Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
nedmanün

Üstad'ın Mânevi Oğlu Hilmi Oflaz

Recommended Posts

Necip Fazıl'ın Metafizik Evlâdı Hilmi Oflaz

 

Dursun Gürlek

 

 

Şairler sultanı Necip Fazıl’ın şiirde, edebiyatta ve düşünce dünyamızda ne büyük bir dahi olduğunu bugün herkes kabul ediyor.

Kendisine ve eserlerine duyulan ilgi gittikçe artıyor. Ama unutmayalım ki, üstad hayranlarının arasında ilk sırayı Hilmi Oflaz alıyor. Onun Necip Fazıl’a duyduğu alakayı, gösterdiği saygıyı, sergilediği fedakârlık örneklerini birer birer anlatmak için ayrıca bir kitap yazmak gerekir. Tasavvuf düşüncesinde bir “Fena fişşeyh” kuralı vardır. Buna göre müridin mürşidinde, dervişin şeyhinde fena bulması, yani yok olması icap ediyor. İşte merhum Hilmi Oflaz’ın üstadına olan bağlılığı böyle bir tablo oluşturuyordu. Biz bu manzarayı her görüşümüzde Mevlânâ ile Şems-i Tebrizi ilişkisini hatırlıyorduk.

 

Zahiren hırpani bir kıyafet içinde görünen, sıradan ve basit bir insan olarak göze çarpan Hilmi Oflaz aslında kültür dünyamızın meçhul meşhurlarından biriydi. Mahmut Paşa’da işportacılık yapan nev-i şahsına münhasır bu adam, kazandığı bütün parayı kitaba ve hayır işlerine harcıyordu. Oturduğu gecekondu ev tıka basa kitap doluydu. Hatta evin oda duvarları bile kitaplarla, dergilerle örülmüştü, tuğla yerine kitap kullanılmıştı. Belirtmeye gerek yok ki, bunların başında Necip Fazıl’ın kitaplarıyla Büyük Doğu dergileri geliyordu. Üstadın adıyla özdeş hale gelen Büyük Doğu’nun yaşaması için en büyük gayreti gösteriyor, bazen de akla, hayale gelmedik yöntemlere başvuruyordu. Mesela evinde bulunan herkesi, hatta çeşitli isimler takarak tavukları ve horozları bile abone ediyor, postacı eve her hafta bir tomar Büyük Doğu getiriyordu.

 

Hilmi Oflaz’a göre dünyada Necip Fazıl’dan daha “necip”, daha “fazıl” başka hiçbir kimse yoktu. En büyük şair, en büyük mütefekkir, en büyük tiyatro yazarı; hikâyeci, romancı, aksiyon adamı sadece ve sadece Necip Fazıl’dı. Bu bağlılığın, bu olağanüstü hayranlık duygusunun verdiği hazla ve hızla ömür boyu üstadının peşini bırakmadı. Onunla “hemhâl” oldu bir daha ayrılması “muhal” oldu. Necip Fazıl hapse düşünce o da peşine düştü. Mahmut Paşa’daki tezgâhlarını bırakıp pılısını pırtısını Toptaşı Cezaevi’nin kapısına taşıdı. Hem geçimini sağlamak hem de bu arada üstadın ihtiyacını karşılamak, arandığı zaman “Ben buradayım!” demek için tam bir buçuk yıl cezaevinin önünde zarf kağıt vesaire satmakla meşgul oldu. Gece gündüz buradan ayrılmadığına göre, bari üstadı görebiliyor musun diye soranlara, “Bulutların arkasından güneşin görünmesi gibi, camın önünden geçerken, parmaklıkların arasından görüyorum!” cevabını vermişti.

 

Necip Fazıl Bey, Hilmi Oflaz’ı hiçbir zaman yanından ayırmıyordu. Bursa’ya gittikleri bir gün, üstad Hilmi Ağabey’i, şehrin en lüks oteli olan Çelik Palas’a çay içmeye götürüyor. Orada bulunan bazı milletvekillerine kendisini şöyle takdim ediyor. “Fare tıkırtısından ürkecek kadar hassas, kralları önünde eğdirecek kadar irade sahibi, arslanların önüne çırıl çıplak atlayacak kadar cesur, aziz dostum işportacı Hilmi Oflaz!..”

 

Hilmi Ağabey, 15 Mayıs 1998’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi hastanesinde vefat etti. 17 Mayıs Pazar günü, Eyüp Sultan Camii’nde kılınan cenaze namazında sonra Eyüp Mezarlığı’na, Necip Fazıl’ın hemen ayak ucundaki kabrine defnedildi. Aralarında o zamanki Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da bulunduğu büyük kalabalık, Hilmi Oflaz’ı işte böyle muhteşem bir merasimle ebediyete uğurladı.

 

Tercüman, 28.5.2006

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hilmi Oflaz Amcayı, 1996 yılının bir kış akşamı tanımıştım. O zamanlar öğrenciydin Ankara Siyasalda, İstanbula gezmeye geldiğimde genelde gittiğim gibi yine Çemberlitaşta İLESAM'a (Şimdi Rumeli Ocağı denir) gitmiştik 3 öğrenci arkadaş.

Biz kendi aramızda Necip Fazıl Üstad hakkında konuşurken yanımıza yaklaştı ve sohbetimize katıldı. Çok sevecen ve yakın davrandı bize. Şimdi burada okuduklarımda öğrencilere olan şefkatini görünce anlıyorum, Hilmi amcanın bize de yaklaşma ve sohbetimize katılma sebebini. Bize Üstadı ve onunla hatıralarını anlattı. Hayatım boyunca unutamayacağım güzel sohbetlerden biridir, Üstadı birebir canlı tanığından dinlemek. Muhteşemdi. Öğrenci olduğumuzu duyunca sigara ikram etti. Kendisi rahatsızdı, gırtlak kanseri gerçirmişti, artık sigara içmiyorum dedi, içenlerden teker teker toplayıp, böyle öğrencilere ikram ediyorum. Çok sevmiştik kendisini. Bir kere daha karşılaşmak isterdik ama nasip olamadı. Allahım rahmet eylesin, günahlarını kusurlarını bağışlasın.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Anlattıklarından birşeyler hatırlıyor musunuz peki? Bizleri de müstefit kılsanız? Yazık, doğmakta gecikince ne Üstadı, ne de onu tanıyabildim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

 Kitap Âşığı Bir Garip Hilmi Oflaz

 

Merhum Necip Fazıl’ın iki mısralık şiirlerinden biri şöyledir: “Garip

 

 

geldik gideriz, rafa koy evi barkı/Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz

şarkı!”

