Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

vasifsiz

Editor
  • Content Count

    335
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    4

Posts posted by vasifsiz


  1. Daima sahte ve köksüz, binaenaleyh olması olmamasından daha zararlı birkaç madde donatımından başka, 1923-1950 arası ne yapılmışsa, Türk milletini, ruhta, ahlâkta, irfanda, tarihte, fikirde, sanatta, sıhhatte, millî benlikte, şahsiyette, bir daha dirilmemecesine vurmak için yapılmıştır.

    Rapor 4 / İşte Bütün Sır

    • Like 2

  2. Kısakürek eserlerini gençliğe emanet etti

    Şairlerin Sultanı olarak anılan Üstad Necip Fazıl Kısakürek, olumlu-olumsuz Türkiye’de en fazla tartışılan isimlerin başında geliyor. Sosyal medya araçlarının yaygınlaşmasından sonra, sözleri ve dizeleri yanlış paylaşımlarla tahrifata uğrayan Üstad’ı, oğlu Mehmet Kısakürek’le konuştuk. Paralel Yapı’nın Necip Fazıl hazımsızlığından, Necip Fazıl adına verilen kültür ödülüne, dizelerinin sosyal medyada tahrif edilmesinden Üstad’ın gözünden bugünkü Türkiye’ye kadar pek çok meseleyi konuştuğumuz Mehmet Kısakürek, “Üstad, paralellerin gırtlaklarına takılmış” diyor.

    Necip Fazıl Kısakürek, bugünkü Türkiye’nin ortaya çıkmasında en çok emeği geçen isimlerden biri. Yayıncısı, editörü ve sekreteri olarak neler söylemek istersiniz? Üstad, bugünkü Türkiye’yi göremedi, görseydi emeklerinin zayi olmadığını düşünür müydü?

    Karamsarlıkları oldu, şüphesiz… Fakat hiçbir zaman ümitsizliği olmadı. Herhalde farklı düşünürdü. İçinden ailece geçtiğimiz o korkunç berzahlardan sonra…

    Milyonlarca insana değen, devletin bugün en üst yöneticilerinin tamamına yakınının dünya görüşünü belirleyen bir sanatçı Necip Fazıl. En fazla önemsediği kitle, hep gençlik olmuştu. Yayıncısı olarak bugünkü gençliğin, onlar için hayatını vakfeden Necip Fazıl’la ilişkisi için ne söylersiniz?

    En fazla önemsediği değil, tek önemsediği… Şimdi gençler onun fikirlerine, fikir bütününe daha fazla talipler. Çünkü fikre, gerçek fikre, katıksız fikre açlar. Kolay değil tabii… Onu anlamak da çileli bir idrak işi… Basit bir idrak değil, cins idrak… Çatalı bazen, ağızları yerine kulaklarına götürmelerini yadırgamıyoruz.

    Necip Fazıl’ın, Türkiye’de yaşayan hemen herkesin ezberinde en az birkaç şiiri, birkaç dizesi var. Yaygınlığı ve bilinirliği yanında Üstad’ın doğru anlaşıldığını, doğru okunduğunu söyleyebilir miyiz? Onu en iyi tanıyan kişi olarak ne söylersiniz?

    Bam telime dokundunuz. Sadece, doğru anlama, doğru okuma gayretinin var olduğunu söyleyebiliriz.

    HEM HIRSIZ HEM DE UTANMAZLAR

    Medyanın kişiselleştirilmesinden sonra hemen her başlık tüketilebilir bir şeye dönüştürüldü. En son eski savcı Zekeriya Öz’ün Necip Fazıl Kısakürek imzasıyla yayınladığı şiirin, Necip Fazıl’a ait olmadığı ortaya çıkmıştı biliyorsunuz. Ne söylemek istersiniz?

    Ahlak zaafı… Tamamen… Başka izahı olduğunu sanmıyorum. Medyanın kişiselleşmesiyle bu zaaf, bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır. Bütün iğrençliğiyle… Hırsız evinize gizli girer. Demek ki, yakalanma korkusuyla birlikte asgari bir utanma duygusuna sahip... Bunlarda utanma da yok… Şimdi, soracağınızı umduğum muhtemel soruların da cevabı bu… Bu kadar… Bu kadar kısa…

    Sizin gördüğünüz ya da size iletilen benzer örnekler var mıydı?

    Örnek demeyelim. Örnekten geçilmiyor. Bir o kadar hazin olan da, bunların alıcı bulması… Evet, hazin… Çünkü ben gençlerin, ince idrak sahibi gençlerin, bunları ellerinin tersiyle itmesini beklerdim. Palavra yok! Bu Üstad’a bağlılığın gereğidir. Şiirlerine ve sözlerine saygının… Üzülüyorum. Vasıf bulamıyorum. Tam bir rezalet, cinayet… Üstüne titremeleri gereken o güzelim manaları, şiirleri, kendi seviyelerine indirerek adeta katlediyorlar.

    Bireysel hata olarak kalmıyor sonuçta, kayıt altına alınıyor ve yaygınlaşıyor…

    Korkunçluğu da bu zaten… Bir eşyanız çalınır, telafisi mümkündür. Burada öyle değil… Tahribatı çok büyük… Yaralanan gerçek kültür ve sanatımızdır. Kalıcı yaralar alan… Genel manada… Özel manada da onlar benim evlatlarım… Bu eserler evlatlarım… Hepsi, babamın, Üstad’ımın bana emanetleridir. Gençlerin de fert fert böyle düşünmesi, onların kılına bile dokundurmaması lazım... Bir müeyyide bulmalıyız. Bir müeyyide… Ama kanunî, ama değil… Bir an önce…

    Üstad’ın davasının tanınması açısından nasıl görüyorsunuz meseleyi? Olumlu tarafları olduğu gibi, dilini ve kanaatlerini bozacak tarafları da çıkıyor ortaya.

    Anlattığımı sanıyorum. Tahrifattan, tahribattan bahsediyoruz. Vasiyette diyor ki: “Ben öldükten sonra, eserlerim üzerinde en titiz murakabeyi sürdürmek borcu, mirasçılarımın ve manevi mirasçım gençliğin… Kim gizli bir tasarrufa kalkarsa tezgâhını başına yıkınız!” Ve devam: “En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir.” Bir şey eklemek istemiyorum.

    AHLAK YARALARI SOSYAL MEDYADA

    Facebook ya da twitterda Necip Fazıl adına açılan pek çok hesap var. Üstad’la ilgili paylaşım yapıyorlar, onlarla ilgili kanaatleriniz nedir?

