Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

vasifsiz

Editor
  • Content Count

    335
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    4

Posts posted by vasifsiz


  1. DUA 2

     

    Pandora kutusu, zilli musibet..

    Dursun da kahrolsun; öldürme yâ RAB!

    Doksan, yüzyıl değil, ta ilelebet..

    Her 'sin' de kahrolsun; öldürme yâ RAB!

     

    Küfürde kârı var erken ölünce;

    Yaşasın, sürünsün kendi yolunca

    İslâm, dünyamıza hakim olunca,

    Görsün de kahrolsun; öldürme yâ RAB!

     

    Korktuğu nizamı getir başına,

    Yaşadıkça düşman olsun yaşına.

    'Görmezler olaydım' deyip döşüne

    Vursun da kahrolsun; öldürme yâ RAB!

     

    Bu garip duamı kabul et, ne var?

    Kanaat bulmasın mahşere kadar

    Artır tamamını, etme payidar...

    Hırsından kahrolsun, öldürme yâ RAB!

     

    Özlesin geçmişi, baksın geriye;

    İslâm çoğaldıkça dönsün deliye.

    Ektiğim tohumlar nic´oldu diye,

    Sorsun da kahrolsun, öldürme yâ RAB!

     

    Asr-ı Saadet’e yaklaşır yine;

    Nur yağsın âleme, nusret ver Din´e!

    Işığı görünce kaçıp inine

    Girsin de kahrolsun, öldürme yâ RAB!

     

     

    Abdurrahim Karakoç

    • Like 1

  2. Üstad Necip Fazıl, Bediüzzaman Said Nursi'nin hayatına 'Son Devrin Din Mazlumları' adlı kitabında yer vermiştir. Kendileri üstadla bizzat görüşmüş, bu ilk ve tek görüşmeyi de bu kitabın üstadla ilgili kısımda anlatmış.

     

    Üstadın aktardığı o hatırayı okumak için bu linke tıklayınız.

     

    ____

    Bu konu daha önceden bu başlıkta ve bu başlıkta açılmış. Birleştirilebilir zannımca.


  3. Pespaye diziler.. Cemiyetin tabiatına, huyu-suyuna, yaşam tarzına kirli avuçları arasında istediği şekli verebilen; ve tesirine karşı oturup seyretmekten gayrısı elimizden gelmeyen seviyesiz diziler/filimler.. Mahut güruhun, ar damarı çatlamış, ahlak duvarları yıkılmış, hayasız bir nesil türetme gayretine hizmet eden en kuvvetli silahı..

     

    Ve muhafazakar kesimin sessiz sakin bu durumu kabullenişi, cinayetin normalleşmesi, zihinlerdeki yıkım ve korkunç neticeleri..

     

    Müslüman'ın küfür ve günah karşısındaki değişen, yumuşayan, tavizkar tavrı.. Hükümün, cezanın ve cevazın; saklanması, ikinci plana atılması, görmezden gelinesi hale getirilişi, eskilere, asırlar öncesine terkedilişleri ve soyutlaşmaları..

     

    Daha mı somut? Önceden, Müslüman'ın prensiplerine düşman vaziyetteki zulüm ve baskının koltuğuna kurulan; dünya sevgisi, "çevrem ne der" hastalığı..

     

    Üflene üflene kemirilen prensiplerimiz, samimiyetimiz, kırmızı çizgilerimiz, his ve heyecanımız.. Törpülenen 'kıymet hükümlerimiz'(değer yargısı) ve bol "temiz niyet"li bahanelerimiz..

     

    Nedir 'halimiz, yolumuz ve çaremiz?'


  4. Zaman Gazetesi-Kürsü'de yayınlanan 21.05.2010 tarihli bir yazıda, Bediüzzaman Said Nursi ile Üstad Necip Fazıl Kısakürek arasında geçen bir vakıa yine Vehbi Vakkasoğlu'ndan naklediliyor:

     

    ...

    Onun cemiyet ve insanlık için fedakârlık ufkunu anlama adına fikir verecek bir hatırayı Vehbi Vakkasoğlu beyden dinlemiştim. Kendisi Necip Fazıl merhumu ziyarete gittiğinde ona Zübeyr abiden işittiği bir hatırayı naklediyor. Büyük Doğu dergisinin sıkıntılar yaşadığı, bir yayınlanıp bir yayınlanmadığı dönemlerden birinde yine parasızlıktan dolayı dergi basılamayacak gibi oluyor. Bu mevkûte o zaman için çok önemli bir misyon ifade ettiğinden Üstad Hazretleri ona İslam'ın sesi ve soluğu olarak bakıyor.

     

    İşte Büyük Doğu'nun parasızlıktan dolayı basılamayacak olması Üstad Hazretlerine çok dokunuyor ve Zübeyir ağabeyi çağırıp ona,

     

    "Zübeyir, Doğu çıkmayacakmış, mutlaka bir şey yapmamız lazım" diyor. Zübeyir abi de,

     

    "Üstadım, neyimiz var ki bir şey yapalım" diye cevap veriyor. Bunun üzerine Üstad Hazretleri:

     

    "Benim, kışın üzerime aldığım eski, yamalı bir yorganım vardı. Belki birisi bir değer atfeder de onu satın alır. Siz de elinize geçeni Doğu'ya gönderirsiniz" diyor. İşte Hazreti Üstad o yorganı sattırıp bedelini dergiye gönderiyor.

     

    Vehbi Vakkasoğlu Beyefendi,

     

    "Bunu Üstad Necip Fazıl'a anlattığımda yüzünü pencereye çevirdi ve hıçkıra hıçkıra ağladı" demişti.

     

    Kürsü 21.05.2010

    • Like 2

  5. DİZİ DİZİ GAFLET

     

    Reklam-Aras%C4%B1-Namaz.jpg

     

    Göz Nereye Bakarsa Gönül Oraya Akar

     

    İnsan yediğinden ibarettir. Ne yerse ne ile beslenirse onların özelliklerini taşır. Bir başka deyimle, bizim karakterimizi, yediklerimiz belirler. Bu yüzden, sağlıklı yaşamak için sağlıklı beslenmek gerekiyor. Sıhhat kazanmak için yediklerimizin sıhhatli olması icap ediyor.

     

    Son zamanlarda bu husus çok öne çıktı; sağlığımızı düzeltmek için beslenme şeklimizi ve malzemesini değiştirmemiz hep tavsiye ediliyor. Hem yanlış beslenmeye devam eder hem de sağlıklı yaşamayı umarsak, başarılı olabilir miyiz?

