Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
rembo

Hüseyin Nihal Atsız

Recommended Posts

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul etmiştir. Daha zekasının pek iptidaî olduğu zamanlardan beri, insanların din sahibi oldukları da bilinen gerçeklerdendir. Zekanın ve bilimin yükselmesiyle dinler de yükselmiş, tek Tanrılı dinlerle dinler çağı kapanmış, din uğruna yapılan korkunç savaşlar ve kırgınlıklardan sonra medeni dünyada din, fertlerin vicdanına sığınmış, bir kanaat olarak saygıdeğer bir yer kazanmıştır. Artık medeni insanlar arasında din tartışması yapılmıyor. Dinler hakkında avamî yazılar değil, ancak bilginlerin etüdleri yayınlanıyor. Medenî insan, başkalarının dini inancına saygı gösteriyor. Kimseyi propaganda ile kendi dinine çağırmıyor.

 

Türkiye'de bir zamandır dine karşı takınılan yanlış tutum, yemişlerini vermeye başlamıştır. Mabedsiz şehir kurmakla övünen budalalar, çirkin harabelerin mabed haline getirileceğini düşünememiştir. Cumhuriyetin başlarında, artık görevi ve faydası kalmamış Arapçı ve Arapçacı softa takımı tasviye olunurken, milletin manevi ihtiyacı düşünülerek asrî din adamları yetiştirecek özlü bir din okulu açılsaydı, bugün il ve ilçe merkezleri, doktor payesine erişmiş din adamları ile dolar, bunlar köyleri de kontrol ederek yobazlığa engel olur ve İstanbul gibi şehirde çatalı ve radyoyu haram eden beyinsizler halka vaaz edemezdi.

 

 

Mabedsiz şehrin ilk yemişi Ticanîlik, onun olup kurtlanmışı da Nurculuk oldu.

 

Nurculuk nedir? Gazetelerde ikide bir görülen Nurcular, Nur risalesi talebeleri kimdir? Aralarında avamdan aydına kadar, mühendis, avukat ve doktora kadar her türlü adamın bulunduğu Nurculuk, "Saîd-i Nursî" adında cahil bir Kürdün peşine takılmış cahil bir sürü, Nur risalesi talebeleri de Saîd-i Nursî'nin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.

 

Saîd-i Nursî denilen adam, eskiden Saîd-i Kürd-î diye bir takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şafiî mezhebinden bir Kürttür. Mütareke yıllarında İstanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Bu cakacı Kürt kendisine "Bedîüzzaman" demekte, müridleri de bu adı bir övünçmüş gibi kullanarak şeyhlerini bu adla ululamaktadır. Bedîüzzaman, "zamanın harikası" demektir. Kürt Said cidden zamanın harikasıdır. Yirminci yüzyıl gibi bir zamanda bu bilgisizliği ve iptidaîliği ile ortaya atılmakta gösterdiği pişkinlikle zamanın harikası, bundan daha fazla olarak da onbinlerce, belki yüzbinlerce Türk'ü ardına takmakta gösterdiği başarıyla gerçekten zamanın bir harikasıdır.

 

Zamanın bu harikası, bu Kürt Said, aslında bir Kürt milliyetçisidir. Nasıl Moskofçular Türk milletini yıkmak için ortaya sosyal adalet ilkesiyle atılıyor, yoksulların davasını benimsemiş görünüyorlarsa, Kürt Said de ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Kürtçülük davasını açıkça güdemiyeceği için, Türkçülüğü yıkacak ağuları Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor. Müritlerine veya kendi tabiriyle Risâle-i Nur şakirtlerine evlenmeyi yasak ediyor. Çünkü evlenip çocuk sahibi olurlarsa, o çocukların kötü ve dinsiz olma ihtimali varmış. Tabiî, dağdaki Kürdün bu büyük ve ilâhî buyruktan haberi olamıyacağı için, o evlenecek ve Kürtler çoğalacak. Herkesin sözüne inanan saf Türkler ise, büyük mürşidin buyruğu ile evlenmiyecek, böylelikle Türk soyu azalacak ve Kürt Şeyh Said'in 1924'de yapamadığını, Kürt Molla Said (yani Bedîüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak.

 

Kadını şeytanın askeri sayarak evlenmeyi yasak eden dinin, Zerdüşt dini olduğunu bilmeden koyu Müslümanlık adı altında bir nevi Mazdeizm yaptıklarının farkında olmayan bu beyinsizler sürüsüne ne demeli? Urfa'daki mezarının bir baş belası haline gelmemesi için, söylentilere göre, General Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, bu kaldırmaya inanmayarak Kürt Said'in oradan uçtuğuna inanacak kadar şuursuz olanlara ne denebilir? Millî talihsizlik, akıl hastanesi kliniklerinde yatması gerekenlerin halk arasında dolaşmasındadır. Ciddi tedbirler alınmazsa, bu dinî cinayet daha yıllarca sürecektir.

 

Nur risalesi (kendi tâbirleriyle risale-i nur) denilen sayıklama kitapları pek çoktur. Beyni örümceklenmiş zavallılar bu sayıklamaları elle yazarak, yahut şapirografi veya taşbasmasıyla çoğaltarak onbinlerce satarlar. Bunu satmak için kasaba kasaba, köy köy dolaşan Nurcular vardır. Bunları satarak sevaba girerler. Sözde Türkçe olan bu sayıklama kitapları, Kürt hamalların fikir seviyesinde yazıldığı için, kimse birşey anlamaz. Anlamadığı için de, onda gizli hikmetler, yüksek gerçekler olduğu kuruntusuna kapılır.

 

Bir zamanlar bu sayıklamalardan bana da bir tane yollamışlardı. Kendimi zorlayarak okuyabildiğim bir tanesinde, Kürt Said radyodan bahsediyor, dünyanın bir ucundan söylenen bir sözün kutudan duyulmasını kutudaki meleklerle açıklıyordu.

 

İşte, aşağı tabaka ile birlikte doktor, mühendis ve avukatın da şeyhi, pirî olan, kendisinden "efendi hazretleri" diye söz ettikleri Kürt Said'in seviyesi budur.

 

Fizikten, titreşimden haberi olmayan, müsbet bilimin kıyısından dahi geçmeyen bir yobaz, radyo hakkında ancak bu kadar düşünür. Fakat bilgisizliğini de anlamaktan âciz olan o kara cahil, bu katmerli bilgisizliğine bakmadan, Türkler aleyhinde hüküm çıkarmaktan da geri kalmıyor. Nur risalelerinin birinde, Ye'cüc Me'cüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların Özbek, Tatar ve Kırgız gibi "akvâm-ı vahşiyye" (yani vahşi kavimler) olduğunu yazmıştı. Sevsinler medenî Kürdü!... Özbek, Kırgız ve Tatarlar arasında okuyup yazma nisbeti % 90'dır ve aralarında atom bilginleri de olmak üzere her bilim dalında yüzlerce bilgin ve uzman bulunmaktadır.

 

Kendisini Nurculuğa kaptırmış olan bir avukatla geçen yıl aramda küçük bir konuşma olmuş, Kürt Said'de ne bulduğunu kendisinden sormuştum. "Kuran'ın en güzel tefsirini yapmıştır." diye cevap vermişti. Bu genç avukat eski yazıyı bilmiyor, Kuran'ın şimdiye dek en büyük İslâm bilginleri tarafından üç İslâm dilinde yapılan tefsirlerinden habersiz bulunuyordu. Bunu kendisine boşuna anlatmaya çalıştım. Bir kere çileden çıkmış, aklın ve mantığın dışına uğramıştı. Bir safsataya inanla uğraşmak neye yarar? Bugün devlete düşen görev, bunun sebeplerini arayıp bularak tedavisine gitmektir.

 

Bana göre Tîcânilik, Nurculuk, yobazlık, komünizm ve partizanlık gibi hastalıkların sebepleri, milli ülküden yoksunluktur. Tıpkı normal yemek bulamayan aç çocuğun duvarı yalaması, yerde bulduğu faydasız ve zararlı şeyleri yemesi gibi, bağlanacak büyük bir ülkü bulamayan insanlar, abur cubur düşüncelere kurtarıcı diye yapışıyorlar. Çünkü insanlar bir fikre bağlanmaya mecburdur. Bu istidat insanlığın mayasında vardır. Bunu hiçbir kuvvet önleyemez.

 

Türkiye'de gerçek ülkü olan Türkçülük türlü bahanelerle baltalanmasa, gerçek Türkçü olan eski "Milliyetçiler Derneği" 1953'de kapatılmasaydı, bunlara gelişme imkanı verilseydi, bugün memlekette partiler üstünde, gayet ateşli ve şuurlu bir milliyetçi topluluk bulunacak, hükümetler güç durumlarda bunlardan yardım isteyebileceklerdi.

 

Türkçülük insanlara hiçbir vaitte bulunmuyor, maddi veya manevi birşey vermiyor. Yalnız istiyor... Fedakarlık ve feragat istiyor. Nurculuk ise cennet va'dinde bulunuyor. Ebedî saadet, cennette köşkler, yemekler, huriler va'dediyor.... Kafası işlemeyen, hatta aslında materyalist olanlar tabiî Nurculuğu seçecektir. Netekim bunu kendileri de söylüyor "Türkçülük mezara kadar... Ondan sonra ne olacak?" diyor... Tabiî ondan sonrasını kendilerine Kürt Said hazırlayacak.

 

Kürt Said'in 1327 ( 1909 ) yılında, İstanbul'da Vezir hanındaki İkbal-i Millet matbaasında basılmış bir eseri vardır. Adı: "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î" dir. Kendisinin Saîd-i Kürd-î Yani Kürt Said) olduğunu tastik ettiği bu eserde, eserin muharriri diye de kendisini "Bedîüzzaman" diye taktim etmektedir. Eserin tâbii, yani editörü de "Kürdîzade Ahmed Ramiz" dir. yani dört başı mâmur bir eser. Bu 48 sayfalık eserin "hâtime" kısmı (44-48. sayfalar) Kürt Said'iin içyüzünü göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Bunun aynen alıyor ve ağdalı bir dille yazıldığı için açık Türkçeye çeviriyorum: Ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. ( Soydaşlarıma burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik kalır.)

 

Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denilen makine-î alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşa'ib kanun-i nûrân-î ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-i ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış, size emrediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhit ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi gibi bir câzibe-i umum-î millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i islâmiyye Osmâniyyenîn mevkibinde bir kevgeb-i münevver gibi câzibesini ittiba ile muvazene ve âheng-i umumiyyeyi muhafaza ediniz. ( = Ey Asurlular ve Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vhşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz.)