    Kanaatim ortada… Çağımızın, düşünmeye set çeken icapları bunlar… Tefekkür yollarını tıkayan… Ucuzluk, hafiflik, bedavacılık… Ve başta söylediğim gibi… Her türlü ahlâksızlık… Ahlâk yaralarımızın derinliğini bu aynada görüyoruz.

    Sosyal medyadan söz ettik, siz de sosyal medyada varsınız. Görece aktif bir twitter kullanıcısısınız. Ama gördüğümüz kadarıyla daha çok Üstad’la ilgili paylaşımlarda bulunuyorsunuz. Bunun özel bir gerekçesi var mı?

    Bakın ben, bu insanın tam 52 yıllık editörü, hizmetçisiyim. Kendimi, kendime ait hissetmiyor olamaz mıyım?

    Paralel Yapı, Necip Fazıl’ı hazmedemedi

    Haber Türk’te Necip Fazıl aleyhine olumsuz bir haber yapılmıştı biliyorsunuz. Sonradan bu haberi Paralel Yapı’nın yaptırdığını söylemiştiniz. Onların Üstad’la ne alıp veremedikleri var ki?

    Üstad, tâbi olamaz. Ya kendisine tâbi kılar, ya süpürür. Manasının yükselişi ve belirli bir siyasi kadroyu etkileyişi, bunları fazlasıyla rahatsız etmiştir. Bir de Tayyip Bey’in sarıldığı her değeri itme, karalama psikozu! Küçük adamlar… Bize vızıltı gelir. Biz ümit çağındayız. Davanın buluğ çağı… Bunlar da sivilceler… İzleri kalmayacaktır.

    Paralel Yapı’nın tabanındaki hemen herkesin de tıpkı Türkiye’deki çoğunluk gibi Necip Fazıl şiirleriyle, yazılarıyla büyüdüğünü biliyoruz ama…

    Hiç hazmedememişler, Üstad gırtlaklarına takılmış demek ki… Yoksa farklı davranırlardı.

    Necip Fazıl, hiç şüphesiz Türkiye’nin en çok tartışılan, Türkiye’ye en çok etki etmiş isimlerden biri. Yeni nesillere taşınması konusunda ne söylersiniz?

    Biz, 32 senedir, onun bütün eserlerini derleyerek, toplayarak, daha ötesi kollayarak, eksiksiz ve nihai şekilleri içinde yarınki nesillere aktarma işiyle mükellef hamallarız. Gerisi gençlerin idrakine kalıyor…

    “Mevlâ görelim neyler?”

    Biliyorsunuz, Cumhuriyet gazetesi, İslam’a hakaret içeren karikatürleriyle tartışılan Charlie Hebdo dergisini ek olarak verdi. Gerekçesi de ifade özgürlüğüydü. Kemalist ideolojinin yönettiği Türkiye’de, yazdıkları ve yayınladıklarıyla yıllarca takibata maruz kalan, dergileri kapatılan bir sanatçının oğlu olarak olan biteni nasıl yorumluyorsunuz?

    Bu mevzuda pek fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü diken diken oluyorum. İfade özgürlüğü, benim varlık sebebim demek olan mukaddes üstü mukaddeslerime, içimdeki “tartışılmaz”larıma kuduzca saldırma hürriyeti değildir. O zaman, bunların itlâfı meşruiyet kazanır, adı da terör olmaz. Derginin alçakça saldırısı ikinci plâna itildi ve yerini dergiye yapılan saldırı aldı. İçerideki Charlie’den daha Charlie paçavralara lânet!

    At, üstadın hayatının rengiydi

    Çok daha önceden başlaması gereken bir şeydi ancak ilki geçtiğimiz yıl başladı, Necip Fazıl Kısakürek Ödülleri’nden söz ediyorum. Ödülle ilgili neler söylersiniz?

    Fazla önemsemiyorum. Gereksiz de demiyorum. Üstad’ın adına at yarışı ödülü de var… Yaygınlaşmasında bir mahzur görmüyorum. Ayağa düşürmemek kaydıyla…

    At yarışı ödülü mü? O nedir hiç bilmiyoruz…

    Tabi ancak ilgilisinin bilebileceği bir şey bu. Meraklıları takip ediyor bunu. Türkiye Jokey Kulübü’nün tertip ettiği, her yıl düzenlenen bir saygı koşusu. Necip Fazıl Kısakürek adına verilen özel bir kupa. Hakikaten at biliyorsunuz büyük bir sevdadır babamda.

    At’a Senfoni eseri unutulmaz tabi…

    Elbette. At yarışı ödülü dediğim bu yani.

    Yeni kategori eklenmesini ister misiniz? Nihayetinde Necip Fazıl çok yönlü bir sanatçı ve mücadele adamı… Mesela dergi ödülü, sivil toplum kuruluşu ödülü vs.

    Söyledim. Seviyeli konularda, alanlarda olmalı… Meselâ at, Üstad için iyi seçilmiş konudur. Çünkü onun sevdasıdır, hayatının bir rengidir.

    Öncesinde siz Büyük Doğu Yayınları adına vermeyi düşündünüz mü?

    Düşünmedik. Çünkü yayınevi, öncelikle Üstad’ın seslendiği bir fikir kürsüsü… Yine de olabilir.


    http://www.yenisafak.com.tr/pazar/kisakurek-eserlerini-genclige-emanet-etti-2069025

    • Like 1

  3. Sayın Yöneticiler,

     

    Çalışmanız için sizi kutluyorum, başarılar diliyorum.

    Reyhan Hanım'ın da bildiği gibi, bana ait olan bazı beyitler, geçen yıldan beri internette Necip Fazıl Kısakürek adıyla yayılmakta. Bu konuda ben de sıkıntıdayım. Onun için bu çalışmanızı candan destekliyorum.

     

    Benim de bu çalışmanıza bir katkım olması için, internette (google) da bir tarama yaptım. Bana ait olup N.F.K. adıyla en sık yayınlanmış olan beyitlerden şimdilik tespit edebildiklerimi aşağıya belirtiyorum :

     

    (N.F.K. adıyla internette yayınlanan Cengiz Numanoğlu beyitleri: )

     

    Dinde zorlama yoktur, insan hürdür elbette.

    İster dünyada pişer, isterse âhirette...

    ----------

     

    Allah'tan korkana, ölüm yâr gelir;

    Ölümden korkana, dünya dar gelir..

    -----------

     

    Yâr olmaz servetinin, sana bir tek kuruşu;

    Secde yoksa, bekleme, kabirde kurtuluşu.

