Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

trradomir

Editor
  • Content Count

    816
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    43

Posts posted by trradomir


  1. Fazıl Hüznü V 2.0

     

    Gram üzülmedim, üzülmemekle kalsam iyi, Fazıl Hüznü'nün aksine pek de sevindim. Sevindiğimi içimde tutma gereği de duymuyorum. Neden? Çok mu taş kalpliyim? Ayol yoksa çok mu terbiyesizim kız? Galiba kahvehane adamı olduğumu düşündünüz.

     

    Hiçbiri. Birincisi herkes ölecek, o yüzden ölüm canavarlar için iltimas geçmeyi gerektiren bir hadise değil. Allah bizi bu dünyaya ölmek üzere gönderdi. Öldüyse bana ne, ölmek zorundaydı zaten. İyi bir insan olsa, veya kötülüğünü şahsıma yapmış olsa, kötülüğü tahammül edilebilir bir miktarda gerçekleşse, kesinlikle sevinmez, belki üzülürdüm. Bu insan eğer kendi görüşünü savunmakla kalsa içimde doğup doğmayacağını bilemediğim sevinci saklar, dışarıya vurmazdım. Yalnız kendisinin 'hayatının sonuna kadar' nasıl bir cadaloz, nasıl bir çingene olarak yaşadığını nedense öldüğü için unutuyoruz. Bir de ikna odalarında psikolojikmen mahvedilen gencecik kızlara sorun Saylan nineyi isterseniz. Onlar, hariçten gazel okuyanlar gibi ölü ağlayıcılığı yapabilecek midir acaba? Son anda tövbe etmiştir inşallah tabi ama bu ihtimal üzerinden de konuşulmaz ki. Çoğu ölünün ardından sakince konuşmak daha doğrudur fakat çirkefin önde gideni bir ölünün ardından hislerimize dizgin vurmak da gerekli değil. Neticede nefsani bir buğz değil bu. Allah kimseyi öldüğü için affetmiyor. Kadın zararlıydı, öldüğü için seviniyorum. Bakın Demirel ölünce de sevineceğim inşallah, şimdiden yazayım da hazırlıklı olun. Ha, haşere kelimesi itici duruyor diyorsanız katılıyorum.

     

    Rahmetli mi diyeyim ne diyeyim bilmiyorum, ölü şahsiyet embesilin, cahilin tekiydi. Fakat içinde aksiyon ruhu olan insanlar embesil de olsa, cahil de olsa bir yerlere geliyor, büyük halk kitleleri üzerinde belirleyici olabiliyor. İbretimi alıyor, bayramımı yapıyorum.

     

    Aşağıdaki beyit laedri mamüllerinden mi acaba? Bilen var mı? Muhtemelen yanlış yazıyorum ilk mısraı zaten.

     

    Ne kendi etti râhat ne âleme verdi huzur,

    Yıkıldı gitti cihândan dayansın ehl-i kubûr.

     

    Bu arada Hazret-i Peygamber'in Bedir'de öldürülen şahısların atıldığı kuyunun önüne gelerek yaptığı konuşmayı bilirsiniz, hani 'Onlar sizi işitirler, fakat cevap veremezler' mealli bir söz de vardı mübarek dudaklarından dökülen. 'Siz, rabbinizin size vaadettiği azabı gördünüz mü? Ben bana vaadedilen zaferi gördüm' diye sesleniyordu kuyu ehline Server-i Kainat Efendimiz. Onun dışında kaşınan bir kısım kafirin ölüm emrini verdiğini ve infazları gerçekleştiren sahabeleri iyi karşıladığını da biliyoruz. Geniş bir araştırma yapmak lazım, tek tük ve kaynaksız örneklerle halledilebilecek bir iş değil bu. Vakti olanlar kaynaklarla gösterirlerse memnun oluruz. Ama bir düşünceyi ispatlamak için değil, gerçeği bulmak için yapılan bir araştırma olsun bu lütfen. Sonra alakasız bir hadis gösterip onu kendi düşüncesine göre yorumlayanlar çıkıyor, aman diyim.


  2. Yahu bu merhuma bambaşka bir sempatim var benim. Bu kadar orijinal bir adam var mıdır Türk edebiyatında? Kendisi yine koparmış kafadan. 'En çok okuduğum şair Cahit Zarifoğlu'dur' ne demek yahu? Ahahaah.

     

    Edebiyattan hep sınıfta kalabilirim

     

    Bir okula mensup olmadım. Ustam da olmadı. Rilke'nin etkisinde kalmış olabilirim. Ama onu hiç tanımadan zaten ovarî yazıyormuşum. Böyle demişlerdi. Daha çok kendimin etkisinde kaldım. En çok okuduğum şair Cahit Zarifoğlu'dur. Hani etkisinde kalmış olabilirim dediğim Rilke'den okuduğum şiir sayısı onu geçmez. Sistemli bir edebiyat okuyucusu olamadım. Edebiyattan hep sınıfta kalabilirim. Yerli edebiyatı, hele edebiyat tarihini hiç bilmem. Bunları bir gün itiraf edeceğimi biliyordum.

     

    (KONUŞMALAR, CAHİT ZARİFOĞLU, BEYAN YAYINLARI)


  3. Allah biliyor, vefaatinden önce Sedat Abi'yi ziyaret etmek istemiştim hep. Fakat olacak şey miydi, nasıl yapabilirdim? Tanımadığın ve tanınmadığın bir kişinin evine gitmek... Hele bir de benim gibi yüz yüze konuşurken eli ayağı birbirine dolaşan, lafa nasıl başlayacağını bulabilmek için beyniyle kavga eden biriyseniz bu ziyareti yapamazdınız... Fakat heyhat, keşke gitseydim, keşke Sedat Abi'nin elini bir öpseydim diyorum şimdi. İş işten geçtikten, fırsatlar elden kaçtıktan sonra pişman olmaktan ibaret bir hayatımız var. Allah hayatımızın sonunu da böyle eylemesin. Gitmeliydim. İmtihanın en çetinlerinden birine tabi tutulan bu güzel yürekli insanları, debdebeli hayatlarını yaşarken unutan bir sürü karaktersiz pisliğe inat, içinde bir gıdım vefa hissi bulunan insanların da var olduğunu göstermek için, ibret alırken destek olabilmek için ne olursa olsun gitmeliydim. Bunu da yapamadım, bunu da beceremedim. Affet Sedat Abi, affet Allah'ım.

     

    Bunu cenazelerin ardından ağlamayı kendine vazife edinmiş şahısların psikolojisiyle, yani her ölü gördüğünde ağlamayı marifet belleyen samimiyetsizlerin tavrıyla göndermiyorum. Asla böyle bir insan olmadığımı Fazıl hüznü'nün ardından açılan başlıkta göstermiştim zaten. Sedat Bey ve Şükran Hanım Müslüman insanlardı, bu bile başlı başına büyük bir sempati vesilesidir benim için. O kadının ağzından bir kere isyan kelimesi çıktığını duymadık. Bu yüzden başkaydı bu insanlar. Başka bir sebebi daha var bu konuyu göndermemin. İnsanların zor günlerinde beklediklerine kavuşamayışlarını gözler önüne seren acı bir konuşma bu. Hakiki dostlardan uzak kalmak ne hazin... Belgeseli yapılacak bir hikaye Sedat ve Şükran hanımınki.. Allah Sedat abiye rahmet eylesin, oğluna dönüşen eşinin bütün yükünü çeken o çilekeş kadına da sabırlar ve mükafatlar ihsan eylesin. Bırakıp gitmeyişinin ve o vakur, o sabırlı duruşunun örnek olması gereken o kadar çok insan var ki bu dünyada. İnsanlığın ve sevginin ölmeyeceğine Şükran Hanım yaşadıkça inanırım. Ünlü birinin eşiyseniz o kişi zor duruma düştüğünde terk edersiniz, ünü olmayan sıradan bir şahısken bir anda üne kavuştuğunuzda da eşinizi yüz üstü bırakırsınız. Bu kadar zor bir imtihanı, henüz 31 yaşında gencecik bir kadınken üstlenen bir insan ve 12 yıl boyunca Allah'a isyan etmeden hareketsizce yatmak zorunda kalan eski bir futbolcu, ünlü, zengin, 'celebrity'... Bir de Şükran Hanım'ın eski hatalarıyla yüzleşebilmesi, o hatalara özlemle bakmadan eleştiri yöneltebilmesi de musibetin olgunlaştırıcılığını gösteriyor.

     

    Bu arada Tayyip Bey'in tavrı bana 50'lerde Abdülhamid'in kızlarına gizli gizli yardımda bulunan Adnan Menderes'i hatırlattı. Onun bu vefayı göstermesi harika. Allah razı olsun.

     

    'Bir kere öpeyim”, “Seni seviyorum Sedat'çı fahişelerin sonradan Sedat Balkanlı ismini duyduklarında yüzlerinin buruştuğuna adım gibi eminim.. Neyse, daha fazla uzatmak istemiyorum, arada sırada röportajı yapanın gereksiz soruları da olsa bence genel manada çok güzel bir röportaj, buyurunuz:

     

     

    Erdoğan, Sedat'a 45 dk. Yasin okumuş

     

    Duygu ÖZEL'in röportajı

     

    Galatasaray ve Fenerbahçe formasıyla attığı kafa golleri nedeniyle “Altın kafa” lakabıyla anılan Sedat Balkanlı’nın 12 yıl önce konuşma bozukluğuyla baş gösteren ALS (Locked-In Sendrom) hastalığına “çaresiz” dendi. Sedat Balkanlı’nın bu süreçte tek destekçisi ise eşi Şükran Balkanlı oldu. 30 Nisan’da hayata gözlerini yuman Sedat Balkanlı’yı eşi Şükran Hanım’dan dinledik... Şükran Balkanlı eşi için “Benim üç oğlum vardı. Biri Sedat’tı. Ama büyütemedim onu. ‘Bir gün onu yürüteceğim, koşturacağım, yemek yemeği öğreteceğim’ diyordum. Kısmet olmadı” diyor.

     

    Sedat Bey’le aynı semtin çocuklarıymışsınız... Nasıl tanıştınız?

     

    Gaziosmanpaşa’da oturuyorduk. Tanıştığımızda ben 18, Sedat ise 20 yaşındaydı. Sedatların ailesinin sakatatçı dükkanı vardı. İşe gidip gelirken dükkanın önünden geçerdim. Böylece tanıştık. Bana arkadaşlık teklif etmişti. Ben de kabul ettim.

     

     

    Tayyip Bey, Sedat için 45 dakika Yasin okudu

     

    Tayyip Bey ile 15 senelik dostluğumuz var. 1997 yılında Sedat hastalandığında Gaziosmanpaşa’da doğalgaz yoktu. Tayyip Bey bizi ziyaret edip sıkıntımızı sorunca, “Doğalgazımız yok” demiştik. O dönem bize doğalgaz bağlattırdı. Bir daha hiç kopmadık. Tayyip Bey, hapse girdiği o zor dönemlerinde Sedat tekerlekli sandalyesiyle Saray Cezaevi’ne ziyaretine gitti. Tayyip Bey Sedat’ı görünce “Hayatımda son bekleyeceğim insan sendin. Beni çok mutlu ettin” demişti. Tayyip Bey, Sedat’ın hastalığı ilerlediğinde de gizlice geceleri ziyaretimize geldi. Başsağlığına geldiğinde 45 dakika ezbere Yasin okudu. Ses tonu mükemmeldi. Acım hafifledi.

     

    Sedat çok iyi bir futbolcuydu, peki nasıl bir eşti?

     

    Mükemmel bir eşti. Merhametli, eli açık, neşeli, yardımsever, sevecen, çok pozitif bir insandı.

     

    Ünlü olduktan sonra kıskandınız mı Sedat’ı?

     

    Çok kıskanırdım. Maçlara gittiğimde, tesis çıkışında bir sürü kadın olurdu. “Bir kere öpeyim”, “Seni seviyorum Sedat” diye bağırırlardı. Kimsenin onu benden fazla sevmesini hiç istemezdim.

     

    Eşiniz evlendikten ne kadar sonra bu hastalığa yakalandı?

     

    Sağlıklı döneminde 10 yıl yaşadık. 21 yaşındaydım evlendiğimde o da 24 yaşındaydı... 12 yıl boyunca da hastaydı.

     

    Bu hastalığı öğrendiğiniz zaman nasıl hissettiniz?

     

    Doktor hastalığın aşamalarını yüzümüze söyledi. Sedat’a da 2-3 yıl ömür biçti. Kahrolduk. O anı yaşamak o kadar acı ki... En kötüsü ise ne zaman öleceği belliydi.

     

    Sedat Bey nasıl etkilendi?

     

    “Neden biz” diye ağlıyorduk.

     

    Bir mucize beklediniz mi?

     

    Hep ümidimiz vardı.

     

    Sedat’ı iyileştirmeyi vaat eden büyücüler dayanmış kapınıza?

