Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
NFK-Fan

II. Şiir&nesir Yarışması

Recommended Posts

BU BAYRAK!

Karanlığın nur-udur, aydınlık

Nizamın şer-idir, dağınıklık

Bu milletin sonudur, ayrılık

Belliki tefrikadır, hastalık

 

Ruh ile bedeni ayırarak,

Benliğimizi bizden koparmak

Tek çare engelleri aşarak,

Dava budur diye haykırmak.

 

Kamerin nurlu halidir hilal

Manadır yaradan, renk ak ve al.

Ebediyetin simgesi yıldız

Manadır resul, şeklidir beşiz.

 

Ruh ile bedeni birleştirmek,

O kutlu yola erişebilmek,

Yaradanı için sevebilmek

Milleti için çok geç kalmamak

En yüce kutsal dava, BU BAYRAK!...

 

 

Arkadaşlar ben kendi yazdığım şiiri yayınlıyorum. üstad gibi düşünmeye çalıştım.

ALPER KOÇ

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ey koca Üstad...

 

Yazmaya senin gibi sigara yakarak başlıyorum. Bir gece masanın üzerinde çalışma notlarının ve sigaranın bulunduğu zaman, devrilen çayın notlarından geçerek '' Sigarayı kurtarın sigarayı !!'' demeni hatırlayıp tebessüm ederek.

 

On yedi yaşımda abimin Çile isimli şiirini okuyup bana açıklamasıyla seni tanıyorum. Çektiğin çilenin kelimelerin bile kaldıraamayacağı bir yük olduğunu sonraları;

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,

Mevsimden mevsime girdim böylece.

Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,

Fikir çilesinden büyük işkence

 

mısraları ile anlamaya çalışıyorum...

 

Işık girmeyen odamda geceye gündüze bakmadan, açlığıma tokluğuma aldırış etmeden, elimde Çile isimli şiir kitabın... Kimi zaman Sakarya Türküsü ile coşuyorum, kimi zaman Muhasebe ile nefisime tokat atıyorum, kimi zamanda sevgiliye Geçti istemem artık gelmeni diyorum...

 

Bulunduğumuz hali, yaşadığımız zamanı, milletimizin kaderini; okul yolunda, tarlada, yalnızlığımda, kalabalıklarda iki mısran ile haykırıyorum;

Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş!

Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş…

 

İdeolocya örgüsü ile ihtiyaç duyduğumuz fikir sisteminin yönetim şeklinin ne cumhuruyet de, ne de demokraside olduğunu anlıyor ve bir zamanlar kahrolsun şeriat denen ülkemizde, her derdin devasının, her ihtiyacın hülasasının islamda olduğunu anlıyorum... İslama evet şeriata hayır diyen insanımıza ise verdiğin cevap beyinlerine kazılacak cinsten; ''Güneşe evet, ışığına hayır''.

 

Çöle İnen Nur ile Efendimiz (s.a.s) hayatı ile buluşuyorum. Bu kitap bana Bal sensin varlık petek dediğin Efendimzi (s.a.s) e şiir yazmama vesile oluyor...

 

 

 

Gökleri fersah fersah ilerleyen misafir,

Cebraili Sidretul Muntehada bırakan sefir,

Cemalullahı görüp ümmetine dönen muhabir,

Kimsesizler kimsesi ötelerin sesi Son Peygamber!

 

 

Kafa Kağıdı'nda kardeşinin Selma'nın; buğulu gözlerini solgun yüzünü düşünüp senden ricası neticesi ile ağlıyorken, Reis Bey de merhamet ile göz yaşlarına boğuluyorum... Aynadaki Yalan ile tasavvuf ile tanışırken, Veliler Ordusundan 333 ile aklın sınırlarını keşfediyorum. Mevlana'nın;

 

İnsan odur ki bir başkasının incitmesiyle incinmesin

ve insan o odur ki inciltilmeye müstehak olanı incitmesin...

 

sözüyle titriyorum...

 

Ey ÜStad KOCA ÜSTAD...

 

İnandığın davayı şekillendirecek gençiliği, batının her türlü tesiri ile eskitilmiş, pörsütülmüş, uyuşturulmuş gençliği ortasın da bir kıvılcım olarak nitelendiriyorsun... Bende eğer o kıvılcım noktasının kenarında köşesinde bulunan bahtiyar gençlertden biriysem eğer; her türlü rüzgarlara fırtınalara karşı bu kıvılcım noktası gerekirse başımı ortaya koyarak koruyacağıma, Allah inayet ve keremini nasib ederse bu noktayı yeryüzünün en ücra yerlerine kadar genişleteceğime and içerim...

 

RUHUNU FEDA ETTİĞİN DAVA YOLUNA RUHUM FEDA OLSUN...

 

RUHUNA EL-FATİHA

Share this post


Link to post
Share on other sites

akiraa kardeşim emek çekmişsin emeklerine sağlık gerçekten çok beğendim, hayranlığımı nasıl ifade etsem bilemiyorum. paylaşımın için sağol.

 

selam ve duayla...........

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ölüm Güzel Şey

 

 

Tarih 24 Mayıs 2083. Dünya'yı bir heyecan sarmış durumda. Bu büyük buluşmaya yalnızca saatler var. Yarın 25 Mayıs olacak ve büyük olay o gün gerçekleşecek. Koşturanlar, hazırlananlar, bilim adamlarının son hazırlıkları, Türk ve İslam Dünyası'nın o tarif edilemez heyecanı, Edebiyat Dünyası'nın müthiş bekleyişi. En büyük heyecanda İstanbul ve Sakarya illerinde gerçekleşmekte. Büyük Doğu kurulmuş vaziyette. Tek eksikleri fikir babalarının, müthiş bir şekilde ilerlemiş teknoloji sayesinde Fazıl Üstat'ın genlerinden ve uzayda hiçbir şeyin kaybolmadığını, her bilginin saklı kaldığını ve bu bilgilerin karmaşık problemlerle tekrardan bambaşka bir insanın zihnine yerleştirilebileceği bulgusundan sonra O'na yeniden kavuşma olanağıyla bu eksikleri giderilecek.

 

 

Kısa bir süre önce Büyük Doğu sınırlarındaki turunu tamamlayan Çelebi Mehmet, İstanbul'a 25 Nisan'da dönmüştü. Onu bambaşka bir heyecan sarmıştı. Bu gezisinin önemli bir sebebi vardı çünkü. Necip Fazıl'a gönül verenlerin hepsi İstanbul'da olamayacaktı ve bu büyük olaya Görsel Medya ile tanık olabileceklerdi. Merkezlerdeki gönüldaşların liderleri, bütün gönüldaşlarından bu büyük olaydan sonra ona iletecekleri hediyeleri, mesajları Çelebi Mehmet sayesinde ulaştıracaklardı. Çelebi Mehmet'in yükü ağırdı ve bunun üstesinden nasıl gelebileceğini tam kestirememiş durumdaydı. Ciltlerce mesaj, yüzlerce çanta hediye... Bunları nasıl o Üstat'a tek tek anlatabilir, o hediyeleri nasıl tek tek sunabilirdi ki? Mutlaka bir yolunu bulmalıydı. Eğer bulamazsa bu yük ile daha fazla yaşayabileceğini sanmıyordu. Yerleştiği otelde bu sıkıntıları bir kenara attı 24 Mayıs'ta ve dinlenmeye çekildi.

