Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

SİDOMA

Editor
  • Content Count

    195
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by SİDOMA


  1. Dünyaya küsmek ne demektir?

     

     

    Eskiler, "bir lokma, bir hırka" demişler, adeta fakirliği yüceltmişler; sanki dünyayı terk etmişler. Bunların aslı esası nedir?

    Allah, insan için gerekli olan her şeyi yaratmış, ondan sonra Âdem aleyhisselamı dünya sarayına göndermiş. Demek ki her şey insan için...

     

    Aradan asırlar geçmiş, insanların anlayışı değişmiş. Böylece gayrimüslimler, Allah'ın nimetlerinden daha fazla faydalanırken, Müslümanlar bu hususta geri kalmış.

     

    İslamiyet'te fakirlik övülmemiştir. Tam tersine bir hadis-i şerifte, mealen buyruluyor ki: "Fakirlik neredeyse küfre denk oluyordu."

     

    Peygamberimizin ve sahabenin hayatından anladığımıza göre, Müslümanlar para kazanacak, fakat zengin olmayacak. Yani Müslüman, bencillikten kurtularak, akrabalarına, komşularına, milletine yardımcı olmaya çalışmalıdır.

     

    Peygamberimiz çok zengindi. Nasıl zengindi? İstese, Uhud Dağı altın olurdu. Amma o istemedi.

     

    Sevad-ı azama ittiba etmek lazım. Sevad-ı azam, insanların ekserisidir. Çoğu insan açken, lezzet peşinde koşmak bana göre yanlıştır. Baklava yiyelim, döner yiyelim, pirzola yiyelim... Böyle olmaz. Bir arkadaş her gün köfte, pirzola yerdi. Ona dedim ki, "Sence herkes her gün pirzola yiyebiliyor mu?" "Hayır." dedi. "O zaman sen de yeme." dedim. "Ne niyeyim?" dedi, "peynir, zeytin, ekmek" dedim.

     

    Bir Müslüman'ın işi, ticareti İslam'a uygunsa bu ehl-i dünya değil, ehl-i diyanettir. Namaz kılan müminin yaptığı helal işlerin bütünü ibadettir.

     

    Burada önemli olan husus şudur; Müslüman para, mevki kazanacağım diye dinini öğrenmeyi, ibadetlerini ihmal etmemeli. Hırs ile kaymamalı; yaptığı iş ona Allah'ı unutturmamalı.

     

    Dünya sebepler âlemidir; çalışan kazanır, Müslüman olup olmamak fark etmez.

     

    Dünya hayatı denince aklımıza haram-helal ayırmadan yaşamak gelir. Ahiret hayatı denince de haramlardan kaçmak, helalleri gücü yettiği kadar yaşamak gelir. Ahiretteki ebedi saadet, dünyada temin edildiğinden iki âlem bütünleşir.

     

    Allah dünyayı hiç kimseye cehennem etmez. Dünyayı cehennem eden, tembellik, cehalet, beceriksizlik, zevke ve menfaate düşkünlüktür.

     

    Bunun için "dünyaya küsmeyi" haramlardan uzaklaşmak şeklinde ele alıyoruz.

     

    "Bir kısım veliler veya ileri derecede hassas Müslümanlar, helallerin de çoğunu terk etmişlerdir." diyorlar.

     

    Allah'ı daha çok hatırlamak, O'nun hâkimiyetini her an hissetmek ve gaflete düşmemek için böyle bir şeyi tercih edebilirler. Çünkü insan için düşüşün de yükselişin de sınırı yoktur.

     

    Zengin olan, rahat bir hayat yaşayan Müslümanların düşmanla mücadele kabiliyeti kalmaz, düşman galip gelir. O zaman, her şey düşmanın insafına kalır ki, onda da insaf yoktur.

     

    İnsan dünyaya İslam'ı yaşamak için gelmiştir. İslamiyet ise dünyayı ve ahireti cennet eder. Bu sırrı kaçıran Müslüman, ebedi hüsrana düşer.


  2. Kardeşim kimsenin kimseyi itham falan ettiği yok. M. İslamoğlunun kimse imanını sorgulamıyor burda. zıra müslümanlığına bısey dedıgımız yok. ancak yukarıda kardeşimin verdiği nfk forumda link te görülmek üzere kimleri üstad edındıği, kımlerın görüşlerıne tefsırlerınde yer verdıği belli. üstad ve onun gibilerinin fıkırlerını beğenmeyen bı herıf işte... teymıyye lerı abduhları örnek alan bir şahsiyet.. ehlisunnet ulamasından uzak...

     

    eğer varsa şüphelerınız ınternet elınızın altında, kendısının fıkır babaları; teymiyye, abduh, afgani... hayatlarını araştırın görün... bizim derdimiz şahısla değil; olamazda zaten.. derdimiz ummeti muhammedi uyarmak.. yukarıdaki muhterem babasının imzasıyla olan mektubu da biz yazmadık ya ... el insaf.. ALLAH cc kendi yolundan ve ehlisunnet den ayırmasın.. itıkadımızı bozmaya çalısanlara fırsat vermesın.... amin...


  3. Türkiye’de siyasî iktidar İbn Teymiyyeci, İbn Abdülvehhabçı Vehhabîlerin eline geçse ve aşağıda anlattığım işleri yapacak güçleri olsa mutlaka yaparlar:

     

    (1) Başta İstanbul’da Eyyub Sultan semtine şeref veren Ashab-ı Kiram’ın büyüklerinden, mihmandar-ı Resûl-i Kibriya (Sallallahu Aleyhi ve sellem), büyük mücahid Ebu Eyyub el-Ensarî radiyallahu anh efendimizin türbe-i şerifini yıkarlar.

     

    Mezarını düzleyip yerini bilinmez hale getirirler. Ülkede bir tek evliya türbesi bırakmazlar, dümdüz ederler.

     

    (2) Sadece bununla yetinmezler, ne kadar eski yeni Müslüman kabri varsa kırarlar, düzlerler.

     

    (3) Tarikatlar bizde zaten yasak, açıkça zikrullah yapılamıyor; onlar büsbütün yasaklar.

     

    (4) Mevlid-i şerif okunmasını yasak kılarlar.

     

    (5) En makbul ve muteber salavat kitabı olan Delail-i Hayrat’ı yasak ederler, mevcut nüshalarını toplayıp imha ederler.

     

    Gerçek mi söylüyorum?.. Suudî Arabistan’da bu dediklerim yapılmamış mıdır? Sadece Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) türbe-i şerifini yıkmadılar, daha doğrusu yıkamadılar!

     

    Şimdi bazı kimseler itiraz edecekler ve “Onlar namazın ikamesi, cemaate devam, kadınların tesettürü, şer’î hadlerin muhafazası gibi çok faydalı işler de yapıyorlar...” diyecekler. Elbette yapıyorlar, bunları inkâr eden yok. Namaza ve cemaate, tesettüre önem veriyor diye yanlış taraflarına, bilhassa akaid sahasındaki bozukluklarına göz mü yumalım?

     

    Akaid sahasındaki bazı bozuklukları nelerdir?

     

    Müslümanların büyük kısmını şirk ve küfür ile suçluyorlar. Onlara göre dünya üzerindeki Müslüman sayısı pek azdır.

     

    Allah-u Teâlâ hazretlerine cisim, cihet, el, ayak, yüz isnad ederek mücessime fırkasıyla paralellikler arz ediyorlar.

     

    İslâm’ın bir boyutu olan tasavvufu inkâr ediyorlar, tasavvuf ve tarikat büyüklerine müşrik, “Şeytan evliyası” diyorlar.

     

    Tevessülü ve istigaseyi sapıklık olarak kabul ediyorlar.

     

    Vehhabî isyanları esnasında, kendileri gibi inanmayan Müslümanların kanlarını heder, mallarını ganimet olarak kabul etmişler, çok Müslüman kanı dökmüşler, çok yağma yapmışlardır. (Eyüp Sabri Paşa’nın “Tarih-i Vehhâbiyan” kitabını okuyunuz.

     

    Bugünkü Türkçeyle yanında Osmanlıcası hem İslâm harfleriyle, hem latin harfleriyle hepsi tek kitap halinde baskısı vardır.)

     

    Ehl-i Sünnet büyüklerinden Ruhü’l-Beyan tefsiri sahibi Bursalı İsmail Hakkı Hazretleri, Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbn Arabî hazretleri için “O hâtemü’l-Evliyadır” buyurmaktadır. Vehhabîler ise, pîrleri İbn Teymiyye gibi ona “Şeyh-i Ekfer” (En kâfir şeyh) derler. Vehhabîlerin ve zihniyetlerinin hakim olduğu yerlerde İbn Arabî’yi yüceltmek, açıkça sevmek yasaktır.

     

    Vehhabîlik tek boyutlu ve çok bozuklukları olan bir İslâm anlayışıdır.