     

    Manevi beslenmeler de aynen böyledir. Ruhumuzun beslendiği gıdalar da huyumuzu, karakterimizi belirler. İnsan ruhu, gözden ve kulaktan beslenir. Gönle giden yol, gözden başlar. Gördüklerimiz ve dinlediklerimiz belirler, manevi varlığımızı. Özellikle de göz, çok önemli ve etkilidir. Bu yüzden Hazreti Mevlana, “İnsan gözden ibarettir” der.

     

    Göz nereye bakarsa gönül oraya akar. Gönül nereye akarsa ayak oraya koşar. Her şey gözle başlar. Göz geçit vermezse günaha, gönül temiz kalır. Bu sebeple, Güzeller Güzeli Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, “Eğer arkasından ikincisi gelmezse ilk bakışta vebal olmadığını” bildirir.

     

    Ancak, harama ısrarlı bakışlar, kalbi karartır.

     

    Önüne geleni yersin,

    Aklına geleni dersin,

    Sen nasıl bir dervişsin?

     

    derdi, rahmetli dedem. Bu sözü şöyle devam ettirsek yeridir: “Önüne çıkana bakakalırsın, sen nasıl Müslümansın?”

     

    Göz görür, gönül akar. Bir başka deyişle, gözün ilgilendiğine meyleder gönül. Bediüzzaman Hazretleri, daha delikanlı yaşında iken Van valisi Tahir Paşa’nın konağında uzun süre misafir olmuş. Bu süre zarfında, o evde kaç kız kardeşin yaşadığını bile fark etmemiş. O kadarcık bir alanda bile, bu gencecik adam, gözünü, gönlünü ve özünü, namahremden korumayı başarmış, oradan tertemiz çıkmış.

     

    Allah dostları, hep böyledir. Gözlerini haramdan korurlar. Allah’ın bedene açtığı bu pencereyi, daima onun isim ve sıfat tecellilerini yansıtan güzelliklere açarlar. Güzellikleri bir kitap gibi okur, Hakk’a yakınlaşma vesilesi kılarlar. Böylece, “Güzele bakmak, sevaptır” sözünün hakikatini de fiilen göstermiş olurlar.

     

    İnsanı nefsinin kölesi kılmak için çabalayanlar, gözümüzü ve gönlümüzü malayani ile meşgul etme peşindedirler. Malayani, manasız olan, dünya ve ahiret hayatı için geçersiz ve gerçeksiz olan her şeydir.

     

    TV Dizileri ne yapıyor?

     

    Sadece dünyevi, sadece maddi ve sadece şehevi olan seyirler, zamanla bizi de değiştirir, dönüştürür ve seyrettiklerimizin bir parçası haline getirir. Çünkü insan seyrettiğine alışır. Alıştığını da hoş görmeye, hatta helal saymaya başlar.

     

    Televizyon dizileri bunu yapıyor. Birçok sinema filmi, bu olumsuzluğu körüklüyor. Birçok tiyatro, aynı istikamette etkiliyor. Sonra da cinsel suçlar neden arttı diye, boş boş konuşuyor koca koca adamlar, utanmadan!

     

    Taşlar bağlanıyor, köpekler de salıveriliyor. Bu durum, hangi sonucu verebilir ki? Sonra da, zayiatın çetelesi tutuluyor. Bu hal, “Tavşana kaç, tazıya tut” demekten bile beterdir. Peyami Safa bu alçaklığı yapanlara sorar:

     

    Açık gezen kadın, saygı telkin etmez. Lokantadaki piliç kızartmasına niçin ipekli don giydirmiyorlar? İştah niçin alenidir de şehvet gizli?

     

    Sahi, neden her türlü tahrik, kışkırtma, serbesttir? Bataklığı konuşmuyorlar. Çünkü bataklığı oluşturan unsurları sanat sayıyorlar. Bu çeşit sanatta, utanma olmaz, ar, hayâ, namus bilinci söz konusu edilemez. Çünkü (hâşâ) bu mefhumları, modası geçmiş eski zaman düşünceleri gibi görmekteler!

     

    Böyle empoze edildiği için de insan utanmayı unutuyor. Ar ve hayâ, gönlümüzü bırakın, dilimizden bile çıkıp gidiyor. Ahlak bile demiyorlar artık; bir ‘etik’ lafı alıyor ortalığı. Artık ahlaksızlık yok, ‘etik kurallarına uymamak’ var. İşi kibarlaştırıyorlar. Terbiye kaldı mı dilimizde, terbiyesizlik kelimesini kullanıyor muyuz? “Arsızlık, namussuzluk, hayâsızlık” sadece sözlüklerde kalmak üzere.

     

    Son yirmi yıldan beri çığ gibi arttı ahlaksızlık, taciz ve tecavüz olayları. Boşuna mı?

     

    Bir de insanın züğürt tesellisi vardır; “Bana tesir etmez!” sanır. Oysaki koskoca Peygamber Hz. Yusuf aleyhisselam bile, “Nefis daima kötülüğü emredicidir; ancak Rabb’imin rahmetiyle koruması hariç” buyurmuştur. Demek ki, insan gafletinin neticesi olarak, hiç bir garantisi bulunmayan tehlikeye dalıyor ve kendisine bir şey olmaz sanıyor. Bunun adı, bile bile ladestir.

     

    İşte, bu vahim tehlikenin kapısı, her gün, her saat, televizyon ve internet aracılığıyla evimizde açılıyor. Hem de bütün ev ahalisine. Çoluk çocuğa, masum yavrulara. Hiçbir şekilde korunma, savunma mekanizmaları oluşmamış evlatlara.

     

    İblis, kendisini inkâr ettirerek aldatır

     

    Sürekli seyredilen kötülüklere alışılıyor; böylece, kötülük kötülük olmaktan çıkıyor. Kötülük kötü görünmediği zaman, tehlike başlıyor. Hatta tehlikenin içine düşülmüş oluyor. Malumdur ki, Şeytan’ın en büyük hilelerinden biri de kendisini inkâr ettirmesidir. “Şeytan diye bir varlık yoktur” diyen kişi, tabiatıyla ondan korunma ve kurtulma çabası göstermez.

     

    Müminin namazı beklediğinden daha ziyade bir şevkle, dizi saatini bekliyor. Nefsin günlük gıdası olan programlar, tiryakice bir sabırsızlıkla, özlemle bekleniyor hem de. Bu nefsanî gıda uğruna, neler feda ediliyor, neler. En fecisi de eğitimci anne baba olmak fırsatı kaçırılıyor. Çünkü birbirini izleyen diziler dolayısıyla, çocuğuna ve eşine ayıracak zamanı kalmıyor. Daha da kötüsü, cemaat halinde izlenen dizilerle, masum çocukların ve gençlerin de gönülleri zehirleniyor.

