Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

trradomir

Editor
  • Content Count

    816
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    43

Posts posted by trradomir


  1. Merkezdeki fikre de, örneklere de temas ettiğim düşüncesindeyim. Yazdığınıza bakılırsa örnekleri fikrinize destek olsun diye değil de süs olsun diye vermişsiniz. Affedin, ciddiye almamam gerektiğini farkedemedim.

     

    'Tek adam' hususunda basamakları atlamaya çalışıyorsunuz. Uçuyorsunuz. İsmet Özel'e sinir olmakla tek adamı yüceltip gerisini harcamak arasında ilişki yok, böyle birşey de söylemedim. Şarkı sözü bile sevebiliyorum yani. Modern şiir kategorik olarak estetik fakiri olduğu için güzel şiir aramak nafile :) Neyse, neticede şahsi zevk seviyesine hitap eden bu husus kabak tadı vermesin. Siz sevin.

     

    Benim alnımda 'İsmet Özel'i Koruma Derneği' tabelası yok, onu herşeye rağmen hoşgörme gayesiyle yazmak zorunda değilim. İlk mesajımda adamın pek çok yanından bahsetmişim zaten, onun antipatik özellikleri, varsayacağımız artılarını silmeye bence yeter.

     

    Azizim özür dilerim ama benim veri topladığım bir konuda fikir beyan etmem yaftalama oluyorsa sizinki düpedüz saçmalama oluyor. 'İsmet Özel'in de sevilecek yanları var' demediğimiz sürece yaftacılık isnadınızdan kurtulmak nasip olmayacak galiba! Üzgünüm ama küfür bile etseniz bana bunu dedirtemeyeceksiniz. 'Birkaç şiir okuduğumuz vakit ne anlarız' haa? Bak vallahi, yemin ediyorum hiç böyle düşünmemiştim. Bence de bir kişi hakkında fikir beyan edebilmek için yeterli miktarda okuma yapmayla kalmayıp, psikiyatristlerden saklamak kaydıyla bütün kitaplarını harfi harfine bitirmeliyiz. Öldüğümüz zaman hurilerle, meleklerle oturur tartışırız bunları zaten. Nasıl olsa ebediyete kadar zaman var, durmadan yan gelip yatacak değiliz ya? Canımız sıkılır. Töbe estağfurullah :)


  2. Ben de 'Sanal alemde derbi geyikleri!' başlıklı haberlerden genelde hoşlanmıyorum ama bu iyi olmuş. Neticede işin içinde Selçuk Şahin diye bi hakikat var. Fener'den Ortega, Hooijdonk, Alex, Anelka, Carlos, Niang, Kuyt, Lugano, Appiah, Meireles gibi 'dünya çapında' denebilecek adamlar geldi geçti ve bu adamların yanında 9 yıldır Selçuk Şahin diye bi şey oynuyor. Nasıl böyle bi şey oluyor, hangi büyücünün işi bilmiyorum ama koskoca Sow'u bile sepetlemeye çalışanlar buna bir türlü elleşmiyor. Daum'un oğlu dendi, Aykut'un sevgilisi diye dalga geçildi de yeter artık be. Tuncay diye elma yanaklı bi oğlan vardı, son dakika golleriyle kepaze olduğumuz Avrupa maçlarında takımda tek o koşup hırs yapardı, Manchester'a da 3 tane sallamıştı. Adamın kariyeri Bursaspor'a kadar düştü. Sonra Niyazi Serhat Akın derler bir kontraatakçımız vardı, öldüyse Allah rahmet eylesin; bununla birlikte oynardı. Selçuk hala fenerin ortasahasında, yıl olmuş 2012, Alex'in yerine kaptan çıkıyor ya. Herifteki de ne yüzsüzlükmüş anlamadım, bir tane seveni yoktur camiada hala formayı giyip utanmadan insan içine çıkıyor. Belki de saygı duymak lazım ama mümkünse onu ben yapmiyim ya.

     

    Adam profesyönel futbol izleyiciliği kariyerimdeki son 9 yılıma damgasını vurdu resmen. Kabus mudur, karabasan mıdır nedir, çökmüş gırtlağıma inmiyor aşağı. San Siro'daki bi Milan maçında fener kırk yılın başı çok iyi oynuyor, bizim artist takım hücuma çıkarken topuk pası veriyorum diye sen topu tut kaptır, sonra bir güzel itelesinler bize. Yine unutamadığım bi Real Zaragoza maçı var, bizim dingil adeti olduğu üzere saçma sapan bi faul yapmıştı, Galetti de serbest vuruştan direğe çarptırıp takmıştı. Galatasaraya attığı gole sevinemeyenlerden biri de bendim. Adamın herşeyi ofsayt, bir keresinde Denizli'de şampiyon olduğumuz bir maç vardı, o sıralar Hooijdonk filan buralarda, 'Ayhan Işık bizim abimiz' diye reklam şebekliği filan yapıyor. Maç sonunda futbolcular dörtlü çekiyor, sarı-lacivert-şampiyon-fener diye bağırıyorlar. Selçuk aşırı tiz sesiyle 'Sarıı' diye bağırdığında Semih filan gülmekten kendini alamıyor. Ve en son bu adam Alex'i, Baroni'yi filan kesti ya. Fenerle selamı sabahı kesersem sebebi bu herif olacak. Japon gibi yapıştı kaldı adam, bazukayla filan kazımak lazım, aşağısı kurtarmayacak.

    • Like 1

  3. Muzip miyim neyim, şimdi kitabı okurken benim dikkatimi şey çekti. Üstad'ın, efendisiyle diyaloğundaki çocuksu soruları ve aldığı cevaplar çok hoş. Bir müslümanın ölüm tehdidi altında küfür kelimesi söylemesinin caiz olduğu konuşulurken 'Peki böyle bir durumda ben ne yaparım?' diye araya girmesi, kendi buhranınının mı, İmam-ı Gazali Hazretleri'nin buhranının mı daha çetrefil olduğunu çekinmeden sorabilmesi, 'benden küfür sadır olur mu' diye merakını bildirmesi gibi hadiseler; hep Üstad gibi bambaşka bir zekanın, kendini kuşatan bir mürşidin elinde bir çocuk kadar saf ve temiz hale gelebileceğini gösteriyor. Naz makamı denen şey bu olsa gerek. Üstad, Efendi Hazretlerinin huzurunda, hani nasıl desem, tabiri hoş görün pek güzel şımarıyormuş yani. :) Suallerine aldığı cevapların hepsi de çok güzel bu arada, ömürlük bahtiyarlıklardır eminim..

    • Like 1

  4.  

    Eleştiren arkadaşlar var,C.Süreya der ki : "İsmet Özel i sol onu asla bırakamadı,sağ ise asla kabullenemedi." Şiirlerini okusanız beğeneceksiniz,neden sevmiyormuymuş modern şiiri modern şiir sevilmez mi. İsmet Özel'i de karakteri çerçevesinde değerlendirmek gerekli nasıl üstadda kendine güvenden doğan o tatlı kibiri hem hoş görüyor hem beğeniyorsak,İsmet Özel'inde karakterinde bulanan ve cephe değiştirmesiyle değişmeyen karakteristik özelliklerine saygı duymalıyız. Garaudy müslüman olduktan sonra ne demiş:" Ben cephemi değiştirdim,düşmanlarımı değil." eleştireceksek eğer hem sosyoloji hem psikoloji dikkate alınmalı yoksa boşa sallamak kolaydır çünkü boşa sallarken hedef büyüktür iş o ki Allah nasip etsin,Faruk sıfatını hak edelim. İsmet Özel'i övdüm sanılmasın ya da sanılsın,şiirlerini severim mesela ama asıl karşı olduğum konu yaftacı zihniyettir

     

    Esselamu aleyküm ve dua ile

     

     

    Cemal Süreya'dan hüccet getirdiniz ya, ne bileyim bir düstur paylaştınız ya orada olayı küt diye bitirdiniz. Allah sizi inandırsın burada apıştık kaldık, Allah muhafaza kısmi felç geçirdik azizim efendim. Ne desek ki şimdi? Konfüçyüs der ki mümkünse solcular küçük enişteyi daha sıkı tutsun, mazallah başımıza kalacak adam der. Atatürk duymuş bunu. O söyledi.

     

    Modern şiir neden sevilmez diye bi soru var mıymış ya? Sanki fıstıklı Karaköy Güllüoğlu baklavasından, Kız Kulesi manzarasından filan bahsediyoruz. İlle de bir cevap gerekiyorsa estetik zevkim gelişmiş olduğu için sevmiyorum. Şiirin kalp ile yazılmışını makbul bilip, ağzı gözü ayrı oynayan zorlamalara tahammülüm olmadığı için tercih etmiyorum. Sizde tersi olabilir. İsmet Özel'in de birkaç şiirini okudum ve sevmedim. Okusam sevecekmişim, hayır dostum hayır, 'hiç acımıycak' diyerek mukavemet kırmaya çalışan hemşire abla taktiği seziyorum sizde. Naif misiniz yahu? Ahahah!

     

    Herkesin 'kibr'i tatlı mı Allah aşkına? Sokaktaki serserinin argosuyla, misal Ömer Tuğrul İnançer efendi'nin argosu bir mi? Birine bayramlık kıyafet gibi yakışan bir özelliği, üstünde emanet gibi duran başka birinde hoşgörmek zorunda değiliz ki, gerçekten bakın.

     

    Bir adamın güncel fikirlerini eleştirebilmek için fikrin kendisi ve yaşanan günü bilmek yeterlidir. Bir adamın psikolojisini ve karakterini eleştiriyorsam zaten psikoloji o işin içinde... Bir adamın toplumsal karşılığını eleştiriyorken de sosyolojik bakıyorum zaten. Psikoloji ve sosyolojinin hangi manayı karşıladığına bakarak tahsilinize kaldığınız yerden devam edebilirsiniz bence. Kısa günün kârı bu olsun. Kimseye bu tüyoyu vermem, hadi yine iyisiniz.

