Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

vasifsiz

Editor
  • Content Count

    335
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    4

Posts posted by vasifsiz


  1. Ne münasebet!

    Memnun olmayanlar listesinde boş yer mi var ki?

     

    Askeri yaka silker, hakimi savcısıyla yargısı yaka silker, ana muhalefetiyle solu yaka silker, "cahil" ve "bidon kafalı" olmayan aydınları nefret eder, medyası aleyhine çalışır, dağlısı aleyhine çalışır, çetesi aleyhine çalışır, çağdaş yaşamcısı, Atatürkçüsü aleyhine çalışır..

     

    O da yetmedi, bizim çok mübarek sağımız, onu yerden yere vurur. Baykala taş çıkartacak şekilde atıp tutar, kasıp kavurur. Biri hain ilan eder, biri münafık..

     

    İslam dünyası lideri mi? Ne münasebet! Halife hazretlerine ihanet etmiş adamdan lider mi olur?

     

    Ne münasebet!


  2. İçerisinde Ömer Karaoğlunun da bulunduğu Grup Selika'dan, üstadın Ahir Zaman şiirinin müziksiz marş olarak yorumlanmış hali..

     

    İndirmek için Tıklayınız

     

    Çok eski.. Belki hatırlayan vardır, eskiden islami bant tiyatroları vardı. Onların bir kısmında ara ara marşlar koyarlardı. Onları seslendiren grup, Grup Selika adında bir grupmuş. Bunu da zannediyorum onlar seslendirmiş.

     

    Grubun, elimdeki diğer marşları için; tıklayınız

     

    Ağlamak , Aman , Amin (Mehmet Akif'in Ordunun Duası şiiri), Akabe vakitleri , Ayrılana dek , Bilemezler , Es Rahmet rüzgarı , Filistin Yaylasında, İmam Hatip marşı , Kıyam , Müjde Size , Tevbe, Vesvese ,Yansın içim

     

    ____

     

    AMAN !

     

    Aman efendim, aman!

    Galiba Âhir Zaman!

    Manzarası yurdumun,

    Tufan gününden yaman!

    Göz görmez aydınlıkta;

    Asümanedek duman.

    Yer dumanmış ne çıkar,

    Duman dolu âsüman.

    Türk evi delik deşik;

    Yıkı dökük hânüman.

    Duraksız itiş kakış;

    Süresiz karman-çorman.

    Anne çocuk doğurur,

    Köpek soyundan azman.

    Beyinler zıpzıp kadar,

    Mideler koskocaman.

    Aziz fikir buğdayı,

    Katıra mahsus saman.

    Boş lâf, hep dalga dalga;

    Uçsuz bucaksız umman.

    Hayvanlık orkestrası:

    Eşek, birinci keman.

    Orman keleş, nebat kel;

    Nebat adamlar orman.

    Midelerde ihracat,

    Günde beş milyon batman.

    Milli servet matbaa,

    Bilmem kaç milyar harman.

    Yangın evinde satranç;

    Plân, reform ve uzman.

    Tam bir buçuk asırdır,

    Maymunlardan eleman.

    Bizdeki hale nispet

    Maymun taklitten pişman.

    Hangi yol Türke uygun,

    Hangi parti tercüman?

    Çıkamaz meydanlara;

    Camide mahpus iman!

    Silah küfrün belinde,

    Küfrün elinde, ferman.

    Cehle sorarsan ilim;

    Zehre sorarsan, derman.

    Rahmet, meçhul kelime;

    Bilinmez isim, Rahmân.

    Kutsal kitaptır fuhuş;

    Ahlâk, okunmaz roman.

    Tarih, kontra gerçeğe;

    Hürriyet hakka düşman.

    Millete kasdedenin

    İsmi milli kahraman.

    Yere batsın bu dünya,

    Bu dünyadan hayr uman!

    Genç adam, at yorganı!

    Sana haram, uyuman!

    Aman, efendim aman!