     

    Daha ne olsun ki?

     

    Bu zararı, bize hiçbir düşman veremezdi. Bizim bize yaptığımızı, bize hiç kimse yapamadı. Bile bile, kesici, yaralayıcı cam parçalarını elmaslara tercih ettik. Ruhi değerlerimizi feda edip nefsi ve hayvani zevklerin geçici ve anlık tatlarına fit olduk.

     

     

    Ahir zaman fitnelerinden bir fitne değilse bu, nedir acaba? Artık biten dizilerin şerrinden de kurtulamıyoruz. Dizi bitiyor ama etkisi bitmiyor. Nefisler üzerinde nasıl bir dalgalanma meydana getirmiş ki dedikodusu, oynayanlarının hali, tavrı, yaşayışı, kılık kıyafeti örnek alınıyor, moda haline geliyor. Kiminle düşüp kalktıkları, ne yiyip içtikleri, nerelerde tatil yaptıkları ezberleniyor.

     

    Örneklerini yitirenler, örneksiz kalanlar, hiçbir özelliği olmayan zavallıları örnek ediniyor. İnsanın bu zaafı, reklamcılara yarıyor. Dizideki kadın gibi olmak için önce onun gibi giyinmek gerekir ya da onun gibi giyinirsen, hayatın ona benzer mesajı veriliyor.

     

    Türk dizileri pespaye ve seviyesiz

     

    Bir Kazak dost anlatmıştı: “Bizim oralarda Türk televizyonları yayına başlayınca ne sevinmiştik. Fakat sevincimiz kısa sürdü. Çünkü sizinkilerin neşriyatı kadar pespaye ve seviyesiz olanına, o vakte kadar hiç rastlamamıştık. Çoğumuz kapattık o kanalları, çocuklarımızı korumak için. ”

     

    Evet, ne yazık ki, korunmak ve korumak için kapatmaktan başka çare yoktur. Bunca rezalet, eğer sırf para için ise seyretmemek çözüm olabilir. Çünkü maneviyat derdinde olmayanları, ancak maddi cezalar yola getirebilir.

     

    Vehbi Vakkasoğlu


  6. Bırakın günahkarı, herhangi bir kafire karşı tavır bile bunlarla bir değildir. Hristiyanların Allah'a ortak koştuklarını ve cehennem ehli olduklarını elbet biliyoruz. Fakat bu, hiçbir müslümana onların suratlarına tükürme hakkını vermiyor. Allah Rasulü onlarla komşuluk yaparken, kimin haddine düşer onlara hakir davranmak?

     

    Butimar:

    Evet ben bir Hristiyan�ı,Yahudi�yi ya da Ateist�i sevmem insanlıklarını beğensem bile dinlerinde ötürü sevmem.Çocuklarıma,sözümün geçtiği kimselere onların kötülüğünü anlatmaya çalışırım.Ama ilk karşıma çıkan şortlu turiste küfür etmeye,ingilizce kafir demeye ya da fazla abartıp üzerine bir 45�lik boşaltmaya kalkarsam anarşi çıkar toplumda.He doğru bildiklerimizi insanlara anlatmayacak mıyız?Ya da eleştirmeyecek miyiz yanlışlarını? Elbette ki bütün bunları yapacağız,ancak usulüne göre.

     

    Onlara güzel ahlakla muamele etmek, İslam'ın ve İslam ahlakının üzerimizde vücut bulmasıyla onların kalplerini ısındırmaya çabalamak, sapık inançlarını tasvip etmek değildir. Güzel ahlkın insanlara dinlerini değiştirecek kadar tesirli olduğuna tarih(*2) şahit değil midir?

     

    Onlara tebessüm etmek, şirklerini hoşgörmek değildir. Sizin inancınıza herhangi bir hakarette bulunmayan bir kafire karşı muamele ile, Allah'ın dinini ile istihza eden, yahut Allah'ın dinine savaş açan kafire karşı muamele bir değildir.

     

    Sapla samanı karıştırmayın.

    edit: Seçtiğimiz kelimelere dikkat edelim lütfen.//ilcege Meselenizde samimi iseniz, meselenizi savunun.

     

    Aslında popülist yaklaşımı bırakırsak için gerçek yüzü kadınlara soyunmaları yönünde müthiş bir toplumsal baskı olduğudur.

     

    Üst sınıf kadınlar hep açıktır. Soyunmayan kadın hakim olamaz, reklamda oynayamaz, milletvekilliği yapamaz, üst sınıfa dahil olamaz.

     

    Evinde örtünen kadın yükselirken soyunmak zorundadır.

     

    Evet, bunlar yıllardır Müslümanın ile alay ettiler, müslümana tepeden baktılar, 2. sınıf insan muamelesi ettiler. Bizler Ramazan günü kameralar karşısında su içen cumhur başkanları gördük. Ateist bile papucunu çıkarıp girerken camiye, camileri ahıra çevirenleri gördük. Pazarlaşan olan Cumalar gördük. Allah'ın Kelam'ını yasaklayanları gördük. Alimleri sürüm sürüm süründürenleri, namuslu Müslüman kızını batıya peşkeş çekenleri gördük. Gençlik bayramı diye, müslüman kızları yarı çıplak sokaklara dökenleri gördük.

     

    Ders saatine denk gelen ibadetinizi yapabilme hakkınız var mı? Bu millet, okulda namaz kılan çocuğa, bir teröristmiş gibi 'suç üstü' muamelesi yapanları görmedi mi? Bacımız "kamusal" alanın dışına atılıp, kendi vatanında yaban kalmadı mı? İmam hatipli yetim muamelesi görmedi mi?

     

    Daha saymama lüzum var mı?

     

    Sizin niyetinizin halisliğinden şüphemiz yoktur. Tavrınızın hoş bulunmamasıyla birlikte maksatta herkes hemfikir. Teessürünüzü elbette ki herkes paylaşıyor. Bunu biliyorsunuz.

     

    Tamam demokrasi falan diyoruz ama iş vardı küfür nizamını savunmaya kadar dayandı.

     

    Ne zor zamana kaldık yahu... Bâtılı zemm ettiğin zaman fâsıklardan evvel müslümanlarla mücadele etmen gerekiyor.