     

    Onlar kendilerine Vehhabî denilmesinden hoşlanmazlar, kendilerini Selefî olarak tanıtırlar. Bu selefîlik, İslâm’ın başındaki Sâlih Seleflere mi dayanır? Hayır, kurucusu İbn Teymiyye olan bir fırka veya mezheptir.

     

    Tarih boyunca dünyanın çeşitli coğrafyalarında çeşitli İslâmî uygulamalar olmuştu. Birkaçını zikr edeyim: Emevî uygulaması, Abbasî uygulaması, Fatımî uygulaması, Hindistan’da İslâm sultanlığı uygulaması, Endülüs uygulaması, Osmanlı uygulaması, Vehhabî uygulaması, İran uygulaması...

     

    Bu uygulamada, Kur’ân’a ve Sünnet’e en yakını Osmanlı uygulamasıdır. Nitekim 19’uncu asırda yaşamış büyük alimlerden Mekke Şafiî Reisü’l-uleması Zeyni Dahlan hazretleri Fütuhat-i İslâmiye Tarihi adlı eserinin Osmanlılar bölümünde “Hulefa-i Râşidîn’den sonra Kitap ve Sünnete en uygun İslâmî devlet Osmanlı devletidir” demektedir. (Bu zatı Vehhabîler hiç sevmezler. Çünkü “Ed-Dürretü’l-seniyye fi’r-Reddi’ale’l-Vehhabiyye” adında bir reddiye kitabı yazarak Vehhabîliği çürütmüştür.)

     

    Vehhabîlik konusunda Ehl-i Sünnet âlimleri şu ana kadar binlerce red kitabı ve risalesi telif etmişlerdir.

     

    Günümüzde birtakım ilahiyatçılar Vehhabîliği gerçek İslâmmış gibi yorumluyorlar. Gerçek İslâm Ehl-i Sünnet İslâmlığıdır ve onunla Vehhabîlik arasında hayli derin uçurumlar, büyük uyuşmazlıklar bulunmaktadır.

     

    Suudî Arabistan, petro dolarla dünyanın her yerinde Vehhabîlik propagandası yapmakta, ekipler çalıştırmakta, kitaplar yayınlamaktadır. Bir ara Almanya’daki imamların maaşlarını Mekke’deki Râbitatü’l-İslâmiyye teşkilatı veriyordu.

     

    Keşke bu paralarla Kitap ve Sünnete uygun gerçek İslâm’ın propagandası, daveti yapılsaydı... Heyhat!..

     

    Vehhabîlik mezhebi diyorlar. Doğrusu Vehhabîlik fırkasıdır.

     

    Vehhabîlerin son devirde yaşamış, kendilerince büyük âlimlerinden biri Medine-i Münevvere’deki İslâm Üniversitesi rektörü Abdülaziz bin Baz’dır. Bundan kırk sene önce bu zat ile bir görüşmem olmuştu. Kendisinin iki gözü ama idi, yani görmezdi.

     

    Bir derste Kur’ân’daki müteşâbihatın tevil edilmemesi gerektiğini, zahirî ve lügavî manalarına alınmasını söylemiş. Talebelerinin biri de itiraz etmiş (Ne cesaret), hoca diretmiş, talebe de onu “Bu dünyada kör olanlar, ahirette de kör olacaktır ayetini sizin zihniyetinizle yorumlarsak, siz ahirette de kör kalacaksınız...” diyerek çürütmüş. Öğrencinin akıbeti acaba ne olmuştur?

     

    Bu Bin Baz cenaplarının, yer küresinin yuvarlak olmadığına, güneşin etrafında dönmediğine dair bir de matbu (basılmış) kitabı vardır.

     

    Medine’de iken duymuştum. Bu Abdülaziz bin Baz bir gün o kutsal caminin bir köşesinde şöyle vaaz ediyormuş: “Tarikat velileri, mesela Gazalî, Abdülkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî ve diğerleri evliyaurrahman değil evliyauşşeytandır...” Bunu duyan yerli Sünnî Müslümanlar kısık sesle “Neuzübillah (Allah’a sığınırız) diyerek oradan uzaklaşmışlar.

     

    Ülkemizde şu anda hayli Vehhabî yazar, hoca, ilahiyatçı, yayıncı bulunmaktadır. Bunlar bilhassa internet siteleriyle propaganda yapıyor. Yayınladıkları kitap ve risalelerin sayısı da az değildir.

     

    Böyle giderse, petro dolarlarla beslenen bu akım Ehl-i Sünnet’i ikinci plana itebilir.

     

    (Vehhabîliği reddeden ilmî bir eser: Ehl-i Sünnet’in Müdafaası. Beraatü’l-Eş’ariyyîn min Akaidi’l-Muhalifin kitabının tercümesidir. Bedir yayınevi.

     

    ©M. Şevket Eygi


  4. Cennet cehennem yok olacaktır" görüşü benim görüşüm değildir. Bir Kur'an talebesi olarak Kur'an’daki "huld" ves "ebed" kelimelerini tahlil ettim. Cennet ve Cehennemin ebediliğinin nasıl anlaşıldığını sahabenin olayı nasıl yorumladığını söyledim.

    Hz. Ebubekir'in, Hz. Ömer'in, Hz. Abdullah b. Mes'ud başta olmak üzere birçok güzide sahabinin bu konudaki günümüz yaygın kanaatinin aksine olan görüşlerini serdettim. Cehennemin sonsuz olmadığını söylediklerini naklettim.

     

    Buna da İbn kayyım el-Cevziyyenin yazdığı Hadi'l-Ervah İla Biladi'l-Efrah adlı eserini kaynak gösterdim. Bu eser arapça olarak piyasada var. Her yerde satılıyor. Bakmak isteyen açıp bakar. İbn Kayyım'ın ilmi yetkinliğinin derecesini siz bilmezseniz bilen birine sorabilirsiniz. “

     

    Bir sonraki derste kendi görüşümü naklettim. O da şuydu: “CENNET VE CEHENNEMİN ZAMANI GAYBİ BİR KONUDUR. BU KONUDA KONUŞMAK ĞAYBI TAŞLAMAKTIR. BUNU ALLAH BİLİR. BİZE DÜŞEN CEHENNEMDEN SAKINMAK CENNETİ HAK ETMEKTİR” M.İslamoğlunun sözleri burada bitti. Tenkit;

     

    Ehl-i Sünnet, Cennet ve cehennemin ebediliği hususunda görüş birliği içindedir. Sadece İbn Teymiyye ve İbnu'l-Kayyım'da bu noktada İcma'a muhalif bir tavır görüyoruz.

     

    "İbnu´l-Vezîr" diye bilinen, el-Avâsım sahibi Muhammed b. İbrahim el-Yemânî, Sübülü´s-Selâm sahibi Muhammed b. İsmail es-San´ânî ve Zâhid el-Kevserî, kâfir ve müşrikler için Cehennem hayatının sonsuz olmadığı görüşünü İbn Teymiyye ve İbnu´l-Kayyım´a nisbet etmiştir.[1]

     

    İbn Hazm, üzerinde icma bulunan meseleleri zikretmek maksadıyla kaleme aldığı Merâtibu´l-İcmâ´da "beka-i nar" meselesini de zikretmiş ve şöyle demiştir:

     

    "Cehennem´in hak olduğunda, buranın ebedî bir azap yurdu olduğunda, kendisinin de içindekilerin de sonsuz ve ebedî olarak devam edip, fena bulmayacağında ittifak etmişlerdir?" [2]

     

    M. İslamoğlu, Kur’an-da onlarca apaçık Ayet varken, Alimlerin İcmaı varken, Cennet ve Cehennemin ebediliğini nasıl olurda gaybı bir mesele olarak ele alır? İşte asıl felaket budur!

     

    Ayrıca, Bazı büyük Sahabelerin Fena-i Nar (Cehennemin sonsuz olmadığını söyledikleri) ilgili görüşleri, O büyük Sahabelere atılmış korkunç bir iftiradır! Bu iftiranın sahibi kimlerse Allah Onları kahretsin!

    Vede İslamoğlu, Fena-i nar hususunda, İbn Teymiyye ve Kayyım’ın Küfür olan “batıl” görüşlerini nakledip, bunları karşı görüş gibi göstermesi, gerçekte onların suçuna ve günahına ortak olmasıdır!

     

    Hakkı bilip gizlemek ne kötüdür!