    Efendim, aman, aman!

     

    1964 / Necip Fazıl KISAKÜREK


  3. Ülkücülük.. Cılkını çıkarttılar bu sözün.

     

    Buradaki tepki, ülkücülüğe, ya da vakti zamanında herkes rahat koltuğunda otururken canları pahasına gayret sarfedip zindanlarda sessiz sedasız şehit olan samimiyet timsali insanlara değildir. Burada tepki, bu müessesenin suyunu çıkartan ırkçı nesledir.

     

    Siz, hiç liseleri, üniversieleri gezdiniz mi son yıllarda? Yahut, ocakları dolduran çoğu kirpi kafalı, ağzı bozuk, serseri tipleri ve bu hazin hali seyrettiniz mi?


  4.  

    -"Siz, bütün ilericiler, kadını kurtarmak ve nadide bir yemiş gibi ortaya koymak isterken onu, en aziz mana ve tesiriyle öldürüyorsunuz! Kadını yok ettiğini sandığınız dine karşı onu katil elinden kurtarırcasına kapıp, kasap çengellerinde kuyruğu fiyonklu bir ceset haline getiren, yani gerçekten yok eden sizsiniz!"

    Yıllardır bu ülkede ellerindeki bütün imkanlarla Anadolu insanının yüksek ahlakını, edeb-haya duygusunu kurutmak üzre çaba sarfediliyor. Evet, İslamla şereflenmiş iffet ve edep timsali Anadolu kadınını, kasap vitrinlerinde sıra sıra çengellere asılmış -affınıza sığınarak- beğeniye/satışa sunulmuş butlara çevirdiler..

     

    Halbuki kıymet, erişilmezlik nisbetinde değil midir? Yaban gözlerin "nesnesi" olmak.. İnciyi değeri kılan, kucağında gizlendiği okyanus değil midir?

     

    Yine üstat: «Güzellik esrardır. Ve onun içindir ki, güzel, peçe altındadır.»


  5. Ah ifade.. "bizde göbeğimizden yukarı nahiyelere kan cereyanı geçmesine izin vermemekte"

    Öyle benzetmiş ki beyinleri kendisine; kafalar boşalmış, bidonlaşmış.. Zihin mefluç, kalp mefluç...

     

    Acaba "Top" üzerine, üstadın başka yazısı mevcut mu?


  6. Bazıları "Ben Allah'ı severim; O'ndan korkmam!" der. Bilmez ki, korku, sevginin ta merkezine yerleştirilmiştir. Sevgi korkunçtur. Dağın tepesini seven; uçurumdan nasıl korkmaz!..

    Elinize sağlık, müteşekkirim.

     

    ..şu kadar renkten doğan terkimi

    "terkim" den kasıt nedir ?


  7. Öncelikle, ben bir BAV cı değilim. :)

     

    Ancak kendisinin bu hususta yaptığı çalışmalarla iftihar ediyorum. Burdaki çıkışınıza bir mana verememekle birlikte, tebessüm ediyorum..

     

    Allah'ın varlığının akli delillerle insanların görmeyen gözlerine sokulmasında da hiçbir sakınca görmüyorum.

     

    _Bu iş ne akılla olur ne akılsız!

     

    Amenna!

     

    Bizim ise bu cephede Müslümanlar olarak çok büyük bir eksiğimiz var! Ve işte yüzyıllardır içerisinde boğulduğumuz derin derya.. İlimsizlik!

     

    Nitekim "ilim müslümanın yitik malıdır."

     

    Ondan sonra okullarında darwinist, ateist, egoist nesiller yetişince, vay efendim "dinsiz eğitim!" naraları atıyoruz..

     

    Harun Yahya ise günümüzde bu açıdan -başka cephelerini bilmem ve beni pek de ilgilendirmez- büyük bir boşluğu dolduruyor.

     

    Açınız, "Yaratılış Atlası".. Birçok dile çevrilmiş.. Ve öyle tesirli oluyor ki, Fransa kitabı yasaklatıyor..

