslüman kimliğini geri planda bırakıp islama uymayan hareketleri mübah saymak islam düşüncesine uymayan bir husustur. Müslümanlık müslümanın kimlik kartıdır. Ya vardır ya yoktur. duruma göre öyle duruma göre böyle davranmak siyasetin ve günümüzdeki ucuz politikanın gereği olabilir ama İslamın gereği değildir.

     

    Küfür tek bir millettir. Bunun içine İslamın dışındaki herkes girer. Gayrımüslimlerle alakalı hususlar da İslami eserlerde ele alınmıştır. Gayrımüslimle ticaretin mesela şartları vardır. Malı alırsın veya satarsın, işini görürsün çıkar gidersin. Cenabı Hakk kuranı kerimde "nefsine zulmedenlerle birlikte olma, onların yanından kalk savuş" buyurmakta iken bu insanlarla hem de güle oynaya esprili bir şekilde vakit geçirmek mevzu bahis değildir. İslamda yeri yoktur. Demokrasi de, politikada olabilir o da bizi bağlamaz.

     

    Ulu Hakanın theodorl herzl ile görüşmediği fikrini savunan yazarlar da vardır. o konu senindediğin gibi de olabilir.

     

    AB bizi istemiyor ki biz girelim. Boşuna bir çaba.

     

    Yapılacak nedir biliyor musun kardeşim. Üstadın dediği gibi fert fert dinimizi kendi nefsimize sonra ailemize sonra çevremize yaşayıp yaşatabililmek. Mesele bu. Ashabı kiram 624 yılında bedir savaşı ile cihada başladı. 711 ylında Tarık bin ziyad cebelitarık boğazından İspanyaya geçti. 87 senede İslam devleti ispanyadan hindistana, kafkasyadan, afrika ortalarına genişledi. Biz o seçkin ttopluluğun yaptığı gibi dinimize sarılırsak Allahın yardımı bizimle veraber olacaktır. Allah rasulu sav ashabı kiram için " onların kalplerinde iman dağlar gibi sabitti" buyurmakta. O iman ile onların karşısında hangiş ordu durabildi. misli misli ordular önlerinde helak oldular. ve osmanlı İslama sarıldı 3 kıtaya hükmetti. örnekler bunlar kardeşim. biz olmamız gerektiği gibi olabilirsek müslümanların bileğini Allahın izniyle kimse bükemez...

    • Like 1

  9. Ben şahsen okuduğum şu fıkradan sizin çıkardığınız neticeye varmadım.Bizim Egemen anlaşılan müzakereleri fazla uzattı fakat bu kalkıp da o kardinalin dinini kabulunun emaresi değildir. Politika, siyaset stratejik tutumları beraberinde getirir. Politika Yunanca "yalan söyleme sanatı" demektir. Bir şekilde bu hamuru yoğuracaksınız. Gerekirse önünü ilikleyeceksin, adamın haçına saygı duyacaksın. Bu hoşgörü mü? Bu kelimeden de ifrit oluyorum ya neyse. Daha mecazi anlamıyla, köprüyü geçene kadar meselesi.

     

    Yoksa sanmıyorum ki başımızda bulunan hükümetin bir mebusunda bu gibi binbir emekle hazırlanmış saçmalık peyda olsun. Ha bu da yunanca bir tabir. Neyse mühimi, samandan bir güdünün aklı başında adamları bizimkiler. EvellAllah bizler ebedde ve ezelde muştulanmış "senin dinin sana, benim dinim bana" ilkesinin çocukları olarak bunlara güler geçeriz. Hatta gülmesem mi? Trajik bir durum aslında.Bu diyalog meselesi bizden nemalanamaz ve de izin vermeyeceğim. Ne diyordu şair, "Noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun!" Helal.