     

    Fakat bunu bile bile çamura yatıyor, tutup, günahkar karşısındaki tutumu "küfür nizamını savunma"ya bağlıyorsunuz. Kaçak dövüşmeyiniz.İtirazınız varsa onu dile getiriniz, yoksa cevap vermek yerine 'en iyi savunma saldırmaktır' der gibi suçlamaya kalkışmanız ve Donkişotvari tavrınızı kimsenin tasvip etmesini beklemeyiniz.

     

    Selametle.

    ______

     

    (*2)Bir sahabenin, yahut İslam büyüklerinden birinin -Hz Ebubekir, yahut Hz. Ömer diye kalmış aklımda- bir gayrı müslümin bahçe duvarına ayakkabısını dayayıp bağladıktan sonra, bahçe duvarına bulaşan çamurdan dolayı pişmanlıkla kapıyı çalıp helallik istemesi neticesinde, gayrı müslimin müslüman olduğu bir vaka hatırlıyorum. İnşallah yanlış aktarmamışımdır, sahabe devri diye hatrımda kalmış. Vakayı ve şahısları hatırlayan varsa bizlere aslını aktarırsa müteşekkir oluruz


  7. İşin garip tarafı şu, her türlü münkeri gülümseyerek izleyenler, birisi çıkıp da bu yapılanlar yanlıştır dediği zaman deli gibi hırçınlaşıyorlar.

     

    Artık günümüzde hakkı söylemek provokasyon, dini anlatmak yobazlık oluyor.

     

    Öncelikle Ebubekirr kardeşim, yazınızın ifade ettiği derdi, tasayı paylaşmayan hiçbir kimseyle tartışmıyorsunuz. Bu sebeple, yazınızın -muhtevasına değil- şekline müdahale eden iyi niyetli neşterleri; Allah'ın çağlar üstü mukaddes kanunlarına, ölçülerine çekilen kılınçlar ilan edip, yalın kılınç mazlum bir mücahid eda ve havasına bürünmeniz hoş kaçmıyor.

     

    ÜY:

    Konunun özüne girecek olursak, hemfikir olacağımız birçok şey var. Fakat çirkinliği çirkin bir şekilde ifade etmek, çirkin olanın kendisi kadar çirkin değil midir?

     

    Burada kimsenin, o güzel ecdadın evlatlarının bu hazin halinden dolayı mutluluk duyduğu yoktur. Burada kimse herhangibir günahı küçümsemiyor, iddia ettiğiniz gibi günahı "hoşgör"müyor.

     

    Size yöneltilen eleştri şudur: Evet, bahsini ettiğiniz manzaraların artık muhafazakar kesimde bile hoş karşılanmasından, normalleşmesinden, günahın müslüman sinelerde reaksiyon meydana getirme huyunu terketmesinden, Aişelerin, Fatımaların kızarmayı unutan çehrelerinden herkes en az sizin kadar mustariptir.

     

    Fakat bundan ıstırap duymak, günahını aleni bir şekilde işleyebilen müslüman evlatları karşısında müteessir olup onların bu hallerine razı olmamak, "gülüp geçmemek", hoş harşılamamak ve bu günahları hafife almamak; günahkarı hakir görebilmek, küçümseyebilmek manasına gelmemektedir.

     

    Yani bu, hiçbir fayda sağlamayacak olan hakaretlere gerekçe olamaz. Acaba İslam bize günahkara hakaret hakkını ne şekilde veriyor? Bunda ölçü nedir?

     

    Mümin-Kafır'den bir tablo (*1)

     

    Mümin - Her şeyi tersine çevirip zıddiyle vasıflandırmaktaki inkâr mizacı, bu sözünüzden nasıl da tütüyor, bilseniz!

    Kâfir - Yine mi hakaret?

    Mümin - Asla! Çünkü cezanızı verebilseydim, size yine hakeret etmezdim ki...

    Kâfir - Ya ne yapardınız?

    Mümin - Allah'ın emrettiğini!

     

    Hem bizler, ağzımızdan çıkacak her sözü Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek sarfetmeli değil miyiz? İnsanların yüzlerine karşı yapacağımız hakaret, acep onları hakikate sevkedecek midir? Hele ki küfür.. Yoksa aynı ile mukabelelerine, yani dolayısıyla günahlarının katmerleşmesine, günahlarında inatlarına ve ısrarlarına sebep mi olacak?

     

    Sen bir insansın, hayvan değilsin ki seni seçecek kişi ... bakarak seçsin.

     

    Sen aklınla, ruhunla fark edileceksin.

     

    Bir de evlenmiş kadınların açılması durumu var ki bunu izahtan aciziz. Kocan iktidarsız mı be kadın? İkinci koca mı arıyorsun yoksa kendine?

     

    Acep bu sözleriniz, İslam'ın tesettür ve eş seçimi meselelerindeki muazzam düsturlarını, muhatap olan günahkar kimseye sevdirecek, tatbik ettirecek midir? Tebliğ ve irşad gibi büyük bir iş, yöntemsiz, kuralsız, zamansız mıdır?

     

    Bunun hesabını çok iyi yapmalı değil miyiz? Bu işe soyunurken, kılı kırk yarmalı, kırk düşünüp bir konuşmalı değil miyiz?

     

    Butimar:

    Benim çevremde hatta en yakınlarımda gençliğinde sosyalist,feminist olan şimdi ise pür tesettür İslamiyyet�in bildirdiği şekilde çocuklarını yetiştirmeye çalışan anneler/kadınlar var.Ve inanın bana onların bu şekilde değişmesine sebep olan kimseler o hallerinden dolayı onlara ağızlarına gelen hakareti edenler değil,tam aksine güzel ahlak ve tatlı dille kendilerini ve bu şekilde de temsil ettiklerini yani İslamiyyet�i sevdirenler olmuş.

     

    Bir de, münkerden nehyettiğimizi zannederek günahkarı aşağılarken -bu sözümün size olduğu zannedilmesin-, acep şeytanın nefsi yüceltme tuzağına mı düşüyoruz?

     

    Bir taraftan günahı küçümsemekle düşülen pervasızlık, korkusuzluk hali ve kalbimizden alıp götürdükleri, diğer taraftan günahkarı küçümsemek tehlikesi ve kalbimize getirdiği virüsleri.. İki sivri uç.

     

     

    Daha önce de paylaşmışımdır, mevzu ile alakalı olduğundan bir daha yazayım, kardeşler hoşgörsünler. Çöle İnen Nur'dan:

     

    Ham ve kaba softa, günahı hikmet cephesiyle görmeden şiddet cephesiyle eie alıp kalbleri tılsımiamanın san'atından anlamaz, rahmete nazar etmez; üstelik günah uydurur, ibâdet kibri içinde kesip kavurur ve bütün bu ölçüleri dinden değil, kör nefsinden devşirir.