    -----------

     

    İlle de bir tokat mı, yemelisin ensene?

    Ölüm sana gelmeden, sen kendine gelsene.

    -----------

     

    Ya Allah'a baş eğer, hiç kimseye eğmezsin;

    Ya herkese baş eğer, hiç bir şeye değmezsin.

    -------------

     

    “Allah” dersen mürtecî, “Tanrı” dersen çağdaşsın;

    Bu özürlü beyinle, akıl nasıl bağdaşsın?..

    -------------

     

    Hayvanlara kızmayın, mâzeretleri çoktur,

    Meselâ, hiçbirinde, utanma hissi yoktur…

    ----------------

     

    İki günlük yol için, hemen sıvanır kollar;

    Ve iğneden ipliğe, hazırlanır bavullar…

    Bir yol var ki, hazırlık, düşünülmez nedense;

    Musalla taşlarında, çalınırken davullar.

     

     

    ‘Yorumsuz’ isimli şiir kitabım sadece beyitlerimden oluşmaktadır. Çalışmalarınızda faydalanmanız için kitabın linkini veriyorum:

    http://www.cengiz-numanoglu.com/CN_yorumsuz_5_baski.pdf

     

    Aşağıdaki linkten de bütün beyitlerime ulaşabilirsiniz:

    http://www.cengiz-numanoglu.com/ButunBeyitler.html

     

    Selamlar…

     

    Her nedense özellikle sizin beyitleriniz sıklıkla Necip Fazıl'a yakıştırılıyor.


  4. Öyle abi, "ben de biraz fazla şeymişim canım heh heh" dedirtebiliyor. Hızlı albümlerin yeşil popçusu, muhafazakar kesimin Tarkan'ı Eşref Bey de demişti böyle birşeyler. Vakti zamanında oldukça zoruma gittiğini hatırlıyorum.

    "İnsan 20'li yaşlarda iddialı şarkılar söyleyebiliyor. Bazen haddini de aşabiliyor. Ama zaman geçtikçe taşlar yerine oturuyor. Ben artık 40 yaşında biri olarak gençlik yıllarımda yaptığım müzik tarzını devam ettiremem."

    'Lüks hayat yaşarken ilahi söylemem ikiyüzlülük olur'

    Gerçi son süreçte "Minareler süngü / Kubbeler miğfer" şiirini bestelemişti ama olsun :) Erdoğan marşı diye aratırsanız bulursunuz efendim.

    "28 Şubat sürecine damga vuran ezgi ve marşları ile tanınan ünlü sanatçı Eşref Ziya Terzi, Türkiye'nin milli savunma gücü ile Başbakan Erdoğan'ın duruşunu anlatan bir marş yazdı. Erdoğan'ın siyasi yasaklı olmasına neden olan Ziya Gökalp'in "Minareler süngü, kubbeler miğfer" dizeleri üzerine yazılan marş aynı zamanda dua da içeriyor. Marşın klibinde ise Türkiye ordusunun operasyon ve tatbikat görüntüleri ön plana çıkıyor. Klipte Sultan Abdulhamit de yer alıyor. Başbakan Erdoğan'ın Davos çıkışının da gösterildiği klipte, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Genelkurmay Başkan Necdet Özel, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da fotoğraflarına yer verilmiş. Marşın "Sultana imdat eyle Yarabbi, ömrünü müzdad eyle Yarabbi" sözlerinin geçtiği yerlerde ise Erdoğan'ın görüntüleri geliyor."


  5. googlede eşref ziyadan kurşun gazelini arıyordum, hiçbir yerde yoktu ki, bir baktım n-f-k.com da var.. tıkladım büyük bir heyecanla... ve link bozuk çıktı.... smile.gif

     

    çok kızdım ve ceza olarak başınıza böyle bir üyeyi sarma fikri geldi aklıma...

     

    :rolleyes:

     

    siz misiniz kırık linki hala forumda tutan....

    Bakın şimdi çok enteresan..


  6. nataraf'ın itirazı dikkate alınmalı. Zira tartışmaya kalktığınızda, sokakta, bakkalda, okulda, işyerinizde bu itirazla karşılaşacaksınız.

     

    öncelikle kusura bakmayın yorumunuz bana biraz bağnazca geldi. yazıda ifade edilen islamla demokrasinin yan yana yer alabileceği ve hatta alabildiğidir...siz ifadenizde islamla berbaber tutmussunuz..ben yan yana ifadesini beraber olarak algılamadım islamla demokrasi zaten ayrı kulvar birisi yonetim sekliyken diğeri din şekli ve demokrasinin islami hak ve özgurluklere mudahelesi söz konusu olmadığı sürece de islam ve demokrasi tabiki yan yana olabilir, olmalıdır da. aslında peygamberimiz ashab döneminde de demokrasi adıyla olmasa da demokratik uygulamarın yer aldığını soyleyebiliriz misalen efendimzden sonraki halife secimlerinin sura kararıyla olması demokratik bir uygulamadır uzatmak istemiyorum düşüncem bu şekilde

     

    Takdir edersiniz ki bizler her meseleye olduğu gibi; "İslam'la demokrasi yanyana olabilir mi/olamaz mı? Demokrasi İslam'a uygun mudur/değil midir? Dört halife dönemi demokratikimsi sayılabilir mi/sayılamaz mı? İslam demokrasiyi kabul eder mi/etmez mi?" sorularına da yine İslam'a göre, İslam'ın hükümlerine göre cevap vermeliyiz. Yani bizler, izm gözlükleri ile İslam'a dair değil ; -Allah'ın bütün bir insanlık için indirdiğine iman ettiğimiz, yaşansa da yaşanmasa da en mükemmel, en doğru, en adil, insan tabiatına en uygun sistem olduğuna iman ettiğimiz- İslami hükümler ile -"tek mevsimlik", kusurlu, eksik olan- beşeri sistemlere dair yorumda, yorumlamalarda bulma durumundayız.

     

    Ben de "şu şudur" şeklinde bir hüküm belirtmeyeceğim. Ancak şunu söyleyebilirim ki, madem bir X beşeri sisteminin İslam'a ters düşüp düşmediği sorusuna cevap arıyoruz, o halde İslami yaşantının yanlızca küçücük bir karesini fotoğraflayıp misal vermek, X beşeri sistemi ile karşılaştırıp ona benzediğini iddia etmek ve böylece X'e nispetle, X'e bakarak "İslam'ı muhasebe etmek", İslam'ı tartmak doğru olmaz. Belki yapılması gereken şudur: X'in "mahrem çizgilerine kadar sarkmak ve onun ruh fotoğrafını çekmek ve daha sonra İslam a nispetle ne olduğunu ortaya koymak"

     

    Uzun lafın kısası, turbixin ifadesi ile, "ölçümüz İslamdır", söz konusu da; İslam'ın insan yapımı sistemlere karşı bakış açısı, onların en ince ayrıntısına kadar eksikleri, gedikleri, aksakları, fazlalıkları ve bütünü hakkında vereceği hükümler olmalıdır.

