Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

SİDOMA

Editor
  • Content Count

    195
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by SİDOMA


  1. “Ey iman etmiş olanlar! Eğer size bir fasık bir haber ile gelirse onu araştırın (doğruluğunu anlayıncaya kadar tahkik edin). Değilse bilmeksizin birilerine saldırmış olursunuz da sonra yaptığınızdan pişmanlık duyarsınız.” (Hucurat, 6)

     

    Düşünün!.. Yapayalnız bir odaya çekilip düşünün!… Ola ki günlerden bir gün, birisi veya birileri hakkında suç, günah, kusur sayılabilecek asılsız bir söz duymuş da inanmışsınızdır. Ola ki vakt ü zamanında sıradan bir sohbete katılmış, belki de yakından tanımadığınız birisine, kendisinde bulunmayan bir suç veya kötülük isnat etmiş veya yaymışsınızdır. Ola ki daha geçen ayda, önceki haftada veya dünkü günde sükutunuz veya sözleriniz ile masum birine bir suç yakıştırıvermişsinizdir de farkında değilsinizdir. Ola ki şu anda bir yerlerde, sizin elinizden veya dilinizden zarar görmüş, maddi ve manevi töhmet altına düşmüş bir kardeşiniz, dostunuz yaşamaktadır. Belki o sizden incinmiştir de size bunu söyleme imkanı yoktur. Veya incinmişlik içinde kalmıştır da kendisini kimin incittiğinden habersizdir. Olabilir ki siz konuştuğunuz cümlelerde sırf dikkatsiz davrandınız, söyleyeceklerinizin ağırlığını önemsemediniz veya malayani kabilinden laflar ettiniz diye “inciten” konumuna düşmüşsünüzdür. İşte bu yüzden şimdi varın, yapayalnız bir odaya çekilip düşünün!… Sözlerinizden zarar görmüş insanlar, bilerek veya bilmeyerek gadrettiğiniz kimseler var mı, hesap edin. Ola ki sırf dedikodu olsun diye yaptığınız bir konuşma, başkalarıyla aranızda kul hakkı oluşturmuştur da siz farkında değilsinizdir.

     

    İslam dini iftirayı haram kılmıştır. Diyelim, şaka cinsinden masum zannettiğiniz dedikodularınız bir iftiranın eseridir; ne yaparsınız? Bir iftira?.. Siz bile bile başkasına iftira atanlardan olamazsınız, değil mi?

     

    İslam dini, asılsız olması muhtemel haberlere doğruymuş gibi ilgi göstermeyi ve bunlara hemen inanmayı da yasaklamıştır. Diyelim, Hz. Aişe’ye yapılan isnad (ifk hadisesi) karşısındasınız da araştırmadan hemen dedikodulara inanıverdiniz; münafıkların reislerinden olma ihtimaliniz karşısında ne yaparsınız? Münafıklık? Yok, yok, siz bile bile münafıklığı kabul edenlerden olamazsınız.

     

    İslam dini, insan onurunu koruma adına kişiler hakkında her türlü incitici konuşma ve dedikoduyu da yasaklar. Diyelim ki siz bu yasağa uymadınız da hafazanallah “Müminler içinde kötü sözlerin yayılmasını arzu edenler için, muhakkak, dünya ve ahirette acıklı bir azap vardır.” (Nur, 19) ayeti sizin hakkınızda indi; ne yaparsınız? Acıklı bir azap?.. Oysa ben biliyorum ki siz o azabı istemeyenlerdensiniz.

     

    İslam dini gıybeti, yani birini kötü sözlerle anmayı da yasaklar. Diyelim ki sırf zanna dayanarak birini yargıladınız veya gizli kusurlarını araştırdınız. Haşa; siz “ölmüş din kardeşinin etini yemek” isteyenlerden değilsiniz, olamazsınız da!..

     

    İslam dini “kişiliğin dokunulmazlığına tasallutu (ırz zedelenmesini)” da yasaklar. Diyelim ki bir kardeşinizin maddi, manevi, bedeni, dünyevi, ruhi, ahlaki veya dinî bir kusuru olduğunu duydunuz da araştırmadan gevezeliğe başladınız. Ben biliyorum ki siz -kusur sabit olsa bile- “kusurları örten” olmayı ayıp araştırmaya tercih edenlerdensiniz.

     

    İslam dini, kâfirler hakkında bile yalan haber yaymayı yasaklarken diyelim ki bir din kardeşiniz hakkında açtınız ağzınızı, yumdunuz gözünüzü de dargınlıklara, düşmanlıklara, kinlere kapılar araladınız. Hayır hayır, siz bu olamazsınız!..

     

    Varın, bir odaya kapanıp düşünün!.. Bazı alimler gıybeti bile büyük günahlardan sayarken müfteri konumuna düşmenin yükünü düşünün. Şu önemsemediğimiz dedikodularımız yüzünden ihlaslarımızı kaybettiğimizi düşünün. Dedikodu olsun diye konuşurken bilmeden (veya bilerek) iftira atmış olduğumuz, gıybetini yaptığımız, ırzını zedelediğimiz, canına veya malına zarar verdiğimiz, en azından yüreğini incittiğimiz insanları düşünün. Gazete sütunlarını, televizyon programlarını, okul kantinlerini, sokak başlarını, mahalle kahvehanelerini ve hatta evlerimizin içini istila eden dedikodular uğruna neler feda ettiğimizi düşünün. Çünkü ayet şöyle buyurur: “Ve hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra, 39)

     

    Şimdi artık ister tevbe edin, ister dua. Üzerinizde kul hakkı var; unutmayın!..

     

    BERCESTE:

     

    Gelmesin semtine erbâb-ı nifâk

     

    Şahs-ı nemâm-ı rezîlü’l-ahlâk

     

     

    Kimseyi fasl u mezemmet etme

     

    Ehl-i gıybet ile ülfet etme

     

     

    Gayrının zemmin eden şahs-ı denî

     

    Bil ki medh eylemez elbette seni

     

    Sünbülzade Vehbî

     

    İki yüzlü, kötü ahlaklı dedikoducuları semtine yaklaştırma. Kimseyi çekiştirip yerme. Gıybet edenler ile sakın dostluk kurma. Başkasını sana çekiştiren alçağın, seni de başkasına gammazlayacağını akıldan çıkarma!

     

    İskender Pala | www.zaman.com.tr


  2. İlahıyatçılar derken,hepsını içine aldığını zannetmiyorum sayın eyginin...

    şöyleki; adam düzenin ilahıyat prof.kalkıyor bu hadıs uydurma,bu mezhep gereksız,vs..atıyor tutuyor...

     

    sonrada bunu gören bırde ılahıyat okumuş dıyor...bunların örnekleri günümüzde güneş gibi ortada..

     

    oklarımız bunlaradır;yoksa hakkıyla ılahıyatın gereklerını yapan bır muhteremede aynı okları göndermemiz söz konusu olamaz...selam ve dua ile..


  3. Alemler yaratıldı hürmetine Efendim

    Melek insan hayrandır sünnetine Efendim

     

    Sen habib-i hüdasın, mislin ve benzerin yok

    Ne kadar şefkatlisin ümmetine Efendim

     

    Adalet ve hürriyet seninle kemal buldu

    Bir kıl dahi geçmedi zimmetine Efendim

     

    Nice gözler vardır ki daha dünyada erdi

    Gülcemalini görmek nimetine Efendim

     

    Padişahlar kölendir, benim aklım ermiyor

    Senden uzak insanın cinnetine Efendim

     

    Alemde Bilal olmak herkesin kârı değil

    Aklı olanlar koşar minnetine Efendim

     

    Yüzün gülzar-ı cennet, nazarın kalbe şifa

    Sensin tabib beşerin illetine Efendim

     

    Yüce Allah katında şanın o kadar büyük

    Gönderildin İbrahim milletine Efendim

     

    Kimki seni tanımaz, sana bende olmazsa

    Bir nihayet yok onun zilletine Efendim

     

    Alemlere rahmetsin, müjdelerle geldin sen

    Güvercin kanat gerdi hicretine Efendim

     

    Vasfından aciz diller hiç bir söz kâfi değil

    Şanına şerefine izzetine Efendim

     

    Hep gıpta etmekteyim seni gören gözler

    Nasıl doydu vuslatın lezzetine Efendim

     

    Sendeki güzel sabrı hiç kimseler bilmedi

    Gülüp geçtin kavminin hiddetine Efendim

     

    Şu Necati hakirin derdi başından aşkın

    Dayanamaz hasretin şiddetine Efendim

     

    Taif?te ve Uhud?da bir lahza sarsılmadın

    Hep güvendin Allah?ın kudretine Efendim

     

    Gönlün göklerden geniş, ay nuruna pervane

    Cebrail vezir senin devletine Efendim

     

    Aşkına yanan kula artık mahzun olmak yok

    Gark eder hazreti Hakk rahmetine Efendim

     

    Seni bilmeyen kişi şu büyülü dünyanın

    Niye katlanır bilmem zahmetine Efendim

     

    Nebiler sana müştak yarın bu güzel ümmet

    Kuşlar gibi koşacak Ahmed?ine Efendim

     

    Mustafa Necati Bursalı


  4. 2. Allah Resulu (S.A.V.) Bir gün ashabından ayrı bir ağacın altında dinleniyordu.Bunu gören müşrikler bir bedeviyi süikastcı olarak tutarak Allah Resulunu öldürtmeye yolladılar.Bedevi kılıcını çekip Allah Resulu (S.A.V.)e "seni şimdi elimden kim kurtaracak" dedi.İstifini hiç bozmayan Kainatın efendisi Üç defa ALLAH ALLAH ALLAH diye haykırınca korkuya kapılan bedevi elindeki kılıcı düşürdü.Kılıcı eline alan Efendimiz aynı soruyu bu sefer bedeviye sordu.