     

    Bu Hususta, Allah’ın (C.C) Yüce Resulü (Sav) şöyle buyurur;

     

    “Bid’atlar veya fitneler ortaya çıkıp, Ashabıma dil uzatıldığı zaman, Âlim(ler)de ilim(ler)ini açığa çıkarsın(lar)(halkı aydınlatsınlar). Bunu yapmayana Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerine olsun. Allah bunlardan ne farzları ne de sünnetleri kabul eder.” (3)

     

    Cennet ve cehennem hayatının ebediliği, Kur'an, Sünnet ve İcma ile sabit zarurat-ı diniyyedendir. Konuyla ilgili ayet ve hadisler burada zikredilemeyecek kadar fazladır. Ümmet seleften halefe bu itikat üzere icma ede gelmiştir. İbn Hazm, "Merâtibu'l-İcma"da cennet ve cehennemin ebedî olduğu konusunda icma edildiğini ve bu icmaa muhalefet edenlerin küfründe icma bulunduğunu söyler. (4)

     

    İşte Kur’andan Bazı Ayetler;

     

    “... İşte onlar Rablerine karşı inkara sapanlar, işte onlar boyunlarına (ateşten) halkalar geçirilenler ve işte onlar -içinde ebedi kalacakları- ateşin arkadaşları olanlardır”. (Rad Suresi, 5)

     

    2-BAKARA 162- “Onlar ebedi olarak onun altında kalırlar. Ne azabları hafifletilir, ne de kendilerine göz açtırılır.”

     

    3-AL-İ İMRAN 116- “O inkâr edenler (var ya), onların ne malları, ne de evlatları, onlara Allah'a karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır. Onlar, ateş halkıdır; orada ebedi kalacaklardır.”

     

    9-TEVBE 17- “Müşrikler kendi inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken Allah'ın mescidlerini imar etmeleri mümkün değildir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar ateş içinde ebedi olarak kalacaklardır.”

     

    9-TEVBE 63- “Bilmiyorlar mı ki, kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse, ona muhakkak ki içinde ebedi kalınacak cehennem ateşi vardır. İşte rüsvaylığın büyüğü de budur.”

     

    10-YUNUS 52- “Sonra o zulüm yapanlara "Tadın bakalım şu ebedi azabı!" denilecek. Vaktiyle kazandığınızdan başkası ile mi cezalandırılacaksınız?"

     

    43-ZUHRUF 74- “Şüphesiz ki suçlular, cehennem azabında ebedi olarak kalacaklardır.”

     

     

     

    Dipnot;

     

    1- Te´nîbu´l-Hatîb, 147; Makâlât, 450

     

    2- İbn Hazm, Merâtibu´l-İcmâ´, 268

     

    3- Hatip, el-Câmi’. İbn el-Asakir

     

    4- Dr. Ebubekir Sifil, Milli Gazete, 24 Temmuz 2004


  5. Ibni Abbâs'in rivayet ettigine göre, Peygamber 'imiz bir gün

     

    «Zilhiccenin ilk on günü kadar içinde yapilan amellerin Allah Katinda degerli oldugu baska bir gün yoktur» buyurdu. Sahâbiler «Alah Yolu'nda cihad etmek de mi» diye sorarlar. Peygamber 'imiz «Evet. bu günlerde islenen amel, mali ve cani ile Allah ugruna evinden çikip geri dönmeyenler hâriç cihâddan da daha degerlidir» buyurdu.

     

    Câbir Ibni Abdullah'in rivayetin ettigine göre de Peygamber 'imiz

     

    «Içinde amel islenen günler arasinda Allah Katinda Zühicce'nin ilk on günü kader degerlisi yoktur» buyurdu. Sahâbiler «Allah Yolu'nda cihâd edilerek geçirilen günler de mi onlar gibi olamaz?» diye sordular, pegamber 'imiz onlara «Evet, Allah Yolu'nda ati ile birlikte can veren hariç, cihad edilerek geçirilen günlerden de daha degerlidir» buyurdu.

     

    Hz. Ayse buyurur ki; «Bir delikanli vardi ki. Zilhicce ayi girince oruç tutardi.

     

    Peygamber 'imiz bu hâlini ögrenince onu çagirarak ona

     

    «Bu günlerde niçin oruç tutuyorsun» diye sordu.

     

    Delikanli Peygamber 'imize «Yâ Rasûlallah anam - babam yoluna feda olsun! Bu günler hacc ve ibadet aylaridir. Ola ki, Allah beni bu günlerde yapilan dualara ortak eder» diye cevap verdi.

    Bunun üzerine

     

    Peygamber 'imiz delikanliya söyle buyurdu:

     

    «— Senin oruç tuttugun her gün için Allah Yolunda yüz köle âzâd etmis, üzerinde gaza ettigin yüz deve ve yüz at vermis kadar sevab vardir. Terviye günü (Kurban bayrami arefesinden bir gün önceki gün) gelince senin için Allah Yolundo bin köle azâd etmis, üzerinde kaza ettigin bin deve ve bin at vermis kadar sevab vordir. Arife Günü de Allah Yolunda iki bin köle âzâd etmis, üzerinde gaza ettigin iki bin deve ve iki bin at vermis kadar sevab kazanirsin.»

     

    Kurban Bayraminin arife günü oruç tutmak île sene oruç tutmaya. Asure Günü oruç tütmek da bir senelik oruca bedeldir.»

     

    Tefsir âlimleri «Musa ile otuz gece için sözlestik, sonra da buna on gece daha ekledik» mealindeki âyette geçen «sonra da buna on gece daha ekledik» ifadesi ile Zilhicce'nin ilk on gününün kasdedildigini ileri sürerler.

     

    Ibni Mes'ûd buyurur ki;

     

    «Allah, günlerden dördünü, aylardan dördünü, kadinlarin dördünü seçkin kildi; Dört kimse Cennete ilk önce girer ve dört kimseyi de cennet hasreti ile bekler.

     

    Mümtaz dört günün ilki Cum'â Günü'dür. Onun öyle bir âni vardir ki, ona rastlayip da dünya ve âhiret ile ilgili bir sey isteyen müslümanin dilegi kesinlikle kabûl edilir.

     

    Ikincisi arife günüdür. Arife günü gelince, ulu Allâh meleklerine karsi övünerek «Ey meleklerim, kullarimi görün, mallarini harcayarak ve bedenlerini yorarak toz - toprak içinde huzuruma geldiler. Sâhid olun ki, onlarin günahlarini afvettim.»

     

    Üçüncüsü Kurban Bayrami Günü'dür. Kurban bayraminda kul, Kurbanini kesince yere akan ilk damla kan islemis oldugu bütün günahlara kefaret olur.

     

    Dördüncüsü Ramazan Bayrami'dir. Mü'minler Ramazanda oruçlarini tutup bayram günü'ne ulasinca, ulu Allah meleklerine «Her çalisan, ücretini ister. Kullarim da Ramazanda oruçlarini tutmuslar ve bayrama çikmislar, simdi mükâfatlarini istiyorlar. Sâhid olunuz ki, onlarin günahlarini afvettim.» Bu ara söyle seslenilir, «Ey Muhammed (S.A.S.) ümmeti Simdi evlerinize dönünüz, kötülükleriniz iyiliklere döndürülmüstür.»

     

    Seçkin aylar Receb, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem Aylaridir.

     

    Seçkin kadinlara gelince bunlar da Imran kizi Meryem, kadinlardan Allah'a ve O'nun Rasûlüne ilk önce inanan Huveylid kizi Hatice, Firavun'un esi Müzahim kizi Asiye ve cennetlik kadinlarin bas hanimefendisi Muhammed (S.A.V.) kizi Fatma'dir

     

    Cennete ilk önce girecek dört kimseye gelince bunlar her kavmin ilk müslümanlaridir.

     

    Peygamber 'imiz araplarin ilk müslümani, Selman acemlerin ilk müslümani, Süheyb, rumlann ilk müslümani ve Bilâl de Habesilerin ilk müslümanidir.

     

    Cennetin hasretle bekledigi dört kimse de Ali Ibni Ebû Talib, Selmân-i Farisî, Ammar Ibni Yasir ve Miktad Ibni Esved'dir.»

     

    Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor ki:

     

    «— Kim Kurban Bayrami arifesinden bir gün Önce oruç tutarsa. Allâh ona Hz. Eyyûb (A.S)'un karsilastigi belâlara karsi sabrederek kazandigi sevab kadar sevab verir. Arife Günü oruç tutana da Allah, Hz. Isâ (A.S)'ninki kadar sevab verir.»

     

    Peygamber'imiz (S.A.S.) buyuruyor" ki:

     

    «— Arife günü gelince, ulu Allah rahmetini saçar. Hic bir gün o günde oldugu kadar insan cehennemden âzâd olunmaz. Kim Arife günü gerek dünya ve gerekse âhiret ile ilgili olarak Allâh'dan bir sey isterse, Allâh onun dilegini karsilar. Arife Günü tutulan oruç hem geçmis ve hem de gelecek senenin günâhlarina kefaret olur.»

     

    Allah bilir, ama bunun hikmeti su olabilir. Terviye ve arife günleri iki bayram arasinda mü'minler için sevinc günleridir. Mü'minler hesabina günahlarinin afvedilmesinden daha büyük bir sevinc kaynagi olamaz.

     

    Iki bayramdan sonra gelen Asure Günü bir senelik günâhlarin kefareti olur. Cünki o gün Hz. Musa'nin (A.S.) ve Arife Günü Peygamber imizindir.

