Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
manas

Üstad Ve Mehmed Akif

Recommended Posts

Necip Fazıl ile Mehmet Akif arasındaki farkı en iyi aksiyon ile reaksiyonun arasındaki fark remzlendirir..

 

İki şairi farklı kılan, yaşadıkları çağın politik, ictimai ve dini yapılarıyla birlikte, karakterleri ve toplum içindeki pozisyonlarıdır.

Mehmet Akif'in yukarda bahsi geçen -milli mücadele sürecindeki gayretlerini- hiç kimse yadırgayamaz veya hafife alamaz!

Fakat şu su götürmez bir gerçektir ki, Akif'in stratejileri reaksiyonel bir nitelik taşır.Bir savunma harbidir onunki.Çünkü memleketin hali, onu uzun vadeli düşüncelerin romantik ikliminden mahrum etmiş, oldukça realist ve katı bir diyalektiğe mahkum etmiştir. İçinde yangın çıkan bir ev için yapılacak ilk iş, ateşi söndürmeye çalışmaktır.Trradomirin birkaç yerde bahsettiği "anlık aksiyon hamleleri" nin izahı budur. Bunu, yaralıya yapılan ilk müdahale olarakta tahayyül edebiliriz..

M.Akif toplum içindeki dindar kişiliğine istinaden bu makamın kanatlarını kullanmıştır. Keza O, milli mücadele sürecindeki hamlelerinde şairliğini değil hatipliğini kullanmıştır.

 

Mümtaz'ın bu noktada biraz daha ihtiyatlı davranmasını lazım.Necip Fazıl ile Mehmet Akif arasında bir rekabet sözkonusu değil ki birini övmek diğerini yermek anlamına gelsin..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yani özetlersek; Akif'in dönemi ile Üstad'ın dönemi farklıdır. Akif'in döneminde vatan işgal altındadır ve Atatürk'ün de dediği gibi ''Söz konusu vatansa gerisi teferruattır''. Tekrarlıyorum kim Allah için birşeyler yapmışsa elinden ayağından öperim.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Yani özetlersek; Akif'in dönemi ile Üstad'ın dönemi farklıdır. Akif'in döneminde vatan işgal altındadır ve Atatürk'ün de dediği gibi ''Söz konusu vatansa gerisi teferruattır''. Tekrarlıyorum kim Allah için birşeyler yapmışsa elinden ayağından öperim.

Tabiki güzel kardeşim :( Bu platformdaki her üye seninle bu noktada aynı hissiyatı taşıyor.Fakat bazı nüanslar var ki onları görmezden gelmek maalesef meseleye at gözlükleriyle bakmak oluyor..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Akif'in cemiyeti yönlendirici tesiri anlıktır ve İstiklal marşının bugün de popüler olması bu gerçeği değiştirmez. İstiklal marşı bugün milli duygulara sahip olanların duygularını kabartıyor ama insanları belli bir şekilde davranmaya yöneltmiyor, onların izlemesi gereken yolu işaret etmiyor. Vatan sevgisi genel bir histir. İstiklal marşı, zaten bu istidadı taşıyanlar için heyecan, tazeleniş vesilesi. Ayrıca her yerde oluşunun bir sebebi de resmiyetidir.

 

Şimdi de kendinizce bizi İstiklal Marşı şairinin cenazesine dahi hürmet göstermeyen CHP kafasıyla mı eşitlemeye kasıyorsunuz anlamıyorum ki. 'Sizin yaptığınız da böyle' demeye mi getiriyorsunuz? Yoksa o yazının orada ne işi var azizim? Cidden komik oluyor, çok komik oluyor. Konuyu mecrasından saptırdığınız yetmiyormuş gibi bir de tamamen alakasız bir yazıyı buraya atmışsınız. Yeni başlık oluşturmayı bilmiyorsanız anlatalım.

 

"''Nesil oluşturamayan'' Akif'e birileri sahip çıkmıştı."

 

Akif'in hatırasına sahip çıkılması onun nesil oluşturduğu anlamına mı gelir? Elbette hayır! Bu, Akif'e duyulan saygıyla ilgili. Akif de saygıyı hak eden bir insan. Hatırasına sahip çıkılan herkes bir nesil mi oluşturmuştur? Valla zamanıma yazık... Plaktan okumaya devam edecekseniz peşinen söyleyin de biz de vaktimizi tüketmeyelim.

 

''kalıcı olamadı'' ama ne hikmetse İstiklal Marşı ''kalıcı'' oldu ya da her Çanakkale savaşının yıldönümünde okunan şiiri.

 

Anlamıyorum dostum, yazılarımızı okumadan önce anlamayacağınıza dair resmi bir yemin merasimi mi gerçekleştiriyorsunuz, yoksa 'Niyet eyledim peşin hükümlerimi teyit içün mesajları istediğim gibi anlamaya' diyerek mi başlıyorsunuz okumaya? Lütfen artık, boşuna uzatıyorsunuz. Akif'in kalıcı olmadığını mı söylemişiz, yoksa cemiyeti yönlendirme hamlelerinin devamlılığı olmadığını ve toplulukları yetiştirmekten ziyade hadiselik yönlendirmelere başvuruşundan dolayı edebiyatı dışında, kendi inançlarının üstadı kabul edilemeyeceğini mi anlatmışız? Bir hayırsever vatandaş beni hendek ve devenin yanına götürsün ya, ne olur ya!

 

Cihat'ın mesajına katılıyorum, güzel bir noktaya temas etmiş kendisi. Aslında şartlar aleyhinizeyse, sizin aksiyonunuz da bir çeşit reaksiyondur. Fakat mücadelenin reaksiyonu aşıp aksiyon mertebesine ulaşması, yeterli sebep olmamakla beraber bir insanın kitleler üzerinde Üstad mevkiiyle tesir sahibi olabilmesi için elzem gibidir. Bu durumun istisnası pek azdır. Üstad aksiyonda Akif'ten daha başarılıdır. Daha devamlıdır, daha tesirlidir, daha bütündür.

