Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
adıdeğmez

Üstad Bediüzzaman'ın Üstad Necip Fazıl'a Nazariyetleri

Recommended Posts

Bediüzzaman’ın İstanbul muhakemesi sırasında bende kendini yakından görmek ve

İslâm yolunda çırpınan bu muhterem mücahidi göz ve kulak planında tanımak arzusu doğdu. Otel, kapısından itibaren Nur talebeleriyle doluydu. Kendimi haber verdim. Beni yukarı kata çıkardılar. O katta da hizmetine bakan talebeler… Bu gençlerin yüzlerinde ziyaretimden memnunluk duyduklarını ilan eden mânâlar… Beni, içinde, dar ve tek kişilik bir karyola bulunan bir odaya aldılar ve:

-İşte Necip Fazıl!;

Der gibi bir eda ile huzuruna çıkardılar.

 

Derinlerden bakan hummalı gözlerin hâkim olduğu sakalsız bir çehrede, içine kapanık

bir hâl… Heybet hissinden ziyade, davasına teslim olmuş çilekeş bir insan intibaını aldım.

Beni “Büyük Doğu” faaliyetimle tanıyorlar ve o tarihlerde henüz başlarında olduğum

hapislerimi biliyorlardı.

Bana iltifat ettiler ve aynen şu kelimeleri söylediler:

“-Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş (sene sayısını tam hatırlamıyorum; daha az

veya daha çok olabilir) kabul ediyorum!”

Kendi kıymet hükümlerine göre bu gayet cömert iltifata teşekkürle mukabele edip

huzurlarından ayrıldım ve ondan sonra kendilerini bir kere daha görmek fırsatına eremedim.

İtiraf edeyim ki, beni 20 veya 40 yıl Nur Risalesine hizmet etmiş kabul etmelerindeki

tevcih (sözle işaret etmesi) biraz garibime gitmişti. Ben Nur talebesi değildim ve olmama imkan yoktu. Benim kendisinde taktir ettiğim tek nokta küfre karşı mücadelesi ve düşman kutuplar üzerindeki iştirakimizdi. İslâmî kemâl davası ayrı mesele…

 

 

Necip Fazıl KISAKÜREK (R.Aleyh)

-Son Devrin Din Mazlumları-

S: 244 - 245

Share this post


Link to post
Share on other sites

ustad necip fazil, bediuzzaman hazretlerinden nedense cok bahsetmemistir.ayni zamanda ve de ayni paydada bulusmalarina ragmen ozellikle kitaplarinda neredeyse hic deginmemistir. sadece bi kitabinda 'bu adam (kendisini kastediyor) said-i nursiden daha tehlikelidir' manasinda bir soylentinin yayildigini bizzat yazmistir. lakin vardir br hikmeti..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Her ikisi de "islam" davasının mücahidleri...Metodları farklı olabilir...Ama birbirlerini sevmişlerdir...Sen pırasayı seversin ben ise ıspanağı...İkisi de helaldir...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Şu bir gerçek ki üstad KISAKÜREK, İslam ve Türklük namına zerre kadar bir bilgiye saygı duyan her kesimce saygı gösterilen bir abide-i şahsiyettir. Zira üstad bediüzzamanın şekilde iltifat etmesi normal olmakla birlikte Bediüzzaman tarafından da saygıya şayan görülmesi üstad Kısakürek'in kıymetini gösterecek önemli bir misaldir.

. Saygılar ve Selamlar...Kardeşim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadın, S. Nursi ile, 1950'lerde yaptığı bir söyleşisi var. Bu söyleşiyi Büyük Doğularda yayınlamış olan Üstadın, bundan bağımsız olarak, altına "Profesör Ş.Ü" imzasını attığı, S. Nursi hakkında kaleme aldığı bir yazısının bir kısmını aşağıya yazıyorum:

 

"Bir müddetten beridir, Büyük Doğu sahifelerinde Bedi'üz-zaman veya Said-ül Nursî diye anılan muhterem bir din adamına ait muhtelif parçalar görmektesiniz. Din incelikleri ve İslam büyükleriyle alakalı insanlar, bu namda bir zatı ve onun Nur risalesi isimli eser bütününü uzaktan tanırlar. Nice sahte şeyh ve kalpazan alimin ortalığı kapladığı ve müdafasız safdilleri avladığı bir hengâmede, emin hüviyet ve şahsiyetlerden başka kimseyi bağrına basmayan, bu hususta gayet ince tefrik ölçülerine malik bulunan ve bilhassa din işinde en basit ayar ve kıraat düşkünlüğüne bile tahammül etmeyen Büyük Doğu, onun yazılarını tereddütsüzce sütunlarına geçirerek kendisine itimadını zımnen ilân etmiş bulunuyor. Şimdi davamız, kendilerinin de bize karşı izhar buyurdukları mütekabil ve müstesna itimat hissiyle, gayeler arasındaki birlik ve beraberlik tespitiyle gerçek bir saadet kazanırken, dünya çapındaki mefkûremizin her sahayı birden kucaklayıcı, geniş ve aktif münevverler kalabalığına Said-ül Nursi Hazretleri'ni daha yakından tanıtmak lüzumunu duyuyor, ve bu mümtaz şahsiyetin hayat ve eserini birkaç yazı içinde çerçevelemekle, davamıza en nazik hizmetlerden birini gördüğümüze inanıyoruz."