     

     

    ebkem kardeş sana katılmıyorum; sultan abdülhamit han malumdur ki alman birliğinin kurucusu bismark ın yaptığı değerlendirmeye göre dünya siyasetinin yüzde 95 ini elinde tutan siyasi bir deha idi. abdülhamit han hazrstleri nin hayatı okunursa hiçbir yerde dininden taviz vermediği görülürdü. şayet senin burda yürüttüğün mantık geçerli ve doğru olsa idi, siyonizmin fikir babası theodor herzl in filistinde bir çiftlik arazisine karşılık duyunu umumiye borçlarının ödenmesi teklifine hiç değilse değerlendirmeye alırdı. ama ulu hakan din düşmanı o yahudiyi huzurundan kovmuştur ve netice yahudi o ulu hakanı hal etmiştir.

     

    İslamın metodu bellidir. güneşi yeniden keşfetmeye gerek yok. Allah rasulu sav zamanında gayrımüslimlere yapılan muamele bizim ölçümüzdür. bunun haricindeki hiçbir ölçü, mantık, akıl yürütme bizi alakadar etmemeli.

     

    Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim

    Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim

     

    Gözüm, aklım, fikrim var deme hepsini öldür

    Sana çöl gibi gelen O göl diyorsa göldür

     

    Üstadımız ne güzel ifade etmiş. Allahu Teala Necip Fazıla rahmetiyle muamele etsin, bize de doğru ölçünün ne olduğunu, kıstas olarak neyi kabul etmemiz gerektiği şuurunu nasip eylesin...

    • Like 5

  10. ne alaka bilmiyorum ki. Aklı başında hangi müslüman bir müşrikten şaka yoluyla da olsa dua talep edebilir. ederse bunun tek bir açıklamaı olabilir o da, o din mensuplarına da hak din mensubu gözüyle bakmaktır. demek ki yıllardır planlı programlı sürdürülen İbrahimi dinler ve hoşgörü çalışmaları bu sonucu doğurdu. Allah muhafaza buyursun...

     

     

    Mehmet Acet Salzburg'dan bildiriyor...

     

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Avusturya gezisi sürüyor. Gezi sırasında Gül'e eşlik edenler arasında Devlet Bakanı Egemen Bağış da var. Gül uçakta kendisiyle seyahat eden gazeteçilere Bakan Bağış ile Avusturya Kardinali Editistoph Schönborn arasında yaşanan ilginç dua pazarlığını anlattı....

     

    İlginç diyalog, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer'in Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül onuruna geçtiğimiz akşam verdiği yemekte yaşanıyor.

     

    Avusturya Kardinali Editistoph Schönborn ile bir araya gelen Bakan Egemen Bağış, "Sayın Kardinal 12 Haziran'da Türkiye'de genel seçimler yapılacak. Bu seçimlerde benim başarılı olmam için duanızı istirham etsem, bana dua eder misiniz?" diye soruyor...

     

    Bunun üzerine Kardinal Schönborn, "iyiler kazansın diye dua etsem yeterli olur mu?" diye soruyor.

     

    Egemen Bağış aldığı bu cevap üzerine gülerek, "Sayın kardinal bakıyorum ki sizler siyaseti bizden daha iyi biliyor ve icra ediyorsunuz" diyerek çevresinde bulunanlara tebessüm ettirmeyi başarıyor...

     

    (Haber 7)

    • Like 3

  11. Üstadın hakkımda yazılmış tek ve en güzel kitap dediği Necip Fazılla Başbaşa neden yok burda Salih Mirzabeyoğlunun yazmış olduğu eser?

     

    Üstad'ın böyle bir söz söylediğinin bir kesinliği yok, bence bu istihbarat kanalıyla o kitabın başına yazılmış...

     

    Böylelikle Necip Fazıl fikriyatının otomatik olarak devam ettiricisi ibda olmuştur. Necip Fazılı; her dediği, her yaptığı doğrudur mantığı ile mürşit kabul etmişler ve yanlış işlere bulaşmışlardır. Necip Fazıl mürşit değildir. Bu ince kavrayışla olaylar değerlendirilmeli...