     

    Ağzını doldura doldura, gözlerinden ateş fışkırtarak tamlamalı küfür basan adamın şehvetiyle 'yaftacı zihniyet' diye damgayı yapıştırmak ne kadar güzel. Bunu demeseydiniz iyi niyetinize inanabilecektim. Şimdi biri kalkıp bu ucuzculuğa aynı ucuzculukla 'yalaka zihniyet işbaşında' diye karşılık verse müstehak değil midir, isabet değil midir? Töbe estağfurullah...

    • Like 1

  5. Sen hakiki bir dostsun ayarsız. Senin için kullanıcı adı diye ayarsız yazanın fiyakasını bozarım. Sen baş düşmanını dahi affedebilen altın yürekli bir kahramansın. Sen kirlenmiş çağımızda nesli usulca tükenen, karşılıksız sevmenin ne olduğunu bilen bir avuç muhabbet asilzadesinden birisin. Sen, adını gördüğümde içimden gökyüzüne, ta uzaklara, Kafdağı'nın ardına bembeyaz güvercinler kanatlandıran ve şırıl şırıl akan bir derenin huzur veren kadife melodisinde ruhumu serinleten o tatlı heyecan; ve sen, vaktinden çok sonra gelen sevdalı bir yağmur... Pardon o sen sen değildin, birazcık karıştırdım galiba. Forumun son günlerdeki bayık şiirimsiliğinden olacak. Eee neyse ne diyordum? Bundan sonra beni ayartıp senin üstüne salan sinsi ceketi kuru temizleyicide unutalım. Başak başak göğeren tertemiz dostluğumuzun arasına girmesin o kara kedi. Seni hayattan bezdirme karşılığında neler neler vaadetmişti bana. Geçen zaman dile gelsin de bir bir anlatsın. Söylemesi ayıp ben unuttum.

    • Like 1

  6. Duyan da iftara katıldığımı sanır.

     

    Cekete ise hiçbir şey demiyorum. Yaptığı yorumdan tüten mana, asilzade oluşumu kıskanmasından oluşan kıymetsiz bir duman gibi yükseliyor az sonra kaybolacağı göğe. Dün gece evde violinimle Schubert’in serenat’ını çalarken aklıma geldi. Eğer karaceket iftara katılmış olsaydı bugün herkes onun ekmek poşetinde taşıdığı laptop’ıyla iftara gelişinden bahsederdi. Bu arada yüreklere su serpecek bir karar aldığımı da belirtmeliyim. Bundan sonra iştirak edemeyeceğim her toplantıya resmimi göndereceğim. Anneannemin amcasının abisinin torununun kuzeninin teyzesinin amcaoğlunun emmisinin dayısınınüçüncükarısının halasının oğlunun yıllardır haber alamadığı bir akrabasının benim hakkımda söylediği şu cümlenin de gayet yerinde olduğunu ispatlıyor bu karar : “Seni yıldızlara benzetiyorum, onlar kadar etkileyici, çekici ve güzelsin ama aranızda tek fark var, onlar milyonlarca sen bir tanesin.”

    Nedense bir kilo baklavadan daha hafif geldi bu söz.

    Arkadaş şimdi başlayacağım senin şu fair play takıntılı cevaplarına haa. Arkamızdan dünyanın lafını sallıyor, şöyle yüzüme karşı alıp biraz hırpalayayım dediğimde mıy mıy edip duruyor. Hırsımı alamıyorum yahu, kendi kendime saymaya başlayacağım! Günah değil mi ya? Sırrı Süreyya'nınkini şuraya çağırsam, Ece miydi neydi, halime bakıp bakıp 'Siz ne zaman bu kadar zalim oldunuz' der zırıl zırıl ağlar.

    Siyah ceket, sen de git nickini pembe eşarp filan yaptır abicim. Seninle protokol yapıp adam linç etmeye karar verende kabahat zaten. Trraceketi tek taraflı feshediyorum. Şuna bak, pamukla kütük, havanda su dövüyor sanki. Bi daha bana bulaşmayın, kendi aranızda oynayın! Biriniz hapımı getirsin...


  7. İftar iyiydi, özellikle sohbet yemekten de lezzetliydi. İftar sonrası çay faslının tadına doyamadık, eve dönme telaşı olmasa sahura kadar yolu vardı aslında. Biraz siteden, biraz havadan sudan konuştuk. Sitede epeyce enteresan üye varmış, sohbet esnasında yöneticiler sarhoş edilmiş istihbarat elemanı kafasıyla açıldıkça açıldı sağolsunlar. Sitede hiçbir şey göründüğü gibi değil neredeyse, çok renkli hikayeler var. Mitajanı'yla orada olmamızın sebebi aslında kurban kesmekti ama malesef o gelmemiş. Ayarsızcım, gelseydin etin kalitesi düşecekti belki ama muhtemelen hesap daha az kabarık olacaktı. Malum beş para etmiyorsun. (Ceket gel ceket, ben başladım!)

    • Like 1

  8. Kitabı okurken tekrar dikkatimi çekti Pascal.... Halbuki kaç yıldır bildiğim hikaye. Nedense bu sefer bir başka dokundu, ağlayacak hale geldim. Dikkat etmek gereken bir adam. O kadar gerçek ve hazin ki insan dehşete kapılıyor... Gece gece arkasından konuşturdu beni epeyce.

     

    Pascal'ın hayatındaki ana hatlara bakmak, pırıl pırıl bir zekanın, trajedi kahramanlarına yakışır ihtişamını görmek için yeterlidir. Sadece 1623 ve 1662 yılları arasında geçen 39 senelik kısacık bir ömürde; üçgenin iç açılarının toplamını bulan, Pascal üçgenini keşfeden, hava basıncını matematiksel olarak ifade eden, ilk mekanik hesap makinesini geliştiren ve daha pek çok konuda çığır açan deha; aklın hudutlarına yolculuk yapabildiğini ispatlıyordu. Öyle mucizevi bir kafası vardı ki, Henüz 9 yaşında bir çocukken matematik kanunları bulabiliyordu. Fakat onu zihni bilgisayar gibi işleyen matematik robotu mühendislerden ayıran husus, dünyadaki varlık sebebini kurcalayan ve hakikati kovalayan ulvi tefekküre karşı sahip olduğu istidattı. Müspet ilimler olarak anılan sahada son noktaya varmış olmanın yanında, kendi yaradıllışını kavramak için de aynı mücadeleyi veriyordu. Tabiatı da, fizik ötesini de aynı incelikle tetkik ediyordu.

     

    Onun iç kanatan dramı elbette elde ettiği matematik zaferlerinde tecelli etmedi. Üstün yaratılışlı her kafa gibi, Pascal da günlük hayatın insan ruhunu uyuşturan kemirgenliğinden kaçtı, buluşlarının hayvani hazzıyla sarhoş olmaktan uzak durdu. Kendini, var oluşunu, hayat gayesini ve sahip olduklarını sorguladı; çetin bir nefs muhasebesine tutuştu. Aklı kullanmakta ne kadar başarılı olduğunu gencecik yaşlarda ortaya koyduğu buluşlarıyla ispatlayan Pascal, hakikate ulaşabilmek için aklını paraladı ve sonunda mutasavvıfların "ne akılla, ne akılsız!" düsturuna erişerek aklın rehberliğini reddetti. Bu husus gerçekten dikkate değerdir, zira bu noktaya varan Pascal aklı kullanmayı kendi devrinde belki de en iyi başaran insandı. Sermayesi aklıydı, ama o bunun yetersizliğini de kavrıyordu. Cezbe hallerinin sonunda herşeyi bir tarafa bıraktı ve kendini cemiyetten tecrit etti, sadece aradığı ilahi "şevk"i yakalama sevdası içinde ibadete sarıldı, tefekkür etti, yazdı. Ölümüne yakın, "Bana filozofların değil, peygamberlerin haberini verdiği Allah gerek" demiş, semai dinlerin 3 peygamberini saymış fakat o son adımı atamamıştı... Bu yolda elinden tutacak bir rehberi olmamış, şüpheleriyle iptal ettiği aklı ona bu adımı attırmaya yetmemişti. Böyle parlak bir kafanın o mukaddes isme bağlanma nasibine erememesi, gemiye dokunacak kadar yaklaşıp boğulmaktan kurtulamaması o kadar hazindir ki, duygularını iptal etmiş bir mantık fıçısını dahi gözyaşlarına boğacak kuvvettedir. Sıradan insanların üzerinde düşünmeyi bile akıl edemediği yollarda visale doğru seyreden, çıldıracak noktalara gelen, cezbelere tutulacak ve "la joie, la joie! - Şevk, şevk!" diye haykıracak derecede yaklaşmışlığın hazzını yaşayan bir kafanın bu sonu, en acı kavuşamama hikayesinden daha acı değil midir?

     

    Pascal'ın otopsisinde , belki de aklını ne kadar yorduğunun bir ispatı olarak, henüz 39 yaşında bu dünyayı terk ederken beyninde kocaman bir ur götürdüğü anlaşılmıştı. "Nous mourons seul - Yapayalnız ölürüz" gibi, üzerinde kitap yazılabilecek kadar derin bir sözün sahibi olan Pascal, hayatın hakikatinin insan olduğunu biliyor ve bu sebeple ebedi mutluluğun peşinde koşuyordu. Ne yazıktır ki, yapayalnız ölen Pascal'ın nasipsizliği, yapayalnız yaşayacağı sonsuz hayatını, sonsuz güzel olandan mahrum bıraktı...