    ...

    Bir velî şöyle dedi:

     

    «— Hiçbir günah, günahsızlık gururundan, günahsızlık iddiasından daha büyük olamaz

     

    Bir başkası da şöyle dedi:

     

    «— Günahkâra kibir gözü ile bakmaktan ve günahkârı hakir görmekten büyük günah yoktur

     

    Ve İslâm büyükleri şu ölçüyü şiirle heykelleştirdilen

     

    «Günah ki, sahibine, nefsini hor görme ve Allah'a sığınma hissini verir;

    Nefse izzet ve kibir veren ibâdetten daha hayırlıdır

     

    Ümmetin en büyüğü Ebu Bekr Hazretleri açıkta zina eden bir çift gördü ve üzerlerine cübbesini atıp onları gizledi ve dedi:

     

    «— Yarabbi, gizlenecek yerleri de yok!» Ve başında nurdan bir taç, uzaklaşıp gitti.

     

    İslama tepeden bakana hoş bakamazsınız, hoşlukla mukabele edemezsiniz. Kibirliye kibir gösterme meselesi.. Fakat, müstekbirin kibri ile müstehzinin istihzasına karşı duruşumuz, günahkar karşısındaki duruşumuzla bir olabilir mi?

     

    _______

     

    (*1)Rasulullah döneminde diye hatırladığım bir vaka var. Mümin-Kafir'deki "cezanızı verebilseydim, size yine hakeret etmezdim ki" cevabı bana onu hatırlattı. Zina gibi bir suçun cezasının tatbiki sırasında, bir kimse hakaret ediyor. Hakareti eden kimseye, buna hakkı olmadığı ihtarı ediliyordu -Rasulullah tarafından diye hatırlıyorum-. Mümin-Kafir'de mevcut olabilir fakat foruma bütün kısımları konulmadığından, kontrol edemedim. Hatrında olan kimse varsa, lütfen vakayı bizimle paylaşsın, yanlış bilgi vermiş olmayayım.


  8. Fark var. Filmin girişi ile sonunda ufak farklılıklar olduğunu hatırlıyorum. Mesela metnin sonunda kafir küfründe inat ediyorken, filim herhangi bir sona bağlanmamıştı yanlış hatırlamıyorsam. Ama zannedersem aralarında geçen diyalogların ekserisi birebir aynı. Herhalde birkaç nüans seneryo gereği çıkartılmış.


  9. Vaziyet içler acısı. Pembe hayallerinde pembe ufuklar süsleyenler, -bırakın üniversiteleri- ortaokulara, liselere bir gözatsınlar. Kelime-i şehadetin ne olduğunu söyleyemeyen şüheda torunu bu neslin; ar, haya, haysiyet, namus mefhumlarını eski bir elbise gibi nasıl da bir çırpıda üzerlerinden atıverdiklerini görsünler.

     

    Beklenen nesil mi? Yok canım! Allah'ın hoşnutluğunun, herkesin, herşeyin, her otoritenin, her mahlukun hoşnutluğundan üstün olduğunu bilip de şeytanla yapılan "flörte" bile tü kaka diyemeyen, Allah'ın emrini savunmaktan aciz, yasaklarından utanan nesil mi? Rabbi'nin emirlerini, "Ne varki bunda" rahatlığı içerisinde çiğnerken, niyetinin temizliğiyle mükellefiyetinin kalktığını pişkin pişkin söylebilenyen nesil mi?

     

    Maksadı İlimden filime dönen mekanlar, istikbalinizi yetiştiriyor. Suyu, kirli diziler, karın gurltuları; havası yabancı; toprağı balçık; günleri paylaşım sitelerinde paylaşılma çabasından ibaret olan bu nesil, sizin istikbaliniz olacak.

     

    Sevinmeyiniz.

     

    Anne sütünden sonra, ağzının içerisine kadar soktuğunuz televizyonla beslediğiniz yavrunuza, çizgifilimlerle bile ne zehirler yutturulduğunu biliyor musunuz? Peygamber sevgisini aşılayamadığınız yavrunuzun bilinç altına gönderilen fotoğraflardan, yerleştirilen sevgilerden haberdar mısınız?

     

    Kaç sahabe hayatını beraber okudunuz ki, futbolcu, artist isimleri ezberlemelerinden esefle bahsediyorsunuz? Kaç sahabeyi özendirdiniz ki onlara benzemelerini yadırgıyorsunuz?

    • Like 1

  10. “...

    Modern kadın bakış açısı veya feminizmin derin etkisindeki muhafazakâr yazarlar, yine özür dileyici üsluplarıyla ortaya çıkıp Nur Sûresi'nin 30. ayetini delil göstererek, aslolan "erkeğin gözlerini haramdan sakınması gerektiğini" hatırlattılar. Bu doğruydu. Ama 31. ayet de, çıplaklığı, zineti ve teşhiri yasaklamaktadır. Yani harama ve zinaya götüren yollar ve davranışlar -dolayısıyla tahrik edici kıyafetler, çıplaklık- da haramdır.

    Dahası bir müçtehit edasıyla Ebu Hanife ve İmam Gazali dönemindeki fetvalarla bugüne bakılmayacağını söylediklerinde, ya asl'sız ve usulsüz içtihat yapıyorlar ya da farkında olmaksızın Mekkeliler gibi "Bu geçmişlerin masallarıdır", bugün şartlar çok değişti demeye getiriyorlar.

    ...”

    (Ali Bulaç, 21.02.2011, Zaman)

    kaynak

     

    Diyanet haber, "Feminizmin derin etkisindeki muhafazakâr yazarlar tökezledi!!" başlıklı haberde bu alıntıya yer vermiş.

     

    "Ali Bulaç’ın bu haklı, yerinde, sert ve ağır tepkilerini hala görmezlikten ve anlamazlıktan gelen malum yazarlar umarız yanıldıklarını, haddi aştıklarını anlayarak özür dileme erdemini göstereceklerdir."


  11. Dünya üzerinde, Cocacola markasını en çok müslüman ülkeler tarafından tüketiyor olması benim için ne ifade etmeli? Ebu Garip, Guantanamo, Irak, Filistin vesair gözümüzün önünden bir şerit gibi geçerken, her Ramazan'da Katil marka kolanın müslümanın orucunu bile kullanıp dakikalarca reklam verebilme pişkinliğine; yahut Mekke'de "Hilton otelinden elit Müslümanların namaz vakitlerinde namaza klimalı odalarından eşlik edebilme rahatlıklarına" ne demeli?