     

    Çaresizlik neler yaptırıyor insana. Büyücülere bile inanıyorsunuz. Birisi “Bahçedeki su kuyusuna büyü yapmış” dedi, İSKİ’den adam getirdik. Evin yakınındaki tüm kuyuları boşalttırdık. Evimizde binlerce muska vardı, vakitli vakitsiz Sedat’ı yıkıyorduk, suları dört yol ağızlarına döküyorduk. Yarabbim affetsin! İnsanın başına gelince bir ümit, “Acaba olur mu?” dedik. Sonuç hep sıfırdı, yaptığımız yanlışlar hastalığın ilerlemesine sebep oldu.

     

    Neler yaptınız?

     

    Size komik gelecek belki ama çaresizlikten yatırların içinde yatırdık. Günlerce derelerde kurbağa aradık. Canlı kurbağalar kestik, Sedat’ın başına koyduk. Özel bir soğanı Sedat’ın sinirlerine sürdük. Birinci dereceden derisi yandı. Bunlar Sedat’ı çok yıprattı.

     

    Peki, Sedat Bey’in hastalığı boyunca siz çocuklarınıza zaman ayırabildiniz mi?

     

    Hastalığın ilk zamanlarında ayıramadım. Çocuklarım nasıl büyüdüler bilemedim. Hastalıkla yaşamayı öğrendikten sonra zaman ayırabildim.

     

    Sedat Bey sizi yorunca, çocuklardan öfke çıkardığınız oldu mu?

     

    Olmaz mı hiç! Bazen Sedat’a kızar, ona bir şey diyemeyince çocuklara “Çok sinirliyim, beni yalnız bırakın” derdim. Beni anlarlar, “Biz babamla ilgileniriz” derlerdi. Bu hastalıkla yaşayınca onlar da çok olgunlaştı. 17 ve 18 yaşındalar ama büyük adam gibiler.

     

    Sosyal hayatınız nasıldı? Yalnız bırakabiliyor muydunuz Sedat Bey’i?

     

    Uzun vadeli bir yere gittiğim olmazdı. Alışverişe ya da güne birkaç saatliğine giderdim. O zamanlar ailem bakardı Sedat’a. Sedat ölmeden az süre önce 15 gün Umre’ye gittim. Umre’ye de ona dua etmek için gittim. Umre’den döndüm ve Sedat vefat etti.

     

    Ölümü bekliyor muydu artık?

     

    Hiçbir zaman “Öleceğim” demedi. Zaten ALS hastalığından değil, kanserden vefat etti. Dört ay önce kanser teşhisi konuldu. Karın boşluğunda oluşan bir tümör var dendi. Hiçbir zaman söylemedik ona kanser olduğunu.

     

    Hastalığın çaresiz olduğunu hiçbir zaman inanmadım

     

    Sizinki nasıl bir sevgi?

     

    Nikahta filmlerdeki gibi söz vermiştim “Hastalıkta sağlıkta, iyi günde kötü günde yanında olacağım” diye. Ben bu hastalığın çaresiz bir hastalık olduğuna hiçbir zaman inanmadım. “Bu yıl geçmese öbür yıla geçer” diyordum.

     

    Hiç “Ölse de, o da, ben de bu azaptan kurtulsam” dediğiniz oldu mu?

     

    Asla! Her günüme şükrederdim. “Bugün güneş yine doğdu, bugün yine güzel, bugün Sedat bizim yanımızda” derdim. Onun tebessümü beni mutlu ediyordu. Gamzesi çıkardı gülümseyince. “Gamzene su koyup da içeyim” derdim. Öpmeye, koklamaya doyamazdım.

     

    Sedat Bey konuşamıyordu ama sizi anlıyordu. Ona zorlandığınızı fark ettirmemek zorundaydınız...

     

    Bazen çok konuşmak isterdi ve çok yazdırırdı... Ama bazen, “Artık yoruldum, yazdırma, bana müsaade et. Bir dışarı çıkayım, iki dakika nefes alayım Paşam” derdim. O da üzülürdü. Bana çok moral verirdi. “Dayan” derdi. Ama asla bilerek onun kalbini kırmadım.

     

    Siz onu çok sevmişsiniz?

     

    10 yıl boyunca kocam olarak çok sevdim, çocuklarımın babası olarak çok sevdim. Son yıllarda değişik duygular içine girdim. Artık oğlum gibi seviyordum. Karışık bir ilişkimiz vardı. Ona “Paşa sen iyileşeceksin ama biz eskisi gibi karı-koca olabilecek miyiz? Yoksa anne-oğul gibi mi olacağız?” derdim.

     

    Anneler Günü’nü 3 oğlunuzla kutluyordunuz o zaman?

     

    Evet. O benim üçüncü oğlumdu. Ama büyütemedim onu. “Bir gün onu yürüteceğim, koşturacağım” diyordum. O taptaze bir bebek gibiydi. Sedat her şeyi yeni baştan benimle öğrenecekti.

     

     

    Futbol camiası yalan, Sedat hastayken Fatih hoca bile aramadı

     

    Futbolcu arkadaşları ve eşleri sizi ziyaret eder miydi?

     

    Hiç kimse gelmedi. Futbol camiası yalan bir camia. Sağlıklıyken yanımızdalardı. Ancak Sedat hastalanınca yok oldular. Futbol camiasında eşleriyle gerçek dost ve arkadaş olamadık. Bugün cenazeye gelenler, acımı paylaştığını söyleyenler Sedat hastayken neredeydi? Eskiden benim evimde yemeğimi yiyenler neredeydi? Takım arkadaşları dışarıda arkadaş değil. Birbirlerinin kuyularını kazıyorlar. Kimse geçmişini unutmamalı. Şöhret elbette bitecek ama güzel anılmak önemli olan. Sedat hiç unutulmadı.

     

    Bir dönem yıldız bir futbolcunun eşiydiniz, Sedat Bey hastalanınca o camiadan koptunuz. Sedat’ın eskiden futbolcu arkadaşları bir daha aramadı mı?

     

    Saffet Sancaklı, Suat Kaya iyi arkadaşlarıydı ama hastayken aramadılar. Suat’ın eşi başsağlığına geldi ancak eve ayakkabısıyla girdi. Başbakan bile ayakkabısını çıkarmıştı.

     

    Bülent Korkmaz ile araları nasıldı?

     

    Onunla yıldızı barışmamıştı. Hakan Şükür ile de dost olamadılar.

     

    Sedat Bey kişilik olarak vefalı biri miydi?

     

    Çok yardımseverdi. Turgay Şener gözünü açtı Sedat yanındaydı. Tanju’nun da hapishanede yattığı dönemlerde Sedat yanındaydı. Birilerinin ihtiyacı varsa, parası yoksa da biz onların yanındaydık.

     

    Fatih Terim hastalığı boyunca aramadı mı?

     

    Hocaya sorun. Yok gelmedi de, aramadı da.

     

    Modayı takip edebiliyor musunuz?

     

    Eskiden ederdim. Futbolcu eşleriyle yarışabilmek için ama artık pazardan giyiniyorum.

     

     

     

    Sedat’a 29 harften oluşan bir tabela yaptım

     

    Nasıl iletişim kuruyordunuz?

     

    Gözlerle anlaşıyorduk, 29 harften oluşan bir tabela yapmıştım. Harfleri tek tek sayıyordum ona, gözlerini kırpınca o harfte duruyordum. Zaten iki harf söylese ben ne diyeceğini tahmin ediyordum. O her şeyi duyuyordu, her şeyi anlıyordu sadece konuşamıyordu, dokunamıyordu. Ben onun eli, ayağı, gözü olmuştum.

     

    Duygusal olarak özel anlar yaşayabiliyor muydunuz?

     

    Gözlerinin içinde mutluluğu görebiliyordum. Ağladığı da oluyordu. Sadece pazar günleri başbaşa kalabiliyorduk. O günlerde dertleşirdik Sedat’la. Ben ona “Paşam artık iyileş, çok yoruldum, çocuklar büyüdü. Seninle konuşmak istedikleri şeyler var. Bir an önce ayağa kalk ki yükümü hafiflet benim” derdim.

     

    Ne cevap verirdi?

     

    “Allah izin verirse ayağa kalkacağım” derdi. Yukarı bakardı, o zamanlar bilirdim ki, hep “Allah” derdi. “Artık çocuklar evlendiğinde torunlarımı severim. Onlara sarılır, top oynarım” derdi.

     

    Ev hanımısınız, Sedat Bey hastalanınca maddi durumunuz nasıl oldu?

     

    F.Bahçe kulübü bizi her zaman destekledi. Belli bir birikimimiz vardı ama zamanla birikim de bitiyor. Ev hanımıyım. Bir dönem çalıştığım için emekli oldum. Yardımlar olmasa, iki emekli maaşıyla iki çocuğu okutamazdık. Sedat’ın tıbbi malzemelerini de SSK’dan aldım.

     

    Bir kadın olarak hem duygusal hem cinsel yönden tatmin edilemiyor olmak sizi etkilemedi mi?

     

    Etkilemez mi. Dönem dönem çok yoruldum. Zaten 10 yıldır psikolojik destek alıyorum. Bazen Sedat’a “Hayatımız hep böyle gidecek mi gidecek. Biz eski günlere dönebilecek miyiz, yoksa hiç mutlu olamayacak mıyız?” diyordum. 12 seneden beri çocuklarımla ve kocamla bir masada oturup yemek yiyemedik.

     

    Sedat Bey hastalandıktan sonra en çok neyi özlediniz?

     

    Sesini özledim, ona sarılmayı, onun çocuklara sarılmasını. Bir kadının isteyebileceği her şeyi özlüyorsunuz. Gözünüzün önünden film şeridi gibi geçiyor her şey.

     

    Sedat Bey’i dışarı çıkarır mıydınız?

     

    Sahile giderdik. Balık tutardık birlikte. İnsanları çok seviyordu Sedat. Yolda Sedat’ı tanıdıkları zaman çok mutlu oluyordu.

     

    (Haber7)

     

    Bir Fatiha'yı çok görmeyelim arkadaşlar.


  4. Ertuğrul Günay denilen adamın büyük ihtimalle bir pislik çıkaracağını bundan yaklaşık 1.5 yıl önce Burada söylemişim, yine iyi dayandı şu ana kadar helal olsun. Orada büyük bir sinirle söylediğimin aksine oyumu haram etmeyeceğim tabii. Fakat Kültür bakanlığı gibi bir makama bir solcuyu getirmenin ne büyük bir rezalet olduğunu şu sitedeki herkes takdir edebilir herhalde. Kültür bakanlığı için düşünülebilecek en son insandır Ertuğrul Günay kültürün ne demek olduğunu, bu mevkiin ne manaya geldiğini bilenler için. İlle de toplumun geneline hitap ettiğinizi göstermek adına bu solcu eskisini kabineye alacaksanız, Çalışma Bakanlığı gibi bir mevkiin ne güne durduğu merakı uyanıyor. Kültür bakanlığı, toplumun yönlendirilmesi adına o kadar hayati bir koltuktur ki bunu bile bile bir solcunun leğen kemiklerinin altına bırakmak, o dönem içerisinde gelişecek irfan hadiselerinin solcuların tahakkümüne teslim edildiğini gösterir. Art niyetle değil, korkunç bir gafletle... Geneliyle büyük sempati duyduğum bu hükümetin beni en çok sinirlendiren yanlarından birisi bu kadar mühim bir bakanlığı 7 yıldır -af buyurunuz- tam manasıyla piç etmesiydi. Önce Erkan Mumcu, sonra efsanevi bakan Atilla Koç, şimdi de CHP eski genel sekreteri, genel seçimden bir yıl öncesine kadar Saadetçilerin İBB'ye başkan adayı gösterecek kendisinden başka birini bulamadığı ve Aydın Doğan'ın pompalamasıyla %5 oy alabilen Bekaroğlu'yla solcu Müslüman partisi kurmaya çalışırken kapağı atacak yeri bulan Ertuğrul Günay... Kültür mirasımıza sahip çıkacak olanlar, bizim İslamla yoğrulmuş kültürümüzü gündeme taşıyacak, en iyi şekilde temsil edecek ve devlet imkanlarıyla destekleyecek olanlar bu adamlar mı? Bu adamlar hem bizim görüşümüzü yansıtmaktan uzak, hem de yeteneksizin (bi tanesi karaktersizin) önde gideni. 300 küsür adamın içinde kültür bakanı yapacak başka bir adam bulamıyorsanız teknokrat olarak İskender Pala'yı filan getirin be kardeşim, bu ne rezalettir Allah aşkına? İrfan bir milletin hamurunu yoğuran en kıymetli amildir, bunu da mı bilmiyorsunuz?

     

    Ertuğrul Efendi Muhsin Başkan'ın Taceddin Dergahı'na defnine ilişkin bakanlar kurulu kararını imzalamayan tek fırlama olmuş. Nazım'ın itibarını (!) iade ettiren şahıs olan Günay'ın içinde kalan kuyruk acılarını bundan daha güzel hangi hareketi gösterebilir? Nazım'a itibar iadesi yüzünden kızgın değilim fakat bu gibi hareketler yalnızca solcular için yapılınca insan sinirleniyor, hatta ben nefret ediyorum mesela. Üstad belgeseline dilenciye sadaka kabilinden 5 milyar verdiği söylenirdi bu bakanlığın 2005'te. Bugün ise Azize Saylan'ın avukatlığını da, sözümona bizim camiadan, bu makamda oturan adamdan başka yapacak kimse çıkmadı.