 

Son mesajınızda da Akif'in 63 yıl yaşadığını ve özel bir tepki gerektiren, anî bir ruh uyandırmayı elzem kılan savaşların 10 yılı pek aşmadığını atlamışsınız. Ayrıca Vatan sözkonusuysa... diye giden sözü yazarak Akif'i Halide Edip gibilerle eşitlediğinizin ve bu yolla ona asıl saygısızlığı sizin yaptığınızın farkında olmadığınızı düşünüyorum. Out-of-topic bi alıntı yine. Yine alakasız.

 

Uzatmayın isterseniz, belli ki fikirlerle değil, peşin hükümlerle ilgilisiniz. Vaktiniz telef olmasın. Hadi sizinkini geçtim de, bizimkine de yazık oluyor arada. Zaten yanlış olan bakış açınızı iyi bir şekilde savunsanız gam yemeyeceğim..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Tanrı Kulundan Dinlediklerim den(sayfa50)

Allah a inanan ve inanmayan iki adam,felsefe ölçüsiyle aynı zamanda mistik olabilir.Adamına göre inanan mistik değildir de inanmayan mistikdir.Mesala büyük ve dindar şair Mehmet Akif mistik değil fakat küçük ve dinsiz şair Ahmet Kutsi mistikdir. Yani üstada göre büyük ve dindar bi insan gerisi bizim yorumlarımız

Share this post


Link to post
Share on other sites
Tanrı Kulundan Dinlediklerim den(sayfa50)

Allah a inanan ve inanmayan iki adam,felsefe ölçüsiyle aynı zamanda mistik olabilir.Adamına göre inanan mistik değildir de inanmayan mistikdir.Mesala büyük ve dindar şair Mehmet Akif mistik değil fakat küçük ve dinsiz şair Ahmet Kutsi mistikdir. Yani üstada göre büyük ve dindar bi insan gerisi bizim yorumlarımız

Selamlar,

 

Üstadın Akif hakkındaki fikirlerini tek bir cümleye indirgeyip gerisini tamamıyla bizim düşüncelerimiz olmakla sıfatlandırmanız pek de hakikate uygun bir hareket gibi gelmedi bana...

 

Başlıkta genel manada paylaşılanlar da, Üstadın fikirleri etrafında şekillenmiştir ve "Büyük ve dindar bir şair"in, bu keyfiyetinin yanında ne olduğuna dair farklı fikirleri de ihtiva etmektedir. Üstadın Akif hakkındaki fikirleri, manası iki sıfattan müteşekkil bir cümlenin satıh hapsine mahkum edilecek kadar dar değildir. "Üstad ve Mehmet Akif" başlığını taşıyan bir konuda meseleyi her cihetten ele almak ve karşılaştırmalarla, fikir tahlilleriyle, iktibaslarla bir yargıya varmaya çalışmak gerekir.

 

Evet, Akif büyük ve dindardır; lakin bu büyüklük nereden ileri gelmektedir? Akif tam olarak kimdir, nedir? Aksadığı bir yön var mıdır? İslamiyet için Akif'in taşıdığı önem, hangi noktalarda belirir? Sanatı nasıldır? Fikir adamlığı hangi çaptadır?

 

Bunlar, tam bir değerlendirme yapmak ve isabetli bir kıymet hükmüne varmak için çabalayanlarca atlanmaması gereken noktalardır ve bu noktaların üzerinde, Üstad da bizzat fikir beyan etmiştir. Yani "Büyük ve dindardır" deyip meseleyi kapatmamıştır. Nitekim bu başlıkta paylaşılanlar, buna başlı başına bir delildir.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Akif tam olarak buyuk bir sair Islamin derdiyle dertlenen bir mumindir buyuktur Isitklal Marsimizin sairidir kusursuz insan olmadigi gibi kusurlari da vardir Ruhu sad Mekani cennet olsun

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu konu beni de düşündürmüştü..

 

Ama şu kanıya vardım, insanlar yaşadığı dönem içerisinde değerlendirilmeli..

 

Mesela üstadın belirttiği gibi 2.Abdulhamid belki en kıymetli padişahtır.. ancak yaşadığı dönem itibariyle yapılabilecek fedakarlıkların en büyüğünü yaptı..

 

Demek istediğim, Mehmet Akifin o devirde neler yaşadığı, hangi ortamlarda olduğu, hangi kişilerden Abdulhamidi tanıdığı çok önemli.. ki Üsdat o devirde yaşasaydı belki mehmet akif gibi düşünecek, istiklal marşını onun gibi yazacaktı...

 

dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Büyük insanların özelliklerinden birisi de, içinde bulundukları şartların telkinini aşan bir kavrayışla meseleleri ele alabilmeleridir. Yani onları cemiyetin üzerine çıkaran özelliklerinden birisi, kendilerini yönlendiren tesirlerden bağımsız olarak, hadiselerin altındaki manalara vakıf olabilmeleridir. Ortaya atılan her yeni fikirde biraz da bu temel vardır aslında. Ayrıca olaylara tamamen şartların çerçevesinden bakar ve insanı bu şartların esiri kabul edersek, Ebu Cehil dahil bütün herkesi mazur görme imkanımız olur ki bu ne kadar sağlıklı olur, ayrı bir tartışma konusu... Büyük adam, biraz da çevresinin tesirini kırabilen adamdır ve hakikate ulaşmak, yaratılış mesuliyetimizdir. Bu, neticede bir nasip meselesi olmakla beraber bu nokta işin kulu ilgilendirmeyen, ilahî cephesini temsil eder.