     

    Geçelim mi bunları?

     

    Tabi canım, Cocacola yudumlama zevkinden geçecek değiliz ya.. Ulen bizimkiler de şurup gibi yapmasın, onu alalım!

     

    Köy bakkalına kadar kılcallarıma sızan siyonist beni neden rahatsız etmeli?

    Memleketinizin ücra köşelerinde dahi, içecek raflarında Cocacolaetiketli olanlar haricinde kola, gazoz, meyve suyu ve hatta su görememeniz içinizde herhangi bir reaksiyona sebep olmuyor mu?

     

    Geçelim mi?

     

    Herhalde yani.. Vızır vızır çalışan Mc Donalds'lardan mı geçelim? Realist olmak lazım arkadaş.. Edebiyata lüzum yok! Donkişotluk mu edeceğiz?

     

    Kahve istedik mi Nescafe, çay istedik mi "Lipton" geldiğinde neden bizi rahatsız etsin ki? Yahut İslam'ın örtünme emrini Vakko'dan temin eden kardeşime neden üzülelim? Temizlik reyonlarında İsrail ve Amerikan tabanlı olmayan herhangi bir deterjan, herhangi bir şampuan, herhangi bir diş macunu göremeyişime neden kahrolmalıyım!?

     

    Geçelim mi?

     

    Evet, durum hakikaten yavuzlenk'in dediği gibi ironik. Mitinglerde kahrolsunlar savuranlar, söz cihada geldi mi mangalda kül bırakmayanlar, kendi evinde böyle küçük çaplı bir sosyal mücadeleye girişecek kuvvete dahi sahip olamıyorlar.

     

    Ama ne olursa olsun, geçmeyelim. Müslüman bu güne kadar sırf kendisi için yaşamasaydı, sırf kendini düşünmeseydi; dünyalığı Allah için kazansa, dünyalığa İslamın baktığı gözle bakıp Allah yolunda sarfedebilseydi, fakirken mücahid adamlar yedikçe müteahhitleşmeseydi, bu gün İslam alemi bu markalara mahkum olmazdı!

     

    Ve evet, geçmemeliyiz. Madem ilk planda elimizle düzeltemeyecek, kapitalizmle boy ölçüşecek güce sahip bir nesli bir çırpıda yetiştiremeyeceğiz, o halde dilimizle mücadeleye girişeceğiz. Hiç olmazsa "Adam, aldırma da geç git!" demeyecek, aldıracağız.

     

    Knorr marka hazır paket tarhana çorbası gözümüze ilişince içimiz fokur fokur kaynayacak, hiç olmazsa kalbimizle buğz edeceğiz. Öyle bir şuur vereceğiz ki evladımız, katil marka çikolataya iştah hissetmeyecek.

     

    Ve mücadeleyi, ilk olarak tüketim planında yapacağız. Zira "kapitalizmi ancak kapitale değer vermeyen insanlar yıkabilir" Örneğin, "dünya nın mazlum insaları üretim ve pazarlama alanında Kokokolayla elli yıl rekabet etseler, bu çok uluslu şirkete yaklaşabilmeleri bile mümkün değildir. Ancak bu mücadeleyi tüketim alanına çeker ve elli gün Kokokola içmezlerse, bu çok uluslu şirketten gelen çatırtı seslerini kendi kulaklarıyla duyacaklardır."

     

    Elbet bunu "ham softa" kaba çizgileri içerisinde illa da göstere göstere, asa-kese yapmayacağız.

     

    Yahudi marka işlemcisiz bilgisayar, yahudi marka tohumsuz domates, yahudi marka olmayan deterjan bulamazsak, canımız sıkılacak, içimiz burkulacak, binbir esefle kullanacağız. Fakat bu bize bahane olmayacak ve iki şeyi birbirine karıştırmayacağız: biri zaruret derecesinde mühim, diğeri ise lüks ve zevk derecesinde lüzumsuz olanlar..

     

    Birileri bazı şeylerden vazgeçmenin zor olduğunu söyleyecek olursa, aklımıza Mekke dönemindeki ambargo düşecek. Dinlerini korumak isteyen Müslümanların açlıktan "çarıklarının köselelerini kemirecek" halleri düşecek.

     

    Birileri "sen mi kurtaracaksın dünyayı" diyecek olsa, onlara meselenin tavır meselesi, dik duruş meselesi olduğunu anlatacağız.

     

    "Sen ne boş yere kürek çekiyorsun, bir kere devletinin bile İsrail ile binbir silah anlaşması var, böyle bir yere varılmaz yapılacaksa bu iş hükumet yapmalı" diyene, "sen ferdi olarak zevklerinden taviz veremezken, dünyanın en büyük gücüne posta koymasını hükumetten nasıl bekliyorsun?" diyeceğiz.

     

    "Senin üç kuruş vererek alacağın bir kutu koladan ne çıkar" diyene, Viskinin şişesinden bile tiksinir hale gelen Üstad gibi şöyle diyeceğiz:

     

    "Mantık kabul eder, ruh kusar !"

     

    Bu inceliği, sadece bu inceliği, bu hasssasiyeti, bu şuur halini, sadece bu ayaklı şuur tablosunu düşünelim...

    • Like 2

  12. Takipçi sayısı 325000 in üzerinde olan bir "Necip Fazıl Kısakürek" facebook sayfası gibi bir çok site, forum ve sayfada bu sözü ve altında "nfk" ibaresini görebilirsiniz.

     

    Burada açılan başka bir konuda da belirttiğim gibi, bıçak kemiğe dayandı,artık bu mesele hakkında önlem alınması gerekiyor. Hayran sayfasını artırma maksatlı lüzumlu lüzumsuz birçok paylaşım yapan sayfa yöneticileri bir şekilde uyarılmalı. Yüzbinlerce üyenin -abartmıyorum- aynı anda gördüğü paylaşımların, ince elenip sık dokunmasının ne kadar elzem olduğu hatırlatılmalı.

     

    Sözde islami sayfaları ve verdikleri zararı bırakın, üstad adına açılmış sayfaların da üstadı tanıtma meselesinde ne kadar nazik bir noktada bulunduğunu unutmamak gerek. Eğer üstad kitlelere doğru tanıtılmak isteniyorsa, bu iş yüzbinlerce şahsın gördüğü sayfada kendi fotoğraflarını, bilmem hangi rock'çunun sözlerini, bilmem hangi kilo verme-sigara bıraktırma ilacının reklamlarını ve bilmem hangi sol zaviyeli şairin yapış yapış aşk şiiri ile altına iliştirilen gayrı ahlaki resimleri yayımlayan lakayt ve sallapati adamlara bırakılmamalıdır..