 

 

Taksim'de Kurulan BD Teknoloji Merkezi'nde bütün hazırlıklar tamamlanmak üzereydi. Bilim Adamlarının yapabilecekleri fazlaca birşey kalmamış, sadece tarihi bekliyorlardı. Her şey tekrar tekrar gözden geçirildi fakat herhangi bir problem göremiyorlardı. Meydan'da kurulmuş dev vizyonlarla Üstat'ın ilk konuşması halka canlı olarak 3 boyutlu bir şekilde gösterilecek halde hazır.

 

 

Beklenen an geldi. Protokoldekiler yerlerini aldı. İçlerinde dikkat çeken kişilerde yok değil. Üstat'a gönül vermiş kişilerden oluşmaktaydı hepside. Ama en dikkat çeken isimler O'nun ismini, fikrini 2005 li yıllarda yaşatan N-F-K.com ve Necipfazil.com site sakinleriydi. Onlardaki heyecan tarif edilemez boyuttaydı. Çelebi Mehmet'te bu olaya ilk elden şahit olabilecek kişi konumunda, içerde -bilim adamlarının yanında- hazır vaziyette beklemekteydi.

 

 

Meydan da ve evlerinde halk sabırsızlıkla o ilk konuşma anını bekliyorlardı. Saat sabahın 9.10'u ve Üstat'ın yeniden doğuşunun gerçekleşmesine sadece dakikalar var. Tam 9.30 da bu olay gerçekleşecek ve öngörülen tamamen kendine gelme süresi 3 saat sonra, yani tam 12.30 da halka ilk konuşmasını yapabilecek. Konuşma yapılmadan, yeniden doğuş anı halka gösterilmeyecekti. İçeriye hiçbir şekilde hiçbir kayıt cihazı getirilmemişti. Kayıt cihazlarının yaydıkları radyo dalgaları istenmeyen bir probleme sebep olabilirdi çünkü. Artık yeniden doğuş gerçekleşmeye başladı. Cam Fanusun arkasında, Üstat'ın genleriyle kendi genleri değiştirilmiş ve Üstat'ın uzaydan toplanmış hafıza bilgileri ile kendi hafıza bilgilerinin değiştirildiği kişi olan, Necip Fazıl Kısakürek'e canı gönülden bağlı İhsan'da ilk kıpırdamalar başlamıştı bile. Vücudunu tamamen saran yapışkan sıvıdan kollarını oynattığı görülebiliyordu. Kalp atışlarında normale dönmek üzereyken derhal sıvı boşaltma ve içeriye oksijen verilme işlemi başlatıldı. Sıvı tamamen boşalmamıştı ki ince bir iniltiyle birlikte gözlerini tekrardan açmıştı Üstat. Kim bilir neler hissediyordu, neler düşünüyordu? Bunu ancak o anlatabilirdi. Saatler artık 9.30'du ve bu büyük olay başarıyla gerçekleşmişti.

 

 

Derhal Üstat o cam fanustan çıkartıldı. Gerekli kontroller hızlı ve dikkatli bir şekilde yapıldı. Hiçbir problem görünmüyordu. Fakat Üstat'ın ağzından henüz tek kelime çıkmamıştı. Boş gözlerle etrafa ve ona yapılanlara bakıyordu. Baktı, baktı... Dinlenme odasına aldılar onu. Yanında bir kişi bulunabilecekti. O şanslı kişiyi de Çelebi Mehmet olarak belirlediler. Üstat'ın yanı başında, gözlerini bir saniye bile ayırmadan ona bakıyordu ve ağzından çıkabilecek ilk kelimeleri heyecanla bekliyordu. Saatler ilerliyor, Necip Fazıl'da hâla herhangi bir ağız hareketi olmuyordu. Milyonlarca insan heyecanla Üstat'ın ilk konuşmasını bekliyorlardı fakat olmuyordu işte.

 

 

Nihayet saatler 12.10 olmuştu. Çelebi Mehmet artık daha fazla dayanamadı ve ilk cümlelerin kendi ağzından çıkartmaya karar verdi. O cümleler şunlardı:

 

 

"Üstat'ım hoş geldiniz, kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Ben Çelebi Mehmet, size gönül vermiş milyonlarca insandan sadece birisiyim. Lütfen birkaç kelam edin" diyebildi.

 

 

Üstat, sağ başucundan gelen sese, kafasını yavaşça o yöne çevirerek ve gözlerini aralayarak tepki verebildi. "Aleyküm Selam Çelebi" Aman Allah'ım ilk sözler nihayet ağzından çıkabilmişti. Bu müthiş bir heyecana sebep oldu Çelebi Mehmet'te. Kalbinin sıkıştığını, renginin attığını ve boğazının düğümlendiğini hissedebilmişti ancak. Hiçbir şey düşünemez olmuştu bir anlığına da olsa. Ama hemen kendini toparlamalıydı ve o da öyle yaptı.

 

 

"Hoş geldiniz efendim" diyerek Üstat'ın selamına karşılık verdi ve devam etti Çelebi Mehmet:

 

 

"Efendim kendinizi yeterince iyi hissediyorsanız, dışarıda ve evlerinde bekleyen, yolunuzdan giden milyonlarca hayranınız ağzınızdan çıkabilecek birkaç kelam için canlarını bile seve seve verebilecek durumdalar. Onlara hitap etmek ister misiniz?"

 

 

Necip Fazıl birkaç saniye duraksadıktan sonra, Çelebi Mehmet'i şok edecek şu cümleleri söyledi:

 

 

"Evladım, sizler büyük bir hata yaptınız. Çağın yenilikleriyle beni Allah'ın kanunlarına aykırı bir şekilde yeniden nefes alır, düşünebilir hale getirdiniz. Sizler bilmez misiniz Allah'ın insana sadece 1 defa yaşama hakkını verdiğini. Ben ömrümü tam 100 sene evvel tamamladım. Şu anda karşınızda duranda ben değil, benim anılarımla dolu bir vücuttur. Ancak bu vücut fazla yaşama mühleti bulamayacaktır. İlk uykuma daldığım andan hemen sonra bu zihindeki anılar, bilgiler tekrardan sonsuz boşluktaki yerine geri dönecektir. Bununla beraber bu vücutta toprak olmaya mahkûmdur."

 

 

Bu cümlelerin sonuyla birlikte gönlünün en derinlerinden gelen acı bir iniltilerin eseri olan iki damla yaş, Çelebi Mehmet'in gözlerinden döküldü. Kelimelerin kifayetsizliği ancak bu kadar olabilir, gözlerin ve hislerin acıyarak yalvarışı ancak bu zirveye ulaşabilirdi. Evet, büyük bir ahmaklık göstermişlerdi insanlar. Allah'ın gazabına uğramak, Üstat'a gönül verenlerin isteyeceği son şey olabilirdi. Çelebi Mehmet'in dudaklarından şu cümleler döküldü:

 

 

"İlk uykunuz, son uykunuz olacak. Bunun önüne geçemeyeceğimizi, Allah'ın kanunlarına ters olduğunu anlamış durumdayım. İnsanlara seslenme vaktinizde geldi şu anda. Onlarla Konuşacak mısınız?"

 

 

Bu soruya haşin bir ses tonuyla cevap verdi Necip Fazıl.