 

 

***

 

Görülüyor ki Kürt Said, zavallı Kürtlere eski Asur ve İran ordularının hayali öncülüğünü yaptıracak kadar koyu bir Kürt milliyetçisidir ve çapraşık acemî ifadesiyle Kürtleri Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye çağırmaktadır. Bunun hiçbir tevili, tesfiri yoktur. Beyninde ve gönlünde kötü düşüncesi olmayanlar, bu açıklıktan sonra onun bir İslâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu kabule mecburdur.

 

Bundan sonrasını, zaten anlaşılmaz ve bozuk ifadeli metinden sıyırarak yalnız tercümesini (evet, bu kelime yerindedir) vermek suretiyle okuyucuları boşuna yormaktan alıkoyacağım. Bundan sonra Kürt Said şöyle diyor:

Süphan ve Ağrı dağları gibi geleceğin yüksek dağlarının doruğunda ayağa kalkmış, nefse esir olmayı yasak etmiş ve başkasına tecavüzü caiz görmeyerek şeriata dayanmış olan hürriyet sultanı yüksek sesle sizin gibi mâzinin en derin derelerinde gafil ve dağınık bir kavme, cehalet ve yoksulluğa hücum için "fen, sanat ve silâh başına, ileri arş" emrini veriyor.

 

Hakikat denilen tabakalar altında örtülü ve mahpus kalmış ve istibdadın yok edilmesiyle omuzu üstünde olan cehalet ve gafletin hafiflemesi sayesinde harekete gelip kalkmaya teşebbüs etmiş bulunan hakikatler habercisi, size her cihetle haber veriyor ki, mahiyetinizde kaderin ektiği istidatları ve mukadderatınızı fiile çıkaran ve kavmi mahiyetinizde saklanmış olan seciyenizi maarifin hayat suyu ile sulamanın vaktidir. Yoksa kuruyup çürüyecektir.

 

İhtiyaç denilen, medeniyetin babası ve ilerlemelerin kurucusu olan üstad, sillesini kaldırmış, size hükmediyor: Ya hayat ve hürriyetinizi bu vahşet sahasında yağma ettireceksiniz, yahut medeniyet alanında fen ve sanat balon ve trenine binerek istikbali karşılayacak ve olgunluğun Kâbesine koşacaksınz.

 

Milliyet denilen mâzi derelerinde, hâl sahralarında ve istikbâl dağlarında çadır kurmuş olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî gibi, herkesi başkasını haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve yüksek duyguların timsali olan milliyet fikriniz size kesin emirle emrediyor ki, her biriniz umum bir milletin hayatının mâkesi, saadetinin koruyucusu ve bütün milletin müşahhas misali oldunuz. Şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zira, maksadın büyümesiyle himmet de büyür ve millî hamiyetin galeyanıyla ahlâk da yükselir.

 

Kavimlerin saadetinin sebebi olan ve millî hakimiyeti temin ile hayat makinesinin buharı olan hürriyetteki cüz'i iradeyi istibdadın söndürmesinden kurtaran ve şer'î meşveretin mayasıyla mayalandıran meşru meşrutiyet, sizi imtihan meclisine davet ediyor. Erginlik çağına vardığınızı ve vâsîye ihtiyacınız olmadığını görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Varlığınızı birleşerek gösteriniz. Millî hamiyet ve şahsî fikir ve vicdanınızı milletin müşterek kalbi ve aklı gibi gösteriniz. Yoksa sıfır alacaksınız ve hürriyet şahadetnamesi elinize verilmeyecektir.

 

Mâzide dağınıklığınıza sebebiyet veren birinizdeki bencillik fikri şimdi istikbalin medeniyet saadethanesinde icad fikrine, şahsî teşebbüse ve hürriyet fikrine inkılâb edecektir. Hattâ diyebilirim ki, başkalarının sükûtî medreselerine nisbetle sizin gürültülü olan medreseleriniz bir ilmî mebuslar meclisini gösteriyor. İmam arkasında fatihalar okuduğunuz zamandaki semâvî ve rûhânî vızıltılarınızda, mezhebî ve kavmî mahiyetinizdeki istidat, meşrutiyet sırrına kaderin bir îmâ ve nişanı vardır.

 

"İnsan için çalışmaktan başka yol yoktur" sözünün öteki ifadesi, şahsî teşebbüstür. Her kemâlin kurucu ve koruyucusu olan cesaret ve millî namus emrediyor ki, şimdiye kadar nasıl maddi şecaatte terakki ettinizse, şimdi de akıl ve medeniyet meydanında millî namusu çiğnetmeyiniz. Millî duyguların mâkesi olan, kıymetinizin ölçüsü olduğu halde ihmalinizle gayet çapraşık bununan diliniz, tûbâ ağacı gibi bir ağacın tecellisine müstatken, böyle kurumuş, perişan ve edebiyatsız kalmış olduğundan, diliniz sizden millî hamiyete şikâyette bulunuyor. İnsanda kaderin sikkesi sikkesi lisandır. Anadil tabiî olduğundan, kelimeler zihne kendiliğinden gelir. Zihin çatallaşmaz, O zihne giren bilgiler taş üzerinde oyulmuş gibi bâki kalır. Millî dille görünen herşey hoş gelir. Millî hamiyetin bir misalini size takdim ediyorum. O da Mutkili Halil Hayâlî Efendi'dir. Millî hamiyetin her şubesinde olduğu gibi, dil alanında da dilimizin esası olan elifbe, sarf (gramer) ve nahvini (sintaksını) vücuda getirmiştir. Hakikaten Kürdistan madeninde böyle bir hamiyet cevherine ratgeldiğinden, istikbalimizi onun gibi birçok cevherler ışıklandıracaktır.

 

İşte bu zat bir hamiyet örneği göstermiş ve tekemmüle muhtaç dilimize bir temel atmıştır. Onun izinden gitmeyi ve temeli üzerine bina kurmayı hamiyet sahiplerine tavsiye ediyorum.

 

Bedîüzzaman Saîd-i Kürdî

 

Kürt Said'in tam bir Kürt milliyetçisi olduğunun bu yazıdan daha kesin bir tanığı olamaz. Böyle olmayıp da, yalnız geri kalmış Kürtleri kalıkındırmak amacı gütseydi, onlara "Bilgi sahibi olun" demekle yetinir, medeni ve ebedî Türkçe dururken, millî dil diye kaba ve iptidaî Kürtçeyi tavsiye etmezdi. Meşrutiyetin memlekette yaptığı sarsıntıdan ve otoritenin zaruri gevşemesinden faydalanarak, Türkiye'yi parçalamak ve kendi cemaat gayelerini gerçekleştirmek isteyen Hıristiyan tebaalar gibi, bu müslüman kardeş de İmparatorluğun bütün yükünü ve çilesini çekmiş olan Türkleri vurmaya çalışıyor. Kendilerine tarih ve şeref uydurmak ihtiyacında olan bütün iptidaî cemaatler gibi, roman kahramanı olan Zâloğlu Rüstem'i ve ancak anası Kürt olan Selâhaddin Eyyubî'yi Kürt kahramanı diye ileri sürüyor. Kürtlerin mevhum meziyetlerinden bahsediyor. Kısacası, onlara devlet kurdurmaya çalışıyor. Tabiî devletin buna müsaade etmeyeceğini anladıktan sonra, Saîd-i Kürd-î adını Saîd-i Nursî yaparak ve Nur risaleleri diye cehlin ve taassubun örneği olan karalamalar düzerek, bir din mürşidi gibi ortaya çıkmaya başarıyor.

 

Bizim için şaşılacak nokta, onun şu veya bu davranışı değil, onbinlerce, belki yüzbinlerce gafil Türk'ün, bu cahil Kürd'ün arkasından gitmesi, onun cahilâne ve hâinâne öğütlerine körü-körüne boyun eğmesidir.

 

Şimdi bu gafil Türklere hitap etmek istiyorum:

Siz, Türk ve Müslüman mısınız? Türkseniz, hangi sebeple cahil bir Kürdün ardından gidiyor, onun telkinleriyle kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aranızda "Türkçe de dil mi?" diyen ahmaklar, resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var. Siz ne biçim Müslümansınız ki, cahil bir Kürd'ün telkini ile evlenmeyi lanetliyor, dinsiz çocuklar yetişir de günaha gireriz diye bekâr kalmaya azmediyorsunuz? Putperest olduğunuzun farkında değil misiniz? Bir cahil Kürd'ün sakalını, tırnaklarını, abdest aldığı suyukutsal emanetler gibi saklamak hangi Müslümanlığın, hangi insanlığın, hangi temizlik kaidesinin, hangi şuurun işidir? Uyanın! Radyoyu melekle açıklamaya kalkan bir budalanın müridi olarak eşe dosta, dosta düşmana karşı gülünç olmayın. Müslümanlık, temeli atılmış, büyük bilginlerini yetiştirmiş, tedvin olunmuş bir dindir. Onun yeni baştan açıklanması için Kürt Said gibi maskaralara ihtiyaç yoktur.

 

Bana bu yazıyı yazdıran, Trabzon'dan yollanan acayip bir nesne oldu. Çok küçük boyda, 8 yapraklık bir broşür olan bu nesne, hangi basımevinde basıldığı belli olmayan bir Said-i Kürd-î reklamıdır. Gönderen, O. Nuri Kurt adında tanımadığım birisidir. İçinde Kürt Said'in sayıklamalarından parçalar var. İkinci yaprağın ikinci yüzündeki şu hezeyana bakın:

"Aziz, sıddık kardeşlerim:

 

Siz kat'î biliniz ki, risâle-i nur şakirtlerinin meşgul oldukları vazife rûy-i zemindeki en muazzam mesâilden daha büyüktür."

 

 

***

 

Evet! Sizin vazifeniz cidden büyüktür. Haçlıların, bozuk iradenin, azınlık ihanetlerinin yıkamadığı Türkiye'yi cehaletiniz, gafletiniz ve hamakatinizle yıkacaksınız. Türklüğü inkâr ederek, şeriati Anayasa ve Medenî Kanun durumuna getirerek, evlenmiyerek, yalnız kalan kadınları evlere tıkarak, eski yazıyı getirip Arapçayı resmi dil yaparak, İslâmiyetten önceki tarihimizi küfürdür diye kitaplardan kazıyarak Türklüğü yıkacaksınız. Bunu yaparken, ölü Stalin'le, sağ Makaryos'un müttefiki olduğunuzun asla farkında olmıyacaksınız. Müslüman geçindiğiniz halde Peygamber'in "Evlenip çoğalınız" anlamındaki hadîsini hiçe sayarak, Kürt Said'in evlenmemek hususundaki hezeyanlarına baş eğmekle kimin ekmeğine yağ sürdüğünüzün farkında olmıyacak kadar acınacak yaratıklarsınız.