     

    Bu adam Ak Parti'ye hiçbir şey kazandırmamıştır, kazandıramaz da. İnşallah ufak bir kabine revizyonunda sepetlenecek ilk adam bu olur. Hakikaten sinirliyim. Rezilliğin böylesi...


  5. Bak canım, ben eğer seni eleştirirken sadece seni övenin seviyesizliğinden dem vursaydım yazına başlarken söylediklerini söyleyebilirdin fakat o nokta, hem seviyede birbirinizi bulduğunuzu ifade etme ihtiyacından ileri geliyor, hem de araya saçma sapan laf sokan bir şahsa kendisinin ne olduğunu öğretme isteğinden doğuyor. Abidin-Üstad örneğinin karşısında, Tencere-Kapak ve Yalçın Küçük-Abdullah Öcalan örneği de var di mi? Mevzuyu yine anlayamayıp hoşuna giden bir tarafından ele almaya kalkmışsın, ne dediğini anlayamayan birisiyle yazışmak anlattığın fıkranın bir de şerhini yapmak kadar iğrenç bir hal. Yazıyı gözünle oku şeker kardeşim, okuyamıyorsan birisi okusun da kulağınla dinle tamam mı? Sonra emin ol, bir sürü yanı olan bir yazının sadece bir yönünü, onu da yanlış yorumlayarak ele almakla paça yırtmaya çalışmak ileri zekalılığını gösteremeyeceksin o zaman.

     

    İddia tezi mi? Ahahhaahahahahahahaha :( :( Kendini ne zannediyosun hoca sen, Albert Einstein filan mı? İddi tezleyini çüyütememişij amcası göydün mü? Yavyuum beniiim. İddia tezi diye bir şey olsa ortada çürütürdük, ortada kuyruk acısından kaynağını alan bir çığlık var ki bunun gereksizliğini kendi düşen ağlamaz fevasınca gösterdik, daha ne istiyorsun? Altıya kadar saymayı nasıl öğrettim sana sümüklübebek, ne çabuk unuttun, hafızan altı maddeyi aklında tutamayacak bir zaaf içinde mi? Yukarıdaki mesajdan sonra hala 'Ben yendiiim ben yendim' diye mızıklamanın manası ne a benim cahil cesaretine sahip gelişimini tamamlayamamış tıfılım, şamaroğlanlığına doyamıyor musun? Herkesten daha cesurmuş abileri bakın, maşallah deyin maşallah, küçükken siz de 'ben herkesten daha güçlüyüm!' veya 'Benim babam heykeşi dövey' diye övünmez miydiniz? 'Heykes öcüden koykuyo ama ben koykmuyoyum!' diye büyüklük ispatına girişmiş bi de, sütünü içip de gel sevimli velet, içmezsen büyüyemez, herkesi dövemezsin tamam mı yavrum? Ah ah ah abileri bakın idolü de Robin Hood'muş kardeşimizin, ah canım ne kadar da şeker!

     

    Hala ortaya tez koymadın antitez koymadın bitbitbit diye sayıklıyorsun yahu, kendine saygın varsa o mesajı oku da altı maddelik manifestomu (muahahahahaahahhaha :() iyi bir belle bakalım benim küçük cesuryüreğim. Rezil olmayı da göze alırmış, rezil olmak için yazmıyor olmayasın mazoşist çocuk? Kaybettin, cevâb veremedin filan diyor hala :(, tamam canım geçirdiğin travmayı atlatman zor oluyor, tamam, ağlama. Neden çocukluğundan bahsettiğim de satırlarda gizli. Bu yazıları ancak zihinsel gelişimini tamamlayamamış bir ufaklık yazabilirdi, nitekim bu vurgunun 'ühü ühü bana çocuk dedi' duygularıyla yankı bulması beni daha bir eğlendiriyor, sağolasın. Alınganken daha bir tatlısın ufaklık!

     

    Ulan ufaklık şaka maka iyi eğlendirdin beni, keyfimi yerine getirdin Allah razı olsun. Maskot mübarek, maskot!

     

    ben buradaki herkesten(sen dahil) daha cesurum. ... ben elinde bıçakla bana saldıran senin gibi bir cüceyi bir kez bile vurmadan ve vurdurtmadan duvara yapıştıran kişiyim.

     

    Waaaaw! Ahahahahahahahahahahahah :D :D Sen neymişsin be aaaabi? :D Ufaklığın fantezilere, hülyalara, halüsinasyonlara bak :D Kendi kendinin Freudian analizini yaptın mı küçük? Ağzını burnunu çok kırmışlar sanki vaktinde? ::D

     

    Gelelim çalan çingene gördü mü dayanamayıp oynamaya başlayan dansöze, yani çanakçı furkana: Büşraaa nam şahsın profiline yazdığın mesajda kullandığın ifadenin galizliğine değil de 'muhtemelen' denerek ifade edilen ve dışarıdan bakıldığında akıllara ilk gelecek olan 'ihtimal'in dile getirilişine ne kadar çok kızıyorsun öyle, gururu kırılmış Delikanlı ergenim benim. Ben 'Bu böyledir' demedim, dışarıdan bakan bir şahıs olarak akla ilk gelen ve gelmesi de hayli normal olan bir ihtimali yazdım, hepsi bu güzel kardeşim. Şerefsiz demek için bahane arıyosan hiç gerek yok, ben 'vay hakaret etti vay bana vurdu' diye ağlamam. Ahahaahha

     

    Yalnızım beyler; kurak Çöllerime inecek, önümde vahalar yeşertecek bir nur bulamadım gitti! Töbe töbe yau :D ahahahahahahahaha


  6. Diş dolgusu gibi yeni bir mesele ortaya çıktığında içtihat kapısı hala açıktı ki alimlerin kıyasları nakledildi diyorsun yani. Ah be şeksizim yine yaptın yapacağını :( Elbette ki mezhep müçtehitlerinin kıyaslarından yapılan direkt iktibaslara nakil diyebiliriz. Daha yeni alimlerin görüşlerinden yapılan nakillere de nas derecesinde olmasa da kıymet ithaf etmek gerekir. Yalnız bu içtihat kapısı son yüz yılda filan mı fiilen kapandı ki yeni mevzularda 'nakil yapıyorum, dolgulular Hanefi'ye göre cünübdür bre!' gibi bir hükme varılabilsin. Yeni meseleler çıktıkça alimler çeşitli yargılara varmak durumundadır. Bunlara teknik manada müçtehit deyiniz veya demeyiniz, siz bilirsiniz fakat yeni mevzular çıkmaya devam ettikçe onlar hakkında varılan hükümler, yeni kitap gelmeyeceğine göre, kıyasla veya geçmişteki bazı hükümler ışığında bazı neticelere varılarak çıkarılacak ve İslam hayatla beraber ilerleyecektir ki bu ikinci durum bile bildiğin kıyastır. Diş dolgusu ve organ nakli mevzularını, madem ki müçtehit kapısı fiilde kapandı, ancak kıyasla çözebilirsin ki ilk mesajda görüldüğü üzere nakil yapıyorum zannı altında kıyasın kralını yapmış babalar. Sen bana mevzuunun genelini söylüyorsun, fakat söylediklerin malesef bizim yazdığımıza cevap değil, çünkü biz spesifik bir durumu ele alıyoruz, genel mevzuda bir sıkıntı yok. Fakat insanlar ne yaptığını ve ne dediğini bilsin...

     

    Uzun yıllar boyu ben de HHI taraflarından beslenmiştim, tanırım kendilerini, sağolasın :(


  7. Koyver bakalım cami duvarına doğru karınağrısı, sonunda meşhur olmak var. Arkandan seviyene denk şakşakçıların da dökülmeye başladı, kuyruğunuz acıyorsa kesip atarız minik aslanlar hiç üzülmeyin! Şakşakçıya da bak, muhtemelen sevgilisi olan şahsın profiline girip 'gerçekten Çöle inen bir nur' yazacak kadar düşmüş, özel manada Üstad'ın Peygamber için kullandığı sıfatı Üstad adına açılmış sitede bir hatuna layık görüp utanmadan yazabilmiş, okuduğunu anlamaktan mazur bir kazma!

     

    Bu bir suçluluk psikolojisi midir? Büyüyünce papağan olmaya mı karar verdin çocuk? Hayvanlara benzemeye çalışmak iyi değildir bak kulağına küpe, ağzına lolipop, eline de oyuncak bebek olsun bu sözüm, iyi belle. Yakında 'One minute' dersen ana vatanınız Venezüella'ya uçak biletini ben alacağım. Bir de tehdit ediyor. Başlangıçta saçmalayıp sıva, sonra da 'seni gidi terbiyesiz hakaret ediyosun bana, bak bi daha hakaret edersen seni döverim bitbitbit' diye pencereme konan mini mini kuşa nazire yap, olsun bitsin di mi? İlkokulda mı öğrettiler sana bunu bakiim? Bundan 4 5 yıl önce 2 kişi Mürid ve iki arkadaşının önünü kesmiş de bunlardan birini evire çevire sokak ortasında dövmeye başlamış, bizim elemanın dayak yiyen arkadaşı ne dese beğenirsiniz? 'Bak vurmuyorum, bak vurmuyorum!...' Sonra da ensesinde patlayan son bi tokatla garibim yeri öpmüş, 'Bak vurmuyorum...' blöfü de hatırladıkça kendisine gülmemizi sağlayan hoş bir sada olmuştu. Hakaret anlayışına göre bu fotoğraflarım da sana hakaret gibi gelir, yenilgiyi kabulüm mü sayacaksın? Yapma ya, ne kadar üzüldüm, ne kadar ezildim bilemezsin primatif bebek. Ahahaha, yenik sayacakmış beni ya! Bilek güreşi yaptığımızı filan mı ufaklık? Hani takvim veya zeka yaşları 5 civarında gezen çocuklara şakadan sataşırsınız da bir güzel haşlarsınız, sonunda o yine 'Ben dövdüüm bananeee' diye arkanızdan sümüğünü çeke çeke bağırır, aynı bu tablo.

     

    Ulan kuyruğuna basılmış uyuz sokak köpeği gibi viyaklayan öküz fotoğrafı, tamam velet olabilirsin de dangalaklığın lüzumu ne? Descartes'ın emmioğluna bak, ne de güzel çıkarımlar yapıyor öyle. Bili bili bili. Patilerinin çok tatlı olduğunu sana daha önce söyleyen olmuş muydu? Neymiş efendim ben aslında nickimin bilinmesini istiyormuşum da söylemeyip milletin merak etmesini sağlayarak eğleniyormuşum da... Gel minik, sana sayı saymayı öğreteyim. Üstünden bu kadar zaman geçtiği halde söylemek istediğim şeyi 2-3 yıldır içimde tutmayacak bir yapıda olduğuma 600 küsür mesajım bir delildir merak etme bu biir, kişinin sırrını yalnızca istediğiyle paylaşabileceği hakikatini görmezden gelecek kadar fodulsan baştan söyle de sana yazmayayım bu iki, 'Manasını açıklamayacağım' lafının manayı aşikar etme arzusunun tezahürü olmayıp da dostlarla latifeleşmek amacıyla yazıldığının, üç günde yarısı tek satırlık altmış tane mesaj yazıp sivrilmeye çalışan bir taze ergenin sahip olduğu düşük kapasite tarafından idrak edilebilmesini zaten beklemiyorum üç, sivrilmek için sen ilk bakışta anlaşılmaz bir nick al da dene bakalım benim yaptığımı, kimse seni bu seviyenle kaale alıp da sözümona gündemde tutacak mı bu dört, eğlenmek için insanların meraklarından ziyade salaklıklarını daha çok sevdiğimi diğer başlıkta üzerinde ispatladım zaten beş. altıncısı da var: Senin bu söylediklerinin, nickin sırf merak edilmesi için yazıldığına dair fırlattığın pislikle ne alakası var yumurta üretim çiftliği? Rumuzumun bilinmesini istiyorum veya istemiyorum, bu hal o rumuzun bilinmemesi için alındığını mı gösterir? Sebebi sonuçtan, ana fikri yan fikirden ayıramayan, samandan mamul bir beyin mi taşıyorsun? Onu nerenden çıkarabildin? Hadi bakalım evladım, kapasiteni fazla zorlamayalım, bugünkü dersimiz 6'da kalsın. Biraz daha büyüdüğünde anlatım teknikleri üzerinde de çalışırız bak, yazdığın şey bütünüyle anlaşılamıyor, ben decoder sonucuna göre yazıyorum fakat ola ki decoder yanlış çözmüştür.