 

 

"HAYIR!" ve bu konu hakkındaki diğer cümlelerini söyledi. Aslında bu cümleleri hiçte yabancı değildi:

 

 

"Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber(sav)?"

 

 

Ve devam etti:

 

 

"Evladım. Sevenlerime hitap vaktim geldi demek. Sen şimdi onlara söyle konuşmayacak Necip Fazıl. Halk dağıldıktan sonra al ilim adamlarını gel yanıma."

 

 

Çelebi Mehmet denileni derhal uygulamaya koydu. Sabırsızlıkla bekleyen insanlara, Üstat'ın şu anda konuşmak istemediğini, durumunun iyi olduğunu, daha sonradan uygun olursa konuşacağını, kimsenin boşa beklememesini ve konuşma olmayacağı için günlük işlerine geri dönmeleri gerektiğini söyledi. İnsanların içlerinde buruk bir sevinçle karışık heyecan dalgası oluştu. Herkes denileni harfiyen uyguladı ve birkaç dakika içerisinde herkes evinin yolunu tutmaya başladı. İçerdeki ilim insanlarına durumun özetini geçti. Daha Sonra Üstat'ın odasına doğru hep birlikte gittiler.

 

 

Üstat, odada bulunan herkese yapılan yanlışı anlattı. Çelebi Mehmet'e söylediklerinin aynısını tekrarladı. Daha sonra oradakilere bu olay hakkında 1 günlük konuşma yasağı koydu ve derhal oradan ayrılması gerektiğini, Çelebi Mehmet'le birlikte genişçe bir eve gitmek istediğini söyledi. Denilenler harfiyen uygulandı. Çelebi Mehmet oteline giderek, orada bulunan hediyeleri ve ciltler dolusu mesajları alıp doğruca Üstat'a 1 günlüğüne de olsa tahsis ettikleri eve gitti. Necip Fazıl herhangi bir şey yiyemiyor, hiçbir şey içemiyordu. Ağzına hiçbir şey süremedi. Aç olmadığını, ihtiyaç duymadığını söylüyordu.

 

 

Necip Fazıl, Çelebi Mehmet'in getirdiği hediyelere hiç dokunmadı. Onları ihtiyaç durumuna göre dağıtılmasını istedi. Ne olduklarına bile bakmadı. Kendisine iletilen mesajlarla ilgilendi saatlerce. Hızlı bir okuma kabiliyeti vardı ve akşam saatlerine doğru bitirdi mesajları. Çelebi Mehmet'e sonunda tekrardan birkaç kelam etti. "Bunları daha önce kimse okudu mu?" dedi. Cevap olarak ta, "Sadece mesaj sahipleri" dedi Çelebi Mehmet. Bu sözlerin üzerine Necip Fazıl Üstat, şömineye doğru yöneldi ve ateşi körükledikten sonra mesajları yakmaya başladı. Nedeni hakkında ise tek bir kelime bile etmedi. Onlar yanarken Necip Üstat'ın mırıldandığı şiirin ahengi, şöminenin alevleriyle birlikte insanın iliklerini bile ısıtıyordu.

 

 

Gökte zamansızlık hangi noktada?

Elindeyse yıldız yıldız hecele!

Hüküm yazılıyken kara tahtada

İnsan yine çare arar ecele!

 

Gençlik... Gelip geçti... Bir günlük süstü;

Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.

Eser darmadağın, emek yüzüstü;

Toplayın eşyamı işim acele!

 

 

Evde Çelebi Mehmet ve Üstat Necip Fazıl'dan başkası yoktu ve Necip Fazıl, gözlerinde bir yorgunluk hissetmeye başladı. Bunun anlamı çok açıktı. Sonsuzluğa kısa bir aradan sonra tekrar geri dönüşü engelleyecek herhangi bir mani bulunamazdı. Akrep 9'un üzerinde, yelkovan 20'nin üzerinde. Üstat yatağına uzanıp meleklerini bekliyor. Beklerken de şiirlerinden birini daha mırıldanmaya devam ediyor. İstemediği bir yerde istemedi bir şekilde yeni bir şiir yazmak gelmiyor içinden, zaten buna vakitte yok.

 

 

Üstat'ın uzandığı yatağın sadece 2 adım ötesinde duran kanepede de Çelebi Mehmet sessizce oturup, o anın gelmesini bekliyor. Üstat'ın mırıldandığı şiiri o da içinden tekrarlıyor.

 

Oyuncak kırılır, haydi, ya insan,

Nasıl parçalanır nasıl bölünür?

Söylerler, mezara kulak dayasan;

Bir daha ölmemek için ölünür.

 

Çekilmez akılda bu kadar sancı;

Akıl bir küçük diş, at, kurtulursun!

Ölmemenin olsa gerek ilacı;

Eski rafta ara, belki bulursun!

 

 

Necip Fazıl, sonsuzluğa tekrardan gitmiştir artık. Onunla beraber, yanağında bir damla yaş ile Çelebi Mehmet'te Üstat'ını yalnız bırakmayarak ölüm şerbetini tattı. Yaşananlar, yaşanmaması gerekenler, olması gerektiği gibi bitti saat tam 21.30 da.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Bu gece saat 24:00'te katılım sona eriyor arkadaşlar. Yazılarının düzenlemesini son ana bırakan yahut henüz yazısını hazırlamadığı halde katılmak niyetinde olan arkadaşların ellerini biraz çabuk tutmaları gerekiyor.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Elleri çabuk tutsam da artık bu vakitten sonra yazıyı yetiştirmem muhal kere muhaldir.Halbuki kafamda bir şeyler biriktirmiştim de...Hediyeler benim olacaktı.Herkese 'na-nikk' yapacaktım.Başka bahara kaldı ümitler...'Böyle mi olacaktı, böyle mi olacaktı?' demekten kendimi alamıyorum.Hayıflanıyorum ve öylece kalıyorum.Yarışmacı arkadaşlara da 'bi dahaki sefere görüşürüz' diyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstada...

 

Yüzünü çizgi çizgi fanilik ağı sardı;

Ebedilik sevinci, içini bucak bucak.

Ulvi bir temas ile coştu ruhun, kabardı

Ruhun ki bir kuş idi; maveraya uçacak.

 

Güneşin örtüldüğü bir devirdi geldiğin

Kalplerin karardığı bir meydandı indiğin

Böyle gelmiş olsa da gitmeyecek dediğin;

İman ki bir gemiydi, ha battı ha batacak.

 

Şuur kuraklığına rahmet gülleri ektin

Düşünce hisarına İslam bayrağı çektin

Vaden olsa ebet boyu bekleyecektin,

O genci ki ölümü, dipdiri yaşatacak

Share this post


Link to post
Share on other sites

ÜSTAD

 

Geçen sene üniversiteyi kazandım. Yeni bir şehir, insanlar, suretler, sahtelikler, hakikatler, süfli yaşamlarını ulvi sanan güruh... O demlerde hayatımda dinin ehemmiyeti pek az. Eşya ve hadiselerin nefsin tahakkümünde ruhumu ezdiği, çiğnediği, yerle yeksan ettiği demler... Ense kökünde boşluğunu gezdirenler gibi saadetin, hakikatin yolunu nefsimde arıyorum. Nafile arayışlar... Bu girift meseleyi posalaştırıp kabaca şu hükme varıyorum. Anne-baba sevgisi, dost, maddiyat, mecazi aşkta saadet bir yere kadar. Hele mecazi aşk, helâlin olmayan bir kıza sevdalanma, kalbimde Allah ve Resûl sevgisini neredeyse hiçe indiriyor, diğerleri bu sevgiye mâni değil.. Diyorum, Allah'ın emir ve yasaklarına tam manasiyle iman etmedikçe herşey boş, bomboş. Peki, bu nasıl olacak? Allah, yardım eder. ''Allah'tan gayrı herşey batıl.'' Varoluş gayesinden habersiz bir gencin, bu hükümlere varması muazzam bir hadise...