 

Neymiş o sizin meşgul olduğunuz büyük vazife? Bir odaya kapanıp Kürt Said'in hezeyanlarını okuyarak kendinizden geçmek mi? Bu zavallı ve gülünç halinizle siz, aslında ruhî tababetin ve marazî ruhiyatın konusu olabilirsiniz. Kendisi genç ve güzel bir kadın olduğu halde, ihtiyar, çirkin ve kör bir zenci ile evlenen Amerikalı artist gibi anormal zevk sahipleri dünyada seyrek görülen nesne değildir. Sizinki de kendi içinizde kalsa, Türklüğün aleyhine yönelmese, belki böyle sayılabilir. Fakat Cennet va'di ile gafilleri avlıyor, onların milli duygusunu yıkıyor ve Türklükten ayırıyorsunuz. Araplarla aramızda bir dâva oldu mu, mutlaka Arapları haklı buluyorsunuz. Türk - Arap savaşı olursa, "Din kardeşime silâh çekmem" diyorsunuz.

 

İşte, sizin üstadınızın kimliğini kendi yazısıyla gösterdim. Onun bir Kürt milliyetçisi olduğu apaçık ortaya çıktı. Bu açıklamadan sonra, gerçeği kabul edip de Türklüğe dönerseniz, hoş... Yine eski sapıklıkta inat ederseniz, sizin vicdanınızdan şüphe etmeli...

 

 

Ötüken, 7 Mart 1964, Sayı: 109

Share this post


Link to post
Share on other sites

NOTLAR-1) Bu bir cevap değil, bilgilendirme notları derlemesidir. Bu bir savunma değildir. Zaman yeterli olsaydı,kendim araştırıp, kendim yorumladığım bilgileri kaleme alıp,sizinle paylaşmayı daha doğru bulurdum , ancak zamanım olmadığı için kısaca notları paylaşacağı. selametle...

 

Zaman, Âdemoğlunu elerken!..

 

Vakti ve yaşı hesaplamak için itibarî bir ölçü de olsa, zaman dediğimiz mefhumun bir senesi daha dolmuş bulunuyor.. hayatta olan insanlar, sınırlı olan ömürden bir yılı daha tamamladılar..

 

Yaşlılar, bir taraftan, eski hatıralarla, hayatlarının muhasebesiyle meşgul olurken, diğer taraftan da harcadıkları ömrün geri kalanını nasıl biraz daha sağlıklı geçirebilirler, onun derdine düşerler.. bir kısmı da ideallerinin hedefi olan bir işi bitirmeye gayret eder.. ömrüm boyunca tanıdığım birçok yaşlı kişi gözümün önünden geçiyor da; hallerini, tavırlarını ve hayat hakkındaki sözlerini parça parça hatırlıyorum.. babam Ahmet Akkuşak, Kuvva-i Milliye gazilerinden idi, oldukça uzun yaşadı.. 82 yaşında rahmete kavuşmuştu.. kâmil bir Müslümandı.. namazını bir vakit bıraktığını, ağzından bir kerecik yalan söz çıktığını hiç görmedim.. ecel ve ölüm hakkında bir endişesi hiç olmamıştı.. fakat son zamanlarda boyuna, şekerini ölçtürüp durduğunu hatırlıyorum.. bir keresinde kollarını sıvayıp abdest alırken "-baksana, dedi, kollarım çocuk koluna dönmüş!...".."-hayır baba demiştim, sana öyle geliyor, hamdolsun iyisin!"..öyle dedim ama, içime çöken hüzün ve ızdırabı göstermemek için nasıl çabaladığımı sadece ben bilirim..

 

Beyazıd'ın tanınmış simalarından, Gümülcüneli Av. Osman Tülümen dostumdu.. sık görüşürdük.. eski Dışişleri Bakanı Selim Sarper'in ve eski büyükelçilerden Turgut Tülümen'in yakın akrabasıydı.. güzel konuşur, tarihi, edebi, siyasi malûmatı zengin, hoşsohbet bir kişiydi.. seksenli yılların sonu ile doksanlı yılların başında akciğer kanserine yakalandı..ama aldırmazdı.. elinde bastonu, Marmara Kıraathanesi'nde, Ozanlar Kıraathanesi'nde toplanan üdeba (edibler) ve ülema (bilginler) meclislerini hiç kaçırmazdı.. gün geçtikçe zayıflıyordu.. bir gün şöyle dedi: "-gideyim artık, dünyadan usandım.. yeter artık".."-bırak bu lafları adaş, bu iş istemekle olacak iş değil, iyisin sen iyisin!"..güya moral veriyorum.. birini söndürürken diğer sigarayı yakan Osman Tülümen, kısa bir müddet sonra bu dünyayı bırakıp gitti.. dostlarını da mahzun bıraktı.. sigara yüzünden gidenlerden birisi de bizim Hilmi Oflaz'dır.. Hilmi'nin dudaklarını hiç sigarasız görmedim.. gırtlak kanseri olduktan sonra da içti.. o bir sohbet ve hitabet adamı idi.. kısık sesiyle, o ses aletiyle konuşur, anlatır, hepimizi hem güldürür hem de ağzının içine baktırırdı.. Hilmi, hastalığı esnasında hiç ölümden bahsetmedi, ölümü hiç aklına getirmedi.. fakat..vakti gelince o da bıraktı gitti… sigara yüzünden erken gidenlerden birisi de Tokatlı Lütfü Dinçer'dir.. bir güzel adamdı.. iyiliksever, hamiyetli bir adamdı.. gerçek bir dost idi.. o da akciğer kanserine yenildi..

 

Ayhan Songar ilk ameliyatından sonraki ziyaretimde: "-Osman Bey, dedi, prostat kanseri olmuşum.. farkında değilim; Prof. Cavit Bey, teşhis koyar koymaz bir gün bile bekletmedi, hemen masaya yatırdı.. hamdolsun kurtuldum.." rahmetli, yazılarını hiç aksatmazdı.. hasta hasta fıkralarını yetiştirirdi.. artık iyidir, iyileşti diye düşünürken bir müddet sonra ikinci ameliyat ve mukadder âkıbet geldi çattı!... ebedi yolculuğa çıkarken yanında bulunanlar, hiç telaş etmediğini, Rabbine teslimiyetin huzuru içinde olduğunu söylüyorlar..

 

Nihal Atsız'a rastladığım bir gün: "-Nihal Bey maalesef sık görüşemiyoruz" diyecek oldum.."-Osman Bey elimdeki (tarih)ni bitirmeye çalışıyorum.. sohbete nasıl vakit ayırayım.. zaman azaldı!..." diye mukabele etmişti.. o da ölüme cesurane bakan bir kişiydi.. şair Rafet Körüklü başucunda Yasin-i Şerif okurken bir ara duraklayınca: "-Oku demiş, kesme devam et!"..Kur'an-ı Kerim dinleye dinleye ruhunu teslim etmiş.. Prof. Ali Nihat Tarlan'ın kalbine malum mu oldu nedir, Büyükada'da kalan Orhan Seyfi Orhon'u görmeye gidelim dedi (1970'li yılların başı).. telefonla bir salı günü için randevu aldığımız halde önemli bir mazeret sebebiyle gidememiştik.. kısa bir müddet sonra gazetelerde büyük şairin ebedi yolculuğunu okuyunca.. kala kaldık.. şaşkın ve acılı!…

 

Ölenler öldü.. Allah, hepsinden rahmet ve mağfiretini esirgemesin.. asıl vazife gençlere, vücudu ve ruhu genç olanlara düşüyor: hayattaki hedeflerini iyi tayin etsinler,programlarını ve gayretlerini iyi organize etsinler!...bilsinler ki hiçbir başarı kendiliğinden gelmez!...

 

OSMAN AKKUŞAK / YENİŞAFAK GAZETESİ

 

 

.......Onun din konusunda ifade lerinde bir dengeden söz edilemez. Görüşlerinde zaman içinde birtakım çıkışlar gösteren Atsız, bütün bunlara rağmen milleti yapan unsurlardan birinin din olduğunu söylemekte kalmamış ("Veda", Orkun, nr. 6 1952), Allah inancının ise Türk cemiyetinin temel direklerinden birini teşkil ettiğini önemle belirterek memleketimizde Allah fikrini yıkmak isteyen telkin ve tertiplere şiddetle karşı çıkmıştır. (“propaganda", Altın Işık, nr. 3, 15 M 3-4) Onun şiirlerine kadar yazı ve eserlerinde kendisini yaygın bir şekilde hissettiren Allah inancı ile karşılaşıldığı da görmezlikten gelinemeyecek bir gerçektir. (…/..)

 

İslam Ansiklobedisi / hüseyin nihal atsız maddesi

 

LÜTFEN NOTLAR-2'YE BAKINIZ...

Share this post


Link to post
Share on other sites

NOTLAR-2)

NOTLAR-1'İ OKUDUKTAN SONRA LÜTFEN BU KISMI OKUYUNUZ...

 

.....

 

Türkçü görüşleriyle bilinen Orkun Dergisi sahibi Altan Deliorman, son yıllarda ortaya çıkan ulusalcı grupları ‘marazi’ olarak nitelendirdi.

 

Deliorman, söz konusu grupların Türkçü düşüncenin önünün kesilmesi için dışarıdan desteklendiğini iddia etti.

‘Kızılelma Koalisyonu’ ile birlikte yaygınlaşan ‘ulusalcı’ hareketler, marjinal Türkçü grupların mantar gibi türemesine yol açtı. Bu grupların kimi kendisini sosyalist, kimi de Şamanist olarak tanımlıyor. İslamiyet’te reform isteklerini ön plana çıkaran bu grupların ortak özelliği, dinî değerlere tavır almaları. Çeşitli gerekçelerle eylemler düzenleyen ve internet ortamında yoğun propaganda yapan gruplardan Türkçü aydınlar da rahatsız. Türkçülüğün fikir babalarından Nihal Atsız geleneğinin bugünkü temsilcisi Orkun dergisinin sahibi Altan Deliorman, grupların çoğunun dış destekli olduğunu iddia etti. Deliorman, ‘marazi’ olarak nitelediği bu marjinal gruplara, gerçek Türkçü akımların önünün alınması için yurtdışından para akışı olduğunu iddia etti. Deliorman, şunları söyledi: “Bunların bir mensubu Şaman kıyafetleri giymiş şekilde poz verdi. ‘Biz Müslüman değil, Şaman’ız. İslamiyet ile ilgimiz yok. Türkçülük de budur. Toplumcu Türkçüyüz’ diyorlar. Bakıyorsunuz eski püskü takım elbiseler giyerek gazetelere poz veriyorlar. O zaman düşünün felaketi. İnsanlar, bütün Türkçüler böyle zannedecek. Türkçüler garip, inançsız veya Şaman inançlı falan birtakım insanlar zannedilecek. Bizler normal insanlarız. Türkçü olunca farklı bir insan olmuyoruz ki. Toplum tarafından garip karşılanacak insanlar değiliz.”