 

Buraya kadar yazdıklarım, bu mevzuda ziyadesiyle sert bir tutuma sahip olduğum intibaını uyandırabilir; yazılanlar hakikat olmakla beraber, imtihan dünyasında her daim istenen neticeyi vermemektedir malesef. Fakat Abdülhamid meselesi, onun çağdaşlarınca akl-ı selîmin hakim olduğu bir bakış açısı ile rahatlıkla kavranabilecek ve anlaşılabilecek bir meseledir. Yani kendilerine tebliğ ulaşmadığını varsayacağımız bir cemiyetin Müslüman olma mecburiyetinin olmamasının mazur görülmesi gibi bir durum sözkonusu değil. Abdülhamid'in masumiyetini anlamak, onun aydın çağdaşlarınca muhal değildi. Nitekim, İttihat-ı İslam'cılar başta olmak üzere onu anlayanlar da vardı.

 

Üstadı Abdülhamid mevzusunda uyandıran, ona ışık tutan ve onun tarih görüşünü üzerinde bina edecek bir insan bulmasına veseile olan ilk kıvılcımı çakan kişi, yani Esseyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de Akif'in döneminde yaşamıştır mesela. Sürekli temasta bulundukları çevreleri farklı olabilir fakat, bir fikir adamından daha üstün bir kavrayış beklemek yanlış olmaz; mesela üstad da Abdülhakim Arvasi hazretleri sözkonusu kıvılcımı çakana kadar Abdülhamid meselesinde yanılgıdadır; onu ciddi bir şekilde tenkit etmemekle beraber, zihnen sevmez. Onun, Abdülhamid'i bizzat döneminde vuku bulanlarla değil, Abdülhamid sonrasında yazılanlarla tanıdığı için, bu yanılgısını Akif'in haliyle eşit görmek dahi mümkün değildir o zamanlar.

 

Kaldı ki Akif'in Abdülhamid'e karşı menfi bir bakış açısı taşımasındaki sebeplerden birisi de onun kendi görüşleridir. Malum, Abdülhamid Akif'in idollerinden olan Cemaleddin Afgani'ye karşı sert bir tutum takınmış, Mason güdümlü reformistlere karşı kaydadeğer bir mukavemet teşkil etmiştir. Akif'in, bu tipe nisbeten sıcak baktığını biliyoruz. Bunun gibi hadiselerin de Akif'in tavrını belirlemede etkisi vardır. Bunun gibi amiller onu Abdülhamid'e karşı davranmaya itmeseydi keşke. Keşke onun İslam dünyası için ne büyük bir nimet olduğunu fark edebilseydi... En azından, çağdaşı Rıza Tevfik gibi net bir dönüş yapsaydı... "Kısmet" diyor, Akif'in bu meselede hatalı olduğunu üzüntüyle vurguluyor ve onu hatasıyla, sevabıyla sahipleniyoruz.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Burada bir bilgi eksikligi goze carpiyor.Devrinde Ulu Hakanin muhaliflerinden di Akif ama onu olene kadar Sultan Hamid dusmani olarak takdim etmek bilgi eksikliginden ya da art niyettendir diye dusunuyorum.Ben ikinci sikki es gecerek birinci sikta tercihimi yapiyorum bakalim Akif Safahatin Asim bolumunde Sultan Hamid ile ilgili dusuncelerini acik eder:

 

-Devr-i sabıkmi dedin şimdi

elindeyse çevir..

Devr-i sabıkda gebermezdi adam böyle zelil.

Diri bir yanda uzanmış ölü bir yanda sefil.

Niye hürriyet için sürgüne gittindi

Evet;

Gittim ama bu değil beklediğim hürriyet...

 

Abdulhamidi zamaninda anlamak herkese nasp olmamisti bu gercek Ustada da devrinde nasib olmamisti ama daha sonralari bazilarinin suratina tokat gibi inecek kitabi yazmaya seref olmustu.Abdulhamid ve devrin Musluman Aydinlari meselesi cok tartisildi uzerinde duruldu Abdulhamide saldirmak isteyen fasist Recep Peker yonetimi de Said-i Nursinin Akif donemi icin kullandigi istibdat kelimesini Cumhuriyet gazetesinde yazdigi zaman Said-i Nursi Sultan Hamid donemini pek cuzi zorunlu istibdat devrin yonetimini pek kulli bir istibdat olarak belirtmistir.Ayrica Akifin hangi tipe nispeten sicak baktigini biraz daha acarsak daha aciklyici oluruz mulahazasindayim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Muhattabınızı bilgi eksikliğiyle itham etmeden önce oturup bir kez daha düşünseydiniz ve kopyaladığınız kısmın aslında ne manaya geldiği üzerinde biraz daha fikir yürütseydiniz, daha iyi olurdu sanki. Zira böyle yapsaydınız hem muhattabınızı haberdar olduğu bir meselenin cahili olmakla itham ederek gülümsetmemiş, hem de bariz yorumlama hatanızı "bilgili olmak, yanlış düzeltmek, karşınızdakinin bilgisizliğini ispatlamak" tarzında sunmamış olurdunuz. Güzel olurdu...