     

    Peygamber imiz digerlerine karsi üstünlügü elbette ki, kat kat fazladir.


  6. Ben de bilmiyorum. Bilen varsa yazabilir mi ?

     

     

     

     

    İşte Babasının[MUSTAFA ISLAMOĞLUNUN] A. Eren'e Mektubu;

     

    Allah, hidayet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu'na köşenizde verdiğiniz, 'Kur'an'ı Kerim'e el sürme? mevzuunda, âlimane, arifane, vakıfane cevabınızdan dolayı sizi canı gönülden tebrik eder ve halisane şükranlarımı arz ederim. Hürmet ve dualarımla'

     

    Aciz Ahmed İslamoğlu. Mütekait (emekli) imam'hatip ve fahri vaiz. Develi / Kayseri.

     

    'Not: 'Muhterem Hocam (Ali Eren) Mustafa'nın Sapıklığı ve saptırıcılığı, baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salahına dua etmekteyiz. Sizlerden de ıslahına dua istirham etmekteyiz. İcap ederse, bu kısa tebrik ve teşekkür namemi köşenizde dipnot alarak neşredersiniz. Milyonları ifsat ve idlal etmesin. Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun'

     

    Ahmed İslamoğlu'ndan Ali Eren'e mektup, Ali Eren, 'Vaiz Babanın Teşekkür ve Üzüntüsü'

    /Edit: Yeni Mesaj, 23 Receb 1421 (21 Ekim 2000).


  7. Sayın Baykal dün arkadaşımız Şenol Ateş'le çarşaf mevzusunu konuştu.

    Birinci anladığım Baykal, çarşaflıları ikiye ayırıyor: Bizim çarşaflılar ve öteki çarşaflılar.

    Kendisinin deyimiyle "O (CHP'ye katılan) çarşaflılar farklı. Onlar kızlarını çarşafa sokmak istemiyor."

    O kanıya nasıl vardığını anlamak kolay değil, belki çarşaflı hanımlarla sohbet etmiştir, onlar da "Bu çarşaf çok kötü bir şey, biz girdik bir kere ama kızlarımız girsin istemiyoruz. CHP'ye katılıp aydınlanma sürecine katkıda bulunsunlar" demiş olabilirler.

    İkinci olarak, CHP'ye katılan kadınların "masumane" bir şekilde örtündüğünü söylüyor Baykal.

    Sanırım elinde bir çarşaf-ölçer makine var, hangi çarşaflının masumane, hangisinin şeytani olduğunu gösteriyor bu makine.

    Makineden geçenler CHP'ye giriyor, takılanlar dışarıda kalıyor.

    Ama iki tip örtünenin bir ortak yanı var, ikisi de üniversiteye kesinlikle giremiyor.

    Çünkü orası CHP'nin hassasiyeti.

    "Girelim" derlerse, o zaman CHP hassaslaşıyor, "Orada dur" diyor.

    Masumane bir şekilde çarşafını giyer, türbanını takarsa, çarşıya pazara gidebilir ama üniversiteye giremez, girmek isterse Baykal, "Hassasiyetimle oynama, orada dur" der.

    Belki çarşaflı hanımlara da Baykal'ınki gibi bir ölçme aleti gerekebilir, CHP'nin hassasiyetini ölçme aleti.

    Karşılıklı hassasiyetleri ölçerek mutaassıp bir şekilde geçinip giderler.

    Türkiye gerçekten komik bir ülke.

    İnsan krizin göbeğinde bile gülebiliyor.

     

    Ergun BABAHAN - SABAH

     

     

    IYICE REZILLESTI BU ADAM YA HU![bAYKAL]

     

     

     

    BU SÖZLER UNUTULUR MU?

    Ne var ki; "söz uçup gitse" de, "hafıza"lardaki ve "arşiv"lerdeki yerini koruyor!..

    Yani, "insanlar" unutsa da, "arşivler" unutmuyor!..

    Baykal'ın şu sözleri unutulur gibi değil:

    "Türban, ithal bir kıyafet, yabancı bir üniforma...

    Türbanın kadın özgürlüğü ile ilgisi yoktur, erkeklerin dayatmasıdır... Türban girişimi siyasi istikrarsızlık girişimidir... Türban Kur'an-ı Kerim'in emri değil... ?Sen bu türbanı çöz? dersen, Türkiye perişan olur... Türban düzenlemesi laikliğe aykırı."

    Haa, hemen şunu söyleyeyim:

    Bunca yazıyı yazdım diye, sakın ola ki "Başörtülüler aldanıp da, CHP'ye oy verir" gibi bir endişe taşıdığım sanılmasın!..

    Başörtülü hanımların; kendilerini "ikinci sınıf" olarak gören ve yine "Sümer fahişeleri"yle bir tutan CHP kurmaylarının sözlerine aldanacağını ve "CHP'ye oy vereceğini" hiç sanmıyorum!..

    Bu kadar yazıyı yazdım ki;

    "CHP'nin maskesi" düşsün, ?gerçek çehre?leri ve "dincilik"leri iyice ortaya çıksın!

    Bilmem, anlatabildim mi?..

    Bu hanımlar mazoşist mi?

    Hani, ?şehit cenazeleri?nde elleri öpülüp, ?askerî kışla?lara sokulmayan ?başörtülü hanımlar? için hep demek isterler ya;

    ?Sen ırgat ol, tarlada çalış!.. Sen işçi ol, vergi öde!.. Sen ana ol, asker yetiştir!.. Ama kamusal alana sakın gelme!?

    Maalesef ?başörtülü? kadına bakış bu!..

    Aynı bakış, CHP?de de var!.. Aşağıda uzun uzun anlattığım gibi; CHP, ?başörtülü? hanımları sadece ?seçim dönemleri?nde hatırlıyor!..

    O da, ?oylarını almak? için!..

    Yani, ?başörtülü? isen ?seçmen? olabilirsin!..

    ?CHP?ye oy vermende? de bir sakınca yok!.. Ama, ?üniversite?de okuyamaz, ?devlet dairesi?nde çalışamazsın!..

    Aslına bakarsanız, bu istismarı pek de yadırgamıyorum..

    Hani, ?CHP?dir, ne yapsa yeridir? deyip geçiyorum!..

    Ama birader; yakalarına ?rozet? taktıran ?başörtülü? ve ?çarşaflı? hanımların CHP?de ne işinin olduğunu da sormadan edemiyorum!.. Bu kadar aşağılanacak, bu kadar hakarete uğrayacaksın ama yine de CHP?ye gidip, yakana rozet taktıracaksın!..

    Merak ediyorum, bu hanımlar ?kendilerine hakaret edilmesinden hoşlanan birer ?mazoşist? midir acaba?!?

    'HASAN KARAKAYA'


  8. Hilal tv de yayınlanan şia kollu, vehhabi inançlarına karşı dıkkatli olalım.

    Caferilerın basları çıkmış bır keresınde muavıye (ra) ya hakaret derecesınde konusmalar yapıyor; kım muavıye efendımızın katıbı.. ki efendımızın muavıye (ra) duası var hadısı şerıflerde...adam kalkmıs ' muavıye efendımızı hıç sevmezdı ' dıyor.

    böyle bırşey mumkun mudur; öyle olsa hz.hasan efendımız 6 ay boyunca onu müslumanların başına bırakırmıydı?

     

    O tv kanalıda kalkmış bu adamı konuk edıp konusturuyor orda. ya sen sahabeyı ınkar eden adamı nasıl ıslami kesımın yoğunlaştığı yerde konuşturursun.. bılmeyen adamda 'vay be boylemıymış' der. ALLAH CC muhafaza bı kayarsa ayak daha toparlayamayız...

     

    kardeşlerım ıtıkadımız hususunda çok yönlü oyunlar oynanmakta.. aman dıkkatlı olalım.. ehlisünnet vel cemaatten ayrılmayalım... ahırette amelde musama olur; amma ıtıkad bozukluğuna musamaha olmaz... ALLAH CC AYIRMASIN.

     

    BUNDAN SONRA DAHA DIKKATLE TAKIP ETMENIZ TEMENNISIYLE..


  9. selamun aleykum kardeşim...bu konu genel bır konu oldugundan öm gerek yok.herkesın özgürce fıkırlerını konusabıldıgı bır yer burası...evde oturup çocuk mu büyütelim mı dıyorusn..onu zaten hakkıyla yapabılseydık;bugun bu durumda olmazdık...

     

    dünya üç günlüktür;dün geçti,yarın bellı değil,elımızdekı sadece şu andır...o anıda dünya ve dünyalıklar için geçırmeye lüzum yoktur. ne olursan ol amma illa RIZAYA UYGUN OL....