Nihal Atsız’ın talebesi ve yakınında bulunan isimlerden olan Deliorman, yeni ortaya çıkan Türkçü grupların Şamanizm’i ön plana çıkarmasını da eleştiriyor. Atsız’ın, ölüm yatağında Yasin-i Şerif okunmasını istediğini bildiren Deliorman, “Atsız’ın öldüğü gece, benim de çok yakından tanıdığım 1944 davası sanıkları Muzaffer Eriş ve Refet Körüklü vardı. Atsız Bey öleceğini anlamış, ‘Refet sen bana Yasin oku’ demiş. Refet Bey beş vakit namaz kılan bir Türkçüdür. O, yüksek sesle Yasin okumuş. Atsız Bey son derece dediğim dedik bir adamdı. Ölüm korkusu ile ‘bana Yasin okuyun’ diyecek bir adam değildi. Demek ki içinde bir inanç kıvılcımı var.” diye konuştu.

Türkçülüğü ‘milliyetçiliğin özel bir türü’ olarak tanımlayan Deliorman, Türkçülerin kendilerine özel keskin görüşlerinin olmasının doğal karşılanması gerektiğini dile getiriyor. Deliorman, Türkçülere eskiden beri ‘ırkçı, turancı’ denildiğini, ‘kafatasçı’ tabirinin ise son dönemde uydurulmuş bir siyasi tabir olduğunu kaydediyor. Irkçılığın az ya da çok dünyanın her yerinde görülebileceğini, bazen de Almanya’da olduğu gibi rejim haline gelip felaketlere yol açabileceğini şöyle aktarıyor: “Türkiye’de içten içe bir ırkçılık var. İnsanlar kendisinden olanlara normal olarak daha yakınlık duyar. Düzce’deki bir Çerkez aile Hendek’teki bir Çerkez aileye yakınlık duyar. Bunda yadırganacak bir şey yok.”

......

 

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ'IN ÖĞRENCİSİ ALTAN DELİORMAN'IN GÖRÜŞLERİ

 

 

 

........

 

Haftalık Orkun'un fiyatı 25 kuruştu. Başyazarı Atsız'dı. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: İsmet Tümtürk! Ben Orkun'u, dolayısiyle Atsız'ı, 1950 yılından itibaren okumaya başladım. Atsız'ın ilk yazısı, Türkçülük başlığını taşıyordu.

 

Ülküsüz millet devrilir

 

ATSIZ diyordu ki:

 

- Türkçülük bir ülküdür. Ülküler, milletlerin manevi gıdasıdır. Ülküsüz milletlerin en talihlisi, nihayet silik ve sönük kalmaya mahkumdur. Mazisi olmayan, yahut olup da unutan, milli ülküsü bulunmayan milletler devriliyor.

 

 

Atsız'ı, 1950 yılından beri okuyorum. Benim fikir ve gönül gergefimde, ondan kalan silinmez nakışlar var. Atsız'a bağlılığım, sevgim ve saygım kat'iyen eksilmez. Tecelliye bakınız, Orhun ilk defa Edirne'de çıktı. Orkun İstanbul'da 1950 yılında doğdu ve 68 sayı devam etti. Orkun üçüncü defa Ankara'da basıldı. Şimdi İstanbul'da Altan Deliorman'ın başkanlığında çıkıyor. Orkun'u Ankara'da kayınpederim İsmail Hakkı Yılanlıoğlu hayata geçirdi. Yılanlıoğlu, Atsız'ın çok yakın arkadaşlarındandı. Derginin yazı işleri müdürü Atsız'ın kardeşi Necdet Sancar'dı. Sonra bu görevi Zekeriya Kürşad üzerine aldı. Sonra da Galib Erdem. 1963 yılında Atsız, Ankara'ya gelmişti. Dergi için Necdet Sançar beyin evinde bir toplantı yapıldı. Orada Atsız bana dedi ki:

 

- Orkun'un yazıişleri müdürü sen olmalısın!

 

Başüstüne dedim ve kendisine sordum:

 

- Efendim dergiye dini konularda yazılmış yazılar da koyacak mıyız?

 

Bir saniye bile beklemeden cevap verdi:

 

- Elbette koyacağız! Dinsiz millet olur mu? Yalnız bu konuda dikkat etmemiz gereken çok önemli bir husus var. Orkun mızraklı ilmihal kitabına girecek türden yazılarla çıkmamalı. Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, abdest nasıl alınır gibi yazılar, Orkun'da yer almamalı. O tür yazıları yayınlayan pekçok dergi var. Biz İslam'ın dinamizmini, ilme, âlime, aileye, düşünceye, vatan sevgisine verdiği önemi anlatan yazılara ağırlık vermeliyiz. İslam'ı güzel, Müslüman Türk'ü örnek göstermeliyiz...

Bana geçenlerde Refet Körüklü, anlattı:

 

Şamanizm din değil!

 

- PROF. Dr. İbrahim Kafesoğlu'nun Eski Türk Dini isimli bir kitabı çıkmıştı. Atsız'a sordum. Kitap size geldi mi diye...

 

Cevap vermişti:

 

- Gelmedi ama eli kulağındadır, bugün yarın gelir. Yahu, Şamanizm nasıl bir din olur? Her dinin bir kitabı, bir de peygamberi vardır. Var mı Şamanizm'in kitabı, var mı Şamanizm'in bir peygamberi? Yok! Şamanizm bir din değildir! Yine Refet Körüklü anlattı:

 

- Atsız hastaydı. Kalbinden rahatsızdı. Muzaffer Eriş ile yanındaydık, kendisine Yasin okumaya başladım! Yasin Suresi'ni okudukça Oku amca oku! dedi iyi geliyor. Atsız Şamanist olsa böyle der miydi...

 

Kayınpederim Yılanlıoğlu, İslam konusunda çok titiz bir adamdı. Atsız'ın din dışı bir davranışını görse mutlaka itiraz eder, bana da söylerdi. Atsız da, karakter bakımından kalem gibi dosdoğru ve çok cesur bir dava adamıydı. Kimsenin Atatürk'e ağız açamadığı yıllarda Atatürk'ün hazırlattığı 4 ciltlik Tarih kitabını tenkit eden bir korkusuz yürekti. Atsız Şamanist olsa, bunu önce kendisi söyler, Sırrı Yüksel Cebeci'ye söz bırakmazdı. YAVUZ BÜLENT BAKİLER / TERCÜMAN

 

 

 

.......

SELAMETLE KALINIZ GÖNÜLDAŞLAR, VAKTİM OLSA BİRKAÇ YORUMDA BEN EKLEMEK İSTERDİM ANCAK VAKTİM YOK KUSURA BAKMAYIN. BU ARADA KISA BİR NOT DAHA: HERKESİN ABDÜLHAMİD HAN HAZRETLERİNE "KIZIL SULTAN "HAKARETİNİ ETTİĞİ CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA, ABDÜLHAMİD HAN'I "GÖK SULTAN" GİBİ MÜTHİŞ BİR SIFATLA YAD EDEN ATSIZ'I RAHMETLE ANIYORUM. YÜCE ALLAH GÜNAHLARINI AFFETSİN...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İslamUstundur.com da tenkiti yapılan yazının yazarı, ölüm esnasında (ki bu esnada firavun bile imanlıdır) okunmasını istediği (muhtemelen ölüm idrakinin verdiği çaresizlikten hareketle) bir Yasin'in bereketiyle nazarlarımızda paçayı yırtacak, ortak değerimiz olacak hee? Sırf kendi ırkından çıkmadığı için kıskançlık krizlerine girip bir alimi yerden yere vuracak şeciyedeki bu aşağılık adamı, bu 'Tanrı Türk'ü korusun' dindarını bu yüzden affedecek, aklayacağız. 'Hadi ordan, hadi ordan!' derdi Erbakan, çınlasın kulakları :) Bu kadar düşmemiş olduğumuzu ümid ediyordum. Bir İslam düşmanından, yahut en iyi tabirle aklına tapan bir bedbahttan hayırla bahsetmek için ölümü esnasında yarıda kesilmesine karşı çıktığı rivayet edilen bir Yasin-i Şerif (umarım imanlı gitmiştir, öyleyse bile bu şerle yoğrulmuş kof idrakini, milli kibirleniş tezini, diğer yazılarını ve hayatını antitez kabul etmek için bir mani değildir; zira bizim için kişilerin zatlarından ziyade, davaları ve remzlendirdikleri düşünceler, ortaya koydukları sistemler daha mühimdir; bu yüzden magazinciler gibi tamamen şahıslara odaklanıp 'x kişisi şudur' demeye, 'x kişisinin söylediği şu sözlerden dolayı x şudur' demeyi yeğliyoruz) kafi geliyorsa biz epeyce saftirik ve yobaz insanlarız.

 

Ansiklopedik bilgilerin tahayyüller ötesindeki müthiş derinliğini dalga geçmeye layık buluyorum açıkçası :) dinin cemiyetleri bir arada tutma konusunda mühim bir rol üstlendiğini iddia eden ateist sosyologların ve Nazım nam adamın bile metafizik kabul edilebilecek şiirlerinin varlığını göz önünde bulundurursak, kendi ifadesiyle milletinin dini olduğu için saygı duyduğu bir dine yahut bazı şiirlerinden sezilebilen Allah inancına atıflarda bulunarak onu illa da kendimize kahraman edeceğiz. Valla sizi bilmem ama ben bu kadar zavallı değilim azizim. Ortada o mevzubahis yazı kabak gibi dururken, üstadın şehadeti benim için en büyük kıymetlerden biriyken ansiklopedilerden kopyalanmış sığ bilgilere teslim olacak değilim. Elhamdülillah, bir şeyleri tartabilecek kadar zekamız var.