  12. Hiç aklımızdan çıkartmamız lazım olan inkar edilemez hakikat. Bir insan haşa Allahu Tealayı, peygamberleri, dini, kitapları inkar edebilir ama inkar edemeyeceği öyle bir hakikat vardır ki o da ölümdür. Allah düşmanlarının sadece bu dünyaları olduğu için dünya saltanatları için çabalarlar. tek düşündükleri kendi yaşamları ve yaşam standartlarıdır. Müslüman ise yaşama hakkını bu dünyada kullanmayıp ahirete saklamalıdır ki ahiret nimetlerinden faydalanabilsin. Bu dünya karar yeri kalış yeri değil darul intikal yani geçiş yeridir. Sonsuz hayatı düşünüp mucibince amel etmek lazımdır. Müslümanın istirahat yeri kabirdir, yaşama yeri ahirettir. Allahu Teala ölümü sık hatırlamayı, rızasına uygun amel edebilmeyi cümlemize nasip eylesin...

     

    çok güzel bir çalışma olmuş, murai_muhib kardeş Allah razı olsun...


  13. Çok lüzumlu bir mevzuya değindiniz. Ben de değinmek istemiştim aslında yazımda kadınların hangi şartlarda eğitim görmesi hususuna. Ancak bu konuya bir cevap olmaz diye düşündüm. Ama ne yazık ki ortam kadınlara ne evinde oturma şansı veriyor ne de okumama, okulu bırakma lüksünü veriyor. Evet bu artık bir çok bayan için lüks. Bir çok kadının hali vakti yerinde, güvenilir eş hayaline kadar gider bu düşüncenin sonu. Bu devirde kadının da artık kendi ayakları üzerinde durmak zorunda olduğunu kabullenmek durumunundayız. Şanslı insanlar yok mu peki evlenip elini eteğini çeken? Var ama onlara gerçekten şanslı kesim diyebiliriz. Bir çok tesettürlü ya da helal haram noktasında dikkat eden herhangi bir genç kızımıza sorsanız bir çoğu evlendikten sonra iş hayatına devam etmek istemez. İstisnalar kaideyi bozmaz ancak kadın fıtraten evinde daha mutludur, rekabet ortamı kadını incitir. Ezcümle; bu konuda da bir başlık açılır, çok geniş detaylara sahip bir mevzu.

     

     

    Değerlendirme yaparken kıstasımız önemli. Ne için yaşıyoruz, hangi ölçüler bizim hayatımızı belirliyor. Bu son derece can alıcı bir nokta. Demişsiniz ki ortam kadınlara ne evinde oturma şansı veriyor ne de okumama peki dinimiz ne diyor önemli olan kıstas her ölçünün üstündeki ölçü budur bizim. Yine aynı şekilde kadının kendi ayakları üstünde durma zorunluluğu ibaresi geçmekte. Bu zorunluluk insanların çıkardığı bir zorunluluk. Bu din 1400 senedir yaşandı kıyamete kadar da aynı ölçülerle yaşanacak. Bunun aksini düşünmek dinde reforma girer ki İslam ezelden ebede değişmez yenidir. Son cümlelere katılıyorum.

     

    Bekar erkek ve bayanlar da duaya sarılmalı, Allahu Tealadan salih ve saliha eşler istemeli. Her hususta dini hassasiyetleri ön planda tutacak kişiler talep edilmeli. Böyleleri var mı elbette var hep de olacak. Bu din 1400 yıldır yaşandı kıyamete kadar da yaşanacak. Biiznillahuteala...


  14. Allah razı olsun kalemdar kardeşim, çok güzel bir paylaşım gerçekten. Peygamber Efendimiz sav i ne kadar ansak, O sav e ne kadar salavat getirsek azdır...