 

O,bu şiiri yazarken kimi veya kimleri düşünmüştür bilmiyoruz. Ancak

bildiğimiz bir şey var ki Hilmi Oflaz “Ölümsüz Şarkı’nın dudaktan

dudağa geçmesi için varlığını feda etmiş, “evi, barkı” rafa koymuş çok

önemli bir insandır. Hilmi Oflaz derken, evinde otuz tane kitabı

olmayan binlerce üniversite mezunu insanın bulunduğu bir ortamda evini

30 bini aşkın kitapla doldurmuş bir şahsiyetten bahsettiğimizi

unutmayalım. Batı’da, Batı kültürü için hayatını vermiş böyle bir

insan olsa belki adına kitaplar yazılırdı. Ancak bizdeki kültür

atmosferi “anti-yerli” bir çerçeveye sahip olduğu için burada görünür

ve tanınır olmak, aydınların kalitesi veya tutarlılığına değil kendi

topraklarına yabancılaşmasına bağlıdır. Önemli; ancak “değerli”

olmayan birçok insanı çok rahat tanıyabilirken, hem önemli hem de

değerli birçok insan tarihin ve mezarlıkların tozlu köşelerine terk

edilmiş durumdadır.

 

Yardımseverliğiyle, fedakârlığıyla, maddî hırslardan kopuk; sürekli

başkalarını düşünen feragatiyle modern düşünce ve anlayış kalıplarına

meydan okuyan Hilmi Oflaz, maalesef layıkıyla tanınmamıştır. Eğer

Hilmi Oflaz gibi bu fani dünyaya “gönüller yapmaya gelen” samimiyet

abideleri yeterince tanınsaydı, Türkiye’de kimisi yoklar âleminde var

olan, kimisi de büyüdükçe küçülen, merhum Necip Fazıl’ın ifadesiyle

“meselesiz, gerçeksiz yarı-aydınlara” itibar edilmez bunların hepsi

birer birer sîgaya çekilirdi.

 

Necip Fazıl, Hilmi Oflaz ile beraber kendisini dinlemeye gelen

gençlere: “Hilmi”yi cevheriyle tanıyor musunuz? Hilmi uçaktan hızlı

gider, kamyondan çok yük taşır!” der. “Dahiler ve Deliler” adlı

romanını “Dostluk ve vefa abidesi Hilmi Oflaz’ın aziz hatırasına”

diyerek ithaf eden Mehmed Niyazi Özdemir, onu, “Serâpâ samimi bir

insandı. Gerçekten de aziz bir dost idi. Sevdiğini tam severdi.

İkiyüzlülük, hulûs çekmek, çalım nedir bilmezdi. Dostlarından

esirgeyeceği hiçbir şey yoktu. Kırk yıl yanında bulundum; “Allah”

diyen bir kulun aleyhinde konuştuğunu duymadım. Milli meselelerde

hizmeti geçmiş bir kimsenin aleyhine katiyen kimseyi konuşturmazdı.

Paralı, parasız zamanı olmuştur; ne varlığın gururunu yaşadı, ne de

yokluğun ıstırabını çekti. Şahsi hiçbir sevincine, üzüntüsüne şahit

olmadım; sevinç ve üzüntüleri dostları milleti ve ümmeti içindi.”

cümleleriyle anlatıyor.

 

Gazeteci Yusuf Ziya Cömert ise Hilmi Oflaz’ı bir aşk adamı olarak

vasfediyor ve şöyle diyor: “Hilmi Abi”nin her halinde gözle görülür

bir şey olarak “aşk” vardı. Simsiyah gözlerinde, dudaklarında, boyun

damarlarında, sesinde, sözünde, öfkesinde, sevincinde, özleminde,

vefasında yaşayan bir şeydi aşk. Çok âşık gördüm. Fakat Hilmi Abi’den

daha büyük aşık tanımadım.”

 

Hilmi Oflaz “Söztut”!

 

Ailesi aslen Trabzonlu, ancak kendisi Düzce doğumlu (1926). Ortaokul

mezunu. Askere gidişi de oldukça ilginç. İstanbul/Hadımköy’e askere

giderken kitaplarını ve gazetelerini de valizle götürüyor.

Komutanlarıyla görüşüp, onlar için izin istiyor. “Okumazsam yapamam.”

diyor. Okumak öyle önemli bir şey daha o yıllarda onun için. Terhis

olurken de kitap hacmi üç valize çıkmış bir halde yine biriktirdiği

dergi ve gazetelerle ayrılıyor Peygamber Ocağı’ndan...

 

Halasıyla birlikte geliyor İstanbul’a. Zaten halasının kızıyla da daha

sonra evleniyor. Halası Çengelköy’de Rasathane yakınlarında bir köşk

alınca orada oturuyorlar. Durumları o zaman gayet iyi. Babasının

Düzce'de tütün tarlalaları var, oldukça varlıklı bir aileye mensup.

Ancak ailevi ve ekonomik şartların değişmesiyle yokluk günlerinin

sökün etmesi fazla uzun sürmüyor. Aile büyükleriyle yaşadığı

tartışmalardan sonra soyadına bir “Söztut” kelimesi ilave ediyor. Kızı

Betül Özdemir, bunu anlatırken, “Kimse bilmez Hilmi Oflaz’ın asıl

adının Hilmi Oflaz Söztut olduğunu. Bu ifadeyi hem kendisine hem de

akrabalarına hitaben sözünde durmanın önemini belirtmek için

koydurmuştur. Kütükte de öyledir.” diyor.