     

    Ancak böyle bir çaba neticesinde, "demokrasi İslama ne kadar uygundur, ne kadar değildir?" sorusuna -"İslam'ın demokrasiye örtüşüp örtüşmediğine değil- sağlıklı bir cevap verebiliriz.

     

    Sorulara ehilleri cevap versinler. Zaten dilenirse, sitede arama butonu kullanılarak, forumda daha önce bu minval üzre tartışılan konulara ve Necip Fazıl Kısakürek'in demokrasi hususunda kaleme aldığı yazılara ulaşabilir.

     

    Bense, nataraf'ın "islamla demokrasi zaten ayrı kulvar birisi yonetim sekliyken diğeri din şekli" ifadesine dikkat çekeceğim.

     

    Acaba İslam dini, suya sabuna dokunmayan, insanların dünyalarıyla değil yanlızca ahiretleri ile alakadar olan, süklüm püklüm camiye gitmekten ve belli vakitlerde namaz kılmak, oruç tutmaktan ibaret olan güzel bir kültür, bir öğreti mi? Yoksa İslam dini, ferdin 24 saatini kontrol eden, muhafaza altına alan, kaynaklarında (Kuran ve sünnet) ferdin ve cemiyetin bütün bir hayatını kuşatan hükümlerin yer aldığı, dünyevi ilişkileri başından topuğuna dizayn eden bir dünya görüşü, bir yaşam tarzı, başlıbaşına kuşatıcı bir sistemi mı?

     

    İslam, insanların nasıl yaşayacaklarına karışmayan, "yönetim şekli" olmayan bir "din şekli" mi acaba?

     

    Acaba Rasulullah(s.a.v.) sadece insanlara güzel öğütler veren, belli vakitlerde mescitte insanlara namaz kıldıran doğru sözlü, yüksek ahlaklı bir peygamber miydi, yoksa onların her işlerinde onlara önderlik eden, her işlerini karara bağlayan, gerektiğinde savaşmalarını, gerektiğinde hicret etmelerini emreden, bir peygamber mi? Ya O'ndan sonraki halifeler? Ya onlar? Yanlızca namazlarda cemaate imamlık mı yapmışlardı?

     

    Hayır.

     

    Peki ya Kuran'da, evlilikten, alış-verişten tutun savaşa, barışa kadar insanların içtimai hayatlarını düzenleyen, yöneten, idare eden kurallar, haram ve helal hükümleri mevcut değil mi? Peki ya Sünnet? Rasululah'ın(s.a.v) hayatı? Yüzbinlerce hadis?

     

    Ya İslam'ın misalen faiz ve zina gibi mikrop dolu binlerce iltihabı, marazı toplum bünyesinden temizlemeye çalışan neşterleri? Kuralları, kısıtlamaları, yasakları ve cezaları? Yahut tersine kolaylıkları, müsadeleri, cevazları? Başta Rasulullah(s.a.v.) sonra halifelerin, yani aynı zamanda devlet başkanlarının bunları tatbiki? Zalimle mücadelesi? İyiyi emretmek, kötülükten alıkoymak kaidesi? Bu dini, davayı, yaşam tarzını, en mükemmeli, en doğruyu bütün insanlığa ulaştırmak, tanıtmak -yani irşad ve tebliğ- buyruğu?

     

    Bu misalleri hatırlatmakla, İslam'ın aynı zamanda insanları idare ettiği, yönettiği yani bir yönetim sistemini de içerdiğini ispat etmiş oldum. Ancak İslam'ın neden kamil/en mükemmel sistem olduğunun isbatı istenirse arkadaşlar inşallah aktaracaklardır. Yine arama yapılırsa, forumda bu hususta paylaşılan yazıları okuyabilirsiniz.

     

    Ayrıca, demokrasi, demokratik rejim, İslam'a yani İslam'ın emir ve yasaklarına ne kadar müsamaha gösterebilir, ne kadar müsade eder ne kadar müdahale eder ayrı bir mevzu. İslam'daki özgürlük tarifi ile demokrasideki özgürlük tarifinin karşılaştırılması ayrı mevzu. Her biri uzun uzadıya tartışılabilir. Ben yine bunlara girmeyeyim.

     

    Son olarak, hakikate, gerçek adalete olan açlığı son raddedeki insanlığın canhıraş çığlıklarını bir nebze susturmak gayesiyle ağzına verilen sahte bir emzik misali, beşerin son üretimi demokrasinin; ilginç bir fotoğrafını paylaşıp bitireyim.

     

    Bir zamanlar Türkiye'nin başbakanını astırmaya gücü yeten Ergenekon T.Ö.nün bir rütbeli üyesi Bedrettin Dalan'dan dinleyelim. Acaba demokrasi ne kadar demokrasi, ne kadar sahici, -yeni ifade ile- ne kadar reel?

     

    "Dünyada öyle bir demokrasi falan yok. Demokrasi bir game, oyun, gösteriş, şov. Gerçek demokrasi yok. Kennedy niye öldürüldü? Çünkü Kennedy Amerikan demokrasisinin patronu olan Amerikan burjuvasının işini bozmak, soğuk savaşı kaldırmaya kalktı, ihtar edildi, devam etti, alnına kurşunu yedi. Bunlar normal halkın demokrasi var diye oyalandığı bir oyundur. Askerlerde demokrasiyi kutsal bir tabu zannediyor, kenarda kalınca işte bu şekilde ayakta duruyor, olay bu."

     

     

    Haddimizi aşarak çok kelam ettik. Yanlışımız, eksiğimiz kusurumiz varsa düzeltiniz.

    Selametle.

    • Like 1

  7. Bedi%C3%BCzzaman-Said-Nursi-ve-%C3%9Cstad-Necip-Faz%C4%B1l.jpg

     

    Son Şahitlerden Muhsin Alev anlatıyor: Kâmil Öztürk ile birlikte Necip Fazıl Kısakürek’in yanına gidip geliyorduk. O yıllarda Necip Fazıl, Büyük Doğu faaliyetleriyle meşguldü. Necip Fazıl’la münasebetlerimiz devam ediyordu. Risale-i Nur’larda bazı parçaları Büyük Doğu mecmuasında neşrettiriyorduk.