     

    Bu arada sana göre hakaret, bana göre fotoğraf olan sözlerimden yola çıkarak önceki mesajda ortaya çıkardığın komedyaya atıfta bulunup kendi kendini galip (!) (ahahahaha) ilan etmeye kalkmak gibi bir patolojik bozukluk sergileyebilirsin. Fakat şunu da hatırlatayım ki ufaklık, senin o başlıkta düştüğün halden sonra sadece kendini inandırabileceğin bir beraberlik sayısı elde etmek adına attığın taklalar, namusunu kaptırdığı kişiye dönerek 'aahaha ahahaha fermuarı açık kalmııış' diye kendini teselli eden zavallı mağdurenin halini remzlendiriyor. De uza şimdi acemi Saadettin Teksoy, Sigmund Freud'un yandan yemişi!


  8. Anaaa şirinler forumda gösterime girmiş :( Gel şöyle elimin altına ki sana biraz giydirip seni de gündem yapayım, seni de meşhur edeyim ufaklık. Sırf millet merak etsin diye böyle yazdığım aşikarmış. Hahahahah Birader beynimizde scan disk yapmış sanki. Nereye aşikar ulan, üç harflilerden haber mi aldın? Üye olurken demişim ki ben 'Öyle bir nick seçeyim ki millet merak etsin, onlar merak ederse ben de gündemde kalırım'. Muhahahaha ne kadar zekisiniz yau? Haşa prensim, haşa çiçeğiburnunda, geveze ve niyet okuyucu antenim; Onu ancak senin gibi gündemde kalmaya ihtiyacı olan geriye doğru ileri zekalılar akıl edebilir, bizim haddimize mi bu yüce beyin performansını gösterebilmek? Gündemde kalmak arzum sebebiyle 160 bin küsür üyeli bi sitedeki s.modluğumu bırakmışımdır zaten. Millet arkamdan 'Vayy bee' desin diye yapmışımdır kesin di mi? Çok şekersin sen karınağrısı..

     

    Achar, böyle komik bir neticeye varabilmek için, forumda mütemadiyen gevezelik yapmak yerine azıcık araştırma yapmak tercih edilmediğinden bir çift kelime ile maymun edilmek ve daha sonra bu kuyruk acısıyla işkembeye kuvvet, şöyle bir zorlanmak yeterli olsa gerek. Muhtemelen sebep budur. Ben böyle tahmin ettim bakalım benim güzel antenim nasıl açıklayacak?


  9. İçimden, dolgunun gusle engel olmadığını belirten bir görüşün takibinde olduğumu geçirebilirim elbette. Fetvam da var kapı gibi, öbür tarafta Bediüzzaman'ın civarlarında takılırız artık napalım :(

     

    Eyvallah abiciğim. Ben iyi niyetine şahidim, Allah razı olsun... Bakarsın kafama eser de dediğini yaparım.


  10. Ali NFK'cığım tamam seni anlıyoruz. Sıkıntı senin sylediğin şeyde değil. Sen iki yoldan birini tercih ediyorsun, ben ve Adıdeğmez de diğer yolu takip ediyoruz. Sen de tıpkı bizim gibi takip etmemekte olduğun görüşü reddetmiyorsun ve o görüşün de değerli bir İslam aliminden doğduğunu kabul ediyorsun. Derdini de güzelce anlattın, eyvallah. Sana dediğimiz, sana denebilecek hiçbir şey yok.

     

    Lakin birileri hala papağanlık edip tutturdukları teraneyi, sizin cevaben yazdıklarınızı okuma tenezzülü dahi göstermeden ortaya püskürterek çapsızlık ispatına girişmeyi marifet zannediyor, derdimiz o. 'İslamiyet nakil dinidir bilader' diye bir klişe öğrenmişler, bozuk plak gibi tekerleyip duruyorlar. Organ bağışı mevzuunu nakille çözemezsiniz (sadece bir örnek). Ha şimdi biri çıkıp tıpkı dolgu mevzuunda olduğu gibi nakillerden bir kıyas yapar ve 'Al sana nakil' deme denyoluğunda bulunur, yaparlar bunu biliyorum. Fakat olaya dikkatli bakarsanız bunun da bir kıyas olduğunu görürsünüz. Temel nakildir, tamam, kimse bunu reddedemez. Fakat kendileri kıyas yapıp da bunu söylemiyorlar mı, şartellerim atıyor. Sus sus nereye kadar? Bir de Adıdeğmezin de altını çizdiği şekilde 'Seninki de alim mi lan anten, benim alimlerim sizinkine basar' tavrı var ki 'Git bi oksijen al gel' diye tepki koymak müstehakını vermek olur. Baydınız yemin ederim yahu. Ne varsa bi tek HHI'nın alimliğine fetva verdiklerinde var zaten. Pehh! Git gide kendinizden soğuttuğunuzun farkında mısınız?


  11. O diil de bu Bahriye Üçok tam bir kazmaymış afedersiniz. Bu ne yahu? Aydın maydın derler şu hatuna, köy enstitüsü çıkışlı sümüklü veletten ne farkı var, şu cevaplara bak. Rahmetli rejim davulcusunun, odun kafalının tekiymiş. Rejimi yalama derdiyle söylediklerine neremle güleceğimi şaşırdım.


  12. Yapacağınız ömrünüzde bir defaya mahsus gönlünüzden sadece ama sadece bir kez "gusul abdestinde Maliki mezhebini taklide niyet ettim" demek.Tek farkı artık çıplak elle cinsî uzvunuza(uzuvun üstünü örten birşey yokken) avucunuz değerse namaz abdestinizin bozulması.Özellikle Maliki mezhebi seçilmiştir, çünkü tek farkı Hanefiyle budur.Üstad gibi Şâfî seçilse bayağı bir fark olucaktı.Ömürde birkez kalpten gusulde Malikiyi taklide niyet ediyorum demek herhalde birşey kaybettirmez.

    Bana kaybettirir şeksizciğim kusura bakma. Bu bir tavır meselesi, duruş mevzuu. Tıpkı müridlere durup dururken sigara içirtmek gibi. Senin dediğin de mantıksız değil elbette, isteyen için güzel bir tavsiye oldu sağolasın. Fakat ben Hanefiliğe leke sürdürmek istemiyorum. Yaşasın Hanefilik. Davadan dönmek yok. Hem dolgulu, hem de Hanefi nasıl olunurmuş cümle aleme göstereceğim, gösteriyorum, göööösterrrdim!


  13. Ben bu belgeseli bir TV kanalının arşiv departmanında çalışan bir tanıdık vasıtasıyla elde ettiğimden, belgeselin aslının VCD veya DVD'sinin yayınlı olup olmadığı hususunda cehalet makamındayım efendim, kusura bakmayın. Malesef yardımcı olamayacağım. Belki TRT ile iletişim kurarak bu belgeseli isteyebilirsiniz. Bir de TRT marketleri olduğu söylenir, nerededir, var mıdır, bir bilgim yok. Öyle bir şey varsa Para filmini de almak nefis olurdu aslında.


  14. Hehh, işte ben de tam bunu diyordum. Gulund ağabeyin tavrında dinimizislam.com'u izlemek malesef mümkün. Harun ne kadar olgun davranıyorsa, yaşı Harunun yaşını belki de üçe katlayan Gulund ağabeyimizin tavrı bir o kadar ters. Bakın 'bence ters' filan demiyorum, rölativist takılmayı sevmiyorum :shake2: Tartışmaya girecek halim yok, bu günlerde kendimi üzerinize afiyet biraz sevgi kelebeği gibi hissediyorum erenler. Gerçi daha geçende MHP'lilere kızıp 'Ulan siz ne biçim adamlarsınız ki neredeyse olduğunuz gibi dosyacı kemala abanma cüretini göstermekten utanmıyorsunuz, dava mava diye mangalda kül bırakmayan pabuç delikanlıları iktidar çekememezliği yüzünden tutup belediye seçiminde dahi ezik ezik chp ye akıverdi de bize ikisinin üst üste konup katlanması ve çöpe atılmasıyla neticelenen bir zafer izlettiler, chp ye oy vereceğim günün sabahı Allah benim canımı alsın da bu seviyeye dek alçaklaşamayayım, adi herifler' deyu dua eder idim ama zamanla herkesin kendine yakışanı yapacağına hükmedip rahatlamıştım azizan. O gün bugündür içimde bir huzur hissediyorum. Ah, deniz kenarlarına gidip kumsallarda stres atmak var şimdi. Geçen gemilerin dalgalandırdığı yosun kokulu denizin sesi ne kadar da tatlıdır. Hele hele elinizdeki simiti martılara fırlatarak zai etmek nevinden faaliyetlere sempati besliyorsanız hissedeceğiniz tad bir başka olur. Hem ne diyordu şarapçı Teo: San geçarkean sıahildeğn siessiihiizjeee, yemilaarr'... Havalar ısındı, montu çıkardım bugün. Gerçi insan otobüslerde yine terliyor. Kışın, yağmurda ıslanan yağlı saçların rayihasıyla dolan otobüsler, şimdilerde burcu burcu kokan koltuk altlarına mihmandarlık etmeye başladı. Kış gelende bazı uzun saçlı ablaların kafası arada sırada insanın burnuna giriyor ki o kokuyu burnunun kökünde duyup da mide krizleri geçirmemek insan kudretini fersah fersah aşan muhal bir muvaffakiyettir. Dolayısıyla ben yaz aylarını daha bir fazla severim. İyi de size ne yav? Fazla huzur insanın çenesini düşürüyor galiba.

     

    Heh, ne diyeceğimi unutuyordum iyi mi? Uzatmadan bir iki noktaya değinip gideceğim. "Kalbime bu nokta geldi" sözü çok da fena bir söz değil, İslamiyet'in temeli kesinlikle nakil olsa da İslamiyet tamamıyla nakilden ibaret bir din değildir. Öyle olsaydı bugün yaşayamazdı. Papağanların ömrü kısa oluyor malum. Kaldı ki diş dolgusunu yemek artığıyla kıyaslayan da Allah uzun ömürler versin, 86lık nenem değil gördüğünüz gibi. Buna kimse kalkıp da 'Nakil yapıyorum bilader' diyemez. Ayrıca kalbi keşiflerin tamamen itibardan uzak olduğunu da söylemek mümkün değil, 'Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım' şeklindeki meşhur hadis-i kudsinin 'kalbî' bir keşif olduğunu bilirsiniz. Sen kurumuş yemek parçalarının abdeste engel olacağını ve bu yüzden dolgunun caiz olmadığını söyleyerek bir kıyas yapıyorsan, Said-i Nursi'ye aynı metodolojiyi kullandığı için dahleyleyemezsin. Neymiş efendim biri zaruretmiş biri ihtiyaçmış. Tamamen ölmemiş dişimi neden söktüreyim ki, neden hemen cyboarglaşmaya başlayayım ki. Bize salık verdiğiniz şey basit bir şey değil netekim, caanım dişi kopartıp yerine 7-8 katı para dökerek suni bir diş takın diyorsunuz. Yoksa öyle demiyor da Uzun menzilli ağız kokusuyla, ufacık bi parça domatesi yerken kıvranmanıza sebep olacak bir dişle çürük çürük gezin mi diyorsunuz? Mühim olan dişin eski haline gelmesini sağlamak mıdır, yoksa desteklenip fonksiyonunu korumasını temin midir? Kesip atmak, yerine protez takmak çözümse kolunuzdaki yarayı da mesh etmeyin, protez kollar var böyle, gerçek kol gibi idare edilebiliyor neredeyse. Ben Said-i Nursi'nin yaklaşım tarzını tercih ediyorum, daha İslami duruyor. Fakat velev ki dolgu Hanefi mezhebine göre caiz olmasın (bu yargı da bir kıyasın neticesidir, unutmayın) Şafiiler gibi de düşünmek mümkün burada malum. Normal şartlar altında tercih edilen bir mezhebe bağlı kalmak izlenmesi gereken bir yoldur ve efdal olandır. Lakin mezhepler arasındaki geçişi din değiştirmek gibi sert çizgiler içine hapsetmek doğru değil. Sürekli işine geleni yapmak amacıyla farklı mezhepleri hayatında sentezlemek ne kadar pis bir tavırsa, bir mezhebin mütakibi olunduğu halde nadiren başka bir mezhebin gerçekçi ve uygun hükmüne paralel davranmayı da sanki farklı bir dine geçiliyormuş gibi korkunç bir asabiyetle reddetmek de kabil olmasa gerek. Hal böyleyken sövmenin manası yok, insanları soğutmak manasız. İlm-i hal bilgisi verirken dilleriyle adam dövüyorlar resmen yahu. İyi ki İmam-ı Şafi devrinde böyle adamlar yoktu. Alimallah adamcağızı iki seksen sererlerdi tez elden. İki içtihat da güzeldir ve bir hanefi olarak bir iki seferliğine Şafilerden zaruri bir meselede destek almak fena değildir. Ayrıca her ne kadar HHİciler pek beğenmese de Bediüzzaman da en az HHİ kadar muteber bir adamdır. Şimdi kimse 'O adam kendi konuşmuyo, yüce İslam alimlerinden iktibaslar yapıp konuşuyo, nasıl karşılaştırırsın bre zındık' diyecek kadar düşmeyecek di mi?