    - Şimdi seni elimden kim kurtaracak.,

    Cevap:

    -Kimse.....

     

     

     

    EYVALLAH KARDEŞİM...


  5. 'Derman arardım derdıme;

    derdim bana derman imiş...diye kürsülerde gürleyen canım hocam...

     

    o bir ALLAH CC dostu,o bir peygamber aşığı, o bir mihrap şehidi,o yeri doldurulamaz bir insan,o bir ayaklı kütüphane,o bir....

     

    bıtmez onun bir lerı bıtmez kardeş..mevlaya aşkı görmek ısteyen,peygamber sevdasını içinde hıssetmek isteyen,hakka hızmeti en büyük gaye edınenı görmek ısteyen ona baksın...

     

    ümmeti manevi değerleriyle buluşturmak ve bırlık sağlamak görevını kendıne hızmet bılenlerı istemez bazı derin güçler...hocamda onlardan bı tanesıydı...onu şehit ettırenler cehennem çukurunda yerını mühürlerken o mevlasının ikramıyla ikramlanmakla meşguldu zaten...hz ömer misali mıhrap şehıdı....

     

    Allah rahmet eylesın derecesını a'la eylesın...

     

    EYVALLAH kardeşim...


  6. Buda mutlaka eğitim ile olacağına göre birşeylerden birazda olsa feragat etmek gerekicek diye düşünüyorum.

     

    Onur1 kardeşimin bu cümlesıne kesınlıkle katılmıyorum;cemaatın eğitım ve dışarıda açtığı okullar ve yaptığı hızmetler gözardı edılemez elbet..ancak feragat etsın denılen şey;yerin ve göğün tek sahıbı,mübarek kuranı kerımın sahibi ALLAHcc ın bırden fazla ayetı kerımelerde açıkca ve net olarak büluğa ermiş mümin kadınların örtüsünden emırler verıyorsa bu ne kadın doğum için ne bılmem ne için ..şu hızmet bu hızmet için vss..sebeplerle feragat edılemez.kım verıyor bu ruhsatı bunlara...madem nıyet mevlanın rızasını kazanmaksa ona karşı gelerek ona hızmet edıyorum denılemez...velhasılı dünyada kalacak bır makam için ömür boyu rabbımın emrınden uzak kalınamaz...onları yargılamıyorum nıyetlerını ne sen ne de ben bılebılırım;ancak lutfen buna ALLAHCC rızası için fedakarlık demeyelım;zira rabbımızın bızden böyle bır ısteği yok...

     

    gelelım konumuza; bu ıslam düşmanları ıstemesede ALLAH CC NURUNU TAMAMLAYACAKTIR...

     

    selam ve dua ile...


  7. Efganî'yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar..."

     

    Bu iğrenç kelımeyı sarfeden de mustafa islamoğlu adlı kendini bilmezdir.burada atıfta bulunduğu abdülhamıddır;zira efgani masonun ne olduğunu bilmiştir abdülhamid...sen kım cennet mekan abdulhamıdi tuvalet kağıdı aşağısına sokmak kim?

     

    herkes kendıne yakışanı söyler!


  8. 'Ahir zamanda genç olmak ateşler içinde olmak ama yanmamaktadır..marifet çölde açan çiçek misali ahir zamanda genç kalmaktır'

     

    'Kuyulardamı kaldın,yakup bulur üzülme...damlalar mı boğuyor yunus bulur üzülme..güneş yakmayamı başladı ömer(ra) bakar üzülme..bütün kapılarmı kapandı, bir kapıyı kapayan bir kapı açar üzülme!

     

     

    CUMANIZ MÜBAREK OLSUN... :(


  9. Muhterem kardeşim... Dört fıkıh mezhebi ortadan kalkınca Müslümanların bir ve beraber olacağını, tefrikanın ve çekişmelerin kalkacağını iddia ediyorsun. Mezheb sahibi olmayı zararlı görüyorsun. Yanılıyorsun.

     

    Dört fıkıh mezhebi esasta, usûlde, temelde birdir, aralarında ayrılık yoktur. Çeşitlilik esasa ait değildir, teferruata ait bazı meselelerdir ki, bir sakınca teşkil etmez. Aksine bir rahmet ve zenginlik teşkil eder.

     

    Dört mezhep kalkar ve mezhepsizlik yayılırsa ne olur biliyor musun? Her kafadan ayrı bir ses çıkar. Elifi görse mertek sanan cahiller ictihad yapar, fetva verir, din hakkında konuşur, söz ayağa düşer. Hak fıkıh mezhebi dört iken; binlerce, on binlerce, yüz binlerce bozuk, yanlış, sapık mezhep çıkmış olur. Bu ise Ümmet içinde kaos ve anarşi doğurur.

     

    Sizin mezhep aleyhtarlığınızın samimî olduğunu kabul edelim. Lakin bütün mezhepsizler sizin gibi değildir. Bazı kimseler, Ehl-i Sünnet İslâmlığını yıkmak, onun yerine yanlış yorumlara dayanan birtakım marjinal bid'at fırkalarını hakim kılmak istiyor.

     

    Daha önce de yazmıştım, iki büyük ve zengin Ortadoğu devleti Türkiye'yi kendi mezhep veya fırkalarına sokmak için gece gündüz çalışıyor, bu yolda büyük paralar harcıyor. Onlar doğrudan doğruya, açık ve samimî olarak Ehl-i Sünnet fıkhını, mezhebini, akaidini bırakın bizim mezhebimize girin demiyorlar, öncelikle Türkiye Müslümanlarını mezhepsizleştirmek istiyorlar.

     

    Bunların oyunlarına gelmemeliyiz.

     

    Taqiyyeyi bıraksınlar, cesur olsunlar, açık olsunlar, samimî olsunlar.

     

    Bendeniz bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak nasıl açık seçik konuşup yazıyorsam onlar da böyle yapsınlar.

     

    Türkiye'de Ehl-i Sünneti kimler istemiyor?

     

    1. Başka bir mezhebe, fıkha bağlı bir Ortadoğu devleti.

     

    2. Ehl-i Sünnet dışı bir mezhebe bağlı başka bir devlet.

     

    3. Reformcular, dinde yenilik, değişiklik isteyenler.

     

    4. Müslüman yerli oryantalistler.

     

    5. Fazlurrahmancılar, Ankara ekolü.

     

    6. Sekülarizmle İslâm'ı bağdaştırmak, uyumlu hale getirmek isteyenler.

     

    7. Bir kısım militan Sabataycılar, Gizli Yahudiler.

     

    8. Kemalistler, Ergenekoncular.

     

    Bunların Ehl-i Sünnet aleyhinde çalışmaya hakları var da, benim Sünnî bir Müslüman olarak kendi mezhebim ve fıkhım için çalışmaya hakkım yok mudur?

     

    Mezhep ve mezhepsizlik konusundaki yazılarım bazılarını çok üzüyor, çok öfkelendiriyor. Hattâ küfür edenler, ağır hakaretler savuranlar bile görülüyor. Müslümanların kendi aralarındaki ihtilaflı konuları, anlaşmazlıkları ahlâk, edep, terbiye, efendilik, kardeşlik, insaf ve adalet sınırları içinde olumlu bir şekilde tartışmaları ve müzakere etmeleri gerekmez mi?

     

    Mesela, bazı mezhepsizlerin göklere çıkardıkları Kurtuluş Rehberi ilan ettikleri Efganî'yi ele alalım. Aykırı fikirleri olan bir zat "Efganî'yi tenkit edenler onun taharet bezi olamazlar..." demiş. Bu söz bir ilim adamına, ziyalı (aydın) bir Müslümana yakışır mı? Efganî gerçekten büyük, iyi, faziletli bir Müslüman ise bunu ciddî, ilmî bilgi ve belgelerle, tutarlı gerekçelerle isbat etmeye çalışsın.

     

    Ben ne diyorum: Efganî azılı bir farmasondur diyorum. Şiî olduğu halde kendisini Sünnî, İranlı olduğu halde Afgan olarak göstererek din kardeşlerini aldatmıştır, herkesin ictihad yapması yönündeki fikri ve görüşü bozuktur, maceraperest ve aktivisttir, İran şahını onun bir yakını katl etmiştir, ihtilalcidir, bir İngiliz ajanı ile yakın ilişkisi vardır, Bahaîlikle alakası vardır... Bunlara niçin cevap verilmiyor da, taharet bezi edebiyatı yapılıyor?

     

    Efganî'nin mason olduğunu söylemek iftira mıdır, hakaret midir? Bu gerçeği gizlememizi mi istiyorlar? Açıklanınca niçin sinirleniyor ve hakaret ediyorlar?

     

    Benim yazılarım büyük Müslüman kütle içindir. Mezhepsizleri muhatap kabul etmem. Sevgili din kardeşlerimi uyarıyorum: Zamanımızın en büyük fitnesi mezhepsizliktir, fıkıh ve Sünnet düşmanlığıdır. Sahih hadîslerin ayıklanması büyük fitnedir. Bu ayıklanma işinde bir Cizvit papazının çalıştırılması büyük ihânet ve rezalettir.

     

    Reformculuk, evcil ve ılımlı bir İslâm türetme çabaları İslâm ve Ümmet için en büyük tehlikedir.