 

İkinci yazıyı okumamızı salik vermişsiniz, baktım ama yeni bir şey yok, Atsız'ın Ötüken'de yazdıklarını aklayacak hiçbir şey bulunmuyor. Talebesinden hareketle hocayı aklama çabaları, milliyetçi bir dergide dine yer verilmesinin kabulünün delil olarak sunulması, 'o çok cesurdu, şaman olsa söylerdi' gibi subjektif çıkarımlar, ölümün dehşetine rağmen keçi gibi inatçı olunabileceğini ima eden sözler... Malum Yasin meselesinden başka kaale alınacak birşeye tesadüf etmek muhal. Atsız'ın Türkiye yahut Abdülhamid sevgisi de, onu aklamaya yetmez. Mücadelesinin altında yatanları İslam davasını savunan insanlara karşılık olarak yazdığı rezaletnamesinde pek açık, pek net ifade etmiş. Bu yazıdan dolayı hicab duyduğunu da söylemiş mi, hayır. Alenen tövbe etmiş mi, o da hayır. Öleceğini anlayınca Yasin istemiş, umarım bu imanı kabul olmuştur ama o bile riskli (tövbe kapılarının kapandığı döneme denk gelmemiştir inşallah). Şahsının imanını kurtarmış olarak vefat etmiş olmasını isterim ama, davasını aklamaz ki bu, davasıyla özdeşleşen şahsına Allah için düşmanlık etmekten alıkoymaz ki bizi? Dünya mekanında hükümler zahire göre verilir.

 

Nickiniz yorum yok, gördüğüm kadarıyla yorum yapmaktan pek hoşlanmıyorsunuz da; ama isabet oluyor be mirim, eğer ikinci mesajınızdaki gibi yorumlar yapacaksanız 'yorum yok' mevkiinde kalmanız daha iyi sanki ümmet-i Muhammed'in ruh sıhhati için :B Velhasıl o yazıya vereceğiniz cevap ne ansiklopedi kopyalamalarında mevcuttur, ne de onu sevenlerin subjektif görüşlerinde. O yazının hükmünü kaldıracak, daha sonra yazılmış, söylenmiş tövbeler gösterebilirseniz buradayız. Yoksa yorumsuzlukta devam edin en iyisi olur. Aksi takdirde komikleşirsiniz. O küfür sembolü orada yazıyorken TRT belgeselleriyle filan Atsız aklanmaz. O kadar kolay değil bu iş... S. Nursi hakkındaki yazdıkları filan apayrı şeyler zaten.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Aşağıdaki yorumum Nazım Hikmet ve Hüseyin Nihal ATSIZ başlıklı konudan alıntıdır:

 

Atsız; benim nazarımda ve Üstad'la başlayan fikir aksiyonumuzda yeri olmayan bir şahsiyettir. Türk-Türkçü-Türkçülük kavramlarını

(sondan iki tanesi lüzumsuz ve zararlıdır bence); İman ve İslam mücerredinden daha fazla teleffuz etmiş ve savunmuş kişinin bizim ruh ve fikir dünyamızdaki yeri tartışılmalıdır derim.

 

Biz Türk'ün madde yapısını, İslam'ın mana yapısıyla eriterek; İslamlaşmış bir milletiz. Bu ölçünün dışındaki bütün fikir hareketi ve temsilcileri bize uzaktır.

 

...

Bir ricada bulunmak istiyorum: Bazılarında olduğu gibi; H. Nihal ATSIZ'la alakalı konuları kapatılsın/kapalı tutulsun.

ALİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

ATSIZ ile alakalı girmiş olduğum dökümanların "cevap" veya "savunma" amaçlı yazılmadığını belirtmiş olmama rağmen sanki ben burada "avukatlık" mevkiindeymişimde sanık sandelyesine oturtulmuş müvekkilimi gözü kara bir şekilde savunmaktaymışım gibi yorumlar girilmiş. bir forum başlığının açılırken, o başlık hakkında insanların görüşlerinin alınması , bir döküman var ise onun sunulması, farklı bakış açılarından değerlendirilen başlık konusu hakkında forum üyelerinin geniş bir bilgiye sahip olması amaçlanır. Heleki bu gibi - benim gözümde kutlu bir sancaktır bu ve benzeri siteler - forumlarda çoğuluğun "gönüldaşlık" hukukuna bağlı olması sebebiyle "tatlı" bilgi alışverişleri sağlanabilmelidir. Birbirlerine gönül vermiş, aynı davaya gönül vermiş insanların sanki "santraç" oynarcasına birbirlerini mat etme kavgasına girmeleri malum kesimleri sevindirmek dışında bir işe yaramaz. İçerisi tamamen kibir ve gurur dolu yorumları okumak beni o yorumu yapan kişiler hakkında üzmektedir. foruma giriş ismim "yorumyok" , evet "kişisel atışmalar için yorum yok" demektir bu. ciddi bir mesele var ise ve benim o mesele hakkında herhangibir bilgi kırıntım varsa onu paylaşmak vazifemi foruma kaydolarak yaptım, n-f-k forumunu üye olmadanda okuyabiliyorsunuz, yani eğer üye olmuşsak yorumumuz var anlamına geliyordur bu, adımız "yorumyok" olsa bile. ... ki benim adım sanım önemli değil , olayın buraya getirilmeye çalışılması , gereksiz polemiklerin yaratılması anlamına gelirki, bu davamıza ne kazandırır bilemiyorum. iki kelime teleffuz ederken 40 kere düşünülmesi lazım değil midir? konu başlığı Hüseyin Nihal Atsız olduğuna göre onun hakkında yazmak gerekir. eğer "yorumyok" adı altında bir başlık olursa orada bu isim hicvedilebilir bu hicvin cevabı kelimeleri kullanma kaabiliyetimiz ölçüsünde verilir.

Açık ve net bir şekilde söylüyorum ki Atsız'ın hayatından ve eserlerinden alınabilecek doğrular vardır. Hayatta dik durabilmek için bu ve benzeri insanların hayatlarını iyi tetkik etmemiz gerekir.Kendisi çok iyi derecede arapça ve farsça bikmekteydi. Ömrü boyunca sırf düşündükleri için askeri okuldan atılmış, oradan oraya sürgün edilmiş, resmi tarihe karşı çıkmasından ötürü üniversitedeki asistanlık görevinden uzaklaştırılmış, tek parti ikdidarına ve özellikle ismet inönü'nün Türk milletini sömürgeleştirme çabalarına karşı çıkışı onun tabutluklara(sade diz çökerek içine sığabileceğiniz, tamamen betondan olan, nemli, soğuk küçük alan) atılmasına neden olmuştur.(Atatürk'ün hayatta olduğu ve herkesin acaba Atatürk'e nasıl yalakalık yapabiliriz yarışına girdiği tarihlerde, türk tarih kurumunun ve türk dil kurumunun yapmış olduğu hataları dergilerinde yayınlamış birçok zorluklarla karşılaşmıştır.) Atsız türkiye'de cereyan eden komünist oluşumlara ve kadrolaşmalara ilk olarak işaret eden kişidir, bu işaret edişinden dolayı ilk ceza alan kişidir. Ömrü boyunca baskı ve zulumlere karşı direnen, hiçbir ikdidardan maddi ve manevi destek almayan, beş parasız kaldığı dönemlerde bile eğilmeyen, trenlerde biletçilik yaparak geçimi idame ettirmeye çalışan, türk tarihi hakkında kaleme aldığı eserleri aradan 70 yıl geçmiş olmsaına rağmen hala geçerliliğini koruyan, türk dili ve tarihine kattığı sayısız artılarla bir döneme "duruşuyla" damgasını vurmuş bir insan. (Sözüm meclisten dışarı) Türklük düşmanı olan fakat bunu alenen ifade edemeyen birçok kimse, sözde aydın ( bunlar kürtçü, sabetayist, ermeni devşirmesi ... olanlardır ) halkı etki sahalarına almak , önce Türkçülüğü sonrada Türklüğü tehlikeli göstermek amacıyla ATSIZ'a saldırmaktalar. Atsızın birkaç makalesinde kaleme aldığı ( ki bu makaleleri tasvip etmiyorum ) sözleri çekip alıp, bu sözler üzerinden polemik yaratıp milleti birbirine düşürmekteler ve kendileri köşelerine çekilip kıs kıs gülmektedirler. Atsız'ın hayatını, eserlerini, davasını bir bütün halinde ele almak en makuludür. şu şu eserlerindeki şu ifadeler çirkindir, yanlıştır, yakışıksızdır denilebilmelidir; ancak , hayatında hiçbir zaman hiçkimseye başeğememiştir, davası uğruna zindanlara girmeti şeref saymıştır, türk tarihinin gizli kalmış bölümlerini ondan öğrendik, türk dili hakkında yapmış olduğu büyük katkılar tartışılamaz gibi değerlendirmelerde yapılabilmelidir.

Doğruya doğru yanlışa yanlış demekten çekinmediğimi bilmenizi isterim. tabiki insanoğlu tabiatı gereği dosdoğru yaşadım dediği hayatında affedilemez yanlışlıklara imzada atabiliyor; Atsız'da bu tür hatalar yapmıştır diyor, Dini ve imanı konusunu ben Yüce Allah(cc)'ın takdirine bırakıyorum.

İnşallah başka zaman başka değerlendirmlerde yapma imkanımız olur. Selametle kalınız arkadaşlar...

 

(Burada Atsız'ın beğendiğim bir şiirini paylaşmak isterim, lütfen tartışmalar eğer devam edecekse benim yukarıda yazılı yorumlarım üzerine devam etsin, koyacağım şiir üzerine değil!!! Ayrıca Atsız yaşadığı dönemin buhranlı zamanlarından dolayı sert makaleler kaleme almıştır, müthiş romanlara imza atmıştır. birçok şiiri vardır, ancak herşeyden ötesi o bir türkologdur, bir bilim adamıdır, bilimadamlığı şairli,ğinin ve sanatkarlılığının çok çok üzerindedir, lütfen Atsız'ın o yönünü araştırınız...)

GEL BUYRUĞU

Tanrının "gel" buyruğu tatlılıkla erince

Ona doğru can kuşu nice uçmasın, nice?

Ne yaşamak tasası, ne dünyanın yasası,

Ne de bir kaygı kalır can yükünü derince.

 

Bu dirlik bir kılıçsa ölüm onun kınıdır;

İkisini birlikte verirler bir verince.

Ecel dedikleri şey erlerin kevseridir;

Gözünü kırpmadan iç, içme çağı erince.

 

Bir yumunca gözünü, kaybedince özünü

Çalamazsın sazını öyle inceden ince

Ne güneş kalır, ne ay; ne ırmaklar akar, ne çay;

Dünya`ya gelmedin say yağız yere girince.

 

Bildiğin, neyse unut, Tanrı`ya kavuştun tut,

Bir gün ölüm meleği seni yere serince.

Su gördüğün ne varsa birer birer küçük damladır,

Bir denize akıyor hepsi yerli yerince.

 

Bir gördüğün baştır, mezar beşiğe aştır,

Ölü diriye eştir, düşün biraz derince.