     

    Übeyy ibni Kâ’b birgün Peygamberimize sav şöyle sordu: “Ey Allah’ın Elçisi sav, ben sana çok salâvat getiriyorum. Duamın ne kadarını salâvata ayırayım?” Peygamberimiz sav “Dilediğin kadarını” buyurdu. Übeyy yine sordu: “Dörtte birini ayırayım mı?” Peygamberimiz sav yine “Dilediğin kadarını,” buyurdu. “Ama arttırırsan senin için daha iyi olur.” “Yarısını?” “Dilediğin kadarını. Ama arttırırsan senin için daha iyi olur.” “Peki, duamın tamamını salâvata ayırsam?” “İşte o zaman Allah senin bütün sıkıntılarını giderir ve günahlarını da bağışlar.” (Tirmizî, Kıyamet: 23.)


  15. yazmayım diyorum ama nafile...

     

    bir de akıllı uslu, hanımefendi bir şekilde evinde oturması gerekirken, sistemin oyunları ile öyle veya böyle üniversiteye giden kimseler bir de süper kahraman başlıkları takacak kendilerini küçük duruma düşürecekler. bu nasıl bir ironidir, nasıl bir taleptir anlayamadım.

     

    müslümanın metodu bellidir. böyle maceraperest yaklaşımlara İslamda yer yoktur. ölçü rasulullah sav ve onun mücadelesidir, yol budur hakikat budur, diğer yollar çıkmaz sokaktır...

    • Like 2

  16. yazı bana göre İslami edepleri bilmez bir tavırla yazılmış. olayları geniş ele alırsak, bir kere böyle bir eğitim sistemi içerisinde kızların başörtülü veya başörtüsüz üniversiteye girmiş olmaları arasında fazlaca bir fark göremiyorum. eğer hedef dini yaşamaksa böyle okullarda eğitim görme hevesi neden? kız çocuğu hangi ortamda okuyabilir bunu araştıralım. sadece bayanların bulunduğu bir eğitim öğretim çatısı altında ancak eğitim almak mümkün olur. bundan gerisi kendimizi kandırmak nefsimizi yüceltmektir. müslüman doğru oturur doğru konuşur.

    • Like 1

  17. Hrant Dink vurulduğunda, Hrant Dink ile alakalı yazılarında dostum, arkadaşım şeklinde ona olan muhabbetlerini gayrımüslim bir şahsa karşı beyan eden Yeni Şafak yazar kadrosu neden Hz. Muaviye ra ile alakalı Hayrettin Karaman ın saygısızda “Muaviyeyi sevmem ama ona sövmem de” şeklindeki ifadelerine sessiz kaldılar. Allah Rasulu sav in yüce sahabelerinden olan Hz Muaviye ra ın bu adamların gözünde Hrant Dink kadar değeri yok mu yoksa???

     

     

    Ali Bayramoğlu 20 Ocak 2007 Cumartesi - Can evimden vuruldum

    Can evimden vuruldum. Bir dostumu, Hrant Dink'i kaybettim, onu katlettiler.

     

    Kürşat Bumin 20 Ocak 2007 Cumartesi - Hrant: Affedebilmek ve umut edebilmek artık daha da zor

    Hrant Dink, Türkiye'yi hepimizden çok seven, sevebilen, belki de affedebilen son hümanist arkadaşım,

     

    Hakan Albayrak 20 Ocak 2007 Cumartesi - Hrant'ı vurdular içim yanıyor...

    Doğu Konferası'ndan arkadaşım, Ortadoğu yollarından yoldaşım Hrant Dink katledildi.

    Ne diyeceğimi bilemiyorum.

    İçim yanıyor.

     

    Hüseyin Hatemi 21 Ocak 2007 - Hrantımıza kıydılar

    Hrant'ın Dink'in öldürüldüğü haberi bütün dostlarını derinden sarstı, acı verdi, öfke ve isyan duygularına yol açtı. Bu yazıyı yazdığım ertesi günü gördüğüm Yeni Şafak'ın başlığı derin acımı biraz olsun dindirdi: Türkiyemizde "dinci" gazete diye nitelenen Yeni Şafak; acısını ifade ederken yapılması gerekeni yapıyor ve "Hrantımız" diyordu. Bu sebeple ben de "bu başlığı atanın eli dili var olsun" diyor ve yazımın başlığı olarak iktibas ediyorum.