     

    Ehl-i Sünnet, bid'atleri, hurafeleri kabul etmez.

     

    Bid'atler ve hurafeler elbette ayıklanacaktır. Lakin sahih hadîsler ayıklanamaz.

     

    Ben bir Müslüman olarak dinde reformu, mezhepsizliği, hadîs ayıklanmasını, Kur'ân'ın heva ve re'y ile yanlış yorumlanmasını asla kabul etmem.

     

    İcazetsiz, ehliyetsiz, reformcu ilahiyatçılara asla güvenmem.

     

    Laik düzenin ilahiyat fakültelerinden, icazetli din hocası çıkmaz, genellikle oryantalist yetişir.

     

    İslâm kültüründe ilahiyatçı kelimesi ve terimi yoktur. Ulema, fukaha, müfessirîn, muhaddisîn kelimeleri vardır.

     

    İcazetsizlik büyük, vahim, öldürücü bir kopukluktur.

     

    Diyanet her geçen gün bunların kontroluna, tesiri altına giriyor.

     

    Mason masonluk, reformcu reformculuk için nasıl çalışıyorsa ben de Ehl-i Sünnet için çalışacağım. İtirazı olan, gerekçelerini belirterek edeple, terbiyeli bir şekilde tartışsın.

     

    Bendeniz Ehl-i Sünneti savunmak için hiçbir yerden para almıyorum, herhangi bir maddî menfaatim yoktur.

     

    Ehl-i Sünnet ve Cemaatin doğru yol olduğunu ilmelyakîn ve hakkalyakîn bildiğim için bu yazıları kaleme alıyorum.


  10. Ölüm hak.. Önemli olan, arkamızdan “İyi insandı” dedirtebilmek..

    Kimsenin maddi veya manevi hakkını, üzerimizde taşıyarak son nefesi vermemek.

    Evet önemli olan; dünya menfaatleri uğruna, kişiliğimizi, kimliğimizi tartışılır hale düşürmemek.

    “Muhsin Yazıcıoğlu’nu nasıl bilirsiniz?” sorusuna, “İyi biliriz”den başka bir cevap verecek insan, tahayyül edemiyorum.

    Laf olsun diye değil.. Her harfinin hakkını vererek, herkesin vereceği cevap aynı: “İyi biliriz..”

    İyi bilirdik Muhsin beyi..

    Üç kuruşluk makamlara, kişiliğini satmadı..

    Hiçbir zaman, tehditlere boyun eğmedi..

    Hep “dik” durdu.. Medyanın satılık kalemlerinin şantajlarına hiçbir zaman kulak asmadı..

    “Ben buyum” dedi.. Doğru bildiği yolda yürüdü..

    Siz onu, 28 Şubat’ta dik duruşundan hatırlıyorsunuz.

    Ben ise, taa 1992’deki duruşundan.

    1991 seçimleri yapılmış, ANAP’ın tek başına iktidar dönemi bitmiş! Demirel ile kanlı bıçaklı olduğu SHP (CHP) koalisyon ortaklığına soyunmuş. Sırf Turgut Özal’ı cumhurbaşkanlığı makamından indirmek için.

    MHP de, SHP’ye olan tüm zıtlığına rağmen o koalisyon hükümetine destek veriyor.. Üstelik, PKK’nın desteklediği DEP milletvekilleri, o tarihte SHP’nin içinde olduğu halde!

    O tarihte MHP içinden gelen Muhsin bey ne yaptı?

    “Ben bu hükümeti, ülke yararına görmüyorum” dedi..

    Ne uğruna bunu dedi? Hangi maddi menfaat, hangi koltuk için bunu dedi?

    Hükümete destek vermediği için, ne kazanımı oldu?

    Hiç!

    Kıl payı sayı ile koalisyonu kuran ve birkaç milletvekili desteğine bile büyük ihtiyacı olan iktidardan, sağlanabilecek büyük menfaatler olabilecekken, hiçbirisinde gözü olmadı.. “Ülkeme faydalı değil” dedi, kendi menfaatini hiç düşünmedi bile.

    (O hükümet döneminde, Turgut Özal’ın şaibeli ölümü, Sivas olayları, Başbağlar katliamı, Uğur Mumcu’nun derin suikastla öldürülüşü, Eşref Bitlis’in helikopterinin düşmesi, Cem Ersever’in öldürülmesi, 33 askerimizin tek bir olayda şehid edilmesi ve daha birçok muamma olay yaşandı.. Bunların hiçbirinin günahına girmedi Muhsin bey!)

    Bu; Muhsin beyin, destek vermediği hükümete bir örnekti..

    Peki, destek verdiği hükümet örneği var mı?

    Var.. Refahyol hükümeti.. Darbecilerin yıkmak için canla başla çalıştığı o hükümete, dışarıdan destek verdi Muhsin bey...

    Peki ne karşılığında? Hangi makam, hangi maddi kazanım sunuldu bunun karşılığında?

    Hiçbir şey..

    Ülkesinin menfaatini bu yönde gördüğü için, hiçbir karşılık beklemeden bu hükümete destek verdi Muhsin bey ve arkadaşları..

    Sonra?

    Darbeciler Refahyol’u devirdi.. HüsamettinCindoruk ve benzeri “politika hokkabazları”nın kurduğu bir partinin, topu topu 11 milletvekili vardı.. Bunların 8’ine bakanlık verildi.. Oysa bu bakanlıklar, önce BBP liderine teklif edilmişti.

    “Hayır” dedi Muhsin bey.. “Ben Kur’an kurslarının kapısına kilit vuracak yasayı çıkartmak için kurulacak hükümette görev alamam. Ben İHL’lerin orta kısımlarını kapatacak yasayı çıkartmak için kurulan darbe hükümetine onay veremem” dedi ve yine hiçbir maddi karşılık beklemeden, ülke yararı için o hükümetin içinde yer almadı, o hükümete destek vermedi.

    Düşünebiliyor musunuz; bir bakanlık uğruna, parti değiştiren, sol partiden sağ partilere geçen, girmediği kılık kalmayan milletvekillerinin olduğu bir Meclis’te, kendisine teklif edilen bakanlıklara rağmen, “halkın inancına kısıtlama getirileceği” için, teklifleri elinin tersiyle itti Muhsin bey..

    1992’de DYP-SHP koalisyonuna katılmıyor, destek vermiyor..

    Ne kazanıyor? Halkın güvenini..

    1996’da Refahyol’u dışarıdan destekliyor.. Ne kazanıyor?

    Maddi anlamda hiçbir şey.. Manevi anlamda çok şey!

    1997’de ANASOL-M’ye karşı çıkıyor..

    Ne kazanıyor? Allah rızasını..

    Şimdi söyler misiniz, bu örnekte kaç tane siyasetçi bulabilirsiniz Türkiye’de?

    Partisi aday göstermedi diye, bir gecede başka partiye geçen milletvekilleri/belediye başkanlarının olduğu Türkiye’de, Muhsin bey gibi, hiçbir karşılık beklemeden bir hükümeti destekleyen, bakanlıklar teklif edildiği halde tek bir güvenoyunu vermekten bile kaçınan kaç tane siyasetçi gösterebilirsiniz?

    Biz ondan razı idik. İnanıyorum ki Allah da razıdır.. Mekanı cennet olsun.

    Muhsin bey, bütün siyasetçilerimize örnek olsun!

     

     

    karahasanoğlu...


  11. Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı ve Sivas Milletvekili Muhsin Yazıcıoğlu, geçirmiş olduğu acı kaza öncesi düzenlediği mitingte ölüm üzerine bir konuşma yapmıştı.

    Miliyet Gazetesi'nin haberine göre; Önceki gün 5 kişiyle birlikte bindiği helikopter düşüp hayatını kaybeden BBP lideri Yazıcıoğlu:

     

    “Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti.

    Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur.

    Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz.

    Allah'ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah'ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız.

    Yarın ahirette Allah, bize 'Niye iktidar olmadın' diye sormayacak. Sorsa da 'Vermediniz' diyeceğiz.”


  12. Çanakkale savaşı 1915 yılında Osmanlı ordusu ile itilaf devletleri arasında geçen en büyük muhârebelerden biridir. Düşman iki gün içinde İstanbul?u almayı ve Rusya?nın yolunu açmayı düşünüyordu. Bu savaşta Osmanlı cephede 250 bin şehid ile en seçkin, en gencecik evladlarını kaybetti. Mehmedçik silah olarak güçsüzlüğünü imân gücüyle telafi ederek destan yazmıştır. Bu savaşta dünyanın en güçlü donanmaları, en güçlü orduları büyük hüsrana uğrayarak gerisin geriye dönmüştür.

    Bu savaşta madde ötesi olağan üstü hadiseler olmuştur, manevi dinamikler devreye girmiştir. Geçmişimizi ayakta tutan manevî dinamikleri bilmek, onları güçlü yapan unsurları göz önünde tutmak bugün başarıya ulaşmak için gereklidir.

    Çanakkale tam bir insan öğütme makinası haline gelmişti, giden gelmiyordu. Yığınla gencimiz gönüllü gidiyor ?ölürüz ama bu vatanı düşmana çiğnetmeyiz? diyorlardı. Şehid kanları yerde birbirine karışıyor, gül yüzlerindeki gülümsemelerin anlamı vardı. Gök ekinler gibi nice yetmeden biçilmişler vardı. Sönmüş ocaklar, yetim yavrular, desteksiz kalmış ana babalar vardı.