Atsız! Ölüm gerekmek teninde can yaşarken,

Sen burada olmazsın ölüm kanat gerince...

 

 

Yüce Allah (cc) Türk Milleti'ni İslam'ın bayrakratı olma ve bu yolda cihat etme şerefine nail eylesin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yorum yok kardaşım öncelikle kendini müvekkilini savunan bir avukat olarak olarak neden gördün anlamadım? Sen kendi eğilimlerince Atsız'ı ve mücadelesini az çok savunmuş, bunu neden savunduğunuda makul sebeblerle izah etmişsin; amenna.

 

Gönüldaş olduğumuzu belirtmiş, aynı gönül davasını güttüğümüzü söylemiş ve iyi niyetini belirtmişsin. (iyide konuşmuşsun)Lakin biraz kızarak bazı gönüldaşların birbirini mat etmek gibi bir düşüncede olduğunu vurgulamışsın. Olabilir, olmayabilir senin şahsi düşüncendir saygı duyarız.

 

Sadece şunu belirtmek istiyorum: Sitemizin ismi, cismi ve fikri temeli Üstad olduğuna, Üstad'ın Büyük Doğu ülküsüne tabi olunduğuna ve pek çoğumuzun dünya görüşünün bu çerçevede şekillendiğine bir itirazın yoktur sanırım.

 

Doğu-Batı, İman-Küfür, Hak-Batıl gibi kavramlar olduğuna göre; Anti Faşist- Faşist kutbuda olacaktır. Sanırım bizim aksiyonumuzu benimseyenelerin kahir ekseriyetinin Atsız'la alakalı düşünceleri açık ve nettir.

 

...

 

ALİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Avukatlık metaforunuz iyi gitmemiş, zira gönderdiğiniz yazıların Atsız'ın bizim tarafımızdan eleştirilen yönünün tersini savunduğu aşikar. Siz savunmuyorsanız bile, Atsız'a yüklendiğimiz yeri savunuyordu attığınız yazılar. Biz de ona göre cevap verdik. 'Ben avukat değilim ki' diye kurtulmak pek mümkün değil. Kaçak dövüşmek diyorlar buna Türkçemizde. Asıl hedefimiz de yazdıklarınızdı zaten.

 

Başlıkların açılma amacını biraz dar bir biçimde çerçevelemişsiniz, dışarıda kalan birşeyler var. Herkes paylaşacağını paylaşır, neticede de hakikati bulmak için paylaşılanların tenkidi de yapılır. Biz de farklı bir şey yapmadık, paylaştığınızın tenkidini yapıp gün gibi ortada olan hakikate dikkat çekmeye gayret ettik. Atsız denen adamı o yazısından sonra destekler nitelikte birşeyler söyleyen insanlarla ayrı görünmekten değil, bu insanlarla aynı safta görünmekten imtina ederim. Benim safımda Atsız diye bir adam yok. Sitenin adına açıldığı kişi de onu kendi safından kabul etmiyor, ee o zaman askari müşterek diye birşey de kalmıyor.

 

:) Nickinizle ilgili olarak yaptığım latifeye bu kadar bozulacağınızı bilseydim yazmazdım. Kontekst başlıktan da mühimdir ve o sizi nereye götürüyorsa, onun gerektirdiğini yazarsınız. Nickinizle ilgili yazdıklarınızdan doğan çelişkiye değinmiyorum. :) Neticede latifeydi.

 

Atsız'ın karşı çıktığı çoğu şey üzerinde mutabakatımız var, doğru. Üstad da bunu kabul ediyor zaten. Ama; 1- Bunu yaparken izlediği üslup, metod, diyalektik nedir? ve 2- Bu insanın tezi nedir, tavsiye ettiği çözüm nedir, hayatı boyunca ne için çalışmıştır?... Bu iki soru büyük bir ehemmiyeti haiz. Sadece antitezlerde birleşmek bir insanı bizim için değerli kılmaya yetmemelidir. Hadi tezlerini bir tarafa bırakıp, ortak düşmanı olduğumuz kutuplara karşı onun yazdıklarından faydalanabiliriz belki, belki böyle bir şey söylenebilir ama onun üslubu da bana hitap etmiyor. Alternatifler de mevcut madem, maden yatakları dururken çöplükte altın aramayı tercih etmem.

 

Tarihi kitapları hala geçerli midir, emin değilim. En azından yorumlarının, akl-ı selim'in delikleri en dar olan süzgecinden geçirilmesi gerektiğine kaniyim.

 

Başkasının Atsız'a niçin saldırdığı beni hiç mi hiç alakadar etmez. Ben bir İslam düşmanına saldırırım, o kadar. 'Bu yazıları Türklük düşmanları ortaya atıp uzaktan kıs kıs gülüyor, o yüzden yapmayalım böyle şeyler' gibi bir düşünce de benim için zerre kadar kıymet ifade etmiyor. Milliyetçi(Anadolucu) olmama rağmen ne Atsız Türkçüsüyüm, ne onun İslam hakkında diktiği tüyleri görmezden gelebilirim ve ne de diğerlerinin yorumlarını kendim için istinat noktası kabul ederim. Diğerleri Atsız'ı siper alıp tüm bir milliyetçilik düşüncesine sataşırsa onların da karşısındayımdır. İstismara, suistimale tahammül göstermek başka şey, romantizmden uzaklaşarak hakikate bağlanmak başka...

 

Bir insanı değerlendirirken iki temel noktaya dikkat kesilmek gerekir: niyet ve neticeler... Atsız'ın mücadelesinde taşıdığı niyeti biliyoruz. Hareket noktalarından, ulaşmak istediğinden, bizim hareket noktamız olan İslamiyet hakkındaki sapık fikirlerinden haberdarız. Dolayısıyla niyetten kaybediyor. Sonuçlarına bakıyoruz: Piyasada dolaşan kof milliyetçilerin, kafatası Türk'lerinin, 'Türküz, bütün başlardan üstün olan başlarız'ı söylerken gözleri dolan koca koca adamların, sürü halinde gezip gerekli-gereksiz, her yerde kaba kuvvetle iş gören, fikren zayıf bir milliyetçi portresinin zihinlerde belirmesini sağlayan kişiliklerin doğuşunda bu insanın payı büyüktür. Şamanist telakkilerin güdücüleri bu insanı bayraklaştırmaktadır (kendisi Şamanist olmayabilir - aksiyon hayatı boyunca Müslüman da değildir -, şu anda sonuçları konuşuyoruz). Niyet hayır değil, akibet de hayır değil. Bugün ruhçu bir milliyetçilik ekseninde yer alan kişiler Atsız'ın üstün ırk tezlerinden ziyade Üstad'ın, Serdengeçti'nin, Ahmed Arvasi'nin tesirindedir. Çünkü Anadoluculuk görüşü bu insanların fikir temelini oluşturmaktadır ve ortada hazır olarak Anadoluculuk fikrini ortaya atmış böyle fikir adamları bulunurken, bu insanlara Atsız'ın söyleyebileceği hiçbir şey yoktur, kötü bir alternatiftir (flashback: çöplük metaforu). Saydığınız konularda Atsız'dan daha iyi fikirlere sahip olan ve zihinlere ondan daha fazla tesir eden fikir adamları var. Ayrıca unutulmamalıdır ki, Allah, misal, kendi dinine bir kafirin eliyle bile hizmet edebilir ve bu durum kafiri gözümüzde aklamaz.

 

Bilimadamı mı :) Şurada ne kadar bilim adamı olduğunu görebiliriz: http://www.atsizcilar.com/nihal_atsiz_1944_savunmasi2.htm . Bildiğin ırkçı işte :) Öte yandan bir insan bilimadamı olduğu için değerli kabul edilmeli midir, mesela komünist akademisyenleri sevelim mi? Bu da ayrı nokta.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ana çizgisinden çıkılmadığı ve kişisel problemlere dönderilmediği sürece tartışma veya fikirlerin beyanı devam edebilir. İtidali kaybetmeyelim yeter.

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Ana çizgisinden çıkılmadığı ve kişisel problemlere dönderilmediği sürece tartışma veya fikirlerin beyanı devam edebilir. İtidali kaybetmeyelim yeter.

 

Saygılarımla...

 

Belki haddimi ve bir kuralı kısmen ihlal edeceğim ama:

 

Nasıl bazı konularda yazmak, konuşmak, tartışmak (bu konuların muhtevasını çoğumuz biliyoruz) yasaksa;

 

Hüseyin Nihal Atsız konusundada aynı kuralın uygulanmasını tekrar rica ediyorum.

 

...

 

ALİ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Belki sadece bana has olabilir, ölüm yıl dönümüde katmazsak bu şahsın ismi eserleri ve fikriyle beraber bu aralar medya da internette çok dönüyor. Başka birşey geliyor insanın aklına , ister istemez.

 