     

    Pascal demişken; kendisi tarafından ilk defa sistematik bir şekilde ifade edilen ve Pascal Kumarı olarak da bilinen Allah'a inanma konulu düşünce sürecini unutmamak gerekir. Ateizm ve din arasındaki tercih isabetini aklın anlayacağı şekilde, materyalist ve pragmatist bir açıyla dahi göstermesi sebebiyle gayet önemli bir model olan Pascal Kumarı, hala üzerine beyin teri damlatılan bir gerçeklik olarak dimdik dikiliyor. Pascal'a göre, dünyadaki tüm gerçekleri göz ardı etsek ve Allah'ın varlığını haykıran tüm eşyayı karar verirken hesaba katmasak bile, dine inanmak ateist olmaktan daha doğru bir tercihtir. Hikmet sahibi büyük veli Hz. Ali'nin de Pascal'dan 1000 yıl kadar önce dile getirdiği bu hakikat Pascal Kumarının konusudur. Pascal, aklın Tanrının var olup olmadığı gerçeğini keşfedemeyeceği bir durumun hayal edilmesini istedikten sonra, bu konuda bir tercih yapma mecburiyetinin altını çizer. Çünkü Tanrının varlığı yahut yokluğu arasında tercih yapmak insanın sonsuz mutluluğunu ilgilendiren bigane kalınamayacak bir konudur ve bu tercihte üçüncü bir ihtimal sözkonusu yoktur. Yapılacak tercih ise muhtemel kazançlara bakılarak yapılmalıdır, çünkü elde başka bir veri olmadığı varsayılmaktadır. Tanrının varlığı herşeyi kazandıracakken yokluğu hiçbir şey kaybettirmeyecektir. Bu durumda tercih onun varlığından yana yapılır, çünkü sonsuz bir mutluluk kazanmakla hiçbir şeyin kaybedilmediği durumlar arasında yapılacak bir tercihin beklentisi sonsuz bir kazançtır. Tanrı'nın varlığı durumunda ona inanan kazanır, ona inanmayan kaybeder. Onun yokluğu durumundaysa, ona inanan kişi öldüğünde ona inanmayan kişiden daha kötü bir duruma düşmeyecektir. Farklı bir ifadeyle ona inanan kişi ya herşeyi kazanacak ya hiçbir şey kaybetmeyecek, ona inanmayan kişi ise ya hiçbir şey kazanmayacak yahut herşeyi kaybedecektir. Bu gerçeği ifade ettikten sonra şu şekilde bağlar:

     

    - Düşmanlarını böyle mantıksızlık içinde bırakmak dinin şanındandır.

     

    Pascal bu düşünceyi ortaya atarken, bu modelin Tanrı'nın gerçekten var olup olmadığı sorusunu çözmeye yaramayacağını, yalnızca inanmanın sonsuz ölçüde daha mantıklı bir tercih olduğunu göstermek istediğini ifade etmişti. Bu modele getirilebilecek tek kuvvetli itiraz, hangi dinin doğru olduğunun bilinmiyor oluşuydu. O ise bu itiraza, "Bir kere inanmayı seçtikten sonra işi şansa bırakmak doğru değil, aklın buradan sonra söyleyecek sözü var" şeklinde cevap vermişti. Fakat haklı olduğu ölçüde yanılıyordu... Nasibi unutmuştu... İslam'ın Hz. Peygamber tarafından üretilmiş bir din olduğunu iddia ederek ilahi kaynaklı olmayan bir dinin Tanrı'yla ilgisinin olamayacağını söylemişti. Yanlış varsayım üzerinden doğru bir çıkarım yapmıştı. İslam'ın insan eliyle oluşturulmuş bir din olmadığını görecek nasibe malesef erememişti... Herşeyi titizlikle inceleyen muhteşem zeka, bu varsayımının üstüne gidememiş, yolu tıkanmış, bu nasipten mahrum kalmıştı...

     

    Bir hedefin peşinden debelene debelene koşmak, içinde yaşanan şartları sonuna kadar zorlamak, aklı hücrelerine ayırmak ve sonunda kısacık bir adımı atamamak yüzünden, o noktada dermanların tükenmesiyle yere kapaklanmak... Bunun kadar acıklı ne olabilir? Kilometrelerce yüzüp, tam sahile varılacak noktada gücten düşerek sulara kapılmak gönül taşıyan hangi canlının içini zifiri karanlıklarda boğmaz?

     

    İşte, nasibin dehşeti!.. Cümlelerini küfür tamlamalarıyla bitiren serserilerin alışmışlığıyla tekrarlayıp durduğumuz ve kullana kullana dehşet verici manasından adım adım uzaklaştığımız bu mübarek kelime, Pascal gibi müthiş bir şahsı; sabahtan akşama kadar çapa yapan, akşam da kahvehaneye gidip vakit geçiren alelade bir çiftçinin altında bırakıyor. Ebedi saadetten sadece bir 8 harfle mahrum kalmak... Hangi trajedi insan yüreğine bu kadar dokunabilir? Allah'ın merhameti bu tefekkür kahramanını elbette imansız bir fahişeyle aynı ağırlıkta tartmayacaktır, fakat yine de aramak ve bulmak arasındaki fark ne kadar sarsıcı... Nasip, kısmet... Bu kelimeleri kullanmadan önce ağzımızı çalkalasak, kalbimizi çıkarıp yıkasak yeridir. Ebediyetimizin bağlı olduğu yegane gerçek... Yıllar yılı gayret edip dağları aştıktan sonra, minicik bir adımı atma becerisini gösterememenin insanı içine yuvarladığı ateş hepimizin aklında kalmalı ve durup dinlenmeden, gözümüzü dahi kırpmadan belki de bu nasipsizliğe düşmemek için dua etmeliyiz. Uhud'da Müslümanlarla birlikte savaşıp Cehennemlik olan Kuzman'ı, Peygamber Efendimiz'in duası bereketiyle zengin olup zekatı reddederek irtidat eden Salebe İbni Hatib'i hatırlayın. Sahabe olmakla Peygamberlikten sadece bir basamak geride iken, ne oldular? İblis meleklerin başındayken bir anlık kibriyle nasıl yuvarlandı? Aziz dostum, görüyorsun ya! Güvenecek hiçbir şeyimiz yok, ellerimiz bomboş! Ne canımızdan bile fazla sevdiğimiz insanlar, ne malımız, ne sağlığımız, ne aklımız... Bir tek nasibimiz, onun da elimizde kalıp kalmayacağını bilmiyoruz. Tutunacak tek dalımızın elimizden kaymaması için Allah'a ne kadar yalvarsak az, zira onsuz yapayalnız ve çaresiziz. Evet İslam fıtratı üzre doğduk ve en azından etiketi Müslüman olan bir çevrede, ülkede yetiştik. Bu bahtın kıymetini bilelim ve dehşet içinde ağlayalım, bu nimeti elimizden almaması için daima O'na yalvaralım...

    • Like 1

  9. Mustafa Yazgan ile ilgili yazacak birşeyler vardı, en uygun yer burası olmalı. Oral Çalışlar'ın, 12 eylül sonrası tutuklanan siyasilerin hapishane hatırlarını anlattığı Liderler Hapishanesi adlı kitabında Mustafa Yazgan'a ayrılmış özel bir kısım da var, anlattıkları ilgimi çektiğinden özetleme gereği hissettim.

     

    Mustafa Yazgan, 12 eylül sonrası MSP davası kapsamında tutuklanıyor ve ilk önce Mamak Cezaevi'ne gönderiliyor. Burada 200 mahkumla birlikte kalıyorlar. Mustafa Yazgan da kitapta anlatılanlara göre oldukça titiz birisi, hatta bunu abartıp bencillik derecesine çıkarması sebebiyle sevilmeyen, orijinal bir karakter haline geliyor.

     

    200 kişilik hapishanede temizlik ihtiyacını karşılayan sadece 3 adet lavabo bulunuyor. Mustafa Yazgan da her sabah bu lavabolardan birinin önüne geçiyor. Bardağı, diş fırçası, diş macunu, tabağı ve iki adet sabunuyla dakikalar boyunca temizlenip duruyor. Koca hapishanede sadece 3 adet lavabo bulunduğundan arkada uzun kuyruklar birikse de bunlara hiç aldırış etmiyor, sabunların birini koyup diğerini alıyor ve bir süre sonra mahkumların nefretini kazanıyor.

     

    Derken birgün hapishanede 10 kadar kişi kafa kafaya verip plan yapıyorlar. Mustafa Yazgan bir öğle vakti bardağı ve sabun tabağıyla yola çıktığında bu 10 kişi hemen lavaboların başına fırlıyor ve Yazgan'dan önce kuyruğa giriyorlar. Sıra kime gelirse dakikalarca suyla sabunla oynuyor. Mustafa Yazgan ilk lavaboda sıraya giriyor, bakıyor ki olacak gibi değil, ikinci lavaboya geçiyor. Aynı durum burada da devam edince 3. lavaboya kayıyor. Fakat ilk sıradakiler bir türlü el yıkama işini bitirmeyince artık söylenmeye başlıyor: 'arkadaşlar biraz acele edebilir misiniz, namazım geçecek...' Fakat buna rağmen sıranın kendisine gelmesi için epeyce bir beklemesi gerekiyor.

     

    Fakat bu plan da Mustafa Yazgan'a kar etmiyor, sonraki günlerde de Yazgan aynı işi yapmaya devam ediyor.

     

    Derken Yazgan Mamak Cezaevi'nden Dil Okulu askeri cezaevine naklediliyor. Burada 50 mahkum ve 6 lavabo olduğundan Yazgan'a gün doğuyor, bir gün ilk lavabonun aynasına 'Bu lavaboyu ben kullanacağım. Lütfen diğerlerinde temizleniniz. Mustafa Yazgan' yazıyor.