 

Kızı Betül Hanım, yakın arkadaşları olarak Düzceli Reşat Şen ve

Akyazılı Mehmet Niyazi Özdemir beyleri sayıyor. Hilmi Oflaz, tiyatro

gösterileri ve konferanslar vesilesiyle Necip Fazıl’la Anadolu’ya

açıldığında 5-6 ay gelmediği oluyor. Betül Hanım, “Biz çocukluğumuzda

babamızı göremezdik. Ahmet ağabeyim anlatıyor, Üstad eve gelmiş.

Anneme, Hilmi’yi merak etme. Benim azatlı kölemdir. Bir ihtiyacın

olursa beni ara. demiş.”

 

Oflaz’ın 5 çocuğu var. Yaşar hanım en büyükleri. Diğerleri ise Ahmet,

Arif, Melike ve Betül. 1987’de eşi Ayşe Oflaz Söztut vefat eder.

 

Betül Hanım, amansız hastalığı sırasında kitaplarından binlercesinin

ziyan olduğunu ifade ediyor: “Hasta yatağında kitaplarla dolu evini

son bir kez daha görmek istemişti; ama nasip olmadı. Cebindekini son

kuruşuna kadar karşısındakine vermek isteyen, “yok” demeyi bilmeyen,

yoksa bile bulmak için kendini helak eden biriydi, ”yok” kelimesinden

nefret ederdi.”

 

Kese kağıtlarına envai çeşit çerez doldurur, eve gelene kadar kimi

gördüyse ikram eder, çocuklara da torbanın dibinde artık ne kaldıysa

onlar verilir. Tavuklarının hep adı vardır: Küpeli, Çilli, Karakız.

Bir dönem Büyük Doğu dergisine abone yapılmış, adlarına dergi

alınmıştır! Kedileri hâlâ o evde ve bahçede yaşıyor. Oğlu Ahmet Bey

ilgileniyor. Nesil nesil kediler hâlâ o kapının köşesinden ayrılmamış.

 

Söz ustasıydı

 

Onu tanıyanlar hiç umulmadık anlarda ağzından dökülen şairane

ifadeleri, verdiği şaşırtıcı cevapları anmadan edemiyorlar. Bir sohbet

esnasında eleştiride ileri gittiğini düşündüğü dostuna “Devlet

selamette, hükümetler rezalette; milletin bir kısmı gaflette, bir

kısmı hayrette, bir kısmı gayrette; ama devlet selamette.” derken her

şeye rağmen günün seline kapılmayan etrafına umut aşılayan bir ruhî

coşkunluğu sergiliyordu. Eski bir milletvekilinin önemli hizmetleri

bulunan bir devlet adamımız hakkında söylediği sert sözler karşısında:

“Beyefendi, söylemediklerinize saygımız sonsuz; ancak söylediklerinize

iştirak edemeyeceğiz.” deyişi de ayrı bir söz ustalığı numunesidir.

Yine bir sohbette son yüzyıl içinde yerli düşüncenin devamlılığı adına

büyük emek sarf etmiş iki değerli münevvere haksız tenkitler gelince,

bu isimlerin verdikleri mücadele uğrunda çektikleri sıkıntıları

hatırlatırcasına “Belalar bizim olsun, safâlar sizin olsun.

Rabb’imizden gelen belayı biz çiçek gibi göğsümüzde taşır, mutluluğu

onda bulmaya çalışırız.

 

Ama size safâ değil de, bela gelirse manda pisliği gibi dağılırsınız.”

diyor. Evlenmek için münasip birini arayan yakından tanıdığı

üniversiteli gence, bir arkadaşının kızını tavsiye ederken kendine has

edasıyla söylediği şu cümle sevenleri tarafından unutulmuyor: “Bir

Allah’ı, bir de seni tanır...”

 

Ya, Ötüken Yayınevi’nden Necip Fazıl’ın Adana’da vereceği konferansta

satmak üzere, konsinye usulü 100’er tane aldığı, Necip Fazıl’ın “Reis

Bey” ve Vecdi Bürün’ün “Nasıl Öldüler” adlı kitaplarını, gelen

dinleyicilere bedava dağıttığı sırada yayınevinin ortaklarından Özer

Revanoğlu’nun “Ne yapıyorsun Hilmi Ağabey?” sorusuna, gayet

soğukkanlılıkla, “Dağıt Revanoğlu, sen de dağıt, yayılsın!..” deyişine

ne demeli..

 

Pasaportsuz vizesiz hacca gitti

 

1971 yılında arabasıyla hacca gitmeye karar veren Mehmed Niyazi

Özdemir’in ağabeyi Ziya Özdemir yola çıktıktan kısa bir süre sonra

Hilmi Oflaz’ı görür. Hâl hatırdan sonra onların nereye gittiğini

öğrenen Hilmi Oflaz, “Ben de geliyorum” diyerek hiç kimseye haber

vermeden hac yolculuğuna dahil olur. İşin hayret verici tarafı ise

şudur: Bu yolculuk sırasında Hilmi Oflaz’ın üzerinde ne pasaport ne de

nüfus cüzdanı bulunmaktadır!

 

Hilmi Oflaz bir “Vefa Abidesi’dir. 1960’lı yıllarda Necip Fazıl

cezaevine girince Mahmutpaşa’daki tezgahını satarak tam 1,5 yıl

Toptaşı Cezaevi’nin kapısında beklemiş, Necip Fazıl’ın ihtiyaçlarını

karşılamaya çalışmıştır. Kendisine “Üstadı görebiliyor musun Hilmi

Ağabey?” diye soranlara verdiği cevap yine onun emsali az bulunur

şahsiyetini yansıtmaktadır: “Bazen bulutların arasından güneşin

görünmesi gibi demir parmaklıkların arkasından görünüyor”

 

Hilmi Oflaz, yerinde durmaz!