Bu yüzden büyükdoğu kardeşimize katılıyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Halen halen halen benim Atsız'ın kaleme aldığı ve hiçbirzaman kabullenmediğim ve imanım gereği hiçbirzaman kabullemeyeceğim cümlelerin savunuculuğunu yapıyormuşum gibi bir intiba oluşturulması beni rahatsız etmektedir. Evet Atsız bir bilim adamıdır. "Bilim adamı olduğu için aklayalım" gibi saçma birşey kastettiğimi sanmıyorum . Ben tekrar tekrar ifade etmekte fayda görüyorum, çünkü tekrar tekrar aynı cümlelerle cevaplar yazılıyor. Ben diyorumki, biz burada Atsız hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmıyormuyuz? - evet! e peki o zaman bir insan hakkında herşey aynı noktadan yaklaşırsa o zaman ne bilgisi kazanabiliriz? -hiçbirşey! Atsız hakkında iyi birşey söylemek günahmış gibi bir hava oluşturuluyor. evet iyiye iyi demek boynumuzun borcudur, kötüye kötü dediğimiz gibi... Hüseyin Nihal Atsız'ın komünistliğe karşı fikir adamlarımızca girişilen mücadelede ilk olarak saf tutması önemli bir noktadır ve es geçilemez. O , genç yaşında kaleme aldığı bilimsel makalelerle adından söz ettirmiş, milli eğitim bakanlarından tutunda, başbakanlara kadar açık mektuplar yayınlayarak duruşunu göstermiştir. Kaleminin gücünü beğenmeyen ve onun kalem kullanma becerisini "tiye" alanlar acaba onun sırf kaleminden damlayanlar yüzünden tabutluklara atıldığını, onun kaleminden damlayan güçlü akımın başta osman zeki yüksel olmak üzere binlerce üniversiteliyi sokaklara dökecek güçte olduğunu görüpte, "çokta başarılı bir yazar değildi" demek çok komik kaçıyor. ( bu cümleden gelecek soruya cevaben: osman zeki yüksel, gençlik yıllarına denk gelen o yıllarda Atsız'ın eleştiri noktasında onunla birleştiği için nümayişlere destek vermiştir, bu onun atsızcı olduğunu göstermez, ki kendisinin daha sonraki yıllarda Atsızla ayrışan noktaları olmasına rağmen atsız'a kin güden bir makalesi yoktur, o Atsız'ın doğrularında birleşmiştir ancak farklılıkları sebebiyle genel itibariyle aynı safta yer almamışlardır, o başlı başına bir SERDENGEÇTİ'dir vesselam...) Konumuza dönelim, ey benimle uğraşmayı vazife edinen büyük sancaktar! İslam için şimdiye dek hem kalemiyle, hem kılıcyla mücadele etmiş bir kişi olarak sana şunu söylüyorum açıkca: kaçak falan güreştiğimiz yok, ne fikri güreşten ne fiziki güreşten ömrümüz boyunca kaçmadık,sen savcılığa soyunmuş, elinde mizan günahları ve sevapları tartadur ama şunu bilesin, ben avukatlık yapmıyorum, bir kişi hakkında herkes bildiklerini ortaya koyuyor ve bende bildiklerimi ortaya koyuyorum.(Site evet Üstad için açılmıştır, ancak forum tartışmak için bilgi alışverişi için açılmıştır. bu forumda diğer yazarlar bölümü olduğu için, diğer yazarlarında tartışılabilmesi, onlar hakkında bilgi tplanması amaçlanmış olsa gerek.diyorsunuz ki, Üstad'ın bu konuya noktayı koyan makalesi var, evet var ancak bizler eğer birşeyler katmayacaksak, Her konu hakkında Üstad'ın bir makalesini koyup, tamam konu kapanmıştır, hüküm verilmiştir dersek, bunu eğer hayatta olsa idi Üstad nasıl karşılardı acaba? Bizler birşeyler düşüneceğiz arkadaşlar, Üstad'ın kalemi yolumuzu aydınlatırken, kendimizi yok sayarsak ne kadar doğru yapmış oluruz?-şimdi bu cümledende birileri Üstad düşmanı olduğum sonucunu çıkarırsa hiç şşırmayacağım artık!)

içindeki şu kibiri at bir kenara, süslü kelimelerle ancak makyaj yapabilirsin. biraz gönülden konuş ve biraz gönüle yaklaş. keşke komünistlere düşmanlık noktasındada bu kadar fazla sözcüklerini kullanaydında, nazım hikmet adına açılmış başlığa iki kelime sığdıraydın! Evet benim atsız'ın hayatından alacağım artılar var, senin olmayabilir, o zaman uzatmanın ne manası var. beni geç, konuya dön. Atsız'ın imanını Allah'a bırakıyorum. Senin bu uslubun sana bir gönüldaş kazandırmaz, çok gönül kaybettirir, inanki eğer karşında Atsız'ı seven ama Necip Fazıl hayranı çok az bilgili , sinirlerini kontrol etmekte güçlük çeken biri olsaydı, onu bu yanlış uslubunla kazanamaz, aksine haşa dinden bile çıkartabilirdin. Eğer Türkiye'de çok az sayıdada olsa (ben bunlarla birebir tanışma fırsatı edinemedim henüz, sade sanal takılıyorlar anlaşılan) kafatasçı, şamanlığı bir din zanneden gerizekalılar varsa, bunların o yöne kaymasında senin uslubundaki kişilerinde katkısı var bunu unutma. diğer başlıklardaki yazılarınada bakıyorum malum arkadaş, senin kalemin insanlara birşeyleri anlatmak için değil, insanlara senin doğrularını kabul ettirmek için çalışıyor, senin kalemin her ne kadar kabul etmesende birilerini mat etmek için oynuyor. senin kalemin saygı duymuyor , senin kalemin sadece seni bilgisayar başında mutlu edecek bir araç olarak duruyor. Kalemini Allah(cc) yolunda yürüyenleri yok etmek için değil, Allah(cc)'a saldıranlara karşı kullanmanı tavsiye ederim.

S.Ahmet Arvasi , Serdengeçti , necip Fazıl, Atsız ve daha nicesi... Allah cümlesine rahmet eyleye, Allah cümlesinin günahlarını affeyleye...

Allah(cc)'a emanet olunuz... selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ufak bir not : Atsız ile alakalı açılmış ve dış destekli olduğu aşikar saçma sapan sitelerin hiçbirini desteklemediğimi hatta kendilerine karşı düşman olduğumuda ekleyeyim, çünkü konu açıldıkça açılacağa benziyor, yakında atsızla alakalı sitelerde çıkan yazılardan ötürüde "savcılar" harekete geçebilir, beni bunlardan sorumlu tutabilirler;)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Acziyetten dolayı karakter tahlilleri faslına atlamışız. Ee, fikir üretmekten ziyade milletin üstüne kin kusmayı tercih eden bir adamdan birşeyler alacak insanlar, yani çöplük karıştırmayı tercih edenler bunları yapar, şaşırtıcı değil. Söylenenlerden ziyade söyleyenler onları etkileyecektir, şekil 1-a. Madem öyle, biz de yer yer uyalım size. Dinime küfreden Müslüman olsa bari derler ya, aynen o hesap; arkadaş bize üslup dersi verirken kendisi o kadar yapıcı, o kadar iyi niyetli ki göz yaşartıyor, salya sümük ağlatıyor neredeyse.

 

Öyle bi intiba oluşturulduğu yok, paranoyaklık etmeyin de önünüzdeki yazıyı adam gibi okuyun. Siz o cümleleri değil, o cümleleri yazan adamın savunuculuğunu kopyaladıklarınızla yapıyor olma mevkiindesiniz ve bu sebeple mücerret şahsınızla hedefimizsiniz. Niçin hedefimiz olduğunuzu, yani niçin yazdıklarınızı eleştirdiğimizi bir önceki mesajda yazdık, yine yazacağız. Ayrıca yazdıklarınıza bakılırsa direk bizim eleştirdiğimiz noktaya temas eden hususlar da vardı. Ne mesela? 'Atsız Müslümandı, ölmeden önce Yasin istedi falan filan'. Yani önümüzde olanca çıplaklığıyla duran cümlelere karşı birşeyler geveliyorsunuz kendinizce ve hakikati tahrife kasıyorsunuz. Öte yandan, ileride de pek ağlak, pek canhıraş bir üslupla 'üstad bir yazı yazdı diye tartışmayı bırakalım mı, hiç ilerlemeyelim mi, Üstad görse ne derdi' makamında çığlıklar atıyorsunuz. Meseleyi Üstadın tek bir makalesiyle noktalamadığımız açık olduğu halde, bizzat adamın kendi parmaklarından dökülmüş iki farklı makaleyle ne olduğu çerçevelenmiş olduğu halde hala ne istiyorsunuz, anlamak mümkün değil. Kaldı ki ben askari müşterek bulunmadığından ve atsızcılarla aynı safta olmak durumunda olmadığımızdan bahsetmişim, siz meseleyi gelip de nasıl tefsir etmişsiniz. Lütfen yazdıklarımı gözlerinizle okuyup beyninizle çözmeye çalışır mısınız? 'Üstad bir şeyi söylemiştir ve o finaldir' dediğimiz neticesine beyninizle varmamış olsanız gerek.

 

Bilimadamlığının orada işi neydi peki o zaman? Bir şekilde bu adama saygı gösterilmesinin dilenciliğini yapıyorsunuz. Sonra da bizim dediğimize geliyorsunuz yeniden. Allah versin pehlivan, başka kapıya!

 

Biz burada bir insan hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmaktan öte, fikir sahibi olmaya çalışıyoruz. Kopyaladığınız ansiklopedi maddelerinin bir ehemmiyet ifade etmemesi de bu sebepten. Kitap yüklü eşşek olmaya çalışmıyor, en can alıcı delillere bakarak bir insanı gözümüzde herhangi bir mevkiye oturtmaya gayret ediyoruz. Birincil olan noktadaki sapıklığı sebebiyle de onun yerini biçtik. Belki gözümüzdeki yeri değişir, belki atladığımız bir nokta vardır diye burada fikir paylaşmaya devam ediyoruz fakat önümüze sunulan şeyler hamaset geyiklerinden, 'ama o bilim adamıydı, ama o milletini seviyodu, ama o hapiste yattı, ama o Yasin istediydi, bidi bidi bidi' gibi gereksiz martavallardan gayri birşey olmuyor. Biz bu herifin niçin karşısındayız, belli. Niçin kendisinden istifade edilemeyeceğine inanıyoruz, o da belli. Niçin bu başlıkta ondan yana görünen yazılara kıymet biçmiyoruz, birkaç mesajdır bunu temellendirerek anlatıyoruz zaten. Eee?... Burada bir insanla ilgili ne var, ne yoksa derlemekten ziyade, onu okurken nasıl davranmamız gerektiğini, onu incelerken hangi temeli dikkate almamız gerektiğini saptama gayretindeyiz. Yeterince açık oldu sanırım.

 

Siz tam piyes yazarı olacak insanmışsınız. Bakınız, kendiniz sorup kendiniz ne güzel de cevaplamışsınız. Bakın azizim, kafanızdaki kalıplara göre cevap vermeye çalışmayın. Gördüğünüz gibi kendi sorunuza verdiğiniz kendi cevabınızın pratikte pek bir ehemmiyeti yok. Bakın ama ya, ne güzel bi diyalog olmuş ya. Çok güzel, çok sevimli:

 

biz burada Atsız hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmıyormuyuz? (Türkçe yazmaktan aciz Türkçü! Güzel bir ironi)

- evet! (Kendinden çok emin hazret ama aslında öyle olmadığını izah ettik.)

e peki o zaman bir insan hakkında herşey aynı noktadan yaklaşırsa o zaman ne bilgisi kazanabiliriz? (Bakınız yazar birşeyler sayıklıyor ama ne demek istiyor burada? Biraz düşünelim çözeceğiz herhalde)

-hiçbirşey! (Of, yine vurucu bir ünlem! Meseleyi olanca dehşetiyle gözlerimize sokuyor arkadaş! Off!)