 

Bir akşam internet kafeye gidiyorum, bir arkadaşımla işimiz var. Aklıma nerden ve nasıl geldiğini hatırlayamıyorum. Büyük Doğu'nun resmi sitesine giriyorum.

Üstad'ın hayatını okuyorum. Üstad'ın biyografisinin sonundakileri okuyorum.

 

Hayatım, başından beri muazzam birşeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin hassasiyeti içinde birini arıyordum. BİRİNİ...

O, kim mi?

Allahın Sevgilisi...

Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik sarayının paslanmaz tâcı...

Tek dâva O'nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı.

Binbir istikamette seke seke, sağa sola büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki bedava emniyet ve bedahat saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat...

Benim hayatım budur!''

 

Bunu okuduktan sonra, ağlamak nedir bilmeyenin gözleri doluyor ve kendimi internet kafenin tuvaletine zor atıyorum. Bu ufak yazı bana öyle tesir ediyor ki, yaklaşık bir hafta boyunca aklıma geldikçe gözlerim doluyor, ağlıyorum. Kendini arayan bir genç, bu yazı da kendini buluyor. Üstad'ın hayatını anlattığı O ve Ben'i bir yerden öğrenip alıyorum. O ve Ben'de, Üstad'da ya kendimden birşeyler buluyorum ya da onda kendimden birşeyler buluyorum.. Kitabın esas yerine geliyorum, Efendi Hazretleri'nin sözleri yüreğime hançer gibi saplanıyor. Hayatımda hiç evliya nedir bilmemişim. Okudukça sendeleniyor ve tarifi kabil olmayan iştiyakla kitabı sindire sindire okuyorum. Kitabın üzerimde ki tesiri hayatımı her yönüyle İslâm'a mutabık kılma cehdini verecek raddede. ''Bir evliyanın kitabını okumak, onunla hasbihal etmenin yarısıdır'' diye bir düstur vardır. Kitabın yazarı din büyüğü değil lâkin bir evliyayı anlatıyor. Namaz kılmayı çocukken annem öğretmişti, iki üç sene namaz kılmayınca haliyle namaz kılma ve dualar unutuluyor. Namaza başlayacağım ama nasıl? O kadar sefil bir insanım ki temel dini kaideleri nereden bulacağımı bilmiyorum. Kitapçı da üzerinde ''Büyük Namaz Hocası'' yazan Mehmet Dikmen'in kitabını alıyorum. Bir de Ahmet Cevdet Paşa'nın Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in hayatını anlatan eserini memlekete gittiğimde alıyor ve okuyorum. Kitabın sonlarına doğru Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in vefatıyla masaya kapanıp, sanki Peygamber Efendimiz (s.a.v) ben hayatteyken ölmüş gibi ağlıyorum. Okudukça anlıyorum ki, esas yol bu yol. Hiçbir insan sevgiyi Peygamber Efendimiz (s.a.v) kadar haketmiyor ve onu sevipte kaybeden yok. Gün içerisinde aklıma Efendimiz (s.a.v) gelip içim yanmıyorsa, onun sözlerinin, sünnetlerinin hayatımda yeri yoksa ben niye yaşıyayım? O ve Ben'de, Efendi Hazretleri'nin Üstad'a ''namazını kıl'' telkinleri direkt bana söylenmişçesine tesir ediyor. Çevremde ki insanların namaz kılmamasına rağmen namaza devam etme hususunda ısrar ediyorum. Bazı Hadis kitaplarını alıyorum ve ilmimle amel etmeyi prensip haline getirmek o demlerde tek meselem. Koskoca yurtta ve sınıfta beş vakit namaz kılan kimse yok. Dinî ve ilmi mevzularda hasbihal edebileğim kimsenin olmaması beni kahrediyor. Her gece yatsıyı kılmak için nefsimle mücadele ederken, en sonunda bir anda olduğumdan yerden fırlayıp abdestimi alıyorum. Bu sistemin küfür sistemi olduğundan bihaber, nefsiyle hemhâl insanları gördükçe üzülüyor ve mütemadiyen içimden Allah'a hidayete ermeleri için dua ediyorum. Küfürbaz, kavgacı, beynamaz, ahlaksız; hayvan meşrepli ben yavaş yavaş değişiyorum.

 

Hayatımı müspet istikamette değiştiren bu hadisenin ardından yaklaşık dört, beş ay geçiyor. Bundan sonra selametteyim zannediyorum. Beni öyle bir hâl alıyor ki nefsin ve şeytanın vesveselerinde kafamı duvarlara vuracak hale geliyorum.Gün geçtikçe bu hâl beni büsbütün sarıyor ve kimseye soramayacağım vesvesenin mahsülü sorular bana neredeyse cinnet geçirtiyor. Bu hâlimi kimseye açamıyorum. Her an, her saniye vesvese... Doğruları tahammül seviyesinin üstünde ve kabullenemez hâle getiren bu hâlin adı ''hatarat''. ''Hatarat'' mevzuunda Allah'ı inkardan nice küfürlere kadar her kötü şey var... O ve Ben'de geçenleri ve sitemizde bu hususla alâkalı şeyleri okuyorum. Bu hâl ile süregelen dördüncü gün çıldırma noktasına geliyor ve kafamı duvarlara vurmaktan kendimi alamıyorum.Dördüncü gün sabaha kadar meâl, hâdis okuyorum. Hatarı def etmenin metodlarını uyguluyorum. Sabah namazının vaktinin girmesiyle beraber bir anda üzerimde ki hâl kayboluyor ve bir anda nasıl böyle oldum, anlayamıyorum. Allah'ım bu ne saadet, sana şükürler olsun. Bir anda dünyam tersine müspet istikamette döndü. Yurdun kahvaltı saatini bekliyorum, sonra güya yatacağım. Kahvaltı da bir arkadaşım, ''Mevlid Kandil'in mübarek olsun'' deyince şaka yaptığını zannediyorum. Arkadaşım, ısrarla şaka yapmadığını söylerken kafam dank ediyor ve Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in dünyaya geldiği gün olduğu için ''hatarlardan'' kurtulduğumu anlıyorum. Allah'ım sen nelere kadirsin. Mübarek gün ve geceleri (Ramazan ayı hariç) inkar eden İbn-i Temiyye denen kâfire inanadursunlar(!). Dinde reform adı altındaki fikirlerini Temiyye'den yola çıkarak savunan Muhammed Abduh ve Afgani sempatizanları gaflet denizinde yüzedursunlar...