     

    Şu 'İslam alimlerinin yazıları demek ki gözünüzde kıymetli değil!' lafı gülünç bi hal ile karşı karşıya kaldığımızı ihtar ediyor olabilir, ben karışmayayım. Gerçi nefrazde kendini savunmuş ama bana bu tavırla gelinseydi paragraflarca eğlenirdim herhalde.

     

    Öte yandan yazıyı yazanların kazmaca üslubu yüzünden, tüm söylediklerini tamamen itibardan ırak kabul etmek de doğru bir tavır olmasa gerek. Bu noktada Nefrazde ile ayrılıyoruz sanırım, fakat ben kendisinin yazının içeriğinden ziyade yazının zatından hoşlanmadığını ifade etmeye çalıştığını düşünerek bir ortak nokta arayayım. Yazıda iktibas edilenler kıymetli olabilir fakat yazı kıymetsiz olabilir pek ala. Nitekim dolgunun Hanefi itikadınca gusle engel olduğunu söyleyen görüşler var ve buna kimse değersiz diyemez. Bu kadar kötü bir üslup ve tarz söylenenlere karşı tavır alınmasını da beraberinde getirebilir fakat bu tavrı geliştirmemek en doğrusu...

     

    Namaz beş vakittir bre cahiller, bre hayınlar, iyi bilesüz!


  15. Fakir de burada nefrazde ile aynı paralelde düşünüyorum acizane. İmdü siz de tiz bencileyin düşünesüz ağalar. :shake2:

     

    Diğer içtihadı da 'olur mu canım, amma da sallamışlar yahu' diye kesip atmak ve Allah'ın dinine çizgiler çekmeye gücü asla yetmeyecek akıllarıyla ahkam kesen entel maskeli, karışık kafalı maskara kibir heykelleri gibi harcamaya çalışmak doğru değil (başka başlıklara biraz gönderme yapalım) fakat sanki diğerini tercih etmek daha uygun gibi duruyor. Neticede kimse keyfinden dolgu yaptırmıyor, inci gibi çürük dişimizden olup ağzımızdaki koca bir gediğin refakatinde gezinme mecburiyetinden kurtulmak için dolgu yaptırıyoruz efendim biz çürükler. Dişin normalde suyla temas eden yüzeyi bazı durumlarda tamamen sökülüyor, dişin içine su değmesi de zaten normal şartlarda gerekli değil. Mesh meselesi zaten var. Bu da bir zaruret olarak değerlendirilmeli bence. Böyle bir işi zorlaştırmak çok da doğru olmasa gerek. Hele hele 'vay cahil, vay sapık, vay bidatçi' deyuben asabiyetle sinir germek de hiç doğru değil. İktibasın yapıldığı sitede malesef bu hadise biraz fazlaca var. Bakın şimdi belki burada beni de linç etmeye çalışacak birileri belki ama yıkılmayacağım, ayakta kalacağım. Efendim esasında bu fetva, Hanefi mezhebini gururla temsil eden yüce halkımızın yarısını cebren ve hile ile Şafilik saflarına çekmeyi kafalarına koymuş dış mihraklar ve şer odakları.. Tamam be sustum, Allah Allah. Ak Parti de zaten toprakları sata sata bitirdi zaten, haberiniz yok mu? Aaaa, çok ayıp. Gâvur yarın gelip de 'bire çıkın torpağımdan' diyende ne halt yiyeceğiz hiç düşündünüz mü? Nolacak bu neslin hali Kemal paşam?


  16. Muhsin Başkan

     

    Türkiye'nin açık duran temiz sayfalarından biriydi. Onun arkasından yazmak ve bu sayfanın kapandığına şahit olmak çok zoruma gidiyor. O bizim gençliğimizin lideriydi. Hep, hem bizden, hem de bizden fazla biriydi. Kendimizi onda bulduk ve onunla temsil

    ettik. O bizim yüreğimiz, bizim duruşumuz, bizim sesimizdi. Zaman zaman korksak da, o bizim hiç geri adım atmayan cesaretimizdi. Dünya telaşı ile yalpalarken, o cetvelle çizilmiş gibi dümdüz yolunda ilerleyen gölgemizdi. Hiç eğilmeyen başımız, hiç zedelenmeyen onurumuzdu. Zamanla biz onu yalnız bıraksak da, o bizden hiç vazgeçmedi.

     

    O bizim Muhsin Başkan'ımızdı.

     

    1976 yılının Eylül ayının başlarıydı. Siyasal'da yeni öğrencilerin kayıtları devam ediyordu. Dev-Yol, fakültenin girişine masayı kurmuş, gelenleri zorla derneğe kaydediyor, haraç alıyordu. Bize selam verip kayıt yaptırmaya gidenlerden birkaçını da sıkıştırmışlar. Sorumluluk bendeydi. Yardım istedim. Site Yurdu'nda iki kişi beni buldu. Mütevazı ama çok kararlı görüneni benimle konuştu. Muhsin Yazıcıoğlu ile ilk karşılaşmamdı.

     

    İki saat sonra, kulaktan kulağa yayılan, iki kişinin Siyasal'ı bastığı ve iki metre boyundaki Sedat'ın herkesin ortasında adamakıllı dayak yediğine dair inanılması güç bir rivayeti dinliyordum. Birkaç gün sonra burnu bantlı Dev-Yol liderini görünce ben de bu hikâyeye inandım. Bu anekdotu, 70'li yılların Muhsin Başkan'ını resmetmek için aktardım. O yıllarda onu tanıyan herkes, size benzer hikâyeler anlatacaktır.

     

    Sonra Genel Merkez'de beraber çalıştık. Bizim genel başkanımız olmuştu. Doğuştan lider özelliklerine sahipti. Şiddetin tırmandığı yıllarda zirvedeki adamlardan biriydi; ama sükûnetini ve sağduyusunu hiç kaybetmedi. Olanlardan hepimiz sorumluyduk; ama irade bize ait değildi. Çaresizlik içinde güvenecek bir dal arıyorduk. Hepimiz ona güvenirdik. Hepimiz ona inanırdık. Bizi yarı yolda bırakmayacağını, bize yanlış yaptırmayacağını bilirdik.

     

    O yıllarda, ülkemizin ciddi bir tehdit altında olduğuna inanmış ve aynı davaya gönül vermiştik. Ama siyaset ideolojik saflığı bozuyordu. Partinin gündelik siyasete endeksli tutumu ile bizim "kesin inançlı" tavrımız sık sık çatışıyordu. Eleştirilerimiz "Albay"a kadar çıkmasa da, 77'de sayıları artan milletvekillerini hedef alabiliyordu. Çok sert restleşmeler yaşadık. Muhsin Başkan bu sürtüşmeler boyunca dimdik durdu. Onun desteğiyle Ülkü Ocakları bünyesinde daha muhafazakâr ve daha toplumcu bir çizgi giderek netleşmeye başladı. Manzara dışardan göründüğü gibi değildi. O yıllarda da sonra da bizim tek liderimiz Muhsin Başkan'dı.

     

    Cezaevinde geçirdiği 7,5 sene zarfında ve sonrasında da bizim liderimiz olmaya devam etti. Hepimiz ona "Türkeş'in halefi" gözüyle bakardık. Aksini düşünen de çıkmazdı.

     

    Ne var ki liderler haleflerden hoşlanmıyorlar. Türkeş, yakın çevresini sürekli değiştirerek yoluna devam eden bir politikacı idi. Muhsin Başkan'ı değil ama, onun yakın arkadaşlarını çembere aldı. Muhsin Başkan, kendisine güvenenleri yarı yolda bırakmamak uğruna MHP'den ayrılmak zorunda kaldı. Ayrılırken geride geçmişten intikal eden bir şey bırakmadı, hepsini aldı yanında götürdü.

     

    Politikada farklıydı. Hep gerekli esnekliği gösteremediğini, kişiliğinden ve prensiplerinden ödün vermediğini düşünmüşümdür. Politika saf inançla yürümüyor; Muhsin Başkan hesap değil, gönül adamıydı. Politikanın içine taşıdığı kendi dünyasının bu toplumdaki karşılığını, evvelki akşam Büyük Birlik Partisi Genel Merkezi önünde endişe içinde ağlayan gençlerin yüzünde gördüm. Galiba onu tanıyanların, hepimizin yüzü öyleydi.

     

    İnsanın içinde bir şeyler ağırlaşıyor ve kopuyor. Kopan bedeninizden, yüreğinizden, beyninizden veya geçmişinizden bir parça değil. Her şeyinizin iyi ve güzel yanlarına dair çok esaslı bir şey. Özünüze dair.

     

    Son dakikalarında, o helikopterde herkesi nasıl sakinleştirdiğini, nasıl kaya gibi metin durduğunu gözümde canlandırırken, bizler niye darmadağın oluyoruz?

     

    Ah başkanım ah; bize kaybettirdiğinin ne olduğunu bir bilseydin.

    27 Mart 2009, Cuma

     

    Mümtaz'er Türköne

     

     

     

    Allah rahmet eylesin büyük insan...


  17. Kartal, kurgu. Binbaşı Hüsrev de muhtemelen kurgudur, onu bilmiyorum. Bunun yanında romanda pek görünmeyen birkaç kurgu şahıs daha olabilir, hatırlamıyorum şu an romanın tamamını. Fakat Napolyon mevzuu Üstad'ın konferanslarında filan da sıkça bahsettiği bir hadisedir. Marmara kıraathanesini önemli bir merkez olarak karşımıza çıkaran; böyle hadiselerin, böyle güzel insanlar tarafından böyle leziz sohbetler içerisinde anlatılmasıdır zaten. Gerçek kişilerle ilgili anlatılanlar, hakikati yansıtıyor. Ha mesela Mükremin Halil belki yazarın anlattığı kontekst içerisinde bunu anlatmamıştır ama mutlaka anlatmıştır. Emin olabilirsiniz. Pek çok farklı kaynaktan teyiti mümkün bunların. Hatta kurgu karakterlerin de ben aslında o gün kıraathaneye takılanlar arasında yaşayan tiplerden biraz uyarlama olduğu fikrindeyim. Onlar da kıraathane ruhunu yansıtan şahıslar... Boşuna 'Nerde böyle güzel mekanlar' diye hayıflanmıyoruz efendim yani :shake2: Mehmet Niyazi zaten belgesel romanların piridir. Doğru yazar genelde.


  18. Komşumuz olan bir teyze anlattı. Memleketi, helikopterin düştüğü dağa komşuymuş. 'Çok sarptır o dağ' dedi. 'Çok kişi kayboldu o dağda, cesetlerini bile bulamadık' dedi. Uçurumlarla örülü, yazın bile karı eksik olmaz bir dağmış. Yüce bir baş, yüce bir dağda yatıyor yani dostlar...

     

    Ne diyeyim bilmiyorum, çok çok çok üzgünüm. Kaderinde, ahir ömründe evlat acısı çekmek de varmış belli ki o ihtiyar kadının. Ağzı dualı bu 87'lik ninenin gözyaşları ateş damlaları halinde kalbime sızıyor sanki. Ne anlatayım, ne diyeyim bilmiyorum. Anlatamıyor, hissediyorum. Hisler nasıl anlatılsın ki. Kaza zaten trajik de, onu daha da acı hale getiren, insanın yüreğine saplanan ufak detaylar var ki değinmemek elde değil... Muhsin başkanın partililere bir hafta kadar önce 'Bu havada helikopter mi kullanılır, öldürecek misiniz beni' demesi, o çatallı Anadolulu sesiyle 'Adaylarımı size, sizi Allah'a emanet ediyorum' vasiyeti, mitingde ilk defa helikopter kullandıklarını söylemesi, İHA muhabirinin 112 ile konuşması... Vahşi hayvanlar, -15, -16 derecelik hava, kar, sis, kanamadan dolayı vücut sıcaklığını kaybeden, yaralı ve hareketsiz bedenler ve 24 saati geçen ıpıssız, susuz, belki cesetlerle kucak kucağa bir bekleyiş... Söylemeye dilimizin varmadığı şey hepimizin zihninden geçiyordur, telafuza ne hacet... Allah korusun onları, mucizeler gerçekleşsin, başka nasıl dua edelim ki.

     

    Ben bu adamı çok seviyordum. Ne partisine oy verdim, ne verirdim ve ne de vereceğim. Alperen ocağı tayfasından da genel manada pek haz eden biri değilim. Fakat bu adam, partisinden de bağımsız olarak bambaşka bir insandı, davasına gönül vermiş, adam gibi bir adamdı. Onca siyasetçinin içinde kendini temiz koruyabilmiş, eğilmemiş, bükülmemiş, muhalefet edebilmek adına meydanlarda nasıl saçmalayacağını şaşırmış halde kırk beş beygir kudretiyle böğüren benzerlerinin yanında efendiliğini ve dava sadakatini hep muhafaza edebilmiş numune-i imtisal bir şahıstı... Müridciğim hatırlayacaktır. Ak Parti seçimleri ikinci kez kazandıktan sonra uzlaşma mesajları göndermeye başladığında ona 'Ulan keşke şu adamı da kabineye alsalar, uzlaşma adına harika bir mesaj olurdu' filan demiştim. Olmadı... Kolay kolay adam beğenmezdim, bir tanesi daha eksildi. Hani arada sırada 'Bazı partiler vardır, herkes onlara sempati besler fakat barajı geçeceğine inanılmadığından oy alamazlar' denirdi de Muhsin Bey misal gösterilirdi... Devlet yönetmesi için değil, onun gibi bir siyasetçinin varlığını hissetmemiz için, vicdanımızın tahtının boş kalmaması için ihtiyacımız vardı ona. O, içimizden yükselen sesin akl-ı selim surlarında ve dava kalelerindeki yankısıydı. Bu memleketin önemli bir değeriydi Muhsin başkan, benzeri bir siyasetçi zor gelir. Ne diyeyim... Bağrından bir başkası fışkırana kadar, ey Anadolu, başın sağ olsun... Gözyaşlarımız, Muhsin gibi güzel adamları yetiştirmeye yetecektir bir gün inşallah...