    Çanakkale diplomalı askerleriyle çok konuşuldu. Bunlar Osmanlı?nın geleceği, eli kalem tutarken silah altına girmiş mektepli Mehmed?lerdi. Yeni nesiller, istikbâl onlarla şekillenecekti. Onların hepsi gönüllü olarak katıldı ve şehid oldular.

     

    Bu savaşta askerimiz yokluklar içinde olmasına rağmen yaralı ve esir aldıkları düşman askerine de insanlık elini uzatmış yardım etmişlerdir. Bizi anlatmak için başka söze gerek var mı?

    Bu savaşta müslüman müslümana bilmeden kurşun sıkmıştır. Ölen Fransız üniformalı zenci bir askerin üzerinden Kur?an-ı Kerim çıkmıştır. Sömürgeci İngiliz ve Fransızlar bunları cepheye sürmüşlerdir.

    Bizim fazla birşey yazmamıza gerek yok, onlar destan yazmışlar.

     

    Onların yazdıklarından bir tanesini okuyalım;

    ,

    Yarbay Hasan Bey birliğinin önünde atıyla ilerliyordu. Kilitbahir köyünde meydan çeşmesinin yanından geçiyorlardı. Çeşmenin etrafında kadınlar çocuklar vardı. O sırada yara bere içinde, tüyleri dökülmüş, iki büklüm bir köpek su içmek için çeşmeye yaklaştı. Oradaki kadınlar çocuklar hayvandan ürkerek onu kovaladılar. Zavallı hayvan tam boynunu bükmüş uzaklaşırken olayı takibeden Yarbay Hasan Bey atından indi, yaralarından akan cerahata aldırmadan köpeği kucakladı, ona su içirdi, yaralarını temizledi, karnını doyurup köpeği yanına alarak birliğiyle birlikte oradan uzaklaştı.

    O günden sonra Hasan Bey köpeği hiç yanından ayırmadı ve adını Canberk koydu. Canberk kısa zamanda iyileşti, Mehmedciklerin yanından ayrılmıyordu. geceleri gozunu neredeyse hic kirpmiyor ve gece baskinlarini , ortaligi velveleye veren havlamalari ile hemen haberdar ediyordu.

    11 Temmuz 1915 günü Kerevizdere?de saldıran Fransızlara gün biterken büyük kayıp verdirildi. Fransız ölüleri siperlerimizin önünü doldurmuştu. 17. alay komutanı Yarbay Hasan Bey yerde yatan Fransız ölüleri arasında bir kıpırdama gördü, eğildi ve yaralı askeri omuzundan tutarak çevirdi. Yaralı Fransız ani bir hareketle elindeki süngüyü Yarbay Hasan Bey?in göğsüne sapladı. Alay komutanı gafil avlanmıştı, yere yıkıldı ?Allah Şahidimdir ki Fransıza yardım edecektim? diyebildi. Alay imamı başında Kur?an okumaya başladı. Yarbay Hasan Bey ?İmam efendi La havle vela kuvvete illa billahil Aliyyil azim? duasını 33 kere okuyunu? dedi. Kendisi de okudu. Sonra ?Beni ayağa kaldınızı? dedi. Koltuk altlarından tutarak ayağa kaldırdılar. Yarbay Hasan Bey birden ?La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah? dedi. Gözlerini ileriye dikmişti? Yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle ? zahmet buyurdunuz YA RASULALLAH? dedi.

    Bu sözler Hasan Bey?in son sözleri olmuştu. O; Kainatın Efendisiyle birlikte ötelere doğru kanatlanmıştı.

     

     

    Bu savaşta Mehmedçikteki sahabe şuurunu M. Akif şöyle dile getiriyor:

    Ne büyüksünki kanın kurtarıyor tevhidi

    Bedirin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.

    Çanakkale savaşının ardından Mehmetçik ve onunla aynı ruh yapısına sahip olanları cephede yenmenin mümkün olmadığını anlayan ?Çanakkale geçilmez? fikrine sahip olan düşman kuvvetleri 9 Ocak 1916 da çekilerek gittiler? Ve onların komutanları ?Biz Çanakkale?de Türklerle değil Allah?la harb ettik, tabii ki yenildik? diyorlardı.

    Bu savaşta yaşanan ulvi hadiseler Allah Teâlâ?nın ordumuza iyilik ve yardımını açıkca sergilemektedir.

    Mehmetçik ismi Muhammed?ten gelir. Asker ocaklarına Peygamber ocağı denmesinin sebebi budur. Savaş illa topla tüfekle olmaz. Bugün hepimiz Mehmetçiğiz, mesleğiyle, ilmiyle, kitabıyla, kalemiyle, herşeyiyle. Vatan, millet, din, hizmet denildiğinde ?Ben varım? diyebilenlere ne mutlu.

    ?İkiyüz ellibin Mehmed şehid oldu

    İkiyüz ellibin Mehmed toprak oldu

    Toprak bize Vatan oldu? diyor şair.

    Onlar bizlere bu hayatın yeni sahiplerine inandıklarını teslim etmeye yürüdüler. Vatan denilen bu mukaddes taht birçoğu isimsiz olan şehidlerimizin omuzunda yükselmiştir. Bugün sahip olduğumuz varlık onların mirasıdır. Bu mirasın sahiplerine vefa borcumuzu ödeyebiliyor muyuz, yoksa bu mirası sahte mirasçılara mı kaptırdık ??

     

    ahmed esad şani


  13. M. Şevket Eygi - Milli Gazete

    2009-03-21

     

     

    --------------------------------------------------------------------------------

     

    Allah İçin Sevmek Allah İçin Buğz Etmek

     

    Birgün rahmetli üstad Necip Fazıl'la görüşüyorduk, yanımızda başka kimse yoktu. Heyecanlı ve duygulu idi, bana şöyle dedi:

     

    "Şevket, benim Rabbımın huzuruna götürecek bir şeyim yok. Sadece şunu götüreceğim: Ya Rabbi!.. Senin ve Resulü'nün düşmanlarını sevmedim, onlara buğz ettim..." Bunları söylerken sesi titremiş, gözleri buğulanmıştı.

     

    Müslümanın temel vazifelerinden biri de:

     

    Allah için sevmek, Allah için düşmanlık etmektir. Buna eskiden "Hubbu fillah buğzu fillah" denirdi.

     

    Allah'a iman eden, Allah'tan korkan, Allah'ı seven Müslüman, Peygamberi canından çok sever.

     

    Ashab-ı kiramı sever.

     

    Tâbiîn'i sever.

     

    Evliyaullahı sever.

     

    Eimme-i müctehidîni, fukahayı, ulemâyı sever.

     

    Ehl-i Beyt efendilerimizi sever.

     

    Ricalullahı sever.

     

    Allah için canlarını vermiş gerçek şehidleri sever.

     

    İhlaslı mücahidleri sever.

     

    Zahidleri, muttekıleri, gerçek şeyhleri ve gerçek dervişleri sever.

     

    Bütün iman kardeşlerini, imanları dolayısıyla sever. Onlarda sevilmeyecek taraflar ve sıfatlar varsa, sadece onları sevmez.

     

    Müslüman kimleri sevmez?

     

    Allah düşmanlarını sevmez.

     

    Resulullah düşmanlarını sevmez.

     

    Ümmet düşmanlarını sevmez.

     

    Nifakları kendilerini küfre götüren münafıkları sevmez.

     

    Fasık-ı mütecâhirleri sevmez.

     

    Bid'atçileri, şayet bid'atleri kendilerini küfre götürüyorsa hiç sevmez.

     

    Bid'atçi olmakla birlikte, mü'min kalanların bid'atlerini ve bid'atçiliğini sevmez.

     

    Müslüman Nemrud'u, Fir'avun'u, Haman'ı sevmez.

     

    Müslüman Çingiz'i, Hülâgû'yu sevmez.Müslüman Tağutları sevmez.

     

    Müslüman deccalları ve kezzabları sevmez.

     

    Müslüman din ile, iman ile, Kur'ân ile, Şeriat ile savaşan kâfirleri sevmez.

     

    Müslüman Abdullah ibn Sebe'leri sevmez.

     

    Müslüman, din kardeşlerini imanlarından dolayı ezen, süründüren, onlara işkence eden, onları öldüren azılı ve harbî kâfir ve zalimleri sevmez.

     

    Müslüman haram yiyicileri, halkı aldatanları, emanetlere hıyanet edenleri, harbî İslâm düşmanlarıyla işbirliği yapanları sevmez, sevemez.

     

    Evet, Müslüman Allah için sever, Allah için düşmanlık eder.

     

     

    Okullardaki Din ve Ahlâk Dersleri

     

    Merkezi İngiltere'de bulunan "Uluslararası Azınlık Hakları Grubu" Türkiye'deki zorunlu din ve ahlâk derslerinin kaldırılmasını istemiş. İstemesine ister ama tek taraflı ve tek boyutlu olarak isteyemez.

     

    Türkiye'de çoğunluğu oluşturan Müslümanlara, çocuklarına din ve Kur'ân dersleri verme hakkı tanınmalıdır.

     

    Âdil kanunlar ve nizamlar çerçevesinde müteşebbis vatandaşlar veya dernekler devlete müracaat ederek "İslâm ve Kur'ân Dershaneleri" (veya Okulları) açabilmelidir.

     

    Bu dershaneler tabiî ki, kontrol edilecektir. Ancak bu kontrol resmî ideolojinin ilkelerine ve tabularına göre değil, evrensel insan haklarına, Tabiî Hukuka, İslâm dinine göre olmalıdır.

     

    Şu husus da unutulmamalıdır ki, resmî ve özel okullardaki din dersleri bir aldatmacadan ibarettir.