     

    Bu hapishanelerin birinde (hangisi olduğunu şu an hatırlamıyorum), 5 günde bir sıcak su akıyor ve bu günde herkesin duş alması gerekiyor. Önceleri ilk gidenler uzun süre içeride kalıp sonraya kalanlara fazla vakit bırakmadıklarından, mahkumlar kendi aralarında karar verip herkesin belli bir süre içerisinde duşunu tamamlaması konusunda anlaşıyorlar. Bu işleri de mülayim, herkesin kabul edeceği tarzda bir adam koordine ediyor. Fakat Mustafa Yazgan burada da oyunu bozuyor, duştan bir türlü çıkmak bilmiyor. Bu işi o kadar abartıyor ki işleri takip eden kişi dahi zıvanadan çıkıyor, '3 dakika içerisinde çıkmazsan muşambayı çekip bütün mahkumları seni izlemeye davet edeceğim' diye tehdit etmek durumunda bile kalıyor. Fakat bu da işe yaramıyor.

     

    Mustafa Yazgan'ın yemek dağıtımlarında karavananın başında durup kendi tabağına yemeğin en iyi yerlerini almaya çalışma gayretleri de mahkumlar arasında huzursuzluğa sebep oluyor.

     

    Enteresanlıklar bununla da sınırlı değil. Mustafa Yazgan hapishaneye ilk girdiği dönemde yemekhanedeki sandalyelerden birini daha rahat buluyor ve bu sandalyenin üstüne Mustafa Yazgan yazan bir kağıt iliştiriyor. Çoğu zaman yemekhaneye süratle gelip bu sandalyeye kuruluyor. Yemekhaneye geç kaldığında da, ortalıkta boş sandalyeler olduğu halde adının yazdığı sandalyeyi masalar arasında dolaşarak buluyor, üzerinde oturan kişiyi kaldırmaya çalışıyor ve bu sebeple tartışmalara giriyor.

     

    Enteresan bir adammış kendisi. Ayrıca hapishanede Üstad'a yakın olmasıyla övünür, Üstad'ın kitaplarında kendisi için yazdığı ifadeleri de sürekli birilerine gösterirmiş. Düşündüm de yapılmayacak iş değil :)


  10. Bu şiirlerde, ilk etapta insanı sarsan putperest zihniyetin yanında benim ilgimi çeken 3 nokta daha var. Bunlardan birincisi Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Fazıl Hüznü gibi belli bir çıtayı aşmış, şöhreti yakalamış, iyi-kötü şair denebilecek kimselerin de böyle adiliklere tevessül etmiş olması. Bu şiirleri okuduktan sonra ben artık bu insanların şahsına hiçbir şekilde saygı duyamıyorum. Mustafa Kemal'in zaaflarla dolu bir beşer olduğunu bunların hepsi de çok iyi biliyordu. İkbal hevesiyle ahiretlerini feda edecek kadar çılgınn bir dalkavukluğa sarılmaları, şahsi açıdan, bu beylerin yeteneklerine rağmen kendi halinde bir köylü kadar dahi değere sahip olmadıklarını, ahlaksızlığın dibine vurduklarını işaret ediyor. Mesela Faruk Nafiz'in kantarın topuzunu bu ölçüde kaçırmasına daha fazla üzüldüm. Radyoda tesadüfen rastlandığında kanalı değiştirme arzusu uyandırmayan, alelade fakat dinlenebilen şarkılar vardır. İşte Faruk Nafiz de bence o türden şiirlerin yazanıydı. İyice olan kabiliyetine bu sindirilemez lekenin bulaşmasını istemezdim.

     

    İkinci husus, şiirlerdeki vurguların İslami ıstılahın taklidiyle şekillenmesi. Ezan, Mevlid, Amentü, Peygamber, Allah, kader yazmak ve benzeri kavramlar; o sıralar Anadolu halkının sahip olduğu inançlarda karşılığı olan şeyler. Basbayağı İslami kavramları dalkavukluk mezesi olarak kullanma gereği hissetmişler. İki farklı açıklama geliyor aklıma, ikisinin de belirli ölçülerde doğru olduğuna inanıyorum. Birincisi övgüde son noktaya varabilmek istediklerinde İslami kavramları taklit etmenin ötesine geçecek başarıyı gösterememeleri. Bu hal, bence İslam'ın aslında bu milletin kanına kadar işlediğini gösteriyor. İslam'a küfrederken bile İslami kavramların çerçevesine hapsolmaktan kurtulamıyorlar. İkinci nokta ise, Kemalist rejimin tamamıyla İslami varlığımıza kastetmiş olması... İslam'ı kaldırıp, onun yerine alternatif olarak Kemalizm denen ne idüğü belirsiz, garip bir pozitivizm telakkisini oturtmak için yoğun bir propaganda takip edilmiş. İslam'ı kes, Kemalizm'i aynen o noktaya yapıştır... Fakat ne mutlu ki halkın bünyesi bunu kusuyor.

     

    Ve üçüncü husus, bu küfür namelerini dizenlerin ikbal heveslerine birer birer erdiğini görüyoruz. Yani rejim onları bu iğrenç dalkavuklukları sebebiyle dışlamak yerine payelendirme yolunu tercih etmişti. İşte o karanlık geçmişten nefret etmek için bir sebep daha... Kimi 1938 öncesinde, kimi ise sonraki devirlerde olmak üzere Behçet Kemal Çağlar, Aka Gündüz, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç ve Kemalettin Kamu'nun millet vekilliği yapmış olması; Moiz Kohen'inse direkten dönmesi benim kanıma dokunuyor. Bu milleti temsil etme hakkını, bu çıldırmış dalkavuklara veren çarklardan iğrenmekte haksız mıyım?

    Hmm şunu yazmayı unutuyordum. İlkokul çağındaki çocukların pek çoğunun alıntılanan herzeleri yazabileceğine inanmıyorum, inanmak istemiyorum. Rejimin silahşörlüğünü yapan öğretmenlerinin, bunda belli ölçülerde payı olmalı. İlk devrelerde, kendini köylerdeki kanı kirletmeye adamış bazı öğretmenlerin ne gibi tahribatlara yol açtığı bildik şeyler.


  11. İçlerdeki yalakanın ipi bir kere kaçırıldığında, diller öyle şeyler söylüyor ki aklın nutku tutuluyor. Aşağıdaki putperest metin ve şiirleri utanarak, iğrenerek derliyorum ve bu ağır travmadan yavaş yavaş kurtuluyor olduğumuz için Allah'a defalarca şükrediyorum.

    Şunu kesinlikle atlamamak lazım. Bu tablonun ortaya çıkmasındaki tek kabahatli yazanların çıldırmış iradeleri değildi. Zıvanadan çıkmış bu sözleri taltifle karşılayanlar, teşvik edenler, dolaylı yoldan insanları buna zorlayanlar da bu sözleri yazanlar kadar cinayetin ortağıydı. Bunu göremediğimiz sürece Behçet Kemal gibi çukur seviyesindeki zavallı bir kuklacığa kızmak veya gülmekten ileri geçemeyiz. Kemalist rejim ve rejimin tepesindeki adamlar bu hezeyanlar için uygun bir mecra hazırlamış; yazılanlara karşı müsamahayı, hatta himayeyi elden bırakmamıştır.
    Tiksineceksiniz, okumadan önce iki kere düşünün. Biz bunları da yaşamışız...

    -----
    TÜRK'ÜN YENİ AMENTÜSÜ

    Kahramanlığın örneği olan ve vatanın istiklâlini yoktan var eden Mustafa Kemal'e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücahit analarına ve Türkiye için ahiret günü olmadığına iman ederim.
    İyilikle fenalığın insanlardan geldiğine, büyük milletimin medenî cihanda en büyük mevkii kazanacağına, hamaset dasitanlarıyla tarihi dolduran kudretli Türk ordusunun birliğine ve Gazi'nin Allahın en sevgili kulu olduğuna, kalbimin bütün hulûsiyle şehadet eylerim.

    Moiz Kohen (Tekin Alp)


    -----
    YÜREKTEN SESLER

    Atatürk’ün tapkınıyız. Her şey (O)’dur. Her yerde O var.
    Her gökte O eser. Her enginde O çağlar.
    Biz O’yuz. O, biz.
    Atatürk benim değildir.
    Atatürk senin değildir.
    Atatürk onun değildir.
    Atatürk;
    Benimdir, senin, onundur, acunundur, evrenselindir, geçmişlerindir, geleceklerindir, ilkesizliğindir, sonsuzluğundur.
    Her şeyde Atatürk!
    Yerde O! Gökte O! Denizde O!.. Varda O!.. Yokta O!
    Her şeyde O! ..
    Atatürk!
    Onun yüreği okyanustur: Türk için; yat için! Barış için; insanlık, insanlık, insanlık için köpüklenip dalgalanır.
    Her şey (O)'dur;
    (O) her şeydir.
    Her şeyde Atatürk!
    Yerdedir, göktedir, sudadır.
    Görünmezi görür! Bilinmezi bilir. Duyulmazı duyar!
    Sezilmezi sezer, ezilmezi ezer!
    Hep, her O’dur!
    Her şeyde Atatürk!
    Elimizi yüzümüze;
    Gönlümüzü özümüze kapıyoruz.
    Biz sana tapıyoruz!
    Her yerde; her şeyde; her işte, her gidişte; hep (O)!
    Hep (O)! Hep (O)! Hep Atatürk!
    Ey dilim bu ne dildir?
    Bu dili acuna bildir!
    Ah! Atatürk! En büyüksün en büyük!
    Bir dizginsiz at gibi, bırak beni koşayım!
    Gösterdiğin kırana coşayım, ulaşayım!
    Varsın! Teksin! Yaratansın!
    Sana bağlanmayanlar utansın!
    Ah! Nolaydın, nolaydın; sade Türk'ün olaydın.
    Altınsel oldun Atam!
    Evrensel oldun Atam!
    Mutlarda günler bana.
    Umulmaz ünler bana.
    Bu sesim:
    İçten geliyor içten!
    Beni sen yaratmadın balçıktan kerpiçten!
    Beni benden yarattın, kendini bana kattın Atam,
    Atam,
    Atatürk!
    En büyüksün, en büyük!