 

Dikkat ederseniz alıntılanan kısımda bir karşılaştırma yapılmış ve Abdülhamid sonrası devrin, Abdülhamid devrinden daha kötü olduğu anlatılmak istenmiş. Yoksa, Abdülhamid'in yönetimdeki kabiliyeti övülmemiş, onun hasletleri dile getirilmemiş; yahut ona karşı beslenen bir sevgiden, Abdülhamid'in kötü sanılırken aslında onun öyle olmadığının anlaşılmasından temel alan bir nedametin taşındığından dem vurulmamış. Burada yalnızca bir karşılaştırma yapılmış ve neticede de, iki kötüden, yaşanılan kötünün daha kötü olduğu neticesine varılmış. Hürriyet için sürgüne gidilmesi, fakat beklenenin gerçekleşmediğinden dem vurulması da bu mevzuyu açıklamaktadır. Abdülhamid devri politikasının karşısında yer alan karakter, "hürriyet için sürgün ediliş (:))" şeklinde ifade ettiği hadisenin vesilesi olan şahsı sevmiyor, kendisinin hata yaptığını, sürgünlerin altında yatan makul sebebi takdir ettiğini söylemiyor; sadece hürriyet beklerken daha beter bir durumla karşılaştığını, kısacası yağmurdan kaçarken doluya tutulduğunu belirtiyor.

 

Üstadın Abdülhamid hakkında bir cehalet dönemi geçirdiğini ben de yazmıştım, fakat onun bizzat Abdülhamid dönemine şahit olamadığı ve onu, Abdülhamid'i devirenlerin kaleminden okuyarak tanıdığı için (Üstad 4 yaşındaki bir çocuktu Abdülhamid tahttan indirildiğinde) bu cehaletinde nisbeten daha mazur olduğunu, ayrıca yine bu devirde Abdülhamid aleyhinde neşriyata girmediğini yazmıştım. Ayrıca sonradan, Rıza Tevfik gibi karar kıldığı nokta da aşikar...

 

Akif'in Afganî ve Abduh gibi adamlara karşı beslediği sevgi hepimizin malumudur ve Akif'i az biraz tanıyan hiçkimse için açıklanmaya ihtiyaç duymaz. Fakat yine de "açıkla" derseniz, Akif hakkındaki cehaletimizi ifşa edecek kadar malumata sahip olmanıza rağmen, min gayr-i haddin, onu da yaparız inşallah.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Abduh Afgani meselesi de cok su goturen cinstendir Akif Abduha tamamen hayranmidir yoksa belli dusuncelere mi dilbeste olmustur aradaki nuansi iyi kavramak lazim mulahazasindayim.Abduh alem-i Islamin ancak egitim ve islahat yoluyla kalkinabilecegine inanmisti Akif de buna amenna demisti.Siiirinde de belirtmisti bu meseleyi:

“Gidelim bir yere, hatta şu bizim Sudan’a

Yeni bir medrese te’sis edelim urbana

Daha üç beş de faziletli mücahid bulalım

Nesli tehbib ile i’lâ ile meşgul olalım”

 

Abduhun kafasina gore yorumladigi ayet-i kerimelere aynen katilan bir Akif mevcut mudur acaba kendi siirlerinde Abduh gibi inkilap istedigini belirtmistir Akif. Mateessuf doneminde anlayamamistir Sultani Akif zamaninda anlayan da azdir nitekim devrin siyasi sartlarinda onu anlamak belki cok zordu Akife de bu nasib olmadi ama pisman olmustu Akif gibi bir dertli Islam sairini Istiklala Marsi sairimizi bir kez daha rahmetlen aniyor bir Fatiha daha yolluyorum. Sultan Hamid konusundaki cehaletin devri zamaninda mi yoksa devrinden sonra mi daha mazur oldugu konusu da ayri mesele

Share this post


Link to post
Share on other sites

Merhum Akifin Sultan Hamid ile ilgili pismanlik siirlerininin tam metnini Beyazit Kutuphanesi sagolsun buldum Allaha sukur iste tam metinler:

 

Rahmetli baban doğrularak,

 

Dedi: "Oğlum, bu temennî neye benzer, bana bak:

 

Eşeklerin canı yükten yanar, aman derler,

 

Nedir bu çektiğimiz derd, o çifte semer!

 

Biriyle uğraşıyorken gelir çatar öbürü

 

Gelir ki taş gibi hâin, hem eskisinden iri.

 

Semerci usta geberseydi... değmeyin keyfe!

 

Evet gebermelidir, inkisâr edin herife.

 

Zavallı usta göçer birgün âkıbet, ancak

 

Makamı öyle uzun boylu nerde boş kalacak?

 

Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye

 

Ağaç yonar durur artık gelen giden eşeğe.

 

Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner

 

Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler.

 

Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur

 

Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur.

 

"Giden semerciyi derler bulur muyuz şimdi?

 

Ya böyle kalfa değil basbayağ muallimdi.

 

Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş.

 

Semer değilmiş o rahmetlininki, devletmiş"

 

Ve de ikincisi:

 

"Bocalarken bakar üstündeki kaptan acemi,

 

Sarılır bir kayanın boynuna bîçâre gemi.

 

"Bu nedir, Bey Baba, bittik mi, ne olduk?" derler;

 

Kimi evrâd okur üfler, kimi lâ-havle çeker.

 

" Yok canım!" der Hacı Kaptan, biriken yolculara:

 

"Su tükenmiş, haberim yok, buyurıın işte kara!"

 

Siz de, oğlum, bu mahârette, bu cür´ettesiniz:

 

Gemi yüzdürmek için kalmadı meydanda deniz!

 

- Dinle bir fıkra da benden bakalım şimdi.

 

- Olur

 

- "Dev-i sâbıkta kazâ teknesi, bir köhne vapur,

 

Akdeniz hattına tahsîs edilir bol keseden.

 

Eski kaptan "Gidemem, der, getirin varsa giden. "

 

Yeni kaptan gelerek, doğru çıkar mevki´ine.

 

Adamın tâli´i oldukça güzelmiş ki yine,

 

Yel üfürsün, su götürsün diye bekletmez pek

 

Gece kalkar bu adem postası İzmir diyerek.