 

Yaşadığı hayatla, “Bana ne!” demeden, “menfaatim ne diye sormadan”,

elinden gelen her şeyi yapmak için gösterdiği çaba ve kararlılıkla

dünyanın faniliğini adeta kişiliğinde tecessüm ettirmiş olan Hilmi

Oflaz, dünyevileşmeye lafzen değil ruhen karşı durmak isteyenler için

muhteşem bir örnektir. Hilmi Oflaz’ın mücadelesi “kendileri için

hiçbir şey istemeyenler’in,” başkaları için hiçbir şey istemeyenler’e

rağmen yürüttükleri mücadeledir.

 

Dünyevileşme derken Hilmi Oflaz’ın ders dolu bir hatırasını

nakledelim: Zenginliğiyle övünen bir tanıdığı Hilmi Oflaz’a sorar:

“Neyin var?” Onun cevabı acı bir gülümseme ve şu cümlelerdir:

“Dostlarım, kitaplarım bir de sigaram var. Midesiyle toprağa basan

insanların edinmeyi hayal ettikleri servet, sadece bir dostumun

verdiği bir şeyin yanında hiç kalır.”

 

Hilmi Oflaz sohbetlerde dostlarına kendisini şu sözlerle ifade eder:

“Benim hayatım dört devreden ibarettir: İKBAL, İDBAR, İKMAL ve

İCMAL...” O, Mahmutpaşa’daki işportacı tezgahından kazandığını millî

ve manevi değerlere hizmet etme çabası içindeki gençlerle birlikte

harcayan, aynı gençlere “Ekmeğim var, peynirim var, gelin!” diyerek

cömertliğini sergileyen, onların sıkıntılarına çözüm bulmaya çalışan,

halden anlayan, dertlere ortak olan müstesna bir insandı.

 

Çoraplar ve kitaplar

 

Mahmutpaşa’da bir tezgah düşünün ki sergisinde çoraplar, askı ipinde

“Büyük Doğu” dergileriyle dolu olsun. İnsanların oraya ucuza bir

şeyler almaya geldiği besbelli; fakat Hilmi Oflaz yılmıyor. Ara ara

sattığı malları yerine bırakarak, elinde Büyük Doğu dergisi “Hanımlar,

beyler! Sadece giyim kuşamınızı düşünmeyin, biraz da kafanızı düşünün.

Şu dergilerden bir tane alın, siz okumasanız da çoluk çocuğunuz

okur!..” diye bağırıyor. Fakat bütün çabasına rağmen dergiler bir

türlü satılmıyor. Üstadının şevkinin kırılmamasını sağlamak için

bulduğu çözüm ise insanı acı acı gülümsetiyor. Hilmi Oflaz beslediği

tavuk ve horozlara isimler takarak hepsini Büyük Doğu dergisine abone

yapıyor, her ay postacının getirdiği dergileri de eşe dosta dağıtıyor.

Onun cömertliğinin en önemli göstergesi de bir ömür boyu bin bir

çileyle biriktirdiği 30 bini aşkın kitap ve bir o kadar dergileri

İSAM’a (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi)

bağışlamasıdır.

 

Burcu Öztürk (torunu) Hep hayatın içindeydi, bana böcekleri bile

sevmeyi öğretti

 

Ben, onun kızı Yaşar Hanım’dan torunuyum. Son yıllarında hep birlikte

olduk. Kitaplarla dolu evinde, yanında hepsi hazır dolu 5 bardak demli

çayı ve harıl harıl okuduğu kitaplarıyla hatırlıyorum. 10’lu

yaşlarımın başındaydım ve “Bu kadar kitap neden var burada, neden

dedem sürekli okuyor?”, diye soruyordum kendime.

 

Bana hayatı, tabiatı, okumayı her şeyi sevdirdi. Böcekleri bile

yakalar, üstüne boş bir yoğurt kabı örter, sonra açar yürümesini

izletir, sonra yine kapatır, sonra da bırakırdı. Bahçesinde

kaplumbağaları vardı. Onlarla böceklerle, taşlarla oynardık. Güzel

taşları bahçenin bir köşesinde biriktirmeyi ondan öğrendim. Giderek

yüksekçe bir tepe olmuştu. Başında oturur, taşları seçer konuşurduk.

Toprakta yalınayak yürümeyi o öğretmiştir. Annemler “Basma ayağın

pisleniyor.” derdi; ama o değişik bir insandı... İlesam’a,

Türkocağı’na beraber giderdik...

 

Ahmet Oflaz Söztut (oğlu) Kitap deryasında büyüdük

 

Şimdi rahmetli olan soyadını hatırlamadığım Zihni abi vasıtasıyla

Mahmutpaşa’dayken Necip Fazıl Üstad’la tanıştığını biliyorum.

İstanbul’a ilk geldiğinde halasının Çengelköy’deki köşkünde

kalıyorlar. Halası köşkü satıp başka bir yere geçince o da Kuleli’nin

sırtlarında bir gecekondu çeviriyor. Hâlâ ben o evde kalıyorum. 7

odalı evin her yeri; ama her yeri kitap doluydu. Ortada sadece yatmak

için yataklar var. Başka bir eşya yok. Biz böyle kitapların içinde

büyüdük. Her an, banyodayken bile kitap okumaya çalışırdı. Onunki bir

tutkuydu. “Allah bize zaman, fırsat, sıhhat vermiş, biz bu işe gönül

koymuşuz. Niye okumayalım?” derdi. Çileli bir hayatı vardı; ancak bize

yansıtmamaya çalışırdı. 30-40 bini aşkın kitabı bir o kadar da dergi

koleksiyonu vardı. Her fikir ve düşünceden binlerce dergiyi

biriktirir, mutlaka okurdu. Babamla 5 kardeş bir arada olup da yemek

yediğimizi -bayramlar dışında- hatırlamam. Hep dışarılarda,

konferanslar ve sohbetlerde olan, son vapurla eve gelen; ama bize

karşı son derece anlayışlı, şefkatli bir insandı. Biz onun ızdırabını,

heyecanını ve aşkını arkadaşlarından çok anlamış değiliz. Arkadaşları

onu bizden çok daha iyi anlamıştır. O arkadaşlarına karşı çok

vefalıydı, arkadaşları da ona karşı çok vefalı oldular.