    Aka Gündüz


    -----
    ATATÜRK'E TEKBİR

    Atatürk ekber!
    Atatürk ekber!
    Ancak O var Atatürk!
    Evliya odur,
    Peygamber odur,
    Sanatkâr Atatürk.
    Talihe hâkim,
    Zekâya önder,
    Doğma serdar Atatürk.
    Bunları geçti insan büyüğü:
    Kendi kadar Atatürk!
    Atatürk ekber!
    Atatürk ekber.
    Bizde O var. Atatürk!
    Ne evliya, ne de peygamber..
    Halkına yar Atatürk!”

    Behçet Kemal Çağlar


    -----
    ATATÜRK MEVLİDİ (Tam metni bulamadım/trradomir)

    Millet adın zikredelim bir kere;
    Vâcip oldur cümle işte Türklere.
    Şevk ile Türküm dese bir dem lisan,
    Dökülür cümle hüzün misli hazan
    İsmi pâkin pak olur zikreyleyen,
    Her murada erişir Türküm diyen
    Mağra devri anda evler var idi,
    Türk yetişkin, başkalar barbar idi.
    Hak Teala çün yarattı Türk’ü ilk
    Dedi, ‘Üç kıta da olsun ona mülk.’
    Mustafa nurunu alnına koydu,
    ‘Bil! Kemal’in nurudur, ol nur!’ dedi.”
    Ger dilesiz, bulasız oddan necat,
    Mustafa-yı ba-Kemal’e essalat!”
    Ol Zübeyde, Mustafâ’nın ânesi
    Ol sedeften doğdu ol dürdânesi!
    Gün gelip oldu Rızâ’dan hâmile
    Vakt erişti hafta ve eyyâm ile.
    Mustafa’nın gelmesi oldu yakin,
    Çok alâmetler belirdi gelmeden.
    Der Zübeyde çünkü vakt oldu tamam,
    Kim vücude gele ol hayrülenam.
    Geçti böyle, nice ay nice sene
    Vakt erişti bin sekiz yüz seksene.
    Merhaba ey canı canan merhaba,
    Merhaba ey derde derman merhaba.
    Merhaba ey asi millet melcei,
    Merhaba ey inkilâplar menşei.
    Merhaba ey baş halâskâr merhaba
    Merhaba ey ulu serdâr merhaba!
    Ger dilersiz bulasız şevkü necat,
    Can verin tek Türk’e râm olsun hayat.
    Ger dilersiz, bulasız kalktan necat,
    Atatürk’e Atatürk’e es selât.
    Ol zamanda eylemiş tâlim meğer,
    Mustafayı harbiyeye verdiler.
    Başka fanilerle farkı gördüler,
    İnönü’de Atatürk’ü gördüler.
    Ger dilerseniz bulasız şevk-ü necat,
    Atatürk’e Atatürk’e selât...

    Behçet Kemal Çağlar


    -----
    ÇANKAYA

    Burada erdi Mûsâ
    Burada uçtu İsa
    Bülbül burada varsa
    Hürriyet için öter.

    Ne örümcek, ne yosun
    Ne mûcize, ne füsun...
    Kâbe Arab'ın olsun
    Çankaya bize yeter...

    Kemalettin Kamu


    -----
    ATATÜRK'E SESLENİŞ

    On bin yıl herkese boşa baş vurduk;
    Bütün bir ırk,seni aradık durduk,
    Sana geldik sonsuz mesafelerden;
    Sıyrıldık sayısız efsanelerden

    Tek sana inanan akıllarız biz!
    Sen selsin mecranda çakıllarız biz...
    Her yıl biz o damar,her yıl okan sen;
    Bak;Kalblerden çağıl çağıl akan sen.

    Seninle gönüller her an temasta
    "Atatürk" dendi mi doğrulur hasta
    "Atatürk" dendi mi dolar gözümüz;
    "Atatürk, Atatürk" bu, baş sözümüz.

    Başını bekliyor her boş duran diz;
    Biz bir gün saparsak fırlar kalbimiz.
    Yola düşer birden açtığın izde;
    Adın besmeledir her işimizde.

    Açan al gülümüz her sonbaharda,
    Yarın bir iskelet olsak mezarda.
    "Atatürk" çığrışır kemiklerimiz,
    Nimetinle dolu iliklerimiz...

    Behçet Kemal ÇAĞLAR


    -----
    BÜYÜK ATA'YA

    Koca bir güneşin akşam olmadan
    Dağların ardından sönüşü gibi,
    Millete can veren vatan yaratan
    Tanrı'nın göklere dönüşü gibi,
    Ölümün içimde bir yara, Atam.
    Derdimi kimlere döküp anlatam!,
    Vatanın dağları güz rengi aldı;
    Dün sabah tanyeri bayraktan aldı;
    Ne yıldız, ne güneş görmeyen gözlüm,
    Odamda resmine takıldı kaldı.
    Sana can verip de ben ölsem Atam!
    Derdim ki kimlere dökülüp anlatam!
    Ölüm bu vatanı koydu Atasız,
    Hepimiz öksüz, günümüz gece;
    İsmini andıkça ağlayacağız,
    Dilimizde adın ilk ve son hece.
    Kör olsun sana yaş dökmeyen, Atam!
    Derdimi, kimlere döküp anlatam!
    Bağışla yanıldım, hayır ölmedin;
    Göklerde değilsin gönüllerdesin,
    Soyumun kalbine geçeyim dedin,
    Gönülden gelecek her zaman sesin.
    Her zaman ırkıma büyük Baş Atam
    Tanrılaş gönlüme, Tanrılaş Atam!

    MEHMET NURETTİN ARTAM


    -----
    BİZSİZ GİDİYOR

    Fecre benzettiği bayrakla kefenlenmiş Ata,
    Çıktı bir kor gibi mermer kapısından sarayın.
    Gönlümüz, bayrağı öğrendiği günden beri ta
    Duymamıştır bu kadar hüznünü yıldızla ayın!

    Gidiyor, gizleyerek sır gibi bizden sesini,
    Çıkıyor, ilk olarak bir yola Başbuğ bizsiz.
    Biz, ki dünyada, bırakmazdık onun gölgesini,
    Bu ne hicranlı seferdir ki beraber değiliz.

    Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil,
    Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun.
    Ey ilâhın yüce davetlisi, göklerden eğil,
    Göreceksin, duruyor kalbimiz üstünde putun!

    Sen ki Gayya’ya düşen on yedi milyon Türk’ün
    Dehşetinden sararırken yüzü yaprak yaprak,
    Onu bir hızla çevirmiştin ölümden daha dün:
    Tunç elin, yalçın iradenle kolundan tutarak.

    Ve bugün on yedi milyon geliyor bir yere de,
    Ebedî yolculuğundan seni döndürmek için
    -Onu yoktan var eden sendeki derman nerede?
    Gücü ancak yetiyor kabrine yüz sürmek için

    Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

    -----
    1919-1933 (Kısa bir bölüm/trradomir)

    ...O kimdir? Bir milletin sesi vardı ağzında,
    On dört milyonun nabzı çarpıyordu nabzında.
    O kimdir?, Geçtiği yer dönüyor gün vurmuşa,
    Can veriyor sararmış ota, yaralı kuşa.
    O kimdir? Gözlerinde bir tılsım gözleniyor,
    Bastığı topraklarda bahar filizleniyor.
    Alev saçlı bir volkan bazı bir dağ başında,
    Bazı beliriyordu bir damla göz yaşında.
    Güneşten birer oktu ondan gelen her emir.
    Bu okların altında eriyor dağ, taş, demir.
    O kimdir? Milyonla Türk birleşip bir tek olmuş,
    Yıkılan memlekete kolları destek olmuş
    Öz yurdun içlerinde düşman kurarken pusu,
    Bir yandan da yürüdü Halife'nin ordusu.
    Birisi gök yüzünden bombalar atıyordu.
    Biri elinde salip; biri elinde Mushaf,
    İçli dışlı düşmanlar geliyorlardı saf saf.
    Bunların karşısında göğsü açık bir azim,
    Süngüye, topa karşı diyordu: Zafer bizim!
    Bunların karşısında iki şimşekli nazar
    Diyordu: bu topraklar size olacak mezar!
    Vatan sürüklenirken bir uçurum ucuna,
    Dağılan kuvvetleri topladı avucuna.
    Topladı avucuna yıldırımı, şimşeği,
    Yoktan var ediyordu Tanrı gibi her şeyi.
    ...

    Yusuf Ziya ORTAÇ


    -----
    ANT

    Ant içtik, Ata'm, gitmeye gösterdiğin izden
    Ruhun tutacaktır bizi her gün elimizden.
    Çiğnenmeyecek göklere yükselttiğin ülkü
    Ta arşa çıkardın yere düşmüş ulu Türk'ü!
    Atmaz bir adım arkaya Türk'üm diyecek genç
    Yoktur seni inkar edecek...varsa ne iğrenç!
    Cennetse bu yurt, sen onu buldun da harabe
    Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kabe!
    Göğsünde bu yurdun tütedurdukça ocaklar
    Eksilmeyecektir sana kan ağlayacaklar.
    Bitmez yaşımız ruh kalabildikçe bedende
    Mahşerde bir önder bulacak Türk yine sende.
    Bir ay gibi Türk'ün sönük ufkunda belirdin,
    Öldün denemez, tarihe sen dipdiri girdin.
    Kaç paslı beyin bir ucu çıkmaz yola dalsa
    Gençlik, Ata'nın yolcusudur bir kişi kalsa.
    Türk'üm diyen artık bir akisti o güneşten,
    Bağrındaki iman bir alevdir o ateşten.
    Binbir saf olup ardına düşmüşse bu ülke,
    Türk'ün şefi sendin, kalacaksın Ata Türk'e.
    Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun,
    Türk ırkinin en son ulu peygamberi oldun!
    Tutsak seni layık yüce Tanrı'yla müsavi
    Toprak olamaz kalp doğabilmişse semavi!
    Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses,
    İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez!
    Ant içtik Ata'm, gitmeye gösterdiğin izden,
    Ruhun tutacaktır bizi her gün elimizden.