 

Bu yazının yanında, üstadın, Risale-i Nurların sadeleştirilmesi yönünde bazı teklifleri olmuş fakat ne yazık ki bu teklifi reddedilmiştir.

 

İdeolocya Örgüsü meselesi farklı. Fakat konu bu eksenle alakalı olduğu için, içeriğin bu konu üzerinde gelişmesi daha evla gibi duruyor. İlgili bölümlerde, İdeolocya Örgüsü üzerinde paylaşımlar yapılması elbette çok faydalı olur. Herkesin istifade etmesi gereken kurtuluş reçetemizdir o bizim... Baş tacımızdır...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Son Devrin Din Mazlumları kitabında, Adıdeğmez arkadaşımızın alıntı yaptığı faslın sonunda, Üstadın Said Nursi Hz.'ne ve Risale-i Nur'a bakış açısını özetleyen şu hüküm bildirici maddeler de yer alıyor:

 

"1 — «Sözler», «Mektubat», «Lem'alar», «Şualar» diye dört büyük kısımdan teşekkül eden ve 130 parça hâlinde bütünleşen Nur Risalesi, bu büyük ve son derece tesirli eser, Kur'an sırlarına dayalı bir İslâmî hikmet manzumesidir ve bu ölçüyle ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.

 

2 — Nurculuk asla bir tarikat veya mezheb değildir; ve ruhanî terbiye yoliyle zevkini şeriat ve hakikattan almış muhterem bir zâtın etrafındaki vecd ve bağlılık halkasından ibarettir.

 

3 — Said Nursî Hazretleri, kisbî olanaktan ziyade vehbî bir ilim ve dehâ çapında bir zekâ ile nimetlendirilmiş kemâlli bir insan ve nihaî çapta muhterem ve muhteşem bir mücahid olup, sürdüğü hayata nispetle bir hâl ve ruhanî makam sahibi olması muhakkak bulunmakla beraber, asıl kıymeti tefekkürî sahada aranması gereken halis bir Müslüman ve örneklik şerefte bir mazlumdur."

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstadım..

 

Said Nursi hazretleri dahil, o devrin nur talebeleri asla kendi şahıslarını öne çıkarma cüretinde bulunmamışlar, tüm feyzin, ilmin, rahmetin sadece risalelerden kaynaklandığı defalarca ve üstüne basa basa söylemişlerdir..

 

Peki bu kadar önemli olan Risale-i Nur nedir ?

 

Risale-i Nur bir Kur`an tefsiridir ve asrın tüm sapkınlıklarına tek başına meydan okuyabilecek derecede bir menbadır..

Risale-i Nur`ların müellifi ise Said Nursi hazretleri olup, kerametvari hadiseler çerçevesinde eserlerini kaleme almıştır..

 

Risale-i Nurların bu kadar önemli olmasının bir sebebi de, son müceddinin eserleri olmasıdır..

 

Müceddir nedir ? Müceddid; Efendimiz sav öldükten sonra her asır da bir gelecek olup o devrin şartlarına göre İslam`ı muhafaza edecek ve İslama gelen saldırılara karşı kalkan vaziyeti görecek kitaplar yazıp, gerektiği yerde bedenini siper eden mübarek zat-ı muhteremlerdir..

 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri`de bu müceddidlerin en sonuncusu olduğu hasebiyle, Risale-i Nurlar bu derece önemlidir ve sadece Nur cemaatlerini değil bütün İslam alemini muhattab kabul etmektedir..

 

Okuyalım, okutalım.. İslam`a muhalif birşey gördüğünüzde gelin başımı koparın !

 

Selametle..

Share this post


Link to post
Share on other sites

NECİP FAZIL'A göre BEDİÜZZAMAN;

 

"tesiri yakıcı ve telkini işleyici bir zat olan Bediüzzaman, kendi yaşında bulunanların ve neslinden olanların uyuşukluğu içinde bir kimse değildir. gördüğünü yakıyor. ne güzel vasıf... elini uzattığını bağlıyor ve dairesini genişletiyor. gerçek mücadele ve mücahede karakterine sahip olan bu zatın gittikçe yayılan fikirleri de elbette boşa gitmeyeceği için, son demlerinin büyük bir kısmını zindanda ve hiç değilse, göz hapsinde geçiriyor."

 

(Vehbi Vakkasoğlu./Başkasının günahına ağlayan adam.)

Share this post


Link to post
Share on other sites

iki necip varlık ikisindende Yüce Allah razı olsun

eserlerini okuyup anlamayı nasip eylesin

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamün Aleyküm cümleten.......

 

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Kur'an dan güzel söz arama!