 

''Zehrile pişen aşı, yemeğe kim gelir''

 

Yunus Emre'nin ''Şol Benim Şeyhimi'' adlı şiirinin son mısrasında dile getirdiği bu mısra da ''Hatarat'' kastediliyor ve bu yola girenlere mahsus... ''Hatarat'' mevzuu bu hâli yaşayanların yola girdiğine işaret Ben bu anlattıklarımı, Efendi Hazretleri'ne (Abdulhakim Arvasi Hz.) olan sevgi ve sadakatimin tecellisi diye izah edebilirim. Ve de onun ruhaniyeti... Bu hâl ile kavrulan sahabelerine Peygamber Efendimiz (s.a.v) ''İmanın kemalindendir'' cevabını veriyor. Bu benim mübarek bir zat olduğumu göstermez sadece yola girdiğime delalettir. Benim hiçbir tarikat veya cemaatle uzaktan yakından fiilen alakamın olmaması ayrı bir mevzu.

 

"Zehirle pişmiş aşı yemeye kimler gelir?"

Dilsizce, yalnız Allah demeye kimler gelir?

 

Üstad ''Dilsizce, yalnız Allah demeye kimler gelir?'' mısraı ise tasavvufta kalp ile Allah'ı zikretmeye delalet ediyor.

 

Yunus Emre kalp ile yapılan zikri ''Dil hanesi pür nur olur'' şiirinde şöyle dile getiriyor. ''Esrar-ı zikrullah'' yani kalp ile yapılan zikir.

 

DİL HANESİ PÜR NUR OLUR..

 

Dil hanesi pür nur olur,

Envar-ı Zikrullah ile.

İklim-i dil ma’mur olur,

Mi’mar-i Zikrullah ile.

 

Her müşgil iş asan olur,

Derd-i dile derman olur,

Canın içinde can olur,

Esrar-ı Zikrullah ile

 

Gamgin gönüller şad olur

Dem-besteler azad olur

Gümgeşteler irşad olur

Asar-ı Zikrullah ile.

 

Zikreyle Hak’kı her nefes

Allah bes, baki heves..

Bes gayriden ümidi kes!

Tekrar-ı Zikrullah ile.

 

Gör ehli halin fırkasın.

Çak etti ceyb-i hırkasın,

Devr eyle Zikrin halkasın;

Pergar-ı Zikrullah ile.

 

Terk et cihan arayişin

Nefsin gider alayişin

Bul can-ı dil asayişin

Efkar-ı Zikrullah ile

 

Ahmed(1) seni ikrar eder

Hem zikrini tekrar eder

İhlasını iş’ar eder

Eş’arı Zikrullah ile.

 

(1) Ahmed isminde ki sesli harfleri çıkardığımızda ''hmd'' yani hamd meydana çıkar. Yunus Emre bu şiirinde kendini adını değil, 'Ahmed' ile hamdı manalandırıyor. Ayrıca Peygamber Efendimizin (s.a.v)'in ismi de kastediliyor.

 

Altun Halka'nın 33.sü, tesbihin son tanesi Abdulhakim Arvasi Hz'i bu yolun büyüklerinden. Onun talebesi Üstad ise bizlere ''Reşahat, Başbuğ Velilerden 33, Veliler Ordusunda 333, Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu'' adlı kitaplarının mesnedi tasavvuf. Efendi Hazretleri'nden sadeleştirdiği ''Tasavvuf Bahçeleri ve Rabıta-i Şerife'' kitapları tasavvufun en mühim kitaplarından. Bu iki kitabı Üstad sadeleştirmiş. Üstad'ın çoğu eserinde de tasavvufa yer veriliyor. Bazı eserlerinde Muhyiddin İbn-i Arabi Hz'i, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hz'i ve daha nice mutasavvıfın kitaplarından tasavvuf ve din ile alakalı en emin bilgileri devşiriyor. Peygamber ve sahabalerden sonra dinin en büyük ferdi İmam Rabban-i Hz'inin Mektubat'ını sadeleştirdi. Üstad'ın külliyatında ''Mektubat'' adıyla mevcut. Üstad'ın adını taşıyan eserlerse bize Hak yolunun kapılarını açıyor. Üstad'ı diğerlerin münevverlerden, dava adamlarından, edebiyatçılardan vesaire ayıran yönlerinden biriside bu kitaplarda gördüğümüz derin tasavvuf bilgisi. Din büyükleri (Veliler) haricinde bu alanda zirve eserler veren başkası yok. Üstad hakkında ki mütalaalarında, tespitlerinde, tahlillerinde çoğu münevver bunlara ve Üstad'ın mutasavvıf yönüne yer vermiyor. Yada, Üstad'ın diğer meziyetlerinden buna sıra gelmiyor! Üstad'ın Seyyid Fehim Hz'ine rabıta etmesi ve annesinin Üstad'ın başında bulunmadığı hâlde Üstad'ı bir lahza yeşil cüppeli görmesini hatırlarsınız. Başbuğ Velilerden 33 adlı kitabında Üstad Altun Halka'nın 32. ferdi Seyyid Fehim Hz'ine ayırdığı bölümünde şu cümle yer alıyor: ''Üzerlerinde, umumiyetle yeşil cübbe...'' Seyyid Fehim Hz'i hakkında Abdülhakim Arvasi Hz'i ''1313'ten sonra kamil evliya gelmedi'' buyuruyor. Bediüzzaman Said Nursi Hz'i de Seyyid Fehim Hz'inden övgüyle bahseden yazıları var. Hemen belirtmeliyim, Seyyid Fehim Hz'inin halefi Efendi Hz.'idir.

 

"En dakik Şeriat mihengi" ne vurulduktan sonra bütünleştirilen ve bütünleştirilecek olan eserleri üzerinde bu ölçüyü devam ettirmeye başlar ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcunu üstlenirken;

O'na...

Üstadımız, Güdücümüz, Varlık Vesilemiz'e...

Dost, düşman, sevgi, nefret;

"sema, toprak, güneş, dünya, Allah, Peygamber, kâinat öğreticim"ize...

En yakıcı hasret; ve dayanılmaz yalnızlığımızı dayanılır hale getiren "emanet"lerine sadakat yeminiyle..

 

Üstad'ın hikâyelerim adlı eserinin önsözünde Büyük Doğucuların bu yazdıkları ''Üstadımız, Güdücümüz, Varlık Vesilemiz'e... Dost, düşman, sevgi, nefret; ''sema, toprak, güneş, dünya, Allah, Peygamber, kâinat öğreticimize'' sözleri harfiyen bana uyuyor. Üstad'ı tanıyana kadar hiçbir şey bilmiyordum desem yeridir. İman ile bütünleşmiş bir deha bir genci mıknatıs gibi çekmeli ve onu Hak yoluna çekmelidir. Kendiyle baş edemeyen nice dehaların insanlığa hiçbirşey kazandırmamıştır. Üstad bu ülkeye ve insanlığa neler kazandırmış? Deha planında bile ayırd edici yön Üstad'da. Bunları söylerken din büyüklerini ayrı bir daire içine alarak söylüyorum.