     

    Din va ahlâk dersleri ehliyetli din hocaları tarafından verilmelidir. Müslüman kesimde bu dersleri başarı ile okutacak yeterli sayıda hoca var mıdır? Bana sorarsanız maalesef yoktur.

     

    Azınlık Hakları Grubu tek taraflı hareket etmiş, adalete ve eşitliğe uygun davranışta bulunmamıştır.

     

    Mesele bütünüyle, her cephesiyle ele alınmalıdır.

     

    Camilerde isteyen ailelerin çocuklarına din, Kur'ân ve ahlâk dersleri verilmelidir.

     

    Müslümanların, devletle ilgisi olmayan seminerler (din okulları) açarak ehliyetli din hocaları/öğretmenleri yetiştirmelerine imkân tanınmalıdır.

     

    Okullardaki yarım yamalak din ve ahlâk derslerini kaldıracaksın... Müslümanların özel olarak din ve ahlâk dershaneleri açmalarına izin vermeyeceksin... Böyle hürriyet, böyle adalet, böyle eşitlik olur mu?


  14. Onu hatırlayan var mı? Yaşarken hiç unutulmayacak kötülüklere imza atmıştı. Dünya tarihinin en karanlık sayfalarında kendine yer edinmişti. Hayatı boyunca insanlık suçu adına ne varsa hepsine ilgi duymuş, pervasızlığı, küstahlığı, acımasızlığı ilke edinmişti.

     

    Onu hatırladınız mı? 4 Ocak 2006'da felç olmuş, beyin kanaması geçirmişti. O günden bu yana bir hastanede yoğun bakımda, aslında "ölü" halde bekletiliyor. Hayatı boyunca kendisine göre unutulmaz işler yapmıştı. Altında imzası olan icraatları, dünya görüşü, insanlığa bakışı, merhametsizliği, ırkçılığı, yeryüzünü kirletircesine sürdürdüğü katliamları ile unutulmazdı. Ama bugün yaşayıp yaşamadığını merak eden bile kalmadı. Üç yıldır kimse merak etmiyor onu. Ülkesi merak etmiyor, yaşarken arkasından yürüyenler merak etmiyor, cinayet şebekesi merak etmiyor, medya merak etmiyor, hayranları merak etmiyor… Sağlık durumu nasıl, tedavisi nasıl gidiyor, kimse umursamıyor. Hakkında bir küçük haber bile yayınlanmıyor.

     

    Bütün dünya onu tanıyordu, her gün bir şekilde onu hatırlamak zorunda kalıyordu. Hemen her devlet adamının onunla bir hatırası vardı. Ankara'da bile esip gürlemişti. Türkiye'yi rencide edercesine bir pişkinlikle. Şimdi kimse hatırlamıyor onu. Kimse onunla tecrübelerinden bile söz etmek istemiyor. Bir insan olarak hatırlanmıyor. Bir devlet adamı olarak hatırlanmıyor. Bir siyasetçi olarak, bir asker olarak hatırlanmıyor. Katıldığı savaşlar hatırlanırken bile o hatırlanmak istenmiyor. Oysa sağlığında ne kadar kibirliydi. Ne kadar kudretliydi. Tabii mazlumlara karşı. Tabii zavallı insanlara, savunmasız sivillere, kadınlara ve çocuklara karşı. 1928 yılında doğmuştu. Şimdi sekseninin üstündeydi. Ama ben bile bu yaşta nice acımasızlıklarına tanık oldum. Benden öncekiler de oldu. Bugün yaşayanlar da oldu. Hayatını kaybeden binlerce insan da…

     

    Üç yıl sonra bir haber okudum. Ailesi de kabul etmemiş. Yıllardır yoğun bakımda bekletilen, şimdi uğruna bütün bölgeyi ateşe verdiği devleti tarafından bakımı masraflı bulunduğu için istenmeyen, ailesine teslim edilmesi gündeme gelen ama kabul edilmeyen biri o. Yarı ölü haline kimse sahip çıkmak istemiyor. Sanki lanetli gibi…

     

    Düşünüyorum da, acaba öldürdüğü savunmasız insanlar şimdi zihninden geçiyor mu? Parça parça ettirdiği bedenler, yakıp yıktığı şehirlerin enkazında can verenler, evinin önünde oynarken kurşuna dizilen çocuklar aklına geliyor mu? Yaşamı zihninden geçiyor mu? Uğruna bunca katliamlar yaptığı, insanlık suçları işlediği ülkesi ve milletinin vefasızlığını nasıl hissediyor?

     

    Bunca çirkinliğine rağmen "Barış adamı" ilan edilebilen, 20. yüzyılın en önemli insanlık suçlusu olmaya aday biri.. Öldürmeye, yok etmeye, soykırıma, hukuksuzluğa, acımasızlığa, vahşete ayarlı bir hayat… Askerken de, siyasi liderken de, ölüm döşeğindeyken de terörist olan, bir çete lideri gibi düşünüp hareket eden, hiçbir zaman devlet adamı olamayan kişi.

     

    Dünya ondan çok şey öğrendi. Terörizmin ne olduğunu, soykırımın nasıl planlandığını, okul çocuklarının nasıl kurşunlandığını, masum insanların evlerinin başlarına nasıl yıkılabildiğini, mahallelerin nasıl toplu mezarlara dönüştürülebildiğini, en iğrenç suikast yöntemlerini, uluslararası ilişkilerdeki arsızlıkları, çete yöntemlerini, hukuk ve teamüllerin nasıl çiğnendiğini… 14 yaşından üç yıl öncesine kadar hep kötülük yöntemleri geliştirdi ve uyguladı. Tutuklanma korkusuyla bir çok ülkeye gidemez oldu. Kendisi ve subayları hakkında davalar açıldı. Ama hep korundu.

     

    3-15 Nisan 2002'de "Köklerini kazıyacağım" diyerek başlattığı kıyım unutulur mu? İnsanlar elleri ve gözleri bağlanarak toplama kamplarına götürüldü, kadınlar ve çocuklar evlerinden kovuldu, genç kızlar işkence altında tutuldu, yüzlerce ev yerle bir edildi, hastaneler çalışamaz hale getirildi, elektrik ve su kesildi, sokaklarda çürüyen cesetlerin gömülmesine ve yaralıların tedavi edilmesine izin verilmedi, ambulanslar askeri hedef gibi ateş altına alındı, kuşatma altındaki insanlara ilaç ve yiyecek yardımları engellendi, sokağa çıkan herkese ateş açıldı, evlere baskın yapılıp insanlar kurşunlandı, esir alınanlar kurşuna dizildi, doğum yapan kadınların hastaneye götürülmesine izin verilmedi, evlerin/hastanelerin bahçelerine mezarlar kazıldı. Bir kilometrekarelik alana yüzlerce füze atıldı, sadece bir saatte 50 füze fırlatıldı. Camiler, yollar, dükkanlar, evler, devlet daireleri yerle bir edildi. Cinayet, yıkım, vandalizm, yağma ve terör dehşetine, katledilen kadın ve çocukların cesetlerinin buldozerlerle toplu mezarlara sürüklenmesine karşı bütün dünya sustu, susturuldu.

     

    Bütün bunları şu an ülkesinin, devletinin, halkının, ailesinin kabul etmediği o adam yaptı.. Ariel Şaron… Şu an kimsenin hatırlamak bile istemediği adam. Uzun zamandır merak ediyordum, neden bu sessizlik diye. İsrailli çevrelere bile sorduğumda sanki konumsak istemezlermişçesine "hastanede" diyerek geçiştiriyorlardı. En son, birkaç gün önce o haberi okuyunca tekrar düşündüm: İnsan ırkının aslında ne kadar çaresiz olduğunu. Böyle iken nasıl da kibirlenip kendini ilahlaştırabildiğini, güce tapınabildiğini.

     

    16 Eylül 1982'deki o korkunç Sabra ve Şatilla katliamından Cenin kıyımına, 1948'deki 300 bin Filistinli'nin sürgün edilmesinden 1953'te "101. Birlik" adlı ölüm mangasını kurmasına, 1956'da 273 savaş esiri kurşuna dizilip toplu mezara gömmesinden, Rusya'daki Yahudi mafyasını yönetmesine kadar sorumlu olmadığı hiçbir şey yoktu.

     

    "11 Eylül" 2003'te Yaser Arafat için sürgün kararı çıkardı. Karar, 11 Eylül saldırılarının yıl dönümünde alındı. Karara karşı hazırlanan BM tasarısı 16 Eylül'de, yani Sabra ve Şatilla katliamının yıldönümünde ABD tarafından veto edildi. "Hapiste tecrit etmek" ve "öldürmek" de seçenekler arasındaydı. İkisini de yaptı. Arafat'ı karargahında tecrit etti, karargahında öldürdü.

     

    20 Mart 2004'te, iğrenç suikast örneklerinden birini daha tezgahladı. 67 yaşında bütün vücudu felç olan, hemen hiç görmeyen ve duyma sorunu çeken, yıllarca İsrail hapishanelerinde işkence gören, tekerlekli sandalyeye mahkum olan Filistin direnişinin sembol öncüsü Şeyh Ahmed Yasin'i şehid etti.

     

    Sağlığında kudretli olanlara, bu kudreti insanlığı karşı silah olarak kullananlara, insanlara acımasızca hükmedenlere, adalet duygusunu kaybedenlere, şiddetten beslenenlere, insan olduğunu unutanlara, güçlerini ilahlaştıranlara trajik bir uyarıdır Şaron örneği. Üç sene sonra, o hastane odasında unutuldu. Kimse hatırlamak bile istemiyor.