     

    Aksi halde bu adamlar her istedikleri sözü, toplum nezdinde nüfuzunu kırmak istedikleri şahsa mal etmeye devam edecekler.

     

    Aynı, "örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, perdesiz ev de ya satılıktır, ya kiralık" saçmasının önce üstada ait olduğu iftirasına, daha geçenlerde de sayın Başbakan tarafından sarfedildiği yalanına milleti inandırıp ortalığı karıştırdıkları gibi..

     

    Evet tam da ucube ve içki tartışmaları gündemdeyken Erdoğan'ın bu sözü kullandığı yalanı facebook ve twitterde hızla yayıdı, Facebook'ta "RTE başı açık kadınları perdesiz eve benzetti ve perdesiz ev ya kiralıktır ya satılıktır dedi... Başbakana bizden bir hatırlatma camları gözükmeyen ev ya k.r..nedir ya mapushane...." adında bir grup kuruldu* ve hatta haber sitelerine haber oldu.

     

    Edepsizliğin dahi sınırlarını zorlayan çileden çıkarıcı yorumlar da cabası..

     

    Sanıyorum meselenin ciddiyeti anlaşılmıştır.

    _____

    * (haber sitelerinden)


  13. Erzurum

     

    “Erzurum çarşı Pazar,

    İçinde bir kız gezer.”

    İçimde bir kız gezer,

    İçimizde umutlar…

    Kırılmış divit kalem,

    Buz kesilmiş mürekkep.

    Hangi şair…

    Hangi şair…

    Hangi şair bizi yazar?

     

    Marifetnâme’den öğrendik marifeti.

    Bilmiyorsun cancağızım! Senden daha çok yaşarız,

    Geceyi… Yalnızlığı… Birlikteliği…

    Masum ve delikanlı düşlerimizin koynuna

    Kar yağarken susar,

    Dinleriz melekleri…

     

    Ve bir Oltu tespihinin taneleri arasında

    Unutup aşka dair yıkılmışlığımızı

    Üç kümbetlerde üçe bölünen dualarla

    Kanatlanıp uçarız Aziziye sırtlarına.

     

    Palandöken’e yağan kar çağırsak gelir

    Bizim üstümüze de yağar ikindilerde

    Ve biz dağ olup çıkarız dosta düşmana karşı

    Ferhat’ı kalbimizde açtığı yaralardan

    Şirin’i gül desenli ehramından tanırız.

     

    Yorgun adımlarımız yola koyuluşunda

    Eritir buzlarını kaldırımların

    Kan kardaşlığı için akıtılan kan gibi

    Bir dolmuş sıcaklığı Çaykara yokuşunda…

    Müsterih olsun ruhları, şanlı ecdadımızın.

    Nene Hatun’u onca kavgaya sürükleyen

    Sırrı çözdük âşık kahvelerinde

    Anlamsız utançlara başkaldıran ozanlar

    İndirdikçe mızrâbı bir sazın tellerine

    Sezdik ihaneti…

    Utanmıyoruz biz de…

     

    Buradayız! Biz, yani esmer tenli taşralılar.

    Bir kudretli mâzi ile senli benli taşralılar.

    Çatlamış dudaklarımız meyletmez intizâre.

    Selçuklusun… Osmanlısın… Diyor Çifte Minare.

     

    Evlâdın babasına kar etmez tesellisi

    Duyulur Ulu Cami’den Lalapaşa’nın sesi.

    Nef’i’den, Emrah’tan mısralar okur gibi

    Baharda bir başka coşar, Tortum’un şelalesi

     

    Nâz makamında birer dervişiyiz ızdırâbın

    Ta başından arz eyledik halimizi dergâha

    Cancağızım! Yüksünmek ne? Bize yük değildir melâl.

    En kıdemli kederlerle sınamış Tanrı bizi.

    Yıkmazsa bir şekilde bizi bu Darü’l-celâl

    Biz bir yolunu bulur,

    Yıkarız kendimizi…

    Bir elimizde açlıktan nefesi kokan bir çocuk;

    Diğerinde Yemen’in kokusunu taşıyan

    Kitâb’ın arasında kurutulmuş bir gülle

    Söyleriz gidip de gelmeyenlerin üstüne,

    Söyleriz türkümüzü,

    Kifayetsiz bir dille…

     

    “Mızıka çalındı düğün mü sandın

    Al yeşil bayrağı gelin mi sandın

    Yemen’e gideni gelir mi sandın

    Tez gel ağam tez gel dayanamirem”

     

    Cirit oynardı meydanda, barbaşıydı başbarda

    Zığva, yelek boynu bükük, kalakaldı duvarda

    Palandöken! Palandöken! Bunca canı netti Yemen?

    Yaylalarda gezen yiğit, çöle düştü neden neden?

    Palandöken… Palandöken…

     

    Günler usulca kopuyor, feryatlar usulünce,

    Vuslattan umut kesmiş kızın penceresinden.

    Bir teselli bırakmadın, bir dokunsan âh u zâr

    Kızın dilinde ağıt, kızın içinde mezar…

     

    Ve kahveler…

    Erzincankapı sığınakları

    Avuçları ısıtacak bir çaydan öte her an,

    Kayıp arkadaşları buluşturan kahveler

    Bahanesi aşk olanı başköşede ağırlayan

    Dili tutuk şairleri konuşturan kahveler

    Divâne kılıçlara kucak açan kalkan gibi

    Yıllanmış dadaşlarla körpe talebeleri,

    Aynı masa etrafında, kavuşturan kahveler

    Kavuşturan, buluşturan, konuşturan kahveler

    Sönmüş bir meşaleyi, tutuşturan kahveler…

     

    Kaçmaya gerekçedir Gürcükapı’nın daveti

    Havuzbaşı’nda başkadır soluk almanın hazzı

    Yaradan’dan gayrısını yol alırken ağyar kılar

    Abdurrahman Gazi’de sevdik niyâzı.

     

    Elbet yâd eder bizi de su içtiğimiz çeşmeler,

    Bir abdestten daha çok şey aldığımız şadırvanlar,

    Yakutiye kubbesine serptiğimiz yalnızlıklar

    Ve Taşhan’ın avlusunda taşlarla söyleşmeler…

     

    “Erzurum’da bir kuş var

    Kanadında gümüş var”

    Altın olsa neyleyim.

    Bana yâr olmamış yâr…

     

    BASRİ AKDEMİR

    • Like 2

  14. İnşallah inşallah maşallah estağfirullah..