 

Fikirlerin hükmünü belirleyecek olan olan davaların savunması süphesiz kaçınılmaz, gözardı edilemez çok önemli bir gerçek. Hal böyle iken kutsal "dava" larımızı savunan bu zatı muhterem ve aynı yolun fedaileri olan hatırı sayılır ustadlarımızın hakkını yememek gerekir. Öyle ki, onlar; zindanlarda yatmış, aç susuz ve de uykusuz kalmış bir çok "çile" ye göğüs germiş davalarından vazgeçmedükleri gibi bu yolda daha da azimle koşmaya devam etmişlerdir. Beklenen günün geleceğine inanmak, üzerine sağnak sağnak yağmakta olan çileler zincirinin her halkasından başarıyla geçmek arzusu ile yanarken yolumuza ışık tutan bütün zatlardan ve nfk ustadımızdan Allah razı olsun...........

 

Yarışmaya katılmak isterim İNŞALLAH

 

 

""İyilikte ve güzellikte birbirinizle yarışın.""

Hadısı Şerif

Share this post


Link to post
Share on other sites

Son Müceddid Olayı büyüklerin bildirdikleri ile çelişkilidir, çünkü son müceddid'den sonra Mehdi Aleyhirrahme gelecektir, İmâm-ı Rabbâni Hazretleri Mehdi benden 1000 yıl sonra gelecek buyurmuştur, yani kıyamet çığırtkanlığına gerek yok...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Selamlar,

 

Son Devrin Din Mazlumları kitabında, Adıdeğmez arkadaşımızın alıntı yaptığı faslın sonunda, Üstadın Said Nursi Hz.'ne ve Risale-i Nur'a bakış açısını özetleyen şu hüküm bildirici maddeler de yer alıyor:

 

"1 ? «Sözler», «Mektubat», «Lem'alar», «Şualar» diye dört büyük kısımdan teşekkül eden ve 130 parça hâlinde bütünleşen Nur Risalesi, bu büyük ve son derece tesirli eser, Kur'an sırlarına dayalı bir İslâmî hikmet manzumesidir ve bu ölçüyle ele alınmalı ve değerlendirilmelidir.

 

2 ? Nurculuk asla bir tarikat veya mezheb değildir; ve ruhanî terbiye yoliyle zevkini şeriat ve hakikattan almış muhterem bir zâtın etrafındaki vecd ve bağlılık halkasından ibarettir.

 

3 ? Said Nursî Hazretleri, kisbî olanaktan ziyade vehbî bir ilim ve dehâ çapında bir zekâ ile nimetlendirilmiş kemâlli bir insan ve nihaî çapta muhterem ve muhteşem bir mücahid olup, sürdüğü hayata nispetle bir hâl ve ruhanî makam sahibi olması muhakkak bulunmakla beraber, asıl kıymeti tefekkürî sahada aranması gereken halis bir Müslüman ve örneklik şerefte bir mazlumdur."

 

Saygı ve selamlarımla

 

üstad okadar güzel açıklamış ki....nurculuk diye tabir edilen(ki bu tabirden hiç haz etmem.....nedir yani..nurculuk nur alıp satmak mıdır töbee töbeee) bir oluşumun içeriği üstadın bu sözlerinde.......

hala gerek said nursiye gerek fethullah gülene tarikat lideri muamelesi yapılmakta...ne yaık ki bunu yapan sadece dışarıdan değil kendi içlerinden de insanlar...oysa bu isimlerin ne böyle bir amaçları ne de iddaları olmuştur...gerek risaleler gerekse mfg'nin kitapları hakkıyla okunduğunda tek dertlerinin ahirzamandaki küfrü yenmek olduğu anlaşılacaktır...oysa bizler okumadan ya duyduklarımızla ya da bize anlatılanlarla hemen karar verip hemen yargılıyoruz....

bu dava için kim ki hakkıyla bir kelime yazmış söylemiş olsun ona ancak sahip çıkmak düşer bize...ne zamnki kendi içimizdeki savaş biter,ne zamanki beş parmağın beşinin de aynı yere gittiğini anlarız işte o zaman gerçekten bir şeyler yoluna girer....amaçla vasitayı karıştırmamak lazım...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Necip Fazıl ve Said Nursi... Mevzuu bu... Üstad Necip Fazıl'ın bu mevzuu hakkındaki fikri kabulümdür. Ancak ulusalcılarla başka cemaata mensup kişiler dinler arası dialog bahsiyle Said Nursi'yi ve Gülen'i acımasızca eleştiriyorlar. Kastamonu Lehikasında birtakım parçalar göstererek kendilerine kanıt sağlıyorlar, güya... Bektaşi fıkraları gibi yani... Ama yine de kafa karıştırıcılğı görevini yerine getiremiyorlar, diyemem. Etrafımda bunlara inananlarla birlikte inamayanlar da var. Üstad Fazıl, yazılarında, böylesi iddialara değinmedi veyahut nur cemaatine isnat edilen şeyler koca bir yalan... Fikriniz...

Share this post


Link to post
Share on other sites

kafası karışanlar belli....hayatında ne risale okumuş ne fethullah gülenin kitaplarını okumuş,ordan burdan iki tane densizin lafına kanmış,kraldan çok kralcılar...işte kafası karışanlar....bu dediğim sadece bu mevzu için geçerli değil....her konuda bu böyle...bir yazarı,bir düşünürü,adı her ne ise onu okursunuz,beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz...ama siz okuduğunuz zaman bir fikriniz oluşur...oysa birçoğunun yaptığı şu:

vay efendim gözünün üstünde senin kaşın varmış,öyle diyorlar..sen bunu nasıl izah edeceksin,utanmaz !!!