     

    Fehmi Koru 21 Ocak 2007 Pazar - Türkiye'deki temel çelişki

    Kendime pay çıkarmak istemem, ama bir gerçeğe işaret etmek de benim görevim: Hrant Dink'le ilgili en duygu yüklü manşeti Yeni Şafak atmıştı dün: 'Hrantımıza Kıydılar'... Lâfı eğip bükmeden, araya farklılığı vurgulayıcı bir mesafe koymadan, öylesine mâsum bir doğallık içerisinde, 'Hrantımız' diyebildi Yeni Şafak...

     

    Taha Kıvanç 22 Ocak 2007 Pazartesi - Hrant'ı kaybettik

    Hrant'ı kaybettik; ne kadar üzülsek az!..

     

    Fikri Akyüz 22 Ocak 2007 Pazartesi - Yırtık ayakkabı..

    Ahh, bir çift ayakkabı.. Hrant Dink'in ayakkabısı.. Altı delik ayakkabı.. Bir turnusol kağıdı, bir Mona Lisa tablosu, bir şeref beratı, bir haysiyet imzası..

     

    Fehmi Koru 23 Ocak 2007 Salı – Güldürmeyin Beni

    Ağlamaklı olduğumuz şu günlerde gülmeye mecâlimiz yok.

     

    Ali Bayramoğlu 23 Ocak 2007 Salı - Elveda Hrant...

    Bugün onun aramızdaki son günü, bugün Hrant'ı toprağa veriyoruz. İçim yanıyor...

    Yangın dineceğine her geçen an artıyor.

     

    Fehmi Koru 24 Ocak 2007 Çarşamba - Sessizliğin sesi

    Dün, o kadar insan, omuz omuza yürürken, zihinlerimizde ne kadar aykırı fikirler taşıyor olursak olalım, sanıyorum, biraz daha eksildiğimizin hepimiz farkındaydık.

    Yürürken etrafımı saran o müthiş sessizlik içerisinde aynı sesi duyar gibiydim: Ne kadar yansak yeridir...

     

    Ali Bayramoğlu 24 Ocak 2007 Çarşamba – Hrant Dink’e Borç

    Hrant'la önce tanıştım, sonra siyasi olarak yakınlaştım, ardından Etyen Mahçupyan'ın da katkısıyla dost oldum. Mesleki deformasyondan olsa gerek, bu süreçte Hrant benim için hem dost oldu hem anlama merceğimi yönelttiğim bir özne...

    Salih Tuna 24 Ocak Çarşamba - Hrant Dink, Nihat Genç ve mizah

    Hiçbir ağıt yüreğimizin yangınını azaltmaya yetmez. Bu ülkeden (alıp gitmek için değil) en dibine gömülmek için toprak isteyen bir adam gibi adamın, 'toprak kardeşiyle' kol kola, omuz omuza verdikleri eylemin, şiddeti gittikçe artan yer sarsıntısını hangi ağıt dindirebilir ki!

     

    Hakan Albayrak 24 Ocak 2007 Çarşamba - Farklı dinlere tahammülsüzlük, İslam medeniyetinden bir sapmadır!

    Hrant Dink'in cenazesi münasebetiyle düzenlenen yürüyüşe her kesimden insanların katılmış olmasını fevkalade anlamlı ve ümit verici buluyorum. Bilhassa İslami kimlikleriyle öne çıkan aydınların bu yürüyüşte yer almaları bana huzur verdi.

     

    Fehmi Koru 26 Ocak 2007 Cuma - "Hepimiz Ermeniyiz" ne demek?

    "Hepimiz Hrant Dink'iz" demekle diyenlerin adları Hrant'a, "Hepimiz Ermeniyiz" diyenlerin etnik kökenleri Ermeni'ye dönüşmedi; kimse Hıristiyan da olmadı öyle bir pankart taşıdığı için...

     

     

    derleme nfkkfn nisan 2011

×
×
  • Create New...