     

     

    Buraya bir nokta koyup, bu ufak diyalog için konuyu açan kardeşimden özür diliyorum.

    _____

     

    Mümin-Kafir.. Üstaddan.. Şiddetle tavsiye ederim.


  8. ...

     

    Felsefe — ki tek bildiği, hakikati, tekte değil, çokta; ve nihayet hakta değil, bâtılda aramanın sanatıdır ve ancak sistemler arası biribirinin yanlışım bulmaktan başka ulaşabileceği hiçbir menzil yoktur — binlerce yıl zavallı aklı yora yora nihayet Yirminci Asrın Filozofu (Bergson) da kendikendisini dize getirmiş ve büyük imana yo! vermiş gibidir:

     

    «— Akıl değil, onun üstünde bir şey, seziş...»

     

    Bu filozof, aklı akılla mat ettiğini ileri sürüp yine akla bir pay çıkarmak isteyenlere şöyle der:

     

    «— Demek ki, aklın son merhalesi, kendi kendisini inkâr etmek demekmiş.»

     

    ...

     

    Sarı, siyah, siyah, sarı, bazan da yeşilimtrak steplerde bir akış... Burası birkaç mankafa puttan başka hiçbir ruh tasası çekmiyen, beş hasse plânında yaşıyan ve mabudunu bu plânda anlayan, atların cidago kemiklerine mıhlı, önlerine ne çıkarsa yakıp yıkıcı çiğ adamların vatanı... Turan...

     

    ...

     

    Evvelâ her şey mucize... Her şey Allah'ın mucizesi.. Yekûn halinde varlık ve tek tek her şey mucize... Göz mucize, kulak mucize, akıl mucize, ruh mucize... İki parmak ucu arasında bir çiçeğin ipek nescini lif lif tadan duygu nedir? Ne sayalım! İnsanın içine ve dışına doğru her şey mucize... Hacim mucize, şekil mucize, renk mucize...

     

    Sonra bütün bunlar basit ve tabiî sayılıp da meccani bir bedahet hissi içine girildi mi, artık bunlardan ötesinde olmaz sanılan şeyler ayrıca mucize...

     

    İnsan ne aptaldır! Mucize içindeyken mucize bekler.

     

    Ondan da; bütün hâdiselerin basite irca edildiği zemin üzerinde bile her haliyle mucize olan Allah'ın Sevgilisinden de, mehtaplı bir gecede mucize istediler.

     

    ...

     

    Tasavvufun dine sonradan girdiğini, şuradan ve buradan devşirildiğini, hiç değilse dini yurfıuşatmak ve derinleştirmek için. doğduğunu, yoksa sert ve çetin ölçülerden ibaret dinin böyle bir ruha malik olmadığını sananlar vardır.

     

    Güneşin, ışığını aydan aldığı fikrinden daha bedbaht bir zan...

     

    Yarasalara mahsus bir görüş...

     

    Böyleleri, genişliğine, uzunluğuna ve derinliğine tam ve mutlak hacim belirten dinin derinlik buudunu görmeyenler ve onu ruhlarında satıh haline getirenlerdir. O'nu anlamayanlar. Halbuki şeriat O'nun, Allah Resulünün zahiri,'tasavvuf da bâtınıdır. Biri, içinde nur cümbüşü kopan, perdeleri kapalı elmas sarayın dışı, öbürü de içi ve ziyafet sofrası... Ve her şey O'nunla ve O'ndan...

     

    ...

     

    Ham ve kaba softa, günahı hikmet cephesiyle görmeden şiddet cephesiyle eie alıp kalbleri tılsımiamanın san'atından anlamaz, rahmete nazar etmez; üstelik günah uydurur, ibâdet kibri içinde kesip kavurur ve bütün bu ölçüleri dinden değil, kör nefsinden devşirir.

     

    ...