şeklinde ortalığı hepten bulandırmak...yahu kardeşim,namaz kılmayın deniyor da ne zaman deniyr?içkiliyklen yaklaşmayacaksın di mi??haaa işteeee aynen böyle....buna montaj denir tabiri caizse....kırpıp biçme olayları....ordan iki kelime burdan bi cümle,al sana etiket..yapıştır yapıştırabildiğin yere...ama dikkat edeceksin,yoksa ALLAH muhafaza ayağı bir kayıverirse insanın fena...fillahı olmayan fena.....

Share this post


Link to post
Share on other sites

1-konu yasaksa yöneticiler tarfından kilitlenir başlık

2-tartışma çıkacak bir durum yok,herkes istediğini söylemekde özgür,yalnız kişisel haklar önemli..her şey saygı çerçevesinde olursa tartışma çıkmaz...ama bu konuda kendinize güvenemiyorsanız içinizdekiler içinizde kalırsa daha hoş olur..

3-bu konuyu kapatın değil kapatır MISINIZ...

Share this post


Link to post
Share on other sites
1-Forumda F.G. hakkında konuşmak yasak, eğer F.G. hakkındaki içimdekileri yazarsam büyük tartışma çıkar 3- F.G. konusunu kapatın....

 

Burada da mı yasak, burada da mı yasak... Dinsizleri bile konuşurken F.G ni niye konuşmayalım? Hayret ki ne hayret!!! Yahu sen, o cemaattenmisin yoksa...

 

Site yöneticilerine sesleniyorum, Bu adam kim böyle, emir verircesine konuşuyor? Hangi konuyu tartışacağımıza bu mu karar verecek?

Share this post


Link to post
Share on other sites
kafası karışanlar belli....hayatında ne risale okumuş ne fethullah gülenin kitaplarını okumuş,ordan burdan iki tane densizin lafına kanmış,kraldan çok kralcılar...işte kafası karışanlar....bu dediğim sadece bu mevzu için geçerli değil....her konuda bu böyle...bir yazarı,bir düşünürü,adı her ne ise onu okursunuz,beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz...ama siz okuduğunuz zaman bir fikriniz oluşur...oysa birçoğunun yaptığı şu:

vay efendim gözünün üstünde senin kaşın varmış,öyle diyorlar..sen bunu nasıl izah edeceksin,utanmaz !!!

şeklinde ortalığı hepten bulandırmak...yahu kardeşim,namaz kılmayın deniyor da ne zaman deniyr?içkiliyklen yaklaşmayacaksın di mi??haaa işteeee aynen böyle....buna montaj denir tabiri caizse....kırpıp biçme olayları....ordan iki kelime burdan bi cümle,al sana etiket..yapıştır yapıştırabildiğin yere...ama dikkat edeceksin,yoksa ALLAH muhafaza ayağı bir kayıverirse insanın fena...fillahı olmayan fena.....

 

Kardeşim, bazı insanlar gerçekten bu tür şeylere inanmış olabilirler ama, bize düşen, onlara durumu bıkmadan anlatmak... Kraldan çok kralcı gibi tabirlerle yüklendiğimiz insanlar da, bu kadar fesatçının olduğu bir ortamda yanılabilirler. Doğrusu bu yüce dinin değişmez usullerini yerine getiren dindarlarımız da var içlerinde... Bu yüzden kendi içimizdeki tartışmalarda bu tür ifadelerle birbirimizi kırmamamız lazım, yoksa fikirlerinin özüne katılıyorum, zaten... İnan bu fikirde insanlar etrafımda pek çok var, dini görevlerini de yerine getirmeye çelışan insanlar... Ama bu türden fikirlerle müslümanlar enerjilerini içte bitiriyorlar... Tamamen temiz duygularla Said Nursi de, Abdulhamit'e karşıydı; M.Akif'de... Edebiyat mahkemeleri'nde de bu mvzuu geçer... Bu insanlara diyebilir miyiz ki, o tabirleri, asla... Niyetleri belli... Ha Said Nursi'ye isnat edilenler art niyetli ama, art niyetlilere aldananlar da bizden... Demek istediğim bu...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Sitemizde Fethullah Gülen/Diyalog Misyonu meselesi hakkında tartışma yapmak yasaklanmıştır. Buraya tıklayıp ilgili maddeyi okuyabilirsiniz. Bu meseleyi destekleyenler ve desteklemeyenler arasında tartışma esnasında çığ gibi büyüyen bir karşılıklı atışma ve husumet doğduğundan, menfi bir ortamın teşekkülüne zemin hazırlanmaması için bu yasak getirilmiştir. Ki zamanında forum, bu tür şiddetli tartışmaların tanığı olmasının akabinde bu karara varılmıştır. Başlığın muhtevasına uygun olarak fikirler beyan edilebilir, yalnız meseleyi, yasak sınırına giren mevzuya kaydırmamanızı rica ediyorum. Ehl-i kalender rumuzlu üyemizin de diğer üyelerimizi tahrik edecek bir üslup kullanmamasının gerekliliğini hatırlatıyorum. Ehl-i kalender rumuzlu üyemiz muhtemelen, yasak olan meseleye atıfta bulunarak meselenin kapanmasını, konuşma mevzusu yapılmamasını istemiştir. Başlığın kapanması için şu anda bir sebep bulunmamaktadır.

Saygılarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim;

Bu kadar işte... Arkadaşın kullandığı sert usluptan sonra bu ifadeler bir müslümana yakışır ifadeler... Reyhan arkadaşıma teşekürlerimi iletirim ve endişelerine hak veriyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Kardeşim, bazı insanlar gerçekten bu tür şeylere inanmış olabilirler ama, bize düşen, onlara durumu bıkmadan anlatmak... Kraldan çok kralcı gibi tabirlerle yüklendiğimiz insanlar da, bu kadar fesatçının olduğu bir ortamda yanılabilirler. Doğrusu bu yüce dinin değişmez usullerini yerine getiren dindarlarımız da var içlerinde... Bu yüzden kendi içimizdeki tartışmalarda bu tür ifadelerle birbirimizi kırmamamız lazım, yoksa fikirlerinin özüne katılıyorum, zaten... İnan bu fikirde insanlar etrafımda pek çok var, dini görevlerini de yerine getirmeye çelışan insanlar... Ama bu türden fikirlerle müslümanlar enerjilerini içte bitiriyorlar... Tamamen temiz duygularla Said Nursi de, Abdulhamit'e karşıydı; M.Akif'de... Edebiyat mahkemeleri'nde de bu mvzuu geçer... Bu insanlara diyebilir miyiz ki, o tabirleri, asla... Niyetleri belli... Ha Said Nursi'ye isnat edilenler art niyetli ama, art niyetlilere aldananlar da bizden... Demek istediğim bu...

 

elbette haklısınız...yalnız benim demek istediğim de şu:

bizlere hazıra alışmışız..her öğün yemek önümüze gelsin istiyoruz..gelen yemeği de eleştirmeden yiyoruz...tuzu eksik ya da fazla diyen yok..hal böyle olunca ne aşçılar değişiyor ne de garsonlar...vs..

kime sorsanız her konu hakkında herkesin bir fikri vardır...fakat akabinde şöyle sorsanız yüzde doksanlık bir kesimin cevabı aynı olur....soru şu: peki bu fikre nasıl sahip oldunuz? cevap:benim dayığoğlu böyle anlatmıştı bikeresinde bana,onun başına gelmiş,bilmem hangi siyasetçi zaten böyle dedi,bizim arkadaşlar var onlar çok iyi bilirler bu kon ularaı onlardan şey ettim....falan filan.....

çok basit bir örnek vereceğim...geçen gün biri bana nihat genç'in bir kitabını önerdi..nihat genç'i çok iyi tanımıyorum..sadece bir iki yazısını net oratmında okudum ve bir iki videosunu seyrettim...ve benim seyrettiğim videolar ve okuduklarım o an için öfkelenmeme çok kızmama sebep olmuştu...arkadaş tavsiye edince tamam dedim okuyacağım...ve kitabı ogün almak için teşebbüste bulundum...çünkü biliyorum ki,benim seyrettiklerim ya da okuduğum iki satır nihat genç'i bana anlatamaz..bütünün bir parçası...henüz kitaplarını okumadım..okuyayım,biraz daha araştırayım,ondan sonra öfkemi kusabilirm,ya da iyiki zamanında öfkemi yutmuşum diyebilirim...anlık dolduruşlara geliyoruz...bu çok tehlikeli...

 

velhasıl kelam,mevzuya dönersek,bediüzzaman said nursi'nin alimliği tartışılmamalı bile...ha risalei okursunuz ya da okumazsınız,buna kimse bir şey söyleyemez...fakat okumadan da bilgi sahibi olamazsınız,yorum da yapamazsınız...hepiniz zülfü livaneli'yi bilirsiniz..aşağıda onun bir yazısı var...ben yazıyı okuduktan sonra şöyle düşünmüştüm,davası çok daha farklı olan bir insan,bizim denilen(ki aslında herkesin) kitapları okurken,bizler kendi içimizde savaşıyoruz...ve ne zman ki kendi içimizdeki bu savaş biter,ondan sonra bir şey yoluna girmeye başlar...

Zülfü Livaneli'nin yazısı:

 

Bir yaz tatilinde Ilgın'a (Konya'nın bir ilçesi, kendisi de aslen oralı) gitmiştik.

Her Anadolu kasabası gibi Ilgın'ın ortasında da büyük bir park vardı.

Bir öğleden sonra o parkta otururken yanıma iki genç yaklaştı. Ilgınlı üniversite öğrencileriydi bunlar. Uzaktan tanıyordum. Müzikten söz açtılar, benim müzikle uğraştığımı ve kitaplara çok meraklı olduğumu duymuşlardı. Acaba bana bir-iki tane kitap verseler okur muydum?

Ne kitabı olduğunu sordum. Benim sanat yoluyla insanlığa yardım etme ve mutlu bir insan yaratma ideallerime çok yakın kitaplar olduğunu söylediler. Yazan kişinin adı Said Nursi'ydi. Bediüzzaman diye de anılıyordu. Said Nursi, büyük bir bunalıma girmiş insanlığa yardım için bu kitapları yazmıştı.