     

    Biz hakıkı olarak tam bir yürekle bu davada dik durursak ALLAH CC bu dünyamızı bıze gerı verır;yanı haklarımızı..amma bu tür gayesı islama saldırmak olan kendını nımetten sayan okumus amma kufürle oralara gelmıs ve bu belgeyı kufruyle hazırlayan o vıcdansızlara boyun eğmek de neyın adı oluyor...bızım amacımız kuranı mübine hizmet edıp rızaı ılahıye ermekse bu onun hıç bır emrının dısında olamaz;kaldıkı;tek hızmet edılecek yerler universıteler veya devlet daırelerı degıldır...elbette olsa ıyı olurdu velakın ımtahan ...kazananlardan olmak duasıyla ..selam ve dua ile...bunda can sıkılacak bırs ey yok zira;herkesın fıkrı kendıne...


  10. ALLAH CC bizlere acısın ...burası doğruda..bu cümleyi göre,göre nasıl ellerı varıyor ımzalamaya o basörtusunu açıp gıren kardeslerımzın...bana şimdı ama fedakarlık yapmazsak şöyle olur ,böyle olur.vs..bu boş laflara kımse gırmesın...ALLAHIN cc yoluna hizmet onun yasaklarına gözyumarak olmaz...belge ya, utanmadan bıde belge hazırlamıslar :) hem dunyada hemde hesap gunune şahıt bır belge..ALLAHIM İÇİMİZDEKI BIR TAKIM GAFILLERIN YUZUNDEN MASUMLARI DA NE OLUR HELAK ETME...AMİN...


  11. Ben böyle olmamalıydım!

    İsmini duyunca boynum düşmeliydi omzuma

    İçime bir ateş düşmeliydi,

    Ayaklarımın feri kesilmeliydi,

    Kendimden geçmeliydim sonra,Adını sayıklamalıydım adımı unuttuğumda,

    Ama bunu kimse duymamalıydı,

    Seni mahşere kadar saklamalıydım…

    Ben böyle olmamalıydım!

    Nisan akşamlarını ıslatırken yağmur,Bahar,

    şarkılarını söylerken karanlığa,

    Çalan her kapıya, “sensin” diye koşmalıydım…

    Gece yıldızlarını serpince göğe,

    seni görmek için uyumalıydım.

    Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan,

    ben hep sana yormalıydım.

    Şarkılar kime söylenirse söylensin, sana diye dinlemeliydim.

    Türküler dolmalıydı odama.

    “Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım” deyince bir ses, “selvi boylu yar” sen olmalıydın.

    “Kömür gözlüm, ateşine düşeli” senin için söylenmiş söz olmalıydı

    Ama bunu kimse bilmemeliydi.

    Seni mahşere kadar saklamalıydım.

    Böyle olmamalıydım!

    Kelimeler Taif’i taşıyınca kulaklarıma,

    daha yüzüme çarpmadan Taif rüzgarı,

    Taşların izi çıkmalıydı yüzümde.

    Uhud anılırken, dişlerime sızı düşmeliydi.

    Haremde bir ikindi vakti, kem gözler çevrilince sana,Ve vefasız eller uzanınca yakana,

    İçim daralmalı, nefesim kesilmeliydi.

    Sen ötelere hazırlanırken, öteler senin için süslenirken,

    Son kez baktığın pencerede hayal edip seni,

    Perdenin son kez kapanması gibi kapanmalıydı gözlerim.

    Sonra içime doğru gerilip, seni bize lutfedenin ismini haykırıp,

    “Allah”(cc) deyip, düşmeliydim yere.

    Ama bunu kimse bilmemeliydi.

    Seni mahşere kadar saklamalıydım.

    Ve mahşer günü, uzaktan seni seyretsem,

    sana yakın olmak için can atsam,

    Beni engelleseler, “sen kim, yakınlık kim” deseler,

    Ben ağlamaktan konuşamasam, gözlerini çevirsen bana,

    Benim cennetim bana bakan gözlerindir ve tebessüm etsen

    Ama bunu kimse görmese, seni ebede kadar saklasam

    Ben böyle olmamalıydım!

    Ben böyle olmamalıydım!

    Ben böyle olmamalıydım!

    Ben böyle olmamalıydım!


  12. [Ne dervişlikte, ne Şeyhlikte, ne İmamlıkta iş yok... İş, Allah’ın rızasını kazanabilmekte, iş Allah’a kul olabilmekte...

     

    NASİB OLSUN CÜMLEMİZE BU TÜR KULLUK..RABBIM CUMLEMIZI BU GÜZEL INSANLARIN HALLERİYLE HALLENMEK NASIP EYLESİN.. KARDEŞİMİZDEN RAZI OLSUN Kİ;BİZLERİN HATIRLAMASINA VESİLE OLDU..

     

    ONLAR KAZANDILAR VE GITTILER...'GÜZEL INSANLAR,BEYAZ ATLARA BINIP GİTTİLER'DARISI BIZLERE OLSUN İNŞAALLAH..


  13. Mehmet Akif Ersoy, Safahat adlı kitabında Asr Suresi'ni özetlerken şöyle söylüyor:"Allah'ın 99 tane esması var, En başında hak.

     

    Ne büyük şey kul için,

     

    Hakkı tutup kaldırmak.

     

    Hani ashab-ı kiram,

     

    Birbirlerinden ayrılırken,

     

    Mutlaka Vel Asr Suresi'ni

     

    Okurlarmış bu neden,

     

    Çünkü meknundur (gizlidir)

     

    O surede esrar-ı felah

     

    En başında iman-ı hakiki geliyor,

     

    Sonra amel-i salih,

     

    Sonra hak, sonra sebat.

     

    İşte kuzum insanlık...

     

    İşte bu dört şey sende birleşti mi,

     

    Yoktur hüsran sana artık."

     

    Koruk üzüm sabreder, tulumba tatlısı gibi olur. Kuzular sabreder, koyun olur. Ağaçlar sabreder, kilo kilo meyve verir. İnsanlar sabreder, mutlaka kazanır. Sabır, insanı kurtaran bir sırdır.

     

    Eyyub (as)'un kıssası İslam dünyasında meşhurdur. Evini, yakınlarını kaybedip pek çok ağır imtihanlar geçiren Eyyub peygamberin en nihayetinde vücudunda yaralar çıkmış, bu yaralar zamanla kurtlanmış. Eyyub (as) bu durumda bile "Benim vücuduma bu yaraları açan, bu kurtları düşüren Allah'tır." diyerek Allah'ın verdiğine razı olmuş. Günler sonra ağzında yaralar çıkınca Rabb'ine yalvarmış, "Allah'ım verdiğin her şeyi kabul ediyorum. Bu hastalığı da veren sensin. Fakat yaralar dilime ulaştı. Senin adını zikredemez oldum. Bana şifa ver. Zikir için senden şifa istiyorum..."

     

    Bu duadan sonra Eyyub (as) hemen şifa bulmuş. Bu hadiseleri duyan bazı kimseler diyorlar ki: "Biz de dua ediyoruz amma sıkıntılarımız, dertlerimiz geçmiyor!"

     

    Dua o dua da, ağız o ağız değil... Biz ne isteyeceğimizi bilmiyoruz, yanlış şeyler istiyoruz. Sıtma tutmuş bir adama doktor gelir der ki, sen kinin (hap) yutacaksın, fakat hasta der ki bana su ver, hâlbuki ona su değil ilaç lazım. İşte hasta veya dertli, neyi istediğinin farkında değildir. Gelen devanın da aslında ne kadar hayırlı olduğunu bilemez. Bunun için bizim duamız şöyle olmalıdır: "Ya Rabb'i benim hakkımda neyin iyi olacağını bilemem. Maddi manevi dertlerimin dermanını bilemem. Belki bu dert benim için daha iyi bilemem ki; beni rızana muvafık noktada bulundur. Sağlıklı olup plajda denize girmek mi iyi, hasta olup yerimizden kalkamamak mı? Burada oturmak iyi ama sabır lazım... O sabrı da Allah'tan isteriz."

     

    Geçenlerde bir arkadaş geldi, dedi ki: "Krizden dolayı işyerinde gerginlik var. Dua ediyorum, şu kriz atlatılsın diye..." Ona dedim ki: "Kardeşim, Allah'ın yarattıklarında kötülük yoktur. İnsanın yaptığı işlerde kötülük vardır... Evlerde, işyerlerinde öyle israf var ki, bu kriz insanların derlenme toplanmasına yardım eder, demek ki kriz lazım." Allah yarattığını yönettiğini bilir.

     

    Çilekeş şairimiz Necip Fazıl çok hapis yatmıştır. Hapisteyken çok rahatsızlıklar geçirmiştir. Onlar mukaddes çilenin meftunlarıydı. Hanımı Neslihan Hanım, Fransız filolojisi mezunuydu, Fransızcayı çok iyi bilirdi. Yaşadığı onca sıkıntıya rağmen eşine hiçbir gün "Bu ne biçim hayat!" dememiştir. Her zaman kocasının yanında olmuştur. Necip Fazıl Toptaşı Cezaevi'nde yatarken, Neslihan Kısakürek, bir gaz tenekesiyle Üsküdar'dan Toptaşı'na yürüyerek gaz götürürdü. Onlar bu zorluklara Allah için katlandılar. Allah rahmet etsin...