     

    Bir velî şöyle dedi:

     

    «— Hiçbir günah, günahsızlık gururundan, günahsızlık iddiasından daha büyük olamaz.»

     

    Bir başkası da şöyle dedi:

     

    «— Günahkâra kibir gözü ile bakmaktan ve günahkârı hakir görmekten büyük günah yoktur.»

     

    Ve İslâm büyükleri şu ölçüyü şiirle heykelleştirdilen

     

    «Günah ki, sahibine, nefsini hor görme ve Allah'a sığınma hissini verir;

    Nefse izzet ve kibir veren ibâdetten daha hayırlıdır.»

     

    Ümmetin en büyüğü Ebu Bekr Hazretleri açıkta zina eden bir çift gördü ve üzerlerine cübbesini atıp onları gizledi ve dedi:

     

    «— Yarabbi, gizlenecek yerleri de yok!» Ve başında nurdan bir taç, uzaklaşıp gitti.

     

    Bütün İlâhî emirlerin fermanına memur Peygamberler Peygamberi de buyurdular:

     

    «— Günahlarınızı gizleyin! Onları açığa vurursanız bize Allah'ın hadlerini (ceza ölçülerini) tatbik etmek düşer.»

     

     

    Allah'ın bildiğini kuldan saklamanın mânâsız olduğunu sanan şeytanî teselli, uydurma bir samimiyet rolü içinde dünyanın en misilsiz, ahmaklığına yuvarlandığını bilmez. Bu teselliyle cemiyet meydanına çıkarılan günahın, günahtan başka, bir de günah cür'eti ve hattâ saadeti belirttiğini ve işte bunun günahtan beter olduğunu anlamaz. Günah başka, günahın alenîlik plânında belirttiği cür'et ve bir nevi iftihar edası başka... Birinde- da-yanılamıyan bir nefs zoru, ötekisinde günahla varılan keyf edası var. İkincisi, derecesine göre, günahı aşar.

     

    Açıkça orucunu yiyen birine ihtarda bulunursanız diyecektir ki:

     

    — Allah'ın bildiğini kuldan niçin saklıyayım? Ona deyiniz ki:

     

    —> Allah senin vücudunda bâzı mahrem uzuvlar olduğunu da biliyor ve görüyor. Allah biliyor ve görüyor diye onları çıkarıp gösteriyor musun?

     

     

    Mutlak ölçüler karşısında ne bir indirme, ne bir çıkarma mümkündün ve yasakların mutlaka, tam ölçüsü, hîkmeti ve ruhiyle bilinmesi lâzımdır. Bir de riayetsizliğin, her şeyden evvel büyük bir haya ve hicap dâvası olduğunun takdiri..

     

    Eğer, Allah, gözümüzü bir noktaya dikip, kemiklerimiz eriyinceye kadar aynı yere bakmamızı emretmiş olsaydı, hak ölçüsü ve saadet mizanı bu olurdu.

     

    Fakat Yaradan:

     

    «— Hiçbir nefse takatinden fazla yük yüklemem.»

     

    Buyurmuş ve bütün emir ve yasaklarını sımsıkı çerçevelemiş ve çerçevelenmiştir.

     

    Bu çerçevelere, dinin içinden ve dışından hiçbir el uzanamaz; ve ister şiddetlendirme, ister hafifletme oyunları yapamaz... İşte,tam yasak!..

     

    ...

     

    Emirlerle yasaklan iki kanat gibi takınan, bunlardan nokta feda etmeyen, sonra ibâdetini hiçe sayan, nefsine Allah'ın rahmetinden başka hiçbir dayanak görmiyen ve kendisini dünyanın en sefil günahkârlarından aşağı bilen insandır ki, gerçek müslümandır.

     

    ...

     

    Cenk başlarken şanlı Sahabî Âmir Hazretleri, bütün gücüyle salladığı kılıcın kendisine değmesini önleyemedi ve kendi silâhiyie şehid oldu.