O gün bana birkaç Risale-i Nur verdiler, bir de "Asa-yı Musa" adlı bir kitap vardı. Hemen eve döndüm ve Tarkovski'nin gölgeli ormanlarını andıran kavaklıkta yere uzanıp bu kitapları okumaya koyuldum. Çok ilginç ve ateşli bir üslupla yazılmıştı ve yazarın bambaşka bir Türkçe anlayışı vardı.

Doğrusu kitaplarda bir edebiyat tadı bulmuştum. Öylesine hırslı ve kuvvetli bir üsluptu ki ister istemez etkileniyordunuz. İlkokul yıllarımda dedemin sıkı dini eğitiminden geçmiş olduğum için terminolojisi bana yabancı değildi.

İlk okuduğum bölüm kader kavramıyla ilgiliydi. Eğer insanoğlunun kaderi alnına yazılmışsa, uğraşmasına ne gerek vardı? O zaman insanoğlunun işlediği günahın da, sevabın da sorumluluğu Allah'a ait değil miydi? Bbu beni müthiş ilgilendirmişti. Çünkü hem "varoluşçuluk felsefesi"nin temel sorusuydu, hem de Balzac aynı soruyu öğretmenine sormuştu.

Said Nursi adlı yazarın yorumu ve cevabı ilginçti: Ay tutulmasını örnek gösteriyordu. İnsanlar, ayın hangi tarih ve saatte tutulacağını bilirdi, ama bu bilgi insanların ay tutulmasına neden olduğu anlamına gelmezdi. Ay, kendi kurallarına tabi olduğu disiplin gereğince tutulurdu ama biz bunu önceden bilirdik.

Kader de aynı biçimdeydi. İnsanlığın kaderi kendi davranışlarına bağlıydı. Ne var ki bu, Allah katında önceden bilinirdi. Alın yazısı denilen şey buydu.

Bu bölümü okuduktan sonra kayalıktaki ince esintide gözlerimi kapatım düşündüm. Bu kitapları yazan, ne kadar zeki bir kişiydi. Balzac'la Kierkegeard'la, Camus ile polemiğe giriyor, aynı konuları irdeliyordu ve doğrusu çok mantıklı bir cevap veriyordu.

O gece bana verilen bütün Said Nursi kitaplarını okudum. İrade-i külliye ve irade-i cüziye bölümünü de, benim cevap aradığım birçok soruyu aydınlatıyordu.

Ertesi gün öğrencilerle yine buluştuk. Kitapları çok beğendiğimi söyledim. Sevindiler ve bana yeni kitaplar verdiler. Onları da okudum.

O yaz, Said Nursi'nin kitapları ve düşünceleri epeyce ilgilendirdi beni...

 

Aktüel

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites
elbette haklısınız...yalnız benim demek istediğim de şu:

bizlere hazıra alışmışız..her öğün yemek önümüze gelsin istiyoruz..gelen yemeği de eleştirmeden yiyoruz...tuzu eksik ya da fazla diyen yok..hal böyle olunca ne aşçılar değişiyor ne de garsonlar...vs..

kime sorsanız her konu hakkında herkesin bir fikri vardır...fakat akabinde şöyle sorsanız yüzde doksanlık bir kesimin cevabı aynı olur....soru şu: peki bu fikre nasıl sahip oldunuz? cevap:benim dayığoğlu böyle anlatmıştı bikeresinde bana,onun başına gelmiş,bilmem hangi siyasetçi zaten böyle dedi,bizim arkadaşlar var onlar çok iyi bilirler bu kon ularaı onlardan şey ettim....falan filan.....

çok basit bir örnek vereceğim...geçen gün biri bana nihat genç'in bir kitabını önerdi..nihat genç'i çok iyi tanımıyorum..sadece bir iki yazısını net oratmında okudum ve bir iki videosunu seyrettim...ve benim seyrettiğim videolar ve okuduklarım o an için öfkelenmeme çok kızmama sebep olmuştu...arkadaş tavsiye edince tamam dedim okuyacağım...ve kitabı ogün almak için teşebbüste bulundum...çünkü biliyorum ki,benim seyrettiklerim ya da okuduğum iki satır nihat genç'i bana anlatamaz..bütünün bir parçası...henüz kitaplarını okumadım..okuyayım,biraz daha araştırayım,ondan sonra öfkemi kusabilirm,ya da iyiki zamanında öfkemi yutmuşum diyebilirim...anlık dolduruşlara geliyoruz...bu çok tehlikeli...

 

velhasıl kelam,mevzuya dönersek,bediüzzaman said nursi'nin alimliği tartışılmamalı bile...ha risalei okursunuz ya da okumazsınız,buna kimse bir şey söyleyemez...fakat okumadan da bilgi sahibi olamazsınız,yorum da yapamazsınız...hepiniz zülfü livaneli'yi bilirsiniz..aşağıda onun bir yazısı var...ben yazıyı okuduktan sonra şöyle düşünmüştüm,davası çok daha farklı olan bir insan,bizim denilen(ki aslında herkesin) kitapları okurken,bizler kendi içimizde savaşıyoruz...ve ne zman ki kendi içimizdeki bu savaş biter,ondan sonra bir şey yoluna girmeye başlar...