Mahmutpaşa’daki tezgahı kapattıktan sonra kitapçılık yapmaya çalıştı.

Üstad Necip Fazıl’la birlikte Anadolu’yu karış karış dolaşıp kitap

sattı. Ama nasıl? Yayınevlerinden diyelim bin tane kitap alıyor,

yarısını sattıysa öbür yarısını da gençlere dağıtıveriyor. Parası hiç

olmadı, zaten parayla da işi olmadı! 15 Mayıs 1998’de Kuledibi Göğüs

Hastalıkları Hastanesi’nde vefat etti. Kitaplarını ve dergilerini

kardeşi yerindeki Mehmet Niyazi Özdemir beyin tavsiyeleriyle Diyanet'e

bağlı İSAM’a (İslam Araştırmaları Merkezi) bağışladık.

 

Her haliyle cömert bir insandı

 

Rahmetli günün değişik zamanlarında birdenbire zuhur eder, içeri

girdiğinde sessiz olan meclis şenlenir, hareketlenirdi. Bir bir

oturanlara hâl hatır sorar şakalaşırdı. Bu esnada masa üzerindeki

sigara paketlerinden birer dal sigara almayı ihmal etmezdi. Sonra

aldığı sigaraları lime lime olmuş ceketinin iç cebinden çıkardığı ağız

tarafı tamamıyla yırtılmış Bafra paketinin içine istiflerdi. Kendisi

Bafra’dan başka sigara içmezdi. Neden o sigaraları topladığına

gelince, sohbetin devamında o sigaraları çıkartır, yine halihazırdaki

dostlara ikram ederdi. Evet ikram kelimesi Hilmi Oflaz’ın şahsında

gerçek mânâda kendini gösterirdi. Öğle üzeri İlesam’da envai çeşit bir

sofraya denk gelirseniz, bilin ki o ikramı yapan kişi Oflaz’dan

başkası değildir. Elinde çeşitli poşetler içerisinde zeytin, peynir,

bal, reçel, dolma, börek ne bulduysa getirmiş orada bulunanlarla -

tanısın tanımasın- paylaşmıştır.

 

Gerçi tanımadığı kimse hemen hemen yok gibiydi. Yeni tanıştırılan bir

kişiyle bile öyle sıcak bir diyalog kurardı ki o kişide yılların

ahbabı hissi uyandırırdı. Elimizdeki kitapları, dergileri, broşürleri

uzun uzun inceler, kendi arşivinde olmayanına denk geldiğinde ise onu

elde etmek için ısrarlı davranırdı. Çok büyük bir matbu arşive sahip

olduğu evine gidenlerce bizzat anlatılırdı. Özellikle Necip Fazıl ile

ilgili yazılmış ne varsa onda bulmanız mümkündü. Kırışmış yüzü, zayıf

bedeni, Üstadına benzeyen bıyıkları, jest ve mimikleriyle her ne kadar

onun metafizik oğlu olarak tanınsa da Necip Fazıl Kısakürek’in özünde

yaşayan, belki de onun ölümünden sonra ruhunu, ahlakını yaşatan bir

mirasçıydı. Kibirli edebiyat dünyası ya da sanat camiası içinde

elbette ki hak ettiği değeri bulamamıştır. Engin bilgisi, kültürü,

mütevazılığının altında kaybolmuş gibi görünse de asla bir referans

adamı olarak görülmese, ciddiye alınmasa da onu seven insanların

gönlünde en az anlattıkları, naklettikleri kadar ihtişamlı bir şekilde

yaşayacaktır.

 

(http://sozluk.sourtimes.org’tan alınmıştır)

 

 

 

Alınmışsa alınmıştır!

 

Otobüse koştular, bindiklerinde tıknefestiler. Birkaç durak sonra

bilet kontrolcüsü otobüste dolaşmaya başladı. “Bilet kontrol” deyip

yürüyor, yolcular da biletlerini gösteriyorlardı. Hilmi Oflaz’da bilet

olduğu düşüncesiyle Niyazi hiç endişe etmiyordu. Kontrolör bunlara

yaklaştı. - Bilet kontrol, dedi ve Hilmi Oflaz’a baktı. O, gayet

soğukkanlı bir şekilde cevap verdi: “Ne soruyorsun? Alınması lazım

geliyorsa alınmıştır. Alınmamışsa alınmayacak demektir!” Kontrolör

şaşırır gibi oldu; ne demek istediğini pek anlayamadı; yanlış bir iş

yaptığını zannetti. “Afedersiniz.” diyerek uzaklaştı. (Mehmed Niyazi,

Dâhîler ve Deliler s.192)

 

Üstadının tarifi

 

Bursa Çelik Palas Oteli’ne gitmişlerdi. Otelde o sırada

milletvekilleri de bulunuyordu. Hilmi Oflaz sessizce Necip Fazıl'ı

takip etti. Adını söylemeyince Üstad onu takdim etmenin lüzumunu

duydu. Sağ eli de Hilmi Oflaz’ın omuzundaydı: “Fare tıkırtısından

ürkecek kadar hassas; kralları önünde eğecek kadar gözü kara, irade

sahibi; aslanların önüne çırılçıplak atlayacak kadar cesur aziz dostum

işportacı Hilmi.” (a.g.e., s.228)

 

Not: Dosyanın hazırlanmasındaki katkılarından dolayı merhum Oflaz’ın

ailesine ve yakın arkadaşı Reşat Şen Bey’e teşekkür ederiz.

 

CEM SÖKMEN / MUSTAFA AYDIN

 

Zaman / Ailem

Share this post


Link to post
Share on other sites

Coşkun Çokyiğit anlatıyor:

 

Hilmi Oflaz isimli bir ağabeyimiz vardı. Necip Fazıl'ın mutemet dostuydu. Bir gün otobüste giderken sayıların metafiziğinden bahsetmeye başlamış. Arkada da bir matematikçi oturuyormuş. Bir ara Hilmi Beye çıkışmış:

 

-Kardeşim, ne zırvalıyorsun! Sayıların metafiziği mi olur?