     

     

    İbrahim Karagül

    Yeni Şafak


  15. değerli arkadaşlar bir konuyu paylaşırken mutlak suretle kaynağını yazmaya çalışın.insanların bunu bilmeye hakkı olduğunu düşünüyorum.hem yazarın da hakkı yenmemiş olur.mesela yukarda harun kardeşim bu yazının sizin kaleminizden çıktığını düşünerek mesaj yazmış.halbuki yazı forumda daha önce yayınlandı,hemde mustafa islamoğlu başlığı altında..buradan ulaşabilirsiniz.

    bunu takip etmemiş ve görmemiş olmanız çok normal,ama kaynağanı yazmamanız çok yalnış.

     

    haklısın kardeşim...daha dikkat o zaman :pc: selam ve dua /(ahmet mahmut ünlü.)


  16. ALLAHCC razı olsun kulterı kardeşim...mühim bilgiler...dikkat edılmesı gereken hususlar yazının tamamı.

     

     

    harun yaşar kardeşim selam sana ve bu davanın her adamına...

     

    Gönüldaşlar!

    Üstad bağlıları!

    Ey Ehl-i Sünnet!

    Siz Peygambere, Peygamberin nur topu öğrencileri ve hamuru sahabeye, Nur Toplarının hamurları bağlılara ve onların bağlılarına sımsıkı tutun ve kurtuluşa erin!

    Böyle İbn* Teymiyelerle selamet yoktur!

    72 fırkadan olmamak için peygambere uyup bidattan kaçının!

    Şu korkunçluğa bakınız ki bu adamlar en büyük bidat düşmanı Üstadın sitesinde bile kol geziyorlar.

    Mazeret yok! Vahhabilik - Selefilik ve Ehli Sünnet dışı her oluşuma mazeret yok!

    İmamı Rabbani bu tipleri ufalamış da hala çırpınırlar.

    İlmen hiçbir geçerlilikleri yok! paraları olmasa...

    Vesselam...


  17. :) ALLAH azze ve celle birbirlerini sadece kendi rızası için yanlış olandan haberdar etmeye çalışan tüm mümin ve de mümine kardeşlerımden razı ve memnun olsun harun kardeşim...

    şu anda kafirlik diyemeyız bulundukları noktaya ancak ;kişi sevdiğiyle beraberdir hadısı şerifini düşününce;ekol olarak gösterdikleri adamlar belli...ALLAH CC imandan ayırmasın...

    yapmaya çalıştıkları,mezhepsizlık ki;dinsizliğe köprüdür.,.. DİĞER TARAFTAN Diyalog safsatalarıyla ınsanlara 'canım kalın kendı dınınızde sonuçta sızde cennete gireceksiniz 'haberlerı kı; gecen yıl kurdukları dıyalog köprusunden hahamın,papazın,bır de dıyanet görevlısının elını kolunu sallaya sallaya kardeş kardeş :pc: sıratı geçıp cennete ulaşmaları falan vs..bunlar tiyatro değil,piyes değil...aklımızı basımıza alalım,kuranımıza sünnetımıze ehlı sunnet ıtıkadımıza sahıp çıkalım... unutmayın ıkıncı bır çanakkaleye cesaret edemezler;onun için bu gıbı ınce hesaplarla oyun kurmaktadırlar.bu adamların acelesı yok;100 sene 200 senelık proje yapar bunlar. meyvesını kendılerı göremesede torunlarının yıyecegını bılır...işte bugun bunlara hızmet edenler ortada kımı kalklar mezheplerı onların alımlerını veya kuran hadıs ıcmayla sabıt olanları ;güzel konusarak,edebıyat yaparak degıstırmeye çalısır;kımı yukarıda kurulan köprüye destek çıkar,cıhad edıyoruz dıyerek rabbımın emrını arkasına alır;ALLAHA cc hızmet ederken onun farzı bırakılarak hızmet edılırmı ya hu! sormazlarmı adama kım için hızmettesın? hızmet ettığının sözüyle hızmetını ettığın şey arasındakı bu fark ne?

     

     

    ALLAHIM AYIRMA KURANINDAN,AYIRMA RASULUNDEN VE ONUN YOLUNDA GIDEN DOSTLARINDAN...


  18. Aslında 5 sene öncesine kadar İslamoğlu hakkındada süizanımı devam ettiriyordum ancak özelikle bazı mevzuları hala Teymiyye çizgisindeki alimlerin iddaaları ile ıspatlamaya çalışması bu süizanımı bitirdi.Hele Cehennemin ebediliği konusunu tartışmaya açması sadece benim değil bir çok kişiyi çileden çıkardı.Ben bir İslam alimi değilim, bilgilerim sınırlı.Bu yüzden çokda ileri geri konuşmask istemiyorum hakkında.Kendisi ise Kuranı,Sünneti, Arapçayı yutmuş bir insan...Ancak ilimin çokluğu hatayı engellemiyor bilakis hatanın dozajını dahada arttırıyor...İşte bir toplumun alimleri bozulursa o toplum bozulur sözünün derinliği sanırım burada.

     

     

    derdımız bu işte...sen onca islam alimi alleme dururken kalk onları bı tarafa bırak,afganilerı, teymıyyelerı içimize sokmaya çalış...mevla kımın ne nıyette olduğunu çok iyi biliyor,ancak ilim erbablarıda bu adamın nıyetını çok iyi biliyor..hayrettın karaman bundan seneler evvel belkı şu anda yaptığı açıklamalara kendısıde karşı çıkarken şu andakı çizgisine gelmış ya da getırılmış durumda..

     

    ez cümle; bizim için mühim olan şahıs değil;fikirleri ve bizlere ne vermeye çalıştıklarıdır...bu da ancak kuran sünnet ve ALLAH cc dostlarından, ehlı sunnet çizgısınden ayrılmamakla olur...bu hoca dıye geçınenlerın kalkıpta kuranı kerıme, hadıse, icmaya tefrıka ,fıtne sokmalarına ızın veremeyız..kalplerını bılemeyız;amma ortaya koydukları hal ve açıklamalar bızım için baz alınır....ALLAH HEPIMIZI İYİ ETSİN...

     

    kım hayır için hizmetteyse yolları daım olsun;kımde (bız anlayamasak da) ince planların içindeyse bu milletin ınancını ,itıkadını baltalamaya çalışıyorsa, onlarıda rakıb olan rabbım gözetlemekte;versın nıyetlerının karşılığını....selam ve dua ile..


  19. Rahmân ve Rahîm olan Allâh ism-i şerîfiyle! Bizleri Ehl-i Sünnet itikadı üzere sabit kılan Allâh-u Te'âlâ'ya hamd-ü senâdan, Cumhur'un yolundan ayrılanları, İslâm ipini boynundan çıkarmakla niteleyen Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e salât-ü selamdan ve O'nun yolundan bir karış bile ayrılmayan âl-i ashâbına hayırla duadan sonra: Sohbetlerimize devam eden kardeşlerimizin: "Mustafa İslamoğlu nasıl biri? Kitapları okunabilir mi ve derslerine gidilebilir mi?" şeklindeki ısrarlı soruları üzerine bu fakir kardeşiniz, bu kişinin kitapları hakkında bir araştırma yapmak zorunluluğu hissettim. Elime geçen "Yahudileşme temâyülü" kitabı bana bu kişinin ne kadar çelişkili ve karmaşık batıl görüşlere sahip biri olduğunu kolayca anlatmış oldu.

     

    Bu esnada fıkıh âlimlerinin cumhurunu, "Hayızlı kadınların camiye giremeyeceği" gibi bazı fetvalarından dolayı Yahudilere meyletmekle suçladığını görmem de işin tuzu biberi oldu. Sonra bana verilen "Üç Muhammed" kitabında, onun Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şanına tazim sadedinde yazılmış olan Kâzî İyaz (Rahimehullâh)ın "eş-Şifâ"sı ve İmâm-ı Süyûtî'nin "el-Hasâis"i gibi muteber eserlerde geçen sahih rivâyetleri tenkit ederek, "Bu kitaplarda anlatılan hârikulâde vasıfların Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)de bulunmadığı"nı söylemiş olduğunu görmem, bende tedavisi kabil olmayan çok derin bir yara açtı. Ama daha sonra elime geçen "Gerekçeli Meal" kitabında onun, bu yazımızda örneklendireceğimiz üzere; "Teröristlerin cezasıyla ilgili" bir âyeti nasıl yok saydığını, "Tur dağının Yahudiler üzerine kaldırılması" gibi bazı mûcizeleri ne tür sudan bahanelerle reddettiğini ve "Uzeyr (Aleyhisselâm)ın yüz sene ölü bırakıldıktan sonra diriltilmesi" gibi, Allâh-u Te'âlâ'nın yaşanmış olaylar olarak kıssa ettiği bir takım gerçekleri nasıl temsil ve mecaz olarak nitelediğini görünce, onun Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in şanına izafe ettiği nâkısaları ve müctehid imamları Yahudilere meyletmekle suçlayarak onlara attığı iftiraları yadırgamaz hale geldim. İnşâallâh bu yazımızı takip edecek yazılarımızda, onun bu tür fasit ve müfsit görüşlerini ibtal etmek üzere bir takım ilmî reddiyeler kaleme alacağız.

