Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
kvp111

Bediüzzaman Said Nursi (k.s)

Recommended Posts

Peki nasıl olur da Gavs-ül Azam Abdülkadir Gylani aazretlerinin yoliyle Hazreti Ali'den feyz alan biri Efgani gibi bir sapığa siyasette selefim der? Bu da genç Said devresinde mi yoksa?

Share this post


Link to post
Share on other sites

Burada, Bediüzzaman’ın ilim metoduna ve ana yapısına yöneltilen bir telakkiyi izah etmek istiyorum, naçizane…

 

Denilmiş ki, Bediüzzaman’ın ilmi kesbi değil, vehbidir. Bu tanımdan murat, Bediüzzaman’ın ilim çizgisinin ve tefsir metodunun kaynağındaki (ilhami) yapıya işaret etmek, böylece bu kaynaktan fışkıran hikmet ve ispat tecellilerinin sahihliğini bir nevi test etmektir… Bundan çıkan neticeyle, Bediüzzaman’daki ilmin nakli olmadığı, şahsi olduğu ön kabulüyle, kendisinin umumi planda söz sahibi olamayacağı fikri hissettirilmiştir. Bu, korkunç bir yanılgıdır. Sebebi, birkaç izahı gerektirir, kısaca hülasalandırmak istiyorum:

 

Bediüzzaman, Kur’ani hakikatlerin tefsirinde olsun, diğer bütün meselelerin izahında olsun, vardığı telakkilerin kaynağının ilahi olduğunu, hemen her yerde, bizzat kendisi ifade etmektedir. Bediüzzaman, acaba bundan ne murat etmiştir, niçin ilim mimarisinin temelini, kendi şahsından izale ederek, ilahi bir noktaya bağlamıştır, düşünmek lazım.

 

Birincisi: Bediüzzaman Hz’leri, gerek Risale’i Nur’ların yazılış, gerek tamamlanış evrelerinde, ifade edilen bütün hakikatlerin sahibini, doğrudan Kur’an’ı Kerim’e bağlamaktadır. Demektedir ki: İşte Risaleler ortada, onlardaki ilim ve hikmet bütünlüğü, verdiği hüccetlerle müminin ufkun açıcı, imanını ziyadeleştirci ve doyurucu, İslam düşmanı filozofları ise kepaze edici gücü ve tesiri de ortada… Risale’i Nur’ların hikmet ve ilim cephelerinin istidad noktası aranacaksa, bu Said değildir. Çünkü o, sadece kendi şahsıyla böyle bir eser oluşturmak iktidarında ve istidadında değildir. Ortada bir hüner varsa, o hünerin sahibi Said değildir. Said, sadece Allah’ın kendisine yüklediği vazifeyi, bu hüner vasıtasıyla yerine getirmiş. Ortada bir eser var ise de, bu eserin müessiri gene Said değildir, çünkü gene o, şahsi ilmi ve ferasetiyle böyle bir eseri vücuda getirecek meziyette değildir. Ortada bir cihaz var ise, bu cihazın mütehassısı Said değildir, Said, sadece o cihazın Müslümanlara menfaat getirmesine vesile olucu klavuz hükmündedir. Yani, Saiddeki bütün meziyetlerin sahibi, Allah’tır. Bediüzzaman, her fırsatta, ilk olarak (kalbe ihtar oldu ki) derken, buna işaret etmek istemektedir. Benden bir mahsül sadır oluyorsa, o mahsülün tohumunu atan Rab’dır, demek istiyor. Kendi şahsi aklını her zaman küçümsüyor, ilahi bir şevke hizmet eden aklını ise, belirleyici kılıyor…

 

İkincisi: Materyalist, madde mihraklı sistemler dışında, dünyada ilahi ve hakiki olanı arayıcı kaç tane sistem ve yol varsa, hepsinde (ilham), belirleyici bir unsur olarak, vardır. İlahi tesir vardır. Batı, buna sezgi diyor. Biz ne diyeceğiz? Basiret mi, üstün akıl mı, kalp gözü mü?.. Bütün tasavvuf büyükleri, bilhassa İmam’ı Rabbani (R.A) ve Gazali (R.A), bu mefhumun ehemmiyetine dikkat çekiyorlar. Akli hükümlerin tek başlarına hakikati bulamayacaklarını, aklın ancak çetin bir muhasebeyle kendisini aştığı takdirde, geçerli ve muteber olacağını beyan ediyorlar. Bediüzzaman’ın farkı, vardığı neticelerin ahirinde değil evvelinde, bu ilahi yardımdan istifade ettiğini beyan etmesidir.

 

Bu noktadan sonra eğer denilse ki; Bediüüzaman, Allah’ın kuluna şah damarından daha yakın olduğu gerçeğiyle, esasında her müminin sahip olması gerektiği, temini için tefekkür, teslimiyet ve sadakatle amel etmesi gerektiği o makamı, senet kabul ediyor, öyle beyan ediyor. Bunun, bir aldatış olmadığı, daha doğrusu şahsi telakkilerini geçerli ve muteber kılmak amacıyla, o büyük makamı kullanmadığı ne malum? Biz nerden bileceğiz ki, Bediüzzaman’ın (kalbe ihtar oldu ki) diye başlayan tefsirlerinin, ilahi ilhama ihanet etmediğini, onunla uyuşmadığını, sahih veya boş olmadığını?...Bu sorunun cevabı, Risale’i Nur’un kendisidir. Çünkü, Bediüzzaman, (kalbe ihtar oldu ki) diye başlayan tefsirlerini ve izahlarını, bu dayanağın büyüklüğünü kullanarak ve ona güvenerek boş bırakmıyor. Arkasını tefekkürle getiriyor, kâinatı bir laboratuar hükmüne geçirip, ilahi bilginin kalbine üflediği hakikat nurunun ışığında, tefekkürle, teslimiyetle ve samimiyetle arıyor… ilmi keşfine, Kâinattan Hâlıkını Soran Bir Seyyahın Müşahedatı ... Düsturuyla başlaması bize bunu göstermiyor mu? Peki, bu, tam olarak, aklın, kendisiyle bir muhasebeye girişip, kendisini devirerek üstün akıla geçişinden başka bir şey midir?