     

    80 öncesi komünistlerinin piç kuruları bazı sitelerde, Muhsin Bey tarafından acıtıldığı aşikar olan bir yerlerine kına yakma ayinleri düzenliyor. Allah bin türlü belalarını versin, ne diyeyim. Allah bu şerefsizlerin topunu kahretsin. Ne pislik, ne basit seviyeli, ne it oğlu it adamlarmışsınız yahu. Muhsin başkan belki de şehit... Siz, köpekler gibi gebereceksiniz bir gün...

     

    Helikopterin pilotu ATV'de oynadığı dizide ne diyordu, 'Hiçbir helikopter havada kalmamıştır'...

     

    Şu anda televizyonda İHA muhabiri İsmail Güneş'in 112'deki bayanla konuşması var da, yok arkadaş, dayanılır gibi değil... :shake2:


  19. Haber bu mu yani? Haber buysa Mahsun Kırmızıgül kral bile olur, ne bu ya? Hahaha, Türk matbuat tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kalemi, ücra internet köşelerinin yüce mütefekkiri, memleket muhalefetinin sivri zekalı dolma kalemi Şeyhül muharririn Hazret-i Ömer meşhur etti bizi. baksana, ne saadet ne saadet! Kendimi pek bi bahtiyar hissediyorum azizan, yani Allah sizi inandırsın şol başım çuvalları delen mızraklara nazire yaparcasına bulutları deler oldu, yedi kat göğe sığmaz oldu. Ne şeref, Hacı Ömer bizi meşhur etti bre! Şöhret sarhoşuyum beyler, yüzyılda bir dahi gelmez yüce değerimiz Sağlam bizi kaynak gösteriyor. Aman yahu fazla eğlenmeye gelmez, amca sonra 'madem beni bu kadar seviyorsun, niye bana çakıyorsun? Sen demek ki tutarsız bir insanmışsın, seni kaale almıyorum!' gibisinden köşesinde oynamaya başlarsa ruhum bu seviye fesadını kaldıramaz. Zira efendim, hemen bir misal vereyim, eleman http://www.haberbu.com/haber/Buzagilarin-C...ler-Ceker/66985 adresinde yer alan ve Türk matbuat tarihine altın harflerle kazınacak olan oll şaheserinde 'Bir alıntı' lafına takılıp lafı geveleyerek, meselenin aslıyla ilgili hiçbir şey demeyerek, çöpü karıştıran köpekliği belki de manaya dair katekulleye getirmeye çalıştığı sükunetiyle ikrar ederek işi komedyenliğe vurmuş, 5 yaşından daha dün gün almaya başlamış bir velet saflığıyla 'Ay senin adın bir alıntı mııı?' gibi, anlattığına benzer fıkralarda sıkça gördüğümüz o klasik sarışın tepkilerinin bir benzerine sarılıp (sarıkafa dostlar alınmasın, lafım fıkralara canım, ne dostlara, ne buzağılara, ne de ÖKÜZlere!) leziz bir laf salatası ile meseleden çaktırmadan sıyrılmaya çalışmış, konuyu değiştirmiş, out-of-topic olmuş. Bir de analı bacılı konuşmaya başlamış ki yarım okka pul biberi avuçlayıp gırtlağına soksak yeridir, hayvan herif işte, elli yaşına gelmiş ama daha edep irfan öğrenememiş. Eline klavye de versen, sırtına altın semer de vursan eşek yine eşektir derdi Ziya Paşa görseydi belki de di mi? Out-of-Topic dedim ya, Amerikancı oldum galiba, di mi Ömüş abi, kahretsin dostum! Yarın birgün birisi bu yazımı delil gösteruben fakire 'Seni gidi Amerikancı seni, teslim ol nalçak, işte seni enseledim' derse bu beni çok kahreder Allah sizi inandırsın, utancımdan yerin tamı tamına kırk dokuz kat altına girerim valla.

     

    'Bu yazı sizleri sinirlendirebilir' sözünden belliydi aslında arkadaşın kazanacağı irtifa. 'Usta kalemimiz hazret-i Ömer'i kaşıntı bastı da...' diyor gibiydi sitenin yöneticileri. Gel artık kollarıma / Tüy diktim yollarına nakaratıyla beni karşılayan yazıyı okumaya başladım, hakikaten eğlenceliydi. Aslında başlık bile başlı başına bir facia. Bakıyoruz: Fetişist Kemalist Amerikancı ve İslamcı Bir Şair: Necip Fazıl! ¡Hasta la vista bebé, oh yeah! Fetişist ve kemalist yakıştırmaları nereden çıktı, adamın en büyük taarruzunu her fırsatta bizzat kendinin yaptığı bir dönemi eşeleyerek mi buldun bu boncuğu be ömüş abi? Valla boşuna eşinmişsin be abi, halbusem senin bu köşende yüce araştırmacılığınla, Google münevverliğinle, dipnot komedyanla Turgut Özben'e ait Hayatın koordinatları nazariyesini neticeye ulaştırman ve 'Mevcut İdeolojik Sistemler ve Dünya İnsanının militarizmle İmtihanı çerçevesinde 28 Şubat ve Ben' başlıklı (breh breh breh) bir akademik çalışmaya imzanı kondurman gerekirdi, netekim ben sende bu çapı görüyorum abicim. 'Harbi bak dalga geçmiyorum' diyeceğim de inanmazsın ki. Gerçi bu alıntı yapma tarzıyla, bu citation metoduyla donattığın sözkonusu yazıları, öğretim görevlilerinin çoluğa çocuğa araştırma yapmayı öğretmek için üniversitelerin hazırlık sınıflarında kilitledikleri araştırma ödevleri niyetine bile kabul etmezler ama neyse, üzülme be ihtiyar, 48 yaş henüz çok geç değil. Hahaha.

     

    Yav şu başlığa bak Allah aşkına, neresinden tutsan elinde kalıyor. Başlıktan giderek yazı boyunca dikilen tüylerin epilasyonunu yapalım efendim: önce: Kocaman bir şablon yaftalamasıyla karşılanıyoruz başlıkta. İnsanları zihinlerindeki kategorilere oturtmaktan başka ortaya koyabileceği entellektüel bir kıymet olmayanların sıkça başvurduğu bu yaftalama hareketini hoşgörüyorum. Ben burada faşist ve Budist kelimelerini de görmek isterdim, hazır gazı almışken abinin bu kelimeleri de başlığın bir tarafına sıkıştırmamasını ben şahsen amcanın yaşına paralel ilerleyen unutkanlığına veriyorum. Bakın amcacığım, yaşınıza saygımdan bunaklık demedim, kıymetinizi bilesiniz. Gerçi faşist demezdi marka Müslümanı, kendisine de dokunan birşeyler olurdu o takdirde. Dincileri sevmediğini, fakat yüce kalemiyle 28 şubatta ne gibi büyük bir iş başardığını (? :)), herkes susarken İmamhatip davasına yüce kalemiyle, Fuzuli, Üstad ve Goethe'ye taş çıkartacak kalitedeki şerhine ciltler feda şiirleriyle nasıl sahip çıktığını gerine gerine anlatıyordu Yalova'nın kaymakamı edasıyla. Dinci Akepe'nin yönettiği bu ülke sana hak ettiğin değeri vermiyor Ömer amca, Orta Asya'ya bi gitsen buradan acaba nasıl olur? Yalnız giderken kafanı Anıtkabir müzesine bırakmayı unutma tamam mı amcacığım, ağırlık yapmasın. İslamcı tabirinin sıkça kullanılıyor oluşu, kelimenin altındaki ve yazının içeriğineki pisliği önceden haber verir gibi. Üfürükçü hacı emmi. Kelime seçimi elimizde kaldı, bu kelimelerin kastı doğru mu oraya bakıyoruz: 1934 öncesi için fetişist tabirine, sonrasındaki Kemalist yaftalamasıyla beliren kanatlanmaya bakılarak ehven-i şer denir, yazara acınır, kabul edilebilir. Hakikat olduğundan değil, acıdığımdan. Aslında tek bir şiire bakarak bir yaftayı bir şahsa yapıştırmak ne kadar mantıklıdır tartışılır, fakat dipnot yazmaktan veri toplamaya fırsatı olmuyor arkadaşın galiba. İleride Amerikan bahriyelisinin bacakları mevzuuna takılmış arkadaş ve devam eden bacak fetişizmi olarak göstermiş bunu. Aha ikinci boncuk, biraz daha zorlarsan tesbihi dizeceksin Ömercim, ha gayret! Kadın Bacakları şiirini yazdıktan yıllar sonra tamamen alakasız bir ruh haliyle, o mevzuyla ilgisi olmayan bir söz söylediğinde fetişizmini hortlatmış oluyorsun öyle mi? Bu akıllar nasıl akıllar böyle, şimdi olayı 'algıda seçiciliktir bu, demek ki art niyetin ve şahsi fetişizmin seni bu alakasız noktalardan bile tespit yumurtlamaya itmiş değirmen fatihi muzaffer aziz Don Quijote' desem dahi senin indiğin seviyeye inmeyi başaramam. Yalnız fetişizmin hortlayışı olarak nitelediğin mevzuyu biraz bacağından anlamışsın be babalık, mmüracaat: fan'ın mesajı. Admin midir moderatör müdür nedir (millet adminin ne demek olduğunu bilmez diye parantez içinde 'moderatör' yazmış reis, cehalette herkesi kendine müsavi sanıyor garibim) işte Fan fena benzetmiş, bana laf düşmez. Bu arada kapak mapak, çok ayıp oluyo adminim sen de bana benzedin yani Hahahahh. İkinci mevzuumuz kemalizm. Menemen meselesinde ilk yazılanlar herhangi bir değer ifade etmiyor, yazıldığı tarih 1934 öncesi malum. Çöplük yani. Gerçi bu hal, bu yorumun ve 1943 yılındaki yazının kemalizm ispatı için kullanılamayacağı hakikatini değiştirmiyor.

     

    Atatürk’ün ete kemiğe bürünüp ortalıkta görüneceğini söylüyor

     

    Sen de onun mezarından kalkıp dirileceği fikrinde olduğunu sanarak köşenden sazanlara nazire yapıyor, konuya hopbacııık, atlıyorsun di mi? Kimlere teşbih yapılmamasını öğütlemişti atalar? Bir kişiye kemalist diyebilmek için Atatürk'ü öven bir yazı kaleme alması yeterli midir? Asla değildir! 1930 civarlarında kemalist olsun olmasın, olayın içyüzünü göremeyecek durumdaki şahısların bu tepkiyi vermesi ve olayın yansıtıldığı şeklinin etkisinde kalması malesef normaldir. Bu adam o sırada yeterli bir bilince sahip değildi ve içinde yetiştiği sistemin çarklarını tam olarak anlayabilmekten uzaktı. İyi de bu zaten bilindik bir şey, adamın bizzat kendisi bu dönemden tiksiniyor, bu dönemden huccet yumurtlama dangalaklığının manası var mı? 1943'te kaleme alındığı söylenen ve daha sonra kitaplara dahil edilmeyen yazı ise (belki yazılmamıştır bile, mevcut yazıyı tahrif eden ulusalcı fikir namussuzları Fatih hakkındaki bir yazıyı da tahrif edebilir nitekim. Yazıldıysa dahi yazının Çerçeve 2'ye alınmaması sahiplenilmediğini ispatlar) dönemin şartlarının meşruulaştırıcı tesirine ve muhalefet amaçlı kaleme alınmış olmasına rağmen iyi bir yazı değildir, yalnız O ve Ben'de bahsedilen o son büyük buhranın atlatılmasından sonradır ki Üstad kemalini yakalamıştır, yani bu da 'Bak ne buldum!' diye yutturulabilecek bir yazı değil Üstad'ı bilenler için. Hele hele, kemalistliği ispatlamaya, Atanın gerçekten mezarından kalkıp dirileceğine inanıldığını iddia etmeye kesinlikle yetmez, ahmaklara teşbih yapmak hakikaten caiz değilmiş. Bu yazı, koca bir ömür geçiren bir insanı, kesinlikle Atatürk'ü övmekten çok daha ileride manalar içeren kemalizm ideolojisine mensup olmakla 'itham etmeye' kafi gelmez, gömlek gömlek aşağıda kalır. Zaten kendisi de bu hali 'ben bunları yazıma çeşni katmak için koydum' ifadeleriyle (ne iğrenç, ne bayat bir klişe!) itiraf ediyor ve asıl derdinin Üstad'ın kemalist olduğunu ispatlamak değil, onun atanın dirileceğini sanacak kadar övgülerinde ileri gittiğini göstermek olduğunu söylüyor; kemalizm isnadının gereksiz olduğunu, laf olsun diye oraya sokuşturulduğunu bizzat kendi ağzından kusuyor. Ee ben daha ne diyeyim kendi kendini gammazlayan biri karşısında? Yazı sonradan belli ki reddedilmiş, Üstad o dönemde kemaline ulaşmış değil, bu yazı sebebiyle kimseye kemalist denemez. O zaman o kelimeyi araya sıkıştırmanın anlamı ne diye sormazlar mı adama, buzağıya, öküze? Maksat başlığa bir de Kemalizm kelimesini sokuşturabilmek yani, yani arkadaşımız en ufak bir yazıyı dahi alıp uyarlayarak çelişki avcılığına çıkmak niyetinde. Saçmaladığının farkında ki sonradan bunları söyleyebiliyor. Ayıptır yahu.