     

    Bediüzzaman Said Nursi İstanbul‘a gelince sanki bütün İstanbul halkı Akşehir Palas Oteline boşaldı. Hergün yüzlerce insan Bediüzzaman’ı ziyaret ediyordu. Bu arada bir çok tanınmış zevat da bu ziyaretçiler arasındaydı. Necip Fazıl da Bediüzzaman’ı ziyarete gelmişti. Üstad Bediüzzaman, kendisini alaka ile karşıladı. Bir sandalyeye oturttu.

     

    Necip Fazıl, kendisinin yanına gelip giden gençleri Üstad Bediüzzaman’ın yanında ve hizmetinde görünce ben öyle tahmin ediyorum üzülmüş olacak ki, Üstad kendisine:

    Üzülme! Üzülme! Ben Doğucuları, Risale-i Nur talebesi olarak kabul ettim. Ben seni Risale-i Nur’a yirmi senelik hizmet yapmış olarak kabul ediyorum” dedi.

     

    Yine Necip Fazıl’la olan görüşme sırasında Üstadın şöyle dediğini hatırlıyorum: “Biz bir ağacın meyveleriyiz. Aramızda ayrılık-gayrılık yoktur. Ders almak ve kaynak bakımından aynı yere gidiyoruz.”

     

    (Son Şahitler)


  8. Bu Ne Güzel Okuma!

     

    Başbakan Tayyib Erdoğan'ın Kur'an okuyuşu dinleyenleri, görenleri mest ediyor.

     

    http://www.dailymotion.com/video/xhbrbe_erdoyan-kur-an-okurken_news

    Başbakanın Kur'an okuyuşu dinleyende apayrı heyecanlar uyandırıyor. Bir ev ziyaretinde Erdoğan Fatiha suresi ve Bakara Suresinin ilk ayetlerini okuyor.

     

    Video tüm Türkiye'de büyük heyecanlara yol açtı. Bu Kur'an okuyuş adeta kalplerde bir bayram sevinci oluşturuyor.

    Heyecanını telefonla etrafındakileri, tanıdıklarını haberdar ederek, yorum yazarak, başkalarıyla paylaşmadan edemiyor okurlarımız.

     

     

    Bu videoyu gördüğümüz günü yepyeni bir gün olarak görüyoruz tüm Türkiye!

     

    Kur'an okuyan bir Başbakan'dan rahatsız olan olur mu, bilemiyoruz...

     

    Ama bir şey var ki; bu bizim hiç alışık olmadığımız bir şey!

     

    Ve bir şey daha var: Böyle de güzel okunmaz ki!

     

    Tayyib Erdoğan'a Kur'an okumayı böyle güzel öğreten Hocalarına rahmet...

     

    Kur'an okunurken kalbi titreyenlere selam!

     

    dünyabizim.com


  9. tıklayınız

     

    Bu adresteki 15 marştan birtanesi bu marştır. Paylaşan şahıs birkaç tane birden paylaşmış. Açılacak olan sayfada indirmek için link mevcuttur.

     

    Hepsinin seslendirenine Grup Selika yazarak paylaşmış fakat öyle olduğunu sanmıyorum. Zira marşları seslendirenlerin içerisinde farklı isimler var. Ancak o zamanlar, bant tiyatrolarındaki marşları hazırlayan grubun hepsine birden Grup Selika denmişse o başka.

     

    Eğer yanlış benzetmedi isem, Hasan el Benna bant tiyatrosunda geçen "Sen ey nil misali çağlayan kardeş!" ezgisini (yukarıdaki parçalar arasındaki "Değilmi" adlı mp3) söyleyen ile aynı şahıs. Eğer öyle ise, söyleyenin ismi Halil Onur olsagerek. Aslında marştaki tat, tarz ve tını bana Diriliş Muştuları'nı(Grup Vahdet) da hatırlatmadı değil.

     

    Bir de, yukarıdaki marşları dinlerken, kulağıma içerisinde "büyük doğu" kelimesi geçen başka bir marş (O Tepe) takıldı. Bir de baktım sözleri Mehmet Akif İnan'a aitmiş. "Büyük" ile "Doğu"yu yanyana görünce paylaşıvereyim dedim. Acep hangi bant tiyatrosundan..

     

    Yiğitler

     

    Bulup unuttuğum mısra nerdesin

    İçimden kaçıran hangi uçaktır

     

    O tepe baştepe yabancıların

    Onlarca aldatış utkudur taktır

     

    Kanımın nehriyle cetvellediğim

    Bu toprak söyleyin neden çoraktır

     

    En kara putların saldırısından

    Yurdumun ki alnı ay gibi aktır

     

    Anamı sorarsan büyük doğudur

    Batı ki sırtımda paslı bıçaktır

     

    Yiğitler yol alsa destana doğru

    Şehitler gözümde aynen bayraktır

     

    Gel kurut bu çağın kargaşasını

    Seninle beklenen şimdi şafaktır

     

    Mehmet Akif İnan


  10. Mümin - Her şeyi tersine çevirip zıddiyle vasıflandırmaktaki inkâr mizacı, bu sözünüzden nasıl da tütüyor, bilseniz!

    Kâfir - Yine mi hakaret?

    Mümin - Asla! Çünkü cezanızı verebilseydim, size yine hakeret etmezdim ki...

    Kâfir - Ya ne yapardınız?

    Mümin - Allah'ın emrettiğini!

     

    Rasulullah döneminde diye hatırladığım bir vaka var. Bu diyalogdaki "cezanızı verebilseydim, size yine hakeret etmezdim ki" cevabı bana onu hatırlattı. Zina gibi bir suçun cezasının tatbiki sırasında, bir kimse hakaret ediyor. Hakareti eden kimseye, buna hakkı olmadığı ihtarı ediliyordu -Rasulullah tarafından diye hatırlıyorum-.

     

    Mümin-Kafir'de mevcut olabilir fakat foruma bütün kısımları konulmadığından, bulamadım. . Hatrında olan kimse varsa, vakayı ve hangi kitabın neresinde geçtğini bizimle paylaşabilir mi?


  11. Bu yazınızı okumadan evvel Semiha Ayverdi Hanım'ı işitmemiştim. Hayatı ve eserleri hakkında bilgi sahibi olmadığımdan onun kendisini, şahsiyetini eleştirecek hak ve haddim olmayabiilir, fakat bir sözündeki, azıcık bilgi ile farkedilebilecek büyük bir hatanın altında hikmet aramam gerekir mi? İslam'ın müslümana çizdiği kırmızı çizgilere taban tabana zıt vaziyetteki bir söz, -kime ait olursa olsun- reddedilmeli değil mi?