    Edip Ayel


    -----
    İZİNDE

    Her dünya! Yeryüzü! Sarsıldı, yarın, çök,
    Neysen bugün göster: Delin, boşan , gök!
    Kendini yere çal, parçalanan tarih!
    Ey Timur, Atilla, Yıldırım, Fatih;
    Alparslan, İskender, Cengiz, Napolyon!
    Ey evvelce ölen yüzlerce milyon!
    Kafi değil gökten muhayyel tavaf:
    Kalkın mezarlardan, toplanın saf saf;
    Doğrulun: Gelen bir eşsiz kahraman,
    Doğrulun: Geliyor en büyük insan...
    ***
    ...
    ***
    Kaç yıldır Türkçe'ydi Tanrının dili;
    İnsana ne ilah ne sevgili
    Ne de ana-baba aratıyordu;
    Her an yaratıyor, yaratıyordu.
    Birlikte gönüller ona imanda,
    O ateş yanar da her damla kanda,
    Yolumuzda öncü, ışık hızdı O,
    Elimizden tutan babamızdı O,
    Ana şefkatiyle seven ilk erdi;
    Damarlarda kandı, gözlerde ferdi,
    Tekti, hepimiz, bizdendi, bizdi,
    O bizim her şeyimiz...
    Ecel, alacak ecel; ne yüzle kıydı
    Fani olmasaydı, o da Tanrıydı:
    Gerçi et-kemikti onun da dışı
    Ama semalara denkti bakışı
    Saçları alevdi, ruhu alevdi,
    Bütün dünya onu tanıyıp sevdi,
    Dünya baştan başa ona hayrandı.
    O eşi bir daha gelmez insandı
    On bin yıldan beri aranan sancak...
    Bir-iki çocuğu nihayet beş-on;
    Biz şimdi öksüz on yedi milyon.
    ***
    O gitti, Türklük var; Türklük; Türklük var!
    Ruhumuzda inan, gözümde yaş,
    Acından tek kalbimiz, ödevde tek baş;
    Milyonlarca adım, tek hedef, tek iz;
    Onun davasının iradesiyiz.

    Behçet Kemal Çağlar


    -----
    KAHRAMAN

    Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün;
    Seni gördük sesimiz Hak'ka yalvardığı gün,
    Seni gördük bir mazi dağları sardı ses ses,
    Bir Akdeniz dalgası buldu içinde herkes...
    Sana çıkar bu yurdun ararsak son yolu da,
    Kutlu bir Tanrı oldun güzel Anadolu'da.
    O kadar eskisin ki şimdi ruhumuzda sen,
    Bulursun bu sevgide asırları istersen.
    Ararsan bakışında uzun ovalar erir,
    Dinlersen gönül denen yüce dağlar ses verir.
    Bir dünya, bir millete düşman olduğu zaman
    Sana büyük hızını verdi nabzındaki kan..
    Dört sınırın ucunu getirdin bir araya,
    Dört bucak sevgisini topladın Ankara'ya.
    Sesin, bir tılsım gibi, yurdu dolaştı yer yer
    Ve senden öyle keskin hız aldı ki gönüller,
    Yüzyılda giden vatan bir anda geri geldi...
    Sonra sanki ruhunda kartal sesleri geldi;
    Sanki yeni bir ışık süzüldü gözlerinden
    Ve bir fert, tek başına, bir millet yarattın sen.
    Bastığın yer tarihten yer alırmış, yok, değil:
    Bir gününe bir tarih bağışlasak çok değil!
    Çok değil, kanımızın rengini süze süze,
    İsmini döğmelerle işlesek göğsümüze..
    Çok değil göğsümüzün içine çizsek seni.
    İsterse bundan sonra ufuk yansın, gök yansın;
    Çünkü sen bu milletin umduğu kahramansın...
    Gölgen bir nur işledi güneşe vardığı gün;
    Seni gördük sesimiz Hak'ka yalvardığı gün.

    Fazıl Hüsnü DAĞLARCA


    -----
    ÇANKAYA

    Ey neftî gölgesinden uzanıp birkaç dalın
    Şeref rüyalarına dalan yeşil Çankaya!
    Nasıl kanatlarını sakladın o kartalın,
    Nasıl yettin yıllarca onu barındırmaya?

    O ki sarsıntısından taçlar düşerdi taçlar,
    Nasıl saydın korkmadan göğsünün çarpışını?
    Nasıl ateş almadı onu görmüş ağaçlar,
    İçinde yanan güneş yakmadı mı dışını?

    Arzı oynatmak için yeterken her adımı
    Yanardağlar bulurken kül olmuş her yığın dağ,
    O seni yıkmadı mı, o seni yıkmadı mı?
    O eşsiz kahraman ki dünya ağırlığında:

    On milyon bel iki kat olmuşken eğilmeden
    Onda on beş milyonun boynu birden uzaldı,
    Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden
    Taptığımız ne varsa hepsi ondan şeklaldı.

    Şeref rüyalarına dalan yeşil Çankaya,
    Gölgesi baş döndüren bu sırrı anlat bize:
    Nasıl yettin yıllarca onu barındırmaya,
    Seni böyle ebedî kılan hangi mucize?

    Faruk Nafiz ÇAMLIBEL


    -----
    MUSTAFA KEMAL

    İlk adam
    Mavi gözlerle
    Baktı toprağa,
    Toprağın haritasını çizdi bayrağa
    Allah değil
    O yazdı
    Yedisinden kız çocuğum
    Hamur yoğurdu,
    Yetmişlik anam çocuk doğurdu cephe için
    İlk adam
    Mavi gözlerle
    Baktı toprağa,
    Toprağın haritasını çizdi bayrağa
    Allah değil
    O yazdı
    Alın yazımızı
    Ninem
    Saçına kına bağladığı bezle bağladı
    Kan akan dizlerimi...
    Geçti çıplak rakımlarıyla kavga yılları
    Elimden tuttular
    Şehrin geniş stadlarında toplananlar için
    Bana şiir okuttular
    Yeni doğanlar alkışladılar sözlerimi
    İlk adam
    Mavi gözlerle
    Baktı toprağa
    Toprağın haritasını çizdi bayrağa,
    Allah değil
    O yazdı
    Alın yazımızı.

    İLHAMİ BEKİR TEZ


    -----
    Aşağıdaki alıntılar da 29 ekim 1938'de yayınlanan Cumhuriyetin Şeref Kitabı'ndan. Çoluğa çocuğa birşeyler yazdırmışlar, en pespaye dalkavuklukları seçip basmışlar. Mesela:

    *ATATÜRK'E

    Hiç kimsenin ağzından , ne babam , ne annemden ,
    Senden büyük bir varlık adını duymadım ben .
    Beynime sığabilsen , seni anlasam biraz ;
    Çünkü seni tarih te , ozan da anlatamaz.
    ...
    Sana güneş mi desem , Tanrı mı desem sana ?
    Ey Atam , kıvılcımlı gözlerinle bak bana.
    Önünde eriyerek ışığına kanayım,
    Beyaz bir çiçek gibi nurunla yıkanayım..

    Göğsümü gere gere nasıl ufka haykırmam ,
    Çünkü bütün dünyada en büyük insan Atam .
    Yusuf Öner-5. sınıf

    *ONUN DESTANI
    Selanikten yüceldi ilahların bir eşi ;
    Doğuşuyla kararttı gökte sanki güneşi ..
    Türklüğü o kurtardı bir muhakkak ölümden ,
    Ve böylece kurtuldu en büyük hak ölümden
    ...
    Kurtulmalıydı vatan ..Doğruydu.. Fakat nasıl ?
    İşte bu konuşuldu kongrede muttasıl .
    Bütün millet bir olup sarılmalı silaha,
    Kurtulmak , kurtarmakta hacet yoktu Allah'a!
    ...
    M. Özdemir Ağat-Trabzon Lisesi

    *ATATÜRK – CUMHURİYET
    Bin dokuz yüz yirmi üç , yirmi dokuz ilk teşrin ,
    Cumhuriyet kuruldu , hakkımız bayram yapmak .
    Ey gökteki melekler , siz de göklerden inin ,
    Yılda bir borcunuzdur , Cumhuriyete tapmak.
    Remzi Kaygulu-Orta 1

    *ATATÜRK VE CUMHURİYET
    İçten gelen hislerle seslerle söylüyorum ,
    bir Atatürk uğruna dünya yansın diyorum
    Dumlupınar yarattı , ruhları yeni baştan
    Her Türk kuvvet alıyor ruha doğan o baştan .

    Cumhuriyeti kurdu Türkün kutsal elinde ;
    Yaratmak , işte budur , Allahların dilinde.
    Kalbimin bahçesinden lale, gül dereceğim
    Her yıl cumhuriyetin yoluna sereceğim
    Mahir Abdumlu-Lise 2

    *HEYKELİN KARŞISINDA
    Ufukta sonsuzluğu çizen kudretli bir el
    Göklere yükseliyor ilah gibi bir heykel ,
    Bu varlığın önünde bir dakika dize gel
    Bu taş daha kutsaldır o kabenin taşından
    Leman Çiçekdağı-Orta 3. sınıf
    --------------------------------------------------------

    *Daha çok var, ama şu alçaklıkla bitsin:

    Muhammed büyük bir murşid, Aristo alemşümul bir filozof, İskender muhteşem bir asker, Bismark yaman bir siyasi, Lenin dehhas bir inkılapçı, Danton sehhar bir hatip fakat M. Kemal en üstündür
    Suat Tahsin

    • Like 6

  12. Allah rahmet eylesin, çok üzüldüm ve çaresizce üzüldüğümle kaldım. Çaresizliği ölümden iyi anlatan ne var ki. Ölüm haberlerini görünce gidenlerin ardından birkaç kelime söylüyor, ağzımıza gelen ilk duayı ediyor ve işimize bakıyoruz. Ve yapılabilecek en iyi şey de bu. Hayat ne acı; apışıyor, bakakalıyoruz. Üzüntümüz elimizden geleni aştığında, çaresizliği hissediyoruz.