     

    Amerikanizm rüyasına gelelim hele, dönemin politikasında Amerika ile çalışılmasını yeğleyen bir yaklaşıma Amerikancılık diyebiliyorsan hiçbir kitap okuma derim, tersinden anlıyorsun çünkü, iyisi mi otur oturduğun yerde amcacığım. Mesela zıvanadan çıkıp Abdülhamid'e hem Almancı, hem İngilizci, hem Fransızcı, hem Rusçu, hem meşrutiyetçi, hem istibdadçı, hem ümmetçi, hem Osmanlıcı diye saydırmaya başlarsan çenenden kurtulamayız , aman diyim. Örneğin Savaş Yazılarında Üstad Demokrasileri desteklediğini açıkça belirtmiş, Hitler'in ruhun önemini kavrayışı sebebiyle kendisini delaletinde takdir etmiş ve Rusya'nın Almanya dirilişini övmüştür. Ömüş olsa da keşke 'vay faşist, vay liboş, vay komünist' diye salvolamaya başlasa, ne eğlenirdik ama di mi? Hahahaah. 1959'un günümüzle alakası olmayan dünyasında, hatta 1959'u geçelim, 1991 öncesinin dünyasındaki şartlarda, iki kutuplu dünyada Rusya'ya karşı mecburen Amerika yanında yer almak Amerikancılık olarak nitelenebiliyorsa, bağışlaması bol ulu Atatürk'ü malum görüntülü konuşmasına bakarak Amerikancı, bayrak ve paralarda bozkurt kullanma girişiminden ve Güneş Dil rezaletinden dolayı faşik, 'İslamiyet en güzel bir dindir' tarzlı laflarından hareketle Müslüman, 'Muhammed bir Arap Milliyetçisiydi, bize yaramaz' temalı Afet İnan'ın alıntıladığı el yazısına bakarak da kafir olarak yaftalamak mümkün olur. Halbuki Ata belki de bunlardan hiçbiriydi, satıhta kalmanın alemi ne? Üstad bu tercihi severek ileriye sürmüyor, adamın inandığı sistemde bir Büyük Doğu'nun inşası var, adam Amerika'dan hoşnut olan birisi değil. Bunu okumayan bir gevezeye izah etmek ne kadar mümkündür bilmiyorum gerçi. Sonra kalkıp da 'Johnson mektubuydu bilmem neydi' diye sıvıyor. İnsanların boynuna yafta yapıştırmak sizin gibi beyin enfeksiyonu muztaripleri için vazgeçilmez bir tavır, varlığınızı buna borçlusunuz pabuç entelleri. Bir kişi hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan, onun çaresizlikten ve akl-ı selim ile ileri sürdüğü apaçık olan bir düşünceden hareketle onu bugünün güncel şartlarıyla yargılamaya yeltenip karalamaya çalışmak ne büyük bir adiliktir, seviyesizliktir? Şu yazıyı adam gibi bir oku, adam acaba gerçekten bir Amerika sempatizanı mı, yoksa Rusya kutbundansa Amerika'ya daha yakın olmayı ve dik duruş sergilemek kaydıyla ortak işler yapmayı mı savunuyor? O kadar romantiksiniz ve o kadar sınırlı düşünceleriniz var ki, bugünün şartlarıyla o günü değerlendirip okuduğunuz yazının ruhunu anlamak için beyninizde bir kalori dahi yakmaksızın bozuk plak gibi aynı teraneleri düşünmeden, tartmadan, incelemeden, didiklemeden fışkırtıveriyorsunuz. Sizin gibilerin elinde kalem bulunduğu sürece bu millet zihnen kemal noktasına eremeyecektir ey yüzeysel mütefekkirler, çamura batık mütekebbirler. İlhan Arsel mücerret fikir mefhumu karşısında ne haltsa, siz de osunuz.

     

    Heh bir de şu var. Üstadın, daha sonra kaleme aldığı ve Sağlam'ın da alıntıladığı yazıda 'Amerikayı desteklemeyi bırakalım beyler, bu herifler bize fırça kaydı!' demediğini bırak arifi, insan olan herkes anlar. Yazı yazmadan önce, yani sözlerinden hesap vermeme emniyeti içerisinde ahkam kesmeden evvel bir kütüphaneye beş dakika uğrasaydın ve belirtilen kitabın İçindekiler kısmından ilgili makalenin sayfasını öğrenip bu yazını daha güvenilir, daha nesnel ve daha hakikate uygun yazsaydın, böyle kelime hareketlerine tenezzül etmeseydin, hatta hepsinden geçiyorum okuduğunu anlasaydın dikkate alınmayı hak ederdin, geçiyorum.

     

    İlk iki testte başarısız ama ola ki üçüncüde başarılı olur, şimdi de isterseniz başlıktaki kelimelerin kronolojik fesadına bir bakalım: Fetişist Kemalist Amerikancı ve İslamcı Bir Şair: Necip Fazıl! Aman Allah'ım, şu başlık ünlemini gördükçe içim böyle ne bileyim, kıpır kıpır oluyor böyle ağalar, coşuyorum yahu. Kendimi tiz elden bir törene, şölene, kımız şenliğine atıp kopuz eşliğinde göbek atasım geliyor. Dikkat çekmek için bağıran tipler vardır ya, hani böyle içi boş galeyan insanları gezer durur, normal bir yazının başlığına dahi bunu koyup 'Bakın bakın abiler, ben bi halt karıştırdım!' diye milleti başına üşüştürmenin amacı ne be abiciğim? Neyse, sanki bu kelimeler aynı kişinin aynı anda taşıdığı sıfatlarmış gibi başlık atmış ihtiyar. Bu öyle bir rezalettir ki, ikinci İslam halifesi Hz. Ömer hakkında bir yazı yazıp 'Kafir, sarhoş, çocuk katili bir halife: Hazret-i Ömer!' başlığını atmak kadar entellektüel bir faciadır, art niyet şaheseridir; seviyesizliğin ve sataşmadaki çaresizliğin dik alasıdır, ata babasıdır, bey babasıdır. Yavrum sen sobada yanmakta olan şeyi meyveler veren bir ağaç mı zannediyorsun? Saçmalama demiyorum, sadece biraz daha güzel saçmala yahu. Bu sıfatların bir ismi nitelemesindeki ayniyet hissine bakarak bu başlığın dizilmesini, ben içinde yüzülen pislik deryasından sağa sola püskürtmek arzusuna bağlıyorum. Değişimi hazmedebilecek ve anlayabilecek kapasitesi olmayanlar, bir yığın alakasız sıfatı yan yana dizip bunların bir kişide bulunduğunu komik bir psikolojik hamleyle vermeye gayret ediyor. Sloganik solcuların ve terörist ulusalcıların ağzına biraz bal lazım öyle değil mi?

     

    Başlıktaki kronolojik katliamının kendisi de farkında ki bakın şöyle diyor beyefendi:

     

    'Şair Fetişistlikten ve ateistlikten direk radikal İslamcılığa atlamamış, araya önce Kemalizm’i, sonra da Kemalizm ile zıt anlamlar içeren Amerikancılığı sokuşturmuştur!'

     

    'Oh my God', yine o ünlem! Gördünüz mü, neler de yapmış böyle? Cık cık cık. Ee ama bu sıfatlar aynı başlığa dizilmemiş miydi, aynı şahsı nitelemiyor muydu? Şey mi geçiyosun bizimle, dalga mı geçiyosun birader? İşin komik yönü, bir hatasını itiraf ederken başka bir hata yapıyor ömüş. Bak dayı, bu dediğinde bir yamukluk var. Diyorsun ki bu adam önce fetişistti, 1930-43 arasında kemalist oldu, Marşal yardımı sebebiyle 60'lara kadar Amerikancıydı, sonra Johnson mektubu dayayınca İslamcılığa döndü falan feşmekan. İslamcı şiir dediğin şiirlerinden en meşhur olan Sakarya Türküsü ve Destan gibi bazılarını 1940'ların ikinci yarısında yazdı bu adam. Dolayısıyla böyle saçma sapan, cahil-cühela incilerini nerenden çıkardığına dair merak uyanıyor içimde. Osman Bölükbaşı 1954 seçimlerinden önce DP'ye, 'aha da bu gerici (senin tabirle İslamcı) dergiye Menderes yardım ediyor!' diye seçim propagandası yapmaya çalışmıştı aklınca. Bu adam 1963'ten itibaren vermeye başladığı Türkiye ve Komünizm, Her Cephesiyle Komünizm gibi farklı konferanslarında da Rusyaya karşı Amerika siyasetinin takibini savunur, 1940'larda da senin dediğin şekilde İslamcıdır ve bu hal kafası basan hiçkimse için bir çelişki olarak görünmez, bir bütünün farklı yönleridir. Bu fikirleri birbirine tezatmış gibi, kafandaki sabit tanımların şablonuna sokarak yorumlamak zorunda mısın? Babaya göre Amerikanizm gibi bir tek şablon vardır ve bu İslamcılıkla barışamayacağı için Amerika politikasının takibini savunan herkes amerikanisttir, bu şahıslar aynı anda İslam davasını savunamaz. Pardon ama, ... neyse... Başlıktaki ayniyet çakallığı dönüp hangi tilki kapanında mesken buluyor, buyurun görün. Kaale alsam, anlayabileceğinden umudum olsa elli maddelik aleyhte yazı çıkarırım sana böyle bir kronolojinin ancak müfteri hülyalarında yaşayabileceğine dair. Hocasını kaybettikten sonra, 1943-44 dönemindeki buhranını atlatışını takiben Üstad, temel çizgi yönüyle değişmeyen bir yola girmiştir. Bunu bütüncül bir okuma yapan 75 IQ'lular bile anlayabilir. 1947'de Sakarya Türküsünü yazan adam, kuruluşu için tavsiyeler verdiği Anap'ın çizgisinde az-çok görebileceğimiz şekilde Rusya karşıtı, Amerika yakını bir politikayı savunduğunu ölmeden hemen önce de ispatlamıştır. Hal böyleyken, yazılarını okumadığın, hakkında yeterince araştırma yapmadığın bir adam hakkında böyle desteksizce sallamak yakışıyor mu bre ihtiyar? Beynin mi sıvılaştı erkenden, kafa döşemelerin mi gıcırdamaya başladı yahu? Kaç tahtan eksikse söyle gönderelim, sekiz, dokuz? Yav adamın beyni glikozsuz kalmış, iki tane Ülker çikolatalı gofret alın da gönderin şu adama bre erenler, parası neyse ben veririm-sevaptır!

     

    Bu adam nerede başlamış ve asıl verimiyle ve hayatının sonuyla nasıl bir konuma gelmiştir, asıl mesele budur ve gerisi 'işte kadın bacaklarına kaside yazan İslamcı şair' tarzlı Aydın Doğan medyası magazinelliğine kayan, çaplı insanların tenezzül etmeyeceği komik bir yaklaşım tarzıdır. Üstad'a ait 'çöpleri ancak köpekler kurcalar' nüktesini tekrar hatırlayalım, vasiyette yer alan Hazret-i Ömer'in kafirlik dönemindeki haliyle yargılanamayacağı hatırlatmasını tekrar düşünelim ve bu noktanın üzerinde daha fazla durmanın yanlış olacağı ve rezilliği teşhirin de bir yerden sonra ona ehemmiyet ithaf etmek yönünden hata olacağı fikirleriyle sakinleşip burada, en azından bu noktada susalım.