     

    Misallendireyim.. "Nur Suresinin 31. âyetinde..." şeklinde başlayan tehlikeli beyan mazur görülebilir mi? Bu ve bu gibi yorumlar, insanların zihinlerine şüphe tohumları ekmez mi? Günümüzde televizyon ekranlarından yapılan tahrifatın farkında değil miyiz? Ekranlara çıkanlar, ayetleri ve hadisleri İslama muhalif şekilde istedikleri gibi yeniden yorumlamalarına, bilgisiz müslümanların zihinlerini allak bullak etmelerine şahit değil miyiz?

     

    Bir hata işlenildiğinin farkında olup, bundan duyulan sıkıntının beyanı farklıdır; hatayı değil, hükmü -art niyetle olmasa bile- değiştirecek yorum yapmak farklıdır.

     

    "Asıl erlik" "Rasul tavrı içinde, istikamet üzre bir hayat yaşamak ve O'na hakkı ile kul olmaktır... Ve erkeklik de onların yaptığından ibarettir..."

     

    O ideal tavır ve istikamet, nasıl milim kadar olsun Kuran ve sünnetten ayrı düşer? Yahut şöyle sorayım, Allah'ın hükümlerine muhalif -aklımızın ve idrakimizin almayacağı fakat kabul ettiğimiz bir cezbe/hal içerisinde iken sarfedilmemişse- bir beyanın sahibi, "Allah Adamı" olabilir mi?

     

    Yahut en azından, Hz. Rabia'nın aktardığınız -idrak edemediğim- tavrı ile, Semiha Hanım'ın -yanlızca- o duruş ve beyanı benzer kabul edilemeyeceği de söylenemez mi?

     

    Kadın ve erkeğin vasıflarını sordum, çünkü Hz. Rabia'nın tavır ve duruşunu anlayamadım.

    Hissemizi sordum, çünkü bu kıssayı, Semiha Ayverdiyi tartışırken paylaştınız.


  12. Uzun olursa mazur görünüz.

     

    İlk olarak, menkıbenin aslına, kaynağına ulaşmanız mümkün müdür?

     

    Belki satıhta kalıyorum, bilmiyorum. Aktardığınız menkıbeden anladığım kadarıyla; Hz. Rabia "cezbe halinde iken", mahrem olmayanların görmesiyle İslam şeriatına/hükümlerine/emirlerine ters düşen giyiminin, kuşamının farkında olmadan sokağa çıkıyor. Halinin etkisi ile erkekleri/namahremleri farketmiyor ve sorulduğunda "Erkek mi?... Hani nerede erkek?" cevabını veriyor. Etrafındaki erkekleri farkedememesinden, bu beyanının cezbenin etkisi ile ağızdan çıktığını, doğru bir beyan olmadığını anlıyoruz.

     

    Ardından, Abdulkadir Geylani Hazretleri yahut Hasan-ı Basri Hazretleri'ni gördüğünde ise şeriatın erkeğin karşısında, ol dediği kılığa bürünüyor. Yani gerçek erkeği görüyor ve gerçek erkek karşısında nasıl olmalı ise öyle davranıyor.

     

    Fakat -kim olduğunda emin olmadığımız- Hazreti/eri/sahih erkeği gördüğünde -aktardığınız şekilde- "İşte!... İşte erkek O'dur!" demesi ve bunun üzerine tesettürünü tamamlaması, yanlızca bazı "erkekler" karşısında örtünülmesi gerektiği sonucuna vardırıyor.

     

    Yani "İşte!... İşte erkek O'dur!" demesinden, Tesettüre bürünmesinin sebebinin, -bütün- erkekler karşısında olması gerekilen hali farketmesi değil; diğerleri değil, yanlızca sahih olan "erkeği" görmesi olduğu ortaya çıkıyor.

     

    "Cezbe halinde iken" başka bazı İslam büyüklerinin dışarıdan bakıldığında şeriata muhalif görünen geçici beyanları, tavırları olduğunu duyuyoruz, biliyoruz. Bu hal ve beyanların yanlızca o ana ve şahsa ait olduğunu, herkes tarafından idrak edilemeyeceklerini ve her ana şamil olmadıklarını öğreniyoruz.

     

    O halde, Hz Rabia'nın ikinci beyanı da birinci beyanı gibi cezbe halinde mi söylenmiştir, onunla amel edilemez, ondan hüküm çıkarılamaz mı; yoksa Hazret'i gördüğünde cezbe halinden sıyrılmış, etrafından haberdar, halinin farkında, beyanı hak, dolayısıyla da müslüman kadın yanlızca "erkek" sayılabilecek erkekler karşısında mı örtünmelidir?

     

    Eğer bu kıssanın bir de hissesi/kasdı var ise, bugüne kadar öylesine anlatılagelmiyor ise, yani hüküm çıkarılacak ise; insanlar -en azından yanlış anlayarak ben- bayanların herkes karşısında örtünmekle mükellef olmadıkları neticesini çıkarmazlar mı?

     

    Halbuki biz, İslam'ın kadına, yanlızca şu şu şu vasıfları sayılan gerçek "erkekler" karşısında tesettüre bürünün şeklinde bir emri olmadığını biliyoruz.

     

    Hem aynı şekilde bu anlayışla, kadın karşısında/münasebetlerinde erkeğin olması/takınması gereken hali uyması gereken hükümler/kurallar, kadının "kadın" olması şartına bağlanamaz mı? "Erkeğin gözü ve elinin tesettürü, sadece şu şu kadınlara mahsustur" denilemez mi?

     

    Örtü ayetinin inişini dönemim hanımlarının "göğüsleri gerdanları iyice açıkta kalmasına" bağlama şeklindeki büyük bir hataya düşen Semiha Ayverdi Hanım hakkında fikir belirtirken, -hazin bir hataya düştüğünü söylemenize rağmen- Hz. Rabia hakkında -kaynağını bilmediğimiz- bu kıssayı nakletmenizin sebebi, bundan kasdınızı nedir?

     

    ______

    Son olarak, -hangi- "ateşe" neden atlamalı/atlayalım?


  13. Başörtülü olarak millet vekili, önümüzdeki mecliste düşünülmüyor, sebepleri vesair ayrı mevzu. Fakat açılmaya hazırlanan örtülü adaylara nedemeli? Onlar mı temsil edecek bizi? Onlar mı olacak milletin vekilleri?