 

Göksu´daymış gibi fış fış yüzedursun miskin...

 

Denizin neş´esi a´lâ, hava enfes... Lâkin,

 

Bir taraftan verivermez mi nihâyet patlak

 

Tekne kör kandil olur, yolcular allak bullak.

 

Şimdi bîçâre süvârîye ne dur var, ne otur;

 

Dinlenir farz ederek birçok emirler savurur.

 

"Getirin haritayı!" der; baksana mâşâ´allâh:

 

Şile, Bartın, Kızılırmak... Güzelim, Bahr-i Siyâh!

 

- Akdeniz yok mu

 

- Hayır yok.

 

Bu nasıl kaptanlık?

 

- Haklısın Bey Baba, göndermediler, çok yazdık.

 

Eğilir sonra bakar. İbresi yok bir pusula...

 

Yürümez ezbere, yâhû, gemi, eyvahlar o1a!

 

Bora estikçe eser, dalgalar azdıkça azar...

 

"Getirin ibreyi!" der, bulmanın imkânı mı var?

 

"İbre yok, Bey Baba, bilmem ne getirsek?" derler...

 

O da: "Öyleyse şehâdet getirin!" der bu sefer.

 

Verdiğin tek silik onluktu, behey aksi İmam,

 

Olacak söz mü dokuz kubbeli, çinçinli hamam?

 

Bize devlet diye teslîm olunan şey neydi?

 

Çarpacak sâhil arar, kupkuru bir tekneydi!

 

On sekiz mil mi gideydik? Batırırdık...

 

- Lebbey?

 

Batmadık bir yeriniz kaldı mı, bilmem, cici bey?

 

"Devr-i sâbık" mı dedin Şimdi?... Elindeyse, çevir,

 

Ensesinden tutup eyyâmı da gelsin o deviı:

 

Milletin beş parasız onda, emîn ol, yedisi!

 

Gündüzün aç dolaşır, akşama kırk ev kedisi!

 

Yatırın âlemi çavdar kaırışık mezbeleye:

 

Ne bu? Ekmek! diye dünyâyı verin velveleye.

 

Hastalık kehle, sefâlet saradursun, kol kol,

 

Sâde siz seyre bakın!

 

- Harb-i umûmî bu, ayol!

 

- Devr-i sâbıkta gebermezdi adam böyle zelîl,

 

Diri bir yanda uzanmış, ölü bir yanda sefil.

 

- Niye hürriyyet için sürgüne gittindi?

 

- Evet,

 

Gittim amma bu değil beklediğim hürriyyet.

 

Zâten i´lân edilirken işi çakmıştım ya...

 

Çatlasan hayra yorulmazdı o miskin rü ya!

 

Ne herifler, ne kılıklar, ne nutuklardı, düşün!

 

Mekanininiz Cennet olsun Istiklal Marsi Sairimiz;Ulu Hakanimiz,Aziz Ustadimiz...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Akif'in Abduh ve Afgani sevgisini, yalnızca marif ve silkiniş (ıslahat biraz sakat bir tabir, İslam'da ıslahat olmaz - Müslümanlar İslam'la ıslah olur) aşkıyla açıklamak bana pek makul gibi gelmiyor. Bunlar mücerret kavramlardır ve herhangi bir ideoloğun tekelinde olacak düşünceler değildir; mesela Büyük Doğu idealini birisi savunuyorsa onu Üstad'a isnad etmek mecburiyetindedir, çünkü Büyük Doğu orijinal bir fikir sistemidir ve ortaya atanı vardır; fakat İslam'ın eğitimle düzeleceği düşüncesini savunmak için menfi bir adam olan Abduh'un muhtelif sayıdaki yazısını (ki aralarında meşhur sözümona tefsirler de vardır) çevirmeye gerek yoktur. Eğitim ve silkiniş genel bir fikirdir ve siz bu fikirlerin içini, fikirleri aldığınız kişinin bakış açısıyla doldurmuyorsanız, bu fikirleri açıklamak için edebiyatçı kimliğinizi bir tarafa bırakıp görüşlerini paylaşmadığınız birisinden çeviriler yapmaz veya ilmî amaçla çevirdiğiniz metnin tenkidini de yaparsınız. Abduh ve Afgani'nin batış noktaları, bahsi geçen kavramları sapıkça diyebileceğimiz bir diyalektik ile yorumlamaları ve bu kavramların içeriğini, İslamî daireyi çatlatıcı tarzda oluşturmalarıdır. Islahat dendiğinde bu kişilere atıfta bulunuluyor, yahut bu insanların bu görüşlerini yansıtan eserleri çevrilirken hatalı noktalar belirtilmiyorsa (ki belirtilmiyor), burada kayda değer ölçüde mutabakat bulunduğu neticesine varılır. Afgani hakkında şunları söylemiştir Akif, ayrıca:

 

-Merhumu ne Afganistan'da, ne Hindistan'da, ne Avrupada ve ne de Osmanlı toprağında rahat bırakmadılar. Hiç bir yerde onu rahat ettirmediler. [Halbuki Fransa'da krallar gibi yaşamıştır hazret/NFK-Fan]Cemaleddin, islâm dininden biraz taviz verse idi, İslâm için mücadele etmekten biraz olsun vazgeçse idi, dünyanın her tarafında itibar ve makam bulurdu. Debdebe ve şatafat içinde yaşardı. Fakat o bütün mansıblara ulaşmak kabiliyetinde olduğu halde, islâm konusunda tavizsiz olduğu için, bunların hepsinden mahrum bırakılmış bir büyük insandır. Hiç kimsenin dayanamayacağı hakaretlere ve taarruzlara kendi imanı ile karşı koydu. Kâmil, üstün kelimesinin ihtiva ettiği manaya göre o bir yaşayan şehid idi...