     

    Bir arkadaş vardı, sağlıklıyken onun için düşünürdüm ki: "Ne berbat adam, ibadet yok, dinle meşguliyet yok." Amma öyle ağır bir hastalığa yakalandı ki, öyle tahmin ediyorum bütün günahları döküldü, sonra da öldü gitti. Acaba nasıl bir iş yapmış ki Allah ona böyle lütufta bulundu diye düşündüm.

     

    İnsanız, başımıza pek çok hadiseler, dertler, problemler gelebilir. Sabredeceğiz. Sabretmeyip ne yapacağız? Allah'ım bu dertleri senin için çekiyorum, diye dua edersek, makamımız yükselir, cennete liyakat kesbederiz...

     

    Bediüzzaman buyurmuş ki, "Sen, kendine malik değilsin. Kendi hayatını kendine yükleyip zahmet çekme; çünkü hayatı veren O'dur. İdare eden de O'dur. Sen misafirsin, fuzuli olarak karışma, karıştırma! Yaptığı her işinde bir nevi lütuf var." (32. Söz)

     

     

    HEKİMOĞLU İSMAİL


  14. Gayet gariptirki uzadıkca kısalan bir hayat yaşıyoruz. Günler geçtikce yaşanılması muhtemel günlerin sayısı azalıyor. Her günü dünün tekrarı sayıp yaşayan mahvoluyor, gününü diğerinden ayıramayan kahroluyor…

     

    Küçücük İnsan türlü dertlerle ve olaylarla imtihan olup Asr-ı Saadet için durmadan koşuyor.. Kimileride O Gül bahcelerinden habersiz bu dünya da dikenleri kendilerine gül belliyor…

     

    İnsan çalışan ve çalışmak zorunda olan bir varlıktır.

    Helal kazanç için çalışmak ibadettir. Maddi hayatı dengede tutmak müslümanın görevidir. "Ben ahireti kazanacağım" diyerek bu dünyadan el etek çekilemez. Şayet böyle bir niyeti var ise zat-ı kişi nin gece o sıcak pamuk yatağından kalkar abdestini alır başı secdede kalır… Böylece ahirette binler güneş onun için doğacaktır…

     

    Maddi hayat elbette kendi menfaatimiz içindir yani bir kişi bir iş yapıyorsa bunun karşılığını alır….

    İşte Müslümanlığın farkı burada bir yıldız gibi parlar! Müslüman yapacağı işi Allah’ın rızası dahilinde yapmaya gayret ederek öncelikle Allah’dan gafil olmadığını ispatlar! Çok şükür…

    Sonra yapacağı iş için Allah’dan musaade ister "İnşaallah" der…

    Bu da yetmez Müslüman’a… Müslüman bir işe başlamadan evvel "Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bi’l-hayr" diyerek kalbi felaha açar…

    O iş için ve her iş için Allah’la irtibata geçer ve O’nunla konuşur…

     

    Ne demek dir "Rabbi yessir velâ tuassir Rabbi temmim bi’l-hayr" kendimce anlatayım;

     

    Rabbim…

    Bu yapacağım işi bana kolaylaştır…

    Senin yardımın olmadan ben bu işi yapamam… Ben senin emrinde bir aciz bir fakir bir küçük kulum ama biliyorum ki Allah’ım ben senin nazarında yaradılanların ve sana Kulluk la vazifelendirilenlerinde en yücesiyim… Sana herşey sonsuz şükür ile secde ederken bu nankör Kul’u affet… Yardım et…

     

    Zorlaştırma…

    Sen herşeye kadir olan ve hükmedensin… Müsaade alan değil, Müsaade verensin… Müsaadeni istiyorum Rabb’bim… Bu işimi zorlaştırıp beni imtihan etme… Senden gelen Cefa’ya da Sefa’ya da hamd-u senalar olsun… Zorlaştırma Allah’ım….

     

    Allah’ım bu işi bana hayırla tamamlamayı nasib eyle…

    Her işte bir hayır var Allah’ım… Bizim bildiklerimiz bize kafii gelmez sen bizi bildiklerimizden ve bilmediklerimizden koru… Rabb’bim ben bu işin hayırmı şermi olacağını bilemem bunu ancak ve ancak Senden bilirsin… Allah’ım bu işi bana hayırla tamamlamayı nasib eyle… Hayırlarla bizi haşr eyle…

     

    Kişi Allah’a bunları kalbinin içinde söyledikden sonra başlayacağı işden hayırsızlık beklemek bence imkansız… Ha şimdi çıkar biri derki "Ya hu kardeşim ben bu Dua yıda okudum herşeyi de yaptım ama olmadı başarısız oldum"…

     

    Hal böyle olunca bu kişi ye biz değil o yüce ve eşsiz kainat kitabının cevabı geciktirmeyecektir;

     

    "Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216 - Kuranı Kerim)

     

    İşte İnsan! İşte çokca sabırsız varlık!

    Hep şimdi yi isteyen ve asla sonrasındakine emin olamayan!

    İnsan; Bir damla kan ve bin kaygı..!

    İnsan; şeytan sürekli bir kavga ya da dostluk içinde olan varlık!

     

    İnsanlığımızı bilelim efendim… Kendimizi teslim edelim… "Ben zaten içki batağına, fuhuş batağına, kumar batağına düştüm benden ne Müslüman olur nede adam" diyerek Allah’ın o merhametini göz ardı etmeyelim..

    Unutmayalım!

    Hiç bir günah! Allah’ın merhametinden büyük olamaz…!

     

    Ne diyor bakın bu içimdeki felah;

     

    İnsan oldum kendimi bilemedim

    Nisyan oldum kendimi bulamadım

    O’nsuz bu alemde duramadım

    Aldı beni yanına derman bulamadım…

     

    Ahirette derman isten reçetesini dünyada yazdırır efendim…

     

    Saygılar, Sevgiler, Hürmetler…

     

    Mesut…

     

    BU KARDEŞİM VARYA BU KARDEŞİM BI TANEDIR...SIZINLE PAYLASMAK ISTEDIM BU GUZEL YAZISINI...


  15. Yazarlarla okurlar bu fuarlarda buluşarak karşılıklı fikir alışverişinde bulunuyor, sorular sorulup cevaplar alınıyor, sıkıntılar dile getirilip çözümler araştırılıyor.

     

    Hatta oldukça tebessüm ettiren tevafuklar da söz konusu olabiliyor bu yazar-okur sohbetlerinde. İzin verirseniz Sultanahmet Camii avlusundaki fuardan kalan bir okur-yazar sohbeti hatıramı paylaşayım sizlerle.

     

    Bir hanımefendi masadaki kitapların içinden Yeni Aile İlmihali'ni alıp evire çevire inceledikten sonra beyi ile anlaşamadıkları bir konuyu şöyle anlatmaya başladı:

     

    - Beyim büyük bir işletmede müdür. Kendisiyle her konuda anlaşıyoruz. Çok iyi bir insandır. Ancak bir konuyu bir türlü düzeltemedik. Akşam eve gelince işiyle ilgili dosyalar getirip açar, erken bitirirse bu defa da televizyona kilitlenir, benimle konuşmaya fırsat bulamadan da uykusu gelir, gidip yatağına uzanır. Böylece ben gündüz de yalnızım, akşam da yalnızım evde. Bunu bir türlü düzeltemedik. Kendisine sizin Aile İlmihali'nizi anlattım, Peygamberimizin aile hayatından örnekler çok net anlatılmış, bize de ışık tutabilir, alalım dedim. İtirazlı cevaplar verdi:

     

    - Bizim sorunlarımız dedi bu asra ait. O çözümler ise o asra ait. 'Televizyon asrının sorunlarına o asrın çözümleri çare olabilir mi?' diye de soru sordu. İşte kendisi de geliyor, bu konuda size de soru sorabilir.

     

    Az sonra hürmetli, saygılı bir beyefendi geldi karşıma, selam ve saygıdan sonra, hemen konuya girdi.

     

    - Sizin Yeni Aile İlmihali'nizi tavsiye ettiler, onu almak için geldik, ancak şöyle bir sorum olacak size. "Aile içi anlaşmazlıklara gösterilen çözümler geçmiş asra ait çözümlerdir. Biz ise şimdi televizyon devrinin aile sorunlarını yaşıyoruz. Bunlara çözüm getirebilir mi o devrin örnekleri? Bunu merak ediyorum doğrusu," dedi.

     

    - İsterseniz dedim o devirden bir örnek arz edeyim televizyon devrinin aile reisine. Bakalım bir ölçü verir mi, bir çözüm sunar mı bu asrın insanlarına bir görelim.

     

    - Buyurun merakla dinleyeceğim sizi, dedi.