Zülfü Livaneli'nin yazısı:

 

Bir yaz tatilinde Ilgın'a (Konya'nın bir ilçesi, kendisi de aslen oralı) gitmiştik.

Her Anadolu kasabası gibi Ilgın'ın ortasında da büyük bir park vardı.

Bir öğleden sonra o parkta otururken yanıma iki genç yaklaştı. Ilgınlı üniversite öğrencileriydi bunlar. Uzaktan tanıyordum. Müzikten söz açtılar, benim müzikle uğraştığımı ve kitaplara çok meraklı olduğumu duymuşlardı. Acaba bana bir-iki tane kitap verseler okur muydum?

Ne kitabı olduğunu sordum. Benim sanat yoluyla insanlığa yardım etme ve mutlu bir insan yaratma ideallerime çok yakın kitaplar olduğunu söylediler. Yazan kişinin adı Said Nursi'ydi. Bediüzzaman diye de anılıyordu. Said Nursi, büyük bir bunalıma girmiş insanlığa yardım için bu kitapları yazmıştı.

O gün bana birkaç Risale-i Nur verdiler, bir de "Asa-yı Musa" adlı bir kitap vardı. Hemen eve döndüm ve Tarkovski'nin gölgeli ormanlarını andıran kavaklıkta yere uzanıp bu kitapları okumaya koyuldum. Çok ilginç ve ateşli bir üslupla yazılmıştı ve yazarın bambaşka bir Türkçe anlayışı vardı.

Doğrusu kitaplarda bir edebiyat tadı bulmuştum. Öylesine hırslı ve kuvvetli bir üsluptu ki ister istemez etkileniyordunuz. İlkokul yıllarımda dedemin sıkı dini eğitiminden geçmiş olduğum için terminolojisi bana yabancı değildi.

İlk okuduğum bölüm kader kavramıyla ilgiliydi. Eğer insanoğlunun kaderi alnına yazılmışsa, uğraşmasına ne gerek vardı? O zaman insanoğlunun işlediği günahın da, sevabın da sorumluluğu Allah'a ait değil miydi? Bbu beni müthiş ilgilendirmişti. Çünkü hem "varoluşçuluk felsefesi"nin temel sorusuydu, hem de Balzac aynı soruyu öğretmenine sormuştu.

Said Nursi adlı yazarın yorumu ve cevabı ilginçti: Ay tutulmasını örnek gösteriyordu. İnsanlar, ayın hangi tarih ve saatte tutulacağını bilirdi, ama bu bilgi insanların ay tutulmasına neden olduğu anlamına gelmezdi. Ay, kendi kurallarına tabi olduğu disiplin gereğince tutulurdu ama biz bunu önceden bilirdik.

Kader de aynı biçimdeydi. İnsanlığın kaderi kendi davranışlarına bağlıydı. Ne var ki bu, Allah katında önceden bilinirdi. Alın yazısı denilen şey buydu.

Bu bölümü okuduktan sonra kayalıktaki ince esintide gözlerimi kapatım düşündüm. Bu kitapları yazan, ne kadar zeki bir kişiydi. Balzac'la Kierkegeard'la, Camus ile polemiğe giriyor, aynı konuları irdeliyordu ve doğrusu çok mantıklı bir cevap veriyordu.

O gece bana verilen bütün Said Nursi kitaplarını okudum. İrade-i külliye ve irade-i cüziye bölümünü de, benim cevap aradığım birçok soruyu aydınlatıyordu.

Ertesi gün öğrencilerle yine buluştuk. Kitapları çok beğendiğimi söyledim. Sevindiler ve bana yeni kitaplar verdiler. Onları da okudum.

O yaz, Said Nursi'nin kitapları ve düşünceleri epeyce ilgilendirdi beni...

 

Aktüel

 

Eyvallah...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Zülfü Livaneli'nin yazısı:

 

Bir yaz tatilinde Ilgın'a (Konya'nın bir ilçesi, kendisi de aslen oralı) gitmiştik.

Her Anadolu kasabası gibi Ilgın'ın ortasında da büyük bir park vardı.

Bir öğleden sonra o parkta otururken yanıma iki genç yaklaştı. Ilgınlı üniversite öğrencileriydi bunlar. Uzaktan tanıyordum. Müzikten söz açtılar, benim müzikle uğraştığımı ve kitaplara çok meraklı olduğumu duymuşlardı. Acaba bana bir-iki tane kitap verseler okur muydum?

Ne kitabı olduğunu sordum. Benim sanat yoluyla insanlığa yardım etme ve mutlu bir insan yaratma ideallerime çok yakın kitaplar olduğunu söylediler. Yazan kişinin adı Said Nursi'ydi. Bediüzzaman diye de anılıyordu. Said Nursi, büyük bir bunalıma girmiş insanlığa yardım için bu kitapları yazmıştı.