     

    Ben bu tür tartışmaların mevzubahis edilmesine dahi tahammül edemiyordum. Evrime karşı bu denli bir mücadeleye girmiş bir kimse hakkında ne olursa olsun suizan edilmemeli diyordum.

     

    Meğer kulaklarımızı inciten sözcükler gerçekmiş. Bir insan kendisini bu hale getirebilir mi?

     

    Televizyon ekranlarını İslam düşmanlarına dar edecek, vakar sahibi müslümanları ne zaman görebileceğiz?


  15. Facebook ve twitter üzerinden, bu sözün Başbakn Erdoğan'a ait olduğu iftirası kasti olarak yayıldı. İçki ve "ucube" tartışmalarının üzerine tuz biber olması ise gayet manidar.

     

    Bu sözü pişirip pişirip birileri internet paylaşım sitelerine sunuyor. Ve meselenin ne derece tehlikeli ve can sıkıcı bir hal aldığını görmek için, google'a bu sözü yazabilirsiniz. Geniş çaplı internetsözlük sayfalarında ve sosyal paylaşım sitelerinde gözünüze çarpan saçma sapan yorumlar sinirlerinizi tepenize çıkartmaya yeter nitelikte.

     

     

    Hatta internet haber sitelerine konu oldu:

     

    "Facebook´ta ve Twitter´da Başbakan Erdoğan´a ait olduğu iddia edilen bu sözler inanılmaz bir kara propaganda örneği teşkil ediyor. İşte Erdoğan´a atılan o büyük iftira! Sosyal paylaşım ağları Twitter ve Facebook şu sıralar inanılmaz bir iddiayla çalkalanıyor. İddiaya göre Erdoğan örtünmeyle ilgili bir konuşmasında, "Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, perdesiz ev ise ya satılıktır ya da kiralık!" diyerek örtünmeyen kadınları kiralık ya da satılık olarak niteliyor.. Ancak bu sözün Erdoğan´ın ağzından çıktığına şahit olan ne bir canlı var, ne bir gazete kupürü ne de TV haberi.. Sözler tamamen hayali olmasına rağmen Facebook ve Twitter´da bu sözleri okuyanlar Başbakan´a hakaretler yağdırıyor.

     

    Kars´taki bir heykel için kullandığı "Ucube sözü" nedeniyle günlerdir tartışma konusu olan Başbakan Erdoğan, bu kez de ağzından çıkmayan bir söz yüzünden küfür ve hakaretlerin hedefine oturtuldu.. Sosyal paylaşım sitelerinde bazı art niyetli kişilerin fısıltı şeklinde duyurduğu "Erdoğan örtüsüz kadınları perdesiz eve benzetti ve ´Perdesiz ev ya satılıktır, ya da kiralıktır´ dedi sözleri adeta deprem etkisi yarattı..

     

    Dalga dalga yayılan bu sözlere tepkiler gecikmedi. Olayın aslını araştırma gereği dahi duymayan bazı Facebook kullanıcıları, bir grup açarak onlarca kişiyi bu gruba üye yaptı. O üyelere bu hayali sözler jet hızıyla ulaştırıldı ve Erdoğan ağzından çıkmayan bu sözlerden dolayı adeta sanal ortamda linç edildi. Galiz küfür ve hakaretlerin birbiri ardına sıralandığı grupta, kapalı kadınlara da ağır hakaret içeren bir benzetmede bulundu."

     

    ...

     

    Zannediyorum artık bir önlem alınması gerekiyor. Malesef bu ve bunun gibi durumlara büyük ölçüde sebep olan şey; dini içerikli yayın yapan -hayran sayısını artırmaya endeksli- sosyal paylaşım sitelerinin lakayt ve uyduruk paylaşımları ile, başlarında duran yönetici kılıklılar!

     

    Bir şekilde -en azından üstad adına yayın yapan ve yayın kitleleri sadece şimdilik 700 binleri bulan- bu sayfalarla irtibata geçilmeli; yöneticilerine ne derece nazik bir mevkide bulundukları hatırlatılmalı, gerekirse gönüllü ve yeterli kimselerin yardımcı olmasının sağlanması gerekli.

     

    Ve keşke mümkün olsa da bu sayfalar birleştirilebilse.

     

    Bu meselenin ne kadar mühim olduğuna misalen.. En basitinden, 90.000 küsur hayranı olan bir facebook "Necip Fazıl" sayfasında "Saç dökülmesi genetik testi" şeklinde bir paylşımda bulunabiliyor. Yönetici, kendi sayfasının reklamını yapabiliyor. Yahut bu tür sayfalarda, üstadla hiç alakası mevcut olmayan edebiyatçıların sözleri paylaşılabiliyor. Paylaşımların altına konulan resimler ise daha bir içler acısı.

     

    Her nekadar önemsemesek de, bu paylaşımları binlerce kişi görebiliyor.

     

    Yönetim bu konuya ciddiyetle eğiliyordur inşallah.

     

    Bir de zannediyorum bu konunun Facebook'ta Paylaşılan Üstada Ait Sözler adlı konu ile birleştirilmesi uygun olacaktır.


  16. lafzı üzerinde tartışılan sahne dir diye tahmin etmiş ve sonuna kadar büyük bir hayal kırıklığı ile izlediğim filmde belki bir kıvılcım olur ümidiyle o sahneyi beklemiştim ama nafile anlaşılan yapımcılar gerçekleri aksettirmekten ziyade rejimin godomanlarını kızdırmamayı düşünmüş olmalılar ki, bir makas darbesi inivermiş said nursinin hayatını okumaya başlayan kişiye ilk olarak balladırıla ballandırıla anlatılan hikayeciğe.

     

    Filmi henuz seyredemedim, Ataturk sahnesi mi kesildi?


  17. Cübbeli Ahmed Hoca yakın zamanda Habertürk'de Yiğit Bulut'un programına çıktı. Birçok soruya cevap verdi. Program yılbaşı ve noel ile alakalı bir soru ile başlıyor. Cübbeli Hoca'nın montaj video ile alakalı cevapları oluyor. Diyalog mevzuunda da açıklamaları oldu. Hatta Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce telefonla yayına bağlandı.

     

    Youtube'de mevcut. Tavsiye ederim.

     

    Diyalog meselesinde ferdi hatalar var mı, Bunlar itikadi açıdan tehlikeli mi, Cübbeli Hoca hangi hatalardan bahsediyor, acaba diyaloğu sadece 'cemaat' mi temsil ediyor ? Bu hususları netleştirmeden yorum yapmak doğru olmasa gerek.

×
×
  • Create New...