 

Hilmi Oflaz, geriye dönüp adama şöyle bir bakmış ve sormuş:

 

-Beyefendi, sizin boyunuz kaç?

 

Adam boş bulunup cevap vermiş.

 

-Bir 1.77,5 !

 

-Peki, gölgenizin boyu kaç?

 

-...

 

Oflaz Abi cevabı yapıştırmış:

 

-İşte sayıların metafiziği budur!

 

*Kaynak

Share this post


Link to post
Share on other sites

Divane dervişler deli aşıklar!

 

Zeki Bulduk: 'Onu hatırladıkça, birgün ben de yalan dünyaya doymuştum onun sofrasında; keşke unutmasaydım!'

 

Tok karnına iken aç doyuran yazılamaz

 

Tok karınla yazılamayacak adamlar vardır. Hele ki yazmaya niyet edilen kişinin adı Hilmi Oflaz Söztut ise; işkembe boş, kalp virde râm, beyin davaya kilitlenmiş nefer olmak gerektir. Hilmi Oflaz’ı yazarken aç olmak evladır: derde, davaya, hüzne, muhabbete, ikrama aç olan bir bünye Hilmi Oflaz’ı ancak tavsif edebilir. Şu an karnım tok, başım dertsiz, kalbim aşkın nefesinden uzakta; biliyorum, onu yazarken delilim sakat… Lakin, sofrasından pay almış bir âdem olarak hakkını tevdi etmek namına yazmaktır niyetim; borcumu ödeyemeyeceğimi bile bile…

 

Kimdi o?

 

Köşkten gecekonduya geçerken dahi yüreğindeki ateşin harı sönmeyen, dünyanın gamına boyun eğmeyen bir kanaatkâr. Biliyorum ki köşkümü kaybetseydim dizimi döve döve ağlayacak kadar kölesiyim şu yalan dünyanın…

 

Seyyar satıcılar tezgâhlarını büyütüp dükkan, dükkanlarını büyütüp mağaza, mağazalarından da holdinglere terfi ederlerken; çorap tezgâhında Büyük Doğu dergilerini satan… Günü gelince de tezgahını satıp savıp Topbaşı Cezaevi önünde maşukunu bekleyen bir aşık.

 

Eşini, evini, çocuklarını Allaha emanet edip; fikir, zikir, hayat rehberi olan Büyük Doğu mimarının peşi sıra Anadolu’yu divane bir derviş gibi gezen…

 

Yanına pasaportunu, kimliğini dahi almadan, hiçbir zaman devlet-i âli’nin sınırlarını daraltmamış bir zihinle yoluna devam edip Hacca gidip-gelen, kimsenin hesap soramadığı bir yolcu.

 

Okumaktan yemeye ve yazmaya fırsat bulamamış, ayete nefesi tükenene kadar inanmış bir okuyucu.

 

Dağıtmaktan toplamaya; vermekten almaya; ar kapatmaktan ar açmaya tenezzül etmemiş bir ermiş.

 

Elindeki ikiyse birini, birse tamamını  veren Ensar’ın sonuncularından.

 

Makamı mansıbı, şanı  ünvanı insanlara pay edip simitle çayın padişah olduğu sofrada susam olup dillerde tad olan.

 

Yukarıda zikrettiklerim ona dair bilinenler. Dostları, ahbapları, yarenleri tarafından her dem dile getirildiğinde gözlere iki yumru gibi yaslanan gözyaşı damlaları; yüreğe bir güneş gibi doğan gülümseme, insanın fikrine Sakarya gibi şahlanıp dalan bir süvaridir o anılar, o anlar.

 

Bana kalan:

 

İlesam’da iftar vakti soframıza getirilen sımsıcak çorbadır Hilmi Oflaz. Gurbettesin, talebesin, hayata pamuk ipliğiyle bağlı olacak kadar güvenden azadesin. Ve dünyada Hilmi oflaz denli, poyraz fıtrat bir âdemi tanıyorsun; dert, yalnızlık, gariplik ne gam!

 

Simitle orucunu açan fakülteli çocukların tuzu-biberi, sigarası-çorbası ve en çok da Hoca Ahmed Yesevi’nin son dervişinin masamıza bıraktığı çiği yere damlamamış karanfil gülüşüdür.

 

Bir deli bir derviş gibi gelirdi. Dilini yalnız divane âşıkların çözebileceği bir lehçede konuşurdu. Hikmet onun kardeşi, sükût rehberiydi. Her bildiğini söyleyenden sakınmayı Ataullah İskenderî’den mi yoksa İbn-i Arabî’den mi öğrenmişti bilmiyorum ama kelam namına üstad’ı, metafizik babası ne kadar umman ise; o bir duru pınardı.

 

Masaya üç şey bırakırdı: kitap, çorba ve sigara. Cebimize para, gönlümüze bahtiyarlık, zihnimize ise ferahlık saçar; çölden gelmiş bir nebi gibi donatırdı dört bir yanımızı, etrafımız ışığa, aydınlığa, berekete keserdi; burslarımız çıkmamış, memleketten para gelmemiş, otobüse binecek paramız ya var ya yok… Olmazsa olmasın! Hilmi Abimiz vardı ya! İsterse dünyanın en şedit orduları çıksındı karşımıza. O, bir işmarıyla toplardı tüm erenlerini Hacı Bayram-ı Veli’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’nin yarenlerini, Mevlana’nın muhiplerini etrafımıza. Başlardı bir şehrayin. .. Tüm şedid ordularıyla fakirlik, kasvet, dert, acı, yalnızlık, umutsuzluk def olup giderlerdi çıktıkları ifrit çarşılarına. O, askerlere su dağıtan bir saka gibi dolaşırdı masaların arasında. Biz, onun dağıttıklarını izlerken doyardık. Kana kana içmesek de; suya dokunmuş bir balık gibi nefes alırdık.