    Ancak bu yazımızda Mâide Sûresinin otuzüçüncü âyet-i kerîmesinde geçen İslâm'ın önemli bir hükmünü nasıl yok saydığını beyan etmeyi münasib gördük. Şimdi ilk olarak kendisinin mealine ve dipnotuna hiç müdahale etmeksizin yazdıklarını size aynen aktaracağız, daha sonra da tahlilini hep birlikte yapacağız. "Allah'a ve Rasûlü'ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğu yaymaya çalışanların öldürülmeleri ya da asılmaları veya muhalefetlerinden dolayı ellerinin ve ayaklarının kesilmesi, yahut bulundukları yerden sürülmeleri, sadece (âdil) bir karşılıktan ibarettir. Bu, onların dünyada uğradıkları zillettir; âhirette ise onları korkunç bir azap beklemektedir."

    Yazar bu âyetin dipnotunda (1/197) şu kaydı düşmüştür. "Bu cümle bir 'inşa' cümlesi değil bir 'ihbar' cümlesidir ve dolayısıyla Kur'an el ve ayakların çaprazlama kesilmesi gibi bir cezayı emretmemekte, sadece nakletmektedir. Bundan öte, Allah Rasû lü'nün hiçbir muhalife böylesi bir ceza uygulamadığı da tarihi bir gerçektir." Mezkûr şahsın mealini ve gerekçesini böylece okumuş oldunuz. Buna mukabil bir de Üstâdımız Mahmud Efendi Hazretlerinin hazırlamış olduğu "Kur'ân-ı Mecîd ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi"ndeki meale göz atalım. "Allâh'a ve Rasûl'ün(ün dostları olan müminler)e harp açmakta olan (ve insanların yollarını kesip mallarını çalan) o (imansız) kişilerin ve (Müslümanlardan da olsa) yer(yüzün)de fesat (ve bozgunculuk çıkartmak) için koşuşturan kimselerin cezası, (sadece öldürmekle yetinmişlerse,) ancak (kısas yoluyla) öldürülmeleri yahut (cinâyetle birlikte mal da gasbetmişlerse,) asılmaları veya (cinâyet işlemeyip sadece mal almışlarsa,) ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kesilmesi ya da (korkutmadan başka bir şey yapmamışlarsa,) o (oturdukları) yerden sürül(üp hapse gönderil)meleridir. İşte sana! Bu (cezalar), dünyâda onlar için büyük bir (alçaklık, rezillik ve) rüsvaylıktır, (günahlarının büyüklüğünden dolayı) âhirette ise kendileri için pek büyük bir azap vardır!"

     

    Görüleceği üzere İslamoğlu, Kur'ân-ı Kerîm'in metninde olmayan birçok kelimeyi metne sokmasının yanısıra, dipnotta bu âyetin bir "İnşâ" değil de, bir "İhbar" olduğunu öne sürmüştür. Sizin anlayacağınız şekilde ifade etmem gerekirse, "İnşâ", "Bir şeyi emretmek ve yapılmasını istemek" mânâsına gelmekte, "İhbâr" ise: "Evvelce olmuş bir şeyin vukuunu haber vermek ve nakletmek"tir. Onun dediğine göre bu âyet-i kerîmede zikredilen ceza hükümleri, bir haber niteliği taşımaktaysa, bu haber kimlerin uygulamasını bize nakletmektedir. Böyle bir şey söz konusu olamaz

     

    . Ayrıca bu ceza uygulanmayacaksa, sadece anlatılıp geçilecekse bu durumda âyet-i kerîmede beyan edilen "Dünyadaki rüsvaylık" teröristlere nasıl ulaşacaktır. Onlar bu cezalara maruz kalacak yerde sadece bunları hikâye gibi dinlediklerinde, rezil olacak yerde gülüp sevineceklerdir. Yine böylece bu durumda bir sonraki âyet-i kerîmede konu edilen: "Ancak siz kendilerini yakalamadan tövbe edenler müstesna" kavl-i şerîfi, mânâsız boş bir kelâmdan öte geçmeyecektir. Çünkü ceza yoksa istisna ve müstesna mefhumları kime işletilecektir?! Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de aynı ifadeyle zikredilen: "Fakat eğer onlar sizinle (Mescid-i Haram'da) savaş (başlat)ırlarsa, (oranın hürmetini önce onlar ihlâl ettiği için,) siz de (hiç aldırmadan) onlarla savaşın. İşte sana! Kâfirlerin cezası böylece (misilleme)dir." (Bakara Sûresi:191) "Hırsızlık yapan erkekle, hırsızlık yapan kadına gelince; her ikisinin (çalıp) kazanmış oldukları şeye ceza olarak, Allâh'tan caydırıcı bir azap olmak üzere ikisinin de (sağ) ellerini (bileklerinden) kesin!...." (Mâide Sûresi:38) "Ey iman etmiş olan kimseler! Siz ihramlı kişilerken av öldürmeyin! İçinizden her kim onu kasten öldürürse, işte sana! (O kişinin yapması gereken;) öldürmüş olduğu hayvanın misli bir ceza (ödemesidir) ki; sizden adâlet sahibi iki kişi ona karar verecektir…." (Mâide Sûresi:95)

     

    âyet-i kerîmelerinde "Ceza" tabiri, hüküm ifade etmekteyken, burada konu edilen "Ceza"nın, üstelik: "Onların cezası ancak ve ancak budur" mânâsını ifade eden "İnnemâ" edatıyla zikredilmiş olmasına rağmen hükümsüz olması hangi delile dayanmaktadır. Bu konuda bu âyet-i kerîmenin hükmünü nesheden başka bir âyet-i kerîme yokken, bir âyet nasıl geçersiz addedilebilir.

    Oysa Fahru'r-Râzî, Beyzâvî ve Nesefî gibi birçok tefsirde: "Allâh-u Te'âlâ ile muhârebe yapılamayacağından dolayı burada Allâh-u Te'âlâ'nın emirlerine muhâlefet eden ve Rasûlünün hükümlerine başkaldırmış olan kimselerin cezası konu edilmiştir" denilerek bu âyet-i kerîmenin bir haber niteliğinde olmayıp, İslâm'ın bir had cezasını beyan ettiği belirtilmiştir. İslamoğlu bu âyet-i kerîmenin hükmünü yok saymakla kalmamış, üstelik "Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in böyle bir tatbikatı olmadığının tarihi bir gerçek olduğu"nu savunarak tarihi bir iftirada bulunmuştur. Zîrâ Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu hükmü işlettiği, en sahih kaynaklarda zikredilmektedir. Nitekim Enes (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: "Ukl ve Urayne kabîlelerinden birtakım insanlar Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek Müslüman olduklarını açıkladılar. Fakat sonra Medine'nin havası kendilerine yaramayınca hastalanıp zayıflamaya başladılar ve ovadaki develerin yanına gidip onların sütlerinden içerek sağlıklarına kavuşmak için Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)den izin istediler. Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in müsâadesi üzere Kuba civârındaki zekât develerinin yanında bir müddet kalıp iyileştiklerinde, dinden dönerek develerden birini boğazladılar, çobanlardan birinin ellerini ve ayaklarını kesip, diline ve gözlerine de diken batırarak ölünceye kadar kızgın güneşin altında bıraktılar, diğer develeri de alıp götürdüler. Sağ kalan bir çobanın haberi üzerine Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) yirmi kişilik bir müfrezeyi onların takibine gönderdi. Yakalanıp getirildiklerinde Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) onlara kısas yapılmasını emretti.

    Bunun üzerine o cânilerin gözleri çıkarıldı, elleri ve ayakları kesildi ve ölünceye kadar o hal üzere Harre tarafında bırakıldılar." (Buhârî, Meğâzî: 34, No: 3956, 4/1535; Zekât: 67, No: 1430, 2/546; Müslim, Kasâme:2, no:1671, 3/1297; Neseî, Tahâret, 191, no:304, 1/174; Ebû Dâvûd, Hudûd:3, no:4364, 2/534; Tirmizî, Taharet:55, no:72, 1/106; İbni Mâce, Hudud:20, no:2578, 2/861; Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no:12042, 4/214) İslamoğlu'nun, bu rivâyetleri bilmeyecek kadar cahil biri olmadığını düşünürsek, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in bu âyeti tatbik etmediğini söylemesi, bizde ister istemez burada bir sû-i kasd (kötü niyet) bulunduğu düşüncesini uyandırmıştır. Zaten bu kişinin bu rivayetleri bilmeyecek kadar cahil biri olduğunu kabullenmemiz durumunda da, yine insanları böyle bir kişiyi dinlememeleri ve kitaplarını okumamaları hususunda uyarmak boynumuzun borcudur.

     

    Ayrıca bu âyet-i kerîme, teröristlere uygulanacak ceza hakkında Kur'ân-ı Kerim'de misli bulunmayan tek âyet olma özelliğini taşıdığı için bütün müctehidler tarafından işletildiği ve kendisinden ciltler dolusu hükümler istinbat edildiği, dört mezhebin fıkıh kitaplarında kaleme alınmıştır. Bu husustaki bazı genel hükümleri şöyle özetleyebiliriz. El-Mevsû'atü'l-Fıkhiyye isimli eserde (17/158-161) zikredildiğine göre: "Kendileri yakalanmadan önce tövbe etmedikleri müddetçe muharib (terörist)lerin cezalandırılmasının, kaldırılmaya ve bağışlanmaya elverişli olmayan İlâhî hadlerden bir had olduğu" hususunda fıkıh âlimleri arasında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bu hususta temel teşkil eden nass ise; "Allâh'a ve Rasûl'üne harp açmakta olan o kişilerin ve yerde fesat için koşuşturan kimselerin cezası, ancak öldürülmeleri yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazdan kesilmesi ya da o yerden sürülmeleridir. İşte sana! Bu, dünyâda onlar için büyük bir rüsvaylıktır, âhirette ise kendileri için pek büyük bir azap vardır! Ancak o kimseler müstesnâ ki kendilerine güç yetirmenizden önce tevbe etmiştirler! Bilin ki; Allâh gerçekten Ğafûr'dur; Rahîm'dir." (Mâide Sûresi:33-34) âyet-i kerîmeleridir.