 

Üstad'ın çocukluk devresi her insan gibi hayatın her döneminde etkisi hissetmiştir. Dedesi Mehmed Hilmi Efendi'nin vakarı, asabiyeti, dürüstlüğü, şefkati... Üstad'a dini telkinleri... Babaannesi Zafer Hanım'ın, Üstad'ın çocukluk devresinde ki yaramazlıklarını engellemek için art niyetle Üstad'ı çocuk dünyasında kitaplara boğması. Babasının, bohem hayatı. Fedakar bir Müslüman-Türk kadının remzi olan annesini... Küçük yaşta ölen kardeşi Selma'ya para karşılığı elma vermesinden kısa süres sonra ölmesi.. Bunlar şiirlerinde, yazılarında, fikirlerinde kendisini gün yüzüne çıkar. Üstad'ın 30 yaşından önceki bohem hayatı babasından, dürüstlüğü ve yılmaz meşrebi dedesinden, fedakarlığı ve azmi annesinden şu veya bu şekilde Üstad'a, hayatına, fikirlerine akseder. Ölünün odası şiirinde dedesinin ölümünü -o nasıl tasvirdir ki- gözümüzle görmüş ve yaşamış oluruz.

 

Ölünün Odası

 

Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş;

Yerde çıplak bir gömlek, korkusundan dirilmiş.

Süt beyaz duvarlarda çivilerin gölgesi;

Artık ne bir çıtırdı, ne de bir ayak sesi....

 

Yatıyor yatağında, dimdik, upuzun, ölü;

Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü.

Bezin üstünde ayak parmaklarının izi;

Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi.

 

Son nefesle göğsü boş, eli boş uzanmış yana;

Gözleri renkli bir cam, mıhlı ahşap tavana.

Sarkık dudaklarının ucunda bir iz var;

Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir ân kadar.

 

Sarkık dudaklarında asılı titrek bir ân;

Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan.

Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm..

Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm....

 

Üstad'ın fikirleri genç yaşlarda okul kitaplarındaydı. Kendisine ''Tanrı Şair'' lakabını layık görüyorlardı. ''Bir mısraı bu millete şeref vermeye yeter'' deniliyordu. Ta ki, Efendi Hz'ini tanıyıp İslam mücahidi olana kadar. Bu ahvalden sonra, din düşmanları sanatına yazık eden 'Sabık Şair', ''Süper Mürşit'' diye telakki ediyordu. Ayrıca bu lakaplar Üstad'ın milletimize nasıl tesir edeceğinin kaygısını taşıyor. ''Allah din düşmanlarına doğruyu tersinden söylettiriyordu.'' Bu ezelden beridir böyle... 1940'larda ki çıkarttığı dergide İsmet İnönü'yü kastederek ''Başımıza Kulak İstiyoruz'' başlığıyla dergiyi çıkarttığında yer yerinden oynamıştı. O dönemde ''Allah'' demek kanunen yasaktı. Dönemin başbakanı Recep Peker bu vaziyetten hoşlanmamış ve Üstad'a rüşvet teklif etmişti. Ya rüşvet ya hapis... Tabi ki Üstad rüşveti reddediyor. Ezan-ı Muhammed'in türkçe okunduğu dönemde bu hadiselerin ne denli mühim olduğundan bahsetmeye lüzum yok. Üstad'ın nefsinden eminliğini kibir olarak telakki edenler bunu göz ardı ediyor. Üstad'ın bir dönem ki davalarının yarısı hapisle sonuçlansa yüzyıl yatmaya mecbur edilecekti. 60 ihtilalinden sonra basın affından yararlanamayan ve mahpusa hakim olan Üstad'dı. 80 ihtilalinden sonra Kenan Evren yine aynı kahpeliği farklı şekilde yapmaya memurdu ve Üstad'ın ölümü buna mâni oldu. Bir Fransız ansiklopedisinde ''Hapis hayatı, okul hayatını geçen...'' diye bahsedilen Üstad için hapishane Medres-i Yusufiye idi. Birçok eserini bize oradan devşirmişti.

 

Garip pencerecik,küçük daracık;

Dünyaya kapalı,Allah'a açık

 

Efendi Hz'i ile tanışma hikayesi ise otobüste hızır kılıklı bir adamın teşvikiyle Efendi Hz'inin dergahının yolunu bulmasıyla başlıyor ve hiç bitmiyor. ''Allah dostu'' o mübarek zatın dergahının eşiğine yüz zürme şerefini Allah (c.c) Üstad'a bahşediyor.

 

“Bana, yakan gözlerle, bir kerecik baktınız;

Ruhuma, büyük temel çivisini çaktınız!”

 

''Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel;

Bir akşamdı ki, zaman donacak kadar güzel...''

 

''Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;

Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...''

 

Hepimiz Üstad'dan bahsediyoruz, lâkin Efendi Hz'inden yeteri kadar bahsetmiyoruz. Bu şiirler dururken bize laf düşmez diyen de iyi bir kaçamak yapmış olur. Susman için yazılmadı bu şiirler!

 

Üstad'ın sanatta, fikirde, aksiyonda... hakikate gitmesini şöyle betimliyor:

 

'' Ben kendilerini tanımadan dik bir kaya üzerinde gururla dünyaya karşı dikilmiş uyuz bir keçiyken, (Efendi Hz'ini) tanıdıktan sonra; yere inen ve geçtiği yol boyunca süt koyuveren memeleri şiş olmuştum.''

 

Ben ki, denizdim,

Dağbaşı bendim.

Şimdi sen oldun,

aleme pendim.

 

Başka bir yerde de şunu belirtiyor: ''Kalemime inkişaf onunla (Efendi Hz'i) geldi''.

 

Üstad kısmen muharrirliğinin daha ziyade dehasının sayesinde yakın tarihteki siyasetçilere büyük tesirleri vardır. Özal'ın, Üstad'ın son dönemlerinde evine gelip not tutması, Türkeş'in, Üstad'ın desteğini sağlamasıyla beraber zaman zaman Üstad'dan bazı fikirler alması, İsmet İnönü'nün, Recep Peker aracılığıyla rüşvet teklifinde bulunması ve yaptığı zulümler, Erbakan'ın bir dönem Üstad'ı Milli Selametçi göstererek oy avcılığı yapması. Üstad'ın, Süleyman Demirel'in mason olduğunu ispatlaması. Abdullah Gül'ün Üstad ile zamanında bazı münasebetleri olduğu ve Üstad'dan çoke etkilendiğini belirtmesi, Erdoğanın da şiirlerini okuması, Erdoğan'ın Üstad'ın doğumunun 100. yılı münasbetiyle hazırlanan cd'ye destek vermesi. Bu saydığımız isimleri Üstad ya bır ışık görerek destek çıkmış, ya da çeşitli sebeplerle ya desteğini devam ettirmiş ya da vaziyeti izah etmiştir. Yeri geldiğinde ne yapılması gerekiyorsa onu yapmıştır. ''Ülkücüler bu davanın adelesi, Selametçiler ise kalbi'' diyerek ayrılıklara mâni olmaya çabalamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında ki sapık fikirlerinin milli eğitim kitaplarında bulunmasını es geçmeyelim.

 

Üstad'ı sadece iyi bir sanatkar olarak telakki edenler şiir ve tiyatro kabiliyetlerini kabul ediyor. Dini kitaplardan nedense hiç söz etmiyorlar. Üstad tek yönlü değil, ''parçalarının tamamı, bütününden daha üstün bir insan''. Şiir, tiyatro, hitap, balegat, feraset, usta sanatkarın hususiyetleri, dava adamlığı... hepsi bütünününden daha üstün. Babıali adlı eserinde şöyle yazıyor:

 

''İslâm uğrunda, İslâmın şevket ve muzafferiyeti uğrunda, metodların her neviyle, şiiriyle, hikâyeleriyle, piyesleriyle, fikrî ve tarihî etüdleriyle, konferanslarıyle meydana atılmış bu çilekeş adam hakkında bu suçlama, onu derinden yaralamış, kalbini kırmış ve emeklerine küser hale gelmiştir.