     

    Bâzıları dediler:

     

    — Âmir'in iyi âmelleri heba olup gitti. Allah'm Resulü iki parmağını bitiştirip buyurdu:

     

    — Yanlış! Âmir'e sevap hâsıl old.u, Ham çile, ıstırap, hem de cihad...

     

    Böylece, dinin yarısı değerinde sayılan muazzam bir hadîsin hikmeti tecelli ediyordu: «— Ameller niyetlere göredir.» Murad, neyse hüküm ona göre...

     

    Bir başka büyük ölçü, bir başka büyük tecelliye kavuştu.

     

    Çengin başında Allah Resulünün:

     

    — Şu adam Cehennemliktir!

     

    Diye gösterdiği bir sözde müslüman, muharebede bütün kuvvetiyle çalıştı ve nihayet yaralandı. Sahabîlerden bir kaçı:

     

    — Böylesi nasıl Cehennemlik olur?

     

    Diye düşünürken bu adam, yaralarının acısına dayanamadı, tirkeşinden bir ok aldı, yayına taktı, bütün kuvvetiyle gerdi, sonra kalbine çevirdi, attı ve kendi kendini öldürdü.

     

    Sahabîleri, Allah'ın Sevgilisine hitap ettiler:

     

    — Hak, senin dediğini gerçekleştirdi.

     

    O zaman Peygamberler Peygamberi emir buyurdu: «— Ayağa kalk, ey filân adam ve halka nida et:

     

    Cennete yalnız mü'min olan girer. Allah bu dini fâsık ve tacirlerin eliyle de kuvvetlendirir.»

     

    Yâni ölenin, ne evvelâ gayret göstermesini, ne de sonra intiharını esas tuttular: Her şeyin esası iman...

     

    Ve buyurdular:

     

    «—Öyleleri vardır ki, âleme karşı Cennetliklerin amelini işler, fakat Cehennemliktirler. Öyleleri de vardır ki. Cehennemliklere mahsus işler içindedir; fakat Cennetliktir.»

     

    Sonsuz hikmet... Hâdiselerin dış yüzüne bakıp hüküm savlırmakta acele yok... Her işin anahtarı kalb...

     

    ...

     

    Arap illerinde kuşun bile korkusuz uçamıyacağı dehşet ve cahiliyet devrinin hemen arkasından, Allah Resulünün çizdikleri huzur ve emniyet levhası:

     

    Bizzat buyuruyorlar:

     

    «— Artık San'a'dan Mekke'ye kadar yapayalnız seyahat edecek bir kadın bile, kalbinde Allah korkusundan başka bir kaygı taşımayacaktır.»

     

    İdrâkiniz çatlıyabilir; mutlak inkılâp, bıyıkları kan pıh-tılı sırtlanı süt kuzusu yapmıştır.

     

    ...

     

    Eski yırtıcı ve müşahhaslaştırıcı, putlaştırıcı seciye, şimdi Allah'ın birliğine ve mutlak münezzehliğine, namütenahi mücerretliğine inanıyor; secdeye kapanıyor, oruç tutuyor, zekâtını veriyor. Hac mevsiminde Allah'ın Evini ziyarete koşuyor. Ve bütün bunların esrar ve hikmetini derinden derine sezerek yapıyor.

     

    Masum kanının sarhoşu eski kaplan bünye, şimdi, üstün insan ahlâkı içinde, bir güvercin öksürse gözyaşlarını tutamıyor.

     

    Bu hâl Müslümanlıktır.

     

    Ve mutlak inkılâp...

     

    ...

     

    Dâva nefsi öldürmek değil, yola" getirmek olduğu içindir ki, İslâmiyette ruhbaniyet mevcut değildir. Nefsin yemeğini, uykusunu, kadınını ve daha binbir meşru zevkini kökünden kesen ve daha ona' nice çileler çektiren bâtıl metodların da, İslâmiyetteki gerçek erdiriş usûliyle hiçbir benzerliği yok. Her şey ölçüye bağlı... Bellibaşlı itidal hadleri içinde ve mizanlı... Yoksa öbür türlü, her taraftan gene nefs tecelli edecektir. O daima üste çıkan bir canavar...