O gün bana birkaç Risale-i Nur verdiler, bir de "Asa-yı Musa" adlı bir kitap vardı. Hemen eve döndüm ve Tarkovski'nin gölgeli ormanlarını andıran kavaklıkta yere uzanıp bu kitapları okumaya koyuldum. Çok ilginç ve ateşli bir üslupla yazılmıştı ve yazarın bambaşka bir Türkçe anlayışı vardı.

Doğrusu kitaplarda bir edebiyat tadı bulmuştum. Öylesine hırslı ve kuvvetli bir üsluptu ki ister istemez etkileniyordunuz. İlkokul yıllarımda dedemin sıkı dini eğitiminden geçmiş olduğum için terminolojisi bana yabancı değildi.

İlk okuduğum bölüm kader kavramıyla ilgiliydi. Eğer insanoğlunun kaderi alnına yazılmışsa, uğraşmasına ne gerek vardı? O zaman insanoğlunun işlediği günahın da, sevabın da sorumluluğu Allah'a ait değil miydi? Bbu beni müthiş ilgilendirmişti. Çünkü hem "varoluşçuluk felsefesi"nin temel sorusuydu, hem de Balzac aynı soruyu öğretmenine sormuştu.

Said Nursi adlı yazarın yorumu ve cevabı ilginçti: Ay tutulmasını örnek gösteriyordu. İnsanlar, ayın hangi tarih ve saatte tutulacağını bilirdi, ama bu bilgi insanların ay tutulmasına neden olduğu anlamına gelmezdi. Ay, kendi kurallarına tabi olduğu disiplin gereğince tutulurdu ama biz bunu önceden bilirdik.

Kader de aynı biçimdeydi. İnsanlığın kaderi kendi davranışlarına bağlıydı. Ne var ki bu, Allah katında önceden bilinirdi. Alın yazısı denilen şey buydu.

Bu bölümü okuduktan sonra kayalıktaki ince esintide gözlerimi kapatım düşündüm. Bu kitapları yazan, ne kadar zeki bir kişiydi. Balzac'la Kierkegeard'la, Camus ile polemiğe giriyor, aynı konuları irdeliyordu ve doğrusu çok mantıklı bir cevap veriyordu.

O gece bana verilen bütün Said Nursi kitaplarını okudum. İrade-i külliye ve irade-i cüziye bölümünü de, benim cevap aradığım birçok soruyu aydınlatıyordu.

Ertesi gün öğrencilerle yine buluştuk. Kitapları çok beğendiğimi söyledim. Sevindiler ve bana yeni kitaplar verdiler. Onları da okudum.

O yaz, Said Nursi'nin kitapları ve düşünceleri epeyce ilgilendirdi beni...

 

Aktüel[/b]

 

Evvelden bazı sebeplerden dolayı hafifte olsa Bediüzzaman'a karşı soğukluk vardı. Sonra bazı kitaplarını okudum. Tepkilerim Livaneli'nin tepkileri gibiydi. 'Ne zekiymiş.' 'Nasıl bir iman şevkiyle yazmış' gibi tepkiler... Onu bize lütfeden Allah'a hamdü senalar olsun.

 

Zülfü Livaneli'nin böyle yazdığına bakılıp muteber bir zat sanılmasın. Köşe yazılarında 'dinciler', 'yine çareyi dinde arayacaklar' 'dinciler bizi geriye götürüyor' gibi yazıları var. Sadece bu bile Livaneli'nin ne olduğunu gösterir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Evvelden bazı sebeplerden dolayı hafifte olsa Bediüzzaman'a karşı soğukluk vardı. Sonra bazı kitaplarını okudum. Tepkilerim Livaneli'nin tepkileri gibiydi. 'Ne zekiymiş.' 'Nasıl bir iman şevkiyle yazmış' gibi tepkiler... Onu bize lütfeden Allah'a hamdü senalar olsun.

 

Zülfü Livaneli'nin böyle yazdığına bakılıp muteber bir zat sanılmasın. Köşe yazılarında 'dinciler', 'yine çareyi dinde arayacaklar' 'dinciler bizi geriye götürüyor' gibi yazıları var. Sadece bu bile Livaneli'nin ne olduğunu gösterir.

yazıyı buraya eklememin amacı zülfü livaneli'nin bir dönüşüm içinde olduğunu göstermek değil zaten...öyle bir dönüşüm de yok...yazıyı buraya koymamdaki amaç şudur:

davası çok farklı olan bir kişi bile önce okuyor sonra sevip sevmeyeceğine karar veriyor...biz aynı davanın içerisindeyiz,kendimizle çatışıyoruz ısrarla.birbirimizi anlamıyor,acımasızca eleştiriyoruz....sebp budur...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üsdad bedüüzzamanı tartışmaya, onun alimliğinin hangi safhalarda olduğunu anlatmaya hiç lüzum görmüyorum. Zira o, söylenecek bir iki kelimeyle anlatılacak bir insan değildir. Birinin, hele bir de Müslüman'sa bu 'biri' , O'nu anlayabilmesi, O'nun alimliğini sorgulayabilmesi için, evvela O'nun risalelerini okuması gerekli. Aksi halde konuşmaya çalışması yanlış olur.

 

/düzeltme: Yazının bundan sonraki bölümü yasak sınırına girdiği için silinmiştir. /reyhan

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...