 

"Tek suçlu devrin şartları" temalı iddialarla ilgili daha önce yazmıştım, onları buraya yazsam aynen gidecek; o yüzden tekrarlamıyor, o mesajımı buraya yeniden yazdığımın düşünülmesini rica ediyorum.

 

Müslüman kimlikli bir aydının, Abdülhamid'i devrinde anlaması, resmi ideolojiyle ve resmi ideolojinin kurumlarıyla, sanatçılarıyla iç içe yaşayan ve Abdülhamid'i bu insanların telkinlerinden öğrenen, yanılgıda olduğu dönemde Müslüman bir aydın diyemeyeceğimiz bir insanın Abdülhamid'i anlamasından daha kolaydır.

 

Paylaştığınız şiirlere gelirsek, bu şiirleri Safahat'ın derli toplu bulunduğu herhangi bir kitapta okumak mümkün. Kütüphane müracatına gerek duymadan, Safahat'a şöyle bir göz attığımızda ilk şiirin altındaki kısmı paylaşmamanızın, eşeğin tam manasıyla Osmanlı'yı anlatan bir metafor olduğu düşüncesini ve Akif'in ciddi bir pişmanlık duyduğu zannını uyandırdığını; fakat altındaki kısmı da okuyunca aslında yine Akif'in Abdülhamid döneminden hoşlanmamakta devam ettiğini müşahede ediyoruz. Zira şiir şöyle devam ediyor:

 

 

...

«Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi?

Ya böyle kalfa değil, basbayağ muallimdi.

Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş:

Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş!»

Nasîhatim sana: Herzeyle iştigâli bırak;

Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak.

Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez;

Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez.

Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;

Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.»

Bu mısralardan anlaşılacaktır ki, Akif'in Abdülhamid aleyhtarlığı devam etmektedir ve Akif Abdülhamid dönemine hasret duyan eşeğe "Adam ol, eşekliği bırak; ilk sahibine özlem de duyma. Adam olursan, eşek olmaz, hürriyete kavuşursun, aksi takdirde sahiplerine sataşmak hakkın değildir" manalı şeyler söylemektedir. Yani Abdülhamid bir eşek sahibi, vaktinde ona karşı çıkan fakat daha sonra ona özlem duyanlar da eşek olarak tasvir edildiğinden, bu kısmı da okuduğumuzda Abdülhamid'in hakkının hala teslim edilmiş olmadığını görürüz.

 

Paylaşılan ikinci şiir için, ilk mesajda yapılan yorumlar hala geçerli. İlk kaptan (Abdülhamid) "Ben beceremiyorum" demiş ve dümeni yeni kaptana bırakmış, o da giriştiği işlerde muvaffak olamayınca tamamen umudu kesip kelime-i şehadet getirmeye sarılmıştır. Netice itibarıyla da, nereye toslayacağı belli olmayan bu geminin hali, eski kaptanın dümeni kontrol ettiği dönemden daha kötü olmuş; aynı sefalet, daha beter bir şekilde devam etmiştir. Gerisinin ne manaya geldiğini zaten yazmış bulunuyoruz. Nihayetinde II. Abdülhamid'e hitaben "Ne mel'unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis'e!" diyen Akif'ten, Abdülhamid'in aslında iyi, veya en azından mazur bir lider olduğuna dair aleni bir nedamet izharı göze çarpmıyor, sadece Abdülhamid sonrası devrin, onun devrinden daha kötü olduğuna dair vurgulamalara tesadüf ediliyor. Nitekim "Gelen gideni aratır" temasının işlendiği bu şiirin yer aldığı Asım'da, abdülhamid hakkında aşağıdaki mısralar da yer alıyor. Beraber düşünürsek, zaten açık olan mana daha da netleşecektir. O Abdülhamid aleyhtarlığından pişman değildir, gelenden şikayetçidir; hepsi bu...

 

Kadri Bey sağdı, Trabzon'da henüz valiydi.

Yine bir dolduran olmuştu ki, Abdülhamid'i,

Karakoldan dediler: "Şimdi, İmam, Erzurum'a!"

Bir de kış, bir de kıyametti ki artık sorma!

Tıktılar çalyaka, bir tekneye; sırtım gevşek.

Abam arkamda değil, sonra ne yorgan, ne döşek.

Bakalım şimdi makamında görün Kadri Bey'i;

Zorlu valiydi herif,

-İlme de vardır emeği.

Evet, oğlum, Hoca Mandal'la tutunduk el ele,

Evvelâ Kâzım'ı gördük; bizi hürmetlerle,

Alarak durmadı valiye haber gönderdi;

Geliniz emrini vali de serîan (çabucak) verdi.

Kâzım önden, hadi bizler de peşinden daldık.

-Vay imam, sen yine düştün mü bu kışlarda? Yazık!

Ya Hocam, sen niye ta Yıldız'a çıktın bu sefer?

Otur anlat, bakalım, çünkü fena söylediler.

-Kim fena söyledi?

-İstanbul'a sormuştuk da...

Oflu tedriç ile (yavaş yavaş) bağdaş kurarak koltukta,

Dedi:

Çoktan beridir vardı benim bir derdim;

Gideyim, zâlimi ikaz edeyim isterdim.

O, bizim cami uzaktır, gelemez, mâni ne?

Giderim ben, diyerek vardım onun câmi'ine.

Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,

Koca şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümid.

Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;

O silahşörler, o al fesli herifler sayısız.

Neye mal olmada seyret herifin bir namazı:

Sade altmış bin adam kaldı, namazsız en azı!

Hele tebzîri (savurganlık sınırını) aşan masrafı, dersen, sorma.

Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,

Dedim ki: "Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?

Biraz da meydana çıksan da hasbıhal etsek.

Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören, ne eden;

Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.

Değil mi saklanıyorsun, demek ki, korkudasın;

Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın.

Değil mi korkudasın var kabahatin mutlak.

 

 

Günahıyla, sevabıyla; hatasıyla, doğrusuyla Allah "Üstad'a, Abdülhamid'e ve Akif'e" rahmet eylesin.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
"Giden semerciyi derler bulur muyuz şimdi?

 

Ya böyle kalfa değil basbayağ muallimdi.

 

Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş.

 

Semer değilmiş o rahmetlininki, devletmiş"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Giden semerciyi derler bulur muyuz şimdi?
...

 

Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere;

Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Giden semerciyi derler bulur muyuz şimdi?

 

Ya böyle kalfa değil basbayağ muallimdi.

 

Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş.

 

Semer değilmiş o rahmetlininki, devletmiş"

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ohoo arkadaşlar makaraya sarmış mevzuyu, yaz Allah yaz, döndür getir yine yaz. Eh burada fikir beyan etmek, örneklerle meseleyi açıklamak, metin akışından verilen fikirleri çıkarmak da imkansız gibi bi şey artık. İnsanlar okuduğunu anlayamaz hale geldiyse ve fikrini eritip de bi kalıpta dondurduysa susmak lazım. Fan, seni sükuta davet ediyorum bu ahval ve şerait içerisinde :) Gel sen benimle tartış, okuduğumu anlamamazlık yapmam ve kontekstin altından mana çıkarabilirim en azından... Ehehe

He bi de Ziya Paşa'nın bi mısrası vardı, neydi o? Eşeğe altın semer vursan eşek yine eşektir miydi neydi? Serbest serbest çağrışımlar. Serbest serbest çağrışım dedim de, aklıma sepet sepet yumurta, sakın beni unutma geldi. Ne güzelmiş be. Bi de küçüktüm ufacıktım, top oynadım acıktım vardı vaktinde. Haa, acıkmak dedim de... Ah, nerde o eski zamanlar? Taa Osmanlı zamanlarında beyler, paşalar konaklarında iftarlar verirler, bu yemeklerde de bugün olduğunun aksine davetlilerinin midelerine fuzuli yüklenmez, daha itidalli menüler sunarlarmış. İsraf yahu, çorbayı yiyip doyuyoruz resmen, bi de öyle kalabalık tutuyorlar sofraları. Sonra hepsini yemek zorunda kalıyoruz. Şişip dombili oluyoruz sonunda da, dobişko oluyoruz. Ha yemek dedim de, şu kabak ne menem bir sebzedir yahu, ısıtılıp ısıtılıp döndürülen şeyler için kabak tadı vermek dedirtecek kadar sevilmeyen bi şeymiş bu zahir. He nostalji dedim de aklıma geldi, biz küçükken uyuz uyuz oyunlar oynardık hani, birisi bi şeyler bulur, biz de ona hep 'Sensin, sensin' derdik. Mesela 'manyak!', 'Sensin!' - 'Deli!', 'Sensin!' gibi... Arızalı mıymışız neymişiz yav? Hehehe

Dön gel yine sev beni, sar sev yine sev beni...

Lay lay laaayy..

Akınlardaki bin atlıya selam ederim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Off trradomir off, ne diyeyim ben sana? :D

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ahmet Turan Alkan havasina girmeye calismis ama becerememis hazret cakma Ahmet Turan Alkanlara karnimiz tok efendi...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Off. Ne laf çaktı ama! Ahaahhaa. Benzetememem normal süpermünekkid Tarıkçığım, çünkü taklit maklit yok. Bu üslup benim Ahmet Turan Alkan'ı okumaya başlamadan önce dahi taşıdığım üsluptur efendi hazretleri, bu piyasada tek esprili üslup ona ait değil, sen git de papağan gibi aynı şeyleri kopyalamaya devam et, kendi kafandan bi şeyler yazmak sana göre değil, bak nasıl da saçmalamışsın iki dakkada?.. Arasında kendince benzerlik gördüğün iki üsluptan birinin diğerine öykünme olduğu gibi iddiaları, düzgün cümle kurmayı öğrendiğin gün ortaya atabilirsin, benden sana icazet... Hadi şimdi git işine de enaniyetimi kabartma şurada bu tarz saçma sapan ve kişi yönelimli çaresizlik kokan mesajlarla... Sizin gibileri görünce kendimi bi şey sanıyorum... nihahah

Share this post


Link to post
Share on other sites

"Bedrin aslanları bile ancak bu kadar şanlı idi"

 

ya arkadaşlar üstad ben ahirette hesabımı bile Türkçe veririm diyecek kadar milliyetçi milli şairimizse ona nazaran çok daha ümmetçi bi yapıya sahip sizin bahsettiğiniz cümle Müslüman ve Türk olan askerlerimizi yüceltir Üstad'ın Türk askerini Mehmet Akif'in dediğinden daha az mı kollayacağını düşünüyorsunuz?!!!

 

hem bence biz onlar kadar ince düşünebilecek bi konumda değiliz. öyle büyüyemedik, hayatımızı tek bi davaya adayamadık. düşünmeye, öğrenmeye, yaşamaya o kadar vakit ayırmadık söylediklerini böyle bir çırpıda eleştirmeyelim lütfen. Hem Çanakkale'de yaşanan olaylar gösteriyor ki orada savaşanlar, Peygamberi görmemelerine rağmen onu dinlemişçesine bir imanla şavaştılar. Ve İlahi bir koruma altındalardı. Hatta sahabelerin de onlarla birlikte savaştıkları rivayet olunur.