     

    ...

     

    Şimdi dördünün birden farikalarını toplayalım:

     

    Sadakat, rikkat, rahmet, esrar anlayışı... Celâdet, adalet, heybet ve bütün bâtın incelikleriyle bir arada zahire nüfuz...

     

    Yumuşaklık, haya, edep ve ismet...

     

    Büyük akı!, hikmet, şecaat ve ulviyet...

     

    Biri derinlikte, biri genişlikte, öbürü gizlilikte ve daha öbürü erginlikte ve her biri bunlardan her birinde. Peygamber emanetinin çatısını taşıyan dört büyük sütun...

     

    Geriye insan ve mâna diye bir şey kalıyor mu?

     

    Bunların kurduğu esrarlı bir dörtköşedir ki. bu dört köşenin her çizgisi üzerinde, her biri kendi mizacına göre O'ndan, O nurdan renk veren birer pencere...

     

    Yani yine onlar yok, O var...

     

    O'nsuz, bunlar, şu bildiklerimiz mi olurdu?

     

    Ebu Bekr, Ömer, Osman ve Ali O Nurun etrafında dört cepheli bir fenerdir ki, kendi öz renkleri üstün yaratılışları içinden yine O'nu ifadeye memur...

     

    ...

     

     

    Bunlar, hiçbir inceliğe, sır İdrakine ve ölçü hikmetine ruhları yatmayan, şeytan oyuncağı kafalardır. Allah Resulünün bu kadar açık ve aydınlık emri altında, Muaviye kini güdenleri bizzat Kâinatın Efendisi ve O'nün sevgili ruh -ve madde vârisi Ali ne düşünür diye en küçük nefs murakabesine girişmeksizin, güya Peygamber Evini ve Neslini koruma gayretiyle atıp tutanlar. Bilmezler ki, kalblerinde-ki «suret-i hak,» perdesini idare eden bizzat Şeytandır

     

    Sahabî meselesinin en nazik miyarı olan bu mevzuda ölçü şudur:

     

    — Hazret-i Ali mi haklı, Muaviye mi?

     

    — Hazret-i Ali mutlaka haklı...

     

    — Ya Muaviye?

     

    — O da haksız değil.!. Ve bütün fark bu kadar...

     

    — Bu nasıl ölçü? Hem biri kafiyen haklı, hem de öbürü haksız değil?

     

    — Çünkü bir sahabîye haksız diyemiyeoeğimiz için ancak bu hadde kadar uzanabiliyoruz.

     

    Aralarındaki ihtilâf, sadece içtihad farkından ibaret.. Böyle olunca, birinci plânda bulunan tam haklı, ikincisi de haksız değil olur. Çırçıplak ve yırtıcı haksızlık, asıl, sahabîlerin en büyüklerinden birine dayanarak öbürünün sahabîlik vasfım unutmaktır. İşte sır idrakini örseleyici kabalık.

     

    ....

     

    Günümüzün hezeyanlarından biri:

     

    — Allah'tan korkulmaz; Allah sevilir.

     

    Bunu söyleyenler o ahmaklardır ki, aşkın bizzat korkulu bir şey olduğunu ve sevilenden bir o kadar korkulduğunu bilmezler, sezmezler. Sezebilselerdi ödleri patlardı. Bahsettikleri korku da Allah'a karşı duyulması gereken korku değil, kaba ve insanî ceberute duydukları zoraki his...

     

    ...

     

    İlâhî cilve, topyekûn Garbı, bilmeksizin Kur'ân emrini tatbik eden ruhsuz bir ülke, Şarkı da, gördüğü halde anlamayan akılsız bir diyar olarak meydana çıkardı. İkisinin de hasreti öbürüne...

     

    ...

×
×
  • Create New...