     

    - Peygamberimiz dedim, gün boyunca mescidinde ashabının işleriyle meşgul oluyor, çoğu zaman yatsıdan sonra evine dönebiliyordu.

     

    Bir gün yine yatsı namazından sonra evine geldi, şöyle bir müddet dinlendikten sonra ailesinden izin isteyerek dedi ki:

     

    - Aişe! İzin verir misin, Rabb'imle baş başa kalıp biraz namaz kılayım?

     

    Aişe validemiz (r.anha):

     

    - Ya Resulallah dedi, akşama kadar seninle konuşmayı çok özlüyorum. Birlikte sohbeti hiçbir şeye feda etmem. Ancak Rabb'imle baş başa olayım diyorsunuz, öyle ise namazınıza mani olamam. Buyurun namazınızı kılın. Ben bekleyeyim.

     

    Burada dikkatinize arz etmek istediğim husus şudur:

     

    - Resulullah (sas) Hazretleri, namaz kılmak için neden hanımından izin istiyor? Namaz için de hanımdan izin istenir mi? Siz ne diyorsunuz bu izin isteme olayına?

     

    - Sahi neden namaz için izin istedi acaba? Ben de merak etmeye başladım doğrusu.

     

    - Çünkü yatsıdan sonraki saatler ailesine ayıracağı saatlerdir. Ailesinin saatlerini kullanmak ancak yine ailenin izniyle mümkün olmaktadır. İzin vermeseydi demek ki nafile namaza dahi durmayacak, onunla oturup konuşmayı tercih edecekti. Ne dersiniz bu örneğe? Geçmişten gelen bu örnek, yatsıdan sonra ailesini ihmal ederek televizyona kilitlenen çağdaş aile reislerine bir sınır çiziyor, bir ölçü veriyor mu? Hakları var mı bu aile reislerinin hanımlarına ait vakti saatlerce televizyona kilitlenerek harcamaya? Sonra da konuşmadan yatıp uyumaya? Hanımı gündüz de gecede yapayalnız bırakmaya?

     

    Bu sorulardan sonra ayaklarının ucuna bakarak düşünmeye başlayan müdür bey, neden sonra başını kaldırıp hanımına şöyle seslendi:

     

    - Hanım! Hocamızın keşfi açık galiba! Akşamları seni ihmal ederek televizyona kilitlenişimi keşfetmiş olacak ki itirazı mümkün olmayan çarpıcı bir örnekle beni uyardı. Aile İlmihali'ni al da akşamları birlikte okuyalım. Galiba, günümüzdeki yanlışları düzeltecek yegâne örnekler de bunlar olsa gerektir. Şimdiye kadar biz farkına varmamış olsak da.

     

    Kitap fuarındaki okur-yazar sohbetinden bir hatıra arz etmiş oldum. Bilmem size de bir mesajı var mı bu olayın?

     

    AHMET ŞAHİN - ZAMAN


  16. Vaktiyle siyasilerden biri, etrafında toplanmış olan kimselerle beraber, gece yarısı bir kabristanlığın yanından geçiyorlarmış, Sayıları yirmi beş-otuz civarında imiş. Bu siyasi zat geriye dönerek arkasındakilere şöyle seslenmiş:

     

    -İçinizde Yasin bilen var mı?

     

    -Yok, demişler.

     

    Tekrar sormuş:

     

    -İçinizde Elham bilen var mı?

     

    Yok, demişler.

     

    Bir daha sormuş:

     

    -Pekala içinizde Kulhüvellahü Ehad'ı bilen var mı?

     

    Yine yok, cevabını vermişler. Bunun üzerine adamın canı sıkılarak :

     

    -Herkes iki eline birer taş alsın diye emretmiş. Onlar da büyükçe birer taş almışlar. Tekrar emir vermiş :

     

    - Haydi hepiniz dört ayaklı olun. Ayaklarınızı ve elinizdeki taşları yürürken yere pekçe vurun da hiç olmazsa burada yatan ölüler merkep sürüsü geliyor, sansınlar demiş.


  17. Günümüzde ebeveynler başta olmak üzere herkesin en büyük derdi gençlerin evlenmekten/aile yuvası kurmaktan kaçmalarıdır. Ebeveynler çocukları için:

     

    “-Evlendiremiyoruz. Evlenmeye yanaşmıyorlar” diyorlar. Çok önemli kesimde kızlar evde kalmış durumdalar. Kızlarda yanlış bir kanaat var. Derler ki: “Evlenebilmek için açılıp saçılmak zorundayız. Tesettüre girersek evlenemeyiz.”

     

    Böylesi bir kafa ile genç kızlar yapmadık kepazelik bırakmazlar. Soyunur dökünürler. Bedenlerini anonim kullanıma peşkeş çekerler. Böylece açılıp saçılmakla kaybetmişlerdir bir. İkincisi, kendilerini teşhire maruz bırakmakla kaybetmişlerdir.

     

    Çünkü tesettürsüzlük:

     

    * Evliliği azaltmıştır.

     

    * Nüfus artışını azaltmıştır.

     

    * Gayr-i meşru ilişkileri inanılmaz boyutlarda artırmıştır.

     

    Görünen odur ki, tesettürsüzlük evliliğin önünde en büyük engeldir. Çünkü, tabiatı bozulmamış her genç eşinin bedeninin kendisine ait olmasını istiyor. Anonim kullanıma tahammül edemiyor. Böyle olunca da evlenmiyor.

     

    Bir de son zamanlarda melez giyimli, başı kapalı, altı çırılçıplak hükmünde olan, giyimiyle ALLAH’ın Rasulü’nün lanetine muhatap olan kızlar var ki, bunlar evliliği daha da zorlaştırmıştır. Aşağılık duygusuna kapılmış, hırçın tabiatlı, sinirli, isyankâr, ne yapacağı belli olmayacak kadar afagan bu kızlar genç erkeklerin gözlerini korkutmaktadırlar.

     

    Kadınları:

     

    * Evlenilecek kadın,

     

    * Eğlenilecek kadın... diye ayırımlara tabi tutup:

     

    “-Kendi camiamdan biriyle asla evlenmem” diyen delikanlıların sayısı bir hayli fazladır.

     

    Magazin dünyasına bu zâviyeden bakarsanız bu kesimde, felâketin boyutları karşısında herhalde küçük dilinizi yutarsınız. Buralarda kimin eli kimin cebinde hiç belli değil.

     

    İşte bütün bunlar, nikah yolunu zorlaştırıyor. Nikah yolu zor olunca fuhuş yolu kolaylaşıyor. Böylece evlilik rafa kaldırılmış oluyor.

     

    Esasen kadının aile hayatındaki sıfatı “Dahiliye Bakanı” olarak tanıtılmasıdır. Kocasının herşeyini muhafaza etmesi gerektiğinden en büyük hasleti sadakatidir/emniyetli oluşudur.

     

    Genç erkeklerin evlenmelerinin önündeki en büyük engellerden biri de, modernizmin kadına tuzaklarından biri olan tüketim çılgınlığıdır. Reklâmların ve modanın esiri olan kadınlar cicili bicili tarzlarıyla erkeklerin gözlerini korkutmaktadırlar.Bu, üzerinde çok durulması gereken önemli bir husustur.

     

    Hülasa edecek olursak:

     

    * Tesettürsüzlük erkeklerde evlenme kararını etkilemektedir.

     

    * Bu münasebetle bekâr kalanlar fuhuşa sürüklenebilmektedirler.

     

    * Tesettürsüzlük dolaylı olarak nüfus artışının önünde de önemli bir engel olarak görülmektedir.

     

    * Cinsel hastalıklar...

     

    Gayr-i meşru çocukların çoğunun kürtaj ve benzeri usullerle yok edilmesi...

     

    Boşanmalar...

     

    Kadınlarda depresyon olaylarının artması... vesaire gibi menfiliklerin sebeplerinden biri de tesettürsüzlüktür.

     

    İşte bir kısmını sıraladığımız sebepler dolayısıyla, hem erkek hem de kadınlar tehlikeli ve dikenli yollardan geçmek durumunda kalmaktadırlar. Bütün bunlar büyük ölçüde tesettürsüzlüğün yol açtığı problemlerdir.

     

    Kur’ân’ın tesettür emrine muhalefet eden devlet çöker, millet yıkılır, fertler de sapıklığın gayyasına düşer.

     

    ALLAH (CC) devletimizi, milletimizi ve hepimizi böylesi felâketlerden biran evvel korusun ve kurtarsın...

     

    ALLAH (CC) muinimiz (yardımcımız olsun...)


  18. Yırtık pırtık paltolar giymiş iki çocuk kapımı çaldı.

    "Eski gazeteniz varmı, bayan?"

    Çok işim vardı. Önce hayır demek istedim, ama ayaklarına gözüm ilişince sustum. İkisinin de ayaklarında eski sandalatler vardı ve ayakları su içindeydi.

    "İçeri girin de size kakao yapayım." dedim.