     

    Bir büyüğüm 'Mihriban tek başına yeter bir ömre. De ondan ibaret değildi hazret' demiş. Almadan geçemeyeceğim.

     

    Adam Mihriban dedi, yüreğimizi yaktı, bu isme imzasını attı. Daha pek çok güzel şey söyledi ve gitti... Allah gani gani rahmet eylesin, biz onu iyi biliyorduk. Delikanlı biliyorduk. Bizden biliyorduk.

     

    Gökhan Öztürk daha da çok üzülmüştür mutlaka.. İlk kitabının önsözüne yazdıklarını hatırladıkça daha bir yanıyordur. Link

    • Like 1

  13. Ceket, oğlum bu herif mahallenin çingenelerini topladı geldi lan galiba. burnuüçbuçukatanpinokyo, yalanıkaravanaatandoğrucudavut, atanolmasababankimdibilemezdinşerefsiz filan da çıkar yakında. Ayarsızcım, biz iyi çocuklarız bak merabaaaaa merabaa, di mi ceket? eheh ehehehe memnun olduuk, şey biz gidelim, süt içme vakti gelmiş de. (Yürü lan yürü gebertecekler bizi!)


  14. Sonradan görme bir adam hali var bu arkadaşta, ısınamıyorum.

     

    Bir zamanlar dershanecilik işine girip yürütmeyi beceremediği (battı mıydı neydi?) yıllarda sürekli görüştükleri bir arkadaşı var, kendisi eniştemdir. Birlikte takılıyorlar, Boğaziçi mezunu bi eşi filan var bunun, bazı dernek çevrelerinde boy gösteriyorlar, cemiyete sosyeteye girip çıkıyorlar filan. 90'ların sonları olacak. Kafası çalışan bi adam aslında.

     

    Allah birilerine yürü ya kulum deyince tutulması mümkün olmuyor tabi. Tarık, günün İslamcı gençlerinin prenslerinden olmaya başlıyor zamanla. Televizyonlar, entel geyik programları. Pek de fena gitmiyor. Eski çevrelerle bağ kopuyor, eh anormal bi şey değil. İşte burada önemli bi işaret var. Tamam bağın kopması normal, ama saygı ve terbiye insanda baki kalması gereken bi şey.

     

    Bir seferinde bir ortamda bu eski iki arkadaş karşılaşıyor. Ayak üstü selamlaşıyorlar, sonra eniştem şöyle diyor: 'Tarık bir ara arayayım seni, görüşelim'.

    Cevap da şu istihza tonunda: 'Bulabilirsen'...

    Bence komik değil. Basbaya terbiyesizce.


  15. Bir takım engeller yüzünden gelemiyorum maalesef. Buna, engeller değil de korkular desek daha yerinde olur. trradomir ve KaraBelaCeket diyorum. Ne olur ne olmaz, es kaza gelirler belki toplantıya. Çok görmeyin, kınamayın arkadaşlar; benim için yükseklikten hemen sonra gelen iki korkudur onlar. Korkularımla yüzleşmeye yüzüm yok. trra ve ceket’le bir araya gelmem namümkün. Beni harcayacaklarına dair yaptıkları planlar hala forumda dururken o toplantıya asla gelemem. Belki bu kararla hayranlarımı üzeceğim, belki o gün eksikliğim derinden hissedilip hasretle anılacağım ve belki ‘’o olmayınca tadı olmuyor be’’ gibi cümlelerin dile gelmesine vesile olacağım ama yapacak bir şey yok, üzgünüm.

    Ama ama ama ama sen gelmezsen o buluşmanın tadı olmaz ki prensim. Hem biz seni ceketle çok seviyoruz. Ne zaman et yesek aklımıza sen geliyorsun. Ağzımız, aman gözlerimiz sulanıyor. Biz gerçekten çok iyi çocuklarız ve seni çok seviyoruz bak. Sen de bizi sevip bize çok güveneceksin buluşmada. Buluşmadan sonra seni ceketle alıp galata kulesinin tepesine çıkaracağız. Bizim kötü Hezarfenin kanat takıp yaptığını kanatsız yapmaya çalışacağız, hem de ilk sana deneteceğiz, düşünebiliyor musun bu onur az şey mi?.. Onu beğenmezsen boğaz köprüsünün korkuluklarını aşıp balıklara ekmek atacağız. Aman tanrım, ne kadar da romantik! Senin asil şovalye ruhuna yaraşır olacak herşey. O balıkların gözlerindeki ışıltıyı görebiliyor musun? Evine ekmek götürmenin o balık babalara vereceği mutluluğu düşünebiliyor musun? Belki senin ellerin sayesinde, yani ellerinle vereceğin ekmekle bir hamsi balığının hayatı kurtulacak! Onu da yapamazsak Belgrad ormanlarına gideriz seninle. Orada atış talimi filan yaparız asilzadem. Sorumluluğu üstümüze alıp ilk silahları da biz sıkarız ki bize bakıp çömezlerindeki nişan kabiliyetiyle eğlenirsin. Ben onu bunu bilmem, bu adam gelmezse ben de gelmiyorum. Benim yerime Admin baksın. Bitti.


  16. Selamlar,

     

    Amca diyerek girizgah yaptığın abi diyerek sonlandırdığın mesajında durumu kılpayı kurtarmışsın sevgili trradomir. :) Biraz daha azm-ü cezmü kasteylesen fiziken ve ruhen onsekizlik görünüme haiz, yaşıyla ancak bu kadar tezatlık içerisinde olan karizma ağbeyini, yaş ortalamasını 2 yaş tırmandırıyor gerekçesiyle asırlık dedelerle aynı kefeye koyacaksın. Aklın sıra kendini genç, dinamik ve de cevval, bendenizi de akim, hantal, paspal ve pir-i fani olarak göstereceksin. Üstelik aramızda bir kaç yaş fark olmasına rağmen bunları söyleme cesaretini kendinde bulacaksın. İstatistiki verilerde ibrenin bu denli şirazeden çıkmasını şahsıma mâl etmen kendini kurtarma çabasının tezahürü olsa gerektir. Her ne kadarda kabullenmen zor olsada teessürle ifade etmeliyim ki sen de o ter-u taze dönemlerini geride bıraktın, artık on ile başlayan hiçbir yaşı telaffuz edemeyeceksin, yaş kompleksinden midir nedir bu durumu kabullenmek sana giran geliyor. ALİ kardeşimizi de aramıza alırsak hemen hemen akran sayılırız. Belirtmek icap ederse tevellüt 984. :)

     

    Dua ile...

    'Abi'yi görünce baklava görmüş trradomir gibi elinin ayağının yerini unutmuşsun dedeceğim. Ömrünün sonbaharında nur yüzünü biraz da olsa güldürebildiysem ne mutlu bana! Bizim kültürümüzde gençler yaşlıların hoşuna gidecek şeyler söyler, onların gönlünü hoş eder. Adamın ihtiyarlıktan derisi börek yufkasına döner, 'yılların birikimini yüzündeki çizgilerde okuyoruz' deriz. Ne dediğini bilmez olur, 'yıldız aramızdan kaymadan tecrübelerinden istifade edelim' deriz. Çıplak kafa derisinde kendi yüzümüzü seyrederiz, 'altında maden olan toprağın üstünde ot bitmez' deriz. Gerçi yakında korkarım ben de böyle demeye başlayacağım, evet o kadar fena! Foruma her girdiğimde 'Saç Ektirmek caiz mi?' diye kendi kendime sorarken buluyorum kendimi bu aralar. Neyse ben kendimden bahsetmekten hicap ederim, çok ayıp bi şey, ne diyorduk?

     

    O 984'ün önüne M.Ö. de yazsana abi, şimdi ben söyleyince daha mı iyi oldu? Gerçi unutulabilir, hoş görmek lazım. O yaşa gelince biz bu kadarını da yazamayız :)

     

    O diil de aklıma geldi, Ecevit'in 2002 seçimlerinden önce Zonguldak'ta yaptığı mitingi TV8'den takip ediyordum. Adam 1453'te iktidara geldiğinden, 2063 yılına kadar iktidarda kalacağından bahsediyordu. Bi baktım nevrim dönmüş, yılın kaç gün olduğunu falan unutmuşum bir an.

     

    Not: Ceket, hadi bu mesajı da toparlayadur sen, ben bi ara ayarsız 'ı bi kuytuda sıkıştırıp harcayacam.

    • Like 1

  17. 40 yaşın üstünde kimse yok mu? Sanırım adminlerimizden kalemdar amca oy kullanmamış. 10.000 üyeli forumun yaş ortalamasını 2 yıl filan yükseltiyor kendisi, aramıza İstanbul Arkeoloji Müzesi Eski Şark Eserleri koleksiyonundan katılıyormuş. Di mi abi? Hehehe


  18. Anlamadığım nokta, Üstad'ın bu yazısında dünkü bizle, bugünkü bizi müşahede gözlemliyor fakat bazı yazılarında gene Türkiye'yi kurtaracak olanın bu Anadolu halkı ve Anadoluluk ruhu olduğundan bahsediyor.