 

 

Bediüzzaman eserinde nakil kullanmamış olabilir, çünkü tefsirde bu metot doğrudan kullanılmaz, bunu ilk mesajımda beyan etmiştim. Ama şu var ki, kendisi, İslam alimlerinin tümünü, şevk ve hayranlıkla okumuştur. Daha çocukken dahi, kitapları ezberleyecek raddede okuması, bunu ispat ediyor. Hem eserinin çok yerinde İmam’ı Rabbani’nin olsun, İmam’ı Gazzali’nin olsun fikirlerinden ve müşahedelerinden istifade ediyor…

 

Ali NFK kardeşim, benim derdim senin şahsınla değil. Şu var ki, bir mesele hakkında mesnetsiz rivayetlerin ve belirsiz ithamların, ilmin ve hakikatin önüne geçerek onları perdeleyişleri, beni derinden etkiliyor, çok kızıyorum. Düşününüz ki bir adam ömrünü İslam uğruna büyük çilelere göğüs gererek geçiriyor. Hayatının her anını, hatta uyurken bile, Allah'ı arayışın o çileli tefekkürüyle geçiriyor. Belki o kahramanların bir ömür katlandıkları cefaya bizler on dakika kadar bile tahammül gösterecek ferasette değiliz. Ama kalkıp kuru bir on dakika içinde, o büyük birikimleri çamura buluyoruz. Yazılarımda, tenkitlerimin gayrıihtiyari olarak senin üzerinde toplanışından, onların umumiyetini ifade etmediğimden ötürü senden özür diliyorum. Hakkını helal eyle...

 

Hamiş: Efgani ve Abduh üzerine bir inceleme hazırlama düşüncesindeyim şu sıralar. İnşallah son sorunun cevabını, tafsilatıyla orada beyan edeceğim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hakkım helaldir değerli Gönüldaş...

 

Hamiş: Efgani ve Abduh üzerine bir inceleme hazırlama düşüncesindeyim şu sıralar. İnşallah son sorunun cevabını, tafsilatıyla orada beyan edeceğim.

 

Bekliyorum...

Tüm gönüldaşlara hayırlı geceler.

Ramazanda Allah sabır ve kuvvet versin.

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

'Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:

 

Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

 

 

Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa’da, Rusya’daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

 

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

 

On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır.

 

bu kısmı ben mi yanlış anlıyorum 15 yaşın üstünde olanlar nasıl oluyo da Cehennemden kurtuluyor.

 

Aslında mesele AliNfk kardeşimizin dediği gibi bu söylemler Ehli Sünnete uyuyor mu uymuyor mu? Yoksa bu sözü Said Nursi söylerse doğru başkası söylerse yanlış böyle bir mantık olmaz. Said Nursi'yi bi kenara koyun desemki a şahsı "zamanımızda Hristiyanların azizleri Cennete gidebilir" dedi. Ne dersiniz heralde çoğunluk bu kişiyi küfürle itham eder en azından saçmalıyor der ama Said Nursi dedi dersem söylenen doğru mu yanlış mı buna bakılmaksızın savunmaya geçiyosunuz. Abduh ve Afgani'nin sapık hatta mason olduklarını hepimiz biliyoruz Said Nursi açık açık selefimdir yazıyor.

 

Abdulhamid Han hakkında ilk yazılı bildiriyi yayınlıyor ve İngilizler tarafından bastırılan Volkan gazetesinde mütemadiyen Abdulhamid Han aleyhinde yazıyor. Şimdi bana o eski Said filan gibi mantıksız bi açıklama yapmayın Açık günahın tövbeside açıktan olur, aleyhte bulun bulun sonrada bi özür dahi dileme sadece o eski said di diye geçiştir yani ben şimdi televizyona çıksam bi hoca hakkında yalancıdır, faiz yer, hırsızdır gibi aslı olmayan sözler söylesem yıllar sonrada o eski mehmet di desem bu yeterlimidir. Olması gereken aynı şekilde televizyona çıkıp ben yalan söyledim, iftira ettim dememdir.

 

(Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan emirlere itaat edin!) [Nisa 59]

 

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:

(Siyah başlı habeşli bir köle de olsa emirinize itaat edin!) [buhari]

 

(Emirinizin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü cemaatten bir karış ayrılan [itaatsizlik eden, fitne çıkaran] cahiliye ölümü ile [yani imansız] ölmüş olur.) [buhari]

 

Peygamber efendimiz, dine riayet etmeyen, şeytan gibi emirlerin geleceği zamanlar olacağını bildirince, Eshab-ı kiramdan Hazret-i Huzeyfe, (Ya Resulallah o zamana yetiştirsem ne yapayım?) diye sordu. Resulullah buyurdu ki: (Sırtına vurup malını alsa da, emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [buhari]

 

Hadika’da ve Redd-ül-muhtar’da (Emire isyan etmek fitnedir. Zalim olan emire de itaat vaciptir. Berika’da ise, (Emirin dine uymayan emirlerine fitneye sebep olmamak için karşı gelmemelidir!) deniyor. Yine bu kitaplardaki hadis-i şerifte, (Fitne çıkarana Allah lanet etsin) buyuruluyor.

 

Emirine isyan edenin sevaplarının tamamı gider.) [beyheki]

 

(Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. [Onun emirlerini tatbik eden kimsedir] Ona ikram eden ikram görür, ona ihanet eden de ihanete maruz kalır.) [Taberani]

 

(Malını zorla alsa da emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [buhari]

 

(Elleri kesik, sakat bir köle olsa da, emirinize itaat edin!) [Müslim]

 

Arkadaşlar bi şeyleri yanlış anlamayın ben evliyaların ayağının altındaki toz olamam ve hiç bir evliyayı tenkit haddime değildir.Said Nursi İslamı yaymak için dağ bayır gezmiş, bir sürü çileler çekmiş, hapislerde yatmış,hayatını İslam yoluna vakfetmiş, Allah razı olsun ama malesef diğer taraftan Ehli sünnete ters düşen hatalı yönleride var....

 

 

 

 

"Efendimizin “Size içimizdeki azınlıkları emanet ediyorum; onlar hakkında Allah’tan korkun ve kendilerine adaletle davranın” hadisini de bakarak, aslında çok zararlı birşey olmadğını söyleyebilirim. Ancak burada mefhumlara verilen anlam çok önemli."

 

Hadis i şerifte bildirildiği gibi içinizdeki buyruluyor benim burdan anladığım (benim anladığımla olmaz ama Hadis i şerifin açıklamasını bulamadım) zimmi kafir yani Darül islamda islamiyetin büyüklüğünü kabul etmiş kafirdir ki öte yandan sevin, görüşün filanda denmiyor hakkını koruyunuz, adaletle davranınız deniyor eğer İslamın gayri müslimlere nasıl baktığını öğrenmek İstiyosanız İmam-ı Rabbanî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed Farûkî Serhendî k.s Hazretlerinin Mektubat eserinin 163. ve 165. mektuplarını okuyabilirsiniz. Şimdi buraya Gayri müslimler hakkında ki hadisi şerifleri, Ayet i Kerimeleri yazsam çok yeter tutar.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu Lahikası'nda 2. Cihan Harbinde zarar gören bazı masumlar hakkında yazdığı mektuba dair bir izahattır.

 

Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber mânevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden biçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki:

Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nispeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye mâsumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor.

Üç dört aydır ki, dünyanın vaziyetinden ve harbinden hiçbir haberim yokken, Avrupa'da, Rusya'daki çoluk çocuğa acıyarak tahattur ettim. O mânevî ihtarın beyan ettiği taksimat bu elîm şefkate bir merhem oldu. Şöyle ki:

O musibet-i semaviyeden ve beşerin zâlim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar, eğer on beş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehit hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı mâneviyeleri, o musibeti hiçe indirir.

On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. Hususan ihtiyarlar ve musibetzedeler, fakir ve zayıflar, müstebit büyük zâlimlerin cebir ve şiddetleri altında musibet çekiyorlar. Elbette o musibet onlar hakkında medeniyetin sefahetinden ve küfranından ve felsefenin dalâletinden ve küfründen gelen günahlara keffaret olmakla beraber, yüz derece onlara kârdır diye hakikatten haber aldım, Cenab-ı Erhamürrâhîmine hadsiz şükrettim. Ve o elîm elem ve şefkatten tesellî buldum.

Eğer o felâketi gören zâlimler ise ve beşerin perişaniyetini ihzar eden gaddarlar ve kendi menfaati için insan âlemine ateş veren hodgâm, alçak insî şeytanlar ise, tam müstehak ve tam adalet-i Rabbaniyedir.

Eğer o felâketi çekenler mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-i beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler ise, elbette o fedakârlığın mânevî ve uhrevî neticesi o kadar büyüktür ki, o musibeti onlar hakkında medâr-ı şeref yapar, sevdirir.

 

 

Evvela Müellif RAın bu mektubunu anlamak için bu mektubla alakalı bazı esasatı bilmek lazımdır.

 

1- İslamiyeti duyduğu halde kabul etmeyen ve musibet-i ammeye yani o harb-i umumiye sebebiyet veren kimseler kafir olup, ebedi cehennemde kalırlar.

2- İslamiyeti duyduğu halde kabul etmeyen ve musibet-i ammeye yani o harb-i umumiye sebebiyet vermeyen musibetzede kimselerde kafir olup ebedi cehennemde kalırlar. Ancak musibet-i ammeye sebebiyet veren diğer kafirler gibi Cehennemde azabları şiddetli olmaz. Belki o musibet onlar hakkında bir nevi rahmet olur. O da cehennemdeki çekecekleri azabın daha hafif olmasıdır.

3- Cumhur-u ulemaya göre kafirlerin bulüğ çağına ermeyen ve musibette vefat eden masum çocukları ise, Cennete girip Cennete layık çocuklar suretinde kalacaklardır. Hem böyle bir musibette öldükleri için ahiret şehidi olup daha ziyade bir mükafata mahzar olacaklardır.

4- Ehl-i Fetret; İslamiyeti duymayan ve bilmeyen kimselerdir. İmam Maturidiye göre ehl-i fetret küfre girmezse yani Allahın zatını inkar etmezse ve usul-i imanide bulunsa yani aklı ile Allahı bulsa, ehl-i necattır (kurtuluş ehlidir). Eğer küfre girse yani Allahın zatını inkar etse ve usul-i imanide bulunmazsa ehl-i necat olamaz. Cehennemde ebedi kalır. Ancak musibet-i ammeye düçar olduğu için eser-i rahmet olarak Cehennemde azabı hafifletilir. İmam-ı Eşarîye göre ehl-i fetret küfre girse ve usl-i imanide bulunmazsa bile ehl-i necattır. Ayrıca harbe sebebiyet vermediği ve harbe taraftar olmadığı ve o harbde perişan olduğu için ahiret şehidi sayılır.

5- O musibet-i uumiyyede mazlumların imdadına koşanlar ve istirahat-ı beşeriye için ve esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza için mücadele edenler;

 

a - Eğer kafir iseler, bunlar ebedi cenennemde kalırlar. Ancak istirahat-i beşeriyeyi temin ve din-i mübin-i İslama inanmadıkları halde esasat-ı diniyeyi ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza ettikleri için diğer kafirler gibi azabları şiddetli olmaz. Belki o musibetler onlar hakkında bir nevi rahmet olur. O da cehennemde çekecekleri azabın daha hafif olmasıdır ve bu onlar için bir şereftir ve bu cihet, bu musibeti onlara sevdirir.

 

b - Eğer bunlar ehl-i fetret iseler, yani islamiyeti duymayan ve bilmeyen kimseler iseler, İmam-ı Maturîdiye göre bu kimseler akıllarıyla Allahı bulmuşlarsa ehl-i necattırlar. Eğer akıllarıyla Allahı bulamamışlarsa ehl-i necat değillerdir. Cehennemde ebedî kalırlar. Ancak istirahat-ı beşeriyeyi temin ve esasat-ı diniyeyi, mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza ettileri için eser-i rahmet olarak Cehennemdeki azabları hafifletilir.

 

İmam-ı Eşarîye göre ise bu kimseler küfre girse ve usul-i imanide bulunmazsa bile ehl-i necattırlar. Ayrıca istirahat-ı beşeriyeyi temin ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza ettikleri için ahiret şehidi sayılırlar.

 

c - Eğer bunlar din-i mübin-i islamı duyan ve istirahat-ı beşeriyeyi temin ve mukaddesat-ı semaviyeyi ve hukuk-u insaniyeyi muhafaza eden ehl-i iman kimseler ise bunlar ehl-i Cennettirler ve ahiret şehidi sayılırlar.

 

6- Yukarıdaki mektubda geçen ehl-i fetretten murad; İkinci Cihan Harbinde İslamiyeti duymayan kimselerdir. Din-i Mübin-i İslamı duyan herkes mesuldürler. Bu zamanda ise duymayan hemen hemen yok gibidir, pek nadirdir.

 

7- Ehl-i Fetretin ehl-i necat olabilmesi için, din-i hakikiyi işitmemiş olması lazım geldiği gibi, semavî vahyinde tahrifine çalışmaması lazımdır. Din-i Hakkı tahrif edenler, ehl-i fetret olamazlar.

 

Bu yedi esas Kuran, Hadis ve ulemanın tahkikatıyla sabit olmakla beraber, Üstad Bediüzzamanın kendiside pek çok terde hususan 26. Mektubun 4. Mebhasında Muhammedun Rasulullah demeyen kimsenin, ehl-i necat olmasının muhal olduğunu tasrih etmiştir. Binaenaleyh, Üstad Bediüzzamanın bu tür mektubları, bu esaslara göre mana edilmelidir.

(alıntıdır)

 

Şimdi kardeşim. Hristiyan tabirini duyunca böyle panik oldun. Ben sana desem, Amazon ormanlarının tam ortasında bir kabile var, bu kabiledeki fertler, tarihleri boyunca dış alemle temasta bulunmamışlardır. Tek bir kitap okumamışlardır, hiçbir İslami mesajı duymamışlardır. Zaman geldi, bu kabile, Allah düşmanı komünistlerce tecavüze uğradı. Hepsi katledildi. Bu kabiledeki onbeş yaşından küçük çocuklar, rüşt çağına girmedikleri için, cennete girerler. On beş yaşından büyük olup da, inkar çukuruna saplanmayarak, çok iptidai de olsa Allah'ın birliğine gönülleriyle meyledenler ve İslam'ın tahribine bulaşmayanlar (mazlum ve masumdan kasıt budur) Allah'ın inayetiyle cehennem azabından kurtulurlar. Çünkü Allah, adalet sahibidir. desem, gene aynı tepkiyi gösterecek misin, amazon ormanlarının ortasındaki kabilelerle ikinci dünya savaşındaki İslamiyetin çağrısını alamamış Hristiyanların arasında bir fark olmadığını, her ikisinin de ehli fetret olduğunu kabul edecek misin, bunun üzerine tefekküre dalacak mısın?...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Sevgili büyükdoğu Gönüldaş, yine ve her zamanki gibi meseleyi örtücü tavır sergiliyor. Halbuki bir Büyük Doğu mümini olarak konuyu Ehl-i Sünnet çerçevesinde ele alıp biz şüphe ve korku besleyenleri tatmin etmesi gerekir...

 

Derinden Gönüldaş'a da Abdülhakim Arvasi Hazretlerine Üstad vasıtası ile sevgi beslemenin yanında Büyük Veli'nin neden Büyük olduğunu öğrenmesini, Veli'yi iyice tanımasını tavsiye ederim. Eğer zamanın İrşad Kutbu'na bir saldırganlık söz konusu ise durum çok vahim.

 

Tekrar soruyorum, Said Nursi'nin bağlı olduğu irşad zinciri hangisidir?

Büyük Veli Beyazid-i Bestami Hazretleri Tasavvuf ilminde kendi başına iş yapanlar için Şeyhi olmıyanın şeyhi şeytandır der! Burası çok mühim... Düğüm de burada...

 

Bu tartışma hakkında ne hüküm verdim, ne kaynak gösterdim, ne yorum yaptım. İnşallah sonra yazacağım diyerek gittim ve yazacağım anı bekledim.

 

Ali NFK kardeşim de, beni töhmet altında bırakarak meseleyi örtücü bir tavır sergilediğimi ifade etmiş. Yani, ben bu zamana yazdıklarımla konuları hep oldu-bittiye getirmiş oluyorum sana göre. Üzerine alınıp, ismimi yazmaktaki amacını da anlayabilmiş değilim. Etiketçi tipitipleri kasetmiştim amma lakin sen... Neyse..

 

Bu çok ciddi bir itham ve iddiadır Ali NFK.

 

Bana ikide bir Abdülhakim Arvasi Hz.lerinden, Üstad'tan dem vurup, sanki ben bu iki zat hakkında yanlış şeyler söylüyor ve düşünüyorum gibi bir intiba uyandırma güzel kardeşim. Her tartışmaya aynı kişi ve aynı kişilerin varlığı üzerinden başka başka şeyler deyip ve bununda buraya yansıtıp söz edilmesi/laf konuşulması cidden ilginç bir durum oluşturmaya başladı.

 

Bu sanal denilen ortam değiştirmesin ve başkalaştırmasın bizleri. Doğal olalım ve zorlamayla falan ekstra birisi olamayacağımızın farkında olalım biraz. Büyülenmeyelim Ali NFK, büyülenmeyelim güzel kardeşim. Neyse, bu başka bir şey.

 

İkinci itiraz ve red meselesine gelince: Bu Büyük Doğu mü'minliği de nereden çıktı? Çıkmadık bir bu kalmıştı her halde, buda geldi tam olduk sanırım. Büyük Doğu mü'minliği (!) Yahu bu nasıl bir ifadedir Allah aşkına?

 

Bizim iman-itaat konusunda bir sıkıntımız mı var? Kullanmış olduğun Büyük Doğu mü'mini ifadesini sadece mü'min olmaya çalışan birisi olarak ciddiye almıyor ve bunun bir gafletin tezahürü olduğunu söylüyorum sana.

 

 

Burada ehl-i sünnete uygunsuz bir söylem ve eylemde olan bir Allah'ın kulu olamaz, olmaz. Varsada bilgi eksikliğinden, ilgisizce etkilenmelerden ve arayış içinde bulunmaktan olabilir.

 

Bediüzzaman konusuna gelince; daha öncede tartışıldı ve herkes kendince bir şeyler şöyledi. Kimisi Risale-i Nur'ları okuduğu ve bildiği için konuştu, kimisi bu bilen ve konuşanlardan duyduklarını konuştu, kimisi bunların ikisini de bilmeyenlerin/tanımayanların sözlerine kulak vererek konuştu, kimisi google efendiyi aracı kıldı, kimisi gazete küpürlerini afişe etti vs. vs.

 

Bediüzzaman'ın kim olduğu veya olmadığını anlamak ve görmek için, Üstad'ın onun hakkındaki sözleri bile kafi gelir. Onun iman adamlığı, iman kahramanlığını tartışmak ve ucuz beyanlarda bulunmak ondan bir şeyler eksiltmez. O, bizim için küfrün karşıtı ve yıldırıcısı olmuştur. Böyle olmayada devam edecektir.

 

Nice Prof'lar, alimler, ulemalar da tartıştı ve tartışıyor aynı meseleyi. Herkes bir şeyler diyor, bir şeyler iddia ediyor.

 

Benim şimdilik ve sadece diyeceğim şudur:

 

Toplumun kahir ekseriyetince bilindiği ve yine toplumun kahir ekseriyetince benimsendiği/muhabbet duyduğu kişi ve oluşumlar hakkında nefsi tatmin etmek için kullanılan tabirler çokta etik ve makul değildir.

 

Araştırırız, tahlil ederiz, defalarca mukayese ederiz, ölçeriz, deneriz... Fakat ithamla, şuncu ve buncu gibi klasik etiketlemelerle, müslüman kardaşının kalbini incitmekle, hiddetle ve gelişigüzel yorumlar yapmakla olmaz bu işler.

 

Benim demek ve müdahil olmak istediğim kısım burası. İrşad, tebliğ, kutup, diyalog, ehl-i kitap Hristiyanları vs. gibi hususları tartışacak ve enine-boyuna yorumlayacak bilgim de yok zaten.

 

Benim için tek ve kalıcı ölçü: Allah (c.c) ve Resulü'dür (s.a.s); yani yüce Allah'ın tek ilah, Hz.Peygamber efendimizinde O'nun (c.c) kulu ve son peygamberi olduğuna şehadettir/tasdiktir.

 

İlaveten: Allah (c.c) bize, Eski Bişr-i Hafi/Yeni Bişr-i Hafi, Eski Said/Yeni Said, Eski Necip Fazıl/Yeni Necip Fazıl devrelerini nasip etsin.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Yine ve yeniden ci, cı, cu, cü gibi eklerin çokca kullanıldığı ve bilmeden konuşmak, görmeden hüküm vermek türünden ''nakarat'' haline gelmiş, kısır ve gereksiz bir döngü haline getirilmiş malum konulardan birisi daha...

 

Kişilerin muhasebesinde (Mesela Mehmet Akif) yaptığınız yorumlardan ötürü ve yukarıdaki yorumunuza tam da denk bir üslub kullandığınızdan ötürü söylemiştim. Töhmet... Kuru laf gibi geldi söyledikleriniz. Sizi aşağılatacak hiçbir şey yok iken bu şiddet celal ancak saldırganlık savunma mekanizmasıyle açıklanır.

 

Bana ikide bir Abdülhakim Arvasi Hz.lerinden, Üstad'tan dem vurup...

 

Size mi?.. Muhattabım siz değildiniz. Birdaha okuyun.

 

Doğallık meselesi daha doğrusu yapmacık olduğum iması kullanmış olduğunuz kuru töhmet lafını ne güzel doldurmuş... Anlaşılan o ki anlayamadığım başka bir hesabınız da var yoksa bu kadar yoruma ne gerek...

 

Evet, Büyük Doğu Mümini... Kendini yalnız Büyük Doğu ideolocyasına bağlamış bir müslüman için şaşılacak bir tabir değil. Sizi de öyle sanmıştım ancak yanılmışım. Sizler hiç çekinmeden başka grubun, cemaatin, şunun bunun bağlılık sıfatlarını kullanıyorsunuz da şeref madalyası size ağır gelmiş... Anlayışsızlığınıza pes!.. Ettiğiniz lafların hiçbirini düşünmemiştim. İman ve itaatle ne alaskı var Allah aşkına!.. Üstadın derin mümin diye tabir ettiği ve cemiyetinde yani Büyük Doğu cemiyetinde görmek istediği mümin tipi... Anlatmak istediğim buydu ama görüyorum ki siz bundan rahatsız oldunuz. Neyse...

 

Benim demek ve müdahil olmak istediğim kısım burası. İrşad, tebliğ, kutup, diyalog, ehl-i kitap Hristiyanları vs. gibi hususları tartışacak ve enine-boyuna yorumlayacak bilgim de yok zaten.

 

Ben bilenden cevap istemiştim zaten. Aman bu da konu mu, kim ne anlatacak tavrınıza bir göndermeyle sizi muhattab almıştım. Sizin ondan bundan duyma dediğinizin etkisi son derece büyüktür zira ithamlar çok ağırıdır. Bu başlık açılınca için şüpheler barındıran ben sevindim. Üstadımın da sevdiği ve kitap yazdığı birini bir Büyük Doğu Mümini olarak kalbimde taşımamam yahut hiç olmassa muhasebesini yapmamam düşünülemez.

 

Ve sizi son kez muhattab alarak söylüyorum ki yorumunuzla midemi bulandırdınız!.. Nefret kustunuz!..

 

Konu büyükdoğu-Ali NFK olmadığı için tartışmayı üzerimize çekmemek adına bir daha yorum yapmayacağım.

 

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Peki nasıl olur da Gavs-ül Azam Abdülkadir Gylani aazretlerinin yoliyle Hazreti Ali'den feyz alan biri Efgani gibi bir sapığa siyasette selefim der? Bu da genç Said devresinde mi yoksa?

 

 

Efendim,Bediüzzaman bu sözü söylediğinde Eski Said devresini yaşıyordu.

Share this post


Link to post
Share on other sites

şimdi öncelikle cihata teşekkür ediyorum...birde kendisine anlamadığım şu noktayı sormak istiyorum...

 

On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir.

 

şimdi sıkıntım burda başlıyor...şimdi burda demiyorki haberleri yok,fetret derecesinde ve din-i Muhammediye bir lakaytlık perdesi gelmiş...yani burda sanki benim anladığım haberleri yok demek değil bu...islamiyetin yayılışında anlatılışında bir sıkıntı var,yani islam dünyası fakirleşti,iyi şekilde anlatamıyor gibi mesela...Hazret-i İsa ya gelince Hazret-i İsa nın dini hakikisi hükmetmeyecektir...Hazret-i İsa Müslümanlıkla hükmedecektir...buyrun hadisler...

 

(İsa, benim dinim üzerine gelir.) [İ. Ahmed]

 

(İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak [Hıristiyanlığı kaldıracak], domuzu öldürecek [domuz etini yasaklayacak], İslam’dan başka şeyi yasaklayacaktır.) [buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe]

 

(İsa inince İslamiyet ile hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir.) [Ebu Davud]

 

(İsa benim dinim üzerine gelir, Deccalı öldürür, sonra kıyamet kopar.) [İ.Ahmed]

 

 

dolayısıyla İslamiyetle omuz omuza gelme gibi bir durum yoktur...zaten islamiyetle hükmedecektir...dolayısıyla böyle bir anlayıştan doğan şu çıkarım Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. yanlış olur...gene de göremediğim bir nokta varsa cihatı memnuniyetle dinlerim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Ağzına ve niyetine sağlık, sana yakışan şeyleri yazmışsın Ali NFK. Bana ağır gelen ne şeref madalyası var, ne de mide bulandıran bir üslubum. Fakat sende, sana ait olmayan şeylerin olduğu kesin..

Share this post


Link to post
Share on other sites

arkadaşlar merhaba

epeydir bir konuda fikrinizi sormak istiyordum nasip olmadı..

kitapçıdan bir kur an tercemesi aldım..

burada geçen cümleler beni mest etti..

bunları herkesin anlayabilmesi için yeniden yorumlayıp bi kaç cilt halinde bastırmak istiyorum.

ne buyurursunuz??

benden de bişeyler katayım olaya diyorum..

sizce uygun mudur??

Share this post


Link to post
Share on other sites

Birader tefsir mi yazmak istiyorsun?

Benden de birşeyler katayım olaya diyenler yüzünden zaten başımız ağrıyor yapma gözünü seveyim.Kuran yorumlayabilecek ilmi bilgin var mı?

Birçok alim bu yetkiyi kendinde bulamazken bu ne cüret?

Share this post


Link to post
Share on other sites
arkadaşlar merhaba

epeydir bir konuda fikrinizi sormak istiyordum nasip olmadı..

kitapçıdan bir kur an tercemesi aldım..

burada geçen cümleler beni mest etti..

bunları herkesin anlayabilmesi için yeniden yorumlayıp bi kaç cilt halinde bastırmak istiyorum.

ne buyurursunuz??

benden de bişeyler katayım olaya diyorum..

sizce uygun mudur??

 

olur arkadaş yap bi tane bakalım şöyle sende zaten var o kapasite görüyorum ben,yoksa bende de mi var sen yap bi de ben yazıyım senden sonra...kat bişeyler sende şu dine bazı eksik noktalar var zaten haşa...arkadaşım ne dediğinin farkında mısın ya...töbe töbe..şunu anlamak lazım bu devirde kimse kur'an dan direk olarak dinini öğrenemez bunu diyince de kur'an düşmanı oluyoruz ya neyse...hadislerden bile öğrenemez...onu müctehidler sahabiler yapmış koymuş...herşey ortada biz ilmihal kitaplarını anlayabilirsek ne ala...dinin 4 kaynağı vardır hanefi mezhebinde...bizde onun en son halini görebiliyoruz...şu devirde en yüksek bir alimin yapabileceği bazı olayları diğerlerine benzetmektir o kadar...tavrım sana karşı değil bu düşünceyedir Allah hepimizi böyle düşüncelerden korusun...vesselam

Share this post


Link to post
Share on other sites
arkadaşlar merhaba

epeydir bir konuda fikrinizi sormak istiyordum nasip olmadı..

kitapçıdan bir kur an tercemesi aldım..

burada geçen cümleler beni mest etti..

bunları herkesin anlayabilmesi için yeniden yorumlayıp bi kaç cilt halinde bastırmak istiyorum.

ne buyurursunuz??

benden de bişeyler katayım olaya diyorum..

sizce uygun mudur??

a merhaba kafadan kontak arkadaşım hayırlı kuran olsun- tercemeniz -.....bastırın bastırın cilt cilt bastırın , parayı veren düdüğü çalarya hani, sizinkide o misal. e bizde zaten burda hoşaf soğutuyoruz , sizin yorumladığınız tercemenizi okur

okur mest oluruz bizde!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites
şimdi öncelikle cihata teşekkür ediyorum...birde kendisine anlamadığım şu noktayı sormak istiyorum... On beşinden yukarı olanlar, eğer mâsum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür, belki onu Cehennemden kurtarır. Çünkü âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedîye (a.s.m.) bir lâkaytlık perdesi gelmiş. Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. şimdi sıkıntım burda başlıyor...şimdi burda demiyorki haberleri yok,fetret derecesinde ve din-i Muhammediye bir lakaytlık perdesi gelmiş...yani burda sanki benim anladığım haberleri yok demek değil bu...islamiyetin yayılışında anlatılışında bir sıkıntı var,yani islam dünyası fakirleşti,iyi şekilde anlatamıyor gibi mesela...Hazret-i İsa ya gelince Hazret-i İsa nın dini hakikisi hükmetmeyecektir...Hazret-i İsa Müslümanlıkla hükmedecektir...buyrun hadisler... (İsa, benim dinim üzerine gelir.) [İ. Ahmed] (İsa, âdil bir hakem olarak gökten inecek, haçı kıracak [Hıristiyanlığı kaldıracak], domuzu öldürecek [domuz etini yasaklayacak], İslamdan başka şeyi yasaklayacaktır.) [buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Ebi Şeybe] (İsa inince İslamiyet ile hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir.) [Ebu Davud] (İsa benim dinim üzerine gelir, Deccalı öldürür, sonra kıyamet kopar.) [İ.Ahmed] dolayısıyla İslamiyetle omuz omuza gelme gibi bir durum yoktur...zaten islamiyetle hükmedecektir...dolayısıyla böyle bir anlayıştan doğan şu çıkarım Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanların mazlumları, çektikleri felâketler onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir. yanlış olur...gene de göremediğim bir nokta varsa cihatı memnuniyetle dinlerim...

 

 

Efendim bir dakika. Daha meram anlaşılmamışken, billurlaşmamışken hadislerin senet hükümlerini sermeyin. Önce hesap kesinleşsin, senetler ondan sonra arz-ı endam etsin, hakikat muteberleşsin. Mutabakatımız çok defa bu yüzden ziyan oluyor. Herkes, senetlerin muteberliklerinde hemfikirdir. Herkes onları kabul ediyor. Yani mihrak belli Fakat işin hesap kısmında lüzumsuz heyecanlar, yanlış-eksik maksatlandırmalar meselelere musallat oluyor.

 

Şimdi, Hz. İsa, bizim dinimizce Hak Peygamberdir. Gönlümüzdeki yeri diğer peygamberlerle aynıdır. Belki uğradığı zulüm ve küfür taarruzundan ötürü onu daha çok severiz. Şimdi, madem bizim inancımızda o Hak peygamberdir, madem Hz. Âdemden başlayıp Kâinatın Efendisine (s.av) kadar uzanan rahmet silsilesinin bir evresidir, o zaman onun getirdiği dinin (tahrif olmamış) saf hali de, Haktır. O halde onun saf haline inananlar, kurtuluşa ermişlerdendir. Tıpkı diğer Peygamberlere riayet eden diğer topluluklar gibi. İslam tebliğ olunca, diğer peygamberlerin tebliğ ettikleri dinler, İslamiyette tamamlanmış olup, din bütünlüğe erdiği için, tedavülden kalkmışlardır.

 

Bunu şöyle düşünelim. Bir zincir İlk halkası Hz. Âdem (a.s)... Şimdi bu tek halka, kendi içinde bir bütündür. Ta ki ikinci halka ona ekleninceye, böylece iki halkalı bir zincir oluncaya kadar İkinci halka eklendiği vakit,(Hz. Şit (a.s)) birinci halkayı ihata ve harici tesirlerden ihya ettiği için, artık tedavülde olan odur. Halkalar birbirine eklene eklene, Kainatın efendisine kadar geliyor O, kendinden evvelki bütün peygamberlerin getirdiklerini ihya ediyor, tamamlıyor, ve dinimiz eksiksiz haliyle insanlığı kurtarmak için Kainatın Efendisi tarafından yayılmaya başlanıyor Anlamamız gerekir ki, Hz. Ademden (a.s) başlayıp Peygamberler Peygamberinde nihayete ve kemale eren bu nur zinciri içindeki her halka, İslamdır. Çünkü her bir halka, kendi zatı içindeki keyfiyetiyle değil, kendisine kadar gelen, ve kendisinden sonra da uzayan halkaların oluşturduğu zincir bütünlüğüyle değerlendirilir, ve ona nispetle bir hükme bağlanılır.

 

33- "Selam üzerimedir; doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden-kaldırılacağım gün de.

40- Elbette, yeryüzünde ve onun üzerindekilere Biz varis olacağız ve onlar Bize döndürülecekler. (Meryem Suresi)

 

Nihai hüküm: Hz. İsanın da, diğer peygamberlerin de, hak dinleri İslamdır. Tahrif edilmiş sistemler bizi alakadar etmiyor. Eğer Avrupada Hz. İsaya (a.s) bağlı olup, Kainatın Efendisinin gelişinden, onun, Hz. İsa ve diğer peygamberlerin halka halka ilerlettikleri nur zincirini tamamladığından habersiz olanlar varsa, yani İslamiyetin son ve eksiksiz halinden bihaber olanlar varsa, bunlar ehli fetrettirler. Bediüzzamanın, Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa'ya (a.s.) mensup Hıristiyanlar tabirinden kasıt ve mana budur, belki bunun daha ilmi ve daha deruni bir izahıdır.

 

 

Ve madem âhirzamanda Hazret-i İsâ'nın (a.s.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek.

 

Yukarda, peygamberlerin oluşturduğu nur zincirini (bütünlüğünü) tarif ederken, bütün peygamberlerin kendilerine kadar gelen emanetin üzerinde tamamlayıcı-ıslah edici hüviyetinden bahsetmiştik. Kendilerinden sonra gelen peygamberlere kadar da böyle olduğunu, nihayet Kâinatın Efendisiyle nihai tamamlığa erdiğini de söylemiştik. Bunu bir merdivenin basamakları şeklinde de düşünebiliriz. İlk basamak, Hz. Adem (a.s), bir sonraki basamağa kadar, en üst basamaktır. Ondan sonraki basamak geldiğinde, (Hz.Şit), artık son basamak odur, en üst basamak da Böyle basamak basamak giderek Hz. İsadan da geçerek, Kainatın Efendisine (s.a.v) geliriz. Artık o, son basamaktır. Bütün basamaklar, onu çıkan yüksekliğin memurudurlar

 

"Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir (Al'i İmran)

 

Hz. İsanın dini hakikisi zaten İslamiyettir. Bunu anlayalım artık. (İslamiyetle omuz omuza gelecek) bu manayı verir. Hz. İsanın tebliğinden sonra, Kainatın Efendisinden bihaber olanlar, hala Hz. İsanın getirdiği tebliğ bütünlüğünde kalmış olanladır. Merdivenin en üst basamağı Kainatın Efendisidir, onlar ise, yani ehli fetret olan hristiyanlar, merdivenin bir alt basamağında mahsur kalmış olanlardır. Yanlış, veya farklı bir merdivende olanlar değil Bediüzzaman'ın dediği gibi, ahir zamanda Hz. İsa'nın din-i hakikisi hükmettiğinde, yani tahrif edilmiş yapısından çıkıp, İslamiyete yol açan yapısı revaca çıktığında, merdivenin bir alt basamağında mahsur kalmış mazlumlar yükselecek, İslama, yani Kainat'ın Efendisi'nin tebliğ ettiği dine yaklaşacak, kendini onda eritecektir. (omuz omuza) gelecek diye ifade edilen manayı, bu minvalde aramalıyız, diye düşünüyorum. Vesselam.

Share this post


Link to post
Share on other sites

evet bediüzzamanla ilgili hüsnüzanımda burdan kaynaklanıyordu..onun ifade dili biraz farklı olduğu için onun tabirlerinin başka manaya gelebileceğini düşünüyordum...çünkü bir taraftan doğru yol ehl-i sünnet diyen biri,bunları bu maksatla söylemeliydi...cihat kardeşim eğer senin anlattığın gibiyse durum hiçbir problem yok...teşekkür ederim..Allah razı olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites
fakat özellikle dindar hırıstıyanlar tabiri ve ahir zamanda dindar hırıstıyanlarında cennette gidebileceğini söyledğini duyuyorum...bu doğrumudur?doğruysa ne maksatla böyle bir söz söyledi

 

 

İmansız İslâmiyet sebeb-i necat olmadığı gibi, İslâmiyetsiz iman da medar-ı necat olamaz. Bediuzzaman Said Nursi / Mektubat

Share this post


Link to post
Share on other sites
arkadaşlar merhaba

epeydir bir konuda fikrinizi sormak istiyordum nasip olmadı..

kitapçıdan bir kur an tercemesi aldım..

burada geçen cümleler beni mest etti..

bunları herkesin anlayabilmesi için yeniden yorumlayıp bi kaç cilt halinde bastırmak istiyorum.

ne buyurursunuz??

benden de bişeyler katayım olaya diyorum..

sizce uygun mudur??

Siz ciddi misiniz?

Eğer ciddiyseniz, zinhar vazgeçmenizi öneririm.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Siz ciddi misiniz?

Eğer ciddiyseniz, zinhar vazgeçmenizi öneririm.

 

yahu kardeşim.

arapçayı hasbel kader sökmüş her insan, evvel asıl olandan ziyade kafasına göre takılmıyor mu memlekette??

kafasına göre takılanlara takılan insanlar milyonları bulmuyor mu?

şimdi her bilgi ihtiyaçtan doğuyor.

eğer benim nüveyi bulmak gibi bir derdim yoksa ne yapayım gerçeği..?

ihtiyaç olarak hissetmiyorum demek ki gerçeği..

gerçeği naapiim?

kuran da tecüme ederim.

parti de kurarım.

adam da toplarım.. (orijinalinde ''adam toplamak'' çok kaba ama.. karşı taraf bi adam toplayabildi-gerçek müslümanlar ise etrafımda birleşti.. cümlesinden izinle bu tanımlamadan istifade ettim..)

Share this post


Link to post
Share on other sites

bi de şuna acaip kılım haberiniz olsun..

''zırva tevil götürmez'' iken. aslında şöyle demiş te olabilir. böyle demiş te olabilir diye hayra yormak adına kıvırmayın arkadaşım..

su geldi teyemmüm bozuldu.

yarın demir kralı ferruh beyle avrupa seyahatine çıkıciym.

ilk günkü tazeliğini koruyan hristiyanları bulup az da onlarla takılacağım.

ne diye gam gasavet çekeyim ki..

olmadı ''buda nın öğretileri'' de doğruyu söylüyor. bi de ona bakarım gerekirse..

Share this post


Link to post
Share on other sites

Cihat kardeşim; denilecek birşey bırakmamışsın.

İnşallah, Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin şefaatlerine nail olman temennisi ile...

Allah senden razı olsun.

 

 

"Bir müddetten beridir, Büyük Doğu sahifelerinde Bedi'üz-zaman veya Said-ül Nursî diye anılan muhterem bir din adamına ait muhtelif parçalar görmektesiniz. Din incelikleri ve İslam büyükleriyle alakalı insanlar, bu namda bir zatı ve onun Nur risalesi isimli eser bütününü uzaktan tanırlar. Nice sahte şeyh ve kalpazan alimin ortalığı kapladığı ve müdafasız safdilleri avladığı bir hengâmede, emin hüviyet ve şahsiyetlerden başka kimseyi bağrına basmayan, bu hususta gayet ince tefrik ölçülerine malik bulunan ve bilhassa din işinde en basit ayar ve kıraat düşkünlüğüne bile tahammül etmeyen Büyük Doğu, onun yazılarını tereddütsüzce sütunlarına geçirerek kendisine itimadını zımnen ilân etmiş bulunuyor. Şimdi davamız, kendilerinin de bize karşı izhar buyurdukları mütekabil ve müstesna itimat hissiyle, gayeler arasındaki birlik ve beraberlik tespitiyle gerçek bir saadet kazanırken, dünya çapındaki mefkûremizin her sahayı birden kucaklayıcı, geniş ve aktif münevverler kalabalığına Said-ül Nursi Hazretleri'ni daha yakından tanıtmak lüzumunu duyuyor, ve bu mümtaz şahsiyetin hayat ve eserini birkaç yazı içinde çerçevelemekle, davamıza en nazik hizmetlerden birini gördüğümüze inanıyoruz."

 

Profesör Ş.Ü (Üstad Necip Fazıl Kısakürek; Büyükdoğu Dergilerinden)

Share this post


Link to post
Share on other sites
yahu kardeşim.

arapçayı hasbel kader sökmüş her insan, evvel asıl olandan ziyade kafasına göre takılmıyor mu memlekette??

kafasına göre takılanlara takılan insanlar milyonları bulmuyor mu?

şimdi her bilgi ihtiyaçtan doğuyor.

eğer benim nüveyi bulmak gibi bir derdim yoksa ne yapayım gerçeği..?

ihtiyaç olarak hissetmiyorum demek ki gerçeği..

gerçeği naapiim?

kuran da tecüme ederim.

parti de kurarım.

adam da toplarım.. (orijinalinde ''adam toplamak'' çok kaba ama.. karşı taraf bi adam toplayabildi-gerçek müslümanlar ise etrafımda birleşti.. cümlesinden izinle bu tanımlamadan istifade ettim..)

 

Kuran tercümesinden sonra, Kuran'ın yorumu da gerek. Hani sen günümüze göre yorumlarsan makbule geçer. Üstad eserinin bir yerinde bu lisanda deve adımının 72 şekilde ifade edildiğini söylüyordu. E sen de bunlardan en uygununu seçersin artık. Ah canım, şu şıdur desen arkana toplarsın meşrep benzerliğinde adamları. Hakikat aramıyorlar, ihtiyaç üzre bina ediyorlar nüvelerini. Herkesin ihtiyacı başka başka olunca tabi, senin yazdıklarından kendilerine göre de bir şeyler bulurlar. Ama dikkat et, arzın üzerinde el arama... Cisim ile ifade edilemeyene don dikme... Gerçeği ne yapalım biz. Olsun, sen yine de gayba inan. Bilinmeyen alem belki işine yaramaz ama, olsun inan. Elektiriğin ışığı yakması, bunun nasıl olduğu önemli değil, benim onun aydınlığından faydalanmam önemli, diyorsun bir anlamda. Aman dikkat et, elektirik çarpar.Kuran tercümesinde hangi aklı kullanacaksın, tabi buda önemli. Hani kalbinin bir köşesinde zerre kadar bir karalık varsa, o da tercümeye girer de... Yok, yok sen önce tuvalet temizle, ciğer sat işte ne bileyim git birinden dayak ye sonra da o tercüme işine başlarsın. Çünkü belki o zaman kalbindeki o lekeyi temizlersin de tercüme işi kolayına gelir. Eşyanın ardındaki gerçeği de isteyecem senden ama, nafile anlaşılan... Çünkü ihtiyaç dışı bir saha oluyor herhalde. Aklının hakimiyeti altındaki saha da önemli, hani ne kadar alanı ihata ediyor. Çağlar üstü bir kitaba bir çember, dar bir çember gerekiyor anlaşılan. Kardeş, madem bu kadar iyisin tercümede, o halde şunu da öğrenmek istiyorum; Kuran mahluk mu? Soru ihtiyaç üzerine ise çevaplarsınız artık.

Ben bunları boşluğa yazdım, kimse üzerine alınmasın. Nazire bu, nazire...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Kuran tercümesinden sonra, Kuran'ın yorumu da gerek. Hani sen günümüze göre yorumlarsan makbule geçer. Üstad eserinin bir yerinde bu lisanda deve adımının 72 şekilde ifade edildiğini söylüyordu. E sen de bunlardan en uygununu seçersin artık. Ah canım, şu şıdur desen arkana toplarsın meşrep benzerliğinde adamları. Hakikat aramıyorlar, ihtiyaç üzre bina ediyorlar nüvelerini. Herkesin ihtiyacı başka başka olunca tabi, senin yazdıklarından kendilerine göre de bir şeyler bulurlar. Ama dikkat et, arzın üzerinde el arama... Cisim ile ifade edilemeyene don dikme... Gerçeği ne yapalım biz. Olsun, sen yine de gayba inan. Bilinmeyen alem belki işine yaramaz ama, olsun inan. Elektiriğin ışığı yakması, bunun nasıl olduğu önemli değil, benim onun aydınlığından faydalanmam önemli, diyorsun bir anlamda. Aman dikkat et, elektirik çarpar.Kuran tercümesinde hangi aklı kullanacaksın, tabi buda önemli. Hani kalbinin bir köşesinde zerre kadar bir karalık varsa, o da tercümeye girer de... Yok, yok sen önce tuvalet temizle, ciğer sat işte ne bileyim git birinden dayak ye sonra da o tercüme işine başlarsın. Çünkü belki o zaman kalbindeki o lekeyi temizlersin de tercüme işi kolayına gelir. Eşyanın ardındaki gerçeği de isteyecem senden ama, nafile anlaşılan... Çünkü ihtiyaç dışı bir saha oluyor herhalde. Aklının hakimiyeti altındaki saha da önemli, hani ne kadar alanı ihata ediyor. Çağlar üstü bir kitaba bir çember, dar bir çember gerekiyor anlaşılan. Kardeş, madem bu kadar iyisin tercümede, o halde şunu da öğrenmek istiyorum; Kuran mahluk mu? Soru ihtiyaç üzerine ise çevaplarsınız artık.

Ben bunları boşluğa yazdım, kimse üzerine alınmasın. Nazire bu, nazire...

tövbe haşa kuran'a mahluk diyenler oldu geçmişte.

şimdi benim sıkıntım da burada başlıyor...

öyle süslü cümleler yazmalıyım ki arada da 'kuran mahluktur' gibi zehirleri çaktırmadan enjekte edeyim..

yukarıdaki yazdığım yazının ana fikri baba fikri yoktur. bir iddia içermez..

sadece işaret parmağımla biryerleri gösteriyorum.. o kadar..

kardeş konu başlığı altına yazmışken mahmut şevket paşanın hareket ordusu istanbula yürümeden evvel selanikte bir konuşması var.. kayıtlı..

bi dinle..

mesele m.şevket paşa değil.

taşları yerine oturt beyninde.

selam ve dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...