    Hiç konuşmuyorlardı. Islak ayakkabıları halıda iz bırakmıştı. Kakaonun yanında reçel ekmek de hazırladım onlara, belki dışarıdaki soğuğu unutturabilir, azıcık da olsa ısıtabilirdim minikleri.

     

    Onlar şöminenin önünde karınlarını doyururken ben de mutfağa döndüm ve yarıda bıraktığım işleri yapmaya koyuldum. Oturma odasında ki sessizlik dikkatimi çekti. Bir an kafamı uzattım içeriye küçük kız elindeki boş fincana bakıyordu. Erkek çocuğu bana döndü ve "Bayan, siz zenginmisiniz?" diye sordu.

     

    "Zengin mi? Yo hayır!" diye cevaplarken çocuğu, gözlerim bir an ayağımdaki eski terliklere kaydı.

     

    Kız elindeki fincanı tabağına dikkatle yerleştirdi ve

    "Sizin fincanlarınız ve fincan tabaklarınız takım." dedi.

    Sesindeki açlık, karın açlığına benzemiyordu. Sonra gazetelerini alıp çıktılar dışarıdaki soğuğa. Teşekkür bile etmemişlerdi, ama buna gerek yoktu. Teşekkür etmekten daha öte birşey yapmışlardı. Düz mavi fincanlarım ve fincan tabaklarım takımdı. Pişirdiğim patateslerin tadına baktım. Sıcacıktı patatesler.

     

    Başımızı sokacak evimiz vardı. Bir eşim vardı ve eşimin de bir işi, bunlar da fincanlarım ve fincan tabaklarım gibi uyum içindeydi. Sandalyeleri şöminenin önünden kaldırıp, yerlerine yerleştirdim. Çocukların sandaletlerinin çamur izleri halının üzerindeydi hala. Silmedim ayak izlerini. Silmeyeceğim de.

     

    Olur ya; unutuveririm ne denli zengin olduğumu......


  19. Dunyanin, yasanmis en guzel ask hikayesi bu..

    Ne Leyla diyecegim size ne de Mecnun, Ferhad, Romeo vs. vs..

     

    En guzel ask hikayesi Efendimiz sallALLAHu aleyhi vesellem ile

    Hatice Validemiz'in hikayesidir..

     

    Sanir misiniz ki Leyla ile Mecnun evlenseydi, ya da

    digerleri..Asklari dillere destan olur, gunumuze kadar ulasirdi?

     

    Hayir tabii ki!

     

    Belki bir kac sene sonra bitecekti.. Yasanmadigindan,

    kavusulmadigindan hep bunlar

     

    Ama siz bir bakin Efendimizle, Hatice Validemiz'in askina ALLAH icin!

     

    Bu, yasanmis hem de uzun yillar boyu yasanmis bir ask..

     

    Ahla kissat hub fil alem

     

     

    Mekke fethinin ilk gunu, o karisiklik, o heyecan esnasında Efendimiz

    yasli bir hanimla karsilasiyor, O'nun yanina gelmesini onlemek

    isteyenlere "Birakin" diyor gelsin..

     

    Sirtindan abayasini cikarip, hanimin altina seriyor birlikte

    oturup 1 saat kadar sohbet ediyorlar..

     

    Aise Validemiz merak ediyor ve sonrasinda;

     

    "Kimdi o? Neler konustunuz?" soruyor..

     

    Cevaba bakar misiniz;

     

    " O, Hatice'nin arkadasi idi, eski gunleri yadettik"

     

    Hatice Validemiz vefat etmis, aradan yıllar gecmis, vefayi,

    sevgiyi, ozlemi goruyor musunuz?

     

    Ve o hengamede..

     

    Ve Hatice Validemiz'e bakin;

     

    Yasi 55..

    Efendimiz o sira Hira magarasinda, nubuvvetten evvel ibadette..

     

    Her gun O en Sevgili'ye yiyecek tasiyor! Her gun gidiyor ve O'nunla

    biraz oturuyor..

     

    Hira Magarasini bilir misiniz siz? Ne kadar yuksektir ve cikmasi ne kadar zordur? Bugun gencler bile cikarken ter icinde kalirlar, cok yorulurlar..

     

    Yasi 55 Hatice Validemizin ve her gun Habibini gormeye gidiyor!

     

    Yine bakiniz ki o asil hanima, Efendimiz'den daha yasli oldugu icin O'na ustune evlenmesini teklif ediyor!

     

    Dusunebiliyor musunuz?

     

    O'nu oylesine seviyor ki, sadece O'nu mutlu edecegini dusundugu icin

    "Evlen" diyor!Ama O, reddediyor, asla O'nu incitmek istemiyor..

     

    Hanim'a bakin! Ve sevgisine..

     

    Yine ilk vahiy geldiginde O'na nasil destek olduguna, yuregini, malini, canini nasil serdigine bakin..

     

    Ve Efendimiz'in yuregindeki Hatice Validemizin yerini dusunun, cok hadislerde gecer..

     

    Yine Validemiz'in vefatindan cok uzun yillar sonra kizkardesi Hale Efendimiz'in evine gelir ve kapiyi calar..

     

    Oylesine heyecanlanir ki O, kapiya kosar, eli ayagi dolasir..

    "Neden" derler..

     

    "Hatice'nin calisi bu" buyururlar..Ve "Sanirim Hale'dir gelen"

    derler..

     

     

    En guzel Ask hikayesi budur!

     

    Yasanmis ama eskimemis, yepyenidir..

     

     

    O'na, Onlar'a benzeyenlere selam olsun...

     

    ALINTI


  20. Almanya'daki Deniz Feneri davası dolayısıyla Deniz Feneri'ne yüklenen Doğan Medyası'na sunucu Uğur Arslan 'o insanların' halleriyle cevap verdi.

    UĞUR ARSLAN’DAN DENİZ FENERİ AÇIKLAMASI

     

    DERİN BİR IZDIRAP İÇERİSİNDEYİM

     

    Bundan 11 yıl önce insanlık adına doğru, düzgün ve dürüst bir adım atmıştım. Yapmaya başladığım tv programının adı ‘Deniz Feneri’ydi. Bir yıl içinde Deniz Feneriyle aynı adı taşıyan bir yardımlaşma derneği oldu. 1998 yılında kurulan bu derneğin 2002 yılına kadar başkanlığını yaptım. Ayrıldıktan sonra Nisan 2008’e kadar sözleşmem icabı sadece sunuculuğuna devam ettim.

     

    Ben işin başında, insanlık adına doğru bir adım atmıştım; gerisi insanlığa kalmıştı.

     

    Şimdi yıllar önce böyle bir işe başladığıma pişman olup olmadığımı sorarsanız, bu işe başladığıma kesinlikle pişman değilim. 11 yıl bu ülkenin dağını-taşını, köyünü-bucağını gezip yüz binlerce kişinin duasını duydum. Gözlerimin önünde yüz binlerce kişinin karnı doydu, binlerce kişi ev-bark, iş-güç ya da sıhhat sahibi oldu. Yine her şey tv ekranlarında yüz binlerce seyircinin gözü önünde cereyan ediyordu. Şahit olduğum her iyilik gerçekti, doğruydu ve belgelenmişti. Ama bir de mutlak gerçek vardı ; “hiçbir iyilik cezasız kalmazdı”.

     

    Son günlerde, Almanya’da kurulmuş olan “Almanya Deniz Feneri e.v” isimli derneğin iki yöneticisi için görülmekte olan davanın iddianamesine dayanarak, henüz dava sonuçlanmadan, neredeyse tüm Deniz Feneri camiasını kapsayan acımasız idialar içeren haber ve yazılar nedeniyle derin bir ızdırap içerisindeyim.

     

    Davanın sonucu ne olursa olsun, sadece Türkiye’de değil dünyada 40 kadar ülkeye ismini yazdırmış olan Deniz Feneri’nin tamamıyla yeryüzünden silinme çabasının; insanlık dışı, acımasızca, kin ve nefret dolu bir teşebbüs olduğu kanaatindeyim. Şu an beni şahsen başımıza gelmiş veya gelecek olan üzücü tutumlar değil, şayet Deniz Feneri yeryüzünden silindiği takdirde, şu an hala bu organizasyondan yardım alan, karnı doyan, barınma ve sağlık yardımı alan yüz binlerin halinin daha sonra ne olacağı düşüncesi beni inanılmaz bir üzüntü denizinin içine çekmektedir.

     

    Başımıza gelmesi imkânsız diye düşündüğümüz şeyleri yaşamaktan ibarettir hayat. Bu gün benim hakkımda kim ne düşünür veya söylerse söylesin, ben sahip olduğum iki evladıma, bir “utanç hikâyesi” değil, bir “insanlık efsanesi” miras bıraktığıma eminim. Fakat ısrarla bana da asılsız bir utanç yaftası yakıştırmaya çalışanlar bilmelidir ki; “kimse bu dünyada yaptığını yaşamadıkça can vermez”.

×
×
  • Create New...