 

Destur almış bir derviş  neylesin dünya malını

 

Destursuz bağa girenleri taşla, değnekle kovalamaz; bir sözüyle dünyayı başlarına yıkar; Kalenderi bir derviş gibi ayıp açanların, sözüne ayar veremeyenlerin yüzüne bir ayna tutardı. Utanan utanır, susan susar, susmayan ise kendi sözlerinin hoyrat parmaklarıyla boğulurdu. O hüzünlü bir bakış olurdu bu gibi hallerde. Zira, helâk olmuş bir kavmi seyreder gibi esefle bakardı başkalarının kuyusunu kazarken kazdığı kuyuya düşenlere…

 

Yanımızdayken efsaneydi. Necip Fazıl, köşkte bir başına yaşayan Hilmi Abi, kimsenin eylem yapmadığı bir vakitte Adnan Menderes’i kurtarmak için denize atlayan adam… dedim ya efsaneydi. Siz şehir efsanesi diyedurun; onun sofrasından ikrama ermiş bulunanlar ise susarlar. Zira, Hilmi Oflaz Allahın en güzel kullarındandı. Onu Allah etmişti azat! Ne makam, ne para, ne hayatın güzellikleri köle kılamamıştı kendine.  Bir poyraz gibi eserken tarlalara ziyan vermemiş, adeta başakların başını okşamış, yüzlerce insanı cesur olmaya teşvik etmiş, vermenin almaktan güzel olduğuna inandırmış, yalan dünyanın tamah edilecek yanı olmadığının bilfiil ispatı olmuştur.

 

Onu gören deli zannederdi. Öyle ya onca kelli ferli adamın dostu olup da dünya nimetlerine meyletmemiş, ilim ve muhabbet halkalarının adeta tutkalı olmuş bir adam… Elbette delidir su akarken testiyi dolduranların dünyasında elinde avucunda, yüreğinde beyninde olanı bir harman gibi savuran adam.

 

Pınarın gözüne aşık olan ne etsin testi testi suyu?

 

Hilmi Oflaz, testiyi vurup kırmış bir âdemdi. Testinin alabileceğinden fazlasına talipti. Suya, suyun kaynağına baş koymuş bir adam ne yapsın testi testi suyu? O yüreği kanar mı ummana aşık olmuşken?!

 

Sanki orada bir yerde, İlesam’ın tam da kapısında duruyor… Etrafa bakıyor, Bafra’sından derin bir nefes çekip salıyor dumanını Çemberlitaş’tan Ayasofya’ya doğru. Muhtemelen aç bir insan var mı, diye bakınıyor. İlme aç, muhabbete aç, karnı aç, dostluğa aç, aşka aç… Yakasından tutmuyor; bulduğu açlara sarılıp, omuzlarına elini atıp, bin yıllık ahbabı gibi, incitmeden buyur edip, doyacağı sofraya götürüyor.

 

Hilmi Oflaz, erenler bağının kapısındaki bekçi, dostlar meclisinin divanında saki, aşhanenin mutfağında pişirdiği yemekten bir lokma yemeyip sofraya gelenleri doyurmak için ömrünü, yüreğini insanlara sunmuş bir ah-çı idi. Ahın yerde kalmasın divane dervişim; ahın yerde kalmasın aklı kalbine yenilenlerin dünyasında Melami poyrazım!

 

Zeki Bulduk, gönlünün açlığını hatırladı… 

 

http://www.dunyabizi...ail.php?id=5038

Share this post


Link to post
Share on other sites

hilmi baba olabilmektir mesele. şekspir reis hiç boşuna kasmayaydın. şekspir de iyidir aslında. belki de müslüman olarak öldü, kimbilir. inşallah öyledir. diğer türlü toprağı bol olsun.

 

hilmi baba.. fakir fukara babası, gariplerin dostu, düşenlerin yareni, yolda kalmışların sığınağı. baba ben büyüyünce senin gibi olmak isterdim. olabildim mi. olamadım. olamam da galiba. sen otuzbin kitabı devirdiğin o fakir hanende Allah bilir hangi mavi alemlerde seyahat ediyordun.

 

hilmi baba.. biz çok şımarık bir nesiliz. alayımız facebook mücahidi. öyle senin gibi derinlemesine yaşayamıyoruz hayatı. deli görünce kafamızı başka bi tarafa çeviriyoruz. fakir görünce aslandan kaçar gibi kaçıyoruz. yalanız, dolanız, bitarafız, bertarafız. oysa sen böyle miydin, senin gönüldaşların böyle miydi. değildi tabi.

 

cüsseli bi adam olmamana rağmen cesaretinle on tane raki balboğa kılıklı athırsızını yere serebilirdin. bizde o da yok. herkes korkak, herkes kaçak döğüşüyor.

 

hilmi baba.. bugün bu şehirde hava kapalı. çay içtiğim masanın üstünde iki-üç kalem var, karşımda okunmaktan eskimiş kitaplar. yorgunum baba. otobüslere yetişmek zor geliyor.

  • Like 3

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hilmi Oflaz Mahmutpaşa yokuşunda işportacı tezgahının başındadır:

 

-Gel gel vatandaş ucuzluk burada ! Bakmadan geçme.

 

Karşısında ki duvarda Necip Fazıl'ın çıkardığı ''Büyükdoğu'' dergisinden birkaç tane asılıdır.Bir ara Hilmi Oflaz sandalyesine çıkar ve yumruk yaptığı ellerini sallayıp bağırır:

 

-''Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak,Haykırsam kollarımı makas gibi açarak '' diyen şair,mütefekkir Üstad Necip Fazıl'ın buyruğuna uyarak bende haykırıyorum.Sadece giyim kuşamınızı düşünmeyin;biraz da kafanızı düşünün.O dolarsa hayatınız daha anlamlı hale gelir.Şu dergilerden bir tane alın,siz okumazsanız,çoluk çocuğunuz okur.