     

    İkinci yazıda Üzmez'e gönderme yaparak 'Arkadaşını söyle, kim olduğunu söyleyeyim' buyurmuş Ömerçip. Buradan kendisine bu vesileyle, çöpü karıştırmaya karşı beslediği iştiyakı da göz önünde bulundurarak, diyaframımın kökünden kopup gelen bir haykırış ile 'Hoşt!' demek istiyor, kendimi tutamayıp 'Oooooohaaaa, çüüüüşşşş, brrrssst' kelimeleriyle de devam etmek arzu ediyorum sayın dostlarım. Bu yaklaşım tarzına, bu fikir fesadına, bu hayvanlığa insanlarla iletişim kurmak amacıyla kullanılan kelimelerin tesir etmeyeceğini düşündüm zira. Şu cümleyi ancak pislik atmaya çalışan şerefsizin teki kurabilirdi, çirkefe ne yakışmaz, ne diyeyim? Koskoca bir ihtiyarın karşısına geçip bu söze dayanarak yazı yazmanın ne gibi bir sığırlık olduğunu mu anlatayım? A be kızanlar, tımarhane doktorları dahi böyle bir iş etmez deyu tahmin etmekliğim var. Üzmez ve Üstad'ın ilişkisinin sanıldığının aksine o kadar da iyi olmadığını yazmaya gerek dahi duymuyorum, çünkü bu geri zekalıca tavır o meseleyi gölgede bırakacak çapta. Yazısına yorum yapanlarla it gibi dalaşan muharrir sıfatlı bi herif de ilk defa görüyorum bu arada.

     

    Yazılarda neler neler var. Yazı akışını bir tarafa bırakıp sağdan soldan dikkatimi çeken noktalara değinmek zorundayım artık. Adam altına pisleyip üstüne oturarak evinin her yerinde sürünmüş resmen, ben hangi yeri temizleyeyim?

     

    Sanatçıların anlaşılması zordur tabii. Ama sanatçıların anlaşılması için evvela okunması gerekir öyle değil mi? Internetteki ücra köşesinden ahkam kesen bu hacı amca bu küçük nüansı gözden kaçırarak okumadığı bir kişi hakkında atıp tutma hakkını nefsinde görmüş olacak ki ortaya bu faciayı çıkarmış. Tamam abi, ihtiyarlıktan tampon kalkmıyo, çekiciler yalama olmuş, kalkıp gidemiyosun da kes lan sesini bari. Aslan Tayyib'e çakacağım diye ortalığı pislemenin mantığı nedir yahu? Yazının ortalarında da nice ibretler var. Onlara da kısa kısa değineceğim, herbiri üzerinde tafsilatlı yazmaya benim dahi kudretim yetmez. Rezillik olur da bu kadar rezilleşebilmek bir kabiliyet işidir.

     

    Bismillah, Necip Fazıl'ın 1934 yılından önceki halini ateistlik olarak açıklayamazsın. Bu da ayrı bi cahillik. Bohem olmaya bohemdi, eyvallah fakat tek şiiriyle fetişizmine hükmettiğin kişinin Ben ve Ötesi adlı eserinde yer verdiği tasavvuf merkezli şiirlerinden bir sürü gösterebilirim sana. Ama alışkanlık olsun, kitap okumayı öğren biraz, al Çile'yi, 1934 öncesinde yazılmış olan şiirleri biraz kurcala bakalım bi, elin kitap görsün. Onları okuduktan sonra da 'bu adam evliyaymış be!' diye kıvırtma bak ama, ihtiyar mihtiyar demem, pis döverim. İnanç planında kalmış, idrakine tam varılmamış olsa da Müslümandır kendisi o dönemde de. Şehirlerin Dışından, Mansur, Bizim Yunus vesaire... İlk etapta akla gelenler bunlar. 1934 öncesinde putataparlıkla suçlanabileceğini yazmışsın bi de. Bu tükürüklerden kurtulabilmek için Celal Birsen şemsiyesi açsak kar etmez, yapılan ve aslında hiç de hoş olmayan bir teşbihten ötürü 'putperestti' yargısına varmak veya bu yolu noktayı iki defa vurgulamak... Adamın harbi harbi puta taptığını sanmışsın galiba? Rahmetli Sakıp Sabancı vardı da içtenlikle bir 'vah, vah, vah!' çekerdi. Rahmet istedi zahir.

     

    Necip Fazıl, 1934 yılından sonra değişmeye başlamıştır. Bu değişim soyadına da yansımıştır Necip Fazıl’ın. Artık o, sadece Necip Fazıl değil, Necip Fazıl Kısakürek’tir.

     

    Ne ne? Nihahahahhaah, hacı abi sayıklamaya başladı, üşüttü galiba. Getirin su getirin, kolonya, doktor çağırın, ambulans nerde? Ahahaha

     

    Yalnız bi dakkaaaa, burada hacı emmi berceste filan alıntılamış. İşte bu noktada boyun eğiyor ve hüzün içerisinde mağlub olduğumu itiraf ediyorum yarenler. Biz buna irfan diyoruz, kültür diyoruz. Allah sizi inandırsın bir utandım, bir ezildim ki bu iktibas karşısında Brütüs hançeri yemiş Sezarcık gibi dağlandım.. Kelimeler, kelimeler iri değirmen taşları misillü boğazıma.. boğazıma.. Ühüüüüü!

     

    Aslanım benim, ne kadar da kültürlüsün sen öyle, ne laf koymuşsun ama! Sende bu akıllar varken site köşelerinde sürteceğine... Neyse tamam tamam. Celallenme emmi, tansiyonuna filan iyi gelmeyebilir, daha fazla dalga geçmeyeceğim. Mazallah nalları filan dikersen sebebin olmayayım. 'Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?' hacı emmi, şimdi burada tek bercesteyle laf koyma kasıntıları içinde kaybolup gidiyorsun da, çanağı PC başından kaldırıp üzerinden pislik attığın yazıya göz atma gereği duymuyosun. Ee okusan ve anlasan, depreşen bacak takıntısı sana bir eklenti olarak geri dönecek, lafın ağzına tıkanacak. Boşver ihtiyar sen okuma ya, kaldıramazsın sonra ne bileyim, sakata, makata gelirsin sonra.

     

    Çerçeve 4 konusundaki mesajıma referans vermiş altın kalpli Ömer amca. Gerçi kendin üşenip bakmamışsın ama olsun ben sana yazının kaynağını vereyim de üzülme sen. Çerçeve 4, 2. Baskı / 1998, s.116.

     

    Üstad'ın nefret ettiği İsmet Paşa hazretlerinin sözüyle Üstad'ın Amerikanizmi bıraktığını ima etmişsin. Neymiş efendim Johnson mektup yazınca Rusya'ya kaymışız da Üstad o sırada bizim Rusya'ya kaydığımızı görüp Amerikadan uzaklaşmış, böyle demeye getiriyor dayı. Ya abi napmışsın sen ya, ya kardeşim ne diyeceğimi bilmeiyorum. Böyle mi saçmalanır yahu? Yahu tamam adamı tanımıyorsun, İslamcılığa göstere göstere Son Devrin Din Mazlumları kitabındaki bir yazıyı tutup örnek olarak gösterebiliyorsun. Sonra da gelip köşende fart fart gaz püskürtüyorsun ya! Ayıp değil mi babalık, insan kendi kendini niye maymun eder? Tanımıyorsan kes sesini, böyle üfürüp durma da millete rezil olma bari. Her Cephesiyle Komünizm, türkiye ve Komünizm isimli konferanslara cevap olarak Ne diyeceksin, Türk devletinin yönünü çevirdiği yerin tersine konuşmak için o konferansları düzenledi anarşist herif mi diyeceksin?

     

    Kitap yüklü merkep tabirinin, boş bilgilerle donanmış ve bildiğiyle de amel etmeyen kişileri karşılamak üzere kullanılan bir Allah tabirine (Cuma Suresi,5) gönderme olduğunu da fark etmeyip 'ay terbiyesize bak, profesörlere eşek bile diyor ayol' diye komik komik zırvalamışsın. Nereyi düzelteyim, nereye nizam vereyim yahu? Baştan aşağıya zırvalamak marifet olsa gerek. MTTB yerine MTTP yazan Ömer emmi zihnen zor günler geçiriyor galiba. MTTP ne yahu, Mypertext Transfer Protocol mu? Ahahahaha. Milli Türk Talepeler Pirliği. Muhahahhahah. Serde lazlık var mı amca? :shake2:

     

    Yazının sonunda tenkit etmek gerekir filan diye aklınca didaktik didaktik öğüt de veriyor, mesajlar da gönderiyor hacı emmi. Tenkitlerin ayakları yere basmadıktan sonra, hiç de yapılmasına gerek yok valla..

     

    İnsanı geçtim kargalar bile güler bu adama, siz takdir ediniz a dostlar, ben ne yapayım? Yazmaktan yoruldum dostlarım, ne rezalettir bu?


  20. Bu konuyu sen nerede açtın ve sana kim mesaj attı? Atılan mesajın içeriği neydi? Yöneticileri de töhmet altında bırakıyorsun. Kafam karıştı valla, kelimelerle türlü pişirmişsin abiciğim. Dur bi sakin ol, yazdığını göndermeden önce tekrar okuyup biraz üzerinde düzeltmeler yap, daha iyi olur böyle yapman herkes için. Yazıyı okurken decoder imalatı işine giresim geldi vallahi. Çözene kadar canım çıktı. Türkçe'yi çat-pat konuşan İspanyol tanıdıklarım dahi daha anlaşılır konuşuyor. Lütfen kullandığımız dilin hakkını verelim. Dili sevip sevmemek ayrı da, onun hakkını vermek boyun borcumuz olsa gerek.

     

    Sen dediğimi anladın mı? Farklı yerlerde farklı konularda verilmiş bir sürü cevap var, şimdi seksen tane link kopyalamak istemiyorum. 'Bulamadım' diye bir şey yok, bu forumda bir sürü konuda bir sürü iddiaya iddia içeriklerini dikkate alan bir sürü cevap verildi, kopyalandı. Senin Mektup başlıklı konunda cevap yok doğru, fakat iddialara cevap verilmiyor diye kestirip atman doğru değil. Sert cevap verilir gerekirse, bu ayrı mevzu. Taş atana gül vermek İslami bir mecburiyet değildir, oraya da bir dokunalım. Tokat atana diğer yanağı çevirmek Hristiyanlığa ait bir prensiptir, İslamiyet ise kısasta hayır olduğunu söyler. Affetmek erdemdir ve övülür fakat 'ay bu nasıl müslümanlık ki sert üslup kullanıyorsunuz' demek de hariç gazelhanlığına benziyor. Hazret-i Ömer celadette remz şahıstır mesela. Adam namazda kendini kaybedip bir ayette bahsedilen kafirlere sinirleniyor ve 'Vallahi ben de orada olsaydım onlara günlerini gösterirdim' mealinde patlayıveriyor de Peygamber övgüsüne mazhar oluyor. Oturduğumuz yerden uçmayalım netekim. Tersine de bir sürü misal var ama böyle kalın çizgiler çekip ezbere konuşmak hoş değil.

     

    Üstad'ın Osmanlı devletinde müesseseleşen manada hilafeti arzuladığını gösteren tek bir alıntı gösterin, ben Üstad sınıfını bırakırım. Mukaddes Emanet kavramını siyasi manada hilafet olarak anlayanlar, ancak Üstad'ı tanımayan satıh insanlarıdır. İslam prensiplerinin hakim olduğu bir devleti ise hepimiz arzuluyoruz, Üstad'ın İdeolocya Örgüsünde anlatılan da bu toplumdur zaten. Öte yandan Üstad'ın İdeolocya Örgüsü'ne mutlaka erilmesi gibi bir derdi de yoktur, yaşanılabilir ve Müslümanların adam olduğu, Müslümanlıklarının şahsi, içtimai ve siyasi bazda hakkını verebildikleri bir toplumun ortaya çıkması yeterlidir ona göre. Bu yüzden de kendiliğinden zuhur diyalektiğini öne çıkarır zaten. Bunlar detaylı mevzular. Dinci-dindar geyiği de buram buram satıh kokuyor, çok üzgünüm. Dindar insan camilerde ömür telef eden koyundur da dinciler daha büyük düşünenler midir? Alfabe inkılabının, şapka katliamının yahut sözümona halk egemenliğinin (öyle bir egemenliktir ki halk temayülünü üzerinde toplayan taşaron partiler cart diye kapatılıverir) dincilere karşı gerçekleştirilen adımlar olduğunu söylerseniz insanlar size nereden güler, acaba hiç düşündünüz mü? Bakınız 'bunu söylediniz' demiyorum, çünkü bu iddiada olup olmadığınız bu şifreden adam gibi çözülemiyor, o yüzden Ahmet Çakar gibi ucu açık konuşmak durumunda kalıyorum. Yönetimdeki iradenin halka ait olması mevzuu etrafında bir tartışma Abdullah Gül'le alakalı bir başlıkta yapılmıştı, halk egemenliğiyle hak egemenliği aynı eksende tezahür edebileceği gibi yer yer ayrılabilir de. İslamiyeti batılı manadaki din kavramıyla sınırlamak yerinde olmaz malum... Buralara girmek istemiyorum çünkü konu zaten saptı, daha fazla açılmayalım.

     

    Son paragrafla yazının ilgisini kuramadım, vallah benim anlayışsızlığımdan değil... Bu konuyu daha fazla katletmeyelim isterseniz, farklı bir konudan da devam edilebilir.

×
×
  • Create New...