     

    Bu kadar basit mi idi? O üstünüzde bir utanç-külfet midir, onur mu? Onu temsil etme iddiasında olmak, dik bir duruş istemez mi?

     

    ÖNCE İLKE...

    Ayşe Böhürler - Yenisafak

    ...

    Baş örtmenin muteber ve yaygın olmadığı bir dönemde başımı örttüm. Başörtüsünün yadırgandığı, tepki gördüğü ve başörtülülerin kamusal alanda hiç bir şanslarının olmadığı bir dönemde... Her kadının yapabileceği birçok şeyi yapamayacağımı, birçok kapıdan giremeyeceğimi biliyordum. Belki de bu sebepledir ki, o dönem, sonradan bulduğum az sayıdaki başörtülü arkadaşlarım ile birlikte engellendiğimiz hiç bir konuyu, hiç bir zaman mağduriyet olarak sunmadık, kendi adımıza hiç bir zaman mağdur söylemini benimsemedik. Kendimizi mağdur gibi hiç hissetmedik. Bizim bir davamız vardı ve onun uğruna bedel ödüyorduk. O dönemin gençleri olarak, hepimiz bir davanın bedel ödemeden gerçekleşemeyeceğini bilen bir kültürden geliyorduk.

     

    Hayatım boyunca "ben başörtüsü yüzünden mağdur oldum" cümlesini kurmadım. Engellendim, yok sayıldım, hakarete uğradım ama mağdur olmadım. Belki de bu nedenle inandığım değerler etrafında sabit ve eğilmeden durabildim. Hiç bir mevkii, statü ve durum beni bundan alıkoymadı. Birçok başörtülü arkadaşımın da benzer duruşu sergilediğine yakından şahidim.

     

    Tam tersi şahitliğim, bizim camianın erkekleri için geçerli ne yazık ki...

     

    Tüm bunları niye yazıyorum? 28 Şubat mağduru olduklarını gerekçe göstererek, birçok kapıyı açmaya çalışan, tıkladıkları kapılardan giremeyince o kapıları aleyhine çalışan muhafazakâr erkek güruhunun başörtü düşmanlığının gerekçelerini anlamaya çalışıyorum. Muhafazakâr erkekler neden başörtülülere düşman oldular? Başımızı örtmek gibi dini bir emri yerine getirmek için mücadele verelim, onların mevkii ve itibar sahibi olacakları durumlar için mücadele verelim, ahlaki zaaflarını dini manada görmezden gelelim, ama kamusal alanda varoluşumuzu güçlendiren bireysel haklarımızı savunmayalım. Toplumsal adaleti savunmayalım, vicdanı savunmayalım.

    ...

     

    MİLLETVEKİLİ OLMAK İÇİN BAŞINI AÇMAK...

     

    Bir müddet örtülü olup sonra başlarını açan çok arkadaşım, dostum var. Çünkü örtmeyi tercih etmek kadar açmayı tercih etmek de bireysel ve kişisel bir tercihtir. Buna müdahil olmayı, eleştirmeyi dahi kişilik haklarına tecavüz gibi algılarım hep. Bu arada başörtüsü elbette çıkarılabilir. İnsanlar psikolojileri, ruh halleri, hayat koşulları itibarı ile başörtüsünü taşıyamaz hale gelebilirler. Bazen başörtüsü sadece hayatımıza değil ruhumuza da prangalar vurabilir. Bazen de başörtüsünün dini bir emir olduğuna inancımızı yitirebiliriz. Bunların hepsi anlaşılır gerekçelerdir.

     

    Tam tersi bir duruma, hizmet için başörtünün açılmasının tavsiye edilmesine ise itirazım var. Milletvekili olmak için başını açmaya fetva verilebilir mi?

    ...


  14. Televizyon, mecmua, vaiz, muallim, mektep, sokak, mahalle, sanal, çevre, kapitalist iş ahlakı, seküler yaşam standartı; sağından solundan kırpılmış, suya sabuna dokunmayan bir İslam profili çiziyor zihinlerde.

     

    "Benim kalbim temiz" şeytani tesellisi, "Bence, niyetimiz halis olduktan sonra.." şeklinde müslümana enjekte edildi. Kuran hükümlerine tepeden bakma cüretindekilerin "geri" -affınıza sığınarak- kusmuğu, şekil değiştirip, yumuşayıp "bu zamanda da.." girizgahlı cümlelere dönüştü.

     

    Sadece tesettür mü mesele? İlim tahsili için açılan müslüman kız ile, sıkıştığı için banka kredisi alabilen müslüman iş adamı, yahut 15 dakikada 4 defa kılabileceği 4 rekatlık farz namazı gönül rahatlığı ile kazaya bırakan talebe arasındaki yedi fark nedir?

    • Like 1

  15. Dekolte kıyafetler cinsel tacize davetiyedir

    Mehmet Şevket Eygi

     

    Bir üniversite profesörü "Açık saçık dekolte kıyafetler tecavüze yol açar" deyince bir kısım çağdaşlar kıyamet koparttılar. Sanki bu sözde akla, mantığa, ahlaka zıt bir şey varmış gibi protesto ettiler.

     

    Bir kere, bu ülkede fikir ve görüş hürriyeti varsa, o profesör (Siz beğenmeseniz de) düşüncelerini serbestçe söyleyecektir. Düşüncesine şiddet katarsa, mesela "Yarı çıplak, dekolte giyimli kadınları cebren yola getiriniz" derse laik düzenin hukukuna göre suça teşvik etmiş olur. İslam hukukunda ise kadınların ve baliğa kızların daha düzgün, daha iffetli giyinmelerini tavsiye etmek, bu konuda evliya-i umur baskı yapsın demek suç değildir. Aksine iyi bir şeydir.

     

    Bugünkü düzen veya sistem, devlete müracaat eden kadınlara, üzerinde TC anteti bulunan resmi fahişelik "vesikaları" veriyor. Devlet bunlar için genelevler açılmasına izin veriyor. Bu fuhuştan KDV ve gelir vergisi alıyor. Bu gelirleri devletin bütçesine koyuyor. Diyanet Başkanının, müftülerin, imamların, din dersi öğretmenlerinin, devletten maaş alan herkesin aldığı parada bu serbest vesikalı fuhuş gelirleri bulunmaktadır.

    Devletimiz aslında uluslararası bir kadın hakları sözleşmesine imza atmış ve kadınları fahişe olarak çalıştırmayacağına dair söz vermiştir. Varak-ı mihr-i vefayı kim okur, kim dinler.