 

Ya azizim milletin önünde tiyatro oynamayı bırakın, demagojiyi bile beceremiyorsunuz. Şimdi gelelim sanat şaheseri enfes diyaloğunuzun ikinci kısmına:

 

Öncelikle derdimizin bilgi biriktirmekten ziyade hayati ehemmiyet taşıyan bilgilerle fikir elde etmek olduğunu söyledik. Bir insandan alacağımız birşeyler varsa, ihtiyat gözlüklerini taktıktan sonra onu da okuyabiliriz, bu da normal. Fakat okuduğumuz şahıs buna değecek midir? Yetkinliği kabul edilmiş birisi midir o? İnsana fikirleriyle birşeyler katacak mıdır? Yoksa, onun katacağı fikirlerin daha temizini, daha safını başkalarından elde etmemiz de mümkün müdür? Evetse, niçin çöpü karıştıralım? Aynı şekilde, fikir bakımından bize ekstra birşeyler kazandırmaktan ziyade vakit kaybettirecek olan bir şahıstan estetik bir zevk nazarından olsun, istifade edebilecek miyiz? Cevaplar net. Belli bir derinliğe ulaştıktan sonra antitez için okunacak insanlar da vardır, Marks gibi. Fakat Atsız'ın antitezini oluşturmak için aslına bakılırsa kendi fikir temelinizi oluşturmanız yeterli. Atsız'ın ne dediğini özetleyen bir makale var elimizde. Onun fikir cephesini çok güzel çerçeveleyen bir vurucu makale o. Atsız'ın millet sevgisi temelini neyin oluşturduğunu dahi dikkatli okuyuculara anlatıyor. İsteyen diğer makalelerini de okuyabilir, okunmasın demiyoruz; fakat burada hayati noktayla ilgili yeterli bilginin mevcut olması kafidir, gerisi propaganda gibi algılanır, nezih bir mekanın tam da ortasına def-i hacette bulunmak gibi telakki edilir. Tüm bunların yanında bize iyi bir şeyler de katabilir mi diyoruz Atsız için. Öyle ya, mümkündür, olabilir. Siz bu soruya müsbet yönde bazı gevelemelerle cevap veriyorsunuz, fakat sizin yazdıklarınızın da ne olduğu ortada. Maskeleri yırtmaya bile gerek yok, dökülüyor maskeler... İlginç olan bir nokta da, Atsızla ilgili genel paylaşım yapmaktansa bize laf yetiştirme, Atsız'ı bizim eleştirdiğimiz noktalarda aklama kasıntısı içerisinde oluşunuz... Ne yaptığınızı bilmiyorsunuz siz galiba.

 

Atsız hakkında iyi bir şey söylemek günahmış diye bir hava estirilmiyor, halüsinasyon görüyorsunuz herhalde. Söylenen 'iyi' şeylerin niçin bir kıymet ifade etmediğinden bahsediyoruz bir kaç mesajdır, anlaya anlaya bunu mu anladınız ya? :) Yau bakın şu antitez üzerinden adam aklamaya çalışma gayretiniz artık kabak tadı vermeye başladı, sıkmaya başladınız, yeter artık diyorum he? Ben Yahudileri sevmeyen ve onların öldürülmesini meşru gören bir insan olsam -Mesela 'Ah Bayezid ah, niye aldın şunları Devlet-i Aliye'nin toprağına, bıraksaydın da İspanyollar şunları iyi bir biçselerdi!' diyen birisi olsam- Hitler canavarını takdir etmek, ona saygı göstermek zorunda mıyım yahu? Yahut emperyalizme karşı bayraklaştırıldığı için Ernesto Che Guevara'nın hastası mı olalım yani? Ne kıt, ne küt, ne kadük bi bakış açısı Allah aşkına! Deniz Gezmiş eşkiyası ve saz arkadaşlarını alalım mesela, bu adam o gün de batıl olan (fakat şartlar gereği bir yere kadar yanında olmamız gereken) Amerikanizm'in karşısındaydı. Amerikanizm de normalde bizim karşısında olmamız gereken bir şeydi, kıyaslarla ve alternatiflerle o gün için takip edilmesi gerektiğine kanaat getiriyoruz biz. Yani tek bir perspektiften meseleyi ele alamayız. Fazla dağıtmayalım, ne diyorduk? Gezmiş de bizim mecburiyetten yakınında olduğumuz fakat zerre kadar haz etmediğimiz bir fikre karşıydı. Batılın karşısındaydı onlar da. Bu ülkede Amerikancılığa, sömürgeciliğe, gayriresmi mandaya karşı koyan ilk devrim insanları! Ne kadar cesurdular hem, ölüme gittiler korkusuzca! Fakat durun, öyle mi hakikaten? Burada kalıp bu insanları layık oldukları yerlerine oturtmak gerekmez mi? Bu adamların neye karşı çıktığından ziyade, neyi savunduğundan kaynağını almıyor mu ayrılığımız? 'Hayır' deyiniz diyebilecekseniz, bekliyorum. Analitik düşünüp bağ kurma işini de, biliyorum size zor gelecek ama, yine de size bırakıyorum ben.

 

Açık mektup yayınlamak, sanki çok büyük bi şeymiş, sanki çok zormuş gibi yazmışsınız ya, derinliğinizden bir misal oldu bu da. Bahsettiğiniz açık mektupta cesaret isteyen bi şeyler yazılmış olsa gam yemeyeceğim; Saracoğlu'nun ne kadar ümit vaad eden bi adam olduğundan bahsedip adamı gazlıyor resmen.

 

Serdengeçtiye gelirsek, 3 mayıs olaylarında Serdengeçti'nin Atsız'la aynı safta yer aldığını ve Sabahattin Ali'yi tokatladığını filan ben de biliyorum merak etmeyin. Serdengeçti'nin, daha sonra Atsız'dan kötü bir üslupla bahsetmediğini de biliyorum. Fakat şunu belirtmek gerekir ki Serdengeçti daha önceleri Atsız cephesine yakınken zamanla İslamî bir çerçeveye oturmuştur. Her iki Üstad'ın da (N. Fazıl ve S. Nursi) onun üzerinde hayli büyük bir tesiri olmuştur ve Serdengeçti işte asıl bu tesirin altına girdiğinde değerli bir insan oluvermiştir. Atsız'ı eleştirmemesi beni ilgilendirmez, zamanında uğrunda kavgalara tutuştuğu yahut belki de içyüzünü öğrenemediği bir insanı daha sonradan yermek istememiş olabilir. Mevzuyu getirdiğiniz yer ilginç; sanki alttan alta 'Serdengeçti Atsızcı değildi ama ona sataşmazdı, onu kıstas alın' der gibisiniz. Ve aynı siz daha sonra 'Üstad karşı çıkmış diye biz de mi karşı çıkacağız yani' anlamına gelen sözlerle yüreklerimizi dağlamışsınız. Eee? diyorum o halde; ne oldu, ne bu çelişki? Serdengeçti'yi referans alıp Üstadı almayacağız, nedenmiş? (Üstadla ilgili yazdıklarınıza cevabımı farklı bir yerde yazdım)

 

Estağfurullah efendim iltifat ediyorsunuz. Biz kim, sancaktarlık kim? Çok naziksiniz. Haşa, estağfurullah! :) O değil de siz neymişsiniz be azizim, umarım bahsettiğiniz kalem ve kılıçla İslam için mücadele etmiş olma fiilini gerçekleştirirken bir gün oturup bunun havasını atmak fikri beyninizin ucundan dahi geçmemiştir :) Dediğinizi yaptıysanız bravo, Allah razı olsun ama sizi eksik gördüğümüz noktalarda affetmemizi beklemeyin, putlaştırılmak istemeyin, hava atmaya kalkmayın. Ben şahsen fiziki güreşi pek sevmem, kaslarım pek kuvvetli değildir de ne alaka şimdi, bu fiziki güreş meselesi de nerden çıktı? He anladım, havaya ve kasılmaya devam ediyoruz. Eh peki devam edin pehlivan amca. Biz de yazıya devam edelim. Elimde mizan olduğu da bir seraptan öte değil; sadece önümdeki verileri işliyor ve bunlardan hareketle bazı hükümlere varıyorum.

 

Nazım Hikmet başlığındaki yazının tamamını okumadım, Salihbey nickli üyenin attığı makaleler beni fazlasıyla bayıyordu, pek dikkate de almıyordum onları. başını okudum, orada da tepki göstermemi yahut fikir beyan etmemi gerektirecek herhangi birşeye tesadüf etmedim. Her neyse. 1. Ben her başlığı okumak ve hepsinde yazmak zorunda mıyım, böyle bir mecburiyetim mi var? 2. O başlıkta hata yapılmış olması ve benim herhangi bir sebeple ses çıkarmamış olmam, bu başlıkta yapılan hatayı aklar mı, hata hakkında konuşmaktan beni alıkoyar mı, böyle bir mantık olabilir mi? Gavurun tam da 'false dilemma' dediği şeydir bu.

 

Üslubum sivridir, doğrudur ama birini dinden çıkarabileceği iddiasını Marks kehanetlerine benzettim. :) Hakikatin dehşetinin şekillendirdiği bir üsluba, karşısındaki yazıya duygularından ziyade aklıyla yaklaşan insanlar tepki göstermeyecektir. Kafatasçıların varlığında benim katkım var ve ben o yüzden suçluyum, ama Atsız'ın hiç payı yok, yahut olsa bile o suçsuz değil mi? Hahahaahhaha. Bir İslam düşmanını savunanlara karşı duruyorum diye, Allah yolunda yürüyenleri yok etmek amacıyla hareket etme mevkiine düşüyorum öyle mi? Buna da ahahahahaahha...

 

Vesselam... :)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Konu kilitlenmiştir. Trradomir nickli arkadaşımızın siteye girişi 48 saat süreyle askıya alınmıştır.

 

Atsız hakkında gerek Üstad'ın, gerekse bizim tavrımız açıktır. Her ikisi de aynı alanlarda fikir beyan etmiş, aynı mevzular üzerinde kalem oynatmıştır. Bu sebepten dolayı aynı kavramlar ele alınırken ikisinin farklı bakış açıları üzerinde yorum yapma ihtiyacı zuhur edebilir. Site yönetimi olarak Atsız hakkındaki fikirlerimiz de menfi yöndedir. Üstad'ın bu konuda kaleme aldığı yazılar mevcut bulunduğundan ve aslında doğrunun bizce pek de tartışılmayacak bir biçimde göz önünde bulunmasından dolayı şu an için bu tartışmalara bir yasak getirmek niyetinde değiliz, fakat fikir çatışmaları bu konu içerisinde yakalanan sertlik derecesine ulaşırsa Atsız'la ilgili konuların sitede tartışılmasını engelleyebiliriz. Şu an için böyle bir yasak var olmamakla beraber tatsızlıkların daha da uzaması, geçici veya kalıcı olarak Atsız'la ilgili mevzuların sitede yer bulmasını engelleyecektir.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Guest
This topic is now closed to further replies.

×
×
  • Create New...