 

Bereket ki, bu çilekeş adam, fikir ve sanat zevkinden mahrumluk içinde şeriat inceliklerinden de yoksun böyleleri için çalışmıyor ve yine böylelerinin tükenmelerini ve yerlerini yeni gençliğe terketmelerini Hak'tan diliyor.''

 

Üstad bunları kaleminden dimağına kan çekerek, Hak için söylüyor...

 

Kubur faresi hayatımdan kurtulduktan sonra anladım ki şeriat, şeriat olduktan sonra topyekûn hayat sisteminin insan çapında en muazzam sistemi...

 

"Oluş sırrı, o nurdan heykelin eteğinde,

Ve ölümsüz balı, Şeriat peteğinde"

 

"Her fikir her inanış, tek mevsimlik vesselam,

Zaman ve mekân üstü biricik rejim, İslâm."

 

Üstad'ı tanıdıktan sonra anladım ki, kal-ü belada bütün ruhların Allah'ın varlığını ve birliğini tasdik ettiği insan ruhu, nefsin aksi, ''herşey birden geliyor bire varıyor'' diye mütaala edebilen nedir? Ruh. En mühim prensiplerimizden biri olan ruhçuluk bize tasavvufun manasını remzlendiriyor olsa gerek.

 

''Ne varsa nakış nakış, tabiatta, maddede,

Gözlerimdeki nurun aksi, beyaz perdede...''

 

Hak için ilerleme cehdinde ki hayatımda anladım ki; idrakinde bulunduğumuz bu mübarek ay da, nefsimizi teskin etmek ve daha nice salih ameller için tuttuğumuz oruç da, insanı melekten üstün de yapan, hayvandan aşağıda yapan, kısmen bile olsa nefs muhasebe ve murakebesi için. Nice din büyüğü nefsi ehlileştirmenin insan için en mühim hadiselerden biri olduğunu belirtmiş. Namaz da ruha teslim olan nefis kahrolmuyor mu? Ve namaz bunun için bazılarına zor gelmiyor mu? Nefsi köpek halinde dışarı çıkan Velinin hikayesini bilirsiniz. İnsanı melekten üstün, hayvan aşağı yapan nefis. Şeyh-i Ekber'in belirttiği gibi: ''Zıtlar birleşebilseler bir daha ayrılmazlar.'' Bize ahiretimizi ve dünyamızı kazandırmak, ''nefs muhasebesinden geçiyor. Her şeyi madde de bulup nefsini okyanuslar misali kabartanlara ise nelerden mahrumlar, nelere malikler...

 

''Doğmaz güneşlere bağlandı vade,

Dişlerinde köpek nefsin irade.''

 

''Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!

Heybem hayat dolu, deste ve yumak.

Sen, bütün dalların birleştiği kök;

Biricik meselem, Sonsuza varmak...''

 

Anlatılamazları anlatmak, Üstad'a has bir haslet... Bu demek değildir ki, başkasında bu hasletler yok. Üstad'ın kitaplarını okuyup elimden bıraktıktan sonra bu zaman ve mekanın içerisinde değilmişim gibi geliyor. Sanki beni sihirli bir baloncuğa koymuşlar ve kitabı elimden bırakınca balon patlıyor ve yepyeni bir mekanda buluyorum kendimi. Üstad'ın kitaplarını okuyanlar, sanki bunları anlatıyor. Bu da gösterir ki, Üstad'ın sanatı muhteşem. Üstad'a ''Sultan-ı Şuarra'' diyoruz, o türkçenin de sultanıydı. Kelimeleri, cümlelerin içine bir dil mütehassısı, bir Üstad gibi yerleştiriyor.

 

Üstad sözlükte ki manası şu: Herhangi bir ilimde veya sanat alanında bilgi ve söz sahibi olan, üstün bir yeri, tam vukûfu bulunan kimse. Üstad kendine Üstad sıfatını layık görmeden şunları söylüyor: "Fikirde, sanatta, anlayışta, anlatışta, buluşta, tutuşta, dağıtışta, toplayışta ve nihayet yaşanmaya değer hayatın ölçülerini billûrlaştırma işinde dünyanın en büyük adamı olmak isterdim; nefsim için değil de, sırf O'nun ümmetinden en hakîr ferde düşen liyakat payını ve üstünlük derecesini göstermek için... "

 

''Ver cüceye, onun olsun şairlik,

Şimdi gözüm, büyük sanatkarlıkta.''

 

Biz de tereddüt etmeden diyoruz ki; bu saydıklarına en layık insanlardan biri de sensin. Din büyüklerini ayrı bir daireye alırsak, sadece sensin!

 

İdeolocya örgüsünden mühim bir yeri iktibas edelim: ''Bu eser benim bütün varlığım, vücut hikmetim her şeyim, ben, arının peteğini hendeseleştirmeye memur bulunması gibi, bu eseri örgüleştirmek için yaratıldım.Şiirlerim de, piyeslerim de, hikâyelerim de, ilim ve fikir yazılarım da sadece bu eserin belirttiği bina etrafında bir takım “müştemilat”tan başka bir şey değil…'' Bu fikir kitabı benim gözümde yeni bir devletin temel olarak alabileceği bir eser. Zamanında ''İdeolcya Örgüsünü'' temel alacağını belirtip döneklik yapan ''Erbakan''ı bundan istifade ederek oyları toplamıştır. Üstad'ın belirttiği gibi herşey doğudan fışkırdı, vahyin merkezi,müminlerin miracı kâbe, <<Gaye - İnsan ve Ufuk - Peygamber>>... Hülasa herşeyden doğuda mana buldu yani ruhumuz. ''Büyük Doğu''. Üstad'ın dilediği sistemin içi tasavvuf dışı şeriat. Böyle bir sistemi hangi samimi dindar istemez ki...

 

İslâm davasının entellektüel ve estetik bir muhtevayla güç kazanmasında, Üstad'ın payı büyüktür.

 

Serdengeçti'nin söylediği gibi: ''Ne onun (Üstad) yükseldiği yere yükselebilirdiniz, ne düştüğü yere düşebilirsiniz. Sonuna kadar zirve, sonuna kadar derinlik...'' Yine, Serdengeçti'nin söylediği gibi: ''Herkes şu beylik lâfı ediyor. Bıraktığı boşluğu kimse dolduramaz. Boşluk bırakmadı ki doldurulsun. Herşeyi doldurdu gitti. Kafaları doldurdu, gönülleri doldurdu ve yaşını doldurdu.''