 

Peygamber efendimizin de onlar ki beni görmeden inandılar onlar benim kardeşlerimdir dediği müslümanlardan olduklarına emin olduğumuz mehmetciğimizi, Peygamber kardeşi askerlerimizi Bedrin aslanlarıyla karşılaştırmak yanlış olmasa gerek...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

İslam tarihindeki hiçbir savaş Bedir kadar mühim değildir. Kaderin işlediği bir dünya hayatında, gerçekleşmeyen bir olay hakkında konuşmak pek de mantıklı olmasa da, şu rahatlıkla anlaşılabilir ki, Bedir kaybedilseydi İslamiyet güneşi doğmadan sönerdi. Burada "Allah Bedir kaybedilseydi bile İslam'ı korurdu" gibi bir yorum yapılmasın, zira bizi ilgilendiren sebeplerdir ve işin ilahi buudunda da İslam'ın, Bedrin kazanılmasıyla ayakta kalacağı takdir edilmişti, başka bir ihtimalin varlığı sözkonusu edilmemeli, işin ilahi buudu bizi ilgilendirmiyor zaten. Bu savaş esnasında Server-i Kainat efendimizin bizzat Allah'tan yardım istemesi ve "Eğer burada çarpışan bir avuç Mü'min helak olursa, ihtimaldir ki yeryüzünde sana ibadet edecek tek bir Müslüman dahi kalmayacaktır Ya rabbi, bize zafer nasip eyle!" manasına gelen bir talepte bulunması da bizim bu tespitimizi doğrular niteliktedir. İslam tarihi boyunca meydana gelen hiçbir savaş Bedir kadar önemli değildir ve hiçbir mücahid, Bedrin arslanları kadar şanlı olamaz. Ayrıca sahabelerin İslamiyet'te sahip olduğu mevkii üzerinde de durmak gerekebilirr, meseleyi fazla dallandırıp budaklandırmamak için sadece "Bu noktadan da düşünelim" diyerek geçiyorum. Bedir, İslam'ın doğuşu esnasında meydana gelen bir ölüm kalım mücadelesidir ve bu savaşın kaybedilmesi İslam'ın kaybetmesi olacaktı, Peygamberimiz de bundan korkuyordu. Çanakkale savaşları da büyüktür, mühimdir, çağımızın İslam toplumlarının varlığını devam ettirebilmesi için bir avantaj olmuştur fakat İslam dini için bir ölüm kalım mücadelesi değildir. Zira hepimiz biliyoruz ki şu an sömürgeleştirilen yerlerde bile İslamiyet yaşıyor bir şekilde, bir şekilde dirilmenin mücadelesini veriyor Müslümanlar. Yani Çanakkale'nin şartlarıyla Bedr'in şartlarını karşılaştıramazsınız bile. Meseleye İslamiyet ve tarih ilmi nazarlarından bakarsanız böyle bir hatayı kabul edemezsiniz. "Üstad Akif'ten daha az ümmetçiydi, o zaman bu hususta Akif yanlış yapamaz" biçiminde temellendirdiğiniz argümanınız ise kuvvetli değil, zira üstadın milliyetçilik anlayışının onun ümmetçilik idealini geriye düşürdüğü düşüncesinin isabetsizliğini bir tarafa bıraksak bile, bir insanın, savunduğu görüşle ilgili hata yapmayacağı, yanlışının dışarıdaki bir insan tarafından tespit edilemeyeceği, ümmetçiliğin sahabiler konusunda takınılması lazım gelen hassasiyetin atlanmasını engellemesi gerektiği gibi fikirlerin yanlışlığı ortadadır. Nitekim dünya tarihi nice felix culpa'larla doludur.

 

Bahsi edilen cümle Türk askerini, o büyük şehit ve gazilerimizi yüceltmez, övgüde dozaj kaçırılmıştır yalnızca. Zira eshab-ı kiram ile karşılaştırılmayı ve hatta onlardan daha da şanlı olabilecekleri imasının yapılmasını o şehitlerimiz de hoş karşılamazdı sanıyorum. Üstad, onları eshab-ı kiram ile karşılaştırmamıştır, bu da onlara Mehmet akif'ten daha az değer verdiği manasına gelmez, eğer onlar Bedir'deki Eshab-ı kiramla mukayese ediliyorsa ve onlar kadar yahut onlardan daha şanlı olabilecekleri vurgulanıyorsa, o kahramanlara bu mertebeden daha düşük olmak kaydıyla en yüksek makamı vermek gerekir.

 

"Biz onları yargılayamayız" diyerek bu mevzuda fikir beyan edenleri eleştirmek de yanlış bir davranış olmalı, çünkü Akif'in bu tavrının karşısında yer alanlar ve alması muhtemel olan insanlar arasında Üstad gibi kimseler de var. Bu durumda birisinin dediğinin doğru olması gerekiyor ve bence bu hususta, Akif'in karşısında fikir beyan edenlerin söyledikleri çok daha makul gibi duruyor. "Biz onlar kadar büyük değiliz, o halde onların yanlışları hakkında konuşmayalım" demektense ortaya atılan eleştirileri hedef alıp çürütmek çok daha makuldür. Zira bu eleştirilerin temellendirilmesi de sağlam bir biçimde yapılmış...

 

Peygamberimiz manevi varlığıyla Çanakkale'de bulunmuştur fakat bu hal ne Çanakkale'yi Bedir yapar, ne de o büyük şehitlerimizi sahabi...

 

Bu arada Üstad'ın buraya iktibas ettiğiniz sözünün nerede geçtiğini de merak ettim, yazarsanız sevinirim. Hatırlayamadım ben. Öğrenmek ve merağımı gidermek için soruyorum, yanlış anlaşılmasın.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.

×
×
  • Create New...