     

    Fıkıh âlimleri, âyet-i kerîmede geçen cezaların nasıl uygulanacağı hakkında farklı görüşler serdetmişlerdir. Şâfi'îler, Hanbelîler ve İmâm-ı Muhammed ile İmâm-ı Ebû Yûsuf (Radıyallâhu Anhum) bu hükümlerin âyet-i kerîmede geçen tertip üzere uygulanacağı ve hükümlerin işlenen suça göre taksim edileceği görüşüne gitmişlerdir. Buna göre; hem öldürüp hem mal alan öldürülüp asılır, sadece mal almakla yetinenin sağ el ve sol ayağı kesilir, eşkiyalık yapıp yolcuları korkutan, fakat öldürme ve mal alma gibi suçlara bulaşmayan kimseler sürgüne gönderilir. İbni Abbâs (Radıyallâhu Anhumâ) da âyet-i kerîmeyi böylece tefsir etmiştir. (Ravzu't-tâlib:4/155; el-Muğnî, 8/288; Ravzatu't-tâlibîn:10/156-157; Metâlibü Üli'n-nühâ: 6/252-253; Nihâyetü'l-muhtâc:8/3) İmâm-ı Ebû Hanîfe (Radıyallâhu Anh)a göre; muharib kimse bir insan öldürmeden veya bir mal gasbetmeden yakalanırsa, tazir (azarlanma) cezasına çarptırıldıktan sonra tövbe edinceye kadar hapsedilir. Eğer hırsızlığın nisabı kadar (1.0,5 gram altın veya o değerde bir) mal almışsa eli ve ayağı çaprazdan kesilir, masum bir kişiyi öldürmüş, ama mal almamışsa öldürülür, hem cana kıymış hem de mal almışsa, ceza verme yetkisine sahip olan kimse, üç işten birini yapmakta serbesttir. Dilerse ellerini ve ayaklarını çaprazlama keser, sonra öldürür. İsterse sadece öldürür. İsterse asar. (Bedâi'u's-sanâi' : 7/94; İbni Âbidîn: 3/213; el-İhtiyâr:4/114) İmâm-ı Mâlik (Rahimehullâh)a göre ise; öldürenin mutlaka öldürülmesi gerekir. Ancak kılıç darbesiyle veya asılarak öldürülmesi hususunda yönetim serbesttir. Sadece yol kesmekle yetinseler bile idare hangisinin daha kârlı olduğunu gözeterek, öldürmek yahut asmak veya çaprazlama kesmek hususunda muhayyerdir. (Bidâyetü'l-müctehid:2/491-492; Şerhu'z-Zürkanî:8/110; Hâşiyetü'd-Düsûkî: 4/350; Tefsîru'l-Kurtubî: 6/152) Görüldüğü üzere; dört mezhebin sahibleri olsun, mezheb içi müctehidler olsun, hepsi de bu âyet-i kerîmeyi tahlil ve tatbik etmişler, hiçbiri hükümsüz kabul etmemişlerdir. Hal böyle iken İslamoğlu'nun: "Bu âyet-i kerîme el ve ayak kesilmesini emretmemektedir, Rasûlüllâh (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) bunu yapmamıştır, bu sadece mücerred bir anlatımdır" demesi, bu âyeti hükümsüz kılması anlamına gelir ki bunun da inkârın bir türü olduğunda şüphe yoktur. Burada beni daha çok şaşırtan şu olmuştur; İslâmoğlu'nun beyânına göre bu "Gerekçeli Meâl"in fıkhî notları Hayrettin Karaman'la müzâkere edilmiş! Bu durumda böyle bir târihî hatâ onun da mı gözünden kaçmış yoksa o da mı aynı görüşte?! Eyvâh ki ğarîb oldu şerî'at-i Muhammed, Ki kaldı bu misilli ulemânın eline! Allâh-u Te'âlâ'nın âyetlerinden birini inkâr, tümünü inkâr sayılacağına göre, işin ne boyuta vardığı siz okurlarımızın isabetli anlayışlarına havale edilmeye değer bir husustur. Artık "Kâfirlere İslâm'ı hoş gösterelim" derken İslâm'ın kol kesme, recm ve kısas gibi hükümlerini ve Allâh'ın ahkâm âyetlerini inkâra düşerek kâfirlerin durumuna düşmekten Allâh-u Te'âlâ'ya sığınırız ve siz okurlarımızı, bütün Müslümanları bu hususta uyarmanız ve bu reddiyeleri okutmanız temennîlerimizle Allâh-u Te'âlâ'ya emanet ederiz. Allâh-u Te'âlâ'nın selâmı, rahmeti ve bereketleri hepinizin üzerine olsun.


  20. hayretin karaman hocanın o kitabını tekrardan okumanızı tavsiye ediyorum bu konunuzuda dogru yorum dergisinde yer almış bence o kitabı okuyunuz dergiyi degil NOT: şu anda you tube var cübbeli hoca nın mustafa islamoglu hakkında iftiraları ve mustafa islamoglu hocanın cevapları var mustafa hocanın orada bir sözü var ölmeyecek misiniz ahirette sormazlar mı kardesinize bu iftiraları nasıl layık gördünüz diye sormazlar mı diyor unutmayalım başkalarından nakil bile olsa sözlerimizin vebali var

     

    pekı mustafa bey! sana sormazlarmı;ınsanlar arasında ayrıcalık çıkartmak, mezhep ımamlarını hiçe saymak,kabır azabını yok saymak,ehlıbeytı ters ilişkiyle suçlamak,hayızlı kadınların kuran okumalarında mazhur görmemek..bunları sana sormayacaklarmı ahırette...peygambere olan muhabbetı aşırı görmek,yecüc mecücü inkar etmek,kafana göre kuran ayetlerını yorumlamak...

     

     

    iftira bır ınsanda olmayanın söylenmesidir...cübbeli ahmet ın mustafa islamoğluna iftara falan attığı yoktur.aynen doğruları söylemekte ve bu adamın ıtıkadi yönden her sapkınlığını ilmi reddıyelerle ortaya koymaktadır.takıp edenler bılır.(kasr_arifan da)bu işler ilimsiz olmaz..varsa ilmin konuş yoksa sus..tezlerini güzel çürütüyor maşallah kuran ve hadis ışığında...

     

    mustafa i.nun şahsına yönelık bır hakaret yok;ancak ehlısünnete aykırı açıklamaları var bu adamın...vahhabi ıtıkadını sokmaya çalışanlar veya diyalog masallarıyla ınsanları hrıstıyan veya yahudılestirme çabalarında olanlar...her kımse kişi yada cemaatler karşılarında ALLAHIN izniyle bir ehiısünnet alimini bulurlar....mustafa isalamoğlu hakkında daha fazla kelama gerek yok zira forumumuzda bu adamı iyice konuştuk tanıdık sanırım..mevla doğru yola iletsın...hayrettın karamana gelınce o ayrı bir tür onuda bu yazıdan sonra konuşacaz inşallah..selam ve dua ile..


  21. Sevgilim… Ümidim… Sığınağım… Affedenim…

    Senden haberi yok mu bu kadar Ademoğlu’nun! Bu gün sevgililer günü imiş… Umudum, bekleyenim hiç “sevgililer” olur muki? Biz galu beladan beri dediğimizde yalnızca seni “sevgili” edinmemişmiydik? Sevgilim, sevenim, tek sevebildiğim! Bu aciz, bu bedbaht alemde yalnız kalıyorum. Secdende Ruh’umu, İmanı’mı, Ölümsüzlüğü o bakii sevgiyi buluyorum… Senin beni sevdiğin kadar bu aciz halimle seni sevemiyor ve senin sevgine layık bir kul olamıyorum… “Kul”lanılıyorum ama sana tam manası ile “Kul” olamıyorum…

     

    Sevgililer günü denen sahte sevgiler arasında senin sevgini bulamıyorum…

    Mevlam… Sevdir beni… Affınla sevindir beni…

    O her sabah bir kuşun “besmele” ile uyanışında duyduğum hazzı eksik etme benden…

    Gençliğin vermiş olduğu fanii heveslere kapılmama manii ol… Tut beni, sakla beni…

    Sakla Rabb’bim… O sonsuz, o benzeri olmayan güne sakla beni… İffetimi tertemiz sakla…

     

    “Sevgili” gününde al emanetini Allah’ım…

    Biliyorsun ki benim “sevgili” günüm o alev alev yanan ateş parçasını her sabah tepeme beni ısıtması ve beni aydınlatması için kondurduğun gündür…

    Benim “sevgili” günüm o simsiyah örtüyü her gün istisnasız tepeme sırf ben dinleneyim ve daha derinden tefekkür edeyim diye örttüğün gündür…

     

    Sevgilim, sevdirenim, sevgisine layık olamadığım…

    Ne zaman kavuşuruz sen biliyorsun amma artık hasret gönlümün her zerresini kaplar oldu…

     

    Hikmetinden sual olunmaz Mevlam ama artık üflesin İsrafilin surunuda hakiki sevgili gününe erişelim…

     

    Mes’ud

×
×
  • Create New...