 

Büyükdoğu'nun yeni sayısı çıkınca Hilmi Oflaz satılmışlar gibi parasını öder,eldekileri dağıtır,yenilerini sergilerdi.Kanaatince ülkenin kurtulması Necip Fazıl'ın kitaplarının ve dergisinin okunmasına bağlıydı.Bunun için Hilmi Oflaz her tanıdığını Büyükdoğu'ya abone yapmak isterdi.Kendisi,hanımı,kundaktaki dahil bütün çocukları abone olduğu gibi,tavuklarına ve horozlarına ad takmış,onlarıda abone etmişti.

 

Mehmet Niyazi ''Dahiler Ve Deliler ''

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites
Hilmi Oflaz, bir vefa ve sadakat sembolüdür. İflah olmaz bir Necip Fazıl takipçisidir. Mehmed Niyazi Hocamızın deyimiyle, Hilmi Oflaz, üstadın “azad kabul etmez kölesidir”.


Üstad mahkum edilip de Toptaşı Cezaevine konulunca durumdan vazife çıkarır. Öyle ya, belki Üstadın kendisine ihtiyacı olur, aranırsa “ben buradayım” demek ister. Mahmutpaşa’daki işporta tezgahını devreder. Gider, tam bir buçuk yılını, hapishanenin karşısında zarf, kağıt gibi şeyler satarak geçirir. Bir gün bir dostu yanına uğrar:


“Burada durduğuna göre, bari görüşme saatlerinin dışında üstad’ı görebiliyor musun?” diye sorar. Bu vefa ve sadakat abidesi şöyle cevap verir:


“Bulutların ardından güneşin görünmesi gibi, camın önünden geçerken, parmaklıkların arasından görünüyor.”

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

bu adamı çok seviyorum. Cunku samimi. Mekânı cennet olsun. Boyle insanlara ihtiyacımız var. Önkoşulsuz evet diyebilen, rahatlikla sırtını yaslayabileçegin.. Fedekarlıkta sadakatte numune teskil eden dost bir omuz. Oflaz bulmak için Fazil olmak sart sanırım.

 

Ne bileyim dusunuyorum iste

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

13792-1020062848321457770421609n.jpg

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

124018010200632641638535273761383n.jpg

 

Zenginliğiyle övünen bir tanıdığı Hilmi Oflaz’a sorar: “neyin var?” onun cevabı acı bir gülümseme ve şu cümledir: “dostlarım, kitaplarım ve bir de sigaram var. midesiyle toprağa basan insanların edinmeyi hayal ettikleri servet, sadece bir dostumun verdiği bir şeyin yanında hiç kalır.”

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Büyükdoğu dergisinin trajını yüksek tutup üstadı kendi çapında sevindirmek adına , maddi durumunun az olmasına aldırış etmeden, kümesindeki tavuğuna ,civcivine takma isimlerle dergiye üye yapan.....

fedakarlığına ve üstada olan bağlılığına her daim hayran kaldığım koca yürekli ADAM ABİ_Rabbim sana rahmetiyle muamele eylesin.

 

bu güzel abilerden hala kaldığını idda eden varsa beri gelsin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Son bir haftadır soyadı oflaz olan bir hastamız geliyor merakımı celb etti.Sordum Hilmi oflaz'ı tanır mısınız ?

Hasta amcamız şaşkınlıkla siz nereden biliyorsunuz Hilmi abiyi demesin mi ,tabi bende bir şok hali.Beni boşverin siz tanıyor musunuz dedim.Meğerse Hilmi abi amcasının oğluymuş.Bu fırsat kaçar mı ,hemen arkadaşlardan müsade alıp bey amcacığımla koyu bir sohbete başladık. ''Hilmi güzel adam dı ''dedi.Üstada olan bağlılığını,merhametini ,mahmut paşada işportacı tezgahının hepsini anlatmaya başladı.Kazandığı üçbeş kuruşla anadoludan gelen öğrencilere yemek ısmarlar ,ayrılırken de ceplerine harçlıklarını koymayı ihmal etmezdi dedi.Tabi duygulandım biraz.

 

Üstada olan hayranlığını onun için yaptığı fedakarlıkları yakın birinin ağzından duymak beni mest etti. Dünya görüşü olarak Hilmi abiyle çok uyuşmayan biri olmasına rağmen Hilmi abiyi övgüyle anlattı.Birazda siyasi olarak bana öğüt vermeyi ihmal etmedi.Siyaseti çok sevmediğinden birde farklı görüşten olduğu için tartışmaya girmek istemedim.Bana ben Hilmi'nin akrabasıyım sen dava arkadaşısın deyince ,nefsimi okşamadı değil biz nerde onların çektiği çileler ve savundukları dava nerede.Kendisinden sitede paylaşmak için resimleri istedim sağolsun beni kırmadı getirdi.Hastalığı zamanında çekilmiş birkaç fotoğraf : Hilmi abiyi sevenlere

 

 

 

 

IMG_20150422_213129.jpg

 

 

 

IMG_20150422_213304.jpg

 

 

IMG_20150422_213337_1.jpg

  • Like 2

Share this post


Link to post
Share on other sites

IMG_20150821_112316.jpg

Share this post


Link to post
Share on other sites

IMG_20150821_113401.jpg

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Vasiyeti üzerine üstada komşu...

Share this post


Link to post
Share on other sites

vaybe insan burnunun ucunu göremezmiş hesabı... okadar ziyaret etmişliğim olmasına rağmen ,ilk kez görüyorum bu kabri. söyleseler inanmazdım orada olduğunu.. Allah razı olsun. hepsi için el-fatiha

Share this post


Link to post
Share on other sites

ahh hilmi abi...üstad okunsun,herkes üstadı tanısın diye az mı çırpınmışsın.horozlarına bile isim takıp büyük doğuya abone yapmak..kimin aklına gelir böyle şeyler???

mezarını bulunca nasıl da sevinmiştim.nasip olsaydı da seni de bulabilseydim...

Allah senden ebediyyen razı olsun.bize de senin anladığın gibi üstadı anlamamızı nasip etsin insallah.

Share this post


Link to post
Share on other sites

×
×
  • Create New...