 

Ben ''fakir'' yazımı şu cümleyle tamamlamak istiyorum: '' Allah'a malik olan neden mahrumdur, Allah'tan mahrum olan da neye maliktir? '' (Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Yarışmaya katılım sona ermiştir arkadaşlar. Yazılar yönetim tarafından puanlandıktan sonra neticeler burada ilan edilecektir. Neticelerin açıklanması 10 gün içerisinde gerçekleşir diye tahmin ediyorum. Hayırlı olsun şimdiden...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Daha evvel bir arkadaşıma da dediğim gibi: Yazmak, anlatmak ve anlaşılmak kolay iş değildir. Bu yarışmaya katılmayı hiç düşünmedim bu zamana kadar, çünkü bu cesareti ve beceriyi kendimde asla görmedim. Hele hele de bu sitede, pek çok kalem erbabı varken. Fakat benimde içim aktı gitti Üstad'ı söylemeye, dile getirmeye ve bende ki ruh haline... Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler deyip; güzel bir şeyler ortaya çıkarmayı ümit ediyorum. Tabi tıkanıp kalmazsam, kelimelerde boğulmazsam, tökezlemezsem.

 

Beynim mi uyuştu ne oldu (!) Hamle yapmaktan bile aciz kaldım bu konuda, ne hikmetse? Affola.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Arkadaşlarımzın ellerine sağlık, hepsini ayrı ayrı tebrik ediyorum. Çok güzel şeyler çıktı gerçekten.. Seneye çok daha etkili olacağımıza inanıyorum.

Sabırsızlıkla beklediğim isimler vardı; Vakıfahmetozısık ve büyükdoğu gibi..

Büyükdoğu, neden böyle oldu acaba?

 

Hayırlısı.. Dualarla.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Beynim mi uyuştu ne oldu (!) Hamle yapmaktan bile aciz kaldım bu konuda, ne hikmetse? Affola.

...

 

 

Ali abi, seni gayet iyi anlıyorum. İki gün önce buraya yazmaya niyetlendim, bir paragrafı yazana kadar canım çıktı. Mesele, odaklanıp yazmakta, gerisi çorap söküğü gibi geliyor. İnşallah seneye katılım bu kadar düşük olmaz. Bize çok güzel yazılarını tattıracak olan kardeşlerimiz de yazsaydı iyi olurdu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Belki bazı dostane ve samimi beklentileri boşa çıkarmış olabilirim, lakin yazamadığım/anlatamadığım muhakkak. Odaklanma, şevk ve üretkenlik hususunda biraz geride kaldım. Kim bilir, belki başka sefere?

 

İlaveten: Vakıf kardeşimin yazdıkları yabana atılmayacak türünden bir yazı olmuş. Genç ve ateşli (!) yaşına rağmen; yazdığı/dile getirdiği/ortaya koydukları kayda değerdir şahsımca. Yazmaya/anlatma devam et.

Share this post


Link to post
Share on other sites

slm.ustad severler.ramazanın son gunlerını cok ıyı degerlendırmenız dılegıyle...acaba yarısma sonuçları hakkında bılgısı olan var mı.acıklandıda benım mı haberım yok.selam ve dua ıle sevgılı çile yoldasları...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

Yarışma henüz sonuçlanmamıştır. Yönetim tarafından yapılan oylama bittiğinde kazananlar hakkında yapılacak olan açıklama ve verilecek olan malumat bu başlık altına eklenecektir.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Selamlar,

Yarışma henüz sonuçlanmamıştır. Yönetim tarafından yapılan oylama bittiğinde kazananlar hakkında yapılacak olan açıklama ve verilecek olan malumat bu başlık altına eklenecektir.

Ben çok heycanlıyım vallahi. Sonuçları sabırsızlıkla bekliyorum :)

İnşallah Ramazan ayı bitmeden öğreniriz sonuçları.

Allaha emanet olun, kolay gelsin...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Aktif 7 yöneticinin katılımıyla gerçekleştirilen puanlamalar neticesinde, yarışmamızın sonuçları belli olmuştur. Yarışmamıza, yarışma konusuyla uyumluluk gösteren 18 yazı dahil edilmiştir.

 

Evvela yarışmaya katılan, bu organizasyona ilgi gösteren tüm kullanıcılarımıza teşekkür etmeyi bir borç biliyor ve şu anda da bunu ödüyorum. Geçen seneye göre kemmiyet ve keyfiyetin büyük bir adım ileriye taşındığını görmek hem bugün, hem de gelecek için bizleri ziyadesiyle memnun etti. Payı bulunan tüm kullanıcılarımızdan Allah razı olsun...

 

Birinci olan yazı, 70 puanlık havuzdan 64 puan aldı. İkinci 59, üçüncü ise 54 puanla yarışmayı tamamladı. İlk üçe giren yazılar arasında 5 puanlık araların bulunması hoş bir tevafuk...

 

İlk üçe giren yazıların sahipleri ise sırasıyla şu şekilde:

 

1.

 

Vakıf Ahmet

 

2.

 

Fatih Aktaş

 

3.

 

Özkan (Şiiriyle)

 

Hayırlı olsun...

 

Not: Yarışmada dereceye giren kullanıcılarımız, tercih ettikleri Üstad kitaplarını PM ile bana bildirirlerse memnun olurum. Kitaplar 2 hafta içerisinde gönderilir sanırım. Nakil işleminin de birkaç gün sürebileceğini düşünürsek, bir mani olmadığı takdirde 3 hafta içerisinde kitaplar elinize ulaşır diye tahmin ediyorum. Birinciden 5, ikinciden 4 ve üçüncüden 3 kitap ismi bekliyorum...

 

Katılan tüm kullanıcılarımıza tekraren teşekkürlerimi sunuyorum.

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim sonuçlar hayırlı olsun.Kemiyetin ve keyfiyetin birbirine paralel seyrettiği yarışmamız da, yarışmaya iştirak eden tüm kullanıcılarımıza bir teşekkür de ben ediyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Zorlu bir yarışmaydı. Çok derin yazılar ve şiirler arasında dereceye girmek benim için ayrı bir mutluluk vesilesi. Hemen şunu belirtmek isterim ki, yarışmada dereceye girmek bir vakıadır ama, böylesine mukaddes dava uğruna kalem oynatılan, dostluklar kurulan bir adres en büyük kazançtır.

 

Bu vesileyle birinci olan kardeşim Vakıf Ahmet'i ve ikinci olan kardeşim Fatih Aktaş'ı gönülden kutluyorum.

Not: Vakıf Ahmet'in birinci olacağını tahmin etmiştim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Dereceye giren arkadaşlarımızı tebrik ediyorum. Bu mübarek günlerde Üstadın İslam'a adanan fikir, dava, aksiyon cihetinin mahsullerinden olan kitaplarını kazanan arkadaşlarımıza hayırlı okumalar diliyoruz. Yarışmaya katılarak bu organizyonu daha da renklendiren, ıtırlandıran arkadaşlarımıza da ayrıca teşekkür ediyoruz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kazananları tebrik ediyorum :) 1. Hariç bir kişi sürpriz oldu benim için açıkcası. Sürprizleride severim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vakıf, Özkan ve Çelebi'den derece bekliyordum. İkisini tutturmuşum, ne güzel.. :) Arkadaşlarımın hepsini tebrik ediyorum.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Herkese teşekkür ederim, herşey için teşekkür ederim. Allah (c.c) razı olsun. Bana mânevî, fikrî, ilmî, dinî daha birçok şeyde hadsiz kıymetler kazandıran sitemizin, bu yarışmayla verdiği kıvanç da çok ayrı oldu. İnşallah, önümüzdeki yıllarda daha mühim işlerle, daha büyük kıymetlerle, topyekûn başarılı olur ve o yüce gayeye hizmet ederiz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...