    Üstad artık bu yazısından bu Anadolu halkından ümidini kesmiş olduğunu mu anlamamız gerekir.

    Yoksa yiğit devrildiği yerden kalkar misali, kötü olarak nitelediği bugünkü bizin tekrardan eski saffiyetine geri döneceğini mi düşünüyordu?

    Sorunun cevabını vermişsin abiciğim. Biz müslümanlar olarak, Üstad'ın tabiriyle, güneşi astarımızda kaybettik, sahip olduklarımızın idrakına varamadık ve onların ruhundan uzaklaşarak çürümeye başladık. Güneşimizden uzaklaştığımız için karanlıktayız. Fakat neticede güneş hala bizim, bir başkasının değil. O halde dünyanın umudu da hala biziz. Onu yeniden bulma ihtimali olanlar da biziz. O güneş parlayacaksa bizim astarımızdan çıkarak parlayacak. Anadolulu bakışında öne çıkan nokta da bu. Evet hamurundan uzaklaştırılmış, sahip olduğu güzelliklerden koparılmaya çalışılmış bir nesil var ortada. Fakat o neslin hamurunda İslam var, temizlik var. İçinde yetiştiği kültür sebebiyle, düzelmesi bozulmasından daha kolay olan bir cemiyet bu. Yeter ki ona astar'ı hatırlatılsın...


  19. Sünnet olmak Hıristiyan ve Yahudi geleneğidir

     

    Ahahah oğlum o da bi şey mi lan. Ben bazı kaynakları araştırdım, İslam'ın peygamberi aslında Yahudilerle aynı soydan geliyormuş! Nasıl, süper di mi? Ben duyunca çok şaşırdım. Bilmem kaç göbek ileride Hz. İbrahim derler bi adam var, o hem Yahudilerin, hem de Peygamberin dedesiymiş aslında. Soner Yalçın bile yazmadı bunu daha, benim cahil milletim bunlardan habersiz tabi, varsa yoksa sünnet olmak tabak sünnetlemek falan boş işlerle uğraşıyorlar...

    Arkadaş bi yürüyün gidin ya, 10'a varmamış zeka yaşınızla modern zamanın Saadettin Teksoy'ları kesildiniz başımıza. La ilahe illallaaah..

    • Like 1

  20. Sanki öyle değil. Akışa baktığınız zaman dünün bugünden daha hayırlı olduğu anlatılıyor, son kısmı da bu çerçevede anlamak gerek. Karşılaştırmada da Osmanlı dönemi Anadolu insanı ile cumhuriyetin ilk dönemlerindeki köylü profili ele alınmış. 'Aletimiz saydıkları' denirken, geçmişte devlet amaçları dahilinde Anadolu insanının yönlendirilebildiği ve ulvi gaye yolunda bir alet olarak idare edilebildiği açıklanıyor olmalı. 'Efendimiz' sözünde ise samimiyetsiz bir dalkavukluk var. Mecbur olduğunuz, fakat tiksindiğiniz bir kabadayıya istihzayla karışık samimiyetsiz bir iltifat yollar gibisiniz... Üstad'ın üslup ve düşüncelerine aşina olanlar için bu neticeye varmak daha doğru gibi görünüyor.


  21. Türkiye Gazetesi, bağlı olduğu oluşum itibarıyla ironi açısından bereketli olmasını beklediğim bir yayın değil. Hatta dürüst olayım, gazetenin bağlı olduğu cemaat 'düz adam' yetiştirme hususunda hayli bereketli. Türkiye Gazetesi'nin genel yazar kadrosu da bol miktarda bu 'düz adam'lardan barındırıyor. Fakat aşağıdaki yazı içerdiği mizahla dikkatimi çekti, paylaşmadan geçemeyeceğim. Malum Üstad'ın vefat yıldönümü yeniden yaklaşıyor, böyle bir zamanda bu yazıyı okumak yapılan konuşmalara karşı bizi daha tetikte tutacaktır sanıyorum. Anma programlarına çağrılan konuşmacıların, kendine anılandan çok daha yüksek payeler biçme gayretini güzel deşifre etmiş yazar. Buyurun.

     

    FİLHAKİKA

    Ethem Mahmut Ziya

    24 Eylül 2011 Cumartesi

    Sene-i devriyesi münasebetiyle...

    ALKIŞLIYORUZ...

    Hep birlikte alkışlıyoruz... Evet. Şimdi de değerli konuşmalarını yapmak üzere...

    Anma günlerine katılanlar iyi bilir. Daha söze başlamadan dudakları titreyen, içini çeken, elinin tersi ile gözlerini sildikten sonra “mazur görünüz efendim, duygulanmamak elde mi” diyen beyler vardır. Diyeceksin “az evvel gülüyor, espriler yapıyordun baba? Böyle birden n’oldu sana?” Olur a, orta mektep talebesini çıkarırsın, heyecanlanır. Halbuki bu amcalar kürsüye alışıktırlar.

    - Biz rahmetli ile taa talebelik günlerinden tanışır, lokmamızı paylaşırdık. Hiç unutmam bir gece geç vakit gelmişti de annemin memleketten yolladığı kurabiyeleri çıkarmıştım. Bir de çay demlersin, yüzüne renk geldi. Yat dedim, mindere kıvrıldı, zaten ne zaman bunalsa kapımı çalardı.

    Şak şak şak!

    - Ben aslında ondan daha zekiydim ama o daha çalışkandı. Yılmadan, usanmadan yazar, sabahlara kadar daktilo tıkırdatırdı. Sonra getirir bana gösterir, soran gözlerle yüzüme bakardı. Tamam olmuş dersem yayınlardı. Tasvip etmezsem yırtar atardı...

    Şak şak şak

    - İlk kitabını getirmiş, daha o zamanlar pek tanınmıyor, baktım kendi halinde bir Anadolu delikanlısı. Eserin ticari bir kıymeti yok ama zararı göze aldım, bastım. Çünkü onda bir ışık yakalamıştım. Elinden tutmalıydım.

    Şak şak şak

    - Yayınevleri rahmetlinin eserlerini basar, telif olarak önüne beş on kitap koyarlardı. Yazarlıkla geçinmek ne mümkün? “Boş ver koçum” dedim, “sen yazmana bak. Parayı mevzu yapma. Çok şükür üç beş kuruşumuz var, birlikte yeriz icabında!”

    Şak şak şak

    - Hakkında tahkikat takibat açıldığında çevresinde kimse kalmadı. Bir gün Cağaloğlu yokuşundan çıkıyoruz, en yakın arkadaşı -adını vermeyeyim şimdi, siz onu anladınız - tanımazlıktan geldi önüne baktı. Ama ben o zor günlerde daima...

    Şak şak şak

    - Bir de mahkemede dikine dikine konuşması yok mu? Durup dururken başını yakacak. Baktım kimse ilgilenmiyor davasını aldım, sen sus sesini çıkarma dedim. “Müvekkilim öyle demek istemedi hakim bey” deyip işi oluruna bağladım...

    Şak şak şak

    - O gece Beyazıt’ta takılmıştık, minibüse binmek için sallandık aşağıya. Kadırga’da karşı cenahın militanları afişe çıkmış iyi mi? İş alacaz başımıza. Haydi ben kavgaya gürültüye alışığım korkmam da, o çelebi takımından. Bir baktım rahmetli aslanlar gibi yürüdü aralarından geçti. Şaştım valla... O sıradan kalem efendisi değildi, mertti, yiğitti, gözü kara...

    Şak şak şak

    - Rahmetli son günlerinde çok yalnız kalmıştı. Parasızdı ara sıra yoklardım. “Abi senden başka ne arayanım var” derdi “ne soranım.” Hiç unutmam öksürüyordu. Gureba hastanesine götürdüm. Reçeteyi kıvırıp cebine koydu, biliyorum parası yok almayacak. Tam eczanenin önünden geçerken içeri iteledim, “Abi ben sonra şettirirdim.” Fırsat vermedim. “Çıkar reçeteyi!” 50 yüz lira bir şey tuttu zaten... Söylemesi ayıp uzattım eczacıya.

    Şak şak şak!

    - O günlerde dergiyi basacak... Yazılar hazır da... Kağıt bulamamış kıvranıp duruyor. “Derdin ne senin” dedim.

    “Yok abi bir şey...”

    -Söyle söyle bir sıkıntın var?

    Bilirsiniz ağzından kerpetenle lâf alınmaz. Ama ben anladım...”Bak bizde kağıt çok” dedim, “eğer mesele oysa?”

    Şak şak şak

    - Bugün burada söz alan değerli üstâtlarımız, hocalarımız onu mükemmel anlattılar. Bize söyleyecek söz bırakmadılar. Ancak ben müsaadenizle gözden kaçan bir hususa parmak basmak istiyorum. Filan şiirinde şöyle diyordu merhum: Ama o derinlikte kaç kişi var ki İstanbul’da? Feşmekan yazısı da tenkit almıştı mâlum, affedersiniz ben onlara şöyle cevap vereceğim “eşek hoşaftan ne anlar?” Sözümü yine onun şiirinden bir dörtlükle bitirmek istiyorum... Görüyorsunuz di mi? Zaten gerekli cevabı vermiş onlara!

    Hasılı anma günlerinde söz alan “bazı” hatipler tribünlere oynar. Gazetecilere şirin görünür, her karede bulunmaya çalışırlar.

    Anılan zattan ziyade kendilerinden bahs açar, ne kadar cefakâr, fedakâr, vefakâr olduklarını anlatırlar.

    Hazır mikrofonu ele geçirmişken, kitaplarını da tanıtır, ona buna laf sokar fırsatı kullanırlar.

    “Ayıp oluyor ama” diyesiniz gelir, “ölü gömücülüğün de bir hududu var!”

    Halbuki ben, bizzat, şahsen öyle yapmam.

    İnsan mütevazı olunca...

    • Like 2
×
×
  • Create New...