     

    Açık saçık, dekolte kıyafetler cinsel taciz vak'alarını çoğaltır mı?

     

    Bunu anlamak için uzman olmak gerekmez. Tabii ki, arttırtır. Hele açık saçık dekolte kıyafetli kadın veya kız güzelse...

     

    Açık saçıklık taraftarı, dekolte kıyafet meftunu çağdaşlar bu konuda medyada terör estiriyor. Rejimin maaşlı memuru olan Diyanet Başkanı, müftüler, imamlar, vaizler bu konuda konuşmaya korkuyor.

     

    Çağdaş düzen kadında cinselliği ön plana çıkartıyor.

     

    Çağdaş zihniyet iffet ve namus değerini marjinal hale getirmiştir.

     

    Birkaç gün önce internette okudum, adamcağız kendisini aldatan karısıyla ilgili olarak "Karım şu anda aşığını eve aldı, takibat yapılmasını istiyorum" diye polise müracaat etmiş. Polisin cevabı şu: "Zina suç değildir, biz karışamayız, takibat yapamayız..."

     

    Yahu şu Müslüman memlekette ne hallere düştük!

     

    Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkar!..

     

    Kemalistlere soruyorum:

     

    Sizin o bayıldığınız Atatürk devrinde zina suçtu, şimdi niçin yine öyle olmasını istemiyorsunuz?

     

    Karısı dostunu eve alan adamcağızın hikayesi bitmedi. Karısına "Bu gece mesaiye kalacağım" demiş, evi gözetlemeye başlamış. Karı aşığına haber vermiş, içeri almış, zina yapmaya başlamışlar. Adam bu sefer polise "Evime girip mesken masuniyetimi ihlal etti" diye müracaat etmiş, polis bu müracaatı kabul etmiş, karıyı ve herifi çıplak yakalamış... Ben eminim ki, karı ve dostu yine paçayı kurtaracaktır. Kadın "Ev kocamla müşterektir, benim de bu meskende hakkım var, arkadaşımı çağırdıysam kime ne?.." diyecektir. Zaten kadın yeni Ceza Kanununa göre suç işlemiş değil, sadece zina yaptığı erkek gözaltına alınmış, o da mesken masuniyetini ihlalden...

     

    Bu memlekette on milyonlarca Müslüman var ama büyük kısmı şaşırmış, sersemletilmiş, uyur gezer vaziyette. İslami değerleri koruyamıyorlar, haklarını arayamıyorlar.

     

    Müslüman gazetelerin yukarıda anlattığıma benzer haberleri manşetten vermeleri, siyasi iktidar üzerinde baskı yapmaları gerekmez mi?

     

    Böyle bir baskı olumlu mu olur, olumsuz mu?.. Elbette olumlu, hayırlı, faydalı olur.

     

    Çağdaşların hali malum... Başörtüsü konusunda Nuh diyorlar, peygamber demiyorlar... İş dekolte seksi kıyafetlere gelince en ufak bir tenkit ve uyarıyı kabul etmiyorlar.

     

    Çağdaşlara sesleniyorum:

     

    Kadın hakları diye feryat edip duruyorsunuz ama devletin TC'li resmi vesikalarla serbest fuhuş yaptırmasına ses çıkartmıyorsunuz. Bu suskunluğunuz sizin için büyük bir ayıp ve yüz karası değil midir?

     

    Açık saçık dekolte kıyafetlerin cinsel tacizi kamçıladığı ve teşvik ettiği gerçeği çok açık, çok seçik, inkar edilemez bir gerçektir. Bunu iyi niyetli geri zekalılar bile kabul ve teslim eder.

     

    (Milli Gazete)

    5 Nisan 2011


  16. "Allah ne der?" değil, "Çevrem ne der" diye geçirir aklından.

    Sabah namazına kalkacak dirayati gösteremezken cihaddan bahseder.

    Taviz üstüne taviz verirken, niyetinin halisiyetinden(!) son derece emin ve halinden memnundur.

    "Zaman mekan üstü" kutsi davanın emir ve yasaklarını göğsünü gere gere savunmak şöyle dursun, onları saklama, gizleme, yumuşatma, boyama gayretindedir.

    Ve benim gibi sadece konuşur

     

    Halbuki "Artık laf yalama oldu"


  17. Facebook'un neticeleri gözler önündedir. Evet şu bir gerçektir ki, nefsaniyetin gençler üzerine boşalttığı en tehlikeli ve en etkili silahlardandır. Haramın, malayaninin, riyanın cirit attığı, bir tık kadar insana yakın tehlikeli ve sürükleyici tuzak. İyiye kullanılamaz mı, kullanılabilir. 'Kullanmak günah, kullanan herkes de günahkardır' yorumunu yapmak kimsenin haddine değil.

     

    Benim de yorum yapmaya ne hakkım ne yetkim var ama, sanırsam bu meseleye verilen bir cevabı paylaşmamda bir sakınca yok.

     

    SORU: Müslümanların özellikle bayanların facebook’ta yer almaları resimleri koymaları orada diğer insanların özellerine bakmaları doğru mudur?

     

    CEVAP: Küfrün tuzağı olarak işleyen bir yerde bulunmak kesinlikle caiz olmaz. Velev ki bu yer mescit olsun. Ancak zorunluluk olarak bulunulması gereken durumlardan da söz etmek mümkündür. O takdirde de ‘zorunluluğun gerektirdiği’ sınırlar dahilinde bulunmak caiz olabilir. Bu ‘zorunluluğun gerektirdiği’ sınırları ise herkesin imanı belirleyecektir. Tamamen reddetmekle içine dalıp kalmak arasında bir dengeyi belirlemeye mecbur bulunuyoruz. Bu durumun kadın veya erkek ayrımı yoktur. Allah yardımcımız olsun.

     

    Nureddin Yıldız-Fetvameclisi.com

    kaynak


  18. Mesele genel kurula dahi sıçramış. Mersin milletvekili İsa Gök'den inciler:

     

    Atatürk, 'Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler ve müritler ülkesi olamaz' demişti. Onun kemiklerini sızlatıyorsunuz. Bu ülkeyi şeyh, derviş ve müritler ülkesi yaptınız. Gelin burada müridi olduğunuzu söyleyin, Gülen'i savunun, yerinizde durmayın. De ki 'ben müridiyim.'

     

    Unutmayın Mustafa Kemal'in kemiklerini sızlatan ama bu dünyada ama öbür dünyada, faturasını ödeyecektir.

×
×
  • Create New...