Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

ali melikşah

Üye
  • Content Count

    128
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    7

Posts posted by ali melikşah


  1. Soru doğru soruydu ama cevabı hiç verilmedi.

     

    Bir kez olsun başını ellerinin arasında sıkıp, kendi muhasebesini yapmamış insan!

    Seni bir taştan ayıran nedir? Seni değerli kılan nedir?

     

    Düşündün ve ezildin mi hiç bu ağırlığın altında?

    • Like 1

  2. bütün hayatının anlamını "hep bir gün olacak" diye tanımlayıp durdun.

    yel değen taş, savrulan rüzgar, akaklardan uzayıp giden sular...

     

    hepsi yerli yerinde.

     

    sen mi?

     

    "bir gün olacak" mırıldanmalarınla her gün biraz daha eksilip gidiyorsun.


  3. Biz yazık ki birbirimizi sevmemiz gerektiği gibi sevmiyoruz. Birbirimizin olması gerektiği kadar dostu olamıyoruz. Birbirimizin gönül hoşluğu olmaktan çok, derdi tasası oluyoruz. Birbirimizin felahı, ferahlığı değil, gafleti, sıkıntısı oluyoruz. Çözümü değil, düğümü oluyoruz. Birbirimizin yıldızlı gecesi değil, zifiri karanlığı oluyoruz. Ufku, ummanı değil, dipsiz kuyusu oluyoruz. Sevdası değil, belası oluyoruz. İnşası değil, yıkımı oluyoruz. Dinginliği değil, girdabı oluyoruz. Biz çoğu zaman birbirimizin cenneti değil, cehennemi oluyoruz.


  4. Mesele açı doyurmaksa o kolay; zor olan açlığı doyurmak!


    “Ne yersem yiyeyim sanki karnım doymuyor” diye yakındı sofranın başındaki. “Doymayan karnın değil!” dedi iç sesi.


    Tekâmül merdiveninin basamaklarını oruç oruç çıkan insanlar da var.


    “Ten dünyaya acıkır, can ukbâya” dedi meczup, “hangisini doyuracaksın?”


  5. Türk edebiyatının zarif kalemi olarak bilinen Cahit Zarifoğlu’nun kızı Betül Zarifoğlu, yazarlık hayatını ve yeni çıkaracağı çocuk kitabının detaylarını ilk kez Kitabın Ortası’na değerlendirdi. Uçmayı çok seven, edebiyat derslerinde sınıfta kalan, güreşe ilgili olan Cahit Zarifoğlu’nun pek bilinmeyen yönlerini de konuştuk.



    Bizler sizi Cahit Zarifoğlu’nun kızı olarak biliyoruz. Fakat Betül Zarifoğlu kimdir?


    Genellikle Cahit Zarifoğlu’nun kızı olarak tanımlanıyorum. Onun dışında yazarım, yazar olmak benim çocukluk hayalimdi. Ne olursam olayım, ne yaparsam yapayım bir yandan yazı yazmak zorundayım gibi bir duygu vardı. Cafcaf dergisinde mizahi yazılar yazarak başladım. Bir masal kitabım var. Bunların dışında Maraşlıyım. Bir gün ‘Maraşlıyım’ dediğimde ‘sen de yazı yazıyor musun’ demişlerdi. Maraş ve yazarlık artık beraber anılıyor.



    İlk Yazdıklarım Şiirdi


    Türkiye’de her kesimin çok sevdiği bir yazar ve şair, babanız Cahit Zarifoğlu. Ondan kalem alıp yazı yazmak nasıl bir duygu?


    İnsanlar benim yazdıklarıma, Cahit Zarifoğlu’nun kızı ne yazmış diye bakıyorlar. Fakat tarz olarak babamla bir yakınlığımız yok. İnşallah genetik olarak bir miras kalmıştır, onun için duacıyım. Benim yazdıklarım babamın yazdıkları gibi değil, mesela şiir yazmıyorum. Benim yazdıklarıma muhakkak şiir gibi bakıyorlar. Şiir yerine mizah yazıyorum. Babamın baktıklarına, bir Müslüman hassasiyeti içerisinde ironi ile bakmayı seviyorum. Babamın bana imzaladığı kitapta bir hayali vardı; “Bir gün senin de çocuklar için yazacağını hayal ediyorum.” Bu kitabı imzaladığında okuma ve yazmayı bilmiyordum. Yazdığım ilk kitabın bir masal oluşu da nasip oldu.



    Peki, neden şiir yazmıyorsunuz?


    Şiirle anlaşamadık, dostça ayrıldık. 10 yaşımdayken Necip Fazıl Kısakürek’in Çile şiirini ezbere okuyordum. O yaştaki çocuğun belki de onu okumaması gerekiyordu, bilmiyorum. Daha sonra çocuk şiirleri bana çok basit gelmeye başladı. Sonrasında şiire adapte olamadım. İlk yazdıklarım şiirdi. Hatta yazdığım ilk şiiri babama gösterdiğimi de hatırlıyorum.



    Yazdıklarım Köşemin İsmi Oldu


    Mizah da çok güzel bir alan... Sizin mizaha yönelme süreciniz nasıl oldu?


    Aslında bir şey yazmaya ve not almaya çok öncesinde başladım. Benim ‘Karşıyım’ diye yazdığım iki yüz sayfalık bir yazı vardı. Cafcaf dergisi çıktığı zaman ‘Ben de burada yazayım’ dedim. Daha sonra yazdıklarım köşemin ismi oldu. Bundan sonra nasıl gidecek bilmiyorum. Şimdi ikinci çocuk kitabı üzerinde uğraşıyorum.



    Muga Zıp Zıp Serisi Geliyor


    Yeni bir çocuk kitabı üzerine çalışıyorsunuz. Detaylarından dergimize özel bahsedebilir misiniz?


    Muga Zıp Zıp Ormanda” kitabım bana kalsa tek bir hikâye olarak kalacaktı. Fakat yayınevim bunun bir seri olmasını istedi. Zıp Zıp’ın yeni bir macerası olacak, ben de şimdi onun peşine takılmış gibiyim. Birinci hikâyede Mugalar diyarından bir yaramaz Zıp Zıp’ımız var. Mugalar diyarı gökyüzünden yeryüzüne iniyor ve burada birtakım maceralar yaşıyor. Daha sonra geri dönüş hikâyesi var.


    Bu ikincisinde ise yine bir macerası olacak, bu kez yeryüzüne başka bir şekilde iniyor. Eylül, Ekim gibi yeni kitabımı çıkarmayı planlıyorum.



    Ailenin Günlüğü Tutuluyordu


    Babanızı çok erken yaşta kaybettiniz. Baba-kız olarak hatırladığınız bir anınız var mı?


    Babamı 10 yaşımdayken kaybettim. Son hastalık dönemlerini hatırlıyorum, o kısmı güzel anılar değil. Babam ile ilgili bir çocuğun hatırlayabileceği şeyleri hatırlıyorum. Ev hali, sofralar, oyunlar...


    Ben babamla olan ilişkimizi babamın vefatından sonra yorumlamaya başladım. Evlenince, anne olunca, evdeki ilişkinin, oyunların ne kadar kıymetli olduğunu anladım. Mesela bizim evimizde bir aile defteri vardı. Ben bunu hiçbir ailede görmedim. O deftere mesela taşındığımız evlerin adresleri düşülmüş, “Betül bugün ilk kez oruç tuttu” diye yazmış. Bir aile günlüğü gibi babamın dergi ve gazetelerde çıkan röportajları kesilip yapıştırılmış. İlkokula giderken yazdığım ilk hikâyeyi deftere süsleyerek not düşmüşüm. Herkesin izi olan bir defter, ailede herkesin uzanabileceği ve bir şeyler yazabileceği bir defter... Babamın hastalıklı zamanlarında annem çok yazı yazmış.



    Babanız size en çok neyi öğütlerdi?


    Babamla beraber kitap okurduk. Hatta bazı kitapların başına başladığımız tarihleri yazmışız. Bana imzaladığı kitabın hemen altında “Acaba iyi bir okuyucu olmanın daha zor olduğunu anlayabilecek misin?” diye yazmış. Yazacağını tahmin ediyorum derken bile iyi bir okuyucu olmanın daha önemli olduğunu belirtiyor. Babamın namazlarınızı doğru kılın, ilmihal ve Kur’an okuyun, muhakkak başucu kitabınız bir ilmihal olmalı gibi söylediği şeyler vardı. Babam anneme hep “en büyük hayalim çocuklarımla Kur’an-ı Kerim’i hatmetmek” dermiş. Biz babamla beraber Kur’an-ı Kerim okumaya başlamıştık. Bir gün bir sayfayı o bana okuyor, öbür gün o sayfayı çalışıp ben babama okuyordum. O akşam babam bir başka sayfayı bana okuyordu ve ben hatalarımı görmeye çalışıyordum. İki-iki buçuk cüzü beraber okuyabilmiştik. Maalesef yarım kaldı.


    Babam çok geç baba oluyor ve erken vefat ediyor. Bu yüzden beraber çok kısa bir zaman yaşadık.



    Babanız yazı yazarken ona şahit oldunuz mu, nasıl yazı yazardı?


    Buna şahit olmamak mümkün değil herhalde, çok büyük evlerde oturmadık. Annemin anlattığına göre; babam “ben yazı yazıyorum, sessiz olun” demiyormuş. Evde 4 çocuk var, oynuyorlar, ağlıyorlar, koşturuyorlar. Babam da masasında yazı yazmaya devam ediyor.



    Çocukken Yaşadığı Evde Çok Hikâyeler Anlatılırmış


    Cahit Zarifoğlu’nun çocukluğunu biraz konuşmak istiyorum. Kalemi de soyadınız gibi çok zarif... Onu yazı yazmaya yönlendiren şey neydi?


    Babamın zorluklarla geçen bir hayatı olmuş. Babalarından ayrı yaşamışlar, ailece hassas bir dönem geçirmişler. Babaannem çok asil bir kadın, yaşadığı sıkıntıları çocuklarına yansıtmamış. Babamın çocuk olduğu evde çok hikâyeler anlatılırmış; bir büyükleri varmış, onun anlattığı hikâyeler belleğinde çok yer etmiş.


    Ortaokul ve lise çağlarında Allah’ın bir lütfu ile çok güzel insanlarla bir arada olmuşlar. Erdem Bayazıt Amca ile babamın tanışıklığı onların babalarından geliyormuş. O dönemde Erdem Bayazıt, Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören, Akif İnan gibi kişiler ve başlarında Sezai Karakoç ve Nuri Pakdil gibi büyükler. Necip Fazıl Kısakürek’ten çok etkileniyorlar. Edebi olarak birbirlerini çok beslemişler fakat birbirlerinin tarzından etkilenmemişler. Akif İnan, Alaeddin Özdenören ve babam şiir yazıyorlar. Üçünün tarzı da birbirinden farklıdır.



    Yedi Güzel Adam topluğunun ismi de babanızın bir şiirinden gelmektedir. Nasıl bir araya gelmişler, hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?


    Babamın şiiri ve hatta şiir kitabının da ismi “Yedi Güzel Adam”. Erdem Amca ve babam neredeyse beraber büyümüşler. Rasim ve Alâeddin amcalar da sanıyorum ortaokul veya lisede geliyor. Daha sonra o grup oluşmuş oluyor.



    En Büyük Hayali Pilot Olmak


    Cahit Zarifoğlu’nun pek bilinmeyen yönlerini konuşmak istiyorum. Mesela uçmakla çok ilgiliymiş... Bu başlık için neler konuşabiliriz?


    Babamın küçük yaşlarından beri uçmaya ilgisi varmış. Evde çok fazla uçak resimleri çizermiş. Uçmakla ilgili bir sevdası var. En büyük hayali pilot olmakmış. Bizde öyle bir sevda yok. Ortaokul veya lise zamanlarında ailesinin izin vermemesine rağmen Eskişehir’de Türk Kuşu’na gidip kayıt yaptırarak “planör kullanabilir” sertifikası alıyor. Gözündeki hafif bozukluktan dolayı pilot olamıyor.


    Babamın çok bilinmeyen bir özelliği de Boğaz köprüsünden geçmeyi sevmemesiymiş. Mümkün oldukça köprüden geçmiyor, onun yerine vapur kullanıyormuş. Köprüden geçtiğinde ‘kendimi kapalı alanda hissediyorum’ diyormuş. Kapalı alan ile demek istediği; köprüdesin, olduğun yerden kaçamazsın.



    Edebiyat Dersinden Kalırdı


    Biraz da eğitim hayatını konuşalım istiyorum…


    Babam Rasim Amca ile Erdem Amcaya kendi için okul seçtiriyor. Hatta diyor ki, “beni de bir okula kayıt ettirin.” Tıp diye düşünüyorlar, “Cahit yapamaz” diyorlar, “Edebiyat Fakültesi desek, lisede edebiyattan kalıyordu.” Babam lisede edebiyat dersinden bir iki kere kalmış, daha sonra da okulda bir şeye kızmış. Edebiyat sınavlarında boş kâğıt verip çıkıyormuş. En son Alman Dili ve Edebiyatı’nı seçiyorlar, babam da gelip kayıt yaptırıyor.



    Cahit Zarifoğlu çok yönlü; güreş sporunu seviyor, Batı müziği dinliyor.


    Batı müziği ile ilgili aklıma bir şey geldi. Annem şöyle anlatırdı; babam büyük bir ciddiyetle Eurovision yarışmalarını takip ederek, elinde kâğıt ve kalem not verirmiş. Daha sonra yarışmacılara verilen puanları değerlendirirmiş.



    Annem İle Babamın Nikâh Şahidi Necip Fazıl idi


    Babanızın Necip Fazıl Kısakürek ile nasıl bir ilişkisi vardı?


    Necip Fazıl, Abdülhakim Arvasi hazretlerinin evine gidiyor. Bu ziyareti sırasında Van müftüsü dedem Kasım Arvasi’nin evinde kalıyor. Annemin çok net hatırladığı ayrıcalıklı ve kıymetli zamanlardan...


    Necip Fazıl Kısakürek Van’a geldiği bir gün Rasim Amca ve babam da yanında geliyorlar. O dönemlerde babam muhafazakâr çevreden birisiyle evlenmek istiyor. Babama “hoca efendinin kızı var” diyorlar, “olabilir” diyor. Annem de olur veriyor. Daha sonra annem ile babamın nikâh şahidi Necip Fazıl Kısakürek oluyor.


    “Babam ile Tarzımız Farklı”, Kitabın Ortası dergisi, sayı 13.


    Röportaj: Ezgi Aşık


    http://www.dunyabizim.com



  6. Mesela şu türkü. Türkünün Yusuf sabır ile Mısır'a kısmı var; burayı Sezen Aksu dâhi (ve bir çok kişi) Eyüp sabır ile gitti Mısır'a diye söyledi. Aslı Eyüp değil Yusuf'tur. Zira Mısır'a giden Hz. Yusuf'tur. Ayrıca, "koyun oldum ağladım ardın sıra" diye okunan kısmı da "gerçek aşık olan erer o nûra"dır.

     

    Ne ağlarsın benim zülfü siyahım
    Bu da gelir bu da geçer ağlama
    Göklere erişti figânım ahım
    Bu da gelir bu da geçer ağlama


    Bir gülün çevresi dikendir hardır
    Bülbül har elinde ah ile zardır
    Ne olsa da kışın sonu bahardır
    Bu da gelir bu da geçer ağlama

    Daimi'yem her can ermez bu sırra
    Gerçek aşık olan erer o nûra
    Yusuf sabır ile vardı Mısır’a
    Bu da gelir bu da geçer ağlama


  7. hanım kızımız ya da beyimiz ayak ayak üstüne atarak ayetten, hadisten bahsediyor. bunları irdeliyor, kurcalıyor, hatta bana göre diye başlayan ağdalı ağdalı cümleler kuruyor ve ona, buna, şuna mezhepsiz, selefi, bilmem ne diye yaftayı vuruyor nargilesini tüttürürken.

     

    bu hanım kızımız ya da beyimiz belki namaz bile kılmıyor, belki sabah namazına bile iki gün ardı ardına kalkamıyor, günde beş sayfa dahi kitap okumuyor. fakat her beşerde olabilecek bir takım eksikleri gedikleri olan, zindanlarda bile kitap yazmaktan ve okumaktan beri durmayan, zalime diktatöre zulme kıyam etmiş insanları iki dakikada çöpe atacak.

     

    yok öyle! hz. gugul allemesi seni! yok öyle! ezberden konuşan kopyala yapıştır pıtırcığı seni!


  8. malesef halis niyetle bile yola çıkmıyorlar. çünkü işin kendisi halis değil. bu dizileri ya da filmleri yapanların bir anlam/sahicilik/öğreticilik kaygısı güttükleri yok ki. her şeyin pazarlamaya tabi olduğu bir ortamda, neyin ne kadar edebileceğini pazarlamacılar değil, tüketiciler belirliyor. (iktisatçı ya da ekonomist falan değilim)

     

    izleniyor, rağbet görüyor, ilgi duyuluyor ki adamlar bunu pazarlıyor. kendi sesimiz, soluğumuz, rengimiz yok. maruz kaldığımız ve bırakıldığımız bir hayata direnmekle geçiyor hayatımız. bugün amerika denilen yutturmacayı hollywood kazıdı zihinlere. öyle bir şey yaptılar ki; en iyisi, en güzeli, en muhteşemi, en yaşanılacak olan yeri, en yenilmezi, en zekisi amerika ve amerikalılardır dedirttiler çoğu insana.

     

    birde kadın meselesi... sezai karakoç'un şu sözü her şeyi özetliyor aslında: "kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı günlere eriştim, bunu bana öğretmediniz. güya kadınların üstün, çok değerli, baştacı gibi yutturulduğu ama onları bir eşya gibi görerek "mutsuz" kıldıkları çağdayız.

     

    Payitaht Abdülhamit'de sınırları aşmaya başladı.Büyük bir heyecanla masum bir gururla izlemeye başladığım sözde Abdülhamit'i anlatan dizi kız erkek ilişkilerine de yer vermeye başladı.

    Sonra yok efensim şöyle yok efendim böyle.Bir de izleyici toplasın diye çekici kadın koyuyorlar tamam..Halis niyetle çıktıkları yol kötüye gidiyor..

    • Like